ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul

sohbet banner
tavla okey sohbet forumu
26 Nisan 2024, Cuma 00:29   
kız arkadaş sohbet linki

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

  manolya41> Forum Mesajları
    manolya41'e ait Toplam 9827 Forum Mesajı var
<<1...100...190191192193194195196197198199200 201202203204205206207208209210...300...400...500...600...700...800...900...983>>


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Belmez Suratları>
  29.Eki.2010 Cum 01:52:54
İspanya’da Belmez adlı küçük bir kasabada, 1971 Ağustos’unun sonlarına doğru başladı herşey. Maria Gomez Pereira, mutfağının ortasında bir leke fark etti. İlk başlarda bunu fazla umursamadı ama leke her geçen gün büyüdü ve değişti. Maria, 23 Ağustos’ta mutfağının zeminine yeniden baktığında, fayansın üzerinde bir insan suratı olduğunu gördü.

Şekil kabaca çizilmiş gibi dursa da gerçekten de bir insan yüzü olduğu belirgindi. Surat üzgün bir ifadeye, büyük bir ıstırap ve kaygı ile gömülmüş birinin görünümüne sahipti. Ayrıca o bir kadına aitti.


Suratı yok etme çabaları
Fırçalama ve temizleme suratı ortadan kaldıramıyordu, hatta bu yönde bir çaba harcandıkça surattaki ifade daha da üzgün bir hal alıyordu. Olay karşısında korkuya kapılan Maria’nın kocası Juan kazması ile yerdeki fayansı kırıp onun yerine saf çimento harcı döktü. Ancak çimento zeminde ve mutfağın diğer kısımlarında yeni suratlar ortaya çıkacaktı.

Juan mutfaktaki fayansı parçaladıktan bir hafta sonra, 8 Eylül’de, eskisi ile aynı yerde benzer bir surat ortaya çıktı. Bu surat daha sonra İspanyolca’da dişi hindi anlamına gelen “pava” adını alacaktı.

Suratlar tüm dünyada büyük yankı uyandırdı, her yerden gazeteciler ve paranormal olay araştırmacıları şehre geldiler. Belmez yetkilileri kısa sürede kargaşadan sıkıldılar. Bunun bir çeşit oyun ya da doğal bir olay olduğuna emindiler. Ancak kısa sürede bunun bir yalan olmadığını öğreneceklerdi.

Kazı
Şehir konseyindeki baskılar üzerine mutfak zemini tamamen kaldırıldı ve altındaki alan kazıldı. İşçileri korkunç bir manzara karşıladı, iki kafasız iskelet ve sayısız insan kemiği. Yerin kazımı bittiğinde parçalara ayrılmış tam dokuz iskelet çıkartıldı ve hepsi 13. yüzyıldan kalmaydı. Pereira’nın mutfağının bir mezarlık üzerine kurulu olduğuyla birlikte burada yatanların vahşice şekillerde öldürüldükleri ortaya çıktı.

Daha sonra yapılan araştırmalar aynı bölgenin Hristiyan, Katolik ve Müslüman mezarlığı olarak orta çağa kadar farklı zamanlarda kullanıldığını gösterdi. Ayrıca birkaç yerel aile, suratların sivil savaş sırasında bu evde öldürülen insanlara ait olduklarını idda ettiler ama çizimler birini karakterize etmesi zor basit yumuşak çizgilerden oluşuyorlardı.

Daha fazla görüntü
Mutfak zemininin kazılması olayı daha da ateşledi. Suratlara ek olarak bütün figürler belirmeye başladı. Dikkate değer olanlardan bir tanesi iki yetişkin kadın ve bir çocuk içeren üç kişilik bir tabloyu andırıyordu. Yüzlerindeki gerginlikten bir konuda kaygılı oldukları anlaşılıyordu. Başka bir kadın figürü ise tamamen çıplaktı. Gözleri olmayan kıvırcık saçlı bir kadına ait ürkütücü bir görüntü de ortaya çıkanlar arasındaydı.

Bazen suratın ya da vücudun bir kısmı ortaya çıkıyordu. Bunların arasında bir sol kol çizimi vardı. Kol kıvrık duruyordu ve parmaklar birbirinin yanına dizili bir noktada bitiyorlardı. Bu da ona bir elden çok pençe görüntüsü kazandırıyordu.
Araştırmalar
Madrid’li parapsikolog German de Argumosa ve Alman paranormal uzmanı Hans Bender olayı incelemek için 1972’nin başlarında olay yerine geldiler. Bir hilenin olup olmadığını araştırmak için herbir suratı fotoğraflayıp bütün mutfağı üç aylığına mühürlediler. Bu işlemde yanlarında kasabanın noteri ve bir Alman televizyon ekibi vardı. Önce tüm yüzlerin üzerine koruyucu malzemelerle kaplayıp kenarlarını, daha sonra da mutfağın kapısını mühürlediler.

Üç ay sonra mühürler açıldı ve koruyucu kılıflar yüzlerin üzerinden kaldırıldılar. Suratlar oradaydılar ve değişim geçirip hareket etmeye devam etmişlerdi. Kasabanın yetkilileri Pereira ailesinin olaydan sorumlu tutmayı bıraktılar. Açıkça görülüyordu ki bu fenomenin arkasında insanlar yoktu.


Olayın en ilginç yanlarından biri de suratların asla birbiri üzerine gelmemesiydi. Yerdeki bir bulanıklıkta birkaç yüze rastlamak mümkündü ama bunlar hiç kesişmiyorlardı. Sanki birbirlerinden haberleri varmış gibiydi. Hatta birgün araştırma için bir fayansı söküp laboratuvara götürmelerinden kısa bir süre sonra yerde, götürdüklerine çok benzer bir surat yeniden belirdi. Fayans geri getirildiğinde ise onun yerine ortaya çıkan yüz çabucak kaybolup gitti.

Fayans ve döşemelerde, radyoaktivite, akustik, x-ray, kızıl ötesi ve mor ötesi fotoğraf testleri yapıldı. Tüm bu araştırmalar gösterdi ki suratlarda bir boya parçası, pigment, nem ya da toprak yoktu. Hatta suratlardan biri laboratuvar ortamında, steril şartlarda tutulduğunda bile değişmeyi sürdürdü.

Sesler (EVP)
Evde olan şey ya da şeyler kendini suratlarla da sınırlamıyordu. 2004 yılında evde EVP(Electronic Voice Phenomenon) kayıtları yapıldı ve bazı şaşırtıcı seslere rastlandı. Bazı eleştirmenler bu seslerin dışarıdan geldiğini ve mikrofonun onları kaydettiğini söyledilerse de bulgular hiç de böyle bir şüpheye yer bırakmadı. Kayıtlarda İspanyolca küfürler, ızdıraplı bağırışlar ve anlamsız cümlelere rastlandı. Araştırmacılardan biri suratlardan birine adını sorduğunda bir erkek sesi “El pelao” olarak yanıtladı. Kayıtlardan tüyler ürpertici birinde ise bir ses Maria’ya ismiyle hitap etti ve “Maria, ben gitmek istiyorum.” dedi.

Juan’ın Ölümü
Suratların ortaya çıkışından birkaç yıl sonra Juan Pereira hayatını kaybetti. Ölmeden önce ise son sözleri ünlü Pava’yı gördüğüydü. Son nefesini verirken onun kendisine gülümsediğini söyledi. Juan’ın ölümünden birkaç ay sonra Maria ve torunu, onun yüzünü duvarda diğer suratların arasında gördüğünü söyledi.

Sonuç
Tüm dikkatli araştırmalara rağmen olayın arkasında bir hileye rastlanmadı. Pereira ailesi zengin değildi ve mutfaklarına hayalet resimleri çizmekten pek bir kazançları da olmadı. Ayrıca tüm yıllar boyunca resimler konusunda ailenin de en az araştırmacılar kadar kafası karışmıştı ve bundan rahatsızlık duymuşlardı.

Pek çok araştırmacı suratların kaynağının psikokinetik enerji ve bu enerjinin baş kaynaklarından birinin de Maria olduğunu düşünüyorlardı. Bu fikri destekleyen en önemli bulgu da suratlardaki ifadelerin Maria’nın o günkü ruh haline göre değiştiklerinin gözlenmesiydi. Maria yaşlandıkça da suratlar daha az değişir olup, netliklerini kaybettiler.

Maria Gomez Pereira’nın ölümü
Maria 3 Şubat 2004’te huzur içinde hayata gözlerini yumdu. Bazı uzmanlar psikokinetik enerji kaynağının ortadan kalkması ile olayların biteceğini düşünüyorlardı. Ama “İspanyol Parapsikoloji Araştırma Kurumu“ yaptıkları incelemelerde suratların Maria’nın ölümünden sonra etkinliklerini kaybetmediklerini buldular.

Otuz yıl boyunca süren araştırmalar sonucu hiçbir bilim adamı ya da uzman suratların ve kaydedilen seslerin ardındaki sırrı açıklayamadı. Bugün de değişmekte olan resimler 5 Real Sokağı Belmez’de ziyaretçiler tarafından görülebiliyor. Birgün sizin de yolunuz İspanya’ya düşerse, onları kendi gözlerinizle görebilirsiniz.


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Deniz Kenarındaki Esrarengiz Taşlar>
  29.Eki.2010 Cum 01:41:37

Kuzey İrlanda`nin County Antrim mevkiinde bulunan UNESCO`nun koruma altına aldığı bu jeolojik şahaserin kimler tarafından, hangi amaçla ve hangi yıl yaptığı hala bilinmiyor.Kaynakwh webhatti.com: Deniz Kenarındaki Esrarengiz Taşlar

DEVLERİN GEÇİDİ: İrlanda sahillerinde, on binlerce çok kenarlı sütun... Coğrafyacılar, bu garip oluşuma "Giant`s Causeway-Devlerin Geçidi" adını takmışlar. Efsaneye göre bu sütunları, Staffa Adası`ndaki sevgilisine yürüyerek gidebilmek için, İrlanda halk efsanelerinin büyük kahramanı Finn MacCool adlı bir dev çakmış. Sislerle kaplı bir sahildeki bu oluşum,bilgisayar ile oluşturulmuş bir grafiği andırıyor. Devlerin Geçidi, sanki başka bir dünyanın parçası.

