ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul


sohbet, okey, tavla, chat
17 Mayıs 2024, Cuma 01:36   

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

En İyiler  Son Eklenenler       
sohbet forum basliklari  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler > İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar
forum sohbet oyun basliklari
   Zerafetin Öyküsü Laleler
 Mesaj Ekle, sohbet ve oyun icin cagir
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

manolya41

manolya41 resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  23.Eyl.2008 Sal 20:12:04      Zerafetin Öyküsü Lalelersohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d
fiogf49gjkf0d
Zerafetin Öyküsü Laleler



Başka kimin tarihinde bir çiçeğin adıyla anılan bir devir vardır bilemiyoruz ama lale bizim kültürümüzün ayrılmaz parçalarından biridir. Yaklaşık 2 bin farklı çeşidi bulunan lale yüzyıllar önce insanları kendisine meftun edip, bir devre damgasını vurmuştu.




İnsanı kendine hayran bırakan narin yapraklarıyla “zarif” nitelemesini üzerinde tam anlamıyla yansıtan nadir çiçeklerdendir laleler… Her ne kadar bugünlerde sadece belirli mekânlarda seyredebiliyorsak olsak da, bu güzellik bir zamanlar İstanbul’un simgesiydi. Şöyle bir düşününce gerçekten de İstanbul’a bu zarif çiçekten daha uygun bir sembol bulmakta zorlanıyor insan…
Hani çinilerde işlenmiş, eski ebrularda yer alan badem biçimli, uzunca yapılı, her bir yanından zarafet akan laleler vardır. Lale-i Rumî denen bu kültür lalesinin anavatanı İstanbul’dur. Laleyi İstanbul ile özleştiren de bu laledir. 18. yüzyılın başlarında kaybettiğimiz bu nazlı laleyi şimdilerde ancak eski sanat eserlerinde görebiliyoruz. Yaklaşık 2 bin farklı çeşidi bulunan lale bir dönem insanları kendisine meftun edip, bir devre damgasını vurmuştur.
Başka hangi milletin tarihinde bir çiçeğin adıyla anılan bir devir vardır bilemiyoruz. Fakat lalenin bizim kültürümüzün ayrılmaz parçalarından biri haline geldiği açıktır. Özellikle 16. yüzyılın ikinci yarısından 18. yüzyılın ortalarına değin, İstanbul’da asaletin ve zarifliğin en değerli öğesi sayılan lale etrafında, mimariden edebiyata kadar zengin bir kültür oluşmuştur. Lale bahçesi olanlara lalezari, lale bahçelerine lalezar, lale için yazılan metinlere de lalename denilmiştir.



Lalenin mevsimi

Soğanlı bitkilerden olan lale için en uygun topraklar Orta ve Batı Asya’da bulunmaktadır. Zaten ilk laleler de Anadolu’nun yüksek dağlık bölgelerinden getirilerek saray bahçelerine devşirilmiştir. Türkiye, Afganistan, İran, Kazakistan, Türkmenistan toprakları lale yetiştiriciliğine en müsait yerlerdir.
Lale soğanları ekmek için en uygun vakit eylül sonlarından kasım başlarına kadarki zaman dilimidir. Çünkü soğuk havalarda kök gelişimini harekete geçirmek için hareketsiz durmaya ve zamana ihtiyaç duyarlar. Ne kadar soğuk bir iklimdeyse lale o kadar çabuk büyür. Eğer soğuk bir iklimde yaşıyorsanız soğanı eylül ayında ekmek gerekirken, ılıman iklimde bu ekme mevsimi aralık ayına kadar uzayabilir. Tek kural, laleler toprak donmadan ekilmelidir.
Eğer laleyi ekme mevsiminden önce aldıysanız ve bir süre saklamanız gerekiyorsa bu iş için en uygun yer buzdolabı olacaktır. Fakat etilen gazı salgılayan olgun sebze ve meyvelerden uzak tutmanız gerekir.
Lalelerin toprakla buluşma vakti geldiğinde, 16 santimetre kadar derine, aralarında 2,5 santimetre kadar mesafe bırakılarak ekilip üzeri koruyucu bir tabakayla örtülmelidir. Bu aşamalardan sonra, uzunca bir kış uykusunun ardından nisan başlarında laleler güzel yüzlerini göstermeye başlarlar. Nisan sonunda beyaz, sarı, kırmızı gibi tek renklilerden, beyazlı kırmızılı, sarılı turunculu rengârenk laleler, seyredenleri büyülerler. Mayıs sonunda ise bir dahaki baharda uyanmak üzere veda ederler.
Lale tamamen solduğunda, çiçeği tohuma kaçmaması için kesilip yaprakları bırakılır. Böylelikle bitki gelecek bahar için fotosentez yoluyla enerji depolar. Bitki güneşten gelen oksijen, nitrojen, fosfor ve potasyum gibi elementleri besine dönüştürür. Bu besin soğanın içinde beyaz etli kısmında bir sonraki bahar için depo edilir.



