ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum
Kurallarını mutlaka okuyunuz...
Jelin> Forum Başlıkları | | Jelintarafından açılmış Toplam 486 Forum Başlığı var
|
|
Jelin
Mesaj
Gönder Forum
Mesajlari
| | CC-Forum> Geyik Muhabbet >Öylesine muhabbet >ŞEHİR TRİPLERİ 1 6.Ağu.2008 Çar 17:23:43 | | fiogf49gjkf0d fiogf49gjkf0d
EBEMDE GÜZEL BENDE GÜZELİM
Adama dedim ki aslında amcada peah salla amca demem ben öylesine saatlerce dolanmışım markete gelmişim tam park edicem karşı şeritten kırdım dank usta gel sen benim park edeceğim yere parket.Benim yavaşlığımdan değil yolu yardım manevradayım ya geldi parketti adam ve sinyalimde belli ben parkedicem oraya adam bir güzel çıktı arabadan tabii şafak atmış freni koyup el frenini çekip arabadan amcama doğru bağırarak ya napıyorsunuz siz dedim...Usta bana ben parkettim bekliyeceksin dedi ...Hönk nasıl yani ya kırarım amca senin belini nedemek bekliyeceksin yok park olayında yaş sınırlaması mı var ...Yok muhit tanıdık olmasa dalıcam adama dedim ne bekliyeceğim pardon ahahha :D beyimizin çıkışını bekliyecekmişiz marketten...Eyvallah başka deniz kenarı masalarıda görelim ozaman ....Hayret birşey ya adam girdi markete inşallah aradığını bulamazsın dedim ....Adam elleri boş çıktı ben gülmeye başladım zaten canım burnumda ( bu nasıl lafsa ) Levyeyi kafasına sokasım mı ne gelmiş...Adam ben gülerken tüm o efendiliğinden sıyrılıp kızım eben güzel mi dedi ....ahahahah güzel amca güzel ebemde güzel bende güzelim ...Arabasına bindi sayıyor ama bende arabama yöneldim ama adamı performasından dolayı alkışlıyorum ahahahah :D Denk gelmez geldiği zamanda eğlenesimle sinirim örtüşür koptum anlıyacağınız ahahahha:D kendi aradığımı mı ? onu buldum :D
JELİN
| |
Jelin
Mesaj
Gönder Forum
Mesajlari
| | CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >Aşk ve Sevgi üstüne >ANCAK BİR BENZERİM ÖLDÜREBİLİR BENİ - CEZMİ ERSÖZ 6.Ağu.2008 Çar 17:53:12 | | fiogf49gjkf0d ANCAK BİR BENZERİM ÖLDÜREBİLİR BENİ
Artık daha fazla böyle yaşayamazdı. İçindeki o sadece ve sadece kendisine ait olan özü ortaya çıkarmak ve onu yaşatmak istiyordu. Çünkü böyle, birden fazla ve kendisinin olmayan ve gerçek mi sahte mi olduğunun ayırdına varamadığı kişilikleri taşıyordu, sıkıntılı bir yük gibi... Peki, gerçek ve sadece ona ait bir özü var mıydı onun? Varsa neredeydi ve kimdi o? Öylesine çok maske kullanmış, öylesine çok değişik kalıplara girmiş, şekil değiştirmek zorunda kalmıştı ki, gerçek niteliğini yitirmiş olarak duruyordu. Belki de hiç olmadığı korkusuna kapılıyordu arada bir. Sık sık o gerçek özünü bulabilmek, ona ulaşabilmek için eve kapanıyor, günlerce hiçbir arkadaşını, yakınını aramıyordu. Kendisine yeni bir koza örmeliydi ve gerçek özünü bulduğunu sanıp, artık insanların içine çıkabilirim, onları gerçek kişiliğimle görüp, hissedebilirim diye düşünüyor, yanlarına sevgi ve hasretle koşuyor, ama biraz konuştuktan sonra, konuşmanın yine kendisine ait bir öz olmadığını görüyordu. Bir başkasıydı sanki o. Ya da kimseye ait olmayan birinin özüydü taşıdığı. Unutulmuş, tesadüfen bulunmuş ya da korkudan, kaygıdan alelacele oluşturulmuş yapma bir şeydi. O ânı kotarması için, ilişkileri geçiştirebilmek, kendini orada o an için var edebilmek için yarattığı sahte bir kişilikti sanki...
Bu yüzden arkadaşlarına dostlarına sevgiyle, umutla koşar, sonra da yapma kişiliğinin yarattığı sıkıntı, tatsızlık, boşluk belli belirsiz bir kasvet duygusuyla yeniden gerçek özünü bulmak için evine, odasına dönerdi. Yine olmamıştı. İçindeki o gerçek öz, eğer bir ara var olmuşsa onu belki de sonsuza kadar terk etmiş, onu böyle öksüz, hep doyumsuz, geçicilik ve kenarda kalmış olma duygularıyla bırakmıştı. Bu hep geçicilik duygusuna, şu anlamsızlık duygusuna daha fazla dayanamazdı. Bir gün gerçek kendisiyle buluşacaktı. Bu tutkuyla bekleyiş, ona geçmişte bir ara, belki çok kısa bir süre bu özle birlikte yaşadığı inancını veriyordu. O vardı ki ben onu böylesine çok özlüyorum diyordu... Şimdiyse binlerce hiç kimseydi . Tek başına bile değildi. Çünkü tek başına olmak bir sağlam varoluştu ve bakım isteyen bir şeydi. Tek başınalık bir şans tı.
