YALNIZLIĞIN TAŞ KULELERİ: DENİZ FENERLERİ
Uzun yıllar yıldızların, güneşin ve ayın ışıklarından yararlandı denizciler yön bulmak için. Gidilen yollar uzayıp da yolculuk zorlaştıkça, karadan denizi aydınlatan ışık kaynakları gerekli hale geldi. Deniz fenerlerinden söz ediyoruz. Karaya yakın seyreden gemiler, onların yol gösteren ışıkları olmadan kendilerini güvende hissetmiyorlardı.
Gelişen teknolojiyle birlikte artık karanlıkta bir fenerin kılavuzluğuna daha az ihtiyaç duyuluyor. Radar, uydu, pusula, siren ve telsiz gibi aletler kullanılmaya başlandığından beri önemi giderek azalıyor fenerlerin.Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de, özgün mimarileriyle birer estetik figür haline gelen deniz fenerleri,kültürel ve tarihi miras olarak kabul ediliyorlar.
Tarihi kaynaklara göre bilinen ilk deniz feneri, Fenikeliler tarafından M.Ö.7. yüzyılda Sigeon da inşa edilmiş. Dünyanın yedi harikasından biri olan ve antik çağların en görkemli yapıları arasında gösterilen İskenderiye Feneri ise M.Ö. 280 yılında Knidos lu Sostrates tarafından Pharos Adası üzerinde yapılmış.
Uzunluğu sekiz bin kilometreyi aşan kıyılarımızda Sinop’tan Anamur’a,Çanakkale’den Hatay’a, İğneada’dan Hopa’ya kadar sayıları dörtyüzüg eçen irili ufaklı birçok deniz feneri bulunuyor. Türkiye’de ilk denizf enerinin yapımı İstanbul Boğazı girişinde meydana gelen önemli bird eniz kazasından sonraya rastlar. 1755 yılında Mısır’a ticaret eşyası götürmekte olan Hacı Kaptan idaresindeki bir kalyon geceleyin Kumkapı da karaya oturunca, padişah III.Osman, Kaptan-ı Derya SüleymanPaşa’ya talimat vererek Ahırkapı daki ilk deniz fenerini yaptırmış.
Dört bir yanı denizlerle çevrili bir coğrafyada bulunmamıza karşın,ülkemizdeki deniz fenerlerinin büyük bir çoğunluğu Fransızlar tarafından inşa edilmiş. Sonraki yıllarda sırasıyla ‘Fenerler İdare-iUmumiyesi Müdürlüğü’, 1938’de Denizbank, 1984’te Denizcilik İşletmesi tarafından aydınlatılan fenerlerimiz, 1997 yılından beri ‘Kıyı Emniyetive Gemi Kurtarma İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nce işletiliyor.
Yüzyıllardır odun ve kömür ateşi, mum, kandil, gaz yağı, petrol, asetilen ve elektrik kullanarak deniz trafiğini yönlendiren fenerlerin çoğu, artık güneş enerjisiyle aydınlatıyor denizleri. İnsana olan gereksinimin azalması, babadan oğula geçen bir meslek olan fenerciliği de yakın gelecekte ortadan kaldıracak. Eskiden fenerin bir parçası olan evlerinde yaşayan görevliler, şimdilerde yakın bir yerleşimde ikamet edip bakım için periyodik aralıklarla gidiyorlar fenerlere. İs, duman,ulaşım zorluğu gibi büyük zahmetlerin ardından yakılan fenerlerin ışığı artık kendi başına selamlıyor hiç tanımadığı gemicileri. Giderek yalnızlaşan fenerlerin bazılarıysa artan nüfusla birlikte yeni komşular(!) ediniyor. Yolunuz İstanbul-Yeşilköy’e düşerse estetik formuyla içinizi ısıtacak deniz fenerine bir göz atın. Artık arkasında devasa bir otel yükselmekte. Karşısındaki Bey Dağlarına göz kırpan Antalya Bababurnu Feneri ise yüksek binalar arasında kaybolmuş sanki. Eskiden gündoğumlarına bir başına gülümseyen İğneada-Koru Feneri yazlık villalarla kuşatılmış şimdilerde.
Bakir ve dingin bir doğanın içinde ışıldayan beyaz kuleler, yavaş yavaş kalabalık ve çirkin yapılar arasında farkedilmeyecek birer ayrıntıya dönüşüyorlar neredeyse.
Oysa deniz feneri denilince akla yalnızlık ve hüzün gelir. Denizin ortasında dalgalarla boğuşan bir kaptan, en yakın köyden kilometrelerce uzakta doğanın içinde tek başına bir fenerci ve kapkaranlık gecelere göz kırpan yalnız bir fener ışığı... Belki de deniz fenerlerinin görsel anlamda bir simge haline gelmesinin asıl nedenidir ıssız doğadaki bir başınalığı. Yemyeşil bir yarımadaya yarenlik eden beş adayla birliktebüyülü bir masal dünyasını anımsatan Taşlık Burnu (Gelidonya), kuşkusuzen güzel fenerler arasında ilk sıradaki yerini alıyor. Gelibolu Yarımadasının en ucundaki rüzgarlı bir bayırda yükselen Seddülbahir,Akdeniz ve Ege’yi kucaklayan iki nefis koyun ardındaki bir yarımadanın tepesinde Knidos antik kentini gözleyen Deveboynu, çam ormanlarınındenizle buluştuğu bir coğrafyada yükselen Hatay-Akıncı burnu, sayısız bakir koyu bağrında saklayan Fethiye Körfezinin en güzel adalarından Kızılada, İstanbul boğazının incisi Kızkulesi, tarihi bir kaleniniçinde yer alan Kuşadası-Güvercinada Fenerleri diğer etkileyici deniz fenerleri arasında sayılabilir.
