ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul

sohbet banner
tavla okey sohbet forumu
12 Mayıs 2024, Pazar 19:17   
kız arkadaş sohbet linki

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

  Bengline> Forum Mesajları
    Bengline'e ait Toplam 614 Forum Mesajı var
<<1234567 891011121314151617...62>>


Bengline

Bengline resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Önemli Bilgiler >GİZEMLİ DÜNYA ) AYA GERÇEKTEN GİTTİK Mİ ?>
  15.Tem.2007 Pzr 00:51:37
fiogf49gjkf0d

                 AYA GİDEN VARMI ARANIZDA ?  :)


* Hesaplamalara göre Ay yüzeyindeki gündüz sıcaklığı 260 ile 280 Fahrenayt arasında değişiklik gösteriyor. Bu derecedeki sıcaklıkta filmler erir ve insanlar muhtemelen rahatsız olur. Hatta muhtemelen ölür ! Peki ama astronotlar neden bu kadar rahat görünüyor ?

* Ay ın görünmeyen karanlık yüzündeki hava sıcaklığının eksi 41 dereceye kadar düştüğü biliniyor. Eksi 40 dereceden itibarense cisimlerin kırılganlık derecesinin arttığı biliniyor. Bu sıcaklıkta elektrikli cihazlar çalışmaz Araba akülerini çalıştırmak da zordur. Sıcaktan soğuğa geçerken yaşanan bu ani ısı değişikliği, cisimlerde esnemelere ve kırılmalara sebep olur. Peki ekipmanlar ve astronotlar nasıl bu kadar rahat çalışabiliyor ?

* Niye 1/6 lık bir yerçekimi oranında astronotlar yürüme ile zıplama arasında gidip gelen hareketler yapıyorlar ? Televizyon çekimlerinin birinde, astoronotun zıplamak için dizlerini büktüğü ama sonuçta bir kaç adımdan öteye gidemediği gözleniyor. Astonotlar, yerçekiminin 6 kat daha az olduğu bir ortamda, niçin normal bir insanın yeryüzünde zıplayabiliceği kadar bir mesafeye zıplayabiliyorlar ?

* Bunun yanısıra, çekilen görüntülerde astronotların sert bir şekilde dizlerinin üstüne düştükleri birkaç sahne görüyoruz. Peki böylelikle kendilerini büyük bir riske atmış olmuyorlar mıydı ? Ya basınca dayanıklı elbiseleri yırtılsaydı ?

* Bilindiği gibi yeryüzünden 250 ve 750 mil yükseklikteki mesafeler arasında kalan bölgeye Van Allen Kuşağı ismi veriliyor. Bu kuşak, güneşten gelen radyoaktivite yüklü ışınların dünyaya gelmesini engelliyor. Astronotların, Ay a gidebilmesi için bu kuşak içinden geçmeleri gerekiyor. Bir insanın buradan geçebilmesi içinse, 4 metre kalınlığında bir kurşun tabakasıyla kaplanmış olması gerekiyor!





Modül ün Altında Niye İz Yok ?

NASA ya göre Ay modülü Ay a indiğinde motorlarından 3000 Ibs lik (yaklaşık 1,5 ton) basınç çıkıyordu. Bize anlatıldığı ve görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla, Ay yüzeyi tozlu ve yumuşak. Peki iniş esnasında, modülün altına denk gelen (yandaki resimde H ile işaretlenmiş) kısımda niçin herhangi bir yıpranma, dağılmış yumuşak doku ya da itmeden oluşan bir çukur görmüyoruz ? Aynı şekilde niçin Ay modülünün ayaklarında tozlanma göze çarpmıyor ? Yandaki resimde bir başka ilginç nokta da (G) ile işaretlenen yerde, bir ayak izinin bulunması. Peki, tam olarak modülün altına denk gelen bölgeye bu ayak izi nasıl geldi ? Astronotlar bilindiği kadarı ile modülün altına girmediğine göre, acaba set işçileri, daha önce senaryo çalışması yapan astronotlardan birinin ayak izlerini silmeyi mi unuttular ? Ya da modül eski yerinden kaldırılıp şu an bulunduğu yere mi taşındı ?

Ay da Atmosfer Yoksa, Nasıl Oluyor da ...?

Yine yukarıdaki resimde astonotları Ay yüzeyine indiren Ay modülünü görüyoruz. (B) ile işretlenen yere baktığımızda gökyüzünde hiçbir yıldızın görünmediğini fark ediyoruz. Madem ki atmosfer yok, niye arka planda parlak yıldızlar gözümüze çarpmıyor ? NASA uzmanları bunu, basit fotoğrafçılık mantığı ile açıklıyor : "Eğer yakın plandaki nesneleri ( astronot, ay modülü gibi ) odaklarsanız, arka plandaki parlak nesneleri ( yıldızlar ) gibi aynı poz içinde yakalayamazsınız" (A) ile işaretlenen noktaya baktığınızda ise, ay modülünün karanlık tarafında kalan Amerikan bayrağını net olarak görüyorsunuz. Komploculara göre, bu fotoğraf Ay da çekilmiş olamaz. Zira, eğer bir cisim Ay yüzeyinde gölgede kaıyorsa, onu görmek imkansızdır. Çünkü Ay yüzeyinde atmosfer yoktur. Atmosfer içindeki hava molekülleri ışığı süzerek yansıtırlar ve yeryüzünde gölgede kalan noktalar bu şekilde görülebilir. Ay da atmosfer olmadığı için, gölgede kalan bir nesnenin kesinlikle görünmemesi gerekir. Peki, resimdeki bayrak nasıl görünüyor ?

Bununla birlikte, Ay yüzeyine düşen güneş ışığı kırılmadan ve süzülmeden geldiği için kör edici bir etkiye sahip. Bundan dolayı astronotlar, güneş ışınlarından korunmak için % 95 altın alaşımlı başlıklar takıyorlar. Öyle ise güneşin vurduğu noktaların daha parlak, gölgelerin ise tamamen karanlık olması gerekmiyor mu ? Ama NASA fotoğraflarındaki gölge tonlarının, yeryüzünde çekilmiş fotoğraflardan hiçbir farkı yok...





Artıcıklara Dikkat!

Uzay fotoğraflarında resmi enlemesine kesen küçük artı (+) işaretleri sizin de dikkatinizi çekmiştir. Söz konusu artıcıklar, kameranın bir parçasından kaynaklanmakta ve film ile kamera vizörünün (siperliğinin) arasında bulunmaktadırlar. Bu husus, komplo teorisyenlerinin de dikkatini çekmiş olsa gerek, buradan da ilginç noktalar yakalamışlar. Mesela yandaki resimde (C) ile gösterilen kısımda, nasıl oluyor da resmin yarısı artının önünde, yarısı arkasında olabiliyor ? Yoksa bu artıcıklar, sadece saydam bir plastik üzerine işaretleniyor ve resimlerin üzerine mi yerleştiriliyordu ? Belki de bu resimde, dikkatsiz teknisyenlerden biri, plastik bandın kaydığını farketmemişti!





Dalgalanan Bayrak...

Apollo 11 astronotlarından biri ilk etapta Ay yüzeyine Amerikan bayrağı dikiyor. Bayrak açık vaziyette.Yandaki resimde ise bayrağı dalgalanırken görüyoruz. Atmosfersiz bir ortamda bu değişiklikler nasıl olabiliyor ve de en önemlisi bayrağı hangi rüzgar dalgalandırıyor ?





Güneş..??

(E) ile işaretlenen bölgedeki gölgenin, eğer Ay da atmosfer yoksa ve tek ışık kaynağı Güneş ise, daha karanlık olması gerekiyor. (F) ile işaretlenen arka plan görüntüsünde de, ufka doğru yaklaştıkça karanlığın çöktüğü görünüyor. Bu, atmosferik coğrafyadan dolayı, sadece yeryüzünde olabilecek bir görüntü. Normalde Ay daki ufuk çizgisinin daha keskin ve parlak görünmesi gerekiyor. (D) ile işaretlenen bölgede ise, gökyüzünde bağımsız bir cisim göz çarpıyor. Farklı resimlerde de göze çarpan bu cisimle ilgili bugüne kadar doyurucu bir açıklama yapılabilmiş değil. Burada devreye, UFO cular giriyor. Onlarsa, Ay a gerçekten gidildiğini ve resimde görünen garip cismin bir uçan daire olduğunu iddia ediyorlar.