Yalnız bile olamadığı, bir hiç kimse olduğu için bu yüzden kim gerçek dostu, kim düşmanı, kim onu seven, kim katili, asla içtenlikle anlayamıyordu, algılayamıyordu. İşte bu yüzden onu gerçekten sevenleri göremiyor, onu pek de ciddiye almayanlara çok yakınlık duyduğunu sanıyordu. Çoğu kez sevgisinden ve nefretinden emin olamadığı için hep endişeler ve kaygılar içinde ve güvensizlik duygularıyla yaşıyordu.
Hep bir doyum arıyor, ama yine hep açlık hissediyordu. Kahramanlık yapmak, cesur serüvenler yaşamak istiyor, ama korkuları buna izin vermiyordu. Hep o sahte kimliklerinin tümünden kurtulup çılgın ve başıboş bir aşk yaşamak istiyor, sonunda güvenli, ancak sıkıntılı, coşkusuz, tekdüze ilişkilere saplanıp kalıyordu...
CEZMİ ERSÖZ
| |
Jelin
Mesaj
Gönder Forum
Mesajlari
| | CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >Aşk ve Sevgi üstüne >ARAMIZDAKİ GÖRÜNMEZ BAĞLAR - CEZMİ ERSÖZ 6.Ağu.2008 Çar 17:55:12 | | fiogf49gjkf0d ARAMIZDAKİ GÖRÜNMEZ BAĞLAR
Tek başıma hiç sorunun yanıtını bulamıyorum.Hep yeni hayatlar yaşamayı isterken kendimi aynı hayatı tekrar tekrar yeniden yaşarken buluyorum... Sisli bir gecede yolunu kaybetmiş gemilere benzetiyorum kendimi... Yanına gidip konuşmak isteğim insanları da işte bu kayıp gemilere benzetiyorum. Uzaktan soluk ışıklarını görüyorum... Ama ne onlar bana yaklaşabiliyorlar, ne ben onlara... Sisli gecede birbirimize uzaktan bakıp yeniden kendi kayboluşlarımıza karışıyoruz... Umudum kalmadı artık; bu dünyada düşüncelerimi, beni, duygularımı gerçekten anlayacak birini bulmam imkansız görünüyor artık bana... Ama evimde duramıyorum yine de... Kendimi sokaklara atmak, insanlarla konuşmak, kendimi onlara anlatmak istiyorum. Dinliyor gibi gözüküp dinlemeseler de, anlıyor gibi yapıp gerçekte anlamasalar da... Anılar birer zorba gibi yükleniyorlar üzerime. Durmadan hesap soruyorlar benden... Tekrar tekrar aynı görüntüler belleğimi kanatıyor... Ve hep o yüz... Yüzdeki o ışık ömrümü ortadan ikiye bölüyor. Ne geriye dönebiliyorum, ne ileri gidebiliyorum... Öğrendiğim her yeni bilgi eski inançlarımı koyulaştırmaktan başka bir şeye yaramıyor... O yüzün sahibine kaderini anlatmak isterdim... Oysa o yüz ışığının farkında bile değil. Kendisine rağmen yaşıyor o ışık yüzünde... O yüz ki sevgiden önce nefret etmeyi öğrenmiş... O da kayıp bir gemi ve o da bu kanlı sisin içinde yitirdiği yolunu arıyor... Her kayıp gemi bana kırılgan ve bitimli aşkları hatırlatıyor... Dostluklar sisin ortasındaki kayıp gemiler gibi boğulmuş insan sesleri çıkarıyor... Ziyan olmuş hayatlar bu sisi biraz daha koyultuyor... Her talihsiz karşılaşma başka bir karşılaşmayı daha talihsiz kılmaya gidiyor... Her ziyan edilmiş hayat başka bir hayatı ziyan etmeye gidiyor... Evimin duvarları bile ayrılığın şarkısını söylüyor. Bir başıma dinlemek istemiyorum ayrılığın şarkısını...Ayrılık zorba anılarıyla geliyor... Her zorba anı beni ayrılığın karşısında küçük düşürüyor: Onunla görüşmeye ara verdiğimiz bir dönemdi. Bu defa biraz uzun sürmüştü. Ama hasret yine ağır basmış ve yeniden bir araya gelmiştik. O zaman itiraf etmişti biriyle birlikte olduğunu. Hiç unutmuyorum, ilk tepkim kaç kez oldun, onunla kaç kez yattın, demek olmuştu. Yüzüme çok tuhaf, ve o güne dek hiç bakmadığı gibi bakmıştı... Sadece, ilk bu mu geldi aklına, seni tanıyamıyorum, demişti... Neden ilk tepkimin o olduğunu bugün bile anlamış değilim; ama ne zaman aklıma gelse yüzüm kızarır, utanırım... Ve daha binlerce zorba, acıtan anı... Bu anıların verdiği acıdan kurtulmak için insanların arasına karışmak istiyorum. Demir parmaklıkların arkasında değilim, istediğim yere gidebilirim, istediğim her şeyi yapabilirim; ama ne yapsam, nereye gitsem hep aynı şeyleri hatırlayan belleğimin tutsağıyım sanki... Ben değil, bu zorba anılar götürüyor beni istediği yere... Sevgi nasıl bulaşıcıysa nefret de öyle bulaşıcı... Nasıl bakıyorsa insan dünyaya, öyle görüyor ne görüyorsa... Kararmışsa gönlü insanın, nereye baksa orada kararmış