Lale çiçek açma mevsimini bitirdikten sonra artık çok fazla güneş almayan serin bir yerde yalnız bırakılması gerekir. Işığı ve sıcağı pek sevmeyen lalenin bir dahaki baharda bahçemizi süslemesinin yegâne yolu budur.



“Birlik” sembolü lale

Osmanlı’nın lale sevgisi ve kültürü Anadolu Selçuklularına dayanmaktaydı. Hem Anadolu Selçuklularının hem de Osmanlının laleye bu kadar değer vermesinin başlıca nedeni dindir. Lale mistik bir yaklaşımla “birlik” işaretidir.
Her lale soğanı bir sap ve bir çiçek verdiğinden lale tevhit simgesi olarak kabul edilmiştir. Arapça yazılışı da “kelime-i tevhid”in harfleriyle başlar. Yine Arapça “Allah”ın başındaki “elif” harfi ile lale arasında bir benzerlik kurulabildiği gibi, laledeki “lâmelif, lâm ve he” harfleriyle İslamiyet’in sembolü olan hilal sözcüğü yazılmaktadır.
Tüm bu benzetmelerin bir sonucu olarak lale, doğal ve estetik özellikleri bir yana İslami bir yorumlayışla kutsal sayılmıştır. İstanbul’un ilk kültür lalesi “lale-i Rumî”yi yetiştirenin ve laleciliğe öncülük edenin Şeyhülislam Ebussuud Efendi olması da bu açıdan anlamlıdır. Lale için İstanbul’da uygun görülen ortamlar da genellikle tekke ve cami bahçeleriyle has bahçeler, çiçekçi bahçeleri olmuştur.



Kırlardan Saraya

Bir kır çiçeği olan lalenin kültür çiçeğine dönüşümü, bununla da yetinilmeyip yüzlerce türünün yetiştirilmesi, İstanbul çiçekçiliğinin büyük bir başarısıdır. İstanbul’da lale için en uygun mekânlar Eyüp ve Kâğıthane vadisinin toprakları olmakla birlikte, uzun bir zaman boyunca İstanbul surlarından Edirne’ye giden yollar boyunca tarlalarda lale yetiştirilmiştir. Gezginlerin anlattıklarına göre Lüleburgaz’a kadar lale ve şakayık tarlaları vardı.
Avrupa’nın laleyle tanışma öyküsü de işte bu dönemde tarihlenir. Augier Ghislain de Busbecq, 1562’de memleketine dönerken arasında “dülbend lalesi” denen türün de bulunduğu lale soğanlarını yanında götürmüştür. Aynı yıllarda Augsburg’da bir egzotik bitki bahçesinde Tulipa turcarum (Türk tülbendi, Türk lalesi) yetiştirilmeye başlanmıştır. Ünlü botanist Linnaeus’un bilim literatürüne “tulipa” olarak geçirdiği ve Busbecq’in de anılarında sözünü ettiği bu çiçek tülbent lalesinden başka bir şey değildi. Lalenin Avrupa diline tülbent kelimesinden dönüşerek “tulip” adıyla girmesi de buna dayanır.