Son Kanıt

Bir Bilim Adamının Bu Teorileri Çürütmek İçin Ay a İlk Ayak Basıldığının En Büyük İspatı Olan Video Görüntülerini Tekrar İncelemek Ve ABD nin Aya Gitmedi Yalanını Çürütmek İçin Nasa ya Yaptığı Başvuruya Aldığı Cevap...


GÖRÜNTÜLERİ BULAMIYORUZ
 
LORD BENGLİNE


Bengline

Bengline resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Önemli Bilgiler >GİZEMLİ DÜNYA) Uzaydan gelen felaketler.>
  15.Tem.2007 Pzr 00:48:38
fiogf49gjkf0d
AĞAÇ HALKALARI, YANARDAĞLAR VE KUYRUKLU YILDIZLAR

Palaoekolog Michael Baillie ağaç halkaları ve onların gösterdiği son 5000 yılın iklim değişiklikleri konusunda uzmandır, incelediği İrlanda yaşlı meşelerindeki ve dünyanın pek çok farklı yerindeki ağaçlarda bulunan dar halkaların gösterdiği iklimsel afetler dizisine işaret etmektedir. Bunlarda şu tarihler belirlenmektedir: İÖ 2354 ile 2345, İÖ 1628 ile 1623, İÖ 1159 ve 1141, İÖ 208 ve 204, ve IS 526 ve 545.

Son zamanlara kadar bu tür anormalliklerin büyük yanardağ patlamalarının atmosfere püskürttüğü külün -Tambora olayında olduğu gibi- güneş radyasyonunu azaltarak iklim bozulmasına ve ağaçların büyümesinde aksaklıklara neden olduğu düşünülürdü. Yanardağ patlamaları buzullar içine asit de bırakırlar ki, bu da yağan karın katmanlarının yıllık olarak ölçülmesine sağlar.

Bu katmanlar sayılıp tarih belirlenebilirse de asit oluşumunu belirli yanardağlarla ilişkilendirmek her zaman kesin sonuçlar vermez, ilginç bir nokta da, 6. yüzyılda ağaç halkalarında açıkça tespit edilen bir olayın henüz asit ölçümlerinde bulunamamış olmasıdır.

Baillie, ağaç halkalarında bu çevresel değişimleri teşhis ettikten sonra arkeoloji, tarihi kayıtlar ve folklorun karmaşık labirentine girer. Bellibaşlı tarihi ve geleneksel olaylar dizisinin izlerini ağaç halkalarında arar: Tufan, Kitabı Mukaddes te Mısır ın başına gelen felaketler, Hazreti Davud un hükümdarlığının sonundaki kıtlık, Çin de Qin hanedanının sonunu getiren açlık ve son olarak Britanya da "Karanlık Çağlar"ın başında Merlin ve Arthur hikâyeleri.

Ancak böylesine büyük boyutlu ve dramatik olayların sorumlusu yalnızca yanardağ patlamaları olabilir mi? Baillie, "Denklemde başka bir şeyin bulunma olasılığı var mı?" diye sorar. Dünyanın her yanındaki geleneksel literatürdeki tariflerden Baillie, bu "başka şeyin" kuyruklu yıldız çarpmaları yâ da kuyruklu yıldız kalıntılarının kozmik parçaları olabileceği sonucuna varır.




800 km çapında bir asteroidin dünyaya çarpışının uzaydan görünümü gösteren temsili bir resim.

THERA PATLAMASI VE ÇIKIŞ

İÖ 1628 yılındaki anormalliğin Ege deki Thera patlamasıyla ilişkili olduğu söylenmektedir. Baillie bunun Mısır da, Orta Krallık ın devrilmesi, Nü Vadisi ne Hiksosların girmesi ve Tufan la da -ki, bunun İÖ 1250 yılında olduğuna İnanılmaktadır- ilişkilen-dirilebileceğine inanmaktadır.

İsrailliler e "gündüzün bir bulut sütunuyla ve geceleri ateşle" yol gösteren şeyin 800 kilometre uzaklıktaki Thera olduğunu ileri süren İan Wilson dan alıntı yapan Baillie, bunun İÖ 1628 yılındaki Thera patlamasına ilişkin bir görgü tanığı ifadesi olabileceği fikrini ortaya atar. Ancak bu arkeoloji alanında çok hassas bir noktadır.

Bütün arkeologlar Thera nın patlama tarihini İÖ 1628 olarak kabul etmezler. Mısır da tarihi metinlerde yapılan karşılaştırmalı kronojilerde felaketin İÖ 1500 yılında yer aldığına inanılmaktadır. Ancak Baillie bu İÖ 1628 olayına İrlanda ve Çin kadar uzak yerlerdeki diğer olayları da bağlamakta ve gerek volkanik gerek sismik olayları tetikleyen şeyin kuyruklu yıldız olduğu görüşünü ileri sürmektedir.

Kitabı Mukaddes e göre Çıkış ile Hazreti Süleyman tapınağının inşası arasında 480 yıl geçmiştir. Bu arada "bir bulut Tanrı nın evini doldurmuş "tur ve 18. Mezmur da şöyle der: "O zaman dünya sarsılıp titredi, dağların temelleri de oynadılar ve sarsıldılar, çünkü o öfkelendi. Burnundan duman yükseldi, ağzından ateş yiyip bitirdi, ondan köyler tutuştular."

Bu 480 yıllık ara Baillie nin ağaç halkaları olaylarının ikisi arasındaki araya çok yakındır (İÖ 1628 ve 1159-1141) Baillie, Kitabı Mukaddes in Doğu Akdeniz dünyasında büyük felaketlere neden olan önemli kuyruklu yıldız olaylarını kaydettiği inancındadır.

Baillie bunu daha ileri götürerek kuyruklu yıldız çarpmalarının dünyanın varlığı sırasında binlerce kez olmuş olacağım ama bunlardan çoğunun çarpma kraterleri bırakmayacak hava patlamaları olabileceğini söyler. 1908 yılında Sibirya da Tunguska üzerinde 12 ile 30 megatonluk olup büyük bir orman bölgesini dümdüz eden patlama da böyle bir kuyruklu yıldız kalıntısının eseridir.

Garip şeyler olduğu söylentileri yayılmıştı ancak Leonid Kulik adında meraklı bir Rus bilimadamı patlama mekânını aramaya gidip de etkilerini kaydetmemiş olsaydı bunlar gözardı edilip unutulacaktı. Felaketin izlerini nerede aramamız gerektiğini biliyorduk ancak geriye ne bir krater kalmıştı ne de buzullarda herhangi bir ize rastlanmıştı.

Son zamanlarda ultrason kullanan araştırmacılar atmosferdeki patlamaların boyutlarım ve sıklıklarını açıklamışlardır. Varılan sonuçlara göre dünyaya son 5000 yılda birkaç yüz metre genişliğinde bir kuyruklu yıldız ya da küçük parçalar kümesi en az bir, muhtemelen de birkaç kez çarpmıştır. Bu çarpmalar geride gözle görünür izler bırakmamış olabilir ama Baillie, bazılarının yoğun nüfuslu olan alanlarda felaketlere yol açtığı fikrindedir.




Kuyruklu yıldızların büyük felaketlere eşlik ettiklerine inanılırdı. Bayeux Halısı nda, Hasting Savaşı ve İngiltere Kralı Harold un ölümü zamanında gözlemlenen Halley Kuyruklu Yıldızı görülüyor.

FELAKETLERLE DOLU 6. YÜZYIL

Ağaç halkaları 540 yılında büyük bir toz perdesi olayı göstermektedir ki, bunun volkanik bir patlama olmadığı anlaşılmaktadır. Baillie 6. yüzyılda bir kuyruklu yıldızın dünyayı bombardımana tutarak bir dizi doğal felakete neden olduğu ve bunların depremler, yaygın kıtlık, aşırı soğuk hava, su baskınları ve veba başlangıcı olabileceğini iddia etmektedir. Bu olağanüstü olaylar yüzyıllar boyunca halk hikâyelerinde hayatta kalmıştır.

Gazeteci David Keys, 535/536 yılında doğal bir afetin güneş ısısını 18 ay boyunca kestiğini ve bunun da dünya çevresinde iklim anormalliklerine neden olduğuna işaret etmektedir. Tropik Afrika da olağanüstü bir yağış fare ve bit nüfusunu artırmış ve böylece başlayan veba salgını 6. yüzyılda Akdeniz dünyasına ve Avrupa ya yayılmış, Konstantinopolis in (İstanbul) nüfusunu büyük ölçüde kırıp geçirmişti.