gönüller görüyor... Dibe vurmuşsa hayatı, kimi görse dibe vurmuş sanıyor... Hem öyle bir gece ki bu gözlerim kapanmayı bilmiyor... Gözlerim nereye baksam varlığımın o eski bataklığına çekiyor beni... Oysa hayallerimin rüzgarı beni benden alıp uzaklara götürsün isterdim... Ama hayallerimin kanatları beni anılarımdan koparacak kadar güçlü değil... Hayallerim beni, ben anılarımı seyredip duruyorum... İnsanlardan ne kadar umudu kessem de yine de insansız yapamıyorum. Beni dinlemeyecekleri, asla anlamayacaklarını bilsem de onlara hayatımı anlatmayı seviyorum... Hem korkuyorum onlardan, hem korkularımdan kurtulmak için onlara sarılıyorum yine de.. Tek başıma dolaşıyorum Beyoğlu nda..Gecenin kim bilir hangi saati, yine de her yer insan dolu.. Kimse evine gitmek istemiyor sanki... Gece koyulaştıkça yalnızlık derdi artıyor... Sadece benim evimin duvarları değil, bütün evlerin duvarları sanki aynı ayrılık şarkısını söylüyor. Kimse tek başına bu şarkıyı dinlemeye katlanamıyor... Evler saçmalığın kederinde boğulmuş, yanlış yerde arıyor herkes kendisini... Anılar zorba, bellek yorgun, hayaller kanatsız... Kimin gözlerine baksam, bu gördüğün ben değilim, ben aslında çok başkasıyım, diyor... Kimi sevsem bu sevgiyle yarışacağı yerde benimle yarışıyor... Kim beni sevse bu sevgide önce kendi yaralarını onarmaya çalışıyor... Sevgi bir eliyle çağırıyor, korku iki eliyle itiyor... Kim beni öpse ayrılığın ipini geçiriyor boynuma... Nereye gitsem, oraya benden önce anılarım gidiyor... Oraya benden önce sevgiyi öğrenmeden önce nefreti öğrenen kadın gidiyor... Nereden dönsem ardımda küskünlüğüm kalıyor... Kimse kurtulamıyor bu küskünlükten. Şiirler, aşk nefret etmektir, diye bitiyor... Taksim de gecenin bir yarısı tek başıma dolaşıyorum... Bunca geç bir saate rağmen her yer öylesine gürültülü ve kalabalık ki... Onca gürültüye ve onca kalabalığa rağmen her yer aslında öylesine sessiz ve ıssız ki... Sanki insanlar bu ıssızlığı ve sessizliği gizlemek için durmadan boylukta dolaşıp duruyor ve anlamsızca konuşuyorlar... Biraz kuytu, kalabalıktan biraz uzak bir banka oturuyorum... Sanki her yer gözüküyor bu banktan. Ayaklarımın altından mahvolmuş hayatların yanık suları geçiyor... Güçsüz düşmüş inancım aşkımı ne kadar kirletmeye çalışsa da sanki bir el durmadan yıkayıp arıtıyor onu... Kendimle o kadar meşgulüm ki, biraz geç fark ediyorum yanımda orta yaşlı bir adamın oturduğunu. Uzaklara bakıp, benimle hiç ilgilenmiyormuş gibi davransa da beni düşündüğünü anlıyorum... Uzaklara baksa da hayretle ve acıyla aydınlanmış gözlerini görüyorum... Yüzüme bakmadan soruyor: Gece ne kadar sessiz değil mi... Şaşırıyorum benimle aynı şeyi düşündüğüne... Evet, diyorum bir an durakladıktan sonra... Onca gürültüye rağmen öylesine sessiz ki... Çünkü, diye devam ediyor, kimse kimseyi dinlemiyor, herkes kendisine öylesine gömülmüş ki... Neden böyle? diye soruyorum ona... Ellerini kavuşturup uzaklara bakarak yanıtlıyor beni: Hepimiz kendimizi başkalarından çok farklıyız sanıyoruz, ama aslında birbirimize o kadar benziyoruz ki... Bu yüzden birbirimize ne denli çok görünmez bağlarla bağlı olduğumuzu bir bilsek her şey öylesine değişecek ki... Ama bu bağları göremiyoruz bir türlü... Herkes kendisi diye bilmediği bir başkasını anlatıyor ve sonra yeniden kendi karanlığına gömülüyor... Birlikte ama yalnızız, çok yalnızız... Bilir misiniz, İbranice de bu iki sözcük tek bir harfle ayrılır...Yalnız, yahid, demektir, birlikte ise yahad... Sonra usulca dönüp yüzüme bakıyor: Bana hikayenizi anlatır mısınız, diye soruyor... Şaşırmıyorum bu sorusuna. Yalnızlık ve hayatın bu korkunç belirsizliği öylesine hırpalamıştı ki ruhumu, ona kendimden bahsedersem az da olsa bir teselli bulacağımı hissediyorum... Kanlı bir sisin içinde kaybolmuş gemilere benzettiğim insanları... Ziyan olmuş hayatları... Aşkların nasıl bu kadar kısa bir sürede nefrete dönüştüğünü... Yaralarını onarmak için ilişkiye girenleri, sevmekten korkanları... Zorba anıları, yorgun bellekleri, kanatsız kalmış hayalleri... Her talihsiz karşılaşmanın başka bir karşılaşmayı daha talihsiz kıldığını...Yalnızlığımı ve hayatın o korkunç belirsizliğini..Artık beni anlayacak birini bulmaktan ümidi kestiğimi anlatıyorum ona.. Derin bir nefes alıyor ve sonra yine şehrin solgun ışıklarına bakarak yanıtlıyor: Öyle demeyin.Sizi anlayacak birileri mutlaka vardır.Hem yalnızlık bizi olgunlaştırır, yeni keşiflere hazırlar.Belirsizlikse çoğu kez özgürlüğün kapılarını açar bize. Biraz önce söyledim, hepimiz görünmez bağlarla bağlıyız birbirimize.