ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul

sohbet banner
tavla okey sohbet forumu
16 Haziran 2024, Pazar 19:51   
kız arkadaş sohbet linki

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

  manolya41> Forum Mesajları
    manolya41'e ait Toplam 9827 Forum Mesajı var
<<1...100...200...300...306307308309310311312313314315316 317318319320321322323324325326...400...500...600...700...800...900...983>>


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Dede Korkut Hikayelerinin Diğer Sanatlara Yansıması>
  26.Tem.2009 Pzr 01:48:36
Dede Korkut’ta Hayvan Sembolizmi

Bir gün Ulaş oğlu, yırtıcı kuşun yavrusu ..
Amit suyunun aslanı,, Karacuğun kaplanı, yağız al atın sahibi…
Kahraman koç yiğitler…
Kurt yüzü mübarektir…
Bu sırada yiğitler meydanının aslanı, pehlivanların kaplanı boz oğlan yetişti
Alaca ejder sivrisi mızrağımı sakladım bugün için
Kanatlarının ucu kırılmasın.
Anamın adını dersen kükremiş aslan.
Aslan soyu sultan kızı.
İnsan oğlunun ejderhası Deli Dumrul.
Koç yiğidim şah yiğidim.
Bir bölük kaza şahin girmiş gibi kafire at sürdü.
Yedi bayırın kurduna benzerdi yiğitleri…

Altay ve Tanrı Dağları çevresinde milattan önce birinci bin yılda ortaya çıkan “hayvan üslubu” paralelinde hayvan sembolizmini de oluşturmuştur. Hayatlarını avcılık ve hayvancılıkla geçiren insanlar doğada bulunan tüm canlı ve cansız varlıkların ruhları olduğuna inanır ve onları kendi lehine davranmaya, en azı etkisizleştirmeye çalışırlardı. Bu karmaşık sistemde kendi yerini belirlemeğe çalışan insanoğlu, zor doğa şartlarına en iyi şekilde uyum sağlaya bilen hayvanların yaşamını yakından izleyebiliyor, onlara korku karışık hayranlıkla bakıyordu. Dikkatli gözlem sonucu farklı hayvanların doğadaki davranışlarını, yaşam tarzlarını ve karakterlerini öğrenen insan, bu canlı varlıklara sembolik manalar yüklemeye başlamıştır. Zamanla bu düşünceler gelişerek kalıplaşmış biçim almışlar. Böylece, aslan kuvveti ve kudreti, kartal gökleri simgelemekte, kurt o coğrafi mekânda en korkulan hayvan olduğundan yol gösteren, türeyiş destanlarında ata kültü ile ilintili simge haline gelmiş, beyaz geyik göklerin ruhunu yerde yaşatan canlı, ejder bereket, sağlık ve uzun ömürlük, kaplumbağa bilginlik ve uzun ömürlülük simgesine dönüşmüşler.Türk hayvan sembolizminde karşımıza gerçekçi (kartal, geyik, aslan, at, kurt, yılan, balık) ve hayali yaratıklar (siren, grifon, ejder, melek) çıkmaktadır. Bu canlıların her birinin sözlü, yazılı gelenekte ve görsel sanatlarda belirgin simgesel anlamları, kozmolojik ve mitolojik boyutları vardır.
İslam öncesi Türk sanatında hayvan üslubunu Türklerin kullandığı tüm eşyalar üzerinde görebiliriz. Gündelik hayatta istifade ettikleri kap kaçak, halı, kilim, süs eşyaları ve takılar, elbiseler, at koşum takımları, mobilya üzerinde ve hatta vücutlarında hayvan betimlemeleri ile karşılaşıyoruz.
Dede Korkut’ta Hayvan Sembolizmi
Bir gün Ulaş oğlu, yırtıcı kuşun yavrusu ..
Amit suyunun aslanı,, Karacuğun kaplanı, yağız al atın sahibi…
Kahraman koç yiğitler…
Kurt yüzü mübarektir…
Bu sırada yiğitler meydanının aslanı, pehlivanların kaplanı boz oğlan yetişti
Alaca ejder sivrisi mızrağımı sakladım bugün için
Kanatlarının ucu kırılmasın.
Anamın adını dersen kükremiş aslan.
Aslan soyu sultan kızı.
İnsan oğlunun ejderhası Deli Dumrul.
Koç yiğidim şah yiğidim.
Bir bölük kaza şahin girmiş gibi kafire at sürdü.
Yedi bayırın kurduna benzerdi yiğitleri…