537 ve 538 yıllarında şiddetli bir kuraklık çok sayıda Çinli nin ölümüne neden olmuş, Avrasya da göçleri başlatmış ve sonunda Doğu Avrupa ve Ukrayna da bir Avar imparatorluğu kurulmuştu.

Avarlar veba, dini muhalefet ve parasızlıkla sıkıntılar içinde olan Roma İmparatorluğu yla çatışmaya girecekler ve sonunda Balkanlar Avarlar ve Slavlar, doğu illeri de Persler tarafından işgal edilecekti. Keys bu sorunların çoğunun doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Batı Avrupa da 535 ile 555 yılları arasında sağlam bir biçimde belgelenmiş olan anormal derecede dengesiz hava koşullarıyla ilişkili olduğuna inanmaktadır.

Keys 6. yüzyılın iklim ve salgın hastalık olaylarının yarattığı domino etkisinin Anglosakson İngiltere sinin genişlemesine, yaygın bir kuraklık ve kıtlık başlamasına neden olduğunu iddia etmektedir. Büyük Okyanus un ötesinde 6. yüzyıl kuraklığı büyük Teotihuacan kentinin çökmesine katkıda bulunmuş, Maya ovalarında büyük politik etkiler yaratarak Tikal kent-devletinin geçici gerilemesine neden olmuştur.

Andlar da Quelccaya buzulundan alınan örnekler, Peru nun kuzey kıyısında Moche Uygarlığı nın çökmesine ve Titikaka Gölü kıyılarında Tiwanakular ın yükselmesine neden olan 6. yüzyıl kuraklığını ve El Nino olaylarını belgeler.

Keys bu gelişmelerinin 535 yılında Cava ve Sumatra adaları arasında yer alan Sunda Boğazı ndaki dev bir yanardağ patlamasından kaynaklandığını ve bu patlamanın sonucunda küllerin ve lavların stratosferde 48 kilometre yükseğe taşınarak dünya çevresinde yaşayan insan toplumlarının dengesini bozduğunu iddia etmiştir. Bu noktada David Keys, suçu kuyruklu yıldız bombardımanına atan Baillie den ayrılmaktadır.

Baillie e göre yakından geçen kuyruklu yıldızların tozları insanlık tarihinin önemli unsurlarından biridir. Onun iklim verileri, arkeolojik kanıtları, tarihi kayıtları ve efsaneleri şu anda yalnızca varsayımsal bir senaryodur, iklim olaylarının pek azı geride bir iz bıraktıkları için ne yazık ki, bilimsel kanıt bulmak güç olacaktır. Ancak Baillie varsayımı bize, yeryüzünde yaşamı etkilemiş olan ve gelecekte de tekrar etkileyebilecek olan iklim ve doğa olguları hakkında daha öğrenecek çok şeyimiz olduğunu hatırlatmaktadır.




(Solda) Ağaçların yıllık büyümelerini gösteren ağaç halkaları zamanın iklim koşullarını yansıtırlar. Birinci kesit 540 yılı olayı çevresindeki halkaları gösteriyor. Farklı ağaçlardan alınan aşağıdaki dört kesitteyse İÖ 1159-1141 yıllarındaki bir olay görülmektedir. (Sağda) Amerika Birleşik Devletleri nde Kuzeydoğu Arizona da bir Meteor Krateri. Yaklaşık 50.000 yıl önceki bir çarpmadan oluşan krater 800 metre çapında ve 200 metre derinliktedir. Bunun meteor krateri olduğu ancak son zamanlarda anlaşılmıştır. Bütün çarpmalar böyle dramatik bir kanıt bırakmayabilir.

LORD BENGLİNE



Bengline

Bengline resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Önemli Bilgiler >GİZEMLİ DÜNYA ) Firavunlar ve Matematik>
  15.Tem.2007 Pzr 00:46:03
fiogf49gjkf0d

 FİRAVUNLAR   &   MATEMADİK
Mısır bilimciler, bulunmuş olan birkaç matematik papirüsü sayesinde antik Mısırlılar ın hesaplama ve ölçümleme sistemleri hakkında bazı şeyler bilmektedirler. Bunlar, o zaman ortaya çıkan bazı sorunların nasıl çözüldüklerini göstermektedir.

En ünlülerinden biri, bugün British Museum da sergilenen Rhind Matematik Papirüsü dür. Bu sorunlara gelirsek, Mısır bilimcileri antik Mısırlılar ın ağırlık, ölçü ve hacim hesaplamalarından ortaya çıkan farklı miktarlarla nasıl baş ettiklerini keşfetmişlerdir. Bunlar aynı zamanda açıları nasıl ayarladıklarını da göstermektedir.

Bugünün modern dünyasında bir açıyı ölçmek için bir daireyi 360 dereceye tamamlayan iletkiler kullanmaktayız. Her derece 60 dakikaya ve her dakika da 60 saniyeye bölünmüştür. Antik Mısırlılar ise, açıları hesaplamak için oldukça farklı bir yöntem kullanıyorlardı. Bu, dik açılı bir üçgenin uzun kenar oranı üzerine dayanıyordu. Sonuç olarak her türlü açıyı eğim olarak hesaplayabiliyorlardı. Benzer bir sistem, otoyollarda tepe eğimini gösteren eski tip tabelalarda görülebilir. Bunlar bir tepenin eğimini l :6 gibi sayısal oranlarla gösterirlerdi. Bunun anlamı, ufuk çizgisinden dikeye doğru açının altı eşit parçaya bölünmüş olduğudur.

Aynı şekilde antik Mısır da da bir eğimin açısı seked olarak bilinen tam bir oran sayısıyla ifade edilirdi.

Anlaşıldığı gibi, bu teknikler Marlborough Downs daki antik İngilizler de de gözlem yapmak için hayati önem taşımaktadır.

Antik Mısırlılar ın kullandığı yöntemi anladığımızda, Büyük Piramit detci 51 derece-51 dakika gibi "garip" eğim açılarının oluştuğu da ortaya çıkmaktadır. Bu, piramidin yüksekliği ve tabanı arasındaki sayısal orandan kaynaklanmaktadır. Bu da Büyük Piramit de 7:11 dir. Bu, piramitler hakkında okuduğum hiçbir kitapta bulamadığım basit bir gerçektir ve bütün piramitler için geçerlidir. Piramitlerin sayısal anahtarı, tabanlarının yüksekliklerine olan orantısında yatmaktadır.

Pratik açıdan -ki, antik Mısırlılar kesinlikle pratik insanlardı- bu yöntem, piramit yapılırken doğru eğim açısının korunup korunmadığını sürekli olarak kontrol etmek için en kolay yoldu.

Ama burada cevaplanması gereken soru, Giza Platosu ndaki piramitlerde antik Mısırlılar ın neden farklı eğim açıları kullandıklarıdır. Farklı oranlar neden önemliydi? Formül oluşturulduktan sonra diğer hepsinin Büyük Piramit le aynı oranla yapılması daha pratik ve kolay olmaz mıydı?

Mısır bilimciler, bizi firavunların her birinin kendi bireyselliklerini ifade etmek için bu yönteme başvurduklarına inandırabilir. Ama başka bir neden daha olabilir. Belki de kullandıkları oranlarda farklı sembolik bağlantılara yönelmek istiyorlardı.

7:11 oranına dayanan en azından bir piramit daha vardır. Giza nın 160 kilometre güneyinde kalan Meidum da bulunan bu piramit, Keops un babası Senefru ya adanmıştır. 5. Hanedanlık dan Sahure ye adanmış olan ve Abusir de bulunan başka bir piramidin de eğim açısı 51 derece 42 dakika olarak hesaplanmıştır. Bu, Büyük Piramit in açısının kesiridir ve aynı şekilde 7:11 oranını kullanmaktadır. Diğer birçok Mısır da olduğu gibi Sahure Piramidi nin de sorunu, dış yüzeyi çok fazla zarar gördüğü için doğru açının tam olarak hesaplanamamasıdır.

