ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul


sohbet, okey, tavla, chat
10 Mayıs 2024, Cuma 14:49   

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

En İyiler  Son Eklenenler       
sohbet forum basliklari  CC-Forum> Mühim Mevzular > Felsefe, Din, İçsel meseleler
forum sohbet oyun basliklari
   RUH,İNSAN,CİN (AÇIKLAMA 1)
 <<1 2>>
Mesaj Ekle, sohbet ve oyun icin cagir
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  6.Ağu.2009 Per 21:46:33      RUH,İNSAN,CİN (AÇIKLAMA 1)sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

İNSAN BEDENİNDEN...

İnsan bedeninden yola çıkalım...

Biliyoruz ki insan bedeni trilyonlarca hücreden oluşmuş bir bileşik yapıdır.. Bu yapıda faaliyete hakim olan güç ise bio-elektrik sistemdir..

Kezâ beynin tüm faaliyeti dahi hep bu bio-elektrik enerji ile oluşur ve devam eder..

Geçmiş yıllarda ve asırlarda, beyin faaliyetini oluşturan bu bio-elektrik güç bilinmediği için, meselenin çözümünden uzak kalınmış ve benzetme yollu tanımlamalar ile konuya yaklaşılmaya çalışılmıştır..

Eski klasik anlayışa göre bir "cansız et-kemik beden"; ve bir de buna "can" veren, dışarıdan bir yerden gelip bu bedenin içine giren "RUH" anlayışından sözedilirdi ki; insan bedeninde ortaya çıkan "şuur-bilinç" bu ruhta mevcut sanılırdı...

Oysa işin gerçeği, aslı bu değildir!..

"CAN" yeryüzünde ve evrenin her noktasında mevcuttur!..

"CAN" denen şey aynı zamanda "şuur-bilinç" kelimesiyle işaret edilen mânânın ta kendisidir.

Dolayısıyla, yeryüzünde ve evrende "CANSIZ ve BİLİNÇSİZ" tek bir şey mevcut değildir!..

Ancak çok önemli olan şu hususu gözden kaçırmayalım;

Bizim beynimiz, 5 duyu ile bloke olmuş bir halde düşünürken, elbette kendisinden gayrı canlı ve şuurlu varlık kabul etmeyecektir!..

Zira beyin, içinde bulunduğu bloke durum nedeniyle, 5 duyu verileri ötesindeki verileri değerlendirmeye almıyacaktır... Ki bu durum da, tüm hayvanlarda olduğu gibi, sadece 5 duyu verilerine bloke olmuş bir çalışma sistemi içinde olmasından ileri gelmektedir..

Oysa, 5 duyuya bloke bir beyne göre, ne televizyon görüntülerini meydana getiren dalgalardan, ne radar dalgalarından, ve ne de bugün varlığını kolaylıkla tesbit ettiğimiz, ancak 5 duyu sınırları içinde kaldığımız takdirde inkâr etmek zorunda kalacağımız pek çok şeyden sözedemeyiz..

Bilelim ki...

5 Duyu bize, tümel varlıktan, belirli kesit örnekleri alabilmemiz için verilmiştir!.

Ancak bizler, büyük bir yanılgıya düşmüş; kesit örnekleri alıp bunlardan, tümü değerlendirebilmemiz için verilmiş olan 5 duyu yani kesitsel algılama araçları ile BLOKE olmuş ve neticede her şeyi sadece 5 duyu ile algıladıklarımızdan ibaret sanmışız...

Santimetrenin trilyonda birindeki dalgaboyundan oluşmuş varlıklardan, kilometrelerce uzunluktaki dalgaboyuna kadar çeşitli anlamlar ihtiva eden evrendeki sayısız varlık skalasından bizim bugün bilebildiklerimiz, okyanusa oranla bir damla bile değildir..

Hâl böyle iken, bizim, hâlâ, tüm canlılar ancak 5 duyu kapasitemizin içindekilerden ibarettir, ötesi olamaz; gibi çağdışı düşüncelere saplanıp kalmamız, çok büyük geri kalmışlık örneği oluşturmaktadır..

DÜŞÜNSEL BOZUKLUK olan "EVRENDE!" hükmünü bir yana bırakıp, içinde yaşadığımız sisteme göre konuşmak gerekirse...

Atomüstü boyutun "CANLI"ları olan tüm moleküler birimler ile, atomaltı boyutun "CANLI"ları olan tüm dalga birimler esasen "CANLILAR EVRENİNİN" sadece belirli skalalarını oluşturmaktadırlar.

Atomaltı boyuta ait dalga bedenli canlıların tümü dini terminolojide "MELEK" ismiyle tanımlanmıştır...

Esasen tüm canlılar dini kaynaklarda iki ayrı yapıda özetlenmiştir:

"MELEKLER" ve "İNS ve CİN"...

Atom boyutundan salt enerji boyutuna kadar, tüm dalga ve kuantsal yapı "MELEK" kelimesiyle; dalga üstü yapılar da "İNS ve CİN" diye târif edilmiştir...

"CİN" kelimesiyle işaret edilen "UZAYDAKİ VARLIKLAR" daha sonra da detayları ile anlatacağımız şekilde, dalga bedenle varolan, bir tür "HOLOGRAMİK" varlıklardır.

Aynı şekilde, "İNSAN RUHU" dahi, insan beyninin üretmiş olduğu dalgalardan oluşan bir tür "HOLOGRAMİK DALGA BEDEN"dir!..

İnsan bedeninde nasıl bir karaciğer, canlı ve bilinçli olarak yapısının özelliklerini ve gereğini ortaya koyuyorsa; ve öte yandan bedeninin diğer organlarıyla da birleşerek, beden dediğimiz üst yapıyı oluşturuyorsa; ve bu bedenden de bedenüstü bir varlık olan "İNSAN ŞUURU-BİLİNCİ" meydana geliyorsa...

Aynı biçimde atomaltı ve atomüstü boyutun kendine özgü canlı-şuurlu varlıklarından oluşan sistemik, galaktik, ve galaksiler bileşiği "CANLI BİLİNÇ SAHİBİ" özgün varlıklar da sözkonusudur ki, bunların da dini terminolojideki adı "MELEK"lerdir!..

"İNSAN" YAPISI VE ÖZELLİKLERİ

"İnsan" ismiyle bilinen ve bir bedenle görünen yaratılmışı üç ayrı bölümde inceleyebiliriz:

İNSAN... Bir BİLİNÇ varlıktır!... Tasavvufta, "ruhu nurânî" diye isimlendirilir...

RUH beden... "Hologramik görüntülü dalga beden"...(1) Perisperi de denilir... Ruhu hayvânî denilen bu değildir!.. "Ruhu hayvânî" denilen biyolojik bedendeki canlılığı oluşturan bioelektrik enerjinin oluşturduğu dışarıya aura olarak yansıyan yapıdır...

BEDEN... "Ruh-u insânî" denilen "hologramik görüntülü dalga bedeni" üreten beyni taşıyan ve ona gerekli hizmeti veren maddi-biyolojik yapı...

Şimdi sırasıyla bunları açıklamaya çalışalım;

İNSAN

İNSAN" ismiyle isimlenen gerçek varlık, tamamıyle "BİLİNÇ"ten ibaret bir yapıdır..

Bu şuur, beynin ürettiği bir düşünsel yapıdır. Beynin yapısındaki genetik bilgiler; artı astrolojik etkilerin meydana getirdiği özellikler; artı, şartlanmalar, artı bunların sonunda doğan düşünce sistemi, "kişilik şuuru" dediğimiz şeydir.

Yukarıda saydığımız özellikler, beyin tarafından oluşturulur ve "RUH" dediğimiz "dalga bedene" yüklenir... Ve sonsuza dek bu dalga bedenle yaşamına devam eder.

Esasen "BİLİNÇ", hem dalga bedenden ayrı, ham de aynıdır!.. Eğer, dalga beden olmasayadı beyin bu özellikleri meydana getirmesine rağmen, bu "kişisel bilinç" ölüm denen beynin durmasıyla birlikte son bulacaktı ki; artık bu durumda ölümötesi yaşamdan söz edilemezdi... Ne var ki, beyin "RUH" adı verilen "hologramik dalga bedeni" üretmesi ve kendisindeki tüm verileri bu bedene yüklemesi, "İNSAN bilincini" ölümsüzleştirmiştir...

Kişilik "ruh"u dediğimiz "dalga beden" dahi "mutlak RUH" ile varlığını sürdürmektedir...

Eğer bir kişi, "bilinç" boyutunda kendini bulabilirse, hem kendisini "kozmik bilinç" boyutunda tanımış olur, hem de ışık hızının çok çok üzerindeki "düşünce hızına" ulaşır ki, bu boyutu yaşamanın hâlini dil ile ifade etmek âdeta imkânsızdır.

Bireysel bilinç ne kadar kendini "kozmik bilinç" olarak tanırsa tanısın, bu şekilde hissederse hissetsin, sonsuza dek "kişilik" kavramı ortadan kalkmaz!..

Bireysel bilinç, şartlanmalardan kendini arındırdıktan sonra bir şuur sıçramasıyla kendini "kozmik bilinç" olarak tanıyabilir...

"NEFS" kelimesiyle anlatılan ve "nefis" diye de bilinen hep bu "kişilik şuuru"dur...

"Bireysel bilinç"in orijinal hâli, "Nefsi Sâfiye"dir...

"Nefsi Sâfiye" işaret edilen "kozmik bilinç", şartlanmalardan, şartlanmaların oluşturduğu değer yargılarından ve değer yargılarından doğan duygulardan oluşan perdelerle ve varsayım kabulle "kendi özünden" uzak düşmüş ve nihayet "nefsi emmare" denilen en alt bilinç seviyesine düşmüştür...

"Nefs", "benlik" bilincidir!... Şartlanmalarından arındığı ölçüde "benliğini" çok daha öz boyutlarda bulup hisseder ve böylece de "ALLAH`a yaklaşmış" olur...

RUH

İnsan" ismiyle bilinen ölümsüz varlığın, ebedi yaşamını sürdürdüğü "dalga bedendir"... Görüntüsü hologramiktir!.. Beynin ürettiği, Yüklenmiş dalgalardan oluşmuştur...

Beyin tarafından üretilir ve ve beyin kendindeki tüm düşünsel verileri dalga olarak "RUH"a yükler.

Beynin, sinir sistemi aracılığıyla bedende oluşturduğu bio-elektrik enerji kesildiği anda, bedenin mıknatısıyeti de kesildiği için fizik bedenden bağımsız olarak yaşamına devam eder; ki bu durum "ÖLÜM" denilen şeydir.

Enerjisini beyinden alan dalga beden (ruh), aynı zamanda beyinle karşılıklı alışveriş içindedir; ve beyni enerji yönünden takviye etmektedir... Aynı, bir otomobil motorunun aküden hem enerji temin etmesi, hem de aküyü şarj etmesi gibi...

Herhangi bir sebeple "ruh", fizik bedenden ayrılır ve uzunca bir süre geri dönmez ise, beyin bu enerjiden mahrum kaldığı için durur ve "ölüm" dediğimiz olay meydana gelir...

"Hafıza-bellek" esas olarak bu "dalga" bedendeki bilgi yüküdür... Beyin, ihtiyaç duyduğu bilgileri buradan alır...

Eğer, beyinde herhangi bir fonksiyon yetersizliği olursa, dalga bedendeki bilgileri geri alamadığı için "unutma" veya "hatırlayamama" dediğimiz olay meydana gelir...

Ruhların birbirini çekişi veya itişi denilen olay ise, ruhları üreten beyinlerin, astrolojik etkiler sonucu, eskilerin ateş-toprak-hava-su diye ayırdıkları dört farklı frekansta üretim yapmalarıdır...

"Ruh bedenin" dışarıdan görünüşü aynen bir hologram gibidir...

Ruh, bedenden ilişkisinin kesildiği son anki görüntü üzeredir...

Otuz yaşında kolu kopmuş bir insan, elli yaşında ölse, ruhunun kolu hiç kopmamışçasına mevcuttur... Çünkü, ruhta meydana gelen özellikler ve görüntüler bir daha hiç kaybolmaz!..

"RUH bedende", yani "dalga bedende" var olan bütün özellikler, beyin tarafından üretildiği için, beynimizi ne kadar geniş kapasiteli kullanabilirsek, ne kadar çok enerji üretebilirsek, o kadar güçlü bir "RUHA" sahip oluruz... "Dünya âhiretin tarlasıdır, burada ne ekersen, orada onu biçersin" demelerinin sebebi, işte budur.

"İbadet" denilen çalışma şekillerinin sebebi hep beynin gelişip güçlenmesi ve dolayısıyla bu özelliklerin ruha yüklenmesidir...

Beynin üretip "ruha" yüklediği, "ruhun" kendini dünyanın ve güneşin çekim alanından kurtarmasını sağlayacak olan antimanyetik enerjiye eski dilde, din terminolojisinde "NUR" adı verilmiştir.

Kişinin "NUR"u ne kadar çoksa, cehennemden o kadar kolay kurtulabilecektir...Yani kişi ne kadar ruhuna enerji yükleyebilmişse, bu çekim alanlarından o kadar kolaylıkla kurtulabilecektir.

Eğer bu enerji yükleme işini ihmal etmiş ise, o takdirde de kendini güçlü çekim odaklarından kurtaramıyacak ve ebedi olarak o çekim alanında hapis kalacaktır.

Bu "ruh" adı verilen bireysel bilinci taşıyan yapı, bir diğer ifade şekliyle "yüklenmiş dalga beden"dir!... Yâni, görüntü ve ses yüklenmiş televizyon dalgalarında olduğu gibi...

Seyyal bir yapıya sahiptıir... Zaman ve mekân kaydının dışındadır... Aynı anda bir kaç yerde bulunabilme özelliğine sahip olabilir...

En büyük özelliği ise; karşı karşıya bırakıldığı her şeyin hakikatine yönelmesi, o şeyin aslını hakikatını araştırması... Bildiğimiz "bilinç" bu ruhta yer aldığı için, gene "bilince" ait tüm özellikler bu yapıdan algılanır..

Hücreleri birarada tutan, yani bedeni bir bütün hâlinde koruyan beynin yaydığı bioelektrik enerjidir ki buna tasavvufta "harareti griziye" denilmiştir..

 

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:19:47sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

BEDEN

Herkesin gördüğü, "insan" diye bildiği yapının adıdır..

Görevi, birkaçtır...

Öncelikle insan bilincinin ve varlığının oluşmasını sağlar...

İkinci olarak, beden, beynin faaliyet göstermesi için ihtiyaç duyduğu bioelektrik enerjiyi temin eder... Maddi gıdaları yani kimyasal enerjiyi, bioelektrik enerji haline dönüştürerek beynin emrine verir... Beyin de bu bioelektrik enerjiyi dalga enerji hâline dönüştürerek değerlendirir...

Üçüncü olarak bedeni bir bütün hâlinde tutan, hücreleri birbirine bağlayan manyetik enerji beyinden ileri gelmektedir...

Bedeni meydana getiren hücreler dalga bedene bürülü "İnsanın" bedenden ayrılmasından sonra da yapılarının gereği olan hayatlarına devam ederler; ancak birbirlerine bağlayıcı özellik kalktığı için, dağılıp çürürler... Ve her hücre, kendi yapısına en yakın olan bir başka bileşime dönüşerek katılır...

Izdıraplar, ağrılar, acılar, sancılar, bedenin herhangi bir organının fonksiyonlarının, dıştan veya içten gelen bir etkiyle, olağan şekilde devam edememesi halinde meydana çıkar... Bunların hissedilmesi de beyindeki ağrı, acı merkezleri aracılığıyla olur...

Eğer beyindeki bu merkezler işlemez hâle gelir, arızalanırsa; veya hipnoz, kendi kendine telkin yollarıyla bu bölümler devre dışı bırakılırsa insan hiç bir acı duymaz maddi yapısında yâni bedeninde...

"İnsan" dediğimiz hakiki yapının, bu ağrıları, sancıları bizzat duyuyor sanılmasının sebebi ise, beynin o anda bu ağrılar ve acılar dolayısıyla meşgul bulunması, ve bu sebeple de esas görevini yapamamasındandır... Çünkü beynin esas görevi "insan"ın istediklerini maddi yapıdan açığa çıkarmaktır...

Halbuki ağrı ve acılar sonunda bu vazifeyi yapamadığında, "insan", istediklerini madde dünyasına aktaramamanın azâbını duyar...İşte, insanın ağrılı ve acılı anlarda çektiği azâbın hakiki sebebi budur... Ancak biz, bunu bilemediğimiz için, bedene ait ağrı ve acıları bizzat "insan" duyuyor sanırız...

Gerçekte, bugün madde düzeyindeki insanların, Ruh`a atfettikleri; spritlerin, yani ruh çağıranların(!) da "geri ruhlar", "gelişmemiş ruhlar" diye nitelendirdikleri bütün olaylar, aracı vazifesi gören beyin katının herhangi bir sebeple düzenli çalışmaması sonunda, insanın özelliklerini madde dünyasına sunamaması hâlidir...