40,000 bazalt sütunundan yapılan ünlü dev Giant`s Gateway`in (UNESCO tarafından Dünya Mirasları arasına alınan) de olduğu konusunda elde bu efsaneden başka bir bilgi yok.

İŞTE BU ESRARENGİZ TAŞLARIN MUAZZAM GÖRÜNTÜSÜ..

 

 



manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Yunan Mitolohjisi - Greek Mythology>
  29.Eki.2010 Cum 01:25:37

İlyada Destanı

İlyada Destanı

Homeros’un Ilias, ya da İlyada adlı büyük destanı, Ilyon; yani Troya destanı adını taşıdığı halde, Troya savaşı efsanesinin ancak kısa bir bölümünü yansıtır:

Akhilleus’un orduların yöneticisi Agamemnon’a karşı öfkesi ve savaştan çekilmesiyle başlar, Akhilleus’un savaşa dönmesi, Hektor’u öldürüp Troya şehrinin çevresinde sürüklemesi, sonra da ölüsünü babası Priamos’a geri vermesiyle biter.

BÖLÜM I. (A) Sesleniş - Akhilleus’ un öfkesi.

Ozan Musa’lara seslenip konusunu belirtir: Akhilleus’un öfkesi, bu yüzden Akça’lar arasında beliren veba salgını.

Akha’ların Troya ovasındaki gemi ordugahındayız. Tanrı Apollon’un rahibi Khryses gelir, Agamemnon’un tutsak olarak alıkoyduğu kızı Khryseis’i geri ister. Agamemnon kızı vermediği için tanrı Apollon Akha ordusuna veba salar.

Dokuz gün dokuz gece ordu hastalıktan kırılır. Bilici Kalkhas kızı geri vermeyi buyurur. Agamemnon kızı vermeye razı olur, ama onun yerine Akhilleus’un tutsağı Briseis’i alacaktır. Akhilleus’la Agamemnon bu yüzden kavgaya tutuşurlar. Agamemnon Briseis’i alır, ama Akhilleus da barakasına çekilir: savaşa artık katılmayacaktır. Anası deniz tanrıçası Thetis’ ten öcünü almasını ister. Thetis Olympos’a çıkıp Zeus’tan yalvarır: Akhilleus savaştan uzak durdukça Akça`lar zaferi kazanamasınlar. Zeus söz verir, Akça`lar dan yana olan karısı tanrıça Hera ile kavga ederler. Hephaistos tanrı onları yatıştırır.

BÖLÜM II. (B) Agamemnon’un düşü - Toplantı - Gemilerin sayımı.

Zeus Agamemnon’a yalancı bir düş gönderir: Troya’yı alabileceğini bildirir. Agamemnon Akha’ları toplantıya çağırır, onları denemek ister: Herkesin dokuz yıllık savaştan bıktığını, yurtlarına dönmek istediklerini anlar. Thetis olayı. Ordu savaş düzenine girer. Ozan bir daha Musa’ya seslenir ve Akha ordularının, komutanlarının ve şehirlerinin adlarını, gemilerinin sayısıyla saymaya koyulur. Ayni sayım Troya’lilar için de yapılır. Troya ordusu da safa dizilir.

BÖLÜM III. (1) Antlar - Surların üstündeki sahne - Paris’le Menelaos’un teke tek savaşı.

İki ordu karşı karşıyadır: Paris Menelaos’la teke tek savaşa girişmeyi teklif eder. savaşı kazanan Helena’yı alacaktır. Teklif kabul edilir, Priamos’u çağırmaya giderler.

Sahne değişir: Priamos’la ihtiyarlar heyeti surların üstünde dizilip tek tek savaşı gözetlerler. Helene gelir, onlara Akha yiğitlerini tanıtır. Teke tek savaş baslar, Menelaos Paris’i alt etmek üzereyken tanrıça Aphrodite araya girip Paris’i kaçırır, Helene’yi de kocasının yanına götürür. Helene’nin Aphrodite’ye, sonra da kocasına çıkışması.
 

BÖLÜM IV. ( Yeminlerin bozulması Agamemnon’un orduları teftişi.

Olympos’ta: Zeus, Hera ve Athena arasında çatışma. Hera, Lykia’lı Pindaros’un savaşmama andını bozmasını sağlar. Menelaos’un yaralanması. Gene silaha sarılan orduyu Agamemnon gözden geçirir. Savaş baslar: Akha yiğitlerinden Antilokhos, Aias ve Odysseus birçok Troya’lıyı öldürürler.

BÖLÜM V. (E) Diomedes’in kahramanlıkları.

Bütün bölüm Akha yiğidi Diomedes’in kahramanlıklarına ayrılmıştır: Korkunç bir boğuşma baslar, tanrılardan Ares, Athena ve Aphrodite de savaşa karışırlar. Aineias’la Diomedes arasındaki savaş. Aphrodite’nin araya girip yaralanması. Diomedes savaş tanrı Ares’i yaralar.

BÖLÜM VI. (Z) Hektor’la Andromakhe’nin buluşması.

Hektor şehre gelir, anası Hekabe’ye Athena tapınağına sunular koymasını söyler. Bu arada Diomedes Lykia’lı Glaukos’la çarpışırken, aralarında konukluk bağları olduğu anlaşılır, savaştan vazgeçip silahlarını değiş tokuş ederler. Bellerophontes efsanesinin anlatılması. Hektor bati surlarının önünde karisi Andromakhe ile küçük oğlu Astyanaks’a rastlar. Aralarındaki aile sahnesi.

BÖLÜM VII. (H) Hektor’la Aias arasındaki çarpışma . Ölülerin kaldırılması.

Hektor, Akha’ların en seçkin yiğitlerinden biri Telamon oğlu Aias’la teke tek savaşır. Basa bas gelip ayrılırlar. Ölüleri toplamak için savaşa ara verilir. Akha`ların ordugahı bir sur ve bir hendekle çevirmeleri. Olympos’ta tanrılar arasındaki tartışma.

BÖLÜM VIII. (æ) Zeus’un Ida dağından savaşı yönetmesi.

Zeus Troya savaşının yönetimini ele alır, bunun için de gelir Ida dağının doruğuna yerleşir. Üstünlük Troya’lılardadır, Akha’lar hendeğe kadar çekilirler.

BÖLÜM IX. (1) Akhilleus’a gönderilen elçiler - Yiğidin barakasındaki tartışma.

Akha’lar toplantısında Akhilleus’un savaşa dönmesini sağlamak için ona elçiler gönderme kararı verilir. Aias’la Odysseus elçi seçilirler. Akhilleus onları iyi karşılar, ağırlar, ama savaşa dönmeme kararını bildirir. Lalası Phoiniks’in bütün yakarmaları boşa gider. Haberi alınca Akha’lar arasındaki üzüntü.

BÖLÜM X. (K) Odysseus’la Diomedes’in keşfe çıkmaları - Dolon.

Gece toplanan kurultay: Akha`ların en yaşlı önderi Nestor Troya’lilar kampına gözcü gönderilmesini salık verir. Odysseus’la Diomedes görevlendirilirler. Yolda Troya’lıların gözcüsü Dolon’a rastlarlar, ağzından birçok bilgi aldıktan sonra onu öldürüp dönerler. Trakya’lıların cins atlarını kaçırırlar.

BÖLÜM XI. (A) Agamemnon’un kahramanlıkları.

Destanın yirmi altıncı gününde üçüncü büyük çatışma. Hektor’la Agamemnon’un karşılaşması, Agamemnon, Diomedes ve daha birçok Akha yiğidinin yaralanması. Akha’larda telaş. Nestor, Akhilleus’ un arkadaşı Patroklos’a dert yanar.

BÖLÜM XII. (M) Duvar dibindeki savaş.

Troya’lilar duvara saldırır. Kıyasıya çarpışma. Lykia’lıların duvarda delik açmaları. Korkunç boğuşma. Akha`ların gemilere doğru kaçışması.

BÖLÜM XIII. (N) Gemilerin önündeki savaş.

Akhalardan yana olan tanrı Poseidon savası Semendirek adasından gözler. İki Aias’i Troya saldırısına karşı koymaya kışkırtır. Her iki tarafta da yararlık gösterenler olur, ama Troya’lilar gemilere kadar sokulurlar.

BÖLÜM XIV. (ß) Zeus’un aldatılması.

Akha’larda şaşkınlık. Hera, Zeus’u bastan çıkarmak için bir düzen kurar. Tanrıça Aphrodite’den cinsel istek uyandıran memeliğini alır, süslenir püslenir ve Ida dağında Zeus’u bulup onunla sevişmesini başarır. tanrı sevişmeden sonra uykuya dalar, o sırada Poseidon Akha`ların yardımına koşar.

BÖLÜM XV. (0) Duvara ikinci saldırış.

Zeus uyanır, Hera’ya çıkışır. Poseidon uzaklaşır, Zeus Apollon tanrıyı Hektor’a gönderir. Hektor gene duvara saldırır. Akha’lar gene gemilere kadar gerilerler. Durum Akha’lar için çok kötüdür.

BÖLÜM XVI. (II) Patroklos destanı.

Patroklos gelir, Akhilleus’a bu korkunç durumu bildirir, Akhilleus gitmeyecekse, kendi savaşa gidip dövüşmeye kararlıdır. Yiğitten silahlarını ister. Akhilleus arkadaşına silahlarını verir. Patroklos Akhilleus’un silahlarıyla karşılarına dikilince, Troya’lilar önce bozguna uğrar, sonra Lykia`lı önder Sarpedon Patroklos’la dövüşür ve ölür. Bas tanrı Zeus’un kadere boyun eğerek oğlu Sarpedon’u feda etmesi. Sarpedon’un ölüsü çevresinde çarpışma. Patroklos Hektor’u bati kapılarına kadar kovalar. Apollon’un kışkırttığı Hektor Patroklos’u vurur. Patroklos’un ölümü.

BÖLÜM XVII. (P) Menelaos’un kahramanlığı.