Kefren Piramidi nin eğim açısı, M.Ö. 2278 den 2184 e kadar hüküm sürmüş olan 6. Hanedanlık dan II. Pepi ninkiyle aynıdır. Bu piramit şu anda kalıntı halindedir ama kalıntılardan eğim açısını hesaplamak mümkün olmuştur. Daha sonraki Mısır piramitlerinin yapısı, Giza Platosu ndakilere göre daha basittir ve zaman içinde çok fazla zarar görmüşlerdir. Birçoğu şu anda moloz halindedir. Ama Kefren deki eğim açısı (3:4:5 üçgenini temel almaktadır), Rhind Matematik Papirüsü nde açığa kavuşmuştur. Buna göre, antik Mısırlılar da bu oran iyi biliniyordu.

Antik Mısırlılar ın 3:4:5 üçgenini bilmediklerini savunan Mısır bilimcilerinin hatırına hipotenüs uzunluğu (5) hiç verilmemiştir. Ama piramitleri de içine alan matematiksel sorunlar, yüksekliğin taban uzunluğuyla orantısı olarak açının "seked"i şeklinde açıklanmıştır. 3:4:5 üçgeninde seked, 3:4 orantısıdır. Ama hipotenüsün uzunluğu hiç verilmezken, bunun nedeni Mısırlılar ın bu uzunlukla hiç ilgilenmemiş olmalarıdır.

Büyük Piramit veya Kefren Piramidi gibi kesin ölçüm becerileri gerektiren muhteşem anıtları tasarlayabilen ve inşa edebilen insanların kullandıkları üçgenlerin hipotenüs uzunluklarıyla ilgilenmediklerine inanabilir miyiz? Ölçümlerinde tutarlılık arayan her insan, sayı, biçim ve geometri arayışlarında her türlü uzunluk ölçülerini elbette ki hesaplayacaklardır. Bu, çalışma yöntemlerinin temelidir. O halde, üçüncü kenarın uzunluğunu gizliden gizliye bildiklerine dayanarak sadece 3:4 oranını kullanmaya devam edeceğiz.

Giza piramitlerinde kullanılan taban-yükseklik orantısı, antik Mısırlılar tarafından kesinlikle biliniyordu. Birçok matematik metninde verilen örneklerde bu açıktır. Tabii ki piramitlerde kullanılan oranların keyfi olarak seçilmiş olması da mümkündür. Ancak bu özellikler, Mısırlılar ın sanatsal ifade biçimlerinin hepsinde ortaya çıkmakta ve sayı sembolizmine verdikleri önemi vurgulamaktadır.

Bu oranların belli dini kavramları ifade eden anlamlar taşımaları yüksek olasılıktır. Diğer bir deyişle, Giza daki yapıların tamamı kasıtlı bir şekilde ruhsal bir konuyu ifade etmek için yapılmıştı. Bu, piramit tasarımcılarının üç piramidin her birinde neden farklı eğim açılarını seçtiklerini açıklamaktadır.

The Orion Mystery de Bauval ve Gilbert, Giza piramitlerini Orion takımyıldızına ve özellikle Orion kuşağındaki yıldızlara bağlayan kanıtlar göstermişlerdir. Bu takımyıldız aynı zamanda İsis ve Osiris mitinde de karşımıza çıkmaktadır ve daha önce de söylediğimiz gibi, bu piramitler üç temel ilah grubunu temsil etmek için yapılmış da olabilir; Osiris, İsis ve Horus u

LORDN BENGLİNE



Bengline

Bengline resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Önemli Bilgiler >(GİZEMLİ DÜNYA)Tutankhamon öldümü öldürüldümü ?>
  15.Tem.2007 Pzr 00:33:40
fiogf49gjkf0d

    firavun un karısı isimli 6 kitaptan oluşan cok güzel bir anlatım vardı,Cok keyifli ve sürükleyici tafsiye ederim kitap okumayı sevenlere.

 Bu konuyuda ilginizi çeker diye bir yerden aldım copi pas  yaptım.

                       KEYİFLİ OKUMALAR

               ACABA  TUTANKHAMON ÖLDÜRÜRLDÜMÜ.

Kocam öldü ve oğlum yok... Korkuyorum. ANKHESENAMUN, MISIR KRALİÇESİ, TUTANKHAMON UN DUL KARISI, İÖ YAKLAŞIK 1323

Mısır Firavunu Tutankhamon un (İÖ 1333-1323) mezarının 1922 de Howard Car-ter tarafından bulunması, entelektüel dünyanın gözlerini kamaştırmıştı. Mezarın dört odasından çıkan 2000 den fazla nesne, Mısır ın eski gücünün zirvesinde bir hükümdarın, inanılmaz servetini ortaya koyuyordu.

En şaşırtıcı şeylerden biri de, kralın 10 kilo som altından yapılma iç tabutu ve onun içindeki mumyasıydı. Ceset çok kötü durumda olmasına rağmen, kral hakkında önemli bir gerçeğin bilinmesini sağlamıştı: Tutankhamon 20 yaşında ölmüştü.

İlk otopsi, tabutlar hemen açıldıktan sonra 1925 te Dr. Douglas Derry tarafından yapıldı. Derry "sol yanakta... yuvarlak bir çöküntü ve onu dolduran deride bir yara izi" buldu. "Bu çöküntünün çevresindeki derinin rengi değişikti". Derry ölüm nedeni hakkında bir fikir ileri süremedi.

1968 de Profesör R. G. Harrison tarafından çekilen röntgen filmleri ünlü firavunun tüberküloz olamayacağını gösterdi. Kafatası filminde görünen bir kemik parçası, kafaya inen sert bir darbenin yarattığı bir kanamaya neden olmuş olabilirdi. Filmler göğüs kafesinin ön tarafının da eksik olduğunu gösterdi. Göğüs kafesinin bu kısmı, mumyalama işlemi sırasında çıkarılmış olabilirdi.

Kralın büyük bir göğüs yarası aldığı ve bunun ancak ölümden sonra yapılan ameliyatla gömme için "temizlenebileceği" de iddia edilmiştir. Ancak başka bir yara izi olmadığı için, bu mumyalama sürecinde arkeolojik kayıtlarda sık sık ortaya çıkan ve açıklanamayan değişikliklerden biri olabilir.

Sonuçta, Tutankhamon un ölüm nedeni konusunda araştırmacıları ikna edecek net bir fiziki ya da tıbbi kanıt yoktur. Ancak pek çok kimse, genç kralın ölümünden önceki ve sonraki olayların dolaylı kanıtlarına dayanarak, bir cinayet işlenmiş olmasından kuşkulanmıştır.


 



(Solda) Ahenaton un üçüncü kızı ve Tutankhamon un karısı Kraliçe Ankhesenamun. Ölü doğan iki kız çocuğu doğurmuş ve kocasının ölümünden sonra Hitit Kralı na oğullarından biriyle evlenip kendisini firavun yapmak istediğini bildiren bir mektup yazmıştır. (Sağda) Tutankhamon un mumyası. Cesette göğüs kafesinin ön kısmının olmaması gibi bazı olağandışı görünümler vardır. Bu, kolların karın bölgesi üzerinde kavuşturulmasıyla ilgili olabilir. Diğer kral mumyalarında kollar, göğüs üzerinde kavuşturulmuştur.

ÇOCUK KRAL

Tutankhamon Mısır ın geleneksel çoktanrılı dinini kaldırıp yerine tek güneş tanrı Aton a tapınmayı getiren "sapkın" Ahenaton un halefi ve herhalde oğluydu. Ahenaton henüz yaşıyorken bile eski kültlere dönüş hareketleri olmuştu ve firavunun ölümüyle bu dini reforma karşı olan güçler iktidara gelmişlerdi.

On yaşında bir çocuk olan Tutankhamon, devlet ileri gelenlerinin ve kral naibi olan general Horemheb ile Ay ın başında bulunduğu bir asker grubunun korumasındaydı. Ay, bir olasılıkla Ahenaton un karısı ve Tutankhamon un karısı Ankhesenamun un annesi olan Nefertiti nin babasıydı.

Generallerin yönetimi altında kral, geleneksel çoktanrılı dine dönmüş ve büyük bir tapınak restorasyonu programı başlatmıştı. Ancak Tutankhamon yaşı ilerledikçe kendi kararlarını verecek bir duruma gelecekti ki, bu danışmanlarının kişisel görüşleriyle uyumlu olmayabilirdi.