Yani "akıl" veya "akılla ilgili", yahut da "ruhla ilgili" olarak sanılan ve "insan" için söylenen bütün hastalıklar, gerçekte ya "beynin" gelişmemesindendir; ya da patolojik bir değişim sonucu düzenli çalışmamasındandır...

İnsanın, kendisinde var olan kâbiliyet ve istidadı madde dünyasına aktarabilmesi, beynin gelişmesiyle orantılı olmaktadır... Beynin gelişmesi ise, her ne kadar elinde görünüyorsa da, bu gelişme dış ya da içe ait çeşitli şartlarla bağlantılı olabilmektedir.

"Ahlâk" diye adlandırdığımız; ve bozukluğunda kişinin veya toplumun çıkarları aleyhine bir takım olaylar çıkmasına sebep olan davranışların temel sebebi dahi beyin olmaktadır...

Ahlâk bozuklukları hâlinde, madde dünyasında tesbit edilen hallerin sebebi, bu özelliklerin "insan"dan "bedene" geçmesini sağlayan beynin, ilgili bölümlerinde yeterli hücre gruplarının gerekli bağlantıya sahip olamayışı, düzenli bir şekilde çalışamayışıdır...

Ki bu durumda da "insan"ın perisperi (ruhu hayvani) adıyla ifade etmeye çalıştığımız bir takım ışınlardan meydana gelmiş yapısının, beynin bu hücre grupları arasındaki tıkanıklıkları açması, yahut da iletişim kurulmamış bağlar arasında gene elektrik akımıyla bu iletişimin sağlanmasıyla düzelmektedir.

İnsanın, ölümünden sonra, dini akîdelere göre, dünyada ortaya koymuş olduğu olumsuz ahlaki davranışlarından sorumlu olması da, o ahlâkın kendi yaradılışında olmayıp, beyninden ileri gelmesi sebebiyle, "insan"ın beyindeki o düzensizlikleri düzenlemeye çalışmamasındandır...

Nitekim bütün insanların yaradılıştan mükemmeliyete sahip olduklarının ispatını da dini yoldan gene Kur`ân-ı Kerim`den bir âyet ile ispatlayalım:

"GERÇEK Kİ İNSANI EN MÜKEMMEL BİR ŞEKİLDE YARATTIK." (95-4)

Evet, en gelişmiş bir şekilde halkedilen "insan" önce dalga bedeni; sonra da biyolojik bedeni ve dolayısıyla da beyin aracı katıyla kısıtlanarak, madde dünyasında, yapısındaki mükemmelliği ortaya koymak durumunda bırakılmıştır... Ki insan bunu başarabildiği oranda mükafata, yapmadığı oranda da sonucuna hak kazanacaktır... Nitekim insanın bu mükemmel şekilde halkoluşundan sonra, maddeyle kısıtlanışı da bir sonraki âyette belirtilmektedir:

"... SONRA DA ONU, (insanı) AŞAĞILARIN AŞAĞISINA iNDİRDİK (madde kaydına soktuk)..."(95-5)

Evet görüldüğü gibi, gerçekte her insan, en mükemmel bir yapıya sahip olmasına rağmen, kendisindeki bu mükemmelliği beyninde gerekli gelişimleri yapmaması sebebiyle, madde dünyasında ortaya koyamamakta; ve Yaratıcısı tarafından da bu yüzden sorumlu tutlmaktadır...

Evet "ahlâkî bozukluklar" diye bildiğimiz durumların kaynağı da beyindeki bir takım bilemediğimiz patolojik sebeplerdir demiştik...

Bakınız ünlü Tıp adamı Ordinaryüs Profesör Doktor Sadi IRMAK, beynin üst yapısı hakkında ne diyor:

"Beynin üst yapısı hakkında şimdilik şunu biliyoruz: Bu üst yapıda 15 milyar hücre vardır... Yâni üst beyin kabuğunda... Ve bu hücreler arasında iştirak bağları, küçücük lifler bulunur... Yâni, bu liflerle birbirine bağlanır hücreler... Ayrıca fizyolojik olarak da elektrik bağları vardır...

Şimdi bu son ilmi araştırmalar gösteriyor ki, insan bu bağlantı imkanlarının (90 senelik hayatında) ancak pek azını kullanmaktadır... Ve bu bağlantılar vasıtasıyla, hücre gruplarının çalışması tefekkürün, felsefik görüşün ortaya çıkmasına vesile olmaktadır...

Fakat şimdi bilmekteyiz ki, en mütekâmil bir insan, Einstein bile, mevcut potansiyellerinin, bağlantı liflerinin pek azını kullanarak ölmüştür...

Şimdi şöyle tahminler yapılmaktadır:

İleride gitgide, yeni kombinezonlar kurmaya alışacak veya hâdiseler onu zorlayacaktır. Böylece insan yeni vasıflar ortaya koyacaktır...

Hatta bu 15 milyar hücre arasındaki irtibatlar, günün birinde tam teşekkül ettiği zaman, insan ulûhiyete çok yaklaşmış olacak, Allah`ın gölgesi veya halifesi durumunda olabilecektir... Fakat şimdilik bu imkânların pek azını kullanabiliyoruz... Bizim, tabii, vasat insan dediğimiz insan, bunun beşini, onunu kullanabiliyor... Shakespare`de 6 bin kelime, bir köylüde ise 60 kelime görülür... Kullanılan kelime adedi, bu kombinezonların sayısı ile ilgilidir... Hangi adam hayatında fazla kelimeye sahip ise, bu kombinezonların fazla olduğuna işaret eder...

-Her bir kelime bir kombinezonun mu ifadesidir?..

-Evet... Her bir kelime bir kombinezonun ifadesidir... Her bir kelime, ayrı hücre grupları arasındaki bir kombinezonla meydana gelir...

-İnsanın tekâmülü, bu lifleri daha fazla kullanabilmesine bağlı demek?..

-Evet, bu lifler anatomik olarak herkes de mevcut; fakat kişinin bu lifleri kullanabilme yeteneği herkesin şahsına göre değişmektedir... Onları kullanmamızı gerektirecek hâdiselerle karşılaşmamış olmamız da bir sebep olabilir burada... Kullanılmaya kullanılmaya insiyaklar da dumûra uğrar.

-Demek, muhayyilesi geniş bir insan dediğimiz zaman, bu kombinezonları fazlasıyla kullanabilen bir kişi kastetmiş oluyoruz?..

-Evet... Bugün ilmin varmış olduğu neticelerden biri de budur!.. Çoğu da bunu erkenden alıştırmalı diyorlar...işte çocuk terbiyesinin, yüksek dimağı faaliyetleri öğretmenin faydası da bundan dolayı çoktur..."

İşte Sayın Ordinaryüs Profesör Doktor Sadi IRMAK`ın da beynin yapısı hakkındaki görüşü böyle...

Biz burada tıbbî bir eser yayınlama durumunda olmadığımız için beynin özelliklerine daha fazla girmeyeceğiz... Ancak beyin hakkındaki fikirlerimizin ispatı mâhiyetinde, zannediyoruz ki ülkemizin bu ünlü bilim adamının sözleri de okuyucularımızın bu sahada bir şeyler kazanmasına vesîle olmuştur...

Bizim burada "İnsan" diye adlandırdığımız ve "1." olarak açıkladığımız yapının adı, dinî kaynaklarda "NEFİS" ve "İNSAN" olarak da geçmektedir.

Dini kaynaklarda "Ruh-u Hakikat" diye tanımlanan, bizde de "Ruh" adını almakta; "Ruh-u Seyrânî" yahud "Nefis" adıyla işaret edilen bizde "İnsan" kelimesiyle yerini bulmakta; kezâ "Ruh-u Hayvânî" denilen kısım da bizde "dalga beden" diye açıklanmaya çalışılmaktadır...

Kelimeler böylece değerlendirilerek, anlaşılarak, aşağıda nakledeceğimiz pasajlar dikkatle okunduğu takdirde, dinî kayanakların ve İbn-i Abbas gibi, devrinin çok ünlü bilim adamının görüşüyle, görüşümüz arasında hiç bir fark olmamaktadır.

Aşağıda okuyacağınız pasajlar "Hak Dini Kur`ân Dili" adındaki 9 ciltlik merhum Elmalı`lı Hamdi Yazır`ın tefsirinden alınmıştır...

NEFS, bir şeyin zâtı ve kendisi demektir. Ruh ve kalb mânâsına da gelir. Örf-i Şer`ide şehvetin, gadâbın mebdei olan kuvve-i nefsânîyyeye ıtlak olunur. Burada evvelkidir. (cilt: 1/Sayfa: 223)

"HER NEFS ÖLÜMÜ TADACAKTIR"... NEFS, zât ve ruh mânâlarına geldiği cihetle, bundan bazı zevat, bakâ-yı ruh mânâsına anlamışlardır. Çünkü tatmak bir eser-i hayattır. Ve zevk anında, zevk alanın bâki olduğunu ifham eder, yoksa zevk tasavvur olunamaz.

O halde mânâ, "her nefis bedenin ölümünü tadacaktır" olur.

Bu da nefis, bedenin gayrı olduğunu ve bedenin ölümüyle onun ölmeyeceğine ifham eder. Binâenaleyh zarûreti mevt, hayatı cismâniyyeye mahsus olup, ervah-ı mücerredenin adem-i fenâsına kâildir.(Cilt: 2/Sayfa: 1244)

*ibn-i Abbas Hazretlerinden vârit olan bir rivayet veçhile, akl-u temyiz nefsi denilen nüfusı nâtıka ile tefsir etmişler ve teveffiyi (ölümü) de bedene olan tealluk ve tasarrufunu kesmek suretiyle kabz edip almak diye beyan etmişlerdir...

İbn-i Abbas hazretleri demişlerdir ki: Ademoğlunda bir nefis, bir ruh vardır; aralarındaki fark, güneş ile ışığı gibidir. Nefis kendisiyle akıl ve temyiz yapılan; Ruh da, teneffüs ve hareket yapılandır. Ölümde ikisi de müteveffa, (yani bedenle bağlantısı kesilmiş); uykuda ise yanlız nefis müteveffadır. (c:5, s:4127)

*Melekülmevt (azrail) bedenden ruh-i hayvânî denilen hayatı cismâniyye ruhunu kabzeder, akl-u temyiz ruhu denilen nüfus-u nâtıkayı, emr-i rab olan ruhi insâniyi ise "ve nefahtu fiyhi min ruhiy" mantığınca doğrudan doğruya ALLAH nefhettiği gibi; "Allahû yeteveffiyl enfüs" mantığınca, kabz-u teveffisi de doğrudan doğruya ALLAH`a aittir. (c:5, s:4129)

"MELEKLER"

Esasen yaşamda varolan her şey, "CAN"lılığını ve "BİLİNCİNİ" bahsetmekte olduğumuz "MELEK"lerden alır..

Bilgisayar kelimesiyle işaret ettiğimiz yapının varlığındaki atomlar ve ışık kuantları, nasıl bir boyutsal derinlik ve öze işaret ediyorsa; "insan" veya "hayvan" veya "cin" dendiğinde de, onların alt yapısını oluşturan öze, cevhere, alt yapıya "MELEK" denir..

Bu yüzdendir ki, insan ve cin ve hayvan denilen tüm varlıkların orijini tümüyle meleklerdir..

"CİN" denilen varlıkların "melek"lerle karıştırılmasının, "şeytanın" ise "melek" olarak sanılmasının sebebi de, yine bu özelliğin iyi farkedilememesidir..

ÖZÜ itibariyle "melek", bileşiminin oluşturduğu yapısı itibariyle "CİN" olan "İBLİS"in halk ve hattâ bir takım hocalar tarafından "başmelek" diye zannedilmesine yolaçan yanlış anlama buraya dayanmaktadır.

Kur`anı Kerim’in "Kehf" Suresinin 50. ayetinde bu gerçeğe şöyle işaret edilmektedir..."ANCAK İBLİS SECDE ETMEDİ CİNDEN OLDUĞU İÇİN !.."

Evet, "CİN" sınıfı genelde, "İNSAN" sınıfına secde etmemiştir!... Etmez de!.. Zira, yapısal olarak insandan pek çok üstün özelliklere sahiptir... Burada secdeden murad, üstünlüğünü kabul etme ve boyuneğmedir.. Yoksa önünde eğilip de başını toprağa koymak değildir..

Evet..."MELEKLER" canlı-cansız diye göresel bir biçimde ayırdedilen her şeyin aslını ve orijinini meydana getirdikleri gibi; ayrıca çeşitli ölçülerde ve boyutlarda canlı-bilinçli varlıklar olarak da mevcutturlar..

Meleklerin insanlar üzerinde nasıl tasarruf ettikleri çok merak edilen bir konudur..

Meselâ Azrail isimli canlıların "ölüm"üne vesile olan melek... Sorulur... Tek midir, çok mudur?... Bir anda sayısız canlıyı nasıl öldürür?...

Bunu basit bir misâl ile açıklamaya çalışayım.. Uranüs’e gitmekte olan gök aracı, NASA merkezinden gönderilen radyo dalgaları ile yönlendirilmekte veya çeşitli işlevlere hazırlanmaktadır..

Bunun gibi yörüngemizdeki sayısız uydular, hep NASA merkezi tarafından gönderilen radyo dalgaları ile yöneltilmektedir...

İşte, Azrail isimli melek de, yaydığı dalgalar ile, beyinlerdeki bir tür kontağı etkilemekte ve "ölüm" denilen beynin durmasını oluşturmaktadır... Nasıl, NASA`nın bir merkezden yaptığı yayın aynı anda binlerce uyduya ulaşıp hükmünü icra ediyorsa, Azrail`in yaptığı yayın da, aynı anda binlerce alıcı tarafından algılanarak gereği oluşmaktadır..

Azrail gibi diğer bütün melekler dahi yaymış oldukları dalga yayınlar ile beyinleri veya daha derinlemesine söyleyelim genetik dizinleri ve hattâ "ruh" dediğimiz "dalga bedenlerin beyinlerini" etkileyerek hükümlerini uygularlar...

Belirli bir şekli olmayıp, soyut yapılı salt bilinç melekler olduğu gibi; belirli sûretleri olan melekler dahi ehlinin bildirdiklerine göre mevcuttur...

İnsan bedeninin nasıl bir "RUH"u var ise, yıldızların ve takımyıldızların dahi birer ruhu vardır ki, gene bunlardan da dinde "melek" kelimesiyle bahsedilmiştir...

Ayrıca, her bir gezegen veya yıldızın -ki buna Güneş de dahil- kendine özgü canlıları vardır ki, bunlar da gene "melekler" sınıfı içinde yeralmışlardır..

Meselâ Güneş`in kendine has canlıları vardır... Güneş`in yapısına uygun bu canlıların adı dini terminolojide "ZEBÂNÎ"dir!... Bu isim onlara, oraya gidecek "insanlara göre" verilmiştir..

Ellerine düşen varlıkları "zebûn edici" yani aşağılayıcı, horlayıcı, onlara istedikleri her şeyi yapacak özellikleri dolayısıyla bu şekilde isimlendirilmişlerdir...

Esasen bu varlıklar, kendi başlarına kötü varlıklar değillerdir... Güneş içinde yaşamaları ve orada meydana gelmeleri sebebiyle son derece güçlü, bize göre lâtif, hareket kâbiliyeti son derece yüksek varlıklardır... Dışarıdan, güneş içine gidecek olan "ruhlar" ise, yer çekimi Güneşe göre son derece düşük olan Dünyada meydana geldikleri için orada büyük bir zayıflık ve güçsüzlük içinde olurlar...

Çeşitli hadislerde, cehenneme gidenlerin bedenlerinin çok büyük oluşundan sözedilmesi ve orada ancak sürünerek hareket edebileceklerinin ifade edilmesi, hep düşük yeryüzü çekim alanından çok çok yüksek Güneş yerçekim alanına gidilmesi dolayısıyladır..

Keza Güneş`e gidecek "CİNLER" dahi düşük seviyeli dünya yerçekimine göre yapılandıkları için, cehennem tâbir edilen bu ortamda ora halkından büyük eziyet görür halde olacaklardır...

Güneş gibi tüm yıldızların ve sistemlerin dahi kendine has orijinal canlı-bilinçli varlıkları vardır; ve olması da elbette ki gereklidir...

Ancak ne var ki biz, çok büyük bir yanılgıyla, her yerde kanlı-canlı, etli-kemikli, insansılar arıyoruz ki, bu da tümüyle yanlış hedefler peşinde ömür tüketmemize yolaçmaktadır

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:20:33sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

"CİN"LERİN YAPILARI VE ÖZELLİKLERİ

CİN" adıyla işaret edilen; gerçeği itibariyle insan gözü tarafından görülemiyen; bazen de sahip oldukları özellikler dolayısıyla, bazı insanlara maddemsi görüntüler verebilen bu varlık türünün yapısı iki katmandan oluşur:

1-CAN... Algılamada yetersiz kaldığımız "bilinç" türü...

