KENDİNDEN SÜRGÜNSE İNSAN....
Düşünüyorum da sevgili,
seni bu şehre bu derece aşık eden,tutkuyla bağlayan,ondan değil bi gün bir an bile ayrılmamana sebep olan şeyler neyse ve ne kadarsa beni de o derece bıktıran,tiksindiren,usandıran şeyler de o kadardı sanırım...
Bilmiyorum....
Herkesin bi takım işlerle,azılı dişlerle,emanet imajlarla tutunduğu,tutunmak için ordan oraya savrulduğu bi yerde ben, bütün bu telaşın içinde(bi figüran vasfıyla da olsa)var olup olmamam gerektiğini hiç bilmiyor, bilmekte istemiyorum.
İddia etmiyorum.Açık açık söylüyorum işte.Hiçbir sihirli,cezbedici tarafı yok diyorum.Ve anlamıyorum..Beton yığınlarının arasında tıpkı bi konseri izlemeye gelenler gibi,aralarında bi karıştan daha az bir mesafe olmasına rağmen birbirlerini görmeyen,birbirlerine yüzlerini dönen,konuşmak bi yana bi sıcak tebessümü bile karşısındakine çok gören yığınlar olarak yaşamanın mantığını anlamıyorum.Yok diyorum yok işte...Balkona çıktığımda popüler şarkıların pencerelerden dışarıya sızışları ordan da kulaklarıma uzanışlarından başka bi güzelliği yok bu şehir hayatının...
Oysa daha düne kadar gittiğim şehirlerin caddelerinde,sokaklarında,sahillerinde volta atarken insanların akşamları balkonlarda oturup çay içişlerini,sohbet edişlerini,müzikle eğlenişlerini hep bir özentiyle ve de imrenerek seyrederdim.Ahh, ben de bu güzellikleri yaşayabilecek miyim bi gün derdim...Ama şimdi...
Neden?Neden bunca sıkıntıyı kendi kendimize besleyip büyüttüğümüz sıkıntılarla yasak bir kitabı yakalatmaktan ölesiye korkar gibi hep üzerimizde taşıyacaksak,hep birilerinin hayatına özenerek,imrenerek yaşıyacaksak neden burdayız,bu meydanda,bu devrandayız o zaman?Hep birbirimizden üstün olmak,birbirimizi ezmek,birbirimizi saf dışı etmek için yarışacaksak neden burdayız?Neden bize birşeyler katabileceğine derinden inanabileceğimiz rekabetlerin içinde değiliz ya da olamıyoruz? Bu hayatın,bu keşmekeşin anlamı ve anlamsızlığı içerisinde bu derece yalnızken ve yanmışken bir de istemediğimiz yarışlara neden itilip duruyoruz ki ghep?
İşte böyle olunca da sevgili ben,
bir hücre mahkumunun dört duvar arasında kalıp,en basit ihtiyaçlarını bile komutlarla yerine getirdiği,semadaki maviliğin ancak bi kısmına-o da belli aralıklarla- vakıf olabildiği,sidik ve küf kokusunun duvarlardan çok beyni kemirdiği bi yerde yaşamanın mı YOKSA,dışarıda sayısı belirsiz ipsizlerin tipsizlerin çapsızların içinde hep birilerinin darbelerinden korunmaya çalışarak yaşamanın mı daha zor daha çekilmez olduğunu bir türlü kestiremiyorum bu zehirlenmiş dünyada...
Hayat denen bu taşlı ve telaşlı yolda bir şeyleri bilmenin,bi şeylere tanıklık etmenin, bi takım davaları gütmenin,kazanmanın veya kaybetmenin ve hatta sevmelerin ve sevilmelerin bile bir anlamı,bi özelliği bi güzelliği yoktur sevgili, insan kendinden uzakta yaşıyorsa eğer...
Böyle olunca da sormadan edemiyor insan.
Hakikaten aslolan şey hayat mı memat (ölüm) mıdır yoksa?
Mayıs2005/pazar
Kendime ait bir denemem sizinle de paylaşmak istedim.Saygılar |