Kralın, erginlik yaşma eriştikten kısa bir süre sonra ölmesi kuşkulu olarak görülmüştür. Halefinin, danışmanı general Ay olması da bu denkleme katılmıştır. Bu arada, kraliçe Ankhesenamun ile Hitit Kralı arasında ilginç bir yazışma da gerçekleşmiştir. Kraliçe burada kocasının öldüğünü, kendisinin tebasından biriyle evlenip onu firavun yapmak istemediğini, bir Hitit prensi ile evlenmek istediğini ve "korktuğunu" yazmıştır. Araştırmacılar kadının aklındaki bu "tebanın", danışman Ay olduğu fikrindedirler.

Mektuptaki davete uygun olarak gönderilen Hitit prensi, daha Mısır a varmadan yolda öldürülmüştür. Daha sonra Ankhesenamun la evlenen danışman Ay, doğal olarak kral olmuştur. Ancak kısa bir süre sonra, Ankhesenamun un ortadan kaybolduğu görülmüştür. Bu Ay ın yeni bir oyunu olarak düşünülebilirse de, Ankhesenamun un Mısır tahtını bir yabancıya teklif etmesinin de ihanetle eşdeğer olduğu unutulmamalıdır.

Tutankhamon eğer öldürülmüşse, Ankhesenamun un ondan sonra Hitit askeri desteğini alarak yabancı bir kocayla hüküm sürmeyi planlamış olması da mümkündür. Böyle bir alternatif senaryo Ay ı katil değil, Mısır ın özgürlüğünü, komplocu bir kraliçeye karşı savunan bir kahraman durumuna getirir.

Ancak mumyada yapılan araştırmalarda kesin bir ölüm nedeni de saptanamadığından, bütün bu senaryolar yalnızca çok zayıf kanıtların muhtemel yorumları olarak kalmaya mahkûmdur. Kesin olarak söylenebilecek tek şey, Tutankhamon un genç yaşta öldüğüdür.

Cinayet bir olasılıksa da, daha pek çok alternatif de sözkonusu olabilir. Şiddet sonucu ölüm ihtimaline gelince: Şimdi yıkılmış olan tapınaktan çıkarılan bloklarda, Tutankhamon un askeri seferlere katılmış olabileceği görülmüştür. Savaşta ölmüş olabilir mi? Elimizdeki kanıtlarla ölümünün doğal ya da bir kaza sonucu olduğu olasılıkları gözardı edilemez. Tutankhamon un ölüm nedenini herhalde asla öğrenemeyeceğiz.


 



(Solda) Tutankhamon un mezarından çıkan en büyük hazinelerden biri, çocuk kralın yaldızla kaplı ahşap tabutudur. Bu başka bir kral için yapılmış ama Tutankhamon un mezarında bulunan pek çok eşya gibi onun için kullanılmıştır. (Sağda) Tutankhamon un mezar duvarındaki resimde Ay, Tutankhamon için cenaze ayini yapıyor. Mısır yasalarına göre bir insanın cenazesini kaldırmak, onun halef olarak durumunu doğrulardı. Özel mezarlarda yaygın olmasına rağmen kral mezarında pek görülmeyen bu sahne Ay ın, Tutankhamon un ölümünü saran olayların ardından yasallığını vurgulamak ihtiyacını yansıtıyor olabilir.


 



(Solda) Dr. Douglas Derry, Tutankhamon un mumya örtüsünü kesiyor. (Sağda) 1968 de Tutankhamon un kafatasının röntgeninde kırık bir kemik parçası (A) görülüyor. Bu belki de kafaya indirilen bir darbenin neden olduğu iç kanamanın kanıtıdır.

LORD BENGLİNE



Bengline

Bengline resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Önemli Bilgiler >( Gizemli dünya ) YÜRÜYEN KAYALAR..>
  15.Tem.2007 Pzr 00:24:28
fiogf49gjkf0d

Bu kayalar kendi kendine Hareket ediyor..




320 kg. agirliginda bir kaya parçasi kendi kendine 200 metre “yürüyebilir” mi? Üstelik, hareket ettiginin bir kaniti olarak da ardinda derince bir iz birakarak?..


ABD’nin Kaliforniya ve Nevada eyaletlerinin sinirinda yer alan Ölü Vadi düzlüklerinden biri, dünyanin en gizemli doga olaylarindan birine ev sahipligi yapiyor.

Racetrack Playa adi verilen eski bir göl yatagindaki kimi kaya parçalari, görünürde “kendi kendine” hareket ediyor. Yaklasik 2 km. genisliginde ve 5 km. uzunlugunda olan ve denizden 200 metre yükseklikteki Racetrack Playa, kuru, sert ve çatlamis bir zeminden olusuyor. Yöreye gelen turistlerin gözüne ilk çarpan sey, çevreye rasgele yayilmis küçük kaya parçalari ve arkalarinda biraktiklari gizemli izler.

Ilk bakista hiç kimildamadan duruyormus gibi görünen kaya parçalari, yaklasik yarim yüzyildir jeologlari ciddi biçimde mesgul ediyor. Yürüyen kayalar ile ilk kez 1955’te ABD’li jeolog George M. Stanley ilgilendi. Stanley’in varsayimina göre kayalarin hareket etmesinin nedeni buz ve rüzgardi. Soguk havalarda bir grup kaya parçasinin çevresinde buz tabakasi olusuyor. Rüzgar estikçe buz tabakasi çevreden kopuyor, böylece tipki bir yelkenlinin su yüzeyinde süzülmesi gibi, kayalar buz tabakasiyla birlikte kayiyorlardi. Bu yaklasim uzun yillar dogru olarak kabul edildi. Ancak bu teori özellikle küçük taslar için geçerliydi. Kimileri 320 kg. agirligindaki kayalarin “yürümesi”ni açiklayamiyordu.







1960’larda Racetrack Playa’nin ünü dünyaya yayildi. Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü Jeoloji Bölümü’nden Dr. Robert P. Sharp 1969’da yöreye gelerek yedi yil sürecek incelemelerine basladi.


Dr. Sharp, 30 tas seçti ve bunlari isaretledi. En büyügü 450 kg. agirliginda olan taslarin her birine bir ad verdi. Taslarin kapladigi zeminin belirli yerlerine özel çiviler çakarak gelismeleri izlemeye basladi. Yedi yilin sonunda, 30 tastan 28’inin hareket ettigini belirledi. Taslarin arkalarinda biraktiklari izlerin en uzunu 201 metre ile, Dr. Sharp’in “Nancy” adini verdigi 250 kg. agirligindaki bir tasa aitti.

Taslar kuzey–kuzeydogu yönünde hareket ediyordu. Dr. Sharp, dogu ya da güneydogu yönünde kimi sapmalar da gözlemlemisti. Izler ise, düzlügün kurumus ve çatlamis sert zemini kadar serttiler. Demek ki, kayalar düzlügün kati ya da donmus oldugu bir anda degil yumusak oldugu bir sirada hareket ediyorlardi.

Dr. Sharp, kayalarin hareketinde, yagmurun da en az rüzgar kadar önemli bir etken oldugu sonucuna varmisti. Amerikan Jeoloji Dernegi’nin yayin organi “Bulletin”da yayimlanan makalesinde durumu söyle dile getirmisti: “Olayin tüm gizemi, yagmur ve rüzgarin en uygun zamanda birlikte oynadiklari oyundadir.”



“Yagmurla rüzgarin oyunu” teorisi de uzun yillar kabul gördü. Ne var ki, 1990’larin basinda yapilan yeni gözlemler kayalarin hiçbir biçimde rüzgar etkisiyle hareket etmedigini ortaya koydu. Massachusetts Amherst College’dan John Reid ve arkadaslarinin Racetrack Playa’da 5 cm. yüksekliginde kar suyu biriktiginde ve buzlanma oldugunda, bir insanin, bu zeminde kaymadan yürümesinin oldukça zor oldugunu ama is kayalarin “yürümesi”ne gelince bununda olanaksiz oldugu gözlemlediler. 25 kg. agirligindaki bir kayayi buz üzerinde bir milim bile kipirdatmak mümkün olmuyordu. Çünkü kayalar dolomit kökenli kireç tasindandi, Yüzeyleri ise çok pürüzlüydü. Sürtünme katsayilari 0.8, bir ayakkabininki ise 0.1 idi. Bu da kayalarin buz üzerinde rüzgarin etkisiyle kaymasi yaklasimini tümüyle ortadan kaldiriyordu.