2-PERİSPERİ denilen "hologramik dalga beden"

CİN

  Kur`ân-ı Kerim’de "CİN" kelimesiyle tanımlanan; halk arasında "peri", "dev", "hayâlet", "CİN", "CİNNÎ", "iyi saatte olsunlar" diye bilinen; görüntülerine göre çeşitli isimler takılan; spiritlerin, ölmüş kişilerin "RUH"u sanarak çağırma yoluyla iletişim kurdukları; son olarak da anlattıkları masalları yutacak fikir düzeyindeki kişilere kendilerini "UZAYLI VARLIKLAR" olarak tanıtan görünmeyen "bilinç varlıklar"dır!..

"NEFS"i itibariyle varlığını, hayâtiyetini, "ben" bilincini bundan önceki bölümde belirtmiş olduğumuz üzere mutlak "RUH"tan alır...

Bilinç mükemmeliyeti olarak, evrende "İNSAN"dan sonra gelmektedir...

Kendi varlığını bilebilmesi, perisperiye (dalga bedene) bürünmesinden itibaren olmaktadır ki, bu da CİNlerin bir nevi doğumu olmaktadır kendi yapılarına göre...

Mutlak mânâda ölümü, kıyâmet denen anda olmaktadır aynen insan gibi...

Basit mânâdaki yani bizim umumi olarak anladığımız şekildeki ölümleri ise, kendilerine tâyin edilmiş ömürleri sonunda perisperilerinden (dalga bedenden) soyutlanmaları tarzında olmaktadır... CİNler kendilerinden birisinin ölümlerini, onun aralarından kaybolmalarıyla anlarlar...

Yaşama süreleri yâni ömürleri hakikatta insanlarla aynı süre almasına rağmen, yapı şartları ve özellikleri dolayısıyla, bu süre bazen bize göre 700-1000 yaşını bile bulmaktadır... Yâni gerçekte, kendi öz zamanlarına göre 60-70 senelik ömürleri, bizim zaman birimimize kıyaslandığı takdirde, karşımıza 1000 seneye yakın bir ömür süresi çıkabilmektedir...

Yapıları sebebiyle çok gelişmiş imkânlara sahip olmalarına rağmen, düşünce seviyesi, bilinç olarak, insanlardan üstün olanına da rastlanmaktadır... Şurası kesin olarak bilinmektedir ki, üstün insan, üstün CİNden daha üstün olmaktadır...

Karakter olarak insandan daha zayıf bir yapıya sahiptirler... Olumsuz olarak adlandırılan davranışları çokça ortaya koymaya yatkındırlar... Ve genellikle bu çeşit işlerle uğraşırlar... Ancak buna rağmen içlerinde, iyileri, dine bağlı olanları ve hattâ ender de olsa evliyaları vardır...

En büyük özellikleri ve eğlenceleri, insanların zayıf taraflarından faydalanarak, müsait olan yapıları dolayısı ve sebebiyle, onları kendilerine bağlı kılmak, istediklerini yaptırmak, adeta kulları olarak kendilerine hizmet vermelerini sağlamak, taptırtmaktır...Şeytan diye bilinen, yahut da şeytana ait olarak bilinen işlerin tamamı gerçekte CİNlere aittir... Çünkü şeytâniyet, CİNlerin bir vasfıdır!. CİNlerin dışında ayrıca, şeytan diye bir varlık yoktur...

CİNlerin özelliklerinden bundan sonraki bölümlerde daha geniş bir şekilde devam edeceğimizden, şimdilik burada kesiyor ve büründükleri örtüye geçiyoruz:CİNler, hareketlilikleri ve madde kaydında olmamaları dolayısıyla, geçmişi tamamen bilebilmektedirler...

Geleceğe ait bilgileri, gene yapıları dolayısıyle bir ölçüde bilmeleri mümkün olmakta ise de, detaya inememektedirler... Pek çok kere de geleceğe ait verdikleri bilgileri yanlış çıkmaktadır.

2. PERİSPERİ (Ruhu hayvânî):

Yapısı henüz bugünkü ilmin tesbit edemediği dalgalardan oluşmuştur... Ancak bu sahada vazifeli olanların bir süre çalışması sonucu, perisperinin, yani dalga bedenin yapısını tesbit etmeleri hiç de güç olmayacaktır...

"İnsan" bölümünde açıkladığımız, "insandaki dalga bedenle" aynı özelliklere sahiptir...

Ayrıca, beden gibi, birşeye bürünmüş değildir; bedenin fonksiyonlarını da perisperi yüklenmektedir.

Diledikleri takdirde maddemsi bir görüntü verebilmektedirler...

Bizim zaman ve mekan kayıtlarımızla bağlı değillerdir...

İstedikleri anda dünyanın herhangi bir yerinde veya semanın herhangibir bölgesinde olabilecek seyyaliyete ve hıza sahiptirler...

CİN ÖMRÜ UZUNLUĞUNUN BİLİMSEL
AÇIKLAMASI VE ÇOK KISA ÖMÜRLÜLER

Daha önce de belirtmiş olduğum gibi, CİNlerin ömürleri, insanların ortalama ömür süreleri olan 70 senenin yaklaşık 10 ila 13 katı, yâni 700 ile 1000 sene arasında değişmektedir..

Ancak bazı CİNlerin ömürlerinin 1400 seneye yakın bir zamanı kapladığı da bu sahada ihtisas sahibi olan kişilerce belirtilmektedir.

Onların ömürlerinin bu kadar uzun olması, yaşam şartlarının bizden başka bir şekilde olmasına, hızlarının insanınkinden çok çok yüksek olmasına bağlı bulunmaktadır..

Bunu imkânımız ve müsbet ilmin gelişmeleri nisbetinde açıklamaya çalışalım..

Bugün fizikte "öz zamanın kısalması" denilen son derece şaşırtıcı bir durum tüm günümüz ileri bilim çevrelerince kabul edilmiş durumdadır..

Bu olayı basit bir şekilde anlatmak gerekirse; "hız yükseldikçe, zaman yavaşlar... Hız, belirli bir noktaya ulaştığında ise zaman durur" şeklinde özetleyebiliriz...

Bunun açıklamasını ünlü fizikçi Paul Langevin şöyle yapmıştır:

"Bir taşıtın içindeki insanla birlikte, yeryüzünden ışık hızının 20.000`de biri kadar bir hızla ayrıldığını düşünün... Bu taşıt ve içindeki insan, taşıt içindeki kendi zamanı ile tam bir yıl süreyle dünyadan uzaklaşıyor... Bir senenin sonunda ise çark ediyor ve dünyaya geri gelmeye başlıyor...

Ve sonuçta dünyaya geri döndüğü zaman kendi öz zamanına göre iki sene geçmiş iken, dünyanın tam ikyüz yıl ihtiyarlamış olduğunu, dünya üzerinde üç neslin değişmiş bulunduğunu görüyor.."

İşte bu durum onun çok yüksek hızda yaşamış olmasından ileri gelmektedir...

Evet, CİNler ise yapıları, madde kaydıyla kayıtlı olmamaları dolayısıyla sürekli olarak yüksek hız içinde yaşamaktadırlar..

İşte bu hızları dolayısıyla da, onlar, bizim 70 yıllık ömrümüz kadar bir zamanı kendi öz zamanları içinde yaşadıkları zaman; bu süre bizim hızımıza bağlı zaman boyutu itibariyle 700 sene civarına ulaşmaktadır...

Buna göre, boyutumuzun zaman ölçüsü ve hızına göre insanın ortalama 70 yıl yaşadığını ve CİNin ömrünün de bize göre 700 sene civarında olduğunu kabul edersek, çok basit bir hesapla hızlarının içinde yaşadıkları boyutta bize göre en az on misli daha fazla olduğunu farkederiz..

Bilmem bu şekilde CİNlerin insanlara göre neden çok daha uzun ömürlü olduklarının sebebini izah edebildim mi?..

Bize göre ömürleri bin sene olan fakat kendi özzamanları itibariyle de gene yetmiş sene yaşamakta olan CİN adıyla tanımlanan varlıklar mevcut olduğu gibi...

Maddenin atom çekirdekleri içinde gerçek enerji alış-veriş etkenleri olan (ve dışta da kendi kendine parçalanarak "u" mezonlarını meydana getiren) "pi" mezonları da İKİ MİLYARDA BİR SANİYELİK ömre sahiptirler!!!..

Kozmik ışınımlarda ortaya çıkan "u" mezonları ise yer atmosferinde çoğu defa birkaç kilometre ve bazen de on kilometreden fazla yol alırlar ve dönüşürler... ya da bizim tabirle ölürler...

İşte bu yukarıda çok basite indirgeyerek açıkladığımız bilimsel gelişmeler kamuoyuna açıklandıktan sonra Amerika`da sinema dünyası, bunu hemen perdeye aktarmış ve yukarıda anlattığımız "LANGEVİN GEZMENİ" diye bilim dünyasında bilinen bilimsel buluşa dayalı olarak bundan bir süre önce sinemalarda seyrettiğimiz "Maymunlar Cehennemi" ile "Maymunlar Cehennemine Dönüş" adlı filimleri çevirmişlerdir... Daha sonra da aynı esasa dayalı olarak pek çok senaryoya bağlı filmler çorap söküğü gibi birbirini takip etmiştir...

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:22:00sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

KUR`ÂN VE HADİSLERE GÖRE "CİN"

Buraya kadar ki bölümlerde olaya bilimsel açıdan bakmıştık ve "CİN"lerin yapısını aynı bakışla izah etmiştik...

Bu bölümde ise "CİN" hakkında Kur`ân-ı Kerim`in verdiği bilgilerden bazıları ile bu konuda Rasûlullah`tan bizlere ulaşan ve doğruluğunda şüphe olmayan bazı gerçekleri size nakletmeye çalışalım..

Önce Kur`ân-ı Kerim`den "CİN"lerle ilgili bazı âyetleri naklediyoruz... Âyetlerin sonunda verilen numaraların ilki sûre, ikincisi de o sûredeki âyet numarasıdır...

1-CANNI (CİNleri) DA DUMANSIZ ATEŞTEN (IŞINDAN-DALGADAN) YARATTIK... (55-15)(*)

(*)Hak Dini Kur`ân Dili, cilt: 6 / sayfa: 4669.

2-CANNI DA (insten evvel) MESÂMATA (yani gözeneklere-maddeye) NÜFÛZ EDİCİ VE ZEHİRLEYİCİ ATEŞTEN -RADYASYONDAN- YARATTIK... (15-27)(**)

(*)Hak Dini Kur`an Dili, cilt: 4 / sayfa: 3059

3-O GÜN Kİ, ("ALLAH") ONLARIN HEPSİNİ TOPLAYACAKTIR.(ve şöyle hitap edecektir):

"EY CİN CEMAATİ,iNSANLARIN EKSERİYETİNİ HÜKMÜNÜZ ALTINA ALMAK (kendinize tâbi kılmak) KAYDINA DÜŞTÜNÜZ HA!..."(6/128)

4-BEN CİNLERİ VE İNSANLARI SADECE KULLUK ETMELERİ İÇİN YARATTIM...(51/56)

5-(Kıyâmet gününde hitap edilir): EY CİNLER VE İNSANLAR MA`ŞERİ GÜCÜNÜZ YETERSE GEÇİN GİDİN AKTARI ARZI SEMÂDAN; GEÇEMEZSİNİZ, OLMAZSA FERMAN!..

SALINIR ÜZERİNİZDE ATEŞTEN BİR YALIN, BİR ZEHİR DUMAN, KURTULAMAZSINIZ DESENİZ DE "EL AMAN!."...

GÖK BİR YARILIP OLUVERDİMİ BİR GÜL, YAĞ GİBİ ERİYEN KIZARAN YANAN...

O GÜN SORULMAZ CÜRMÜNDEN NE BİR İNSAN, NE DE CAN (yani CİNler)... (55/33-35-37)

6. ANDOLSUN Kİ BEN, CEHENNEMİ BÜTÜNiNSAN VE CİNLERDEN (müstehak olanlarla) DOLDURACAĞIM... (11/19)

7. ...CİNLERDEN, İNSANLARDAN, KENDİLERİNDEN EVVEL GEÇMİŞ ÜMMETLER İÇİN DE, BUNLARA KARŞI DA O SÖZ HAK OLMUŞTU... (41/25)

8. BİR DE O`NUNLA (yani "ALLAH"`la) CİNLER ARASINDA HISIMLIK UYDURDULAR... ANDOLSUN Kİ, BİZZAT CİNLER DAHİ, ONLARIN (yâni kendilerinin) BEHEMEHAL TUTUKLU OLARAK GETİRİLECEKLERİNİ BİLMİŞLERDİR... (37/158)

9. ...(Rabbine, Melikine, İlâhına sığınırım nâs’ın) CİNLERDEN VE İNSANLARDAN...(114/6)

10. (Hesap günüde) EY CİN VE İNS CEMAATİ (denecek), İÇİNİZDEN SİZE ÂYETLERİMİ NAKLEDER, BU GÜNÜN GELİP ÇATACAĞINI UYARIP HABER VERİR RASÛLLER GELMEDİ Mİ SİZE?..

"EY RABBİMİZ" DİYECEKLER, "NEFİSLERİMİZE KARŞI (kendi aleyhimizde) ŞÂHİDLİK EDERİZ"...

DÜNYA HAYATI ONLARI ALDATTI DA (bu duruma düştüler). GERÇEK KAFİR (hakikatı örtücü) KİŞİLER OLDUKLARINA KENDİLERİ DE, KENDİ ALEYHLERİNE ŞAHİDLİK ETTİLER...(6/130)

11.YÂD ET O ZAMANI Kİ, CİNLERDEN BİR TAİFEYİ KUR`ÂN DİNLEMELERİiÇİN SANA ÇEVİRMİŞTİK...

İŞTE BUNLAR, O`NUN HUZURUNA GELİNCE, (birbirlerine) SUSUN, demişler; (okunması) BİTİRİLİNCE DE, UYARMAYA MEMUR OLARAK KAVİMLERİNE DÖNMÜŞLERDİ...

EY KAVMİMİZ, DEDİLER, GERÇEK Kİ BİZ, MUSA`DAN SONRA İNDİRİLMİŞ OLAN, KENDİNDEN ÖNCEKİLERİ TASDİK EDEN, HAKKA VE HAKİKAT YOLUNA İLETEN BİR KİTAP DİNLEDİK...

EY KAVMİMİZ, "ALLAH"IN DAVETÇİSİNE İCÂBET EDİN!.. O`NA İMAN EDİN Kİ, GÜNAHLARINIZDAN BİR KISMINI BAĞIŞLASIN VE SİZİ ÇOK ELEM VERİCİ BİR AZÂBDAN KURTARSIN... (46-29/30/31)

12- (Ya Muhammed) ANLAT Kİ: BANA ŞU HAKİKAT VAHYOLUNMUŞTUR...

CİNLERDEN BİR TOPLULUK (benim Kur`ân okuyuşumu) DİNLEMİŞ DE, (aralarında) KONUŞMUŞLAR:

"BİZ GERÇEKTEN HAYRANLIK VEREN KUR`ÂN DİNLEDİK... Kİ O HAKKA VE GERÇEĞE SEVKEDİYOR... BUNDAN DOLAYI BİZ DE ONA İMAN ETTİK!.. RABBİMİZE HİÇ BİR ŞEYİ ORTAK KOŞMAYACAĞIZ...

...GERÇEKLER ARASINDA ŞU DA VAR Kİ, İNSANLARDAN BAZI KİMSELER, CİNDEN BAZI KİŞİLERE SIĞINIRLAR; BU SÛRETLE DE ONLARIN (yani sığındıkları CİNlerin) AZGINLIKLARINI ARTTIRIRLAR...

BİZ CİDDİ BİR ŞEKİLDE SEMÂYA (göğün üst yapısına) ERİŞMEK iSTEDİK; FAKAT ONU SERT BEKÇİLERLE VE IŞIN TOPLARIYLA KAPALI BULDUK... VE DOĞRUSU BİZ ORADAN DİNLEMEK iÇİN BAZI MEVKİLERE YERLEŞİRDİK ... FAKAT ŞİMDİ, KİM DİNLEYECEK OLURSA, ONUN iÇİN BEKLEYEN BİR ŞİHAB (Meteor) BULUYOR...

VE DOĞRUSU, BİZ BİLEMEYİZ O ARZDAKİ İNSANLARA, BİR ŞER Mİ iRADE EDİLMİŞTİR, YOKSA RABLARI ONLAR HAKKINDA HAYIR MI DİLEMİŞTİR!...

VE GERÇEK, BİZLERDEN SÂLİH OLANLAR DA VAR, OLMAYANLAR DA VAR; DİLİM DİLİM YOLLAR OLMUŞUZ...