Akha yiğitleri Patroklos’un ölüsünü Hektor’un elinden kurtarmak için dövüşürler, ama Hektor ölüyü silahlarından soymayı başarır. Akhilleus’un ölümsüz atlarının ağlaması. Zeus Troyalı’lara zaferi müjdeler. Akha`ların bozgunu. Patroklos’un ölüsü alınır ve kara haber Akhilleus’a götürülür.

BÖLÜM XVIII. (€) Akhilleus’a yeni silahlar yapılması.

Akhilleus’un korkunç yası. Deniz tanrıçası Thetis’i çağırıp yeni silahlar istemesi. Thetis’in demirci tanrı Hephaistos’a bas vurması. Silahlar destanı.

BÖLÜM XIX. (T) Akhilleus’la Agamemnon arasındaki barışma.

Thetis silahları oğluna götürür. Akha`ların toplantısında Akhilleus’la Agamemnon barışırlar. Ordular silah kuşanır. Savaş hazırlıkları. Akhilleus için kara belirtiler: Hektor’u öldürdükten sonra kendi ölümü de yakındır.

BÖLÜM XX. (Y) Tanrıların savaşa karışması.

Olympos’ta tanrılar toplantısı: Zeus izin verir, her tanrı istediği gibi yardim edebilecektir savaşa. tanrılar iki cepheye ayrılır: Hera, Athena, Poseidon, Hermes, Hephaistos Akha’lardan yana, Ares, Apollon, Artemis, Leto ve Aphrodite Troya’lılardan yanadır. Akhilleus’un Aineias’la karsılaşması, Aineias’in savaş meydanından kaçırılması.

BÖLÜM XXI. (€) Irmak kıyılarında savaş.

Akhilleus kudurmuş gibidir, önüne gelen Troya`lıyı insafsızca tepeleyip Troya ovasında akan Skamandros ve Simoeis ırmaklarına atar. Kanlarla kızıla boyanan ırmaklar kabardıkça kabarır. Irmak tanrı Skamandros öfkelenir, yatağından çıkıp Akhilleus’u kovalamaya baslar. Derken ateş tanrı Hephaistos ırmakların karşısına dikilip alevleriyle onları durdurur.

Sahne Olympos’a yükselir: tanrılar arasında kavga dövüş. Akhilleus Troya’lıları püskürte püskürte Troya’nın surları önüne gelir. Troya’lilar surların içine sığınırlar.

BÖLÜM XXII. (X) Hektor’un ölümü.

Bir Hektor surların dışında kalır. Priamos’la Hekabe yalvarırlar içeriye girip korusun diye, yiğit anasına babasına aldırmaz. Hektor’un iç tartışması. Korkuya kapılması. tanrılar seyircidir. Sonunda Zeus kader tartısını kaldırır: Hektor’un ölüm kefesi ağır basar. Apollon bile onu korumaktan vazgeçer. Tanrıça Athena Troya’lı yiğit Deiphobos’un kılığına girip Hektor’u aldatır. Hektor Akhilleus’ un karşısına dikilir. Çarpışırlar. Hektor ölür. Akhilleus ölüsünü yedi kez Troya surlarının çevresinde sürükler. Troya surlarından seyredilen korkunç sahne. Andromakhe’nin bayılması.

BÖLÜM XXIII. (’{`) Patroklos’un ölüsüne düzenlenen yarışmalar.

Akhilleus’un ordugahında Patroklos’a yapılan ölü törenleri. Akhilleus’un yası. Patroklos’un yakılması. yarışmalar.

BÖLÜM XXIV. (Q) Priamos’un Hektor’un ölüsünü geri alması - Hektor’a ağıtlar.

Gece. Kral Priamos tanrı Hermes’in kılavuzluğunda Hektor’un ölüsünü geri almak için Akhilleus’un barakasına gelir. Priamos’la Akhilleus arasındaki konuşma. Akhilleus yumuşar: Hektor’un ölüsünü babasına geri verir. Priamos ölüyle Troya’ya döner. Hektor’a ağıtlar yakılır. Dokuz gün Hektor’un ateş yığını için odun taşınır. Onuncu günü yapılan cenaze töreniyle İlyada kapanır.



manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Önemli Bilgiler >Narsistik Kişilik Bozukluğu (Kendini Beğenmişlik Hastalığı) | Narsisistik Kişilik Bozukluğu>
  29.Eki.2010 Cum 00:10:40
Nergis çiçeğine adını veren Narkissos`un öyküsü hemen her çağda şairlere esin kaynağı olmuş bir öyküdür. Narkissos, Eski Yunan da, Olimpos dağlarında Tanrıların hüküm sürdüğü dönemde çok yakışıklı bir gençmiş ve Tanrıça Hera’nın da eşlerinden biriymiş. Ekho adında bir peri de Narkissos’u gördüğü andan itibaren ona büyük bir tutkuyla bağlanmış. Hera bunu öğrenmiş ve Ekho’yu cezalandırmak istemiş. Ekho dağlardaki peri arkadaşlarının yanına gidip hep birlikte konuşurlarken Hera çıkagelmiş ve tüm periler etrafa kaçışmış. Bir tek Ekho orada kalmış. Hera onun Ekho olduğunu hemen anlamış ve ona büyü yapmış: “Bundan sonra tek kelime bile söyleyemeyeceksin. Ancak birisi konuştuktan sonra ağzını açabileceksin. Söyleyebileceğin şeyler de söylenen cümlenin son kelimesi olacak. Asla ilk kelimeleri söyleyemeyeceksin.” Ekho bu duruma çok üzülmüş. Gizlice Narkissos’u hep izliyormuş, ancak konuşamadığı için hiç yanına yaklaşamıyormuş. Bir gün Ekho’ya umut doğmuş. Narkissos: “Kimse var mı burada?” demiş ve Ekho hemen  “burada” demiş; ama görünebileceği bir yere çıkmamış. Ardından Narkissos “gel” demiş ve Ekho’da “gel” demiş ve saklandığı yerden çıkmış. Narkissos karşısında bir peri görünce hemen kaçmış.  Sonra Narkissos’a aşık olan kızlardan biri Tanrılardan onu cezalandırmaları için yardım istemiş. Tanrılar da ona sadece kendisini sevmesi için bir lanet  okuması görevini Tanrıça Nemesis’e vermiş. Narkissos bir gün çok susamış ve göl kenarında su içerken suda yansımasını görmüş ve o ihtişamlı yakışıklılığı çok hoşuna gitmiş. Kendisine olan sevgiyle yanıp tutuştuğunu ve bunu sadece ölümün çözebileceğini düşünmüş. Anında su kıyısında erimeye başlamış. Ruhu ölüler ırmağından yeraltına, Persephone’nin diyarına inerken son kez sudaki yansımasına bakmış.  Hemen oraya periler gelmiş ve etrafta Narkissos’u aramaya başlamışlar. Cesedini gömmek istiyorlarmış, ancak hiçbir yerde ceset bulamamışlar. Bu sırada cesedinin eridiği yerde de çok güzel sarı bir çiçek açmış. Cesedini bulamayan periler onun anısına bu çiçeğe Narkissos (nergis) adını vermişler.
 Narkissos`un öyküsünü en güzel anlatanlar arasında Latin şairi Ovidius’da vardır. Narkissos yalnız kendi güzelliğine âşık olur. Kadınları küçümseyip hiçbiri ile görüşmez. Onu gizlice seven Nymphe (orman perisi) Ekho bu duruma çok üzülür ve tek başına bir mağaraya çekilip orada kendiliğinden erir, bütün vücudu yok olup, kanı buhar olur. Ovidius der ki; “onun sesinden ve kemiklerinden başka bir şey kalmadı; sesi ses olarak saklandı, kemikleri bir kaya biçimini aldı.” O günden beri dağ başlarında görülmez; fakat acı ile kıvrandığı derin ormanların içinde, kendisini çağıranlara ses verir. Aphrodite, hor görülen bu zavallı Nymphe`nin öcünü alır. Bir gün Narkissos, bir pınarın duru suları üzerine eğilince suda kendi aksini görür ve ona yani kendisine delice âşık olur. Durup ona uzun uzun bakar; bundan hem zevk hem de acı duyar. Aşk içini yakmıştır bir kere o da kendi aşkından erir, biter. Onun yerine, adını taşıyan ve güzel delikanlının hayatını hatırlatan sarıçiçek biter. Bir başka bir anlatışa göre ise; Narcissus küçük bir gölcükte sürekli olarak suya akseden kendi görüntüsünü seyredermiş. Narsisizm yani kendini sevme bu efsaneden adını almıştır. Narcissus göl kenarında kendini hayran hayran seyrederken ölmüş ve bir yıl sonra öldüğü yerde mis gibi kokan çiçekler çıkmış, Tanrıların Tanrısı Zeus`un kızı Echo (Eşo) açan çiçeği çok beğendiği ama asla yüz bulamadığı Narcissus`un göbeğine benzettiği için, bu mis gibi kokan çiçeğe narcissus adını vermiş ve dilimize nergis olarak gelmiştir.
Narsisizm ve narsisistik kişilik bozukluğu birden farklıdır ve ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Narsisizm veya özseverlik, kişinin kendisine duyduğu cinsi arzu, kabaca tabirle kişinin kendisine âşık olması olarak tanımlanan bir terimdir. Narsisizm, ilk kez Ellis tarafından 1898′de kullanılan terimdir. Eğer, kişi kendini aşırı beğeniyorsa ve seviyorsa; aynaya, fotoğrafa veya ekrana baktığında kendine hayranlık duyuyorsa ve bu hayranlığın ardından, “iyi ki varım, ben muhteşem bir varlığım, Tanrım ne kadar mükemmelimdiyorsa; bunu da toplumdaki diğer kişilerin gözlerine batırmaktan zevk alıyorsa; o kişi üst derecelerden bir narsistir.Sigmund Freud; narsisizmi “dış dünyadan soyutlanan libidonun yani cinsel enerjinin egoya yönlendirilmesi” şeklinde açıklamıştır. Horney’e göre narsisistik kişinin diğer insanlarla duygusal bağları çok zayıftır ve sevme kapasitesini yitirmiş olmanın boşluğunu yaşar. Yani narsisizm kendini sevmeyi değil, kendine yabancılaşmayı simgeler. “Ayna ayna söyle bana var mı benden daha güzeli” sözü narsisizmin simgesi olmuştur. Yani herkes onlara, onlar kendilerine hayrandır.
NKB-Narsisistik kişilik bozukluğu olan kişiler, başkalarının düşünce ya da isteklerine gereken ilgiyi gösteremeyen kişilerdir. Plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında, gereken ilgiyi göremediklerinde aynı yukarıda anlatılan narkissos gibi erirler veya çökerler. Üstünlük duygusu, beğenilme gereksinimi, hayranlık beklentisi ve empati yapamama NKB’nuntemel özellikleridir.
Diğer insanlara kıyasla özel ve üstün biri olduğunu düşünen narsist kişinin tüm çabası; yaşadığı dünyada yeterli, değerli, sevilen, hayranlık beslenen, anlamlı ve meşru bir varlık olduğunu diğer insanlara tasdik ettirmektir. Bu nedenle narsisizmeKendini Beğenmişlik Hastalığı” da denir.
NKB tanısı alanların %80’ni erkektir.
DSM-IV tanı ölçütleri:
Aşağıdakilerden en az beşinin olması ile belirli, genç erişkinlik dönemimde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, üstünlük duygusu, beğenilme gereksinimi ve empati yapamamanın olduğu sürekli bir kişilik örüntüsüdür.
1-Kendisinin çok önemli olduğu duygusunu taşır.
2-Sınırsız başarı, güç, zekâ, güzellik veya kusursuz sevgi düşlemleri üzerine kafa yorar.
3-Özel ve eşi bulunmaz birisi olduğuna ve ancak başka özel veya toplumsal durumu üstün kişilerin kendisini anlayabileceğine ya da ancak onlarla arkadaşlık edebileceğine inanır.
4-Çok beğenilmek ister.
5-Hak kazandığı duygusu vardır.
6-Kişilerarası ilişkileri kendi çıkarı için kullanır, amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf taraflarını kullanır.
7-Empati yapamaz.
8-Çoğu zaman başkalarını kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığını sanır.
9-Küstah, kendini beğenmiş davranış ve tutumlar sergiler.
Gabbard, NKB’nun 2 tipini tanımlamıştır.
1-Kayıtsız Narsist:Diğerlerinin tepkilerinin farkında değildir. Kibirli ve agresiftir. Kendisiyle meşguldür. Dikkat merkezi olmaya ihtiyaç duyar. “Vericisi var ancak alıcısı yoktur.” Duygularının incinmesinden etkilenmez görünür.
2-Tedirgin Narsist:Diğerlerinin tepkilerine yoğun bir duyarlılık gösterir. Ketlenmiş, utangaç veya kendini silicidir. Dikkati kendinden çok diğerlerine yönelmiştir. Dikkat merkezi olmaktan kaçınır. Aşağılanma ve eleştiri kanıtı elde etmek için diğerlerini dikkatle dinler. Kolaylıkla incinen duygulara sahiptir; utanç duymaya ve kendini aşağılanmış hissetmeye eğilimlidir.
Genellikle kendini beğenmiş, soğuk, mesafeli, kibirli, üstten bakan, hak etmişlik duygusuyla olayları değerlendiren ve çekici görünen narsist kişi, gerçekte bilinçdışında kendilik değerlerinde, kendine güven ve saygı duymada ciddi sorunlar yaşayan kişidir. Yani bir nevi iç dünya ile dış dünyanın bir zıtlığı söz konusudur.
Tetiklenmedikleri, tahrik edilmedikleri ya da bir travmaya uğramadıkları sürece ciddi bir davranış bozukluğu göstermeyebilen narsist kişiler, sosyal ve mesleki alanda oldukça başarılıdırlar. Peki, bu durumda bir kişinin narsist olup olmadığı nasıl anlaşılır? Bu sorunun yanıtı için aşağıdaki kriterlerin o kişide olup olmadığına bakmak gerekir:
—Kendi kişisel öneminden, geçmiş ve şimdiki başarılarından sürekli bahsederse,
—kibirli davranıyorsa,
—bazen kendini alçak gönüllülük ve alttan alma ile gizlemeye çalışıyorsa,
—çok önemli, yetenekli, başarılı biri olduğuna inanıyorsa,
—karşısındaki kişinin dinlemesini ve  onay vermesini bekliyorsa,
—ilişkide olduğu kişiyi sömürücü bir biçimde kullanmaya eğilimliyse,
—karşısındaki kişiye, farkında olmadan, sıradan bir kişi veya nesne gibi bir his yüklüyorsa,
—kendi kendine yeten bir kişilik tipi sergiliyorsa,
düşüncelerinin önem ve tutarlılığını devamlı vurguluyorsa,
—toplumdaki şahsi itibarını ön planda tutuyorsa,
—aşırı derecede hayranlık beklentisi içindeyse,
—eleştiriye tahammülsüzlük gösteriyorsa,
—başkalarının söylediklerine pek ilgi göstermiyorsa,
—hak edecek bir şeyler yapmadığı halde kendisine özel biriymiş gibi davranılmasını bekliyorsa, bir kişinin narsist olup olmadığıanlaşılabilir.
İnsanların takdirini, onayını, sevgisini, beğenisini ve hayranlığını kazanmanın peşinde koşan narsistler;kendilerinden memnuniyet duymak, rahat ve huzurlu olabilmek, kendilerini sevilebilir hissetmek için her zaman ve her ortamda mükemmel veya kusursuz görünmeye ihtiyaç duyarlar. İnsanların hayranlığını kazandıklarında, onların gözünde mükemmel göründüklerinde, takdir edildiklerinde veya gözlerinde yücelttikleri kişinin onayını hissettikleri durumda; kendilerini başarılı, dengeli, iyi, sevilebilir, güven dolu ve mutlu hissedebilirler. Bu olmadığı takdirde hissettikleri başarısızlık, umutsuzluk, bunalım, huzursuzluk, sıkıntı ve çökkünlüktür.