Reid ve arkadaslarinin teorisi ise, kayalarin altinda biriken buzlarin, birkaç santimetre derinligindeki suda “yüzmeleri” yönünde. Bu yaklasim, meteorolojik verilerle de uyum içerisinde. Reid, kayalari hareket halinde saptamak için kisin orada aylarca yasamak ve yeterli araç gereç için de yaklasik 1 milyon dolarlik bir yatirim gerektigini belirtiyor. Ancak asiri soguk, rüzgar ve nem, yörede yasami olanaksiz kiliyor ve hiç kimse böyle bir ise kalkisamiyor.

Bugüne dek hiç kimse bu kayalari “yürürken” görmedi. Son yillarda, sakaci turistlerin, kimi izlerin basina yeni kayalar “koymasi” ya da yapay izler olusturmalari, “yürüyen kayalar”in gizemini giderek daha da içinden çikilmaz bir duruma getiriyor.



LORD BENGLİNE



Bengline

Bengline resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Öylesine muhabbet >Sana Uygun Saç Modeli Hangisi?:)>
  14.Tem.2007 Cmt 14:49:02
fiogf49gjkf0d

Birde siyaha boyadıkmı tamamdır .

NeferTitiNET .imaj meykır ım , Harikasın   :)



Bengline

Bengline resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Komik Videolar, Klipler, Resimler, Karikatürler >GÜZEL YURDUM İNSANI SİZİ SEVİYORUM :)>
  14.Tem.2007 Cmt 03:22:43
fiogf49gjkf0d
 
 
 
Güzel yurdum insanı ,Doğal yaşamın natür simgesiyiz.İYİKİ VARIZ.
 


TENEKEMİZLE GELDİK BİZ, ISLANIP GİDECEĞİZ!

Manisa Sarıgöl de yüzyıllardır sürdürülen "Kepçe Gelin" adlı gelenek, herkesi gülümsetiyor. Tenekelerle evleri ziyaret eden çocuklar maniler söylüyor. Ev sahipleri de çocukların üzerine su döküyor. Bu bir çeşit Yağmur duası olarak kabul ediliyor.



YARDIM EDİN, PARAMI YEDİRMEYE HANIM BULAMIYORUM

47 yaşındaki Mehmet Bey, Vali Yardımcısı Serdar Polat a parası olduğu halde evlenemediğininden yakınarak, kadınların nasıl olsa devlet bakıyor mantığıyla evlenmek istemediğini savundu. İşte tarihe geçecek sözler: "Yuva kurmak istiyorum, ama kuramıyorum. Bunun nedeni devlet. Kadınlar devlet nasıl olsa bizi bakıyor diye boşanıyor. Paramı yedirmeye hanım bulamıyorum. 35 yaşından büyük, eşi ölmüş biri ile evlenmek istiyorum”



YURDUM İNSANI NDAN DOLU DOLU ÇÖZÜM!

Balıkesir de belediye haporlörlerinden, aşırı yağmur ve dolu beklendiği anonsu yapıldı. Anonsu duyanlar otomobillerini korumak için türlü çeşit önlem aldı. Bazı vatandaşlar araçlarını battaniye, kilim ve ambalaj kartonlarıyla örttü.



BÖYLESİ GERÇEKTEN GÖRÜLMEDİ

psikolojik sorunları bulunan ve son zamanlarda aşırı zayıflayan 39 yaşındaki Muhittin Gültekin in, çekilen röntgen filminde midesinde onlarca çivi bulunduğu belirlendi.



DİKKAT DEVE ÇIKABİLİR



ARADAKİ YOL TARAFSIZ SAHA
 
Konya da Fenerbahçe ve Galatasaray taraftarı iki komşu, birbirlerine nazire yaparcasına evlerini takımlarının rengine boyadı.



BU ARAÇTA KAÇ KİŞİ VAR ?

Diyarbakır da sepetli bir motosikletin üzerinde bir minibüs dolusu kadar insanı görürseniz şaşırmayın diye...
(Cevap:10)



ALET PANOSU GİBİ !

Osmaniye de yerel gazete sahibi İlyas Kor, mıknatıs özelliğiyle şaşırtıyor. Vücuduna her çeşit metal yapışan genç işadamı, bu özelliğini koluna taktığı dijital saatin bir süre sonra durmasıyla farketmiş.



KİMLİĞİNİ BULAMAYAN OĞLAK

Eskişehir de 1,5 aylık oğlak, esnafın maskotu oldu. Biberondan süt içen oğlağın en büyük zevki top oynamak ve arka ayaklarının üzerinde durmak.



İLAÇ GİBİ EVLİLİK

Böyle olur eczacının düğün davetiyesi... İlaç kutusu şeklindeki davetiyenin içerisinde bir de ilaç prospektüsü şeklinde düğün töreniyle ilgili bilgilerin yazılı olduğu kupür yer alıyor. Kupürde nikah tarihi, yeri ve saati bulunuyor.



SÜPER LİG PİLAVI

Süper Lig e fırtına gibi giriş yapıp haftalarca liderlik koltuğunda oturan Vestel Manisaspor, ilerleyen haftalarda büyük bir çöküşün içine girdi ve sezonun son maçına diken üstünde çıktı. Son maçta aldığı puanla ligde kalan Manisa da kent merkezindeki çarşı esnafı pilav dağıttı.



YAZISIZ



ATM DEN PARA YAĞDI

Isparta da bir bankamatikin para haznesinden banknotlar akmaya başladı. O sırada bankamatiğin yanından geçen işçi 23 yaşındaki Ali Osman Turan, durumu fark edip ATM kabinine girdi. Turan, 50, 20 ve 10 YTL lik banknotlar halindeki 2 bin 720 YTL yi de götürüp polise teslim etti. Alkışlıyoruz...



ŞEMSİYE DEĞİL MANTAR!

Bir evin bahçesinde yetişen 55 santimetre çapındaki 680 gramlık dev mantar görenleri şaşkına çeviriyor.



KAYBOLMAK İMKANSIZ GİBİ!

Muğla da ilköğretim öğrencileri taragından düzenlenen "Teknoloji ve tasarım" şenliğinde ilginç projeler yarıştı. Onlardan en çok ilgi çekeni "Pusulalı ayakkabı ydı.

LORD BENGLİNE

 



Bengline

Bengline resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Komik Videolar, Klipler, Resimler, Karikatürler >HER ARABAYA CC DEN BEDAVA LASTİK :)>
  14.Tem.2007 Cmt 03:11:34
fiogf49gjkf0d

Kanpanya fiyatına ..CCmobil leriniz için cc lastik üretti.Bayilerinizden istemeyi unutmayınız. CCassa ( Lassa ) Markası ile :)

Skoda Capri 205 I



Skoda Capri 205 II



Skoda Capri 205 III



Skoda Capri 205 IIII


Skoda Capri 205 V

Ne beğenmedinizmi ? Nankör olmayın :)

LORD BENGLİNE



Bengline

Bengline resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Önemli Bilgiler >Büyük Patlama (Big Bang) Modeli>
  14.Tem.2007 Cmt 02:59:44
fiogf49gjkf0d

Ne patlamaydı ama ! Bende ordaydım . :)

Bir çok kez Belgesel olarak yada okulda karşımıza cıkardı bu konu.Ama her defasında dikkatle okur yada dinlerdim. Sizlerinde defalarca karşınıza cıkan bir konu olarak var olmuştur. Belki kazara okumayan yada bilmeyen varsa diye ekliyeyim istedim..

           Hem sinirlendiginizde Yada sıkıldığınızda okumanız için iyi bir yazı.

               Uzun bir yazı kopi pas için uygun gördüm :)

Büyük Patlama (Big Bang) Modeli



 

Uzayin git gide daha derinlerine baktigimizda, acaba uzayin sonuna ya da zamanin baslangicina ulasabilir miyiz? Evrenin bir baslangici varsa, acaba nasildi? Sonu olacak mi? Tüm bunlar, kozmolojiyi, bir bütün olarak evrenin yapisi ve evrimini inceleyen astronomi dalini ilgilendiren sorulardir.



