fiogf49gjkf0d YALNIZ ŞAHİT OLANLAR ŞEHİTTİR
Kenan, dün seni koruyabilmiştim ama şahadet seni bekliyormuş. Sen ki hamile karına ve doğacak çocuğuna daha güzel bir gelecek hazırlamak için bu sefere katıldın. İlk aldığın parayı ona ve doğacak çocuğuna verdin.
Kenan, dünya ne garip bir yer değil mi? Ne güzel dostların oluyor; ama onlarla ayrılık tez başlıyor. Sen de bunu şimdi anladın. Benim nice dostlarım vardı: Senin peygamberin, son peygamber Muhammed, benim en yakın dostumdu. Ben ona doyamadan ayrıldı aramızdan. Üç günlük geldiği dünyadan kurtulmak ister gibiydi sanki.
Kenan, gözü yaşlı kalan geline, ben ne diyeceğim şimdi. O bana sormaz mı seni. Bak seni buraya bırakıyorum. Kısacık bir zaman içinde, Kıbrıs seferinde böylesine bir dostum olacakmış. Şimdi senden ayrılıyorum Kenan’a.
Ebuzer gözyaşlarını silerek komutana yöneldi. İçinde hem burukluk hem de gururuna yenilmiş bir komutanla konuşma hüznü ve öfkesi vardı.
—Komutan buraya bıraktığımız şehitlerin aileleri için neler yapılacak. Bu Müslümanlar sizin gururunuz yüzünden için şehit oldular.
—Hayır, Ebuzer onlar Allah’ın dinin yayılması için şehit oldular.
Ebuzer alaycı bir tavırla “Allah’ın dini için altın pazarlığı nasıl yapılıyor.” Buraya fetih için mi geldik, yoksa ganimet elde etmek için geldik? Fetih olmayınca vergiye bağladık Kıbrıs’ı.”
Askerler söylenenlere kulak kabartıyor bu adam neler söylüyor öyle diye anlamaya çalışıyor. Birisi anlamak için kendisini çok zorluyor, konuşulanları anlaması ona zor geliyordu.
—Şam Valisi Muaviye’ye söyleriz; o gerekeni yapar, benim yetkimin üzerinde bir şey istiyorsun benden.
—Büyük komutan: Senin sözünü geri çevirmez. Medine’de senin yaptığın bütün seferleri duyduk. Senin onun için mühim bir komutansın. Bak zırhlı şövalyelere karşı yapılan taktik sayesinde, kaç bölük piyade askere zırhlılardan kurtuldu.
—Tamam, tamam Ebuzer bu şehitlerin aileleri için bir miktar maaş bağlanması için çalışacağım.
—Zaten bu para beytül maldan çıkmayacak. Kıbrıs Kralı’ndan alacağınız cizye vergisi şehitlerin haklarını karşılar sanırım.
Hepsi koyun koyuna bir arada yatacaklar, uzunlamasına kazılmış üç hendeğin içine bütün cesetler gömülür. Mezar yeri belli olsun diye her birinin başına gelecek biçimde bir taş yerleştirilmiş, Kuran’ı ezbere okuyan Numan, Kuran’dan ayetler okuyor. Okuduğu bir ayette: “Ondan geldik, yine ona döndürüleceğiz.” Bu ayetti bütün askerler tekrarlıyor. Son olarak Fatihayı kim bilir, ne zamana okuyacaklardı, Kıbrıs’ta bıraktıkları şehitlere.
Acı Haber
Kasiyun Dağı’nın kuzeyine düşen bölge, Şam ordusunun konakladığı yerdir. Kasiyun Dağı çöle doğru uzanan ovanın orta yerinde kalmış. Şam şehrinin Kasiyon Dağı’nın eteklerine kurulduğu Lübnan Dağlarından kopup gelen yanındaki iki dağa omuz vermiş bir dağ. Lübnan Dağlarının heybetli öksüz çocuğu gibi engin düzlüğün ortasında ben varım der.