Tulipomanlık (Aşırı lale tutkusu)
Lalenin, İstanbul’un has bahçelerine ekilmek üzere siparişine ilişkin en eski belge II. Selim dönemine aittir (1566-1574). Kırım’dan getirtilen 300 bin adet sahraî lale soğanı İstanbul kültür lalelerinin ilklerindendi. Bu dönemde lale düşkünlüğü doruğa çıkarken 17. yüzyılın ilk yarısında İstanbul’un sıkıntılı ortamında bu düşkünlük bir ölçüde yavaşlamıştı. 1651’de ise yüzyıl kadar önce Avrupa’ya götürülen lalelerin soyundan 10 çeşit frengi lale soğanını dönemin Avusturya elçisi İstanbul’a hediye getirdi. “Lalenin İstanbul’a dönüşü” diye adlandırılan bu tarih, İstanbullu lale meraklıları için tulipomanlığın (aşırı lale tutkusu) başlangıcı sayılır.
Bu dönemde kimsede olmayan lale çeşitleri yetiştirme, lale üzerine eserler yazma heveslileri oldukça artmıştı. Kentte, gündemi sadece çiçek ve lale olan söyleşiler, toplantılar saray ve konaklarda sık sık yineleniyordu. Çiçek müzakereleri denen bu oturumlarda sadece çiçek ve lale konuşuluyordu.


İstanbulluların bir zevki de boş zamanlarında ve tatillerde lale tarlalarına gezmeye çıkmaktı. Özellikle Eyüp sırtlarına ve Kâğıthane vadisine gidiliyor, lalezarlardan alınan renk renk laleler, kavukların, sarıkların kıvrımlarına iliştiriliyordu. Bu gezilere İstanbul dilinde “lale seyranına çıkmak” denmekteydi. Şairler ise her ilkbaharda yeni bir yarış başlatarak yazdıkları şiirlerde lalelere övgüler sıralamaktaydı.
Lalenin bir taşra çiçeği olarak İstanbul’a ve saray muhitine girişini Şair Necati şöyle dile getirir: “Taşradan geldi çemen mülküne bigane deyu/ Devr-i gül sohbetine laleyi iletmediler” (O güzeller, taşradan geldiği için çemen ülkesinin adetlerine yabancıdır diye, gül devrinin sohbet meclisine laleyi yaklaştırmadılar.)
İstanbul’da lalezar keyfini süren ilk padişah olarak Avnî (Fatih Sultan Mehmed) ise bir şiirinde duygularını şöyle anlatır: “Sakiya mey sun ki bir gün lalezar elden gider/ Çün irer fasl-ı hazan, bağ ü bahar elden gider/ Gırre olma dilnera; hüsn ü cemale kıl vefa/ Yok bekası kimseye nakş ü nigar elden gider” (Ey sevgili, şarapla doldurduğun kadehleri dağıt ki bir gün gelir bu lalelikler solar, elde ne bahar kalır ne bağ/ Güzellikle mağrur olma, bir gün hepsi, bütün gözler, bütün güzel yüzler elden gider...).




Lalenin saltanat dönemi: Lale Devri

Lalenin başka hiçbir şeyle kıyaslanamayacak derecede İstanbul’da değer kazanması Lale Devri’nde doruğa ulaşmıştı. Bir hat sanatçısı olan ve Topkapı sarayındaki odasını lale motifleriyle bezeten III. Ahmet (1703-1730) sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa gibi lale tutkunuydu.
Bu döneme adını veren lale, padişahtan kenar halkına kadar herkes için ziynet, servet ve onur öğesi oldu. İbrahim Paşa’nın sadrazamlığına değin, Osmanlı’da ve Avrupa’da bir çiçeğin bu düzeyde rağbet gördüğüne bir başka örnek yoktur. Kuşkusuz bu tutkuda İstanbulluların eriştiği ince zevk oldukça etkili olmuştu. Kısa zamanda kentin her tarafında lalezarlar düzenlendi. Lale eğlenceleri ve müsabakaları yapılmaya başlandı.
O zamanlar Osmanlı’ya gelen Avrupalı seyyahların anlattığına göre, lale bahçelerine kristal fanuslar, aynalar yerleştiriliyor, bazı yerlerde de değerli vazolar içine en kıymetli laleler konuluyordu. Geceleyin yakılan ışıklarda lalelerin renkleri değişiyor, beride bir müzik faslı geçiliyordu. “Hürmüz”, “dûşîze”, “elmaspâre” gibi yüzlerce lale arasında herkesi heyecana boğan derece yarışları yapılıyordu. Boğaziçi ve Haliç sahillerini süsleyen kasr-ı hümayun bahçeleri, Topkapı Sarayı’nın iç bahçeleri, baştanbaşa lalezarlarla bezeliydi. Çırağan, Sa’dâbâd, Neşatâbâd bahçelerinde yetiştirilen lalelerin hava sıcaklığından güneşten renkleri uçmasın diye üzerlerine beyaz örtü çekilmesi adet haline gelmişti.