Narsistlerin duygusal yaşamları sığdır, duygusal derinlikten yoksundurlar, diğer insanlardaki karmaşık duygulanımları fark etmede başarısızdırlar. Borderline (sınır) kişiler gibi çabuk alevlenen ve çabuk sönen duygulanımlara sahip olabilirler, terk edildiklerinde veya hayal kırıklığına uğradıklarında görünüşte depresyona benzeyen tepkiler verirler. Ancak bu tepkiler yakından incelendiğinde değer verilen kişinin kaybı karşısında duyulan hakiki bir üzüntüden çok, intikam arzularıyla yüklü kızgınlık ve kin içeren duygular olarak fark edilebilir. Yani gerçekten, yürekten veya derinden bir üzüntü duyamazlar, yas yaşayamazlar.
Narsistler, genellikle, ortalıkta kasılarak gezen, ün, şan ve şöhreti seven, hava atan, çaka satan kişilerdir. Sıradan insan olmak korkuları nedeniyle hep daha çok şey isterler. Hep el üstünde tutulmak, baş tacı edilmek ve övülmek isterler. Hep özel olmak, hep özel muamele görmek veya özel hissedilmek isterler. Öztürk’e (1994) göre; kendilerini fiziksel ve ruhsal yönden aşırı beğenen ve üstün gören, sürekli beğeni, ilgi ve onay bekleyen; gittikleri her yerde hemen özel bir yeri hak ettiğine inanan kişilerdir. Kendilerini özel gördükleri için herkese geçerli kuralların kendileri için geçerli olmadığına inanırlar.
Yetinme duygularının olmaması çok hırslı olmalarına neden olur. Kendilerinin gerçek sınırlarını bilemezler. Kendilerini bir bütünün parçası gibi görmedikleri ve her şeyi kontrol edebilecekleri duygusu yaşadıkları için sürekli gerilim halindedirler. “Mezarlıktan ıslık çalarak geçmek” pek çok insanın yaptığı şeydir. Kişi gerçekte korkuyordur ama korkmuyor taklidi yapmak zorundadır. İşte bunun gibi narsistlerin bir kısmı eksiklik, değersizlik ve aşağılık duygularını bastırmak için kendilerine güveniyor rolü yaparlar. Fakat bu rolü içselleştirdikleri için güvenli gözükürler. Narsistin kendini beğenmesi ve büyüklenmesi ile bir öteki insanın gözündeki hayranlığına muhtaç olması anlaşılması çok zor ve çelişkili bir durumdur. Yani gerçekte ne olduğundan ziyade nasıl göründüğünü daha çok önemseyen narsist kişi için görünenle iç dünya aynı değildir. Bu nedenle kendini devamlı olarak dışarıdan bir gözle izleyen narsist kişi için imaj ve dışarıya karşı nasıl göründüğü çok hayati bir önem taşır. Özbenliğiyle dışarı yansıttığı imajı arasındaki bu zıtlık narsist kişinin yapaylık, yapmacıklık ve sahtelik hissi yaşamasına yol açar. Ancak sevgiyi, beğeniyi, hayranlığı veya başarıyı elde ettiğindeyse aslında sevilenin sahte kendiliği olduğunu hisseder, içten içe gerçekten sevilmediğini bilir. Bu farkındalık da elde ettiği hayranlığın keyfini ve coşkusunu gölgeler. Bu yüzden gerçek mutluluğu, bir kedinin kuyruğunu yakalayamaması gibi, asla hissedemezler, sadece mutluymuş gibi yaparlar. Hakiki gereksinimlerini hiçbir zaman tatmin edemeyen narsistlerin başarıları ve tatminleri ancak onlara yalancı ve geçici bir mutluluk yaşatır. Yani her türlü sözde tatmine rağmen tam anlamıyla mutlu ve tatminkâr olamamaları tipik yakınmalarıdır. Kronik tatminsizlik ve memnuniyetsizlik hissi narsist kişiler için oldukça karakteristiktir. Şu an, daima kusurlu ve eksiktir, umut hep karşı kıyıdadır, hep bir umutla sürekli başarı, hayranlık, ideal aşk, ideal partner peşinde sonsuz bir arayış içinde koşar durur. Bu arada hayat geçip gider.
Çoğu zaman terapiye başvurma sebepleri arasında en başta gelen ve tarif etmekte zorlandıkları;
—derin bir boşluk,
—can sıkıntısı,
—anlamsızlık,
—tatminsizlik,
—umutsuzluk veya
—karamsarlık hisleri yaşarlar. Bu hislerini bastırmak ve içsel boşluklarını doldurmak için narsistler çeşitli şekillerde eyleme vurma adını verdiğimiz davranışlar sergilerler. Eyleme vurma; bilinçdışı bir arzu veya dürtünün eylem şeklinde doğrudan ifadesidir. Yani bilinçdışı fantezilerin dürtüsel davranışla yaşama geçirilmesidir. Eyleme vurma ilk kez Freud tarafından ortaya atılmıştır. Narsistlerde görülen eyleme vurmalar;
—derinliği ve geleceği olmayan gelişigüzel yüzeysel ilişkiler,
—anlamsız veya sapkın cinsel etkinlikler,
—alkolizm,
—madde kullanımı,
—aşırı başarı hırsı,
—iş koliklik,
—ideolojik, dinsel ve grupsal fanatizm, şeklinde sıralanabilir.
Narsist kişiler diğer insanlara yönelik ilgi ve empati yoksunluğu sergilerler. Empati yani başkalarının ne hissettiğini anlama yetenekleri gelişmemiştir. Yani çevrelerindeki insanların duygularına ve düşüncelerine empati göstermezler, gösterir gibi göründüklerinde ise; o kişinin minnettarlığını harekete geçirip onu kendi beğenilme ihtiyaçları doğrultusunda davranmaya zorlarlar. Aldıkları kararlar başkalarını etkilese de onlar için bunun bir önemi yoktur. Benmerkezci düşünürler. İş arkadaşlarının yanı sıra mahremini paylaştıkları eşleri ve çocukları da bu durumdan paylarını alırlar.
Kendinde görmeye tahammül edemedikleri, kurtulmaya veya saklamaya çalıştıkları eksiklik veya kusurlara karşı oldukça hassastırlar ve bu özelliklere sahip olduğunu düşündükleri kişileri küçümser, aşağılar ve değersizleştirirler. Yani insanlara değer vermezler. Mevcut tüm başarılar ön görü, zekâ, strateji, güç ve kararlılık sayesinde onların bir eseridir. Ancak tıpkı yüzlerce yıl önce Mevlana’nın dediği gibi insan, kendi kusurlarını gidermeden başkasıyla uğraşmamalıdır. Zaten kendisi de aynı kusuru işlerken başkasını o kusurdan men etmesi de çok faydalı olmayacaktır.
“Karşısındakinde gördüğün suç, sendeki suçun cinsindendir. Önce o huyu kendi tabiatından atman gerek. Sendeki çirkin huy, sana onda göründü. O sana âdeta bir aynadır
Mevlana
 Kendini sürekli biçimde olması gerekenden eksik hisseden narsist kişi gözünde yücelttiği kişiye özenir, onu görünüş ve davranış olarak taklit edebilir. Başkalarını olduğu kadar kendini de acımasız bir biçimde eleştirebilir. Kendini iyi hissetmek, büyüklük ve üstünlük hissini pekiştirmek için sürekli bir şeyler yapmak zorunda hisseden ve performans zorlantısı içinde olan narsist kişi; sürekli olarak mükemmel olması gerektiğine inandığı imajını diri tutacak eylemlerde bulunur. Eylemlerinde kendisini onaylayan ve alkışlayan kendi benliğinin uzantısı olarak gördüğü bir kitle yaratır. Canlı ve cansız tüm nesnelerin kendi mükemmelliğini yansıttığına inanır. Oturduğu ev, bindiği araba, giydiği kıyafetler, gittiği mekânlar, beraber olduğu partnerler, ilişki içinde olduğu tüm insanlar narsistin mükemmelliğinin bir kanıtı olacak seviyede olmalıdır. Dünyayı şöhretli, zengin, büyük ve önemli insanlar ile aşağılanabilir, değersiz, düşük kalitede insanlar şeklinde ikiye böler. Narsist kişi, ilişkide bulunduğu insanlardan sevilme ve hayranlık gereksinimlerini kusursuz biçimde karşılamasını bekler. Âdete buna hakkı olduğuna derinden inanır, ya hayranlık bekler ya da yücelttiği insanın gücüne sığınmak ister. Bu beklentisi karşılanmadığında şiddetli bir hüsran ve öfke yaşar, ilişkide olduğu insanı değersizleştirerek, ona hakaret ederek karşılık verir. Değersizleştirmeyi hayal kırıklığı olarak yaşantılar ve meşrulaştırır. Bilinçdışı olarak çocuksu bir beklentiyle dünyanın arzusuna göre şekillenmesini ve gereksinimleri doğrultusunda vaziyet almasını uman narsist kişi; tıpkı borderline bir kişi gibi, duygusal yatırımlarda bulunduğu “iyi kişi” düşüncelerine, duygularına veya beklentilerine uygun davranmadığında birden onu “kötü kişi” haline dönüştürebilir. Yani hayat bazen iyidir, bazen kötüdür, narsistin mahremindeki insanlar da duruma göre iyidir, duruma göre kötü olabilir. Devamlı takdir edilme, sevilme, adam yerine konulma, itibar görme, iltifat bekleme çabasındadırlar. Övgü, hayranlık dolu bakışlar narsist kişinin en temel besin maddelerinden biridir. Lehte muamele görmeye, kayrılmaya, el üstünde tutulmaya, hep önde olmaya hakları olduğunu düşünürler. Büyük, önemli, zengin ve güçlü gruba değil de alt gruba ait olmaktan çok korkan narsist kişi için sıradan olmak, fark yaratamamak veya dikkat çekememek çok aşağılayıcı ve korkutucu olabilir. Mükemmel görünmediğini hissettiğinde kendini değersiz, önemsiz, yetersiz, zavallı, kusurlu, hiçbir işe yaramayan ve bir hiç gibi hisseden narsist kişide bu dönemlerde;
hipokondriya (hastalık hastası olma),
öfke patlamaları,
hakaret etme,
aşağılama,
depresip mizaç,
uykuya meyil (regresyon),
toplumdan kaçma (şizoid geri çekilme),
ölüm anksiyetesi,
fantezik dünyaya kayma veya sık sık fantezi kurma,
cinsel sapkınlıklar,
sık mastrübasyon yapma veya
paranoid kaygılar yoğunlaşabilir. Çünkü narsistin bilinçdışı olarak tüm gayreti kendisine derin bir ıstırap veren değersizlikle yüklü özbenliğini inkâr etmektir. Mükemmel olmaktaki başarısızlıkları şiddetli utanç duygularını açığa çıkartabilir.
Sıklıkla kalıbının adamı olamadıklarından yakınan narsist kişiler bazen kendilerini olgun veya yetişkin hissedemezler, çocuksu hissederler. Bu nedenle de günlük yaşamlarında üzerlerine düşen yetişkinlik sorumluluklarını adeta bir görev gibi veya zorlanıyormuşçasına yerine getirirler. Hayatlarının sorumluluğunu almaktan, varoluşsal ihtiyaçlardan kaynaklanması gereken kendi gerçek arzularını gerçekleştirmekten kaçınırlar. Yani kendi arzuları peşinde gitmektense ötekilerin arzusunun bir parçası olmayı tercih ederler.
Narsistler yapılan eleştirilere, bir yarışta kaybetmeye, başarısızlığa, düzensizliğe ve hata yapmaya karşı oldukça hassastırlar, bu durumda kendilerini yetersiz, değersiz, incinmiş ve küçük düşmüş hisseder. He türlü eleştiriye kapalıdırlar. En samimi, en dostça eleştirilerden bile rahatsız olurlar ve kendisini eleştirenlere düşmanca bir tutum sergilerler. Çünkü kendisini eleştiren kendini bilmez kişiler (!) onun değerini anlayamayan, kötü niyetli ve derinlemesine düşünemeyen zavallılardır. Bu nedenle eleştiriye karşı öfkeyle tepki verirler. Küçük bir düzensizliği, eleştiriyi ve hatayı tehdit olarak algılarlar.