Şam ordusu Kasiyun Dağı’nın öte yüzünde kendisine bir yer etmiş. Arka taraflara doğru uzanan geniş ovada, portakal ağaçları, limon bahçeleri içinde uzanıp gider.
Asırlar öncesinde yapılan surların arasına sığmayan Şam surların dışına taşmış; hurma bahçelerinin, etkin tarlalarının, zeytinliklerin yanlarında küçük mahalleler yer almaya başlamış.
Şam şehrinde akşamlar, ufkun ötelerine doğru büyüyen kızıl dumanı ve güneşin eflatun renginin rüyalarından bu ismi aldığını anlarız. Şam’ın bir dışına çıkıp kuzeye doğru ilerlediğinizde, sabahları ve akşamları aralıksız Akdeniz’den doğuya esen rüzgârlarla karşılaşırsınız. Öylesine aralıksız eser ki artık rüzgârın şiddetiyle ağaçlar doğuya doğru başını eğmiştir.
Surların arasında kalan şehrin içinde, surların hemen dibinde başlayan Şam’ın çarşısı ile karşılaşırız. Bu çarşı uzayıp gider. Baharatçılar, kumaş satanlar, gümüş satanlar, zeytin satanlar, Şam’ın tatlısını satanlar, el yazmaları satanlar, nalburiye satanlar, sarraflar hepsi burada dizilmiş, gün boyu ticaretlerini yaparlar.
Çarşının bitiminde Roma kalıntılarının arasında altı yedi metreye yakın duvarları ile bizi karşılayan ihtişamlı bir yapı ile karşılaşırız. Bu yapının bir çarşı kapısı birde cümle kapısı vardır. Yeşil mozaiklerle süslenmiş cümle kapıdan girişte hemen karşımızda duran ihtişamlı bir yerde karşı karşıyayız.
Yeşil rengin altı tamamıyla çizilmiş bir minyatür o yapının yüzünü süslemiştir. Hemen yan tarafta ise uzunlamasına büyüyen cami. Burası Muaviye’nin yeşil sarayı yan tarafı ise Ümeyye Camii. Bir yanda saray diğer yanda camii… Caminin ve sarayın kudreti için dört yana inşa edilmiş minareler.
Şehrin caddeleri sokakları öylesine dar ki iki tarafa dizilmiş binalar, birbirlerinin ellerini tutacak kadar yakın. Sokak aralarında imalat atölyeleri mevcuttur. Her mahallede bir mahalle mektebi açılmış. Okulların bina girişlerinde olmasına özen gösterilmiştir.
Sokak aralarında bil hassa çarşı ve yeşil sarayın çevresinde asker ikişer devriye gezer.
Şam şehri, ne Kufe gibi yeni kurulan bir şehridir ne de Medine gibi tevazünün ve aşkın şehridir. Şam ili askeri ile gücü ile parası ile varlığı ile kendine has bir şehir olmuştur.
Ümmüzer evlerinde kızı Rukiye ile beraber yeniden aralarına babalarının dönüşünü parlayan gözlerle karşılamış artık bizimlesin baba diyerek onunla bir daha ayrılmamak için ona sarılıyorlardı.
—Hoş geldin baba seni çok özledim.
—Hoş geldin Ebuzer yine aramızdasın.
Ebuzer hanımına ve kızına bakıyor, iyileşmeye başlamış yarasını onlardan gizlemeye çalışıyordu. Aklında şehit olmuş Kenan’ın eşinin hayali geziyor, Ümmüzer’le içinden geçenleri paylaşmak istiyordu. Medine de İbrahim’i bırakmış, Kıbrıs’ta Kenan’ı bırakmıştı.
—Ümmüzer seninle paylaşmak istediğim bir gerçek var.
Hep beraber dışarı çıktılar. Medine’deki evlerinde günlerinin çoğu evlerinin önündeki bahçede geçerdi.