... VE DOĞRUSU, BİZLER, MÜSLİM OLANLARIMIZ DA VAR, HAKSIZLAR DA... MÜSLİM OLANLAR,iŞTE ONLAR RÜŞTÜ SEVABI ARAYANLARDIR... AMA HAKSIZLAR, ONLAR DA ATEŞE ODUN OLMUŞLARDIR. (72/1-15)

ÂYETLERİN AÇIKLAMASI

Şimdi de "CİN" denilen yaratıklarla ilgili olarak "Kur`ân-ı Kerim"den nakletmiş olduğumuz bazı âyet meâlleri üzerinde durmak istiyorum, verdiğimiz sıra numaralarına göre...

(1) numarayla vermiş olduğumuz âyet meâlinde "CİN" adıyla bilinen ve bazı görüşe göre de, çoğul olarak "CAN" diye kullanılan yaratığın yapısı anlatılmaya çalışılmaktadır...

İnsanın yapısı için, umumi mânâda, görünüşünden yani bedeninin yapısından dolayı, nasıl ki "topraktan halk olunmuştur" denilmekte ise; burada da CİNnin yapısı izah edilirken, gene aynı usulle, CİNnin yapısı işaret edilerek "dumansız ateşten" yani "ışınlardan - radyasyondan - dalgadan" yaradılmıştır diye târif edilmektedir.

(2)numarayla nakletmiş olduğum âyet meâlinde dahi bu yapının târifi gene aynı mânâya çıkacak, fakat bu mânâyı daha da açıklayacak bir şekilde izah edilmekte ve "gözeneklere (yâni maddeye) nüfuz edici ateşten" ve zehirleyici ateş - radyasyon" denilmektedir.

Nitekim bakınız bu konuda M.H.Yazır merhum da ne diyor:

"Hâsılı demek oluyor ki, insan yaratılmazdan evvel, güneşte ve arzın başlangıcında olduğu gibi, çalkalanıp duran (dalgalanan) muzdarip ve müteheyyiç bir halde bulunan hâlis bir ateş veya ELEKTRİK hâlinde olduğu gibi, her şeye karışabilen veyahut eşyayı birbirine karıştırmak ihtilat ettirmek hassasını hâiz bir ateşten (yani ışınlardan) biz insanların gözlerine bermutad görünmeyen gizli bir takım hayat kuvvetleri, hayati unsurlar yaradılmıştır ki bunlara "can" tesmiye olunur."(cilt: 6/ sayfa: 4670)

(3)numarayla naklettiğimiz âyet meâli ise, dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, günümüzde pek çok önemi olan bir konuyu açıklamaktadır... Çünkü, bu âyet ile "ALLAH"u Teâlâ, "CİN" adıyla tanınan varlıkların çok büyük bir özelliğini açıklamaktadır; ki bu özellik "CİNLERİN iNSANLARI KENDİLERİNE TÂBİ KILMA, iNSANLARI BAŞTAN ÇIKARTMA, KENDİ HÜKÜMLERİ ALTINDA YAŞATMA" olmaktadır.

Evet, daha evvelde bahsetmiş olduğumuz gibi, CİNlerin yapılarından dolayı sahip oldukları avantajı, kendi anlayışlarına göre değerlendirmeleri, bir oranda, insanları aldatabildikleri kabul edilmektedir...

Yani, CİNler arasında, insanları aldatmak, onları kendi hükümleri altına almak başarı olarak değerlendirilmekte, birbirlerine karşı kendi üstünlüklerini bu şekilde ispatlamaya çalışmaktadırlar...

"CİNLERİN iNSANLARI ALDATMA VE KENDİLERİNE TÂBİ KILMA METODLARI"nı daha ileride geniş bir şekilde yazacağımız için, burada sadece, bu âyetin işaret ettiği gerçeği açıklamakla yetiniyoruz...

(4) numarada vermiş olduğumuz âyet meâli ise CİNlerin de aynen insanlar gibi yaratıcılarına karşı kulluk görevi yerine getirmekle yükümlü olduklarını açıklamakta, yaratılma sebeplerinin de bu olduğunu kesin bir şekilde belirtmektedir...

(5) numaralı âyet meâli ise, CİNlerin de hesap gününde aynen insanlar gibi dünyada yaptıklarından sorumlu olacaklarını, yaratıcılarının emirlerine karşı gelmeleri hâlinde ceza göreceklerini; hesap gününün dehşetini, zorluğunu bir çok benzetme yollu beyanlarla açıklamaktadır...

(6) numaralı meâl ise CİNlerden de yaratıcısının emrine uymamış olanların aynen insanlar gibi, ikinci yaradılışta, "cehennem" denen ceza ortamında azâba uğrayacaklarını belirtmektedir.

(7) Buradaki âyet meâli, CİNlerin de aynen insanlar gibi çeşitli Nebi ve Rasûllere tâbi olmakta zorunlu tutulduklarını; buna rağmen emre uymayanların azâba uğrayacaklarının bildirildiğini; sonuçta onların kendilerine karşı verilmiş bulunan azâb veya mükâfat gerçeğine erişeceğini açıklamaktadır...

Demek oluyor ki, CİNler için daha evvel belki de insanlar arasından Nebi ve Rasûller gelmiş ve CİNlere çok daha eski devirlerde de Nebi ve Rasûllere uymaları önerilmiştir.

(8)ÿnsanlar arasında nasıl ki bir grup çıkıp daisa Aleyhisselâm`ın "ALLAH"`ın oğlu olduğunu iddia etmişse, CİNler arasında bir grubun da çıkıp, bazı CİNlerle "ALLAH" arasında hısımlık, akrabalık iddia etmiş oldukları da bu âyetle bildirilmektedir.

Yine âyetden anlaşıldığına göre, bir kısım CİNler bu şekilde bir iddiada bulunurken; diğer bir kısım da onların iddialarının boş olduğunu; birgün bu iddialarından dolayı hesaba çekileceklerini biliyorlardı... Demek oluyor ki, CİNlerden, gerçekten sapıtmış olanlar olduğu gibi gibi Hak’ka yönelmiş olanlar da bulunuyor...

(9)İnsanların şerlilerinden olduğu gibi, CİNlerin şerlilerin de "ALLAH"`a samimi bir inançla sığınmanın îcâbettiğine; ancak bu takdirde sığınan kişilerin onların zararlarından korunacağına işaret eden âyet de bu oluyor...

(10) Bu âyet meâli de CİNlerin ve insanların hesap günündeki durumlarından bahsetmektedir...

CİNlere de Nebi ve Rasûllerin gelmiş olduğunu; onların da Yaratıcılarına karşı vazifeleri olduğunun bildirildiğini; "ALLAH"`a ve "ALLAH" Rasûlerinin önerilerine uymakla sorumlu olduklarının açıklandığını; ancak buna rağmen büyük bir kısmının bu ihtarlara kulak asmamakta olduğunu vurgulayan bir âyet bu da!...

Nitekim, hakikatla karşılaştıkları günde yaptıklarının kendi hüsranlarına sebep olduğunu anlayacakları ve suçlarını da itiraf edecekleri de gene bu âyette bildirilmektedir...insanlar gibi, CİNlerin de büyük bir kısmının "kâfir" yani "gerçeği örtücü" oldukları bu âyetle daha o zamanlardan açıklanmış; ve dahi bu sûretle onların gerçeği görmeleri istenmiş olmaktadır...

(11) Burada da geniş bir şekilde, CİNlerin ilk defa Kur`ân-ı dinleyip iman etmeleri ve kavimlerine dönüp onları da imana davet ettikleri anlatılmaktadır...

(12) CİNlerin genel davranışlarına ait önemli bir miktar bilgi de nihayet bu âyetlerde açıklanmaktadır... Kur`ân-ı Kerim`de "CİN sûresi" diye adlandırılan bu sûrede CİNler hakkında gerçekten son derece enterasan bilgiler bulunmaktadır ki, bunların değerlendirilmesi halinde, insanoğlu, CİNlere dair önemli bir ölçüde bilgi sahibi olmaktadırlar...

CİNlerin aralarındaki bu konuşmayı nakleden bu âyetlerden ilk olarak anlaşılan, onlardan bir kısmının Kur`ân ‘ı işitir işitmez iman ettikleri olmaktadır.

İkinci olarak açıklanan husus, daha evvel de üzerinde önemle durmuş olduğumuz gibi, İNSANLARDAN BAZILARININ CİNLERE SIĞINMASI VE BÖYLECE CİNLERİN AZGINLIKLARININ ARTMASINA SEBEP OLMASIDIR... İnsanlardan bir kısmının CİNlere sığınması veya onlarla çeşitli şekillerde temas kurmaları hakkındaki bilgiyi ileride, "CİNLERİN İNSANLARI ALDATMA VE KENDİLERİNE TÂBİ KILMA METODLARI" başlıklı bölümde açıklamaya çalışacağız.

Üçüncü olarak açıklanan husus ise, CİNlerin evrendeki varoluş şekilleri ve hareketleri, haberleri algılama özellikleri ve kendilerini yakan yâni zedeleyen nesneler hakkında olmaktadır... Bu husus hakkında da gerekli noktaları ileride anlatmaya çalışacağız...

Dördüncü husus, bu âyet CİNlerin, insanlar hakkında hayır veya şer dilenmiş olduğunu kesin bir şekilde bilemeyeceklerini açıklamakta ve bu hususta onların verecekleri bütün bilgilerin hakikatten öte olduğunu belirtmektedir.

Ve nihayet beşinci olarak da, CİNlerin de insanlar gibi çeşitli görüş ayrılığı içinde olduğu, yaratanlarının emirlerine uyanlarla uymayanlar bulunduğu, bizzat kendi dillerinden açıklanmaktadır...

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:22:54sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

CİNLERLE İLGİLİ BAZI HADİSLER

Evet, Kur`ân-ı Kerim`de "CİN" adıyla tanıtılan yaratıklardan bahsedilen âyetleri böylece naklettikten sonra şimdi de Hz.Rasûlullah  Aleyhisselâm`dan naklolunan iki hadisi inceleyelim:

O sırada CİNler, semadan haberler alamaz olmuşlardı... Ve çıkmak istedikçe de üzerlerine Şihablar salınır olmuştu...

Bunun üzerine içlerinden ileri gelenler:

-Herhalde yeni bir şey oldu ki, sizinle semâ haberleri arasında perde meydana geldi!.. Arzı dolaşın bakalım, oluşan  olay nedir anlayalım... demişler...

Ve bu sebeple de CİNler yeryüzünü araştırmaya başlamışlar...

Nitekim Tihame tarafına gitmekte olan bir takım CİN, Sok`ukaz`a gitmekte olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem`in Nahle mevkiinde ashabıyla birlikte sabah namazı kılarken okuduğu Kur`ân-ı Kerim`i dinlemişler... Ve dinledikten sonra da:

-İşte bu semâ haberlerine perde olan olaydır!..

Demişler ve derhal kavimlerine dönerek anlatmışlar:

-Gerçekten bize  hayranlık veren Kur`ân’ ı işittik!..

İşte bundan sonra "Allahû  Teâlâ CİN sûresini inzal etti; CİNlerin dediklerini Rasûlullah bildirdi...

v   

İbni Mes`ud radıy"ALLAH"u anh`dan rivayet edilen ikinci hadis de şöyle:

Rasûlullah Aleyhisselâm:

-Ben CİN`e Kur`ân okumakla emrolundum... Beraberimde kim gelir? diye sordu...

Herkes sustu...ikinci defa sordu... Gene susuldu...

Üçüncü defa yine sordu, bu defa ben cevap verdim:

-Ben Abdullah!.. Mâhiyetinde giderim ya Rasûlullah...

Bunun üzerine kalktık, yürüdük...

Düb Şib`inin yanında Hacune mevkiine gelince, benim önüme bir hat çizdi;

-Bunu tecavüz etme!..

Dedi... Sonra da Hacun`e doğru geçti...

Derhal üzerine keklikler gibi uçuştular... Sanki "Zud" ricâline benziyorlardı... Kadınların def çaldıkları gibi deflerini çalıyorlardı...

Nihâyet etrafını sardılar ve gözümde kayboldu... Hemen yerimden kalktım... O zaman bana eliyle "otur" diye işaret etti... Sonra da Kur`ân okumaya başladı... Gittikçe sesi yükseliyordu... Hepsi yere yapıştılar... O derece ki, seslerini işitiyordum kendilerini göremiyordum...

Sonra Rasûlullah Aleyhisselâm yanıma geldiğinde;

-Gelmek istedin değil mi?..

Diye sordu... Ben de:

-Evet ya Rasûlullah dedim...

Cevab verdi:

-Sana gerekmezdi!.. Onlar CİN!.. Kur`an dinlemeye geldiler... Sonra da kavimlerini inzar etmek üzere döndüler...

HADİSLERDEN ÇIKAN HÜKÜMLER

Şimdi de Hz. Muhammed Aleyhisselâm ile CİNler arasında geçen olayları açıklayan hadisleri inceleyerek, bunlardan çıkan hükümleri görelim:

CİNler normal olarak semânın üst katlarına (ki; bu üst katlar deyimiyle vurgulananın ne olduğunu ileride açıklamaya çalışacağız) çıkarak geleceğe dönük haberleri öğrenebiliyorlardı...

Kur`ân`ın inzali daha doğrusu Hz Muhammed Aleyhisselâm’a Risâlet yani Rasûllük görevinin verilmesi ve icraatına başlaması onların semânın üst katlarından haberler almalarını önledi...

Bütün yeryüzünü aynı anda algılayamadıkları, algılamaları için de gene bir zamana ihtiyaçları bulunduğu buradan çıkarılabilmektedir...

CİNlerin semânın üst katlarından haber almaları, Şihab (meteor-kayan ve atmosfere girince yanan göktaşı) denen bir nesneyle önlenmektedir..

Yoğunlaşarak maddî bir yapıda görünebilmektedirler...

 İçlerinden bir kısmı kavmini uyarma görevi alabilmektedir...

İnsan kulağının işitebileceği bir takım sesler çıkartabilmektedirler

BAZI İSLÂM DÜŞÜNÜRLERİNİN GÖRÜŞLERİ

Şimdi de İslam düşünürlerinin en ileri gelenlerinden biri olan hicrî (kamerî) tarihle 260-324 yılları arasında yaşamış bulunan İmam Ebu Hasan El-EŞ`ARİ`nin "CİN" hakkındaki görüşünü nakledelim:

Büyük bir bünyede (bedende) tecelli eden hayat, basit bir tek cüzde de tecelli edebilir... Hakikat itibarıyle, hayat, madde ve cisimlerin bir tabiatı değil, bir emri Rabbanîdir... Onun için, bir cüzde, büyük büyük cisimler tecelli edebilir...

Göz ortada bir bünye olmadığı halde, başkalarının göremediği bir cisim görebilir... Hattâ görmek için göz bile şart değildir. "Allahû Teâlâ murad ederse, gözler kapalıyken bir insan parmak ucuyla bile görebilir...

CİN`ler de böyle, bünyesi (yani cesedi) olmayan, bir hayat kuvveti olmak üzere cisimlerin herhangi bir cüzünde görünür veya görünmeyebilir...

Ayrıca, CİNNİ`lerin de kendilerine göre bir cismânî bünyesi olabilir... Lâkin, bizim her bünyeyi görmemiz gerekli olmadığı  gibi, gördüklerimizin de her cüzünü görmediğimiz mâlûmdur... Şu halde, gözlerimizin önünde nice nice bünyeler bulunurken, biz onları göremeyebiliriz... Nitekim, mikropları, sıradan bakışla göremediğimiz gibi, hava hareketleri içinde duyularımızla tesbit edemeyeceğimiz ışık zerrecikleri de olabilir; ve bunların kimi bize uzak, kimi yakın, kimi yüksek, kimi alçak olabilir..

Biz bütün cisimleri ve bütün cismânî ve fiziki kuvvetleri keşfetmiş değilizdir.. Şu halde, gerek ruhani, gerek cismânî bakımdan, bizim hislerimizden (beş duyumuzdan) örtülü yaratıklar bulunduğunu inkâr etmek, düşünen insan için doğru davranış değildir.

İslam alimlerinden olan FEYRUZ ABADİ ise, "Besâir" isimli eserinde cin için özetle şöyle bilgi vermektedir:

"CİN hakkında iki görüş vardır:"  -elbette ki o gün için konuşuyor-

1-CİN, insanın beş duyusuyla tesbit edemediği, örtü altında olan ruhânî yaratıklara verilen isimdir ki, "ins" karşılığıdır.. Bu sûretle, bu mânâda kelimeye, melâike, şeytanlar ve CİNler girer... Binâenaleyh, melâike ile CİN arasında özel ve genel bağlantı vardır.

Her melâike CİNdir; CİN melâike değildir...

1.CİN, ruhânî (bedensiz) yaratıkların bir kısmına denilir... Zira, ruhânî yaratıklar üç kısımdır:

a-Ahyardır (hayırlılar) ki, melâikedir..

b-Eşrardır (şerliler) ki şeytandır...

c-Ahyarı da eşrarı da bulunan aradakilerdir ki, tam mânâsıyla bunlar da CİN taifesidir..."  (Hak Dini c:3, s:2031)

İleride de tekrar üstünde duracağımız için, konumuzla çok yakından ilgisi olan iki kelimenin; "ŞİHAB" ve "SEMÛM" kelimelerinin Arap lisanında ne anlama geldiğini Hamdi Yazır merhumun tefsirine dayanarak verelim:

"ŞİHAB", lugatta "ateş alevi" demektir.

