fiogf49gjkf0d HER YER KERBELA
Yeryüzünün dört bucağında mazlum kanının oluk oluk aktığı bir zamanda Kerbela’yı hatırlamanın vaktidir. Ben Kerbela’yım, Ali’nin gözyaşıyım, etiyim, kanıyım, canıyım. Peygamber’in katında kim Ali’den daha değerli olabilir ki ! Ben Ali’nin hüznüyüm, ben Hüseyin’im. Şehitlerin efendisi Hamza’yım ben Savaş alanına gönderilen Ali’nin kılıcıyım, Zülfikar’ım ben. Hangi söz benden daha keskim olabilirki! Ben Zeynep’in sırrıyım. Sakine’nin ruhuyum.
Cebral’in kanadıyım, Muhammed’in yetimiyim. Beni O yetiştirmişti, kendisi de yetimdi, yetimlerin sığınağıydı. Ben O’nun eviyim, O’nun soyu, O’nun kanıyım , Kerbele’yım ben. Serden geçenlerin otağıyım, cesaret ve erdemin çadırıyım, bana gelin. Çok inanmışın yolunu kesmiş, kılıcına çokmazlum kanı bulaşmış biriydi Hürr. Düşman safından çekilip bana gelirken önce Eba Abdullah’la karşılaştı. Harem çadırının önünde bekliyordu. Ona selam vererek, ‘’ben günahkarım, yüzü karayım, yolunuzu kesen o suçlu kimseyim ….’’ Diyerek af diledi. Çcuklarım Hürr’ü görmüş ürkmüşlerdi. Bağışlanmak için yalvarıyordu. Tevbe ediyordu, dönüyordu. Bana, dönüşünün kabul edilip edilmediğini sordu. ‘’Neden olmasın ‘’ dedim, ‘’dönen hiç işlememiş gibidir’’. Dünyalar onun oldu, sevindi, gönlü şenlendi. ‘’Artık’’ dedi, ‘’ kanımı sizinle, sizin yolunuzda akıtmam için bana izin verin. Bana fırsat verin, kılıcım size kastedenlerin kanını döksün.’’ Eba Abdullah, ‘’ey Hürr ‘’ diye seslendi ‘’sen bizim konuğumuzsun, in atından seni kabul edelim ‘’
Bir keresinde Muaviye’ye şöyle bir mektup yazmıştım: ‘Seninle savaşmamam, görevimi hakkıyla yerine getirmeme gibi bir kusurla karşı karşıya kalma kaygısından dır.’’ Herkes sanıyorduki korkuyorum , zalimlerle savaşmanın gerekli olmadığına inanıyorum. Oysa Mekke’yi terk ederken bıraktığım yazılı notta şöle demiştim : ‘’ Bozgunculuk, azgınlık ve zulüm yapmak için Medine’den ayrılmıştım ben. Dedemin ümmetini düzeltmek, babamın yolunu diriltmek için kıyam ediyorum .’’
ZULME DİRENEN KAHRAMANLAR NEREDE
Müslim’in şehit olduğunu öğrendiğimde, ‘’acaba’’ dedim, ‘’ adaletin yerle bir edildiğini görmüyor musunuz? Bütün bu bozgunculuğu ve onu yapanları görmüyor musunuz? Kimse zulme ve fesada karşı direnmiyor görmüyor musunuz? Böylesi bir dünyada, müminlerin canını hiçe sayması gerekmiyor mu? Ben İmam Hüseyin ‘im, ödevim de budur, bu yüzden kıyam ediyorum. Dünyanın zulüm kılıcıyla doğrandığı bir zamanda ölümü sonsuz mutluluğun kapısı biliyorum. Zalimlerle ve zorbalarla birlikte yaşamaktansa ölmeyi seçiyorum. ‘’ Bin kişilik bir süvari birliğiningözetiminde beni Kufe’ye götürürlerken, oanlara şöyle dedim : ‘’Allah’ın ilkelerini değiştirmeye kalkışan , inanmışların ortak malını bir kişinin tasarrufuna veren, sınırları çiğneyip tersyüz eden, Müslümanların kanını değersiz gören zalim bir sultanın yaptıklarını görürde sessiz kalırsanız, yarın onun yerine siz ateşe atılırsınız. Bugün saltanat sürenler böyledir. İlahi sınırları hiçe sayıp çiğniyorlar Müslümanların beytü’l-malını yağmalıyorlar. O halde sessiz kalmayın, onlar gibi olmayın. Dedemin ilkalerini uygulamak öncelikle bana düşer. ‘’Herkesi bir kan kokusu sarmıştı Yüreği ateşteki tencereden daha kızgın olanların öfkesi üstün geldi. ŞİMR bunlardan biriydi, söz aldı, ayağa kalkıp şöyle dedi: ‘’ Ey emir, o, kuşkusuz yanılıyor, Hüseyin artık senin avucundadır, şayet bu kargaşadan kurtulursa, seni asla yaşatmaz ve iş daha da zorlaşır. Görmüyor musun, onun ne kadar çok yandaşı, babasının ne kadar çok bağlısı ve izleyeni var, ne kadar çok seviliyor, yarın buraya akın edecek ve dünyayı başına yıkacaklar.’’
