fiogf49gjkf0d
(1950’lerden kalmış bir oda. Duvarda eski fotoğraflar, eski mobilyalar. Uzun yıllar değiştirilmemiş, değiştirilememiş bir yaşamın dantelle kaplı tüm eşyaları ve izleri...Yaşamın gözlemlenebildiği bir perncere, pencere önünde (illa sallanan) bir koltuk, pencere pervazında eski konserve kutusundan bir saksı içinde çiçek açmış bir çiçek...Ortalıkta dolanan bir kedi...Gündelik bir kıyafetle oda içinde dolaşan bir kadın... Umarsız, umutsuz, yorgun ama vakur bir tavır ile)
Fırlatılan taşların geri dönmediği zamanlar… Bu hapsolmuşluk duygusu, bu 3-5 metrekare yaşam ve bu, her ne yana gitsen eğeleyemediğin yalnızlığın.
Gecikenlerin… Geç kalanların… Toprakla randevuyu bekleyenlerin, dünyaya sığıntı olanların bildik kaderi…
Geçmiş zaman muhabbetlerinde tüketildi(mi) tüm kelimeler… Artık ne sır dolu bakışlar kaldı, ne de yeniden bir araya getirilebilecek notalar. Bakışlar eskidi, yüzler soldu, güfteler unutuldu…
Artık tanıdık olmayan ayak sesleri, hiç çalmayan kapılar.
Şaşırmamayı ama yetinmeyi öğretti yıllar. Yutkunmayı, hoş görmeyi, boş vermeyi ama beklemeyi… Ama beklemeyi…
Sabah ezanları rutinliği çağırıyor artık… Ismarlanmamış yalnızlıklar, şafakla uyanan hüzünler kaldı geriye… “Keşke” ler “tüh” ler arasında yaşanmamış yaşanmışlıklar… Unutulmayanlar duvarlara kiracı, anılar odalara…
Azalan gözlerime inat kaybolan yeşil, susan kulaklarıma rağmen gürültü…
Ne eskilerden kalma bir damla renk, ne de az şekerli kahve tadında bir dostluk.
Ve biterken herkes en çok kendisidir. Ve biterken herkes bir yudum dost arar. Ve biterken herkes en çok yalnızlığı yaşar…
(Sokakta yürüyen, hırpani giysiler içinde, kirli sakallı, bilge bir serseri, pencereden bakan yaşlı kadını görür ve...)
Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi? Hiç vaktiniz yok! "Fast live", "fast food", "fast music", "fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerlerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi…
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar : Size sesleniyorum…
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten, ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini ? Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını ? İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz mail arkadaşlarınıza ? Sevgiyi tuşlarla mı yaşarsınız ? Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir ?
Ya da “Geri dönüşüm kutusunda” saklanabilir mi kaybolan zaman…
Doğayı ekranlarına döşeyenler; neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını ? Ya da “ıslak toprak kokusu” var mıdır dosyalarınız arasında ?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda ?..
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?
Hayat ıskalamayı affetmez… “Keşke”lerle, “tüh”lerle baş başa kalmadan önce…
Yıldız ve Müşfik Kenter
|