İstanbul’un cazgır martıları, bazen üst kat komşusu olur, bazen vapurda yolculuk arkadaşı.
Şairin ‘denizin sokak çocukları’ dediği martı, en eski İstanbullu’dur. Kendileri, oldukça gürültücü, elinizden simit yiyecek kadar rahat ve kente hakimdirler… Martı, dünyanın en iyi manzara ve kadrolu şair kuşudur...
Martı, geveze, gürültücü bir kuş olsa da, rüyada martı görmek uzun zamandır beklenen mutluluk verici bir habere yorulur. Rüyasında martı görenin zenginleşeceği, hayırlı bir işe başlayacağı söylenir. Martı eti yemek haram mala, tüyünü ya da bir parçasını almak ise az ama sürpriz bir kazanca sahip olmaktır. Kimileri için ise martı görmek, daima bağırıp çağıran, hiddetlenen, herkesi rahatsız eden bir kişiye yorulur ki İstanbullu martılar için bu neredeyse bire bir doğrudur… Martılar manzaranın içinde güzel ama yakınlarındayken bir o kadar yorucudur.
İstanbullu için cazgır gibi bağıran, uçarken bile çığlık atma yetisini kaybetmeyen ve simitle beslenen bu kuş, bazen üst kat komşusu olur, bazen vapurda yolculuk arkadaşı… İstanbul’da etrafa bakıp da martı görmemek zordur. Gece hayatını yaşamaya hevesli ve geveze, güne isterik kahkahalarla gülerek başlayan bir çaçaron olduğu için de martılarla yaşamak için onları unutmak gerekir. Martılar, iyi komşu sayılmazlar çünkü sustan anlamazlar ama onlardan iyi manzara kuşu da bulunmaz…
Göklerin efendisi
Kanatlarının güvenli açıklığında, rüzgarın üzerinde zahmetsizce süzülürlerken, duruşlarındaki, bakışlarındaki özgüven, göklerin efendisi halleriyle kim görünür martı kadar güzel ve martı kadar yakışıklı gökyüzünde?
“Onlar ki sokak çocuklarıdır denizin” diyen şair Can Yücel, martıya bakıp onu görmüş, idealize etmeden, fazla büyütmeden, anarşistliklerini severek tanımlamış şiirinde… Şair, tıpkı sokak çocukları gibi ondan yaramazlık bekleyerek, gürültücülüklerini kabul ederek onları bağrına basar.
İstanbul’un şairi Orhan Veli’nin İstanbul Şiiri’nde ise martı değil martı kuşudur adı. “Urumelihisarı’na oturmuşum, oturmuş da bir türkü tutturmuşum… İstanbul’un mermer taşları; Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları…” diye belki de kafiye tutturmak istemiştir martıyı kuşlaştırarak. Ama belki de martı, şehrin evvel ezel kadrosunda olduğundan, onu neredeyse şehir mobilyası saymaya başladığımızdan unuttuğumuz kuşluğunu hatırlatmak istemiştir şair; bilinmez...
Her daim İstanbullu’nun hayatında varolan martının kuş olduğunu hatırlamak zordur gerçekten de. Kentle beslenen şehircil hayvandır İstanbul martısı. Gel zaman git zaman martı manzara kuşu oluvermiştir bütün varoluşundan sıyrılıp ve bir de kadrolu şair kuşudur elbette.
Kadrolu Şair kuşu
İsmi cismi bilinmeyen, bilinip de hatırlanmayan pek çok şiire konu olmuştur martı. Ancak Orhan Veli, Can Yücel, Sunay Akın ve Zülfü Livaneli gibi ustaların martılara şiir yazdığını hatırlatmak başlıbaşına yeterli sayılmalı ‘kadrolu şair kuşu’ unvanı için.
Martı kimdir ?
Laridae familyasını oluşturan deniz kuşlarının ortak adıdır. Büyük kuşlardır, genellikle gri ya da beyazdırlar. Cesurdurlar ve uzunca gagaları, perdeli ayakları vardır. İri, hantal gövdeli kuşlardır. Boyları 25-80 cm uzunluğundadır. Kanat desenlerinin yanı sıra bacak ve gaga renklerine bakılarak tür ayrımı yapılır.
Besinlerini çoğunlukla yumuşakçalar, yengeçler ve küçük balıklar oluşturur ama hemen hemen her şeyi yerler. İri martılar, kuş yumurtaları ve yavrularını da yerler.
Tipik kıyı kuşlarıdır, nadiren birkaç türü haricinde denize yakın yaşarlar. Martılar, üst düzeyde becerikli ve zeki kuşlardır; özellikle büyük olanları. İletişimi gelişmiş, sosyal bir yapının içinde yaşarlar. Örneğin, birçok martı sömürgesinin, yırtıcı kuş ve davetsiz misafirlere saldırma eğilimleri vardır. Hep birlikte avlanır, birlikte beslenir, birlikte leş arar, kavga eder ve birlikte yuva yaparlar. Geniş koloniler kurabilirler.