İşte bu bağları görebilmek ve birbirimizi anlamak için daha çok çaba harcamalıyız. Bize çoğu kez anlamsız görünen olayların, tesadüflerin ardındaki gizli anlamlı göremiyoruz... O şimdi ne yapıyordur... Kim, diye soruyorum şaşkınlıkla... Ayrıldığınız insan. Sizi anlamadığını düşündüğünüz... İçimden karanlık bir ürperti geçiyor: Uyuyordur, bu konuştuklarımızdan hiç haberi yoktur. Dantellerle, pullarla kaplı yastığında uyuyordur, diyorum... Bence o şimdi sizin uykunuzu uyuyordur, sizin rüyanızı görüyordur.Kim bilir belki birazdan uykusundan ağlayarak uyanacak ve bu konuşmayı duymadan duyacaktır... Sizin varlığınızda onun için yaşattığınız her duyguyu hissedecektir... Hiç tahmin edemeyeceğimiz işaretlerle anlayacaktır bunu... İnsanlar arasındaki bu büyüye inanmak gerekir. Karşılaşmalara, tesadüflere inanmak gerekir. Mucizelere... Yaşadığımız her şeyin, en anlamsız görünenin bile ardında bir anlam yatar... Size kendi hikayemi anlatmamı ister misiniz... Elbette, diyorum merakla, dinlemeyi çok isterim... Ben birini öldürdüm biliyor musunuz... Bunu der demez susup etraftaki o gürültülü sessizliği dinliyor bir an. Neye uğradığımı şaşırıyorum. Adamın önce yüzüne sonra da büyük bir dikkatle ince uzun parmaklarına bakıyorum...Bana böylesine huzur veren ve bilgelik dolu şeyler anlatan bu insan bir katildi öyle mi... Yo, bana öyle bakmayın, dedi gayet sakin bir tavırla...Ben de birini öldürmeden önce insan öldürmenin kendim için ne kadar imkansız olduğunu çok düşünmüşümdür hep. Ama birini öldürmek çok anlık bir şey. O an zaten siz siz olmuyorsunuz. Bir başkası giriyor sanki içinize... Şaşkınlığım sürdüğü için lafını kesiyorum: Neden öldürdünüz peki...Bir sakıncası yoksa söyleyebilir misiniz: Bencillik... Kibir... Ruhumu körleştiren arzular... Kıskançlık... Daha çok şey eklenebilir bunlara... Hepimizin içinde var bu duygular... Dilerseniz devam edeyim... Bu korkunç olaydan önce durumum çok iyiydi. İyi bir evliliğim, çok sevdiğim bir kızım, iyi bir çevrem vardı... Karım beni terk etti. Kızım bu olay yüzünden beni reddetti... İşimi, çevremi, dostlarımı kaybettim. Kimse arayıp sormaz oldu. Dayanılması çok güç yıllardı. Geçmişimi bir saplantı haline getirmiştim. Demiştiniz ya, anılar zorbadır, diye... İşte o zorba anılarda kurtulmak bu hayatımın üstüne çıkabilmek için kendimi kitaplara adadım. Elime ne geçerse okuyordum. Felsefe, psikoloji, dinler tarihi, edebiyat... Kitaplar olmasaydı o korkunç yıllar başka nasıl geçerdi ki... Sonra bir gün artık özgürsün, dediler. İnanamadım özgür olduğuma. Ama bir amacınız yoksa, sevdikleriniz yoksa özgür olmanın pek bir anlamı yok... Günlerce karımı aradım, ama bulamadım. Kızımdan da bir haber yoktu... Ne dostlarım, ne param, ne de bir işim vardı. Bunca işsizlikte hapishaneden çıkan, sabıkalı bir adama kim iş verir? Hem de bu yaşta birine... Günlerce başıboş dolaştım.Orada burada yattım. Nereye gidecektim, ne yapacaktım... Kitaplardan öğrendikleriniz bir yere kadar size yardımcı oluyor... Hayat başka bir şey... İntihar etmek istedim, onu bile beceremedim. Bir gün garip bir rastlantı sonucu çok eski bir arkadaşımla karşılaştım. Çok zengin olduğunu duymuştum. Bir yerde oturduk, ona başıma gelenlerden bahsettim. Anlattıklarımdan çok etkilendi. Gözlerinden okudum bunu... Artık benim için hayatın bir anlamı kalmadığını, ölmek istediğimi söyledim ona. Aslında içten içe bana yardımcı olmasını, iş bulmasını