"SAMM". semm maddesinde fail; "SEMÛM"da onun mübalağası feul sıgasıdır... "SEMM", "zehir" ile, bir de "SEMMÜLHIYAT" gibi "ince delik" mânâsına gelir. Nitekim, bedendeki terin çıktığı ve havanın nüfus ettiği gizli deliklere "mesemme", çoğulunda "mesamm" veya "mesemmat", cemül cemine de "mesammat" denilir.

"CAN"ın "NARI SEMUM"dan halkedilmiş olması, CİN ve ŞEYTANIN insanın gizli mesammatından hulûl edecek, zehirleyecek bir mâhiyette olduğuna işarettir.." (c:4,s:3059)

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:23:49sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

CİNLERİ İNKÂR EDEN MÜSLÜMANLARIN DURUMU

Şu ana kadar naklettiğimiz Kur`ân-ı Kerim âyetlerinden ve hadisi şeriflerden de anlaşılacağı üzere, İslâm Dini, müslümanların CİNLERE KESİN OLARAK iMAN ETMESİNİ şart koşmaktadır..

Zira görüldüğü üzere, CİNLER, Kur`ân ‘da en azından 12 ayrı yerde uzun uzun anlatılmakta, insanlara yaptıkları ve yapmak istedikleri detaylarıyla açıklanmaktadır..

Kur`ân-ı Kerim’in bu âyetlerini kabul etmemek ise KUR`ÂN’ı inkâr anlamını taşır..

 Yani, KUR`ÂN ‘I inkâr etmek, Kutsal kitap olduğunu ve "ALLAH" katından gelmiş olduğunu kabul etmemek demektir, "CİNLERİ inkâr ETMEK"!...

Ayrıca İslam Dini’nde belirli bir düzeydeki tüm bilginler tam bir ittifak hâlindedir ki, Kur`ân ‘ın bir âyetini dahi kabul etmeyen, tamamını kabul etmemiş demektir...

Düşünün ki, bir şahıs müslüman olduğunu söylemekte; hem "ALLAH"`a, hem Rasûlullah`a, hem de Kur`ân`a inandığını söylemektedir; ondan sonra da kalkıp CİNLERİinkâr ETMEKTE, ya da bu anlamda olarak, bu konudaki pek çok âyeti inkâr mâhiyetinde tevil ederek, "CİN denen varlıkların mikroplar" olduğunu iddia edebilmektedir...

Elbette ki, müslüman olduğunu söylediği halde, sonra da CİNleri inkâr edenlerin yahutta inkâr anlamına gelen açıklamalara sapanların bu durumlarının önemli bir sebebi mevcuttur.

İşte bu gibi kişilerin CİNleri inkâr etmelerinin gerçek sebebi genellikle gene CİNlere dayanmaktadır!.

Eğer, bu CİNleri inkâr eden, ya da inkâr anlamına gelecek şekilde açıklamalarda bulunan kişilerin yaşamları yakından incelenecek olursa, görülür ki bu kişiler farkında olmadan "CİNlerle bağlantı" hâlindedirler.. Yani, farkında olmadan CİNlerin yönetimi altına girmişlerdir..

Bazıları da bu durumun farkındadır, buna rağmen bilerek CİNleri inkâr ya da te’vil etmektedirler; kendilerinin CİNlerden faydalanarak bir takım şeyler yaptıkları ortaya çıkmasın diye...

Bazıları da, kendisi bile farkında olmadan CİNlerin kaydı altına girmiştir ki, CİNlerden aldığı ilhamlarla, CİNlerin varlığını inkâr etmekte, yahutta CİNleri " mikroplardır onlar" diye açıklama yollarına sapmaktadırlar...

Ancak şurası kesindir ki, CİNleri inkâr edenler yahutta inkâr anlamına gelen bir biçimde yorum yollarına sapanlar; ya İslâm Dini hakkında yeterli bilgiye sahip değillerdir; ya da kesinlikle farkında olmadan CİNlerin yönetimi altına girmiş bir haldedirler...

 

CİNLERİN ALDATMA VE YÖNETME SİSTEMLERİ

Daha önce de belirtmiş olduğumuz üzere, CİNler, yapılarının da kendilerine verdiği avantaj dolayısıyla, çeşitli şekillerde insanlarla bağlantı kurmakta ve çoğu zaman da bu bağlantı sonunda onları kendilerine tâbî bir hâle getirmektedirler!...

Ancak insanlar pek çok olayda tesbit ettiğimiz üzere, durumlarını gizlemekte; böylece mahcûbîyetten korunmak, zor duruma düşmemek ve alaylara muhatap olmamak gayesiyle, bu bağlantıdan hiç bir zaman söz etmemekte; hattâ çok zaman da bu durumlarını inkâr etmektedirler... Çünkü, bu ilişkiler ortaya çıktığı zaman, onlar hem çevrelerine karşı mahcup bir duruma düşecekler, hem de CİNlerle uğraş verme yolunu bilmeyen insanların vereceği yanlış öğütlerle kendi felâketlerine yol açacaklardır...

Nitekim daha önce de vermiş olduğumuz üzere, Kur`ân-ı Kerim`de, CİNlerin insanları kendi kayıtları altına almaları ve onları âdeta kendilerine tâbî birer robot şeklinde kullanmaları şu âyette çok açık bir biçimde anlatılmaktadır:

"O GÜN Kİ, ("ALLAH") ONLARIN HEPSİNİ TOPLAYACAKTIR (ve şöyle hitap edecektir):

-EY CİN CEMAATİ, İNSANLARIN EKSERİYETİNİ YÖNETİMİNİZE ALMAK KAYDINA DÜŞTÜNÜZ HA!.." (6/128)

CİN adı verilen, insanın, varlığını beş duyusuyla tesbit edemediği yaratıklar, insanları iki yoldan kendilerine bağlamaya çalışmaktadırlar...

A)   Kendilerini o kişiye resmen bildirerek...

B)   Kendilerini o kişiye hiç bildirmeden ve farkettirmeden...

Kendilerini temas kurdukları insana bildirmeleri hâlinde, o kişiyle bağlantıları iki yoldan olmaktadır:

a)  İslâmi amaçlar görüntüsü altında...

b) İslâm dini dışındaki yollar görüntüsü altında .

Kendilerini hiç farkettirmeden bir insanla bağlantı kurmaları hâlinde de gene bu iki yol geçerlidir... Yani, ya;

a-Kişinin İslâm’a olan yakınlığını istismar ederek...

Ya da;

b-Kişinin kendi dinine ve din anlayışına göre humanist (insancıl) fikirler öne sürerek o kişiyi kendi yollarına sürüklemektedirler...

CİNLERİN FARKETTİRMEDEN İNSANLARI YÖNETMELERİ

Daha önce de kısaca belirttiğimiz gibi; CİNlerin kendilerini açıklamadan insanlarla ilişki kurmaları ve onları  kendilerine bağlamaları iki şekilde olmaktadır:

a)   İslam Dini’ni istismar ederek...

b) Hümanist (insancıl) gayelere insanları yönlendirir bir yapıda görünerek...

Bunlardan birincisi ile ikincisi arasındaki en açık görünen fark ise, birincisinin REENKARNASYON YANİ TENÂSUHU (YANİ BİRKAÇ DEFA ÇEŞİTLİ YAPILARDA DÜNYAYA GELME) kabul etmemesi, ikincisinin ise kabul etmesidir...

Reenkarnasyon yani tenâsuh konusunu daha ileride detaylı bir şekilde göreceğimizden burada üzerinde durmayarak esas "aldatma metodları üzerinde" duruyorum...

Önce İslâmî gayeyi istismar ederek insanları aldatma  ve kendilerine bağlama şekillerini görelim:

Bu tip olaylarda CİN-insan ilişkileri gene iki şekilde görülmektedir:

1-Kendi varlıklarını hiç bildirmeden;

2-Varlıklarını başka bir yapı ve isim altında bildirerek.

Şimdi önce kendi varlıklarını hiç bildirmeden ve farkettirmeden insanları kendilerine bağlama, kendi; kayıtları altına alma metodları üzerinde duralım:

Bu şıkka giren kişilerin en büyük özellikleri kendilerinin bir CİNle bağlantıda olduklarını kesinlikle bilmemeleri, farketmemeleri; oluşan hallerin, kendi üstün özelliklerindan ileri geldiğini sanmaları; bu yüzden de herkese tepeden bakar bir şekilde yaşayıp, yerine göre de sun`i tevazu gösterilerine kalkmalarıdır...

Nitekim Muhyiddin-i A`rabi Hazretleri bir eserinde, bu tip kişilerin en büyük özelliklerinin hiç bir eserleri, ilimleri olmadığı halde kimseyi beğenmeme, kendilerinin en üstün olduğu fikrini etrafa yayma olduğunu yazmaktadır...

Ayrıca gene bu çeşit CİNle bağlantısı olan kişilerin ikinci  en büyük özellikleri de CİNleri kabul etmemeleridir!...

"CİN diye bir şey yoktur, CİNler mikroplardır" şeklinde veya buna benzer tanımlamalar ile CİNlerin varlığını inkâr anlamı taşıyan açıklamalara saparlar...

Onlar, kendileri bu şekilde inandıklarını sanırlarken, gerçekte tamamıyla CİNlerin verdikleri fikirlerle, CİNleri kabul etmemektedirler... Çünkü, CİNler bu gibi kişilere bu çeşit fikirlerle kendilerini inkâr ettirmeseler, bir gün o kişinin kendi durumundan şüphelenip, CİNlerin varlığını anlamaları mümkün olabilecektir ki, bu da asla CİNlerin işine gelmez!...

İşte bu sebepledir ki, CİNlerle bağlantılı olan kişiler, kesinlikle CİNlerin varlığını kabul etmezler veya bu yönde açıklamalara girerler.

Peki, CİNler bu kişileri ne şekilde ele geçirirler?..

CİNlerden, insanları kendi hükmüne alanlar bazan sıradan, normal bir CİN olabileceği gibi; bazan da onların ileri gelenlerinden, onların yönetici durumunda olanlarından olabilir...

Bir CİN, genellikle, daha gençlik yaşından itibaren, beyin kapasitesi iletişime  istidatlı gördüğü bir insanı seçer ve kendine bağlı olanların arasına sokar!... Bu yaş genellikle 13 ile 22 yaşları arasında  olmaktadır... Ancak bazan daha aşağı yaşlarda da bu seçim yapılmaktadır...

Bu seçim yapıldıktan ve kendisine bağlayacağı kişi belli olduktan sonra sıra gelir onu tamamıyla kendisine bağlamaya...

Bunun için de, o CİN, bir veya birkaç din büyüğünün şekline girerek önce rüyasında ona görünmeye ve onun çok büyük bir insan olacağı yolunda fikirler vermeye başlar...

Bu hüviyetine bürünülen kişiistanbul`da Eyüp semtinde türbesi bulunan Hz Rasûlullah’ın ashabından "Eyyüp Sultan ismiyle bilinen Hazret-i Halid" veya "Mevlâna Celâleddin-i Rumi" veya "Muhyiddin-i A`rabi" gibi şahsiyetler veya falanca, filanca "... baba" olabilir...

Artık, yavaş yavaş gösterilen görüntüler sonucunda, o genç kimse, kız veya erkek gerçekten büyük bir insan olacağına inanmaya başlar...

Bazan canı bir şey ister. derhal o CİN tarafından isteği yerine getirilir...

O bu durumu, büyük bir insan olması sebebiyle, isteği "ALLAH" tarafından yerine getirildi diye düşünür; halbuki CİNi tarafından yerine getirlimiştir...

Bir imtihana girecektir, o imtihanda kendisine yardım edilir...

Birisiyle konuşurken, karşısındaki şahıs üzerine CİN tarafından yapılan baskıyla, üstün duruma geçer, âdeta, karşısındakiler kendisine karşı konuşamaz duruma düşerler...

Ve bu şekilde günden güne gelişmeye başlar...

Geçen zaman zarfında, yavaş yavaş içine bir çok şeyler gelmeye başlar... Yakın gelecekte olacak bazı ufak tefek olaylar kendisine bildirilir.. Eğer CİNlerle ilişkide olduğunun farkında değilse, önceleri, bunları altıncı his diye değerlendirir... Aynı anda başka bir yerde olan olaydan anında haberi olabilir...

Birisinin bir işinin halli için talepte bulunur, derhal o işin olması CİNi tarafından sağlanır; ve o da büyük bir insan olduğu için bu isteği "ALLAH" tarafından yerine getirildi sanır...

Sonunda, herhangi bir sahada büyük âlim olduğunu iddia etmeye başlar; artık kimseye ihtiyaç duymaz hâle geldiğini sanır!... Ve kendisini herkesten büyük görür!...İçine doğanlarla hareket etmeye koyulmuştur böylece bu kişi...

Kendisine hocalık, din adamlığı mesleğini seçmişse, gelmiş geçmiş en büyük din adamı olduğunu iddia eder...

Yok eğer bir serbest meslek çalışanı ise kendisini zamanının en büyük velisi, "Kutbul Aktâbı" olduğunu etrafa yaymaya başlar...

Veya son derece basit ilaçlarla olmayacak hastalıkları tedavi eder; bir anda konulmadık teşhisleri koyabilir ve bazı felçlileri yürütmeye, hareket ettirmeye başlar!..

Veya diğer mesleklerde ise, ona göre bir takım olağanüstü haller meydana getirebilir!.. Bütün bunlar onun şânını daha çok arttırır ve etrafında binlerce insanı toplayabilir...

Bu konuları bilenler onun durumunu derhal tesbit edebilirken, böyle durumlara inanmayanlar onu şarlatanlıkla, sihirbazlıkla, büyücülükle suçlamaya; buna karşılık ona inananlar ise onu en büyük evliya (!) ve hattâ MEHDİ (!) veya İsa (!) Aleyhisselâm derecesine çıkarmaya başlarlar...

Burada en büyük zevk ise, onu kendine bağlayan CİN`e aittir...

Çünkü, CİNi ya da CİNleri o kişi sayesinde artık binlerce kişiyi kendisine bağlamış ve onlara istediklerini yaptırtmaya başlamıştır... Bu yüzden îcâbında o kişinin durumunu kuvvetlendirmek amacıyla, bazı kişilerin rüyalarına dahi girip, gidip o kişiye bağlanmalarını; veya ona yardım etmelerini telkin eder....

Bu arada, o kişiye din hakkında bilgiler vererek onu büyük bir din adamıymış gibi de gösterir... Bilmeyenler onu kendilerine dinî lider seçerler...

Artık o kişi bilir bilmez kendinden bir takım fetvalar verip, bazı helalları haram, veya bazı haramları helalmiş gibi anlatır; ve bunları da çevresine kendisinin bir lider olduğuna inandırarak, zamana göre yeni hükümler getiriyormuş gibi empoze etmeye başlar...

Sonuç olarak hem o kişi etrafına bir çok insan toplamış, bir müceddid (yenileyici), bir müctehid  (yeni hükümler koyucu) edâsıyla yaşamaya başlamış olur... Hem de onu kendi kaydına alıp kendine bağlamış bulunan CİN bir saltanat kurar!... Ve bunu başran CİN, kendi akranları arasında bu durumla öğünüp, adeta bu işi yapan diğer hemCİNsleriyle bir yarışmaya girer

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:24:44sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

CİNLERİN KENDİLERİNİ TANITARAK İLETİŞİM KURMALARI

Bu çeşit CİN -insan ilişkisi, genellikle cinlerin insanları zorla kendi  kaydı altına alması şeklinde meydana gelmektedir...

Daha çok kadınlarda görülen bir yoldur...

Özellikle, asabî huylu kadınlar ile, doğum ertesinde ve ateşli hastalıklar veya kazalar sırasında bu bağ kurulmaktadır...   Bu durumun sebebi beynin o andaki bedenin çeşitli yerlerindeki aşırı faaliyetlerle meşgul olması ve bu sebeple, "İnsan"ın istediği şekilde beyinde hâkimiyet kuramamasıdır... Nitekim bu zayıf anda CİN o kişinin beynindeki ilgili merkezinde hâkimiyetini kurarak, ona istediği gibi görünmekte ve artık zorla istediğini yaptırmaktadır...

Bu zorla istediğini yaptırma işini, bazen kişinin beynindeki acı duyma merkezine verdiği impulsla onun acı duymasını sağlayarak gerçekleştirmekte; bazen de korku merkezini uyararak, onun ufak bir şeyden büyük korku duyarak o şeyi yapmasını sağlama şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Her halde yapılan iş, kişinin beynindeki belirli bir merkeze belirli oranda dalga sinyaller verilerek uyarılması ve böylelikle o kişide istenilen tesirin meydana getirilmesi şeklinde olmaktadır...

