fiogf49gjkf0d fiogf49gjkf0d Annesini akıl hastanesine yatırdıklarında üç yaşındaydı... Bir babası,
bir de küçük kardeşi Mustafa ile yapayalnız kalıvermişlerdi... Tıpkı çatısız
bir eve benzeyen anasız evlerinde... Akdağmadeni Yozgat a bağlı küçük bir ilçe idi... Ne İstanbul a
benziyordu, ne de İstanbul dan bir parça taşıyordu içinde... Kimsenin
aklına bile getirmediği bu azametli şehir, bir yara gibi saplanmıştı küçük
İsmail in ciğerlerine... Evlerinin çatısı, soğuk kış günlerinin yorganı,
çorbasız sofralarının katığı annesi, bu heybetli şehrin akıl hastanesinde
tedavi görüyordu... Gitgide unuttuğu, anne yüzünün silik çizgileri ile
özlemini bastırmak kolay olmuyordu İsmail e... Sadece dört yıl dayanabilmişti üvey anne eziyetine... Kendisi neyse de
ille de Mustafa nın çaresizliğini düşünüyordu küçücük yüreği... Yine
hasatların son bulduğu, ekin tarlalarının yakıldığı bir sonbahar akşamı,
hasretle dağlanıyordu İsmail cik... Henüz yedi yaşındaydı... Küçücük
omuzlarında hissettiği yükün ağırlığı ile, bir akşam serinliğinde, kara
lastiklerini kaptığı gibi fırladı evin kapısından... Sivas tan İstanbul a yük taşıyan bir kamyonun gizli misafiri olan
İsmail, yolculuk boyunca "Bakırköy deliler hastanesi" diye geçirip durdu
aklından... Sabah olduğunda koca şehrin tantanasında yitmeden planlar
yapıyordu... Artık sadece onun aklında kaldığı ismi ile, "deliler
hastanesini" bulmak kalıyordu en önemli iş olarak. Sorup soruşturdu
büyük bir maharet, kırk yıllık şehir yaşayanı edasıyla... Sonunda
bulmuştu... Hastaneye yanaştığında, babasının cebinden yürüttüğü ve
annesi için harcayacağı 2.5 lira ile yarım ekmek köfte aldı, bir sokak
köftecisinden... Büyük bir gayretle süzüldü hastane koridoruna...
Parmaklıklar ardında yatan hastaları inceliyordu korkulu gözlerle... Bir an
ensesinde soğuk bir elle irkildi... Kafasını çevirdiğinde hastane
hemşirelerinden biri duruyordu başucunda... "Zeynep Ünal" dedi titrek bir
sesle... "Annem, annemi arıyorum" dedi, elinde alalade sarılmış bir köfte
paketi ve yorgun bir bedenle... Hemşire oracıkta gördüğü dört kadına
doğru yönelerek; "Zeynep Ünal" diye seslendi... Kadınların dördü birden
ben diye bağırmıştı... İsmail şaşkınlıkla ve biraz utangaç,
anımsayamadığı annesinin hangisi olduğunu bile düşünmeden, yalnızca
elindeki köfte ekmek paketinden kurtulmak için hemşireye döndü, "şu,
işte şu" dedi... Parmaklıkların arkasından çıkan kadın ile İsmail bahçeye
geçtiler... Anımsamıyordu yüzünü, hem anımsamaması normaldi... Bu
parmaklıklar en sağlam insanı bile, çok kısa bir sürede yıllarca
yaşlandırabilirdi... Soğuk bir hareketle, içlerinden gayri ihtiyari seçerek,
"şu" dediği kadına verdi köfte ekmek paketini... Kıtlıktan çıkmışcasına
köfteleri yedi kadın, İsmail in şaşkın bakışları önünde... Üzerinde
kirlenmiş beyaz gömleği ve korkulu bakışları ile bankın üzerinde oturan,
perişanlığın adını yazmış gibi duran kadın; bir an oluşan sessizlikte tüm
gücünü toplayarak; "Mustafa m nasıl" diye boğuk bir sesle mırıldandı...
İsmail gözlerini kocaman açarak,içgüdüleri ile seçtiği bu kadının annesi
olduğunu farketti ve hasretle sarıldı, kucakladı anacığını... Ağladılar
saatlerce... Akdağmadeni yolculuğunun dönüş kısmında, yolların daha kısa
olduğunu düşünürken yüzünde garip bir tebessüm, içinde buruk bir
sevinç yaşıyordu... Kolay mıydı onca yıl düşlediği anacığını görmüştü...
Küçücük yüreğinde olağan üstü heyecanla, memleketinin yolları azalırken
önünde, annesinin ölüm haberinin kendisinden önce ulaşacağını nasıl
bilebilirdi...
HurremSultaan
NOT: Yukarıdaki yazı; içimizden birinin babasının yaşamından kaleme alınmıştır... |