Ubeydullah ın içinde uyuyan nefret ateşi harlandı, dalgınlıktan sıyrılır gibi toparlandı, kendine geldi ve, haklısın dedi Şimr e. Sa d ın oğluna hiddetlenerek, bu adam neredeyse aklımızı karıştırıp bizi yanıltacak ve gafilce avlanmamıza neden olacaktı. Zaman yitirmeksizin bir mektup yazdı ona, seni oraya, bize öğüt veresin diye göndermedik, sen bir görevlisin, ne söyleniyorsa uyacak, ne emrediliyorsa yapacaksın. Sana neyi buyuruyorsam, sorgulamaksızın uygula, eğer buna uymayacaksan derhal görevini bırak ve kenara çekil. Şimr, mektubu alıp, Tasua gününün ikindi vakti Kerbela ya ulaştı. Hüseyin için en sıkıntılı gündü bu gün, kuşatma altındaydı. Şimr, Sa d ın oğlu Ömer e mektubu verdi.
Ben, Peygamber in torunuyla savaşmayacağım, onun kanını dökmeyeceğim diyeceğini sanıyordu, böylece boynunu vuracak ve yerine geçecekti. Umduğu gibi olmadı. Otuz bin kişilik ordu, Hüseyin in çadırını çevreledi, taşkın bir sel gibi akmaya, kaynamaya başladı. Atların ve insanların çığlıkları karıştı, çölde yankılandı. Zeynep, çadırda, hasta olan Zeynelabidin in başındaydı. Hemen dışarı fırladı. Düşman birlikleri çemberi daraltıyordu. Hüseyin in çadırına koştu, kalk kardeşim kalk dedi, olanları görmüyor musun? Bak neler oluyor? Hüseyin, sakin ol dedi, şimdi dedemle konuşuyorum. Bana, Hüseyin im diyor, yakında bana geleceksin, cennette birlikte olacağız, ayrılık sona eriyor. Zeynep çadırın perdesini araladı, gözü dönmüş düşmanın çığlıklarını dinledi, gökyüzüne baktı. Yıldızlar kayıyor, yanıp sönüyor, kızıl bir gökkuşağı beliriyordu. Hiçbir şey, Aşura gecesi kadar Zeynep e zor gelmemişti. Çadırına döndü. Silahların hazırlanması gerekiyordu. Ebuzer in azatlısı Cevn yan çadırda silah hazırlığı yapıyordu. Hüseyin, bu gece çadırlarınızı birbirine yaklaştırın demişti. Zeynelabidin in hasta yattığı, Zeynep in başında iyileşmesini beklediği o gece, yan çadırda Hüseyin, Cevn in yardımıyla kılıcını biliyor ve şöyle diyordu: Ey zaman! Ne kadar zalimsin! İnsandan dostlarını alırsın! Evet böylesin. Ama hiçbir şey senin elinde değildir. Biz, O nun buyruğuna baş eğmişiz. Zeynep hıçkırıklarını içine gömüyor, Zeynelabidin le birlikte soluğunu tutmuş Hüseyin i dinliyordu. Nihayet kendini tutamadı, yeğeniyle birlikte hıçkırıklarını bıraktı, n olurdu böyle bir günü görmeseydim! Allah ım, canımı alsaydın da böylesi bir acıya tanıklık etmeseydim! diye yakararak Hüseyin in çadırına gitti. Başını göğsüne yasladı.