Fenerler yerleşim yerlerinden uzakta kurulduklarından yalnızlığın bekçiliğini de yapıyorlar yüzyıllardır. Süngükaya, Fener, Peksimet, Delik, Tavşan,Kızıl, Türkeli, Altın, Kefken gibi adalar üstünde yer alan fenerler,konumlarından dolayı görece bakirliklerini koruyorlar. Karadan ulaşımı en zor olan iki deniz feneri de yalnızlıklarının tadını çıkarıyorlar hala: iki kilometrelik dik bir patikayla ulaşılan Taşlık burnu ve Anemurion ören yerinin hemen ardında beşyüz metrelik bir patikayla erişilebilen Anamur Burnu fenerleri. Fenerciler gerekli erzak ve malzemeyi sırtlarında taşıyarak götürüyorlar yıllardır.
Karada küçük bir evin içerisinden yükselen, denizde bir şamandıra veya dubaya bağlı, çoğunlukla da dalgakıranların ucunda yer alan denizin taş kuleleri, değişik özellikleriyle ön plana çıkıyorlar. Siyah-beyazçizgili sekizgen gövdesiyle ülkemizdeki fenerlerin en büyüğü Şilede.Yükseklik açısından birinci sırayı Rumeli feneri (30 m.), ikinciliği Ahırkapı (29 m.) feneri alıyor. Işığı deniz seviyesinden en yüksek fenerler Alanya (209 m.), Hatay-Akıncıburnu (109 m.) ve Sinop-Boztepe(107 m.) olarak sıralanmakta. Deniz seviyesinden en yüksekte bulunanf ener ise Taşlık Burnu (237 m.). Sinop-İnceburun Türkiye’nin en kuzey ucundaki, Anamur en güneydeki deniz feneri. Yukarıda öyküsünü anlattığımız İstanbul-Ahırkapı feneri ise en eski fener olma özelliğini taşıyor.
Deniz fenerlerinden söz ederken İstanbul için ayrı bir paragraf açmak gerekiyor. Karadeniz ve Marmara’ya açılan konumu nedeniyle boğaz kıyılarında ve adalarda toplam 37 fener yer alıyor. Yoğun deniz trafiğine sahne olan Boğaziçi’nde irili ufaklı 19 fener bulunuyor.Rumeli yakasındakiler yeşil, Anadolu yakasındakiler kırmızı ışık çakıyor. Boğazın Karadeniz girişini gözleyen Rumeli ve Anadolu feneri,gemilerin arasında bir gelin gibi süzülen Kızkulesi, iki saniye aralıklarla çakan Ahırkapı, 1856’da kurulan ve 23 m. yükseklikteki Yeşilköy, Fenerbahçe ve adalar üzerindeki fenerler… Bir deniz fenerleri cenneti adeta İstanbul.
Fenerlerin enlem ve boylamlarını bilen gemiciler buna göre kendi konumlarını saptar ve rotalarını belirlerler. Farklı çakış süreleri ve ışıklarınınrengi sayesinde de kaptanlar tarafından tanınan deniz fenerleri, en yakınlarındaki fenerlerle sürekli bir göz teması içindedir. TaşlıkBurnu (Gelidonya) fenerinden gece baktığınızda doğuda Bababurnu, batıda ise Meis fenerinin ışıklarını rahatlıkla görebilirsiniz.
Teknolojinin gelişimi, uydu haberleşme ve otomasyona geçiş, deniz fenerlerinin geleceğini tehdit etmekte. İşlevleri giderek azalan ‘Umut Işıkları’nın ekonomik yükünü hafifletmeyi düşünen Kıyı Emniyeti Müdürlüğü fenerlerit urizme açmayı planlıyor. ABD, İngiltere, İskoçya, Kanada, Hırvatistanve İskandinavya da da benzerleri görülen uygulamanın ilk örnekleri İstanbul’daki fenerleri kapsayacak. Restoran, otel, kafe veya müze olarak işletime açılması planlanan fenerler artık turistleri ağırlayarak Türkiye’nin tanıtımına katkıda bulunacak yakın bir gelecekte.
Her deniz fenerinin ayrı bir öyküsü var, tıpkı insanlar gibi. Denizle karanın bitiştiği sınırda duruyorlar öylece. Ne denize ne de karaya ait onlar, kendi başlarınalar ıssızlığın ortasında. Sadece denizdeki tekneler için değil evinin penceresinden uzakları seyredip düş kuranlar için de bir umut ışığı olsun diye... |