Narsistler için başarısızlık; rekabet içeren bir ortamda birinci, önde gelen ya da tercih edilen kişi olamamak anlamını taşıyabilir. Çünkü rekabeti çok severler, ihtiraslı ve doyumsuz yapıları nedeniyle hep ölesiye mücadele ederler. Güç ve statü takıntıları nedeniyle kazanmak için ellerinden ne gelirse yaparlar. Hatta hile yapmaktan veya yalan söylemekten çekinmezler. Machiavelli`nin “gayeye ulaşmak için her yol mubahtır” felsefesini çok severler. Kuralları ustaca atlatmak, insanları enayi yerine koymak ve başkalarını kullanmak onlara keyif verir. Kullandıkları kişiyle işleri bitince ona sırtlarını dönerler veya vefasızca davranırlar. Çünkü vefasızlık ve nankörlük narsistlere göre normal bir davranıştır. Yani narsist kişilerin insanlarla ilişkileri sömürücüdür. İlişkilerini sanki bir limonun suyunu sıkıp posasını bir kenara çıkarırmış gibi yaşarlar. İnsanlar onun için ya içinden alınıp çıkarılacak besinlere sahip veya içi boş ve değersiz olarak görünürler. Narsistin çevresindeki insanlar âdeta onu doyurmak, onun tarafından kullanılmak ve sömürülmek, ona biricik, özel, ayrıcalıklı, önemli ve üstün biri olduğunu hissettirmek için vardır. Bu nedenle muhatap aldıkları kişiyi kendilerine hayran etmeye çalışırlar. Ancak muhatap olduğu kişi, mutlak itaat eden bir hayran durumuna gelirse o zaman artık onunla ilgilenmeyi bırakır, yeni muhataplar ararlar, çünkü o artık kendisinin hayranı olan zavallı ve değersiz biridir.
Sevgi ve hayranlık bekleme hakkı narsist kişinin iç dünyasında önemli bir yer tutar. Sevmek ve sevilmek için başarılı, kusursuz, mükemmel veya hayranlık uyandırıcı olmak gerektiğine inanır. Bilinçdışı olarak sevilmemekten ve değer görmemekten yakınan narsist kişiler aslında kimseyi gerçekten sevmezler ve değer veremezler. Yani narsist kişinin asıl sorunu aslında sevilmemek değil sevememektir. Sevdiği kişi, yürekten bir sevgiyle bağlanılan biri değil bilinçdışı çatışmalarına karşı ona güven veren, onu dengede tutan ve ona güç veren bir kalkan gibidir. Birini çok fazla seviyor görüldüğünde bile samimi değildir ve çok ince bir istismarı içerir. Çünkü narsist bir kişi için sevgi, o insana, kendisinin bir uzantısı, kendisine haz vermekle veya hayran olmakla yükümlü biri olarak davranması anlamına gelir. Bu durumda narsistlerin sevecen ve saygılı görüntülerine aldanmamak gerekir. Yapaydırlar, çıkarlarını sevmektedirler, koşullu sevmektedirler. Yani narsistler gerçekte insanları sevemezler, kendilerinden nefret ettikleri gibi insanlardan da nefret ederler. Narsist kişi kendini seven değil kendinden nefret eden kişidir. Çünkü kendine yabancılaşmış ve bilinçdışında kendini değersiz, yetersiz, eksik, kusurlu ve küçük gören narsist kişi; gücünü özbenliğinden değil duygusal yatırımda bulunduğu diğer insanların gözündeki hayranlık dolu ışıltılardan alır. Tüm savunmaları nefret ettiği özbenliğini bastırmak ve hayranlık elde etme yoluyla ilişkide olduğu diğer insanların nezrinde kendini sevilebilir hale getirmeye yöneliktir. Ancak bu durumda, kendilik değerini yükseltebilir ve dolayısıyla kendini iyi hissedebilir. Bu nedenle çevrelerindeki insanları sevilme ve hayranlık ihtiyaçları doğrultusunda davranmaya zorlarlar.
Narsist kişiler spontane değildir, içinden geldiği gibi davranamazlar. Yaralı ve kusurlu benliklerinin açığa çıkacağından kaygılandıkları, incineceklerini düşündükleri ve değersizliklerinin ortaya çıkacağından koktukları için kendiliğinden gelişen, aniden oluşan veya birdenbire meydana gelen durumlardan kaçma eğilimindedirler. Bu nedenle hissiz, ölçülü, mesafeli, kontrollü ve hesapçı davranırlar, spontane olamazlar, içsel dünyalarında çok yoğun bir yalnızlık yaşarlar. Samimi, yakın ilişki kuramamaları, kendilerini içtenlikle birine adayamamaları, kendilerini olduğu haliyle, tüm spontanlıklarıyla ortaya koyamamaları, ortaya koydukları takdirde içsel güçsüzlükleri nedeniyle travmaya maruz kalacakları endişesi sosyal hayatta sıkıntılı ilişkiler geliştirmelerine yol açar. Kendilerini oldukları haliyle serbestçe ifade edememeleri, gerçek duygularını yaşayamamaları nedeniyle insanlarla ilişkilerinde kaynaşmış hissedemezler, ayrı tutulma, dışarıda kalmışlık ve dışlanmışlık hisleri yoğundur.
Narsist kişiler kendilerini “güçlü” hissedemediklerinde “bir Tanrı gibi tüm güçlü” olma fantezisi kurarken; bilinçdışında kendini “hiç” hissettikleri için de “biricik” olmak ister. Bilinçdışı bir Tanrı gibi olma fantezileri nedeniyle başarılarını veya yeteneklerini abartırlar, kendilerini çok farklı ve özel bir kişi olarak algılarlar. Kendilerini her şeyden çok sever görünürler. Başarı ve gücün dayanılmaz ağırlığı altında ezilirler. Hatta sorumlu oldukları insanlar veya kurumlar için risk alabilirler. Büyüklenmeciliğin yanı sıra, tıpkı borderline kişiler gibi, güçlü gördüğü kişilerin özelliklerini abartması ancak ilk kusurlarında ya da yaşadığı hayal kırıklıklarında hızla gözden düşürmesi narsist kişinin tipik davranışlarından biridir.
Başkalarını kıskanır, başkalarının da kendilerini kıskandığına yürekten inanırlar.Kronik ve yoğun haset, derinden hissedilen kıskançlık duyguları narsist kişilerin duygusal yaşamlarının temel bir özelliğidir.Narsist kişiler, kendilerinin sahip olmadığına sahip olan veya yalnızca hayattan zevk alıyor görünen insanlara karşı oldukça yoğun haset duyarlar. Aynı şekilde kendilerini mükemmel hissettiklerinde de diğer insanların onlara haset ettiklerini düşünürler. Haset duydukları insanların açığını ararlar. Açıklarını tespit ederlerse onları harcamak için ellerinden geleni yaparlar, son derece kincidirler.
Duygusal ilişkilerinde hâkim taraf olmak isterler. Tatmin edici ve gerçek bir yakınlığı içeren duygusal ilişkiye giremez veya sürdüremezler. İlişkileri genelde kısa sürer veya oldukça sorunludur. Kişilik yapıları gereği kendilerini duygusal olarak içtenlikle birine adayamazlar. Çünkü yakın ilişkiler; kendini ifade etme, ortaya koyma ve empati becerisi, gerektiğinde ötekinin gereksinimleri adına kendi gereksinimlerini ikincil plana alabilme özverisi ve esnekliği gerektirdiği için narsist bireyin zorlandığı bir ilişki tarzıdır. İlişkileri her zaman gizli bir gündeme sahiptir. Yüzeyde aşk ve sevgi veren bir yapı gösterseler bile altta büyüklenmeci benliği ayakta tutacak sevilme ve hayranlık beklentilerini yatmaktadır. Ancak yakın duygusal ilişkiler; insanlardan ve kendinden sakladığı yaralı, boş, değersiz hissedilen ve hiç de mükemmel olmayan gerçek benliğin açığa çıkma veya fark edilme riskini de taşıdığı için narsist kişinin kaçındığı ilişkilerdir.
Narsist kişilerin çoğu kez bağımlı bir yapı sergilediği düşünülür. Sonu gelmez ve asla doyum bulmayan sevilme ve hayranlık talepleri yoğun, mutlak ve ısrarcıdır. Çünkü sevilme ve hayranlık bekleme notasında diğer insanlara âdeta bağımlıdırlar. Bu şekilde kendilerine dair olumsuz hisleri bilinçdışında tutabilmektedirler. Nitekim bu bağımlılık onları kişilerarası ilişkilerde kırılgan ve alıngan hale sokar. Ancak öte yandan, derin bilinçdışı düzeyde insanlara yönelik yoğun güvensizlikleri ve kuşkuları nedeniyle herhangi birine gerçekten samimiyetle güvenemez, ilişkilere kendilerini emniyet duygusu içinde teslim edemezler. Bağımlı olmak; muhtaç olmak, nefret etmek, haset duymak, kendini sömürülme, aşağılanma, kötü muamele görme ve tahrik edilmeye açık hale getirmek anlamına geldiği için narsist kişilerin en büyük korkusu, bir başkasına bağımlı olmaktır. Ötekine bağımlılığı bir zayıflık olarak değerlendirirler. Kendine yeterlilik fantezileri ile bağımlılık gereksinimlerine karşı kendilerini korurlar. Davranış düzeyinde yeterlilik fantezileri kendini katı bir gurur, güçlü ve kendine yeterli görünme, gerçekten ihtiyaç duyduğu birşeyi talep edememe, reddedilme kaygıları, muhtaç duruma düşmekten korku duyma, böyle bir durumda kendini aşağılanmış hissetme ve sosyal hayatı aksatacak derecede içedönük kaçınmacı davranışlar biçiminde açığa vurur.
Her şeyin en iyisini bilen veya en güzelini düşünen narsist kişi; başkalarının fikirlerinin kendi fikrinden önemli ve üstün olmadığına inanır, bu nedenle de diğer değersiz insanlarla oturup sohbet edilmesine, mevzuların tartışılarak doğruya ulaşılmasına gerek yoktur. Zaferden sonra İngiliz gazeteci Atatürk’e sorar:
 —“Başarınızın sırrı nedir?”
—“İyice dinlerim” demiştir. Daha sonra yaveri sorar:
—“Paşam bu dinlediklerinizin içinde öyleleri var ki şaşırıyorum. Nasıl olsa onun fikrine iştirak etmeyeceksiniz.” Atatürk yanıt verir:
—“Bazen hiç umulmadık bir insandan ben çok şey öğrenmişimdir. Hiçbir fikri değersiz görmemek lazımdır. Kendi fikrimi uygulasam bile dinlemekten zevk alırım.” Bu hikâyeden asla ders çıkaramayacak olan narsist kişiler, her şeyi bildiklerine inandıkları için kimseye ihtiyaç duymazlar. Karşıdakilere sadece onaylama veya dinleme görevi verirler, fikir sorar gibi yaptıklarında da, daha önce söylediklerinin onaylanmasını beklemektedirler. Fikir danışmak veya yardım istemek onlar için çok zor bir durumdur. Çünkü yardım istenecek kişiye “o kim ki?” veya “söyledikleri doğru ancak bu durum için geçerli değil” mantığıyla yaklaşırlar. Atatürk; “ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem, o işe neler mani olur diye düşünürüm, engelleri ortadan kaldırdın mı iş kendi kendine yürür” derken aslında narsist liderlere örnek olmaya çalışmıştır. Çünkü Atatürk bir konuyu ne kadar detaylı bilirse bilsin, o konuda uzman ve tecrübesi olan kişilerle beraber olur ve kararlarının daha da doğru ve kesin olmasını sağlardı.
Uz.Psk.Dan. Dr. Cem KEÇE