Nitekim ileride de açıklayacağımız gibi, gene medyumların transa geçirilmesi halinde bu hal aynen ortaya çıkmakta, önce kişinin kendini serbest bırakması istenmektedir ki bundan da amaç, "İnsan"ın beyin üstündeki kontrolunun azalması ve böylellikle iletişim kurulmak istenen CİNnin hâkimiyetinin kolaylıkla sağlanmasıdır...

Bu tip bağlantılarda kadınlar kendileriyle iletişim kuran CİNnin son derece yakışıklı bir erkek halinde göründüğünü ifade etmektedirler...

Açık bir şekilde kadınlar veya genç kızları kendilerine bağlayan CİNler genellikle onlarla evlenmekte ve cinsi münasebette bulunmaktedırlar...

Bu münasebetler sırasında kadın, CİNni bir cisim şeklinde görmekte ve onunla aynen bir insan olan erkekle münasebette bulunuyormuş gibi temasta bulunmaktadır... Ancak CİN`in maddesi olmaması nedeniyle burada akla şu sual gelmektedir:

-Acaba tam bir madde hâline geçemeyen CİN, nasıl olup da bu temas sırasında insan CİNsine ait bir kadını tatmin edebilmektedir?..

Bu gibi durumlarda CİN, o kadının beynindeki seks merkezini uyararak onun tatmin olmasına sebep olmaktadır ki; beynin bir merkezine elektroşok verilerek kişiye istenilenin nasıl yaptırılabileceğini fizyoloji sahasındaki bilim adamları çok iyi bilmektedir...

Keza bu tip ilişkiler sadece insan cinsinden kadın ve CİN sınıfından bir erkek arasında olmayıp; CİN sınıfından kadın ve insan cinsinden erkek arasında da meydana gelmekte; hattâ CİNlerin homoseksüel ilişkiler içine dahi girdikleri dile getirilmektedir ...

Bütün bu tip ilişkilerde ortak olarak tesbit edilen husus, CİNlerden birisinin sadece kendi tarafından gelen bir arzuyla ve zorla insanı kendine tâbî etmesi şeklinde olmaktadır... Genellikle zorla tâbî duruma düşen insan bundan şikayetçidir. Meydana gelen olaylar, insanın istemediği şekilde olmaktadır...

Nitekim bu çeşit vakalarda özellikle insan cinsinden kadın ile CİN sınıfından erkek arasında olan ilişkilerde kadın dış dünyasından iyice sıyrılmakta, çok defa bir odaya kapanmak istemektedir... 

Eğer kendisiyle ilişki kuran CİN dini deyimle "suflî" cinstense yani ataist - dinsiz ise, o kadını yıkanmaktan men etmektedir...

Buna karşılık bazı olaylarda ise tam aksi görülmekte ve bu defa da kadında devamlı olarak yıkanma isteği görülmektedir... Hatta bazı olaylarda öyle orijinal durumlar meydana gelmektedir ki; kadın CİNle olan ilişki ertesinde, kendi başına bırakıldığında geçirdiği hoş olmayan durum sonunda bir şok geçirerek, saatlerce banyoda kalıp yıkanmaktadır...

Tıp, bugün bu durumları tesbit edemediği için pozitif ilim olarak, hastayı elektro - şokla tedavi yapmaya çalışmaktadır ki, bu da netice alınmasını sağlamamaktadır bu tip olaylarda... Çünkü, elektro - şok sonunda, kişinin beyin hücrelerinde kaba bir deyimle bir sarsıntı ve düzensizlik meydana gelmekte ve bu durum yani yatışma hâli o kişideki iyileşmeden dolayı olmayıp; sadece, geçirdiği şok`un meydana getirdiği sarsıntıdan ileri gelmektedir...

Genellikle "nefesi kuvvetli kişiler" tarafından bu tip olayların düzeltilmesine de rastlanmaktadır ki, ileride "okumanın CİNler üzerindeki etkisi" adlı bölümde bu durumun bilimsel açıklamasını yapmaya çalışacağız...

CİNlerin açıktan bildirerek veya göstererek insanlarla ilişki kurmaları iki yoldan olmaktadır demiştik...

Eğer CİN yukarıda açıkladığımız şekilde bir ilişki kurmak isterse, bu İslâm dini dışındaki yollar görüntüsü altında incelenmektedir... Ki bunlar genel olarak "suflî yol" adıyla anılmaktadırlar...

Bu açıkladığımız tür ilişkiler dışında insanları zorla sefil bir hayat ve kir - pas içinde yaşattıkları, günümüzde birçok olaylarda tesbit edilebilmektedir...

"CİNlerin" insanları kolaylıkla kandırıp hükmedebilmeleri için öncelikle tercih ettikleri yol; onlarınislam kaynaklarından gelen bilgilerle bağlantılarını kopartmak ve bu yolda telkinlerde bulunmak çizgisindedir... Çünkü kendileri hakkında en geniş bilgi İslam kaynaklarında vardır...

Onların bu bilgilerden yoksun kalmalarıyla birlikte, çok kolaylıkla kandırılabilmeleri elbetteki kendileri için son derece önemli avantaj olmaktadır.

İnsan bilmediği tehlikeye karşı elbette ki tedbir de alamaz!..

CİNler de işte bu yüzden insanların kendilerini bilmelerini istemezler... Ki böylece kendilerine karşı önlem alınmasın!...

"İNSAN-I KÂMİL" kitabı yazarı büyük evliyaullah`tan Abdülkerim Ceyli, adı geçen kitabında "yedi kat yer ehli" bölümünde, dünya atmosferi içerisinde yaşayan "CİN"lerin yedi sınıf oluşundan söz ederken en zayıf takımının ikinci kat arzda yaşayanlar olduğunu anlatarak, bunların, insanlara, tefekkür mekanizmalarını bloke ederek etki ettiklerini söyler... "İfrit" adını taşıyan en şerlilerinin beşinci kat arzda (yeryüzü semâsı birden yediye kadar yükselir) yaşamakta olduklarından söz eden Ceyli,  altıncı ve yedinci katta yaşayanlara ise hiç bir insanın söz geçiremediğini anlatır.

CİN`lerin içinde yaşadığımız İslâm toplumunda en şerli faaliyetleri elbetteki bize göre sureti  Hak`tan görünerek, insanları saptırmalarıdır...

CİN`lerin sûreti Hak`tan görünerek insanları İslâm`dan uzaklaştırmaları bir kaç seviyeden olmaktadır...

Fal ve büyüyü "hocalık" kisvesi altında yapmak en alt seviyedir...

Evlilik ve ya başka bir nedenle "CİN"le ilişki kuran kişi, bağlantılı olduğu varlığı kullanarak, geçmişe dair haberler vermekte ve geleceğe yönelik, ihtimaller hesabına dayalı bir şekilde güya olacağı söylemektedirler...

Oysa geleceğe dönük söylentilerin çok büyük bir kısmı doğru çıkmayacaktır...islâm’a göre fal baktırmanın, büyü yaptırmanın yeri de dinde yoktur. Bu önemli bir suçtur. Büyük vebaldir!.. Büyük günahlardandır!..

Maalesef günümüzde, pek çok kişi CİNlerle ilşkide olan ve bu yüzden kendini evliya sanan sahte mürşitlerin peşinden koşarak çok kıymetli ömürlerini boşa geçirmektedirler...

Çevresini aydınlatabilme yetisine sahip olabilmek için, önceislam`ın Tevhid ve akaid ilmine sahip olmak "Âmentü"de belirtilen hususları bütün detaylarıyla bilmek ve bu hususta bütün suallere cevab verebilecek düzeyde ilim sahibi olmak gerekir...

Oysa günümüzde sahte MEHDİ ve MÜRŞİDLER - nerede ise her şehirde bir kaç tane - CİNNİ ilhamlarla, tamamıyla ilim dışı hurafelerle pek çok insanı yanlış yollara sürüklemektedir.

Tasavvuf önce "nefis mücahedesidir"!.. Bu da Hz Rasûlullah`ın "Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" ifadesinde açıklanmıştır...

GERÇEK böyleyken; tasavvuf ehli olduğunu söyleyen sayısız insan ve onların süper mürşidleri SİGARA içmeden duramamaktadırlar!..

Bir SİGARAya karşı nefis mücahedesi olmayan kişi, nerede kaldı, daha hassas konularda mücahede yapacak ve veli olacaktır...

 

CİNlerle ilgili pek çok eserde yazılı olduğu gibi CİNlerin gıdası kokudur!.. CİNlerin en çok sevdikleri koku da SİGARA kokusudur...

Sigara içen bir kişiyi buldukları zaman, artık kolay kolay onun yanından ayrılmazlar ve onun peşini de bırakmazlar. Kişinin sigara bağımlılığının artmasında en büyük faktör CİNlerdir.

CİNler, sigaraya yönelik bir kişi buldularmı, hemen onun içine sıkıntı verecek şekilde beynine bir sinyal yollarlar... Kişi bu sıkıntı ile hemen bir SİGARA yakar!..

Dumanlarını üflemeye başladıktan kısa bir süre sonra içindeki sıkıntı kesilir!.. Çünkü, yanındaki CİN, o dumandan gıdalanmaya başlamış ve onun içine sıkıntı veren etkileri göndermeyi kesmiştir... Böylece o kişi sigarasını bitirir ve bir süre rahatlar...

Sonra yanındaki CİN tekrar SİGARA kokusu istedi mi gene beynine içinde sıkıntı oluşturacak bir impuls yollar ve o kişi de elinde olmayarak tekrar bir sigara yakar... Ve bu durum böylece devam edip gider...

Eğer, böyle devamlı SİGARA içen bir hoca veya mürşit, Gavs(!) yanına giderseniz, hemen Kur`ân-ı Kerim`in Sâd sûresinin 41, Mü`minun sûresinin 98,99 ve Saffat sûresinin 7`inci âyetlerindeki dualara devam ediniz...

Göreceksiniz ki, bu duaya devam suretiyle beyninizin yayacağı belli dalgalar o kişinin ilişkide olduğu CİN ile ilişkisinde kopukluk oluşturacak ve bu yüzden karşınızdaki kişide bazı dengesiz söz ve davranışlar ortaya çıkacaktır.

Ayrıca, Ruh çağırma celselerinde, CİNci, falcı hocaların yanında da bu duayı okursanız, bunun böyle olduğunu görerek söylediklerimize kesinlikle inanabilirsiniz. Evet bu âyetleri okunuşu gibi yazıyorum:

 

"Rabbiy enniy messeniyeş şeytânu binusbin ve azâb. Rabbi euzübike min hemazâtiş şeyâtıyni ve eûzübike rabbi en yahdurun... Ve hifzan min külli şeytanin marid."

 

"Evliyaullah`ın asla SİGARA içmediğini" asırlar önce yazmış olduğu "EL İBRİZ" (saf altın) isimli kitabında anlatan Seyyid Abdulaziz Ed Debbağ; mânevi yöneticiler topluluğu olan "DİVAN ehlinin" de kesinlikle SİGARA içmediklerini açıklamaktadır.

"RİCAL-İ GAYB" denen evliyaullah`ın asla  SİGARA içmemesine karşın, CİNNİ olan kişilerin hemen tamamının SİGARA müptelâsı oldukları, gözlemlerimiz arasındadır.

 

Bu sebepledir ki, "CİN" adıyla anılan bu görünmez varlıklardan uzak kalmanın en başta gelen tedbiri SİGARAdan uzak durmaktır...

Tasavvufta belli bir mertebe sahibi olduğu sanılan kişilerin, gerçekten o mertebenin ehli olup olmadığı, öğretisi içinde yer alan şu iki ana konudan belli olur...

a-  VAHDET...

b-  KADER...

Gerek farkında olmadan CİNNİ tesir altına girip kendini mürşid veya evliya sanan kişiler; gerekse de gerçekten CİNlerle ilişkide olanlar,  bu konulara girmekten kesinlikle kaçınırlar..

Bu iki konu "CİNlerin, akıl zayıflıkları" sebebiyle uzak durdukları ve bağlılarını da uzak tutmaya çalıştıkları iki konudur..

Gerek "CİNLER", ve gerekse de bilerek veya bilmeyerek onlara tâbî durumda olanlar, insanları, bu iki ilmi öğretmeyi hedef alan tasavvuftan uzak tutmak için ne kadar başka ilim varsa, bunların hepsiyle meşgul ederler...

Nerede sizi "vahdet" ve "kader" ilminden uzak tutmaya çalışan bir kişi görürseniz orada "CİNni" izlerin mevcudiyetini öncelikle araştırabilirsiniz...

"CİN"lerin insanları bu iki ilimden uzak tutmaya çalışmasının ana sebebi öncelikle kendilerinin bu konuda yetersizlikleri sebebiyle kolaylıkla foyalarının ortaya çıkabilmesi; ikinci olarak da insanların bu iki ilimle hayâllerinde yarattıkları tanrıdan kurtularak "ALLAH"ı idrâk edip gerçek "tevhid" ehli olma şanslarının çok büyük olmasıdır...

Elbette ki bu durum da CİNlerin hiç hoşlarına gitmemektedir... Çünkü "İBLİS"in DÖLÜ OLAN CİNLERİN "ALLAH"a karşı bütün insanları saptırma iddiaları vardır!.

CİN`lerin, İslâm`ı kabul ettiğini söyleyen topluma verdikleri zarar, onların ölümötesi yaşamda ihtiyaç duyacakları enerji (nur) den mahrum kalmalarının oluşturacak fiiller telkin etmek sûretiyle meydana gelir... Tasavvuf ehline ise, onları işin hakikatına yöneleceklerine, detaylarında oyalamak sûretiyle zarar verirler .

 

İyi ahlak, yasaklardan kaçınmak, ibadet tasavvufun değil şeriatın konusudur!..

 

Eğer kişi, tasavvuf toplantılarında, bu saydığımız şeriatla ilgili hususlarla vakit geçiriyorsa, o henüz tasavvufla ilgilenmeye başlamamıştır.

Tasavvuf, şeriatla ilgili bu hususların üzerine binâ edilen "VAHDET SIRRINA ERMEK" amacına yönelik çalışmalar ile başlar... Ki bu da ilgili eser ve kişilerden araştırılabilir.

Bunlar genellikle müslüman CİNlerdir...

Kişiye çeşitli basit dinî bilgiler verirler... Verdikleri bilgilerin pek çoğu doğru da olabilmektedir... Genellikle dini bilgilerden uzak kalmış bölgelerde bu çeşit durumlar tesbit edilmektedir... Bazı evlerde de bu tipte kişiler görülmektedirler...

Ancak yukarıda her iki şıkta da bahsettiğimiz olaylarda, CİNlerle iletişim kuran kişiler, dış dünyanın CİNleri  bilmemesi ve hatta bu gibi şeylerden bahseden kişlerle alay etmesi sebebiyle, durumlarını açıklamamakta ve bu yüzden de bu tip olaylar çok güç tesbit edilmektedir...

Bu tip olayların aksine, pek çok rastlanan CİN - insan ilişkileri ise, CİNlerin kendilerini resmen bildirmeden başka başka yollarla sağladıkları bağlantılar halinde görülmekte, tesbit edilmektedir...

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:25:33sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

"CİNCİ"LİK "BÜYÜCÜ"LÜK

Bütün bu ruh çağırma  dalaverelerinin kökünde eskilerin "Hüddam ilmi", halkın da "CİN`cilik" dediği mesele yatmaktadır...

.Bilhassa eskilerin ve Anadolu halkının yakından bildiği bu konu şöyledir:

Bazı tesbih veya duaların birer "HADİMİ" yani "hizmetlisi - görevlisi" vardır.

Eğer bir kişi oturup, o kelimeyi veya duayı adedince okur, sonra da karşısına dikilen CİNden, o an için korkmadan bir şey isteyebilirse, o şey derhal olur!...

Veya o CİNin kendi emrine girmesini isterse, o CİN artık onun hizmetkarı durumuna girer!... Bunun için de bir çok formül vardır!...

Bu formülleri bünyesinde toplayan bir çok kitaplar yazılmıştır eskiden ki, bunların içinde en meşhuru; "KENZÜL HAVAS" ismiyle bilinenidir...

Bu kitabın içinde bir çok formüller vardır...

Ancak burada şunu da hatırlatalım ki, "HÜDDAM"cılık ile "RUH ÇAĞIRMA (!) - SPİRİTUALİZM" arasında çok büyük bir fark vardır...

İşte  o fark da şudur:

Ruh çağırma veya spiritualizm denen oyunda CİNlerle temasa geçen kimseler,  daima CİNLERİN elinde oyuncak olurlar...

Aynen aslan eline düşmüş tavşan gibi; CİN de onları istediği gibi elinde oynatır... Ve onlar bu durumu asla farkedemezler...

"Hüddam" ilminde ise, formül, diğer yan şartlarıyla birlikte tam olarak uygulanabildiği zaman, insan CİNni tam anlamıyla pençeleri altına alır; ve ona bütün istediklerini yaptırabilir... Hattâ, bir insanı bile, bu yolla o CİNine öldürtebilir... Aksi halde, yani emre uymadığı zaman o CİN perişan olur.