 

Her kültür, kendine özgü bir kozmoloji icat etmistir. Aristoteles in evreninde üzerine yildizlarin tutturulmus oldugu büyük, kristal bir küre olarak düsünülen uzayin kenarlari vardi. Ama bu evrenin ne baslangici, ne de sonu vardi.Yani duragandi. Gökyüzüne Ýliskin adli eserinde Aristoteles söyle demektedir: "En temel cisim, sonsuzdur; büyümez, küçülmez, yaslanmaz, degismez ve hareket ettirilemez". Aristoteles, tanrisal ve ölümsüz olan evrenin, temel cisim olan ether den olusmasi gerektigini düsünüyordu. Hiristiyan dünya görüsü sonsuzluk kavramindan vazgeçmekle birlikte evrenin degismez oldugu fikrine sahip çikti ve sürdürdü. Bu gelenege göre evren, Tanri tarafindan yoktan var edilmis ve o günden bu yana hiç degismemistir. 1543 yilinda Dünya nin evrenin merkezi olmayip yalnizca Günes çevresinde dönen bir gezegen oldugunu gösteren Copernicus çok seyi degistirmekle birlikte, evrenin uzaysal olarak sinirli, zamansal olarak ise sonsuz oldugu yolundaki Aristoteles inanisini degistiremedi.



 

1576 yilinda, Copernicus ögretisine inanan bir Ýngiliz olan Thomas Digges, yildizlari, üzerinde bulunduklari kristal küreden koparip uzaya dagitan ilk astronom oldu. 1546 yilinda dogan ve matematik egitimi gören Digges, Copernicus un büyük eseri The Revolutionibus un bazi bölümlerini Ýngilizce ye çevirerek yayinladi. A Perfit Description of the Caelestiall Orbes basligiyla yayinladigi bu çeviriye Digges, yildizlarin dagilimi, özellikle de uzayin sonsuz oldugu ve yildizlarin bu sonsuz uzayda dagilmis olarak bulunduklari yönündeki kendi görüslerinin anlatildigi bir bölüm ekledi (Digges ayni zamanda daha uygulamali olan baska konularla da ilgileniyordu. Top mermilerinin yörüngeleri üzerine ilk ciddi çalismalari yapan Digges, Ýngiltere de balistigin babasi sayilir).



 

Digges ten sonra evrenin uzayda sonsuz oldugu kabul edilmistir. Bununla birlikte insanlar hala evrenin zaman içinde degismez oldugunu düsünüyorlardi. Büyük fizikçi Isaac Newton ayni problemi yüz yil kadar sonra yeniden ele aldi. Tek tek gezegenlerin hareket halinde olduklari kesindi ama çok büyük zaman araliklariyla bile bakilsa evrenin degismez oldugu düsünülüyordu.



 

Newton, büyük ölçekte evreni tanimlayan asil kuvvetin evrensel kütle çekim kuvveti oldugunu anladi. Bunun ötesinde, kütle çekim teorisi ile Newton, evrenin bir bütün olarak hesaplamalara dayanan modelini yapan ilk insan oldu. Bununla birlikte 1917 deki Albert Einstein in modeline kadar böyle bir modelden söz edilmemisti. Einstein da Newton gibi genel görelilik adi verilen kütle çekim teorisini yeni gelistirmisti. Newton gibi Einstein da kozmolojideki temel kuvvetin kütle çekim kuvveti olduguna inaniyordu.



 

Genel görelilik, madde ve enerjinin kütle çekimini nasil ürettigini, buna karsilik madde ve enerjinin kütle çekimine nasil tepki verdigini anlatan oldukça karmasik ve matemetiksel bir teoridir. Bir bütün olarak evren teorisiyle ilgili zor denklemleri çözebilmek amaciyla Einstein, iki basitlestirici varsayim yapmisti: Evren zamanla degismez ve madde evrende düzgün bir biçimde dagilmistir. Her ne kadar Einstein in baslangiç varsayimlari ile ilgili gözlemsel hiçbir kanit yoksa da, Einstein bu varsayimlarin tatminkar sonuçlar verecek ölçüde gerçege yakin olduklarina inaniyordu. Einstein in sonuçtaki "kozmoloji modeli" duragan ve homojendi.



 

Çok geçmeden, baska kozmoloji modellerinin de olasi oldugu ortaya çikti. 1922 yilinda Alexander Friedmann, zamanla degisen evreni tanimlayan bir kozmoloji modeli olan duragan olmayan evren modelini ortaya atti. Bir Rus matematikçi ve meteorolog olan Friedmann, ise Einstein in çekim teorisi ile basladi ama homojenlik varsayimini kabul ederken duraganlik varsayimini sorgulamaya açti. Hollandali astronom Wilhelm de Sitter in de dedigi gibi, ne kadar büyük bir teleskopla
bakarsak bakalim evreni görüsümüz bir fotograf karesinden baska bir sey degildir, dolayisiyla da evrenin uzun dönemli davranislari konusunda çok az fikir verir. Friedmann, genel görelilik denklemlerinin baska çözümünü buldu. Bu çözüme göre evren, yogunlugu son derece yüksek bir durumdan baslayarak zaman içinde genisliyordu.



 

Friedmann in kozmoloji modeline göre ilk patlamadan sonra genislemeye baslayan evren gittikçe daha daginik bir duruma geliyordu. Bu kozmoloji modeline büyük patlama modeli adi verildi. 1923 yilinda Friedmann in evrimlesen modelinin elestirisinde Einstein, Friedmann in hesaplamalarinin matematiksel geçerliligini kabul etmekle birlikte, bunlarin gerçek evrene uygulanabileceginden kuskuda oldugunu bildirdi. Teorik fizikte, baslangiç kosullarina bagli olarak bir denklem setine birden fazla çözüm bulunmasi oldukça sik rastlanan bir seydir; bu nedenle Aristoteles, Copernicus ve Newton gibi Einstein da evrenin duragan olduguna inanmaya devam etti. Bununla birlikte ne Friedmann in ne de Einstein in baslangiç varsayimlari ampirik olarak sinanabilirdi. O zamanlar her iki görüs dogrultusunda da deneysel kanit hemen hemen yok gibiydi. Einstein ve Friedmann, evren teorilerini kagit üzerinde üretmislerdir.



 

1929 yilinda durum kökten degisti. O yil, teleskopla gözlem yapan Amerikali astronom Edwin Hubble, evrenin genislemekte oldugunu kesfetti. Galaksiler sürekli olarak birbirlerinden uzaklasiyorlardi.



 

Gerçekte Hubble teleskopla baktiginda galaksilerin birbirlerinden uzaklastigini görmedi; böyle hareketleri dogrudan görmek için milyonlarca yil gerekir. Hubble, Doppler kaymalarina bakarak galaksilerin hareket ettigi sonucuna vardi: Galaksilerin renkleri tayfin kirmizi ucuna dogru kayiyordu. Kirmiziya kayma olarak bilinen bu kayma, uzaklasma hareketinin bir sonucudur. Bütün galaksiler Samanyolu ndan uzaklasiyordu. Aslinda birçok kozmik bulutsunun kirmiziya kaymalari 1900 lerde Arizona daki Lowell Gözlemevi nde çalisan Vesto Slipher tarafindan ölçülmüstü. Hubble in Slipher in çalismasina ekledigi tek sey, Cepheid yildizlarini kullanarak uzaklasan galaksilerin uzakliklarini saptamak oldu. Hubble, galaksilerin uzakliklarinin, uzaklasma hiziyla dogru orantili oldugunu kesfetti. Baska bir deyisle, bir galaksinin bize olan uzakligi bir baska galaksinin iki katiysa, uzaklasma hizi da iki kati oluyordu. Bu sonuç, her yönde düzgün olarak genisleyen bir evren için beklenen bir sonuçtu.



 

Hubble in gözlemleri bir yandan çok açik bir biçimde Fiedmann in duragan olmayan modelinin Einstein in duragan modeline göre üstünlügünü ortaya çikarirken, öte yandan da Hubble in gözlemleri görünüse göre her iki bilim adaminin da öne sürdügü temel varsayimi dogruluyordu: Evren hemen hemen homojendir. Yalnizca evren eger homojense galaksilerin uzaklasma hizlari uzakliklari ile dogru orantili olabilir. Dahasi, homojen evren her noktanin diger noktalardan farkli olmadigi anlamina gelir. Nasil sisen bir balonun, balon yüzeyinde bir genisleme merkezi yoksa, evren de genisliyor olmasina karsin bir genisleme merkezi yoktur. Bir balonun yüzeyine her biri bir galaksiyi temsil eden noktalar koydugumuzu düsünelim. Balon siserken herhangi bir noktadan bakildiginda diger noktalarin uzaklastigi görülecektir. Hiçbir nokta merkez degildir.