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> ChatCity ile ilgili her şey >ChatCity Dedikoduları >Doğum günün kutlu olsun( Simaestroy )>
  28.Eki.2010 Per 21:56:49

Bulutsuz gökyüzü senin olsun demiştim; ümitlerin solmasın, tükenmesin diye. Yeni yaşında da hiç ümitsiz kalmaman ve hayallerine kavuşman dileğiyle... Mutlu yıllar...

 

Güzel dilek kartları_2,Güzel, dilek, kartları, en, güzel, yeni, resim, günaydın, yazılı, kartlar, kartı, ekart, ekartlar, tebrik,


 



manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Komik Videolar, Klipler, Resimler, Karikatürler >Bayram Harcligi>
  28.Eki.2010 Per 01:19:38








 


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >1910 Yılında 2000 Yılını Böyle Hayal Etmişler>
  28.Eki.2010 Per 01:06:24




































































 


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >YAŞASIN CUMHURİYET>
  27.Eki.2010 Çar 18:39:02

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı,29, Ekim, Cumhuriyet, Bayramı, kutlama, kartı, Atatürk, anma, töreni, cumhuriyet, bayramı, kartları, ekartları, resimleri, cumhuriyet, bayramı, resmi, resimi, bayram, kartı, ekartı, güzel, kartlar,

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı,29, Ekim, Cumhuriyet, Bayramı, kutlama, kartı, Atatürk, anma, töreni, cumhuriyet, bayramı, kartları, ekartları, resimleri, cumhuriyet, bayramı, resmi, resimi, bayram, kartı, ekartı, güzel, kartlar,

 

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı,29, Ekim, Cumhuriyet, Bayramı, kutlama, kartı, Atatürk, anma, töreni, cumhuriyet, bayramı, kartları, ekartları, resimleri, cumhuriyet, bayramı, resmi, resimi, bayram, kartı, ekartı, güzel, kartlar,

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı,29, Ekim, Cumhuriyet, Bayramı, kartı, kartları, ekartı, ekartları, resmi, resimi, resimleri, güzel, cumhuriyet, bayramı, kartları, tören, kutlama, resimleri, tebrik, kartları, Atatürk, bayrak, resmi, resimleri, kart, resimleri, ekart, sitesi, resim, sitesi,

 

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı,29, Ekim, Cumhuriyet, Bayramı, kartı, kartları, ekartı, ekartları, resmi, resimi, resimleri, güzel, cumhuriyet, bayramı, kartları, tören, kutlama, resimleri, tebrik, kartları, Atatürk, bayrak, resmi, resimleri, kart, resimleri, ekart, sitesi, resim, sitesi,

 

 



manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >YAŞASIN CUMHURİYET>
  27.Eki.2010 Çar 18:35:03

Özgürlüğü kazanmak için yapılan mücadelenin o günlerden bugünlere ulaşan hikayesi...

 

Yaşasın Cumhuriyet

 

Savaştan çıkmış bir ülke, her tarafı işgal altında... Yanmış, yıkılmış topraklar, düşman çizmesi altında inleyen, buruk, gözü yaşlı insanlar... Derken, büyük bir mücadele ve harabeye dönmüş imparatorluğun üzerinde güneş açıyor. O yıkıntıdan bağımsız bir devlet, Cumhuriyet yeşeriyor. 87 yaşına basmaya hazırlanan Cumhuriyet, 6 yıl süren bir bağımsızlık mücadelesinin ardından kazanıldı.
    
İşte, yoktan var etmenin, özgürlüğü kazanmak için yapılan mücadelenin, Türk Ulusunun var olma savaşımının o günlerden bugünlere uzanan öyküsü:
    
Takvimler, 30 Ekim 1918`i gösterirken Birinci Dünya Savaşı`ndan yenik çıkmış imparatorluk, Mondros Mütarekesi`ni imzaladı. Bir ulusu tarih sahnesinde yeniden var eden bir milli kahraman, 31 Ekim günü Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı göreviyle karargahın bulunduğu Adana`ya geldi. O kahraman, Mustafa Kemal idi... Mustafa Kemal Paşa, memleketin durumuna üzülüyor, bir çözüm yolu arıyordu.
    
10 Kasım 1918`de, görevinden ayrıldı ve Adana`dan trenle İstanbul`a hareket etti. Düşman, yurdun dört bir yanını işgal ediyordu. Türk Milleti için acı dolu günler başlamıştı. İşgaller birbiri ardına devam ederken, tarih o günleri şöyle yazdı:

-13 Kasım 1918: İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinden oluşan 61 parçalık İtilaf ordusu, İstanbul`a geldi ve karaya kuvvet çıkardı.
-9 Kasım 1918: İskenderun İngiliz işgaline uğradı.
-12 Kasım 1918: Fransızlar İstanbul`da.
-6 Aralık 1918: İngilizler, bu defa ilerleyerek Kilis`i işgal etti.
-7 Aralık 1918: Fransızlar Antakya`ya girdi.
-17 Aralık 1918: Fransız askerleri, denizden Mersin`e çıkarma yapmaya başladı.
-23 Aralık 1918: Islahiye, Osmaniye, Bahçe, Hassa, Mamure`yi düşman çizmesi çiğnedi.
-1 Ocak 1919: İngiliz askerleri Antep`e girdi.
-12 Ocak 1919: İngilizler, Ermeni amaçlarına hizmet etmek için Kars`a yerleştiler.
-1 Şubat 1919: Aydın demiryolu, İngiliz ve Fransızlar`ın işgaline uğradı.
-22 Şubat 1919: Maraş, İngiliz işgali altında.
-8 Mart 1919: Fransızlar Zonguldak`ta.
-9 Mart 1919: 2000 kişilik bir İngiliz müfrezesi, Samsun`u işgal altına aldı.
-24 Mart 1919: İngilizler Urfa`yı işgal ettiler.
-28 Mart 1919: İtalyanlar karaya asker çıkararak, Antalya`yı işgal ettiler.
-16 Nisan 1919: Fransızlar, Afyonkarahisar istasyonunu işgal altına aldı.
-20 Nisan 1919: Gürcü ordusu, Milli Şura kuvvetlerini bozarak Ardahan`a girdi.
   
TAKVİMLER 19 MAYIS 1919`U GÖSTERİRKEN, MUSTAFA KEMAL SAMSUN`DAYDI
   
İtilaf Devletleri temsilcileri Paris`te toplanmıştı. Yunanlıların İzmir`i işgali konusunda karar aldılar. 15 Mayısta, güzel İzmir`de Yunan işgali başlamıştı.
    
Mustafa Kemal Paşa, maiyetiyle birlikte 16 Mayıs 1919 tarihinde Bandırma vapuru ile İstanbul`dan ayrıldı ve ertesi günü İnebolu`ya, 18 Mayısta Sinop`a vardı.
    
Takvimler 19 Mayıs 1919`u gösterirken, Mustafa Kemal Samsun`daydı. Tarihçiler, o günü ``dünyanın en büyük ulusal mücadelelerinden birisinin başlangıcı`` kabul ettiler. Artık geriye dönüş yoktu. Genç Mustafa Kemal, Samsun`dan Havza`ya geldi. İşgaller devam ediyordu. Yunanlılar, 26 Mayısta Manisa`ya, 27 Mayısta Aydın`a girdiler.
    
Damat Ferit Paşa, 17 Haziranda Paris Barış Konferansı`na Osmanlı Devletinin barış isteklerini bildiren muhtıra gönderirken, öbür taraftan Mustafa Kemal, bundan dört gün sonra İstanbul`da bulunan tanınmış kimselere Amasya`dan mektup göndererek, milli mücadeleye davet ediyordu.
   
``MİLLETİN BAĞIMSIZLIĞINI, YİNE MİLLETİN AZMİ VE KARARI KURTARACAKTIR``
   

Mustafa Kemal Paşa, ulusu kurtarmak için dört koldan çalışmalara başlamıştı. 21 Haziranda bir tarihi belgeyi, Amasya Tamimi`ni, yaveri Cevat Abbas`a dikte ettirdi. Ertesi sabah, Anadolu`daki mülki ve askeri makamlara tamim, şu tarihi sözlerle ulaştı:  ``Vatanın tamamiyeti, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır. Sivas`ta milli bir kongrenin acele toplanması kararlaştırılmıştır.``
    
Bu arada, Mustafa Kemal`in çalışmalarını engellemek isteyenler de boş durmuyordu. Posta ve Telgraf Umum Müdürü Refik Halit, 24 Haziranda telgrafhanelere ``Mustafa Kemal`in azledildiğini, bu sebeple telgraflarının kabul edilmemesini bildiren`` bir şifre gönderdi.
    
Harbiye Nazırı Ali Ferit Paşa, 5 Temmuzda Mustafa Kemal Paşa`yı padişah adına İstanbul`a çağırdı. Mustafa Kemal, Harbiye Nazırı`na şu yanıtı verdi: ``Vilayet-i Şarkiye ahalisi arasından çıkıp gelmek hususundaki yüksek tekliflerinizi yerine getirmede şahsi irademi kullanmaktan manen ve maddeten memnu bulunuyorum.`` Ardından, 14 Temmuzda ordudan istifa ederek, Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti`nin başına geçti.
   
CUMHURİYET`İN TEMELİ
   
Milli mücadele hareketinin dönüm noktalarından olan Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919`da toplandı. Mustafa Kemal Paşa, 9 Ağustosta askerlik mesleğinden ihraç edildi. Mustafa Kemal`in rütbesinin kaldırılmasına, nişanlarının da geri alınmasına karar verildi. Erzurum Kongresi adına ilan edilen beyanname, 10 Ağustosta Erzurum`da Türk Basımevinde çoğaltılarak, binlerce nüsha halinde tüm yurda gönderildi.
    
Mustafa Kemal Paşa, Erzurum`da arkadaşlarına ``İstanbul, bir Amerikan mandasıdır tutturmuş gidiyor. Bu olmayacaktır. Türkiye istiklal bütünlüğüne sahip olacaktır. Hayır paşalar, hayır, hayır beyefendiler... Manda yok, ya istiklal ya ölüm var`` diyordu. Erzurum Kongresi`nin ardından, 4 Eylülde açılan Sivas Kongresi, 11 Eylülde son buldu. 10 maddelik Umumi Kongre Beyannamesi yayınlandı.
   