Bu sebeple, bu ilmin kullanılmasında, insan için öteki sisteme göre mutlak bir avantaj vardır...

İşte aradaki bu fark sebebiyle, eskilerin ve günümüzde de sadece birkaç kişinin bildiği "Hüddam ilmi", spiritualizmden kat be kat üstün durumdadır... Çünkü, anlattığımız üzere, bu ilimde insan için CİNni emri altına almak söz konusudur... "Spiritualizm" diye veya "Ruh çağırma(!)" diye bilinen CİNlerle bağlantı hâlinde ise, CİNni hiç bir şekilde, bir bilgiyi vermek veya bir işi yaptırtmak için zorlamak söz konusu değildir...

Ancak burada şu hususu da çok iyi bir şekilde anlatmak gerekir... Eğer bir kişi "Hüddam ilminin" gereği olan formüllerden birini yapmaya kalkar da; sonra başlamışken, şu veya bu sebeple; meselâ formülü uygularken yarıdan itibaren duyacağı seslerden veya o sırada gözüne görünen acaip şekillerden korkarak yarıda bırakırsa, işte o anda onun için felaket başlar.

Onun, etkisi altına almaya çalıştığı CİN, o anda onu rahatlıkla avlar ve bu kişi CİNi emrine almaya çalışırken, CİN onu ele geçirmiş olur... Ki  bundan sonra, o kişi artık CİNnin emrine bağlıdır... Böylece, Dimyata pirince gidilirken evdeki bulgurdan da olunur...

Bu sebepledir ki, "Hüddam ilmi"ne dayanan bir formülü, ya hiç yapmamalı, ya da başlanıldığı zaman, ne pahasına olursa olsun sonuna kadar yapmalıdır.

Nitekim bu formülün tam olarak yapılmaması için o CİN, bir takım gürültüler oluşturur veya sesler çıkartır, âdeta içinde bulunulan evi veya katı yıklıyormuşçasına gürültülerle sarsabilir; akla hayale gelmeyecek korkunç şekillerde göze görünebilir!...işte bütün bunlar olmasına rağmen, kişinin bütün soğukkanlılığıyla elindeki formulü bitirmeye çalışması îcâbeder...

Nitekim, "fazla tesbih çekmekten deli oldu", diye halk arasında anılan hâl de bu esasa dayanır...

Bir kişinin yönlendiricisi olmaksızın ve formülü bilmeden rastgele tesbih çekmesi, ister istemez bir şifreyi meydana getirir ki, bu durumda, o anda şifreyle bağlantılı olan CİN otomatik olarak harekete geçip, o kişiyi hükmü altına alır... Ve o kimsenin bu durumdan haberi yoktur!... Ve o CİNi kontrol altına albilecek güce de sahip değildir... Artık ister istemez o CİNle iletişimleri başlamış olur...

Bu ilişknin başlaması da bazan kulağına, bazan da içine gelen seslerle olur... Keza bundan önce de burun yoluyla kokular tesbit eder bazan!.. Ve sonunda CİNleri çeşitli şekil ve kıyafetlerde görmeye başlar bu yolunda devam ederse...

Bu gibi kişler, duydukları sesleri veya aldıkları kokuları ya da gördükleri şeyleri bu konuyu bilmeyen kişler içinde açarlarsa, derhal "aklını kaçırdı", "oynattı" diye nitelendirirler ve hastaneye kaldırılırlar... Oysa tıp henüz bu konuda acizdir.

Elektro-şokla tedavi etmek ister fakat bunu da başaramaz!...

 Bu gibi kişiler, artık halk arasında "meczup" "zararsız deli" tâbirlerine muhatap olarak hayatlarına devam ederler...

Bu gibi kişiler eğer içine düştükleri duruma rağmen, bu sahada yetkili bir şahsın eline geçerlerse, o halden kurtulmaları yollarının düzeltilmesi ve o yolda ilerlemeleri mümkündür...

Aksi halde ömür boyu bu durumdan kurtulamazlar... Artık onlar "deli" olmuşlardır...

İlk yüzyıllardan beri, en ilkel topluluklardan itibaren yeryüzünde görülen bir meslek ve iş vardır...

Bu mesleğe "BÜYÜCÜLÜK" yapılan işe de "BÜYÜ" denir...

Bu işten gaye, bir insanı etki altına alıp, ona  istemediği bir şeyi zorla yaptırmak ve bazan da hastaların iyi olmasını temine çalışmaktır...

Büyü, özü "ALLAH"`a dayanan bütün dinleri tebliğ eden Nebi ve Rasûllerce yasaklanmıştır...

Bütün dinler büyüyü insana "Haram" kılmışlardır...

Keza  İslâm Dini de büyüyü "haram" kılmış ve büyü yapan ve yaptıranlarınislam dininden çıkmış olacaklarını açıklamıştır...

Büyünün yasaklanmasındaki özellik, insanların iradelerinin başkası tarafından zoraki bir şekilde kaldırılması veya kısıtlanmasının önüne geçmek; onlara serbestçe hareket, seçme hakkı tanımaktır... Tâ ki böylelikle insan yaptığından sorumlu tutulabilsin...

Büyü ve sihrin yeryüzünde en yaygın olduğu devir, Musa (Âleyhisselâm) Nebî devridir... Nitekim o devrin geçer akçesi de "Büyü ve sihir" olması sebebiyle Musa Nebî bu sahadaki mucizelerle yeryüzünde vazife yapmıştır...

Büyü`nün özü, kökü, CİN`lere dayanmaktadır...

Bütün mukaddes kitapların, önceki "sahife"ler de dahil olmak üzere Tevrat, Zebur, İncil ve Kur`ân her bir âyetinin, her bir kelimesinin 8 hizmetlisi yani "hadimi" vardır...

Yani, her devirde nazil olmuş bulunan mukaddes kitabların orijinalini meydana getiren kelimelerin her birine 8 hadim -hizmetli- vazifeli kılınmıştır... Bunların 4`ü ulvi yani "melek" cinsinden; 4`ü de suflî yâni "CİN" cinsindendir..

Bu kelimelerin "ebced ilmi" denilen bir ilmin verdiği hesaplara göre çeşitli rakamlarla tekrarlanışı; ya da o âyetlerin tersinden okunuşu, o kelimelerin vazifeli CİNini harekete geçirerek, sevkedildiği kişiler üzerinde tesirlerini icra ederler...

İşte, "BÜYÜ" denilen olay, bir kelime veya cümlenin belirli sayıda ve bazı yan çalışmalarla da desteklenerek okunmasıyla meydana gelen tesirlerdir.

"BÜYÜ"nün bozulması için de önereceğimiz en güçlü karşı tesir daha önceki sayfalarda vermiş olduğumuz "CİN korunma duası"dır...

Bu duayı üç-beş veya daha fazla kişi  büyü yapılmış kişinin evinde bir araya gelerek 300 veya 500`er kere okuyabilirler...

Bunu üç gün arka arkaya yaparlarsa daha da tesirli olur.. Bu dua sırasında büyü yapılmış kişinin de bu duayı okuması gereklidir.

Ayrıca bir kişinin sağ elini o büyü yapılmış kişinin başına koyarak  okumasında çok fayda olur...

Bu arada ortaya bir kab içinde su konur ve okunan dualar bu suya üflenerek daha sonra bu kişiye peyderpey içirilirse daha da tesirli olur..

Büyü yapılmış kişide ya da evinde muska bulunursa, bunu aside veya limon suyuna, veya sirkeye atarak eritmek en geçerli yoldur..

Büyünün tesirli olması için büyücüler  günün o saatinin ne saati olduğuna da bakarlar... Meselâ "venüs saati" veya "mars saati"  gibi... 

Bizim konumuza, yan konu olması sebebiyle "BÜYÜ" üzerinde daha fazla durmayıp, sadece bunun ne şekilde meydana geldiğini açıklamaya çalışacağız.

Bugün objektif ilmin de tesbit ettiği gibi insan beyni, her an birtakım  dalgalar yayınlamaktadır...

Nitekim bu sözümüzü açıklayan bir son haberi burada sizlere nakledelim:

Hürriyet  gazetesinden naklen veriyoruz:

 

"ANTEN VAZİFESİ GÖREN iNSAN VÜCUDU DÜŞÜNCELERİ BİNLERCE KİLOMETRE UZAĞA iLETEN AKIM YAYIYORMUŞ...

Los Anngles, (Kalifornia) AP

İnsan vücudunun anten vazifesi görebileceğini ve vücudun düşüncelerini bir antenle binlerce kilometre uzaklara kadar gönderebilecek derecede kuvvetli elektrik akımları yaydığı, dün, Rus ve Amerikan bilginleri tarafından açıklanmıştır...

Moskova`daki Popov Radyo elektronik ve Muhabere Çalışmaları Enstitüsü bilginlerinden Prof. M. Kogan 1966-1967 yıllarında yapılan denemelerden çıkartılan sonuçlara göre, zirveleri arasında 25-1000 kilometre arasında mesafe bulunan son derece uzun elektromanyetik dalgaların, insan düşüncelerini çok uzaklara kadar ulaştırabileceğini gösterdiğini söylemiştir..

Kogan, Los Angeles`teki Kaliforniya Üniversitesi tarafından tertiplenen "6. his" konusundaki bir simpozyumda okunan raporunda, "elektromanyetik alan vasıtası ile telepatinin çok uzaklara kadar ulaştırılabileceği anlaşılmıştır" demektedir.

Öte yandan, Kaliforniya Üniversitesi Tıbbi Psikoloji Profesörü Dr. Thelma Moss, simpozyuma hitâben yaptığı konuşmada, Dr. Kogan`ınkine çok yakın sonuçlara denemeler sonunda varılmış olduğunu söylemiştir...

Kogan`a göre, yapılan tahminler, insan vücudunun, çok uzun mesafeler arasında telepati için gerekli olan elektriğin, 4-5 mislini ürettiğini göstermektedir."

Evet, işte size son bir yılın haberini vererek gösterdiğimiz gibi, bilim dünyası tarafından da kabul edilmiştir ki, insan beyni sürekli olarak elektromanyetik dalgalar üretmektedir

İşte insan bir kelimeyi ve kelime grubunu devamlı olarak okuduğu zaman, yaydığı bu elektromanyetik dalgalar sanki bir şifre şekline sokmaktadır ki; bununla da o şifre ile en yakın yapıdaki bir CİN ile iletişim kurmuş olmaktadır...

İşte bu iletişim neticesinde o şifre durumundaki elektromanyetik dalgalar, kendisine en yakın yapıdaki CİNE etki etmekte ve iyi düzenlenebildiği zaman, onu istenilen şeyi  yapmaya zorunlu kılmaktadır...

Eskilerin deyimiyle, kişi bu duaya devam eder de, buna rağmen CİN o emri yerine getirmezse, o takdirde CİN yanmaktadır!...

Şimdi de bu sözün mânâsını açıklayalım:

Evet insanın özelliği olan bir kelime veya kelime grubuna belirli oranda devam etmesi sonunda, beyin aracılığıyla yaymış olduğu elektromanyetik dalgalar, o dalga boyuna uygun yapıdaki CİNNİ istenilen şeyi yapmaya zorunlu bırakıyor; yapmaması hâlinde ise, o kişinin o duaya veya kelime grubuna devamı halinde yaymış olduğu elektromanyetik güç; yapısı önce de anlattığımız gibi bazı ışınlardan yapılmış olan CİNnin tahribine yani kaba bir tâbirle yanmasına yol açmaktadır...

Nasıl ki bir radyo istasyonunun daha kuvvetli yaptığı yayınla bozulmakta, yani kuvvetli istasyonun yaydığı elektromanyetik dalgalar, zayıf tâkatlı istasyonun dalgalarını bozmakta ise; işte aynı şekilde insanın bu çalışmalarla yaptığı elektromanyetik dalgalar da CİNlerin ölümüne yol açmaktadır...

Bu sebeple CİNler, belirli bir çalışmaya devam ederek kendisini yakıcı elektromanyetik dalgalar yayabilecek güçteki kimselerin emri altına girmek zorunda kalmakta;  ister istemez "BÜYÜ" dediğimiz, onların emirlerini yerine getirme işine tâbi olmaktadırlar!...

Bilmem açıklayabiliyor muyuz?

"OKUMA"NIN CİNLER ÜZERİNDEKİ TESİRİ

Herhangi bir sebeple CİNlerden birinin veya birkaçının etkisi altına girmiş kişiler, genellikle Türkiye ve diğer İslâm Milletler Ülkelerinde "Okunma" yoluyla tedaviye veya bu dertlerinden kurtulmaya çalışırlar...

Bazı yelerde "CİNCİ Hoca" nâmıyla adı yayılmış kişiler, bazı yerlerde de çeşitli tarikat şeyhleri bu gibi kişileri okuyarak iyileştirirler, yâni "CİNlerin etkilerinden" kurtarırlar...

Bunların bir kısmı gerçekten bu tip olaylarda zor duruma düşen kişileri "okumak" sûretiyle iyi  edebilmekte; ve bu yaptıklarına karşılık olarak da, ne para ve ne de bir hediye almamaktadırlar...

Buna karşın, bu işi parayla yapan ve aslında hiç bir özellikleri olmayan nice istismarcı kişiler dahi mevcuttur...

Burada şunu belirtelim ki, gerçekten yetkili olan kimseler bu yaptıkları iyilik sonunda kesinlikle karşılık ne hediye ne de para almazlar; alanlar ise genelde hep  bu işin istismarcılarıdır.

Peki, acaba "okuma" ile ne gibi bir durum ortaya çıkmaktadır ki, CİNler etki altına aldıkları kişileri serbest bırakmakta ve ellerini çekmektedirler?..

Şimdi elimizden geldiği kadar bunu açıklamaya çalışalım.

CİNlerin yapısının birtakım ışınlardan meydana geldiğini daha önceki bölümlerde açıklamıştık...

Keza, "insan"ların  da yapısının dalgalardan meydana geldiğini ve insan bedeninin her an bir takım ışınlar yaymakta olduğundan söz etmiştik...

BÜYÜ konulu bölümde de bahsettiğimiz gibi; insanın her an yaydığı bu ışınlar, belirli kelime veya kelime gruplarının tekrarıyla bir noktaya yoğunlaştırılabilmekte; ve devamlı olarak o yapya yönelik ışınlar yayma durumu ortaya çıkmaktadır...

Bu ışınlar için mesafe kaydı olmadığı gibi, istenilen bir noktaya da eriştirilebilmektedir... Çünkü, ışınların hızı ve yapısı hakkında daha önce de bilgi verdiğimiz gibi, onlar yer ve zaman tanımamaktadırlar...

İşte bu sebeple, CİNlerin kaydı altına girmiş bir kişi, "okur" kimselerden birine götürüldüğünde; önce onu kaydı altına alan CİNİN kimliği ve durumu tesbit edilir...

Sonra, ona, o kimseyi serbest bırakması için emir verilir... Ancak, o CİNİN bu emri kabul edip etmeyeceği şüphelidir...

Ondan sonra kişi "okumaya" başlar... Yani, belirli kelime veya kelime gruplarına devam ederek, o CİNİN yapısına etki edecek, onu yaralayacak ölçüde ışınlar yaymaya başlar... âdeta beynini laser tabancası gibi kullanarak o CİNE ateşe başlar!.

Bu durumda o CİN için iki yol vardır; ya o okumaya devam eden kişiyi de etkisi altına almak, kendine bağımlı hâle getirmek; ya da emirlerine boyun eğmek...

Bunun dışında üçüncü bir yol daha vardır ki, o da ölmesidir!... Buna da bu kişler arasında "yakmak" tâbir edilir!... Yâni, CİN elini kişiden çekmediği takdirde yanmakla,  yâni ölmekle yüzyüze kalır...

Ve genellikle olay, CİNİN ölümüyle veya kullanılan tâbiriyle "yanmasıyla" son bulur ve böylece o kişi kurtulmuş olur!...

Bazan da, bu defa CİNİN ailesinden diğer bir CİN işe el atar ki, böylece iki - üç CİNİN yanmasına kadar iş uzar...

Bugün iç sıkıntıları, boğulurcasına haller, çeşitli şeyler görme veya işitme olayları, özellikle kadınlarda görülen sık yıkanma halleri ve bunlara benzer çeşitli durumlar çok büyük bir yüzde ile CİNlerden ileri gelmektedir... Ancak bu durum henüz tıb olarak tesbit edilemediği için, geçici tesirleri uyuşturucu ilaçlarla tedaviye çalışılmaktadır ki, çoğu zaman da bu tedaviler bir netice vermemektedirler...

Bu tip olaylardan sonuç alması için, Tıbbın yapacağı tek bir şey vardır,  o da CİNLERİN varlığını kabul edip, bilimsel olarak onlarla mücadele yollarını öğrenmektir...