Altay ve Tanrı Dağları çevresinde milattan önce birinci bin yılda ortaya çıkan “hayvan üslubu” paralelinde hayvan sembolizmini de oluşturmuştur. Hayatlarını avcılık ve hayvancılıkla geçiren insanlar doğada bulunan tüm canlı ve cansız varlıkların ruhları olduğuna inanır ve onları kendi lehine davranmaya, en azı etkisizleştirmeye çalışırlardı. Bu karmaşık sistemde kendi yerini belirlemeğe çalışan insanoğlu, zor doğa şartlarına en iyi şekilde uyum sağlaya bilen hayvanların yaşamını yakından izleyebiliyor, onlara korku karışık hayranlıkla bakıyordu. Dikkatli gözlem sonucu farklı hayvanların doğadaki davranışlarını, yaşam tarzlarını ve karakterlerini öğrenen insan, bu canlı varlıklara sembolik manalar yüklemeye başlamıştır. Zamanla bu düşünceler gelişerek kalıplaşmış biçim almışlar. Böylece, aslan kuvveti ve kudreti, kartal gökleri simgelemekte, kurt o coğrafi mekânda en korkulan hayvan olduğundan yol gösteren, türeyiş destanlarında ata kültü ile ilintili simge haline gelmiş, beyaz geyik göklerin ruhunu yerde yaşatan canlı, ejder bereket, sağlık ve uzun ömürlük, kaplumbağa bilginlik ve uzun ömürlülük simgesine dönüşmüşler.Türk hayvan sembolizminde karşımıza gerçekçi (kartal, geyik, aslan, at, kurt, yılan, balık) ve hayali yaratıklar (siren, grifon, ejder, melek) çıkmaktadır. Bu canlıların her birinin sözlü, yazılı gelenekte ve görsel sanatlarda belirgin simgesel anlamları, kozmolojik ve mitolojik boyutları vardır.
İslam öncesi Türk sanatında hayvan üslubunu Türklerin kullandığı tüm eşyalar üzerinde görebiliriz. Gündelik hayatta istifade ettikleri kap kaçak, halı, kilim, süs eşyaları ve takılar, elbiseler, at koşum takımları, mobilya üzerinde ve hatta vücutlarında hayvan betimlemeleri ile karşılaşıyoruz.




Azerbaycan’ın Gazah bölgesinde bulunmuş tunç kemer. Üzerinde kurt ve balık tasvirleri dövülerek yapılmışlar
“Kurt yüzü mübarektir“





 


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Dede Korkut Hikayelerinin Diğer Sanatlara Yansıması>
  26.Tem.2009 Pzr 01:47:33
Dede Korkut’ta ve Türk yaşamında atın yeri.

Beyreğin atını övmesi:
Açık açık meydana benzer senin alıncığın
İki gece ışık saçan taşa benzer senin gözceğizin
İbrişime benzer senin yeleciğin İki çift kardeşe bezer senin kulacığı
Eri muradına yetiştirir senin arkacığın
At demem sana kardeş derim kardeşimden daha iyi
Başıma iş geldi arkadaş derim arkadaşlarımdan daha iyi.
“At Türkün kanadıdır.” Kaşgarlı Mahmud

Çin kaynaklarında Türkler hakkında şöyle yazılmıştır: “Türklerin hayatı atlarına bağlıdır”.(Esin,2004,s.258) Gerçekten de At Türk toplumlarında bir binek hayvanı niteliğinden çıkarak Türkün simgesi haline gelmiştir. Türkü atsız düşünmek mümkün değildi. Hun’larda erkek çocuk doğur doğmaz çadırın önüne atını bağlarlardı ki hayatta kala bilsin. Çünkü Oğuz destanlarında “yaya erin umudu olmaz” denilmekteydi. Bu çocuklar yürümekle at binmeği aynı anda öğrenir ve gelecekte tüm hayatları at üzerinde geçer, yer, uyur, çeşitli binicilik oyunları oynarlardı. At üstünde dinlenme pozisyonu da, cirit oyunu, at üzerinde koşarak geriye ok atmak da o zamanların buluşlarıdır.(Esin,2004)Ordu-Devlet şeklinde oluşan Türk idari sisteminde oturmuş at kültürü vardı. Çin kaynakları Türk süvarilerinin çok iyi binici olduklarını ve hatta sarhoş halde bile attan düşmelerinin mümkün olmadığını yazmaktadırlar. Hunlarda kadınlar da iyi at biner, çocuklarını at sırtında emzirir ve beşiklerini eğer üzerinde taşırdılar.(Duru,1998,s.8)
Orhun yazıtlarında savaş atının cesareti takdir edilir, at Türk beylerinin dostu olarak gösterilmektedir. At, sahibi öldüğünde, onu öbür dünyaya takip ederdi.
Gök Türk döneminde süvariler savaşa giderken, veya defin merasiminde atlarının kuyruklarını düğümlerdiler ve bu durumun ciddiliğinin simgesi haline gelmişti. Bir kahramanın akıbeti bilinmiyorsa ve ölmüş olduğuna karar veriliyorsa, aygırı kurban edilip kuyruğu bir direğe asılırdı.(
Dede Korkut’ta ve Türk yaşamında atın yeri.