KAHRAMAN TÜRK HALKININ DİRENİŞİ
   
Bu arada, Osmanlı Padişahı adına Damat Ferit ile İngiltere temsilcisi arasında, İngiliz mandasının kabul edildiğine dair gizli bir anlaşma imzalandı, Tarih 12 Eylül 1919.
    
Düşman işgali sürerken, 30 Ekimde Urfa`ya giren Fransızlar hiç beklemedikleri tepkiler alıyordu. Tarih 31 Ekim 1919; Maraş`ta, Fransız askeri üniforması giymiş bazı Ermeniler taşkınlık yaparak, işi kadınlara tecavüze kadar götürdüler.
    
Tarihin ``Sütçü İmam`` diye yazacağı, Uzunoluk Camisi Müezzini Hacı İmam duruma dayanamadı ve silahına sarıldı. Böylece yöredeki direniş hareketi başladı.
    
27 Aralık 1919`da Mustafa Kemal Paşa, Heyet-i Temsiliye üyeleriyle birlikte Ankara`ya geldi. 29 Aralıkta Mustafa Kemal hakkındaki askerlikten çıkarılma ve madalyalarının geri alınma kararı Meclis-i Vükela tarafından düzeltildi. Kendisinin istifa etmiş olduğu ve madalyalarının iadesi kararı alındı.
    
Milli mücadele tüm hızıyla sürerken, takvim şöyle akıyordu:
    
-6 Ocak 1920: Erzurum`da Mustafa Kemal`in Erzurum Mebusu seçildiğine dair mazbata düzenlendi.
-12 Ocak 1920: İstanbul`da son Osmanlı Meclis-i Mebusan`ı açıldı.
-16 Mart 1920: Saat 10.00`dan itibaren İstanbul`un askeri işgal altına alınacağına dair İtilaf Devletleri adına İngiltere,

Fransa ve İtalya Yüksek Komiserleri`nin müştereken imzaladıkları nota Sadrazam Salih Paşa`ya tebliğ edildi. İstanbul, artık işgal altındaydı. Manastırlı Hamdi Efendi adındaki bir telgraf memuru, işgali Mustafa Kemal Paşa`ya iletti.
    
-6 Nisan 1920: Ulusal mücadeleyi tüm dünyaya duyuran Anadolu Ajansı kuruldu.
-21 Nisan 1920: Mustafa Kemal, vilayetlere Meclis`in 23 Nisan 1920 günü açılacağını bildirdi.
-23 Nisan 1920: Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı.
-24 Nisan 1920: Mustafa Kemal Paşa, Meclis Başkanlığı`na seçildi.
-5 Mayıs 1920: TBMM İcra Vekilleri Heyeti, ilk toplantısını yaptı.
-9 Mayıs 1920: TBMM adına Mustafa Kemal imzasıyla Anadolu Ajansı aracılığıyla İslam alemine şu beyanname iletildi:
    
``Orduyu terhis etmek, köylülere Kuvay-ı Milliye`yi asi tanıtmak, milleti kendisine şeref veren, en asil ve civanmert evladına karşı şüphe ve tereddüte düşürmek, sulhü hazırlamak için İngiliz emri altında çalışan vatansızların ilk işi oldu``.
    
-11 Mayıs 1920: Mustafa Kemal Paşa, İstanbul`da Divan-ı Harb tarafından idama mahkum edildi.
-29-30 Mayıs 1920: TBMM Hükümeti ile Fransız hükümeti arasında imzalanan 20 günlük ateşkes anlaşması başladı.
-10 Ağustos 1920: İstanbul Hükümeti ile İtilaf Devletleri arasında Sevr Anlaşması imzalandı.
-2-3 Aralık 1920: Ermeniler ile Gümrü Anlaşması imzalandı.
   
...VE ZAFER
   
Milli mücadele meyvelerini veriyordu. Ulusun topraklarını savunma mücadelesi, 10 Ocak 1920`de İnönü mevzilerinde Yunanlılarla şiddetli çarpışmaların ardından 1. İnönü Zaferi`nin kazanılmasıyla başarıya ulaşmaya başlamıştı.
    
20 Ocak 1920`de ilk Teşkilat-ı Esasiye Kanunu kabul edilirken, 5 Şubatta TBMM`nin gizli oturumunda Londra Konferansı`na Ankara Hükümeti adına heyet gönderilmesi ve heyetin Meclis üyelerinden oluşması kararlaştırıldı. 6 Şubatta Bekir Sami Bey başkanlığındaki heyet, Ankara`dan hareket etti. 21 Şubatta konferans başladı ve 12 Martta son buldu.
    
TBMM hükümeti ile Rusya arasında 16 Martta Moskova Anlaşması imzalandı. Masa üzerindeki zaferleri, meydanlardaki zaferler izliyordu. 1 Nisanda 2. İnönü Zaferi kazanıldı. 5 Ağustos; Mustafa Kemal`i geniş yetkilerle ve 3 ay süreyle Başkumandanlık tevcih eden kanun TBMM`de kabul edilirken, 23 Ağustos 1920 günü Yunan ordusu taarruza geçti ve Sakarya Meydan Muharebesi başladı.
    
26 Ağustosta Başkomutan Mustafa Kemal Paşa`nın şu emri geldi: ``Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz``...
    
13 Eylülde Sakarya Meydan Muharebesi sona ermiş, düşmanın Sakarya Nehri`nin doğusunda imha edilmesiyle zafer kazanılmıştı. Mustafa Kemal Paşa`nın emriyle 14 Eylülde genel seferberlik ilan edildi. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 19 Eylülde ``Gazi`` unvanı ve mareşal rütbesini aldı.
    
Yeni yılın başlangıcında Mersin ve Adana düşman işgalinden kurtulmuştu. Dört bir bucak Türk topraklarının düşman çizmesi altındaki esareti birer birer sona eriyordu. Derken, 26 Ağustosta 05.30`da topçu ateşiyle Kocatepe`den Büyük Türk Taarruzu başladı. Türk süvarileri, 9 Eylülde İzmir`e girdi ve Kadifekale`ye Türk Bayrağı çekildi.
   
SALTANAT BİTTİ...
   

Mudanya Konferansı, 3 Ekim 1922`de başladı. Mütareke 11 Ekimde imzalandı ve 15 Ekimde yürürlüğe girdi. TBMM, 1 Kasımda bir devri sona erdirdi. Hilafet ve saltanatın birbirinden ayrılarak, saltanatın lağvına karar verilmişti. TBMM Hükümeti, 5 Kasım sabahı idareye el konulduğuna dair Ankara hükümeti kararını Refet Paşa aracılığıyla İstanbul Hükümeti`ne tebliğ etti: ``5 Kasım 1922 öğle vaktinden itibaren İstanbul`un idaresine el konulmuştur.``
    
Vahidettin`in halifelikten uzaklaştırıldığına dair Şeriye Vekili Vehbi Efendi, 18 Kasımda fetva çıkardı. Ulusal Kurtuluş Savaşı sona ermiş, şimdi sıra zaferin masa başında kazanılmasına gelmişti.
    
20 Kasım 1922 tarihinde Lozan Konferansı açıldı. Konferans, 4 Şubatta 2 ay süren görüşmelerden sonra kesintiye uğradı. Daha sonraları, milli mücadelenin kahramanlarından İsmet Paşa, yumruğunu masaya vurarak istediklerini kabul ettirecek ve büyük bir zafere imza atacaktı.
    
25 Ağustosta İtilaf Kuvvetleri, Lozan Anlaşması gereğince İstanbul`u boşaltma hazırlıklarına başladı ve 27 Ekimde Halk Fırkası Meclis Grubu, Mustafa Kemal Paşa`nın başkanlığında toplandı.
   
``YARIN CUMHURİYET`İ İLAN EDECEĞİZ``
   
Akşam Çankaya`da yemek esnasında Mustafa Kemal Paşa, hazır bulunanlara müjdeyi verdi: ``Yarın Cumhuriyet`i ilan edeceğiz.``
    
Günlerden 28 Ekim 1923`tü. Bütün hazırlıklar bitmiş ve 29 Ekim günü gelmişti. Mustafa Kemal Paşa`nın Cumhuriyet kurulması teklifi, Halk Fırkası toplantısında kabul edildi. Halk Fırkası toplantısından sonra Büyük Millet Meclisi, saat 18.00`de toplandı ve Kanun-u Esasi Encümeni tarafından Cumhuriyet teklifi mazbatası hazırlandı.
    
TBMM`de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu`nun bazı maddeleri değiştirildi. Türkiye Devleti`nin hükümet şeklinin Cumhuriyet olduğu ``Yaşasın Cumhuriyet`` sesleri arasında kabul edildi.
   
   
YAŞASIN CUMHURİYET``
   
Büyük Millet Meclisi`nde gizli oyla Cumhurbaşkanı seçimi yapıldı. Ankara Mebusu Mustafa Kemal Paşa, oylamaya katılan 158 mebusun tümünün oyunu alarak, Türkiye Cumhuriyeti`nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, başbakanlığa Malatya Mebusu İsmet Paşa`yı atadı. İsmet Paşa Kabinesi kuruldu.
    
Halk, sokaklarda ellerinde bayraklarla genç Cumhuriyet`i kutluyordu. Esaret sona ermiş, şimdi büyük mücadelenin ardından hiç de kolay kazanılmayan bağımsızlığı kutlamaya sıra gelmişti. Türk Milleti artık özgürdü...
    
Sokaklarda artık düşman çizmelerinin sesleri değil tek bir ses çınlıyordu: ``Yaşasın Cumhuriyet``...



manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Geçmişten Uzaylı İzleri>
  26.Eki.2010 Sal 15:11:40

Geçmişten Uzaylı İzleri

Geçmişten Uzaylı İzleri

Geçmişten Uzaylı İzleri

Geçmişten Uzaylı İzleri

Geçmişten Uzaylı İzleri

Geçmişten Uzaylı İzleri

Geçmişten Uzaylı İzleri

<<1...100...190191192193194195196197198199200 201202203204205206207208209210...300...400...500...600...700...800...900...983>>