ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul


sohbet, okey, tavla, chat
28 Nisan 2024, Pazar 17:14   

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

En İyiler  Son Eklenenler       
sohbet forum basliklari  CC-Forum> Spor > Genel Spor Muhabbeti
forum sohbet oyun basliklari
   Geleneksel Türk Sporları
 Mesaj Ekle, sohbet ve oyun icin cagir
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

Muckun

Muckun resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  8.Tem.2009 Çar 19:33:31      Geleneksel Türk Sporlarısohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

--Türkiyemizde ve Türk tarihinde var olduğumuzdan itibaren Geleneksel Türk lere ait sporlarımız vardır.Bunlar ile ilgili su bilgileri derlemeye çalıştım.İlginize

Ayrıca bana bu forumda başlık açma ve konu derleme yetkisi veren cc yetkililerinede teşekkürü bir borç bilirim.Çok teşekkürler CC.

GELENEKSEL TÜRK SPORLARI

1-TÜRK OKÇULUĞU

         

Tarih boyunca her kültür kendi ok atma tekniğini geliştirmiştir. Farklı kültürlerde farklı tekniklerin ortaya çıkması; o kültürleri yaratan halkların hayati ihtiyaçlarının ve halkların yaşadığı coğrafyanın farklı olmasındandır. Doğu ve Batı ok atma tekniklerinin farklılığı da aynı sebeptendir.

Orta Asya insanı zor iklim koşullarında, konar-göçer bir yaşam sürmüştür. Bu yaşam tarzında at binmek, avcılık ve savaş günlük hayatın ayrılmaz birer parçadır. Hayatı at üzerinde geçen göçebe eğer üzerinde yer, içer, savaşır, avlanır, hatta belki uyur. Yay ise göçebe için atı kadar önemlidir, hayatta kalmasının bir yoludur. Asya kökenli milletler için tipik olan, at üzerinde her yöne isabetli ok atabilmeleridir. Bu maharet, yüzlerce yıl boyunca düşmanı en çok korkutan ve savaşların kaderini belirleyen unsur olmuştur. At üzerinde kullanılacak bir yayın nisbeten kısa, ama bu çetin şartların gerektirdiği yüksek enerjiye sahip olması gerekmektedir. Bugün bile herkesin hayranlığını toplayan kompozit yay böyle ortaya çıkmıştır. Kompozit yay ağaç, boynuz, sinir ve tutkaldan oluşan; müthiş fiziki özelliklere sahip bir silahtır. Birden fazla malzemeden imal edildiği için ileri derecede esnek ve güçlüdür.

   
   
Sonradan bütün Orta Doğuya yayılacak olan kompozit yay ve Doğu okçuluk ekolünün kökeninin Asya olduğu konusunda fikir birliği vardır. Doğu stili ok atma tekniğinin müslüman halklara geçişi olasılıkla 8.-10. yüzyıllarda İslam gazileri ile Orta Asya göçebeleri arasındaki askeri, ticari ve kültürel alışveriş neticesinde olmuştur. Selçukluların atlı okçusunun kullandığı bu teknik sonra Osmanlının seçkin atlı okçu birlikleri tarafından savaş alanlarında kullanılmaya devam etmiştir.

Osmanlının ok atma tekniği aslında Asya kökenlidir ve geleneksel okçuluk disiplinlerini korumaya muvaffak olmuş Kore, Moğolistan gibi ülkelerde, ufak tefek farklılıklarla bugün de uygulanmaktadır.



Osmanlı Savaş Tarihinde Ok ve Yay

Alıntı:
Osmanlı ordusunun ilk dönemlerinde, Orta Asya göçebeleri ve Selçuklular gibi, savaş gücünün hemen hemen tamamı atlı okçulardan oluşmaktadır. 14. yüzyılda piyade sınıfı, yani Yeniçeri teşkilatı oluşturulmuştur. Bu yeni askeri yapılanmada zaferin altına imza atan yine yay olmuştur. Ancak yay, Asya’ya özgü ağaç, sinir, boynuz ve tutkaldan yapılmış, yay yapımında ulaşılan en üst teknik düzeyin simgesi olan kompozit yaydır.

   
   Yine ok ve yay kullanan piyade gücünün yanısıra, bu yeni askeri yapılanmada, atlı okçu da önemini korumaktaydı. I. Murad’ın 1373’de Venedikliler ile Macarlar arasındaki savaşta 5000 okçu göndererek Venediklilere yardım etmiş olması, daha I. Murad devrinde Osmanlı ordusunda okçuların ne kadar artmış olduğunu göstermektedir.

Ordunun ve sarayın ok-yay ihtiyacı esas olarak resmi imalathanelerdeki üretim ile karşılanıyor, yetmediği takdirde sivil piyasadan temin ediliyordu. Bu yaycı ve okçu ustaları, seferberlik zamanında artan ihtiyacı karşılayamazlarsa, sivil okçu ve yaycı esnafından destek alınıyordu. Osmanlıda sportif okçuluğun da çok gelişmişti ve sivil piyasayı besleyen bir sektör mevcuttu.

Ateşli silahların savaş alanına girmesi ve askeri taktiklerin değişmesi de ok ve yayı birden bire savaş alanlarından silememiştir. Tüfeğin tek başına uzun menzilli silah olarak orduda yer alması birden bire olmamış, muhtemelen bir süre ok ve yay ile beraber kullanılmıştır. Ateşli silahlara geçilmesi ile, Türklerin öteden beri uyguladığı hareketli savaş stratejisinin de büyük oranda terki gerekmiştir.



Çocukluğumdan beri büyük ilgimin olduğu ve bir dönemde amatör olarak uğraştığım bu nadide Ata sporumuzu sitemizde işleyerek yok olmaya yüz tutan, geleneksel okçuluğumuza bir nebze olsun katkıda bulunmak isterim.

Okçuluğu dünya