Sabahın serin rüzgârıyla hışırdayan ağaçlar saçlarından dökülen çiğ damlaları; limon ağaçlarının ferahlatıcı kokuları; bize merhaba diyordu. Cıvıldayan serçeler hu hu ötüşleriyle güvercinler sabahın telaşını karşılıyorlardı.
Ne akşam vakitlerinde etrafı kaplayan kızıl toz ne gündüzleri buğulu sis ortalığı kaplamıştı.
Berrak havanın kokusuna toprak kokusu, limon kokusu, narçiçeği kokusuna karışmış…
Bize sunulan nice nimetler var: Hangi birisini sayayım her biri birbirinden güzel.
—Ümmüzer merak etmedin mi sana söyleyecekleri mi?
—Benim de sana söyleyeceklerim var. Önce sen başla.
—Kıbrıs seferinde eşini sefere uğurlayan bir kadın vardı. Kadın hamileydi kocası Kenan o savaş esnasında şehit oldu. Onun kanlı gömleği bende o kadını bulmam lazım. Ona kocasından kalan son yadigârı vermem lazım. Bana yardım eder misin?
Tabii Ebuzer, benim söyleyeceğimde yanımızda oturan komşumuza yardım edelim teklifiydi.
Rukiye, annesi ve babası birbiriyle konuşurken Safiye ablasını yanına, babasının ona yeni aldığı bebeğini, göstermeye gidiyordu.
Safiye, bahçenin önünde bir çukur kazma telaşesi içine girmiş, Rukiye’nin yanına geldiğini bile fark edemiyordu.
Safiye abla bak, babam bana Kıbrıs’tan getirmiş.
Safiye, hiçbir şey belli etmemenin çabasıyla; bulutlu gözlerle Rukiye’ye, “ne güzel” demekle yetiniyor, sonra çukur kazmaya devam ediyordu. Sanki Rukiye’den saklamaya çalıştığını açığa vurmaktan korkar gibiydi.
Rukiye’yi gören annesi ve babası onun yanına doğru geliyor.
Ümmüzer Safiye’ye selam veriyor, Safiye kazma işini aksatmadan selam alıyor. Ebuzer bu kadını yandan görüyordu.
Oysa tanıyordu sanki. Gemi kalkarken el sallayan sonra ağlayarak giden bu değil mi?
Evet, bu o
Kenan benim arkadaşım onunla beraber çarpıştık.
Safiye şimdi küreği yere bırak
Ebuzer Ümmüzer’le beraber Safiye’nin yanına yaklaşmışlardı. Evet o…
Safiye biz geldik.
Safiye hala toprağı kazma niyetinde. Onu hiç duymamıştı bile. Toprağa elindeki kazmayla sürekli vuruyor, kendini ondan alamıyor.
Ebuzer bir anda Safiye’nin elindeki kazmayı tutuvermişti.
Safiye o an Ebuzer’le yüz yüze geldi.
—Senin bana vereceğin haberi biliyorum. Senin neler yaptığını da biliyorum.
Ona hiç kimse bir şey söylememiş nerden bilebilirdi ki olan biteni.
Bu gece rüyamda Kenan’ı gördüm. Senin onun hayatını kurtarmak için kendini mızrağın önüne attığını da bana o söyledi. Ona ait olan gömleği taşıdığını da biliyorum. Şimdi Kenan’ın hatırasına bir ağaç dikeceğim. Dikeceğim çınar ağacı onun hatırasını yaşatacak.
Safiye rüyasını anlatırken, Ebuzer’in elinden kazma düşüverdi. O an Safiye çok metin bir halde bu olan biten her şeyi anlatıyordu.
Kenan’dan bana kalan bir yadigârı da çınar ağacının dibinde onun köklerinin arasında dursun.
Gelen kanlı gömleği kokluyor, gözlerine yüzüne sürüyor, hıçkırıklarla dolu gözyaşlarını kanlı gömleğe siliyordu.
Kenan’dan ona gelen tek hatırayı ağacın dibine koyarken, karnındaki şehidin hatırasının da doğacağı günü sayıyordu.
|