Orhan Veli’nin bahtsız martısı
Ünlü şair Orhan Veli’nin ölümünden sonra, arkadaşları onun İstanbul Türküsü şiirini vasiyet kabul ederek, Aşiyan Mezarlığı’na gömülmesini sağlarlar… Ölümünden 38 yıl sonra, Orhan Veli’nin şiirinden yola çıkılarak Boğaz’daki parka bir heykel dikilir. Şair, bir taşa oturmuş, elinde bir kitap tutmakta, Boğaziçi’ni seyretmektedir. Şairin heykelinin hemen arkasında, tıpkı şiirindeki gibi bir martı tünemiştir ayrıca… Ve şairin başucunda duran martı heykeli, iki kere çalınır. Çalınanın yerine yenisi yapılır. Çalınan martılardan biri denizde bulunur, diğerinin izine ise rastlanmaz. Hırsız ve martı arasındaki durumun skoru bugün kaç kaç, bilinmiyor.
Başınıza martı düşebilir!
Şaka değil, gerçekten başınıza martı düşebilir! 19.01 2006 tarihinde, Beyoğlu’ndaki Büyük Parmakkapı Sokak’ta yürüyen bir vatandaşın başına martı düştü. Üstelik martı can çekişiyordu. Başına martı düşen vatandaş, kuşu ayak altından çekmek için duvar kenarına taşıdı. Martıya yardımcı olmak isteyen altı vatandaş da kuşa dokundular. Bir esnafın ‘Kuş gribi olabilir’ uyarısı ile korkuya kapılan vatandaşlar, doğruca hastaneye taşındı. Ölen martı ise önlem alınmaksızın yol kenarında bırakıldı. Kuşun uzun süre orada kalmasına sinirlenen çevre sakinleri, yetkililere telefon ederek, duyarsız kalmakla suçladı. Bu ölüm, kuş gribi olayına yönelik ilginç yorumların ortaya çıkmasına neden oldu. Martı, nice sonra belediye ekiplerince bir çöp torbasıyla, incelenmek üzere götürüldü. Olay, 20.01. 2006 tarihli gazetelere, “Vatandaşın başına gökten martı düştü” diye yer aldı.
Birlikte avlanır, birlikte kavga eder, birlikte yaşarlar.
Elinizden simit yiyecek kadar rahattırlar.
Gökyüzünün hırçın serserileri
Martıyı seyretmek güzeldir; hatta yaşamı kışkırtan kavgacılığını dinlemek. İçinde hüzün gemileri yüzüyorsa, yorgunsan, aşıksan, hastaysan, şairsen, martılar bir başka görünür gözüne… İçine ve hatta şiirine işler. Şair Sunay Akın mesela, ‘Martı’ şiirinde kendini bir martının yerine koyar ve kanat seslerini alkışa benzetir. Onların şehri yukardan izlediklerini, olan her şeyi gördüklerini düşünür. Zülfü Livaneli ise mahçup martılardan söz eder…
Bahsettiği İstanbul martısına pek benzemez, “Ellerin bir martı, telaşlı ve ürkek” der hüzünlü sevgiliye… Oysa İstanbul martısı ekmeği için gerekirse dilenir, çalar, dalkavukluk yapar. Çatı katı pencerelerini çalmaya alışan, mahalle kedilerinin yemeklerine ortak olan, kasap artıklarını caddede gezinerek bekleyen martı görürseniz, şaşırmayın. Ve havada tek bir martı bile olsa, yemeğinizi masada bekçisiz bırakmayın. Zekidir.
Türkiye’de belirlenmiş yaklaşık 450 kuş türünden biridir saygıdeğer martı. Hayvanlar aleminin Kordalılar şubesine dahil kuşlar sınıfından olup, yağmur kuşlarıgiller ailesindendir ve ailenin cinslerinin kalabalık kadrosu insanı şaşkınlığa düşürür. Bizim martı deyip geçtiğimiz martının, pek çok türü vardır aslında. İnce Gagalı Martı, Akdeniz Martısı, Küçük Martı gibi… İstanbul’da Karabaş Martı, Gümüş Martı, Küçük Gümüş Martı, Akdeniz Martısı, Karasırtlı Martı yaşar. Bizim tek martı gibi gördüğümüz aslında geniş bir ailenin farklı cinsleridir. Bütün çekik gözlüleri Çinli sandığımız gibi, bütün martıları da bizim martı sanma yanılgısına düşeriz bu yüzden…
Martı suyu sever ama beslenme alanlarına göre de yaşam sürer. Bu nedenle İstanbul’un büyük çöplüklerinde büyük martı sürüleri yaşamlarını sürdürür. Kentin her türlü pisliğinin toplandığı bu çöplüklerde yaşayan, üreyen ve karnını doyuran martılar, denizi unutmuş gibi görünür. İstanbul bir martı şehri olduğundan, Yeni Cami’nin güvercinleri gibi bir semte hapsolmaz martılar… Nerede kıyı, orada martıdır ve nerede hareket orada martı. Karaköy, Kadıköy, Beşiktaş, Eminönü’nde martıları görmeye şaşırmaz insan. Demiştik ya, kent mobilyasıdır bir nevi…
Gece karanlığında bütün kuşlar uyurken, şehrin ışıklarının aydınlattığı gökte hırçın serseriler gibi dolaşır martı. Yaşam kavgası, tıpkı İstanbul insanınınki gibi, gece gündüz devran eder.
Ne İstanbul’un fethi, ne ihtilaller, ne muhtıralar, ne darbeler, ne sokağa çıkma yasakları durdurur martıyı… Gökyüzünde sınır tanımaz. Yani diyebiliriz ki, İstanbul martılarındır, martıların kalacak!
İstanbul martısı, ekmeği için gerekirse dilenir, çalar, dalkavukluk yapar.
Ne yasak tanır, ne de sınır.
İstanbul martılarındır, öyle kalacak...
ALINTI.. |