ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum
Kurallarını mutlaka okuyunuz...
| | |
|
manolya41
Mesaj
Gönder Forum
Mesajları Forum
Başlıkları
| 26.Kas.2008 Çar 14:09:53 National Geographic Türkiye |
| fiogf49gjkf0d
Büyük kentlerin çoğunda artık gökyüzünde yıldız yok.
Eğer biz insanlar ay ışığı ve yıldızların altında kendimizi gerçekten rahat hissetseydik, karanlıkta kolaylıkla hareket ederdik ve geceyarısının karanlık dünyası bizim açımızdan da bu gezegende yalnızca gece aktif olan çok sayıda canlı için olduğu kadar görünür olurdu. Oysa bizler, gözleri gün ışığına uyum sağlamış olan gündüz aktif canlılarız. Bu bir evrimsel gerçek ve aynen çoğumuzun kendini bir primat, bir memeli ya da basit bir fani olarak değerlendirmemesi gibi, yalnızca "gündüz aktif" canlılar olduğumuz üzerinde düşünmüyor olmamız da bu gerçeği değiştirmez. Ve geceye yaptıklarımızı açıklamanın tek yolu da budur: Geceyi aldık ve bizi ağırlasın diye onu mühendislik yöntemlerimizi kullanarak ışığa boğduk.
Bu tür bir mühendisliğin bir nehrin üzerine baraj kurmaktan hiçbir farkı yok. Yararları beraberinde yan etkileri de -ışık kirliliği- getiriyor ve bilim insanları ışık kirliliğinin etkilerini araştırmaya henüz başladı. Işık kirliliği büyük oranda yanlış aydınlatma tasarımından, yapay ışığın aşağıya -istendiği yere- odaklanmak yerine, yukarıyı, gökyüzünü aydınlatmasından kaynaklanıyor. Kötü tasarlanmış aydınlatma geceyi solduruyor ve biz dahil pek çok canlı türünün uyum sağlamış olduğu ışık düzeylerini -ve ışık ritimlerini- kökten değiştiriyor. İnsanın yarattığı ışığın doğal hayata sızdığı her yerde, yaşamın belirli özellikleri -göç, üreme, beslenme- bundan etkileniyor. İnsanlık tarihinin büyük bölümü boyunca "ışık kirliliği" sözü bir anlam ifade edemezdi. 1800 lü yıllarda bir gece, ay ışığında, o zamanlar Dünya nın en kalabalık kenti olan Londra ya doğru yürüdüğünüzü hayal edin. Kentte yaklaşık 1 milyon kişi yaşıyordu ve bu insanlar, o zamana dek olduğu gibi o gece de mumlarla, meşalelerle ve kandillerle aydınlanıyordu. Yalnızca birkaç ev, gaz lambasıyla aydınlatılıyordu, sokak ve meydanlarda gaz lambalarının yer alması içinse yedi yıl daha geçmesi gerekecekti. Birkaç kilometre öteden, Londra nın yerini loş ışığını görerek bulmak ile kenti koklayarak bulmak arasında hemen hiç fark yoktu.
Bugün insanlığın büyük çoğunluğu, aşırı aydınlatılmış kent ve banliyölerden, ışık seli altındaki otoyollar ve fabrikalardan saçılan ışık demetlerinden yansımış, kırılmış ışınların oluşturduğu iç içe girmiş ışık kubbeleri altında yaşıyor. Neredeyse Avrupa nın tümünde geceler bir ışık bulutu oluşturuyor ve bu, ABD ve Japonya için de geçerli. Atlas Okyanusu nun güneyindeki tek bir balıkçı filosunun pırıltısı -kalamar avlayan balıkçılar halojen lambalarıyla avlarını kendilerine çekiyorlar- uzaydan, yakıcı bir parlaklıkta, aslında Buenos Aires ya da Rio de Janeiro dan da daha parlak görülebiliyor.
Kentlerin çoğunda, yıldızlar gece gökyüzünden silinmiş gibi duruyor ve geriye, karanlık korkumuzu yansıtan, içi boş, negatif ütopyalarda resmedilmiş kentlerin gece ışıltısını anımsatan bir pus kalıyor. Bu yaygın turuncu pusu öylesine kanıksadık ki, ışığın gökyüzüne hiç yansımadığı bir gece, deneyimlerimizin, hatta neredeyse anılarımızın bile ötesinde. Ve kentin bu açık renkli kubbesinin ötesinde -boşa harcadığımız ışıktan hiç etkilenmemiş- evrenin geri kalanı yer alıyor -yıldızlar, gezegenler ve galaksiler görünürde sonsuz bir karanlığın içinde parıldıyor. | |
| | |
| |