Hüseyin, güzel kardeşim diyordu, sakin ve sabırlı ol, şeytan şefkat ve merhametini senden gidermesin. Dedem Allah ın habercisiydi, senden benden üstündü, babam, annem ve kardeşim benden öndeydi, değerliydi. Bak hepsi ahiret yurduna göçtü. Ben de onların yanına gidiyorum, gerçek yurduma kavuşuyorum. Zeynep, canım kardeşim dedi, doğru söylüyorsun, bizden öncekiler gitti. Dedem, babam, kardeşlerim dünyadan ayrıldı. Varlığıyla yüreğime huzur veren birkaç kişi vardı. Eğer seni de yitirirsem, bundan böyle, bu dünyanın ağırlığına nasıl dayanırım? Hüseyin, hemen Abbas ı çağırdı. Yanına birkaç kişi al, gidip bir yokla bakalım, bir haber var mı? Abbas gitti ve onlara, kardeşim ne zaman çarpışacağımızı öğrenmek istiyor dedi. Ömer, ona söyle dedi, ya teslim olacak veya ölecek Abbas döndü, sözünü iletti. Hüseyin, teslim olmayacağız dedi, kanımızın son damlasına kadar savaşacağız. Şimdi git, onlara da hatırlat, bu, Hüseyin in bir gece daha yaşamayı ganimet bilmesi demek değildir. Bu geceyi, Rabb ime niyaz ve yakarışta bulunmak için geçirmek istiyorum. Hüseyin, geceyi kulluk ve niyazla geçirdi. Gün ışırken dostlarına şöyle seslendi: Sizler benim göz aydınlığımsınız. Hepinizden memnunum ve size teşekkür borçluyum. Hiçbir kaygı ve korku yok içimde. Şunu iyi bilin, onların derdi benim. Eğer bana uyduysanız, hepinize izin veriyorum, özgürsünüz. En küçük bir gönül kırıklığı duymam, kendisi de rahat olsun. Herkes, Senin yolunun kurbanıyız biz diye seslendi. Kerbela günün ilk ışıklarıyla yıkanırken çarpışma başladı.
Onlar yanarken, ben nasıl serinlerim?
Kasım on üç yaşındaydı. Hasan ın yadigarıydı. Boyuna uygun bir kılıç bulunamamıştı. Silahsız, sadece cesaretiyle sürmüştü atını. Başına aldığı bir kılıç darbesiyle attan düştü. Yuvarlandıktan sonra, kanlar ve acılar içinde, amca yardım et, amca beni bul, bana yetiş diye inledi. Ömer in askerlerinden gözü dönmüş onlarca kişi, boynunu vurmak için çevresinde toplanmıştı ki, Hüseyin in avına doğru hareketlenen bir aslan gibi atını üzerlerine sürdüğünü gördüler. Tilkiler gibi kaçışmaya başladılar. Kasım ın başını gövdesinden ayırmak için ilk yeltenen kişi, kendi atının ayakları altında parçalandı. Çevreyi öylesine bir toz duman kaplamıştı ki göz gözü görmüyordu. Kargaşa dindikten sonra, Hüseyin, başını dizine aldı Kasım ın. Ağlıyordu. Kasım, başını Hüseyin in göğsüne iyice gömüyor, acıyla kıvranıyor, ayaklarını yere vuruyordu. Daha fazla dayanamadı ve çırpınarak ruhunu teslim etti. Hüseyin, cansız bedenini kucaklayarak çadırlara doğru yürüdü. Hüseyin, kana bulanmış bedenine baktı, onlarca hançer yarası, kılıç gölgesi gördü. Sonra bir serinlik yayıldı başına. Baktı, bir bulut gördü. Böylesi bir anda, güneşin yakıcı sıcağını örten de kim? Seni diye seslendi bulut, doğumunda babana müjdeleyen, kundağını annenle birlikte saran benim, ben bulut değil Cebrail im, söyle ne yapayım senin için, canımı iste vereyim. Niçin geldin diye seslendi Hüseyin, gölge etmene razı değilim, kanatlarını çek, gökten beni seyreden dedeme engel oluyorsun. Bırak beni, git onların üzerine aç kanatlarını. Durma, Necef e ulaştır haberimi, oğlun ölüyor ey Ali yetiş de, son bir kez basmak için onu bağrına koş, acele et... Gelsin, alsın başımı göğsüne, sarsın sarmalasın beni, Kufeliler de görsün, benim Ali gibi bir babam var.
Gözü doymayan düşman, ah ki ne ah!
