fiogf49gjkf0d
Yazıma bir soruyla başlamak istiyorum. Hepimiz doğru söylediğimizi, gerçekleri, gerçekçi kişileri sevdiğimizi iddia ederiz. Öyleyse kimdir bunca yalanı üstümüze salan? Yalan söyleyen kadar yalana inananlar, yalanın yayılmasından ağızlar kadar kulaklar da sorumludur.
Eskiden yalan söylemek ayıptı, şimdi ise meydan yalancılara kaldı, doğrular oldu kayıp! Peynir ekmek gibi yalan söyleniyor, yalan baklava börek gibi sunuluyor. Medya yalan organı haline geldi, yalan bulaşıcı bir hastalık oldu, gerçekler unutuldu, her taraf yalancılarla doldu. Eskisi gibi vicdan azabı çekmiyor yalan söyleyenler, aksine insanları kandırdım, yalanı gerçek diye yutturdum diye göbek atıyor. Bu konuda bakın Haşmet Babaoğlu ne yazıyor: “Yalan denilen şey ve başkalarının kandırılması üzerine kurulu hayatlar; sevilmenin, ona buna hava atmanın, şıklığın, zekânın, işini bilmenin bile temel harcı...” (Nerede O Eski Yalanlar) Vatan gazetesi. Yazarımız haklı; eskiden gerçekler hancıydı, yalan yolcu, şimdi tersi yürürlüğe konuldu: Yalan hancı, gerçekler yolcu!
Neymiş, yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış. Yanıyor ya, ona bak sen. Doğrunun ışığına bakan, kulak asan var mı? Hem günümüzün yalancıları çok donanımlı; hem projektörleri var hem jeneratörleri. Borularını öttürmek için her türlü önlemi almışlar yani. Gerektiği zaman ortalığı öyle ışığa boğuyorlar ki, gözler kamaşıyor, gerçekler görülemiyor...
Şirazi, “Doğru söyleyip zincire vurulmak, yalan söyleyerek zincirden kurtulmaktan iyidir” diyor. “Çok usta bir yalancı değilsen en iyisi doğruyu söylemektir” bu sözü söyleyen de J. K. Jerome.Kimi sanatçılar, düşünürler de sanatla yalanı özdeşleştiriyorlar: “Sanat gerçek değildir. O gerçeği anlamamıza yarayan bir yalandır.” Picasso. “Tüm sanat yapıtları yalancıların özgeçmişidir.” Oscar Wilde
Ben de yalanla ilgili özdeyiş niteliğinde sözler yazdım. İsterseniz onları sunayım: “Sen daha bekle sofra önüme gelecek de, karnım doyacak diye Yalan aslanım yalan! Çoktan mideye indirdi balları börekleri Gerçekleri susturan, doğrulara kan kusturan yalan.
Kırk yerde yeri varmış yalanın Ama hiçbir yerde yoktur mecliste söylendiği kadar...
Yalandan kim ölmüş? Dokuz köyden kovulurken doğrucu Davutlar Yalancı arkalarından kıkır kıkır gülmüş.
Muhalefette doğru söyler, iktidarda şaşar Politikacı kendi yalanını yiyerek yaşar.
O yalan, bu yalan, fili yuttu bir yılan Yalana sığınır gerçeklerden yılan.
Yalan yılandan daha kötüdür; yılan genellikle rahatsız edilmeden saldırmaz Ama yalancı yalan söylemekten, rahatsız etmekten zevk duyar.
Aşktır en güzel gerçek, en tatlı yalan.
Yabancı dil öğreneceğine yalancı dil öğren, eğer rahat etmek istersen.
Bu dünyada iyi yaşamak istiyorsan yalan söylemekten çekinme Öldükten sonra arkandan “iyi adamdı” denilmesini istiyorsan Doğru yoldan ayrılma.
Yazımızı bir kısa öyküyle renklendirelim: Padişahın biri inandırıcı bir yalan söyleyene yüz altın vereceğini söylemiş. Her gelene, her yalan söyleyene, “Olabilir. Bu bana pek inandırıcı gelmedi” demiş ama biri öyle bir şey söylemiş ki, padişah ne diyeceğini şaşırmış. Adam, “Rahmetli babanızın bana yüz altın borcu vardı, demiş. Avlanmaya çıktığı zaman kardan kıştan kulübeme sığınmıştı. Onu iyi ağırladım, ısınmasını sağladım, karnını doyurdum. Bana yüz altın vereceğini ama yanında olmadığını söylemişti ama ne yazık ki borcunu ödeyemeden öldü. Oğlu olduğunuza göre bu parayı sizden istemeye geldim. Herhalde babanızın ruhunu azapta bırakmak işinize gelmez.”
Padişah bakmış ki, yalan dese adama yüz altın vermek zorunda kalacak, doğru dese babasının borcunu kabul etmek zorunda kalacak, adamın önüne bir kese altın atmış, “Bir daha karşıma çıkma, yoksa elimden bir kaza çıkacak” demiş.
Toplumumuzda yalancı pehlivanlar, yalancı şahitler pek boldur. Kimi yasaların vatandaşı yalancılığa teşvik ettiğini, yalan söylemeye zorladığını biliyor musunuz? Bu yüzden adliyede yalancı şahitlik etmeye gelenler, yalancı şahitlikle yolunu bulanlar vardır!
Bir süre önce bize bir miras kalmıştı. Tapu dairesine gittiğimizde, tapu sahibi dedenizin tapu senedinin kiminde Ahmet, kiminde ise Ahmet Remzi yazılmış. Bunu mahkeme kararıyla düzelttirmelisiniz, yoksa mirası hak edemezsiniz, dediler. Çaresiz mahkemeye başvurduk. Oradan da, “Dedenizin nüfustaki kaydında Ahmet Remzi yazılı; bunu iki şahitle kanıtlamalısınız. Dedenizi tanıyan, bilen iki kişi getirin, yoksa işiniz olmaz” yanıtını aldık. Dedem 1958 yılında öldüğü için o devirden kalan pek kimse kalmamış. Kalanlar da çok yaşlı olduğu için mahkemeye çıkacak halde değiller. Üstelik dedemi Ahmet Remzi diye değil Ahmet olarak biliyorlar. İki yalancı şahit bulduk da davayı öyle kazandık, yoksa miras elden gidecekti...
İşte durum bu; yalan söylemek mi lazım, doğru söyleyip de burnunun dikine gitmek mi? Orası sizin becerinize ya da kişiliğinize, namus anlayışınıza kalmış...
Son olarak diyeceğim şu; dikkat edin aman, ister doğru söyleyin ister yalan, söyleyeceğiniz ve yapacağınız şey etmesin mutluluğunuzu talan. |