Beyreğin atını övmesi:
Açık açık meydana benzer senin alıncığın
İki gece ışık saçan taşa benzer senin gözceğizin
İbrişime benzer senin yeleciğin İki çift kardeşe bezer senin kulacığı
Eri muradına yetiştirir senin arkacığın
At demem sana kardeş derim kardeşimden daha iyi
Başıma iş geldi arkadaş derim arkadaşlarımdan daha iyi.
“At Türkün kanadıdır.” Kaşgarlı Mahmud

Çin kaynaklarında Türkler hakkında şöyle yazılmıştır: “Türklerin hayatı atlarına bağlıdır”.(Esin,2004,s.258) Gerçekten de At Türk toplumlarında bir binek hayvanı niteliğinden çıkarak Türkün simgesi haline gelmiştir. Türkü atsız düşünmek mümkün değildi. Hun’larda erkek çocuk doğur doğmaz çadırın önüne atını bağlarlardı ki hayatta kala bilsin. Çünkü Oğuz destanlarında “yaya erin umudu olmaz” denilmekteydi. Bu çocuklar yürümekle at binmeği aynı anda öğrenir ve gelecekte tüm hayatları at üzerinde geçer, yer, uyur, çeşitli binicilik oyunları oynarlardı. At üstünde dinlenme pozisyonu da, cirit oyunu, at üzerinde koşarak geriye ok atmak da o zamanların buluşlarıdır.(Esin,2004)Ordu-Devlet şeklinde oluşan Türk idari sisteminde oturmuş at kültürü vardı. Çin kaynakları Türk süvarilerinin çok iyi binici olduklarını ve hatta sarhoş halde bile attan düşmelerinin mümkün olmadığını yazmaktadırlar. Hunlarda kadınlar da iyi at biner, çocuklarını at sırtında emzirir ve beşiklerini eğer üzerinde taşırdılar.(Duru,1998,s.8)
Orhun yazıtlarında savaş atının cesareti takdir edilir, at Türk beylerinin dostu olarak gösterilmektedir. At, sahibi öldüğünde, onu öbür dünyaya takip ederdi.
Gök Türk döneminde süvariler savaşa giderken, veya defin merasiminde atlarının kuyruklarını düğümlerdiler ve bu durumun ciddiliğinin simgesi haline gelmişti. Bir kahramanın akıbeti bilinmiyorsa ve ölmüş olduğuna karar veriliyorsa, aygırı kurban edilip kuyruğu bir direğe asılırdı.