ya da biraz para vermesini istiyordum... Benim sana verecek hiç param yok, dedi. Neden, diye sordum, çok zengin olduğunu duyduğumdan bahsettim. Artık değilim, dedi. Bütün paramı, mal varlığımı kimsesiz kalmış sokak çocukları için kurduğu bir vakfa bağışlamış. Zenginlik ruhunu kirletmiş... Ruhunu kurtarmak, arınmak için bu amaca adamış kendini... Eğer ölmek istiyorsan seni engelleyemem. Karar senin, ama dilersen gel benimle vakıftaki işlerimde bana yardımcı ol. Yatacak bir yerin olur, üç öğün karnını doyurursun. Sana başka bir şey veremem... Bunları söyleyip sustu ve gözlerini hiç kaçırmadan gözlerime baktı... İşte o an onun gözlerinde kendi kaderimi gördüm.İnsanların arasındaki o görünmez bağlar vardır, demiştim ya, işte onunla aramdaki o bağı gördüm. O işareti ve o mucizeyi... Tamam, dedim, kabul ediyorum... Ve o gün bu gündür onunla kimsesiz sokak çocukları için çalışıyorum. Hayatımın anlamı buymuş meğerse benim. Bugüne dek bütün yaşadıklarım bu günlere bir hazırlıkmış... O karşılaşma anından sonra her şeye böyle bakıyorum artık... Her birimizin bir başkasının üzerinde mutlaka bir etkisi vardır... Yeter ki aramızdaki o bağı görelim... Sonra yine susup o dingin, o huzur gülümseyişiyle uzaklara bakmayı sürdürüyor.. O susuyor, ama benim içimde bambaşka bir konuşma başlıyor bu defa. İnsanlar arasındaki o görünmez bağların varlığını bildiğim halde neden görmek için daha fazla çaba harcamadığımı soruyorum kendime... Karşılaştığım insanlardan çok kendi benliğime takılı kalmıştı gözlerim... Kendimi keşfetmeye harcadığım enerjinin birazı da başkalarını keşfetmeye çalışsaydım anılarım bu kadar zorba olmazdı bana... Belleğim bu kadar yorgun, hayallerim bu denli kanatsız olmazdı...Ayrılsam da, bir daha onu görmeyecek olsam da, bir zamanlar o çok sevdiğim insanın uykuya daldığında benim rüyamı göreceğini bilmezden gelmezdim... Bu iç konuşmalarımı o sırada önümüzden geçmekten olan bir şair arkadaşım bölüyor. Haberin var mı, diyor, Ece Ayhan bu gece öldü...Ustayı kaybettik... Bir an ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu gece her şey o kadar üst üste gelmişti ki benim için... Binlerce anı üşüşüyor beynime o an... Ama bu defa anılar eskisi gibi zorba değildi... Her anı bir diğerine ekleniyor; her anlam, her görüntü, her işaret bir diğerine bağlanıyor ve bağlandıkça yine anlamlar, yeni değerler kazanıyordu... İster misiniz, size Ece Ayhan la ilgili bir hatıramı anlatmamı, diye soruyorum yanımdaki adama... Yanıt vermeden sadece başını sallıyor ve yüzündeki incecik hüzünle gülümsüyor... Ece Ayhan hayatımda çok önemli bir yer tutar... Sadece benim için değil, bu ülkede şiir yazan, şiir okuyan, şiiri seven birçok insan için de çok önemliydi o... Anlaşılması güçtü, çok kapalıydı şiirleri, ama garip büyü, bir tılsım vardı onlarda... Sanki bilinçaltımızı okurdu o... Bu ülkenin bilinçaltını... Hayatımda vazgeçilmez bir değeri olan şair Nilgün Marmara da onu çok önemserdi. Ece Ayhan şiirinin sıkı takipçisiydi. Dahası aralarında çok sıkı bir dostluk vardı. Ece Ayhan ı evinde ağırlar, onu kollar ve gözetirdi. Bir gün Nilgün Marmara yaşamaktan vazgeçti ve kendisini bu hayatın öte tarafından çağıranların yanına gitti. Beşinci kattaki evinin penceresinden boşluğa bıraktı o narin, o kırılgan bedenini... Ne acıydı ki birileri bu intihardan Ece Ayhan ı sorumlu tuttular... Hatta bu suçlamayı yazıya dökenler bile oldu. Bir şiirinde; Her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı dediği içindi belki de... Bu dedikodular ve suçlamalar etkisini göstermiş olacak ki, bir akşam Ece Ayhan arkadaşlarıyla bir meyhanede otururken kızın biri yanına bir şey söylemek maksadıyla yaklaşmış ve arkasına sakladığı bir şişe kırmızı şarabı başından aşağı dökmüş... Ece Ayhan hiçbir şey yapmamış, ama sadece şunu söylemiş; babalarına yapamıyorlar, bana yapıyorlar; çünkü güçleri bana yetiyor... Bunu duyduğumda çok üzülmüştüm. Çünkü o üzerindeki ceketten başka ceketi yoktu Ece Ayhan ın... Eminim, kırmızı