Aksi takdirde elektro - şok veya uyuşturucu bir takım ilaçlarla sonuca varmak imkânsız olarak kalacak; ve bu yüzden de halk, özellikle bu çeşit olaylarda sonuca gidilememesinden dolayı Tıb`dan soğuyacak, uzaklaşacak ve bir takım istismarcı hocalar peşinde koşacaktır

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:26:21sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

REENKARNASYON ( TENÂSUH ) ALDATMACASI

İslami olmayan yoldan CİNlerin insanları kandırma metodlarını verirken, kısaca reenkarnasyon (Reincarnation) veya bizdeki eski tâbiriyle  "Tenasuh"  görüşünden bahsetmiş ve ileride bu konuya daha geniş bir şekilde değineceğimizi belitmiştik...

Reenkarnasyon görüşünü ortaya atanların iddiası şudur:

Ruhlar ezelde yaratılmış ve tekâmül etmeleri için birer bedene sokularak dünyaya gönderilmişlerdir...

Ancak her ruh güçte, kuvvette, anlayış ve değerlendiriş kabiliyetinde eşit değildir... Yani, adaletsiz olarak yaratılmış veya kendi başına varolmuştur.

İşte bu sebeple dünyaya geldiği zaman yaşadığı 50 - 60 - 70 senelik bir ömür onun gelişmesi için yeterli değildir...

Bu yüzden ölümünden sonra bir süre Ruhlar(!) âleminin belirli bir yerinde yaşar...

Sonra kaldığı yerden tekrar devam etmek üzere dünyaya gelir ve başka bir bedenle ve kişilikle yaşamına devam eder...

Sonra ömrünü doldurunca yeniden ölür!.. Ve yine o bekleme katına çıkar!...

Sonra tekrar dünyaya gelir ve yeniden başlar eğitilmeye!...

Ta ki tekâmül edip, zirveye çıkana kadar!..

Ne zaman ki mükemmel bir ruh hâline gelir, işte o zaman artık dünyaya  gelmez olur; ve bu defa da başka dünyalarda daha da tekâmül etmeye çalışır...

Ve bu hâl  böylece sürekli olarak  devam eder...

Reenkarnasyona inananlar, ta eskilerden yâni binlerce yıllardan beri "Tenâsuh"  düşüncesi adı altında yeryüzünde özellikle Hindistan ve çevresindeki bölgelerde yaşamışlardır...

Vasatın da altında, kısıtlı bir düşünce seviyesinde olan kişilerin ilkel düşünce ve beyin yapıları dolayısıyla sahip oldukları bir düşünce şeklidir...

Ancak yukarıda vasatın altında derken, o kişinin bu sahadaki kapasitesinin vasatın altında olduğunu kastediyoruz... Çünkü kişinin bir sahada geri kalmış olması, onun her sahada geri kalmış olması demek olmaz!... Nitekim bu sözümüzü, insan bölümünde "beden" kısmında, beyinin yapısı bahsini dikkatli bir şekilde okuyanlar elbette anlarlar...

Reenkarnasyona  inananların tamamını ele alırsak, bunların % 99`unun  Ruh(!)larla veya hakiki tâbiriyle CİNLERle iletişimde oldukları ve bu fikri de onlardan aldıkları derhal ve rahatlıkla tesbit edilebilir...

CİNLER daha önce de anlattığımız gibi, çeşitli kişilerin Ruhlarıyız (!) diye insanlarla temasa geçip onları aldatırken, başlangıçta gayet güzel tavsiyelerde bulunup birtakım olağanüstü haller de göstererek onları kendilerine bağlarlar...

Ancak ikinci safhada önce de belirtmiş olduğumuz gibi, işler rengini  değiştirir; böylece de insanlar ile olan ilişkilerinin gerçek sebebi ortaya çıkıverir.

CİNlerin RUH(!)lar adı altında insanlarla ilişkilerinin esas gayesi, onları yanlış itikadlara saptırarak, tam tâbiriyle "iman"larından etmektir...

Ve bu sebeple de iki ana noktada, kendileriyle iletişimde olanları itikad bozukluklarına saptırırlar...

Spiritualizm, madde ötesine inanan bütün inanç sistemlerinin; Spiritizm, ise ruh(!) çağıranlar ekolünün adıdır.

İşte CİNlerle iletişimde olanların, yani spiritlerin ikinci safhadan itibaren saptıkları iki büyük itikad bozukluğu şunlardır:

1.   Reenkarnasyon yani tenâsuh!..

2.   Panteist görüşü  "ulûhiyet" olarak nitelendirme...

Biz şimdi bunlardan birincisini açıklamaya çalışacağız bu bölümde...

Önce müslüman topluluğu içinde "reenkarnasyonculuk"  satışına çıkanların, bu topluma fikrlerini empoze etmek için Kur`ân`dan yaptıkları nakilleri inceleyelim:

CİNler tarafından kandırılan bu "yeniden doğuş"çuların kendi davalarını ispatlamak için yapıştıkları âyetler şunlardır:

1-"ALLAH"`A NASIL OLUP DA KÜFREDİYORSUNUZ?.. SİZ ÖLÜLER iKEN, O DİRİLTTİ... SONRA, SİZİ YİNE ÖLDÜRECEK, TEKRAR O SİZİ DİRİTECEK VE NİHÂYET O`NA DÖNDÜRÜLECEKSİNİZ... (2-28)

2-GECEYİ GÜNDÜZÜN İÇİNE SOKARSIN; GÜNDÜZÜ GECEYE SOKARSIN... ÖLÜDEN DİRİ ÇIKARTIRSIN DİLEDİĞİNE HESAPSIZ RIZK VERİRSİN... (3-27)

3-(Nuh Nebî kavmine hitâb etmekte devam ederek:) "ALLAH", SİZİ YERDEN OT GİBİ BİTİRDİ...

SONRA SİZİ YENİ BİR ÇIKIŞLA ÇIKARTACAK...

"ALLAH" YERİ SİZİN İÇİN BİR DÖŞEK YAPMIŞTIR...

ONUN GENİŞ YOLLARINDA GEZİP DOLAŞASINIZ DİYE... (71-17/18/19/20)

Evet, işte reenkarnasyoncuların, İslâm toplumunu yanlarına çekebilmek için davalarına delil göstermeye  çalıştıkları birkaç ayet meali... Âyetleri açıkladığımız zaman, ne kadar çaba sarfettikleri ve mânâyı nasıl dejenere ettikleri ortaya çıkacaktır...

BU ÂYETLERİN AÇIKLAMALARI

1.  Ayetin mânâsı...

Ey insanlar, nasıl olup da "ALLAH"`a küfreder; yâni "ALLAH" kavramının gerçeğini örtmeye çalışırsınız?.. Kİ SİZLER ÖLÜ İKEN, yâni bilinciniz oluşmamış bir halde, bedene hükmedemez bir durumda iken, sizi O  DİRİLTTİ; yani bilincinizi oluşturarak beden üzerinde tasarruf sahibi yaptı... SONRA SİZİ YİNE O ÖLDÜRECEK yani tekrar içinde oluştuğunuz bedenle iletişiminizi keserek biyolojik bedenden bilincinizi soyutlayacak; TEKRAR O SİZİ DİRİLTECEK  yani biyolojik bedeni kullanamaz hâle geldikten sonra bilinciniz dalga bedene tasarruf etmek sûretiyle kıyâmete kader yeni bir yaşam boyutuna geçecek; VE NİHÂYET O`NA DÖNDÜRÜLECEKSİNİZ; yani artık bir daha geri dönüş söz konusu olmaksızın üst boyutlara yükselerek özünüzde O`na ermek suretiyle "ALLAH"`a kavuşacaksınız...

Görüldüğü gibi âyet incelendiği zaman, yukarıda da belirttiğimiz gibi, defalarca dünyaya gelmekten; ve dahi  tekâmül edene kadar  sayısız defa dünyaya gelip gitmekten  asla bahsetmemektedir...

Eğer onların iddia etttiği gibi, defalarca gelip gitmek olsaydı mutlaka bu durum, bu veya başka bir âyette belirtilmiş olacaktı...

2.Olarak verilen âyetin mânâsına gelince;

“GECEYİ GÜNDÜZÜN iÇİNE SOKAR” yâni geceyi gündüze dönüştürür; GÜNDÜZÜ GECEYE SOKARSIN yâni gündüzü geceye çevirirsin... yâni hiç bir şeyi bir hâl üzere bırakmaz, her şeyi  bir tersi ile değiştirirsin...

“ÖLÜDEN DİRİ ÇIKARTIR”, madde kaydına girmemiş olanları madde kaydına sokarak ete - kemiğe bürüyerek dünyada var eder; diriyi ortaya çıkartır; sonra da DİRİDEN ÖLÜYÜ çıkartır, ete - kemiğe bürünüp madde dünyasında bedenle görünen diri diye adlandırılanları ÖLDÜRÜP yâni madde kaydından çıkartırsın... Dilediğine hesapsız rızk verirsin...

Görüldüğü üzere bu âyette de asla ve asla tekrar tekrar dünyadan gidipte sonra yeniden tekâmül (!) etmek için dünyaya geri gelmekten değil söz etmek, işaret bile edilmemektedir. 

Ancak ne çare ki, iddiasını ispat çabası içine düşmüş bulunan bazı CİNlerin kandırdığı bu gibi kişiler; maalesef bu âyetlerden yardım almak için, bu şekle sokmuşlardır âyetlerin mânâsını kendi mantıklarınca...

Nitekim bu kişiler incelendiği zaman görülecektir ki, gerek İslâmiyet ve gerekse Kur`ân hakkında zerre kadar bilgiye sahip değillerdir...

3.Olarak verilen âyetin mânâsına gelince ...

"ALLAH SİZİ YERDEN OT GİBİ BİTİRDİ” yâni cedddiniz ve yeryüzünde görülmüş ilk insan olan ADEM’i topraktan halketti; bedenin cüzlerini aslı toprak olan mineral ve su karışımı bir yapıdan meydana getirdi...

SONRA SİZİ TEKRAR ONUN İÇİNE DÖNDÜRECEK; yâni, sizin bedenle ilişkinizi keserek madde kaydından kurtaracak ve bedeninizi aslı olan toprağa dönüştürecek... Bu arada da siz bilinçli bir varlık olarak yaşamınıza berzahta devam edeceksiniz... SONRA SİZİ YENİ BİR ÇIKIŞLA ÇIKARTACAK yâni hesap günü, yapılanların kesin sonuçlarıyla karşılaşma günü gelip çattığında, sizi bu defa yeni bir çıkışla yani eskisi gibi küçükten maddeye bürünüp de ta büyüyene kadar bir devre geçirmeden, mezara konulmuş olduğunuz andaki sûretinizle, o ortama göre yeni bedeninizi halkedip, YENİ bir şekilde ortaya çıkartacaktır...

"ALLAH, YERİ SİZİN iÇİN BİR DÖŞEK YAPMIŞTIR”, yâni maddi yapınızla üzerinde yaşayabileceğiniz bir şekilde var etmiştir... “ONUN GENİŞ YOLLARINDA GEZİP DOLAŞASINIZ” diye; yâni, tâ ki dünyanın istenen yerinde dilediğiniz gibi gezip istediğiniz yerde yaşayasınız diye...

Burada bir de daha öte bir mânâsı üzerinde duralım, iki kelimenin:

Tasavvufi mânâda YER`den murad kişinin "AKLI"na işaret edilmektedir ki, eğer bu mânâda yukarıdaki iki âyet incelenirse, o zaman mânâ; "ALLAH, aklı sizin için bir döşek", yâni geniş bir saha olarak vermiştir ki, onun geniş yollarında çeşitli kullanış şekillerine göre ortaya çıkan düşünce yollarında gezip dolaşasınız diye açıklanır...

Yani insana, çeşitli düşünsel yollar üzerinde dolaşabilecek bir yapı, buna karşılk da, "ALLAH"`ın yürünmesini istediği yolu "sıratı mustakîm"i gösteren Kur`ân ‘ı vermiştir...

Bilmem bir parça olsun açıklayabildik mi, CİNlere tâbi olarak reenkarnasyonu güya dini yoldan ispatlayabileceklerini sananların ne kadar çürük temellere fikirlerini inşa ettiklerini...

Evet din hakkında, özellikle günümüz dini olan İslâmiyet ve mukaddes kitabı Kur`ân hakkında bilgi sahibi olmayan bu kişilerin, yetersizliklerini  bir hayli ortaya koymuş olduğumuzu zannediyorum...

Ve düşünün ki, bu boş temellere kurdukları binaları takdim ederken bir iddia ediyorlar;

-Kur`ân`da reenkarnasyonu reddeden, böyle bir şey olamayacağını gösteren hiç bir âyet mevcut değildir!!!..

Onların bu iddialarını da sadece bir tek âyet meâli vererek çürüteceğiz; daha bu konuda bir kaç âyet olmasına rağmen...

İşte Kur`ân-ı Kerim`in reenkarnasyon veya diğer bir deyişle tenasuh görüşünü reddeden bir çok âyetinden birisinin meâli:

"VE DE Kİ: "RABBİM ŞEYTANLARIN (burada şeytanlardan kasıt CİNlerdir ki, ileride açıklayacağız) SAPTIRMALARINDAN SANA SIĞINIRIM.. SANA SIĞINIRIM RABBİM ONLARIN HUZURUMDA BULUNMALARINDAN"

NİHÂYET ONLARDAN HER BİRİNE ÖLÜM GELİP ÇATINCA (şöyle) DİYECEKLERDİR:

-"RABBİM BENİ (dünyaya) GERİ GÖNDER?!.. TÂ Kİ BEN, YİTİRDİĞİM (ömrüm) KARŞILIĞINDA, YARARLI ÇALIŞMALARDA BULUNAYIM..."

HAYIR ONLARIN SÖYLEDİĞİ BU SÖZ, BOŞ LÂFTAN İBARETTİR!... ÖNLERİNDE BA`S GÜNÜNE KADAR GERİ DÖNMELERİNİ ÖNLEYECEK BERZAH VARDIR?.." (Sûre:23/Âyet:97/98/99/100)

Evet şimdi de yukarıda naklettiğimiz dört âyet meâlini inceleyelim:

"ALLAH", müslümanlara, şeytânî vasıflı CİNlerden, ne şekilde sığınılacağını öğretmek için gösteriyor ve deyiniz ki, diyor:

"RABBİM, ŞEYTANLARIN yâni  şeytânî yapıya ve  fikriyata sahip olan CİNlerin vereceği, insanı iman ve itikad sapmalarına sürükleyecek zanlardan, vesveselerden,  SAPTIRICI FİKİRLERDEN SANA SIĞINIRIM...

SANA SIĞINIRIM RABBİM ONLARIN HUZURUMDA yâni çevremde, benimle iletişimde  BULUNMALARINDAN..."

Çünkü, onlar bana öyle yanlış fikirler telkin ederler ki, ben farkında olmadan tekrer dünyaya geleceğimi sanırım...

Ve bu inançla da ölür de, sonra "RABBİM BENİ DÜNYAYA GERİ GÖNDER!!!.. TÂ Kİ YİTİRDİĞİM ÖMRÜM KARŞILIĞINDA İYİ ÇALIŞMALARDA BULUNUP; hakikatı bilen bir insan olarak öleyim...

"FAKAT HAYIR, bu ONLARIN, yâni reenkarnasyona inananların, SÖYLEDİĞİ BU BOŞ LÂFTAN İBARETTİR...

ÖNLERİNDE, BA`S GÜNÜNE yani bütün insanların hesap vermek üzere bir anda dünya üzerinde yeni baştan halkedilecekleri güne KADAR KALKMALARINI ÖNLEYECEK BERZAH, yani maddi olan bedenleriyle ilişkileri kesilmiş ve dolayısıyla dünya ile irtibatları kopmuş bir halde yaşadıkları âlemin kendine mahsus şartları vardır... Ki buna İslâm camiasında “Kabir âlemi” de denmektedir...

Reenkarnasyonun olmayacağını gösteren âyetlerden birinin meâli de işte böyle...

Şimdi de gelelim Reenkarnasyonu ispat için başvurdukları diğer yollara...

Ancak tekrar belirtelim ki, bugüne kadar bu konuların açıklanamamasının tek sebebi, insanların, etrafın kendileri ile alay edeceği korkusuyla CİNleri ortaya koymaktan kaçınmalarıdır...

Oysa şimdi onların delillerini çürütürken de göreceğiniz gibi CİNlerin varlığı, açıklandıktan ve kabul edildikten sonra bütün bu anlaşılmaz gibi görünen olayların içyüzü en açık ve kesin bir şekilde ortaya çıkmaktadır...

Bundan sonra bir insanın, hâlâ bu iddialarında ısrarı, onun sadece ağzından çıkanı geri yutmamak istemesinden dolayıdır, gerçeği çok açık olarak görülecektir

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

CcTiMcC

CcTiMcC resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  18.Eyl.2009 Cum 20:41:31sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
çok uzun yazmışsın okumadım
CC sohbet icin buraya
 <<1 2>>
Mesaj Ekle, arkadaş oyun sohbet icin cagir