Geleneksel olarak Türk toplumlarında at, hükümdarın gücünün bir simgesi olmuş ve çeşitli dönemlerde süvari tasvirli sikkeler basılmıştı.
İbn Bibi at üstünde hükümdarı yükselen güneşe benzetmişti.(Esin,2004)
Türklerde Osmanlı dönemlerine kadar devam etmiş diğer gelenek, önemli bir göreve atanma sırasında ata binme ayinin icrası olmuştur. Tarihte Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad’ı
n yaptığı böyle bir tören yine İbn Bibi tarafından kaleme alınarak, Türklerde hükümdarlık kavramının at sembolizmi ile bağlantısına ışık tutmaktadır. Beyler, sultana bağlılıklarını sunup kabul edildikten sonra hükümdarı, siyah beyaz benekli, zamanın en azılı atını saltanat kevkebesiyle (bir sırığın ucuna bağlanmış madeni disk) süslemek üzere davet etmişlerdi. Aynı zamanda ata binme töreni müneccimlerin tespit ettiği uğurlu bir anda başlamıştı.( Esin,2004 )
Türk toplumunda, ülkenin güvenliğini sağlamasından dolayı, ata, üzerindeki savaşçıya gösterilen kadar ilgi ve saygı gösterilmiştir. Dede Korkut’ta Kazan Han şöyle demektedir: At işlemese er övünmez, hüner atındır.
Daha geç İslam dönemlerinde ise din uğrunda savaşan atın çevresinde meleklerin uçuştuğuna inanılırdı.
Selçuklu Sultanları haralarında en az on bin at besledikleri bilinmektedir. Türk ordusunun esas vurucu gücünü atlılar teşkil etmekteydiler ve savaş zamanı Selçuklu ordusunun ortalama iki yüz bin at çıkarabildiği düşünülür. Bu dönemde bir beyin serveti, sahip olduğu at ve koşum sayısı ile ölçülmekteydi.(Sumer,1988)
Türklerde ata olan sevgi ve bağlılık dilde de aksini tapmıştır. Türkce’de yeni doğmuş atın yavrusuna kulun, iki yaşına kadar olanlara tay, damızlıkta kullanılan ata aygır, dişi ata kısrak, burulmuş erkek ata iğdiş deniliyordu. Ayrıca arabaya koşulan erkek atları ise beygir adlandırmaktaydılar. Türk dili at donunun renginin ifadesinde de çok zengindir, kara ata yağız, kızılı kahve ata al, gövdesi kahve, yelesi ve kuyruğu kara olan ata doru, gövdesi koyu sarı, kuyruğu ve yelesi kara olanlara kula, kılları koyu karışık beyaz olanlara kır, al don üzerine ak kılları olanlara ise boz denilirdi.
Atın ayaklarındaki beyaz lekelere seki, alnındaki ak lekeye kartopu, alından burna doğru inen beyaz lekelere ise akıtma adı verilmiştir.(Duru,1998,s.10-11)
Osmanlı’da at kültürünün devam etmesini ve daha da gelişmesini görüyoruz. Burada at Saltanatın kuvvetinin, kudretinin ve ihtişamının simgesi haline gelmişti. Örneğin, IV.Mehmed 1672′de Edirne’de bayram namazı için Selimiye Camisi’ne geldiğinde dokuz yedek atından üçünde incili örtü, üçünde ağır altın işlemeli örtü ve diğer üçünde de murassa olduğu yabancı elçiler tarafından hayranlıkla kaydedilmişti.
Osmanlı padişahlarının törenlerde kır ata, savaşta ise yağız ata binmek gibi bir geleneği vardı. At hediyesi ise en değerli hediye sayılırdı, ve bu atlar özel hazırlanmış eyerleriyle birlikte armağan edilirlerdi. Ayrıca, bayrak ve erk simgesi olan ve çok eski dönemlere dayanan atkuyruğundan yapılmış tuğ kullanma geleneği, Osmanlı Sarayında sürdürülmeğe devam ediyordu.
İslamın getirdiği bazı kısıtlamalara rağmen Türklerde ata olan bağlılık ve sevgi hep kendini göstermiştir. Çanakkale Boğazı’nı ilk olarak geçen Alaeddin Paşa atlarıyla birlikte gömülmüştü, IV. Murad’ın cenazesinde kendi atları, eyerleri ters yerleştirilerek yürütülmüş, II. Osman çok sevdiği Sisli Kır adlı atını,Üsküdar Sarayı’nın bahçesindeki türbeye yalnız olarak gömülmesini emir etmiş, Lala Şahin Paşa ise Karacaahmet’te kendi mezarı yanına atları için mezar kazdırmıştı


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Dede Korkut Hikayelerinin Diğer Sanatlara Yansıması>
  26.Tem.2009 Pzr 01:46:34
AV GELENEĞİ

“Sen gideli hanım çapraz yatan alaca dağların avlanmamıştır, ava bin gönlün açılsın.Ünümü anlayın beyler, sözümü dinleyin beyler, yata yata yanımız ağrıdı, dura dura belimiz kurudu, yürüyelim beyler, av avlayalım, kuş kuşlayalım, yabani geyik yıkalım, dönelim otağımıza, yiyelim içelim hoş geçelim.
…gel şimdi seninle ava çıkalım, eğer senin atın benim atımı geçerse onun atını da geçersin, hem seninle ok atalım, beni geçersen onu da geçersin ve hem seninle güreşelim, beni yenersen onu da yenersin dedi.
Oğlandır ne bilsin, geyiği kovalıyordu, getiriyordu, babasının önüne vuruyordu. Babam at koşturuşuma baksın kıvansın, ok atışıma baksın güvensin, kılıç çalışıma baksın sevinsin diyordu.”
Av ve avlanma erken devir insanının yaşantısında çok büyük yeri ve önemi olan olaylardı. Mağara resimlerinden anlaşıldığı gibi, av öncesi yapılan bir takım törenlerin amacı, avın başarılı geçmesini sağlamak olmuştur. Aynı zamanda bu bir nevi av denemesi, antremanı da sayılabilirdi. Bu en eski geleneklerin Türk bozkır kültüründe Gök Tanrı inancı ile harmanlaşarak zenginleşmesi ve simgesel hal alması bilinmektedir.Çok arkaik düşünceye göre avlandığın hayvanı yemek, onun gücünü ve becerilerini benimsemek demektir. Aynı şekilde hayvan kılığına girmek, onun gibi hareket etmek, o hayvanın kuvvetine kavuşmak anlamına geliyordu. Günümüz Türk halk oyunlarında bu eski inancın izlerini hala taşıyorlar. Bu açıdan baktığımızda, av arkaik toplumlar için sadece geçim kaynağı değil, aynı zamanda bir ritüeldir, yaşamın devamını ve sonsuzluğunu temin eden ve paralelinde çok sayıda sembolik anlamlar taşıyan uygulamaları gerektiren bir ayindir.
Bu toplumlarında ava gitmeden önce yapılan işlemler arasında temizliğe büyük önem verilir, avcı karısıyla ilişkide bulunmaz, büyü bozulmasın diye kimse ile konuşmaz, av dönüşüne kadar ailesinde oyun, eğlence yapılmazdı. Altay Türkleri orman ve ağaç ruhlarının avın verimli geçmesinde büyük payı olduğuna inanıyorlardı. Şor Türklerinde ise orman ruhlarının hikâye dinlemeyi sevdiklerine inanılıyor ve ruhları memnun etmek için ava, avdan eşit pay alan usta hikâyecini götürüyorlardı.
Türk mitolojisinde yeraltı dünyadan gelen kötü ruhlarla av zamanı karşılanma konusu da geçmektedir. Bu ruhları taşıyan veya onlara hizmet eden hayvanlar avcıyı yeraltı dünyasına, yani ölüme sürüklerler.(Sibirya masalları) Bazen de tam tersi, avcıya yol gösteren, onu zor durundan kurtaran av hayvanları motifi karşımıza çıkar, örneğin Oğuz Kağan destanındaki boz kurt gibi.
Erken dönemlerden başlayarak avlar teşkilatlı şekilde tüm kabilenin katılımıyla gerçekleşiyordu. Hunların zamanında ise artık avlar devlet avı ve halk avı olarak bölünmüştür.