şarapla lekelenen o ceketini temizleyiciye verecek parası bile yoktu... Bu sırada yanımdaki adam sözümün arasına giriyor: Kim bilir, belki de Ece Ayhan ın başından aşağı şarap döken o kız benim kızımdır... Bunu bana yapmayı çok isteği halde yapamadığı için ona yapmıştır... Çünkü onu küçük yaşta hapse girerek babasız bıraktığım için beni hiç affetmedi... Ama lütfen siz devam edin... Bu olaydan birkaç gün sonra babam öldü. Önce Nilgün, ardından babam... Nasıl bir rastlantıydı bu... Hayatta en çok sevdiğim iki insanı peş peşe kaybetmiştim... Bir gün eve gittiğimde annemi gözyaşları içinde babamın elbiselerini fakirlere, ihtiyacı olanlara dağıtmak için torbalara yerleştirdiğini gördüm. Babamın bir ceketini istedim annemden... Ne yapacaksın, diye sordu. Kim olduğunu sorma anne, birine vereceğim sadece, dedim... Pekiyi, sen bilirsin, deyip bir ceket uzattı bana, sonra da babamın diğer elbiselerini katlayıp torbalara doldurmaya devam etti... Babamın ceketini önce bir temizleyiciye verip temizlettikten sonra Ece Ayhan a götürüp hediye ettim. O zaman Tarlabaşı nda virane bir evde kalıyordu... Zahmet etmişsin, ihtiyacım olduğunda giyerim, dedi sadece... Aradan bir iki hafta geçti. Bir gün annemle oturmuş konuşurken, biliyor musun dün gece baban rüyama girdi, ceketini verdiğin adamı sordu, söyle ona dedi, ceketimi verdiği adam çok iyi bir insanmış, iyi bir şey yapmış, dedi... Sahi kime verdin o ceketi, diye sordu annem... Tanımazsın anne, sorma, diyerek gözyaşları içinde yanından ayrılıp öbür odaya geçtim...İşte sizin söylediğiniz o görünmez bağlar... O işaretler, o mucizeler... Daha konuşacak ne vardı ki; neredeyse sabah oluyordu, ama gözlerim kapanmak bilmiyordu... Kalkıp yanımdaki adama son kez bakıyorum ve ona veda ederken şunu soruyorum: Pekiyi, siz ne arıyorsunuz bu saatte, bu bankta kimi neyi bekliyorsunuz? O dingin, o gözyaşlarıyla biraz daha aydınlık bakan gözleriyle: Kim bilir belki de sizi bekliyordum, diyor... Bana hikayenizi anlatmanızı bekliyordum...
CEZMİ ERSÖZ | |
Jelin
Mesaj
Gönder Forum
Mesajlari
| | CC-Forum> Geyik Muhabbet >Öylesine muhabbet >EĞER - RUDYARD KIPLING 7.Ağu.2008 Per 12:32:15 | | fiogf49gjkf0d
| |
Jelin
Mesaj
Gönder Forum
Mesajlari
| | CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >Aşk ve Sevgi üstüne >MUTLU MUSUN GÜZELİM ? ? ? 7.Ağu.2008 Per 14:55:01 | | fiogf49gjkf0d
©JELİN | |
Jelin
Mesaj
Gönder Forum
Mesajlari
| | CC-Forum> Geyik Muhabbet >Komik Videolar, Klipler, Resimler, Karikatürler >ÖKÜZ OKUDU 28.Ağu.2008 Per 13:02:25 | | fiogf49gjkf0d
| |
Jelin
Mesaj
Gönder Forum
Mesajlari
| | CC-Forum> Geyik Muhabbet >Öylesine muhabbet >EMO CANLAR 11.Eyl.2008 Per 00:04:44 | | fiogf49gjkf0d
Emo 1moda 1müzik türü mutsuzluk,yalnızlık,melankoli durumu olarak anlatabiliriz.Emo olmak genellikle mutsuzluk depresiflik olarak adlandırılır.içinde hissettiğin acıyı cesurca dışa vurmandır. En popüler 5 emo 1-cute is what we aim for 2-avengeld sevenfold 3-the early november 4-hellogoodbye 5-quietdrive Öncülerinden my chemical romance`yi örnek verebiliriz. *disco değil retro olmak, *2 el kıyafetler *eskimiş yırtık converseler *kızlarda kendilerinin kestiği w boyadığı kısa saçlar (yada renkli.kırmızı,mor,yeşil vs. akla ne gelirse)w yataktan yeni çıktım modundaki saçlar, *günlük..en emoların en önemli kişisel şeyi,içine yazdıkları şiirlerini yaşadıklarını dier emo arkadaşlarıyla paylaşırlar *siyah oje(yıpranmış) *emo kızları genellikle pop kültürüne baş kaldırır. -emo kızları nlerden nefret eder: justin timberlake,avril lavigne,konserlere para verip girmek,kendilerini kısıtlamaya çalışan erkek arkadaş,piercing!lerine laf eden aile
En sıkı 10 emo: 1 my chemical romance 2 fall out boy 3 a.f.i. 4 panic ! at the disco 5 hoobastank 6 death cap of cutie 7 modest mouse 8 taking back sunday 9 dashboard confessional 10 weezer
-justin timberlake,avril lavigne,kuaförden çıkmayan kızlar,eski kız arkadaşları,tüm popüler metal grupları,ailesinin göz kalemine laf etmesi.