Cebrail kanatlarını yaydı çöl ateşinde yatan bütün şehitlerin üzerine. Bir yağmur gibi, herkesin üzerine eşit yağdı. Hüseyin seslendi, durma git annemi getir bana, beni bu ateş değil, annemin özlemi dağlıyor. Cebrail eğildi, kanatlarını Hüseyin in kanına sürdü. Hüseyin in kalbinden bir çığlık yükseldi. Cebrail göklere doğru havalandı, gözden yitti. Düşmanın gözü doymuyordu. Malik çıkageldi bu kez. Kanla yıkanmış başına kılıcını bir kez daha indirdi. Başı parçalandı, dağıldı. Yetmedi, Ebulhuluk atıldı, yayını gerdi, oku yaralı başına fırlattı. Hasin çıktı öne, dişlerini kırdı Hüseyin in. Ebu Eyyub ardındaki onlarca kana susamışla sökün etti. Yaralı bedenine kimisi ok attı kimisi mızrak sapladı, kimisi taşladı... Ebu Eyyub, hırsını alamayıp bir oku eliyle sapladı gırtlağına. Onlar vurdukça Hüseyin şükrediyordu. Kanla yıkanan ellerini kaldırıp sabrediyordu. Ansızın bir ses duyuldu, yerle göğün arasından bir ses geldi. Yer ve gökler titredi, Cebrail di bu, Hüseyin e usulca yaklaştı. Kanatlarıyla yaralarını sıvazladı, selamların en güzeliyle selamladı, müjdelerin en büyüğünü verdi. Çekilin, kenara çekilin, peygamberlerin sonuncusu geliyor, Hüseyin in ziyaretine dedesi geliyor. Hüseyin in mutluluğuna diyecek yoktu. Bedenindeki yaralar bir anda iyileşti, kan durdu, acılar dindi, susuzluğu bitti. Cebrail, müjdeliyordu, çekilin, kenara çekilin, Allah ın aslanı geliyor, ötelerin sultanı oğluyla özlem gidermeye geliyor. Ciğerleri zehirle parçalanmış olan Hasan geliyor, geceleri uykusunu feda eden annesi geliyor, gözlerini bağlamak, çekip yanına almak için kadınların en hayırlısı geliyor. Hüseyin gözlerini açınca Peygamber i gördü. Başını dizlerine almıştı, dedesini gördü. Acılarını unuttu, candan geçti, yüreğinde güller patlamaya başladı, kızıl bir gülşene dönüştü. Düşmana çevirdi bakışlarını, soluğu yetesiye bağırdı, Zeynep in kan ağlama vakti geldi, öldürün beni! Can üzre bırakmayın beni, acele edin, bu zalim dünyadan kurtarın, öldürün beni. Dünya sizin olsun, beni asıl yurduma gönderin! Gözü dönmüş bir başkası atıldı bu kez, hançeri kalbine sapladı. Ben Kerbela yım, beni bir ağıt tuttu. Hüseyin görünmüyor, nurdan halelere sarılmış. Hüseyin i Cebrail ler örtüyor, gözlerden gizlendi. Ben Hüseyin in yüreğiyim, sadece o görünüyor. Katiller korkuyla geri çekildiler. Başında Ali yi gördüler.
Ali onlara da göründü. Kanat çırpan melekler göründü, Cebrail göründü. Ben Hüseyin in kandan ve nurdan görünmeyen bedeniyim, yapayalnızım. Ondan başka ilah yoktur, çölden göklere yükseliyor sesim. Peygamber in sakalına kan bulaştı, Hüseyin in kanıyla yıkandı. Zalimleri kan tuttu, çöl kan denizine döndü. Hüseyin in ağıdıyla yeri göğü doldurdu Fatma. Sakine çadırlarda kan ağladı, Zeynep bulutlara karıştı. Kıyamet Aşura günü için yas tuttu. Peygamberler ağladı, dünyanın çarkı çevrildi. Necef şahı başına vurup ağladı, figanı dünyayı yuttu. Peygamber imamesini alıp başını açtı. Gök ve yer titremeye başladı, Cebrail kanatlarını çekti. Diller tutuldu, gözler süzüldü, eller kırıldı, kollar düştü. Hüseyin in yaralı sinesi cellat çizmesiyle ezildi. Nasıl kıydın ceylana kansız avcı? Sana bu söz yetmez, sana kıyamet gerekmez. Sana cennet gerekmez cehennem gerekmez. Nasıl kıydın Fatma nın masumuna, Ali nin canına, Muhammed in gözbebeğine? Sana dünya gerekmez, ahiret gerekmez. Sana söz yetişmez, ateş yetişmez. Su vermeden hangi kurban kesilmiştir ey mel un, dili dudağı kavruldu masumun, susuz kaldı, bir damla su verin. Boğazını hangi hançer keser ciğeri ateşle kavrulmuşun? Ben Kerbela yım ey Muhammed. Gözlerimden yaş değil kan akar, çöl ateşinde zulüm hançeri yedim, zalime yakalandım ey Muhammed. Dağlanan yüreğimin hakkı için, günahsız dökülen kanların hakkı için ey Muhammed, yalvar O na, güzel isimlerinin hatırı için yakar, kalkış günü yolundan gidenleri bağışlasın. Son sözü, tanıklık oldu Hüseyin in. Gökler kara giyindi, yer sarsıldı ey Hüseyin. Saba rüzgarı esti, Cebrail tacını alıp ağladı ey Hüseyin. Kandiller söndü, Kerbela kanla yıkandı, ey Hüseyin. Sakine zalimlerin pençesine düştü, dostlarının evi talan edildi ey Hüseyin. Kerbela garibini susuz öldürdüler, Allah ın gökleri yıkıldı ey Hüseyin!" |