Daha geç dönemlerde av, Türkler için geçim kaynağı olmaktan çıkmış, daha çok diğer önemli manalarla yüklü uygulama olmuştur. Av bir savaş antrenmanı, hüner ve kahramanlık meydanı, aynı zamanda bir spordu. Dede Korkut Destanı’nda birkaç yerde geçen ilk av hadisesi Türklerde bir yiğitlik göstergesi, yetişkinlik simgesi olarak vurgulanmaktadır. Bu tür avlar tüm kabilenin toplanarak kutladıkları, bazen de ad verme merasimiyle sonuçlanan törenlerdi. Dirse han’ın hatunu oğlancığımın ilk avıdır diye attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi. Oğuz beylerine ziyafet vereyim dedi.
Türlerde sürek avı sevilerek yapılan bir av türü olmuştur. Cuveyni’nin Tarihi Cihankuşa adlı eserinde bu av ayrıntılı şekilde anlatılmaktadır.










Dede Korkut kitabında dört ayaklı hayvanların avı için “av avlamak”, avcı kuşlarla yapılan av için “kuş kuşlamak” tabiri kullanılmaktadır.


Lale Avşar İSKENDERZADE
Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Kılıç-Kalkan Oyununun Tarihi>
  26.Tem.2009 Pzr 01:41:25



Osmanlı İmparatorluğunun başşehri ve Kılıç-Kalkan oyununun ilk doğduğu yer Bursa şehridir. Yiğitliğin ve mertliğin sembolü olan oyun Bursa ili özdeşleşmiştir. Kılıç ve kalkanların bir ahenk içinde birbirine vurulması ile oynanan oyun, müziksiz olması ile de diğer birçok halk dansından ayrılır.

Kılıç Kalkan kıyafetini oluşturan unsurlar:

Keçe külah
Keyfiye
Gömlek
Cepken
Silahlık
Potur
Yağlık
Kuşak
Çorap
Çorap bağı
Ayakkabı

Kılıçkalkan ın doğuşu şu şekilde rivayet edilmektedir: Osmanlı ordusu Bursa yı ele geçirmek için harekete geçtiği dönemlerde, Bursa kalesi uzun süre kuşatma altında kalıyor. İçerde Bizanslılar, dışarıda ise Osmanlı Ordusu askerleri vardır. Kuşatma süresi uzadıkça moraller bozulmaktadır. Osmanlı ordusu içinden bazı askerler, hem içerideki Bizans askerlerinin moralini bozmak, hem de beklemekten sıkılan askerlere moral vermek ve hoşça vakit geçirtmek için, Bursa Kalesi dışında ikişerli, dörderli ve daha kalabalık gruplar halinde karşılıklı olarak Kılıç-Kalkanları ile oynamaya başlamışlardır. Ellerinde bulunan kılıç ve kalkanları birbirine vurarak çıkardıkları gürültüyü zamanla ritm haline getirmişler ve bu ritm eşliğinde silahlı eğitim hareketine benzer hareketler geliştirmişlerdir. Bursa Şehri uzun bir kuşatma süresi sonunda hiçbir çarpışma olmadan Bizanslılardan 6 Nisan 1326’ da alınmıştır.