emo`ların favori filmleri: 1 spider-man 2 donnie darko 3 american beauty 4 everything is IIIuminated 5 fight club 6 garden state 7 titanic 8 requim for a dream 9 basketball diaries 10 eternal sunshine of the spotlessmind
durden the apathy eulogy asteria bayside Circle Takes the Square City of Caterpillar Embrace Emo Summer mozart season a thorn for every heart ı hate myself orchid pg.99 rites of spring emery the early failure sunny day real estate mineral jimmy eats world yesterdays rising
Tipik EMO özellikleri: 1. Türkçe bilmezler, kendi aralarında kullandıkları tuhaf bir dil vardır. Şekil 1 a da vikings in gösterdiği gibi: hihihihi süfe nahn her bh süfe e ama o arkdaki çnta pempe pempe zrtmış hihihihi ne jkı yaaa ajko ne dio o hatun oii fasla tabdım<3>
2. Saçlarını genellikle tek gözlerini kapatacak kadar öne yatırırlar. Arkada kalan kısımları ise jöleyle ya da spreyle kabartarak karıştırırlar. Bu absürd görünüm, "şekil"den ziyade yüzlerini kapatmak içindir.
3. Yüzlerinin gözüken kısımlarına bol miktarda (paralarının yettiği kadarıyla) piercing yaptırırlar. Ne kadar piercingleri varsa o kadar "havalı"dırlar.
4. Yüzlerinin gözüken kısmında "aptal" bir ifade vardır. Bu gerçek bir "loser" gibi görünme isteğinin mantığını hala çözemedim şahsen.
5. Mümkün olduğu kadar "görünmeyen" yerlerine dövme yaptırırlar. Dövmeye asla "dövme" demezler. Kesinlikle "tatoo" derler. Bu onların "cool" olma anlayışıdır. Görünmeyen yerlerine yaptırmalarının sebebi ebeveynlerinin görmesini engellemektir.
6. Hep marka şeyler giymeye çalışırlar ama alışveriş yaptıkları yerler de bellidir. Converse ve Vans en kıymetli markalarıdır. Nasıl "kel" bir emo olmazsa en az 5 Converse i olmayan bir emo da olamaz.
7. Takıldıkları 2 yer vardır: İstiklal Caddesindeki İş Bankası nın önü ve Kadıköy deki Rexx Sineması nın önü. Bütün günlerini burda ayakta dikilerek (!) ve sağa sola bakarak geçrirler. Aynı bir güvercin gibi.
8. Kızları da erkekleri de biseksüeldir. Onlar için cinsiyetin fazla bir anlamı yoktur. Önlerine gelen her emoyla yiyişebilirler. Erkek erkeğe, erkek-kıza, kız-kıza...
9. Bazı emo kızlarda metalci erkek tavlama güdüsü gelişmiştir. Bu kısım uzun saç fetişidir.
10. Dinledikleri şeyler başta H.I.M. olmak üzere, Anathema, Katatonia nın yeni albümleri, Bullet For My Valentine, On Thorns I Lay, Falling Down Boy (!), Placebo (? bknz: "Ne alaka") gibi "duygusal çöküş" temalı gruplardır.
11. Her emo kız mutlaka gay birine aşık olduğunu zanneder. Ör: Ville Vallo.
12. Damalı pantolon, damalı gömlek, damalı bileklik, kısaca damalı herşey ilgi alanlarına girer ve bunları üstlerine giyerler. Mümkün olduğunca kırmızı-siyah-mor renkleri tercih ederler. Bunların hepsi aynı boyda (1.60), aynı kiloda (50), aynı saç şekline sahip (face-off), aynı ayakkabılar, aynı pantolonlar ve aynı gömlekler giyen, aynı bileklikleri takan, kısaca tamamen aynı insanlardır. Sözde karakterlerine kadar. bu yüzden emo avlamak çok kolaydır. Çok azdıysanız ve yapacak başka birşeyiniz yoksa yoldan geçen bi emo kızından sigara isteyerek bunu yapabilirsiniz. (Zira onlar birini kafalamak için hep bu yolu kullanırlar)
13. Bira içmek onlar için marifettir. 1 kutu alkolsüz (!) biradan sonra yamulurlar. Hiç olmazsa yamulmuş numarası yaparlar ki etrafındaki erkekler ya da kızlar bunları daha kolay yiyebilsin. Yaptıkları bütün saçmalıkları alkolün üzerine atabilirler böylece.
14. Zararlı maddeler kullanmak onlar için marifettir. Çünkü bu tip şeyler, bulunması çok zor birşeydir onlara göre.Buldukları şeyi de hazine gibi saklar, çok iyi bir halt yiyormuş gibi bunu yaptıktan sonra da "ben bilmemne içtim" diye bağırırarak dolaşırlar.
15. Kendilerinin dejenere olmadığını, böyle olmanın onların varoluşlarında olduğunu söylerler.
16. Metal kültürüyle punk çöplüğü arasında sıkışmış garibanlardır. Sağlam metal gruplarının melankolik parçalarını duyup onları da emo gruplar zannederler (Bknz: Opeth). Bu yüzden midir bilinmez, daha çok metalcilere yakın yerlerde takılırlar. Şekil 1 a: Moda sahili. (Geçen hafta bu civarda yüzlerce emo gördüğümü iddia etsem yalan söylemiş olmam heralde)
17. Kısaca punk ların uzatılmış halidir. Biraz metalcilerden, biraz punklardan bişeyler alalım da şöyle ortaya karışık birşeyler yapalım mantığının ürünüdürler.
