fiogf49gjkf0d Baba-oğul...
Sabah sabah babam aradı...
Canım çok sıkkın.
*
- Boyun bosun devrilsin...
- Hayırdır babacım?
- Babacım mabacım deme bana... Bu yaşa geldin bi pırlantacı açamadın!
- E sen de başbakan olamadın!
- Terbiyesiz herif! Boşuna mı okuttuk...
- Valla hiç kusura bakma babacım, ben sana dedim beni imam hatibe gönder diye, sen tuttun Atatürk Lisesi ne gönderdin, geleceğimle oynadın... Yoksa ben de istemezdim böyle olmamı.
- Ananız şımartıyor zaten sizi...
- E anamı da sen şımartıyorsun; torun torba sahibi oldu, hálá kafayı örtmedi... O açık kaldığı için bizim de kısmetimiz kapanıyor... O bayrağı da indirsin artık balkondan, sonra ağlıyorsunuz niye bize avanta buzdolabı gelmiyor filan diye.
- Sen bize laf yetiştireceğine el álemin çocuklarına bak biraz da utan!
- El álemin çocuklarına bakacağına, sen biraz arkadaşlarına bak asıl... Ahmet amca işçi emeklisi, Hüseyin amca asker emeklisi, Bekir amca memur emeklisi... Bu ne biçim çevre? Haybeye el öpüyoruz her bayramda... Bi günden bi gün, bi tanesi çıkıp da, gel sana burslar vereyim Amerikalarda okutayım, gel seni şirketime ortak edeyim dedi mi? Küçükken o kadar pipimizi gösterdik, hani vefa?
- İnsan bi gemicik alır bari...
- Bakan oldun da, almadık mı?
- Hadi çok uzatma, tansiyon hapım bitti, ayarla şu doktoru da gidip alayım...
- Bizim doktoru sürdüler...
- Nasıl sürdüler?
- Uçtu o... Cumhuriyet mitingine mi katılmış ne, aldılar görevden... Ama istersen muhtarı arayıp, beleş kömür gönderteyim.
- Oğlum kalorifer mazotlu...
- Eh be baba... Pırlantacı açamadım diye bana kızıyorsun ama, sendeki ticari zekáya da hayranım yani... Al kömürü, sat!
- Senin gibi evlat olmaz olsun!
- Ağabeyime de söylemişsin aynı şeyi, kalbimizi kırıyorsun... Büyük sözü dinleyip en az üç tane yapsaydın, biri hayırlı çıkardı belki...
- Arama bizi bi daha...
- Sen de arama zaten, dinliyorlar... Atıp tutuyorsun emekli maaşlarıyla ilgili, alacaklar Ergenekon dan içeri, göreceğiz yakutu zümrütü.
*
Kapattı sonra...
Canım çok sıkkın. |
fiogf49gjkf0d YILMAZ ÖZDİL e haşmet babaoğlundan "kalın" dokundurma geçikmeden gelmiş
okusunda hem oğlu hem babası ders çıkarsınlar
Sabah yazarı Haşmet Babaoğlu, gündelik yaşamın kısır döngüsünden çıkarak Kutlu Doğum un hatırına Sonsuz Nur un Mekke Fethinde söylediği bir sözü yazdı.
"Mekke nin fetih günüydü...
Bir adam Resulullah ın yanına yaklaştı. Korkudan, heyecandan titriyordu. Resulullah da gördü adamın bu halini ve dönüp seslendi: " Titremene lüzum yok, ben kral değilim " Ve ardından dedi ki; " Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum ben." Bu hadisi her okuyuşumda sarsılırım. Düşünün... Mekke yi fetheden kuvvetlerin başındaki kişinin ve Peygamber in önünde titremez de insan, kimin önünde titrer? " İktidarı olağanüstüleştirme " insanlık tarihi kadar eski bir hikâyedir çünkü.. Hatta geçmek bilmeyen bir hastalıktır. Güçlülerin, militerlerin, kendine soy sop iktidarı ve havası yaratanların, en sıradan makamların sahiplerinin önünde korkar, ezilir, büzülür, titrer insan.. Ya bugün?Popüler şöhret denen şeyden bir parça nasiplenmiş kişilerin bile yanına yanaştığında titremeye kapılıp ağzını açamayanları görürsünüz. Nedir Peygamber i böyle davranmaya, böyle söylemeye iten? İlk akla gelen hep tevazu kavramı olur bu durumlarda. Tevazu deyip geçmek doğru olur mu? Hayır! Yanlış olur. Hele tevazuyu alçakgönüllülük veya kendini küçültme olarak ele alıyorsanız, bu iyice yanlış olur. Çünkü " Titremene lüzum yok, ben kral değilim " diyen Hz.Muhammed, unutulmamalıdır ki, Adem Aleyhisselam dan beri Peygamber olduğunu, yani " fark "ını hep dile getirmiştir. Burada vurgulanan şey... İsmet Özel in sözleriyle " kralın ve krallığın çarpıklığıdır ." (40 Hadis, İsmet Özel. 2005, Şule Yayınları.) Daha doğrusu, âlemde " kral olma "nın; saltanat kurup, saltanat sürmenin çarpıklığı dır burada altı çizilen, hiç kuşku yok! " Kureyşli kuru et yiyen bir kadının oğluyum ben " sözüne gelince... Nasıl da ürperticidir! Elbette bu meselelerin acemisi ve ilahiyatçılara hem saygı duyup hem de kibirlerinden ürken biri olarak altından kalkamayacağım kadar ileri gitmek istemem. Ama Peygamber in bu sözünde tatlı bir dalga geçmeyle, derin bir "hakikat"in bir arada bulunuşunun beni çok etkilediğini söylemeliyim. Belli ki, yanında tir tir titreyen adama şunu hissettirmek istemiştir. Demek istemiştir ki... Peygamberim, farkım bu.. Başka farkım yok. Sen ve ben insanız. Beni sana üstün kılacak, ne soy sop, ne kavim ne de bir iktidar bağı olamaz. Bu konuyu neden açtım, neden bu hadisi köşeme taşıdım? Anlatayım.. Kutlu Doğum Haftası ndayız. Fakat malum merkez medyanın şu köşelerinde her konuda yazarız, atarız tutarız da, bu konulardan köşe bucak kaçarız! Ben bu tavrı hiç anlamam, anlayamıyorum. Çağın bütün frekanslarına, bütün sorunlarına, bütün tatlarına açık biriyim. Ama aynı zamanda bu coğrafyanın, bu tarihin, bu manevi iklimin insanıyım. Yazım, sözüm, fikrim ve duygularım nasıl o iklimden ve o iklimin meselelerinden uzak durabilir ki! İstedim ki, Kutlu Doğum Haftası vesilesiyle okurlarıma Peygamber in (pek öne çıkmamış) bir sözünü hatırlatayım. Belki bu noktadan başlayarak.. İslam ve ırkçılık; İslam ve hiyerarşi; İslam ve iktidar; İslam ve eşitlik konularını bir daha düşünme şevki doğar içimizde!
HAŞMET BABAOĞLU-SABAH
|