Bundan sonra da şehir Osmanlılar tarafından başkent ilan edilir. Artık Osmanlı Ordusu Bursa’da toplanır. Orduya katılan gençler ilk askerlik eğitimlerini burada yapmaya başlamışlardır. Genç askerler zamanın silahları olan Kılıç ve Kalkan ile gün boyunca sürekli yaptıkları eğitimlerini monotonluktan kurtarıp zevkli hale getirebilmek için, geliştirdikleri bu ritm eşliğindeki hareketleri sürekli hale dönüştürmüşlerdir. Bu askerlik eğitimi içinde yapılan hareketlerin tümü, zaman içinde askerlikle ilgili olayları anlatan figürler haline dönüşmüştür. Kılıç-Kalkanların birbirlerine vurmasından çıkan sesler de bu oyunun müziği haline gelmiştir.

1326 yılında Bursa şehrinde başlayan bu olay, zamanla sivil halkın da neşeli günlerinde tekrarlandığı bir halk dansı haline dönüştü. Günümüze kadar Bursa Şehrinin bir eğlence sembolü olarak devam etti.

Türkiye Cumhuriyeti nin kuruluşundan itibaren başlayan halk dansları derleme çalışmaları, Bursa’da zaten yaşamakta olan bu dansı da kapsamı içerisine aldı. Bursa Kılıç - Kalkan dansının ayrıca müziği olmayıp, oynanırken Kılıç ve Kalkanın birbirine vurmasından çıkardığı ritmik sesler dansın kendi orijinal müziğini meydana getirmektedir. Dünyada müziksiz oynanan, bilinen başka bir oyun daha olmadığından son derece otantik olarak kabul edilmektedir. 700 yıla yakın bir süreden beri, TrForumuz.Biz ilk günkü figürlerini koruması ve aynı şekilde oynanıyor olması en büyük özelliğidir. Kostümler otantik olup halen Bursa civarındaki bazı köylerde giyildiğine rastlanmaktadır.

Kılıçkalkan Oyunu Hakkında:

Osmanlı ordusu savaş sahnelerinin yansıtıldığı kılıç-kalkan oyunu, müziksiz oynanır. Oyuncuların ayak ve diz vuruşlarıyla çıkardığı sesler, müziğin ve ritmin yerini tutar

Kılıç kalkan; 8 - 10 veya daha fazla kimse arasında iki ekip hâlinde oynanır. Oyunda önce askere çağrılanların uğurlama ve karşılama merâsimi canlandırılır, sonra oyuncular halka oluşturarak yemin merasimini canlandırır, daha sonra iki ekip kılıç-kalkan çarpışması yapar. Gösteri; mütareke oyunu, başa-vuruş cengi, kılıçların birbirlerine atılması ile devam eder. Oyuncuların hep bir ağızdan bağrışması ve kılıçları havada sallaması ile sahne kapanır.




Mustafa Tahtakıran adlı folklorcunun çalışmaları ile 1932’de kılıç kalkan oyununun figürleri saptanmış ve standart hale getirilmiş, 1940’lı yıllarda da okullarda yaygınlaşmıştır.

Bir dönem uluslararası festivallerde sergilenip, ödüller alan; turist gruplarının devlet adamlarının karşılanması törenlerinde oynanan kılıç-kalkan oyunu bir süredir sert ve korkutucu olduğu, barbar Türk imajını desteklediği gerekçesi ile artık yarışmalara katılmamakta, Milli Eğitim Bakanlığı halk oyunu olarak kabul etmediği için okullarda öğretilmemektedir.


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Rumeli ve Anadolu Ağaç Arabaları>
  26.Tem.2009 Pzr 01:38:02
Anadolu Öküz Arabası



İmparatorluk topraklarından Anadolu ya göç ve müdadele esnasında ve Kurtuluş Savaşı esnasında Anadolu öküz arabasını baş rolde görüyoruz. Kağnı denilen öküz arabası yine ilkokuldan beri hepimizin tanıdığı şekilde lojistik açıdan, orduların silah, cephane ve yiyeceğinin temininde kullanılmıştır. . Kağnının, Rumeli tipi öküz arabasının tekerleklerini oluşturan parmaklıkları ile karşılaştırıldığında, özellikle tekerleklerinde görülen daha arkaik, kaba yapısı Anadolu nun yollarının kayalık, taşlık dağ geçitlerini içermesinden kaynaklanır. Kağnının tekerlekleri içi dolu ahşaptan, yekpare yapılmıştır ve bu yüzden darbelere karşı daha mukavimdir, ancak hızı ve kapasitesi daha düşüktür. Ürünümüz kendisine özel ahşap kutusu içerisindedir. Türk kültürünün bir parçası olan Anadolu Öküz Arabasının günümüzde anımsanmasını sağlayan minyatür bir arabadır.
Rumeli Öküz Arabası