18. Bu tarzı çıkaran insan (!?) olarak Ville Vallo yu gösterebiliriz. Fakat emoların bile yeni nesili pek tanımamaktır zat-ı muhteremi =)
19. Genellikle intihara meyillidirler. Öyle olmasalar bile "emo" yasaları gereği öyleymiş gibi davranırlar.
20. Fotoğraf çekerken beli başlı 3 pozları vardır. Birincisi işaret parmaklarını ve orta parmaklarını uztıp, diğerlerini bükerek (yani ellerine ***** şekli vererek) kafalarına dayarlar. İkincisi ellerine fotoğraf makinesini alarak kafalarına göre 80 derecelik bir açıyla tutarak kendilerini yukardan çekerler. Böylece kafaları karikatürlerdeki gibi kocaman çıkar gövdelerine göre. Komik olmaya çalıştıklarını düşünüyorum bu davranışla da.. Üçüncüsü ise artık klasikleşen şaşırma pozudur. Birşeye şaşırmış gibi yaparak tek ellerini açık olan ağızlarına kaparlar. Bu 3 poz şekli de emo olmanın altın kuralları arasındadır. Böyle pozları olmayan bir şahıs kendini emo olarak topluma kabul ettiremez.
alıntıdır....
| |
Jelin
Mesaj
Gönder Forum
Mesajlari
| | CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >Aşk ve Sevgi üstüne >ALDANMACA 14.Eyl.2008 Pzr 20:12:35 | | fiogf49gjkf0d Sonsuz uçurumları görmüştü gözlerimin mavisinde ...Peah! mavide uçurum mu görülürmüş ??? Görünse görünse engin deniz veya gökyüzü temalı cümle beklemeliydim ama işte ozamanlarda inanmak istediklerimdi söyledikleri veya söyledikleri hep duymayı beklediklerimdi...
Güzel bir aldatmacanın içinde olduğunu hisseder insan...Damarlarında,ruhunda ve kanında hisseder ama aldanma oyununa kapılır oda kendince ...Okadar mutludur ki bu aldatmacada bilsede yaşanılanların gerçek olmadığını bırakır kendini hemde öyle bırakır ki yalancının yaşadığı gerçek sanar kendisini....
Mutluluk : İlişkilerde istenilenlerin elde edilmesi süresince sunulan değerli şeyler sonucu hissettiğin şeydir...( Ruhun bilir, kalbin bilir kırılacağını ve yalan olduğunu ama girmişsindir aldanma oyununa )
Acı : Kendine geldiğin anda hep hissettiğin ama kaçtığın tüm dugularla yüzleşmektir...Sonunda istemediğin yalnızlık ve pişmanlıktır....
AVUNTU : Her pişmanlık bu gün ben olma sebebimdir.....
SONUÇ : Aldanma oyunu yüklü sevdalarda çektiğin acılardan kaçmadan yüzleştiğin herşeyin sebebi kendin olduğunu bilerek bundan aldığın dersle yeni ilişkinde aldanmalara dalmamaya çalışma çabası vereceğine dair içinde sözler biriktirme evresi....
UNUTMA ALDATILMAK İSTEDİĞİN KADAR ALDATILIRSIN...GERÇEK YAŞAMAYI İSTEYECEĞİN SEÇİM OLARAK SANA SUNULUR ...TERCİH SENİNDİR....
Jelin
| |
Jelin
Mesaj
Gönder Forum
Mesajlari
| | CC-Forum> Geyik Muhabbet >Komik Videolar, Klipler, Resimler, Karikatürler >PAZAR GÜLMECESİ 21.Eyl.2008 Pzr 15:33:15 | | fiogf49gjkf0d
| |
Jelin
Mesaj
Gönder Forum
Mesajlari
| | CC-Forum> Geyik Muhabbet >Öylesine muhabbet >DENİZ FENERİ 21.Eyl.2008 Pzr 15:41:00 | | fiogf49gjkf0d
Küçükken dinlediğim yalnızlık hikayelerinde ilk sıralarda aldığın yerini ve asaletini kalbimde bozmalarına izin vermiyeceğim DENİZ FENERİ ...
DENİZ FENERİ
Uzanmış koca burun açık denize doğru, Lacivert ve gri gecenin değerinde. Karanlıkla başlar bir dünya sevgisi, Deniz feneri parlar, Talihe aldırmadan kayalar üzerinde.
Bulutlar birleşir alaca düzlüklerde, Çöker uzak limanlardan bir sis. Bir sıkıntı başlar karanlığında kaderin, Bildirir, yanınca yanınca, Ömrün neresindesiniz, aşkın neresindesiniz?
Yüreğin mi daralıyor, yıldız ışığında, Bırak anılar gitsin biraz daha geri. Ruhu götürmeden vakit yürüyebilir, Düşün nasıl durmuş sabırla yüzlerce yıl, Hep bu benekte bu deniz feneri.
Bak deniz savaşlarına, yaşlı korsanlara, Uçan dalgalara, uyuyan rüzgara bakmış, Bir tek göz kadar kara ve mavi, Enginle boş, Kısmetsiz balıkçılara bakmış.
Saçlarında tuz kokan, ölü kokan bir serinlik, Yüzünde bir fırtına tadı. Durursun yorgun, umutsuz, Birden bir daha yanıp söner, sevinçle titrersin, Bir şey, belki de yaşaman uzadı.
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
| |
| |