 

Eger galaksilerin uzaklasma hizlari uzakliklari ile dogru orantiliysa, bütün galaksiler için hizin uzakliga orani sabit olmalidir. Hubble sabiti adi verilen bu oran evrenin su andaki genisleme hizini vermektedir. En duyarli ölçümlere göre su andaki genisleme hizi ile evrenin boyutlari yaklasik 10 milyar yil içinde iki katina çikacaktir. Daha kesin konusmak gerekirse, birbirlerinden uzakta bulunan iki galaksinin aralarindaki uzaklik, yaklasik 10 milyar yil sonra iki katina çikacaktir.



 

Zaman geçtikçe galaksiler birbirlerinden uzaklasiyorlar. Dolayisiyla geçmiste birbirlerine daha yakin olmalari gerekiyor. Eger evren filmini geriye dogru oynattigimizi düsünürsek, galaksiler gittikçe birbirlerine yaklasarak kalabaliklasacaklar. Geçmiste öyle bir an olacak ki evrendeki bütün madde, yogunlugu sonsuz olan bir noktaya sikismis durumda bulunacak. Astronomlar bu durumun gerçeklesmis oldugu zamani hesaplayabiliyorlar: Günümüzden 10-20 milyar yil önce. Bu ana büyük patlama adi veriliyor. Büyük patlamadan önce ne oldugu, halen teorik fizikçiler arasinda yogun tartisma konusu.



 

1930 larda, astronomlar evrenin yasini ilk kez hesapladiklarinda, bunu Dünya mizin yasiyla karsilastirmislardi. Daha önce söz edildigi gibi, 1910 larda baslayan uranyum filizinin radyoaktif tarihlendirme çalismalarina göre Dünya nin yasi yaklasik olarak 4.5 milyar yildir. Dünya nin ve Günes in olusumu ile ilgili tüm teoriler, Dünya nin yasinin, evrenin yasinin yüzde onu ile yüzde doksani arasinda bir yerlerde olmasi gerektigini belirtiyorlar. Baska bir deyisle, yeryüzündeki kayalarin yaslarini saptayan bilim adamlari, evrenin yasinin 5.5 milyar ile 50 milyar yil arasinda olmasi gerektigini söylüyorlar. Galaksilerin hareketlerini gözleyen baska bilim adamlari da evrenin yasini 10-20 milyar yil arasinda buluyorlar. Bu ikisi birbirinden çok farkli ölçümler. Bulunan yas araliklarinin kesismesi ise büyük patlama modeli lehinde çok kuvvetli bir kanit. Bununla birlikte surasini da unutmamak gerekir ki kozmoloji, astronominin tüm dallari, hatta bütün bilimler, uzay ve zamanin en uç kesismelerini gerektirirler. Her ne kadar çok genis kesimlerce tutulduysa da büyük patlama modeli henüz çok az sayida gözlemsel testlerden geçmis durumdadir.



 

Dünya nin yasiyla karsilastirma testinden sonraki iki önemli test, evrenin kimyasal yapisi yüzde 74 hidrojen, yüzde 24 helyum, yüzde 2 agir elementler ve kozmik fon isinimi adi verilen ve tüm uzayi kaplayan düzgün radyo dalgalaridir.



 

Büyük patlama modeline göre hem evrenin temel kimyasal yapisi, hem de kozmik fon isinimi evrenin bugünkünden çok farkli oldugu uzun zaman önce biçimlenmistir. Eger kozmik evrim filmimizi gene geriye dogru oynatirsak, evren büzülür, galaksiler gittikçe birbirlerine yaklasirlar ve sonunda yildizlar ve galaksiler kendilerine özgü kimliklerini yitirirler. Evrendeki madde, bir gazi andirmaya baslar. Evren gittikçe büzülerek yogunlastikça kozmik gazin sicakligi da gittikçe artmaya baslar. Sicaklik 10000 santigrat dereceye ulastiginda, elektronlar atomlarindan kaçip kurtulmaya baslar. Daha yüksek sicakliklarda ise atom çekirdekleri proton ve nötronlara ayrisir. Evrenin dogum ani olan büyük patlama yaklastikça, sicaklik artmaya devam eder. Sicaklik 10 trilyon dereceye ulastiginda proton ve elektronlar kuark adi verilen üç temel parçaciga bölünürler.



 

Þimdi baslangiçtan itibaren zaman içinde ileriye dogru gittigimizi düsünelim. Büyük patlamadan yaklasik 0.00001 saniye sonra kuarklar birleserek proton ve nötronlari olusturdular. En basit ve hafif kimyasal element olan hidrojenin çekirdeginde yalnizca bir proton bulunur. Bu süre içerisinde baska hiçbir kimyasal elementin bulunabilmesi mümkün degildir. Diger tüm kimyasal elementler iki veya daha fazla atom-alti parçacigin biraraya gelip kaynasmasiyla ortaya çikar ki evrenin baslangiç asamasindaki yogun sicaklik kosullarinda böyle kaynasmalar gerçeklesemezdi. Evren genisledikçe sogudu. Baslangiçtan birkaç dakika sonra sicaklik milyar derece mertebesine düstü. Bu kritik sicakliklarda proton ve nötronlar, aralarindaki nükleer kuvvetler nedeniyle birlesmeye basladilar. Teorisyenlerin 1960 lar ve 1970 lerde yaptiklari hesaplara göre, döteryum, helyum ve lityum bu sirada olusmus olmalilar. Bu tür ilk hesaplar 1964 yilinda Cambridge Üniversitesi nden Fred Hoyle ve Roger Tayler ile Moskova Kozmik Arastirma Enstitüsü nden Yakov B. Zel dovich tarafindan yapildi. Princeton dan James Peebles, Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü nden Robert Wagoner ve arkadaslari ile Chicago Üniversitesi nden David Schramm ve arkadaslari da daha ileri düzeyde hesaplar yaptilar. Bu teorik hesaplarin sonuçlari, gözlemsel olarak saptanan hidrojen, helyum, lityum ve döteryum miktarlari ile dikkat çekici bir uyum içindedir (Karbon, oksijen, ve demir gibi tüm diger elementler çok daha sonralari, yildizlar tarafindan üretilmislerdir). Bu uyum büyük patlama modelini destekleyen bir baska kanittir.



 

Yeni dogmus ve dolayisiyla çok sicak olan evren, kozmik fon isinimini da üretmis olmalidir. 1948 yilinda ilk kez George Washington Üniversitesi nden Ralph Alpher, George Gamow ve Robert Herman tarafindan yapilan ve 1965 yilinda bagimsiz olarak Princeton dan Robert Dicke ve James Peebles tarafindan tekrarlanan teorik hesaplar, büyük patlamanin üzerinden henüz yalnizca birkaç saniye geçtigi siralarda uzayda kara cisim isinimi adi verilen özel bir cins isinimin üretilmis olmasi gerektigini gösterdi. Kara cisim isinimi, isinimin sicakligina karsilik gelen tek bir parametre tarafindan belirlenir. Teorik olarak kara cisim isinimi evrenin ilk anlarinda, uzayda düzgün olarak üretilmis ve evren 300000 yil yasina gelip de atom çekirdekleri biraraya gelerek atomlari olusturuncaya kadar atom-alti parçaciklar tarafindan saçilmaya devam etmis olmalidir. Zaten bu noktadan sonra, maddeyle hiç etkilesmeyen isinim uzayda yayilmasini sürdürmüstür. Evren genisledikçe isinimin dalgaboyu büyümüs ve günümüzde isinimin dalgaboyu radyo dalgalarina karsilik gelen bir degere, sicakligi da mutlak sifirin üzerinde yaklasik 3 dereceye kadar düsmüstür. Bir önceki bölümde söz edildigi gibi, bu isinim bir raslanti sonucu 1965 yilinda kesfedilmisti. Son yillarda veri toplayan COBE uydusu, kozmik fon isiniminin özelliklerinin büyük patlama teorisinin öngördügü özellikler oldugunu dogruladigindan, bu teoriyi destekleyen bir kanit daha elde edilmis oldu.
 
 
 
LORD BENGLİNE


Bengline

Bengline resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >ALKOL KÖTÜDÜR AMA..>
  14.Tem.2007 Cmt 02:45:12
fiogf49gjkf0d

 

    ALKOL KÖTÜDÜR AMA..! kutularından güzel şeyler yapılabiliniyormuş..


 










LORD BENGLİNE

<<1234567 891011121314151617...62>>