Rumeli tipi diyebileceğimiz bu öküz arabası dramatik rolünü Balkanlardan Anadolu ya göçte ve mübadelede oynamış, Anadolu ya göçte halkın tüm varlığı bu arabalar sayesinde getirilmiştir. Rumeli tipi öküz arabasının Anadolu tipi öküz arabasına göre farkı tasarımının daha incelmiş olmasıdır. Kağnının, Rumeli tipi öküz arabasının tekerleklerini oluşturan parmaklıkları ile karşılaştırıldığında, özellikle tekerleklerinde görülen daha arkaik, kaba yapısı Anadolu nun yollarının kayalık, taşlık dağ geçitlerini içermesinden kaynaklanır. Kağnının tekerlekleri içi dolu ahşaptan, yekpare yapılmıştır ve bu yüzden darbelere karşı daha mukavimdir, ancak hızı ve kapasitesi daha düşüktür. Çünkü Rumeli tipi öküz arabası gelişmiş tasarımından ötürü iki tane çift tekerlek taşımakta ve daha hafif, uzun olmakta ve üstelik uzatılabilmektedir. Bunun nedeni ise Rumeli topografyasının daha düz bir yeryüzü şekline sahip olmasıdır. Rumeli Öküz Arabası hakkında daha fazla bilgi edinebileceğiniz kitapçığı mevcuttur. Ürünümüz kendisine özel ahşap kutusu içerisindedir. Türk kültürünün bir parçası olan Rumeli Öküz Arabasının günümüzde anımsanmasını sağlayan minyatür bir arabadır

Rumeli At Arabası



Tekirdag ve Edirne taraflarında öküz arabaları yerini daha hızlı ve kullanışlı olan at arabalarına bırakmıştır. At arabaları öküz arabalarından sonra bir cok ailenin ulaşımını saglamakta ve yük taşımakta kullanılmaktadır. Günümüzde hala kullanan aileler mevcuttur.

Taş Devri Arabası




Hepimizin Taş Devri çizgi filminden hatırlayabileceğimiz, taşdevrindeki motorsuz çakmaktaş ailesinin arabasıdır. Bu arabayı kullanmak için ayaklarınızı kullanmanız gerekiyor. çevre kirliliği yaratmıyor ve son derece dogal ahşap malzemeden yapılmıştır. Öküz arabaları icat edilmeden bu arabalar kullanılıyormuş

Anadolu Öküz Arabası




İmparatorluk topraklarından Anadolu ya göç ve müdadele esnasında ve Kurtuluş Savaşı esnasında Anadolu öküz arabasını baş rolde görüyoruz. Kağnı denilen öküz arabası yine ilkokuldan beri hepimizin tanıdığı şekilde lojistik açıdan, orduların silah, cephane ve yiyeceğinin temininde kullanılmıştır. . Kağnının, Rumeli tipi öküz arabasının tekerleklerini oluşturan parmaklıkları ile karşılaştırıldığında, özellikle tekerleklerinde görülen daha arkaik, kaba yapısı Anadolu nun yollarının kayalık, taşlık dağ geçitlerini içermesinden kaynaklanır. Kağnının tekerlekleri içi dolu ahşaptan, yekpare yapılmıştır ve bu yüzden darbelere karşı daha mukavimdir, ancak hızı ve kapasitesi daha düşüktür.

Rumeli Büyük Öküz Arabası


Rumeli tipi diyebileceğimiz bu öküz arabası dramatik rolünü Balkanlardan Anadolu ya göçte ve mübadelede oynamış, Anadolu ya göçte halkın tüm varlığı bu arabalar sayesinde getirilmiştir. Rumeli tipi öküz arabasının Anadolu tipi öküz arabasına göre farkı tasarımının daha incelmiş olmasıdır. Kağnının, Rumeli tipi öküz arabasının tekerleklerini oluşturan parmaklıkları ile karşılaştırıldığında, özellikle tekerleklerinde görülen daha arkaik, kaba yapısı Anadolu nun yollarının kayalık, taşlık dağ geçitlerini içermesinden kaynaklanır. Kağnının tekerlekleri içi dolu ahşaptan, yekpare yapılmıştır ve bu yüzden darbelere karşı daha mukavimdir, ancak hızı ve kapasitesi daha düşüktür. Çünkü Rumeli tipi öküz arabası gelişmiş tasarımından ötürü iki tane çift tekerlek taşımakta ve daha hafif, uzun olmakta ve üstelik uzatılabilmektedir. Bunun nedeni ise Rumeli topografyasının daha düz bir yeryüzü şekline sahip olmasıdır. Arabanın ölçüleri orjinalinin yarısı oranında kuçültülmüştür
Rumeli Öküz Arabası