Akıl almaz lale piyasası
İstanbul bu 17 yıllık kısa dönemde dünyanın, alıcısı en çok lale pazarı oldu. Kimileri kıskanarak kendi yetiştirdikleri laleleri satmak istemiyor, kimisi de kendilerinde olmayan soğanlarla diğerlerini değiş-tokuş ediyordu. Fakat bu düzensiz lale piyasası halk arasında bazı huzursuzluklara neden oldu. Kimi kadınlar, değeri binlerce altını bulan laleleri almadığı için eşlerini terk ettiler. İstenen laleler alınmadığı için bazı düğünler ertelenmek zorunda kalındı.
Bunun üzerine Sadrazam İbrahim Paşa laleler için sabit ücretler belirleyen bir düzenleme yaptı. Bu düzenlemeye göre lale fiyatları 1 kuruş ile 1000 altın arasında değişmekteydi. İstanbul’da lale fiyatlarının astronomik rakamlara ulaştığı bu dönemde, Avrupa’da da yüksek fiyatların oluşması dikkat çekicidir. Örneğin “vive le roi” adlı lale bir meraklısı tarafından 2 ton buğday, 4 ton çavdar, 4 öküz, 8 domuz, 12 koyun, 2 bin litre şarap, 4 ton bira, 2 ton tereyağı, 500 kilo peynir ve birtakım kadın elbisesi verilerek alınmıştı.
Lale Devri’ni kanlı bir şekilde kapatan Patrona Halil Ayaklanması’ndan sonra, İstanbul genelindeki tahribat ve halk arasında meydana gelen korku sonucu lale tutkusu da giderek soğumuştur. Diğer yandan lalenin İstanbul’daki değişim süreci, 1730 sonrasında Hollanda’dan getirtilen türlerin revaç bulmasıyla köken değiştirmiş, lale-i Rumî soğanları yitirilmiştir. Kitaplardaki tanımlardan ve resimlerden, yitirilen bu özgün türün çeşitleri badem biçimli, çiçek yaprakları mekikvari ince uzundu. Bu nedenle halk, Avrupa’dan getirtilen laleye “kaba lale” adını vermişti.



Nerede o eski laleler…

Yüzyıllar boyunca Türklerle aynı coğrafyayı paylaşan, Türk kültürüyle özdeşleşen lale maalesef artık yaban ellere yâr oldu. Şimdilerde Türkiye’de dahi birçoklarının aklına lale deyince Hollanda geliyor. Aslında pek de haksız sayılmazlar. Hollanda öyle bir sahip çıkmış ki laleye, nüfusu 725 bin olan başkent Amsterdam’da bile 600 bin lale soğanı bulunuyor. Türkiye’de ise bir zamanlar lale tarlalarıyla meşhur büyük Muş ovasında, köylüler lale soğanlarını söküp yerlerine buğday ekiyor.
Birkaç yüzyıl önce her bir yanı lalezarlarla kaplı İstanbul’da ise lale görmek için eskiden Emirgan, Sultanahmet gibi özel mekânlara gitmek gerekirken şimdilerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı çalışmalarla nisan ayında İstanbul’un her bir yanında lale görebilmek mümkün. Her ne kadar büyük eleştirilere maruz kalsa da Belediye’nin bu çalışmasının, kendi kültüründen uzaklaşan, değerlerine yabancılaşan insanımıza, bir çiçek yoluyla bile olsa bir şeyler hatırlatabilmek adına çok önemli bir hizmet olduğunu düşünüyoruz.


CC sohbet icin buraya
  Mesaj Ekle, arkadaş oyun sohbet icin cagir