Rumeli tipi diyebileceğimiz bu öküz arabası dramatik rolünü Balkanlardan Anadolu ya göçte ve mübadelede oynamış, Anadolu ya göçte halkın tüm varlığı bu arabalar sayesinde getirilmiştir. Rumeli tipi öküz arabasının Anadolu tipi öküz arabasına göre farkı tasarımının daha incelmiş olmasıdır. Kağnının, Rumeli tipi öküz arabasının tekerleklerini oluşturan parmaklıkları ile karşılaştırıldığında, özellikle tekerleklerinde görülen daha arkaik, kaba yapısı Anadolu nun yollarının kayalık, taşlık dağ geçitlerini içermesinden kaynaklanır. Kağnının tekerlekleri içi dolu ahşaptan, yekpare yapılmıştır ve bu yüzden darbelere karşı daha mukavimdir, ancak hızı ve kapasitesi daha düşüktür. Çünkü Rumeli tipi öküz arabası gelişmiş tasarımından ötürü iki tane çift tekerlek taşımakta ve daha hafif, uzun olmakta ve üstelik uzatılabilmektedir. Bunun nedeni ise Rumeli topografyasının daha düz bir yeryüzü şekline sahip olmasıdır. Rumeli Öküz Arabası hakkında daha fazla bilgi edinebileceğiniz kitapçığı mevcuttur. Ürünümüz kendisine özel ahşap kutusu içerisindedir. Türk kültürünün bir parçası olan Rumeli Öküz Arabasının günümüzde anımsanmasını sağlayan minyatür bir arabadır.



manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Önemli Bilgiler >TARİHTE BU GÜN NE OLDU KÖŞESİ>
  26.Tem.2009 Pzr 01:30:51
Emeğe sağlık güzel bir paylaşım teşekkürler


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Fıkralar >Cennetemi Gitmek İstiyorsun?>
  25.Tem.2009 Cmt 22:26:25
Teşekkürler


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Fıkralar >Süpermen>
  25.Tem.2009 Cmt 17:04:52
Adam geceyarısı eve sarhoş bir vaziyette gelmiş. Karısı kapıyı açmış.
- Ooo Süpermen hoş geldin diye içeri buyur etmiş.
Adam yalpalayarak eve girerken karısı sormuş:
- Gecen nasıldı Süpermen? İyi eğlenebildin mi bari?
Adam kendini savunan bir edayla;
- Ne eğlencesi karıcığım iş toplantısında eğlenildiği nerede görülmüş! Müşterileri yemeğe çıkardım, bütün gece patronlaydık, dile açıklamaya çalışmış.
kadın sormayı sürdürmüş;
- Peki sonra ne yaptınız Süpermen?
-Bir bara götürdük misafirleri, striptiz kulübüne... demiş adam.
- Sen ne yaptın orada Süpermen? diye sormuş kadın.
- Hiiiiç sadece bir bira içtim. Onlar dağıttığı için patronla müşterileri otele bıraktık, demiş ve ardından sormuş adam:
- Ama karıcım, sen neden bana hep Süpermen diyorsun geldiğimden beri?..
Kadın gülümseyerek yanıt vermiş:
- Valla bir seni bir de Süpermen’i gördüm donunu pantolonunun üzerine giyen de ondan.


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Fıkralar >Cennetemi Gitmek İstiyorsun?>
  25.Tem.2009 Cmt 17:02:02
hoca kadınlara vaaz verir kadınlardan birisi sorar- hocam doktorla birlikte olursam cezası kaç yıl
-5 yıl demiş hoca

ardından başka bir kadın-peki hocam avukatla birlikte olursam
-3 yıl demiş hoca
ardın dan başka birisi
-hocam hocayla yatarsak kaç yıl
hoca gülmüş
-seni gidi seni cennete mi gitmek istiyosun






manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Fıkralar >Don Giymeme>
  25.Tem.2009 Cmt 16:58:26
Sultan en güvendiği adamını Arabistan a hünkar göndermiş.
Hünkar, Arabistan da gezerken bakmış, Araplar entari giyiyorlar ama alta donları yok. Bir rüzgar esti mi, manzara felaket!
Haber salmış, altına don giymeyenler kadı huzuruna çıkartılıp, hapsedilecek. Aradan günler geçmiş Arabın bir tanesi don giymemiş ve ilk rüzgarda olay fark edilmiş. Kadı huzuruna çıkartmışlar. Kadı sormuş:

- Adın?
- Aptülmecit
- Baba adın?
- Aptülleziz
- Evli misin?
- 5 tane karım var!
- Kaç çocuğun var?
- İlkinden 15, ikincisinden 17, üçüncüsünden 16, dördüncüsünden13, beşincisinden 18 tane.

Kadı kararını vermiş ve söylemiş: - Aptülleziz oğlu,Abdülmecit’in,don giymeye vakti olmadığından beraatine karar verilmiştir!
<<1...100...200...300...306307308309310311312313314315316 317318319320321322323324325326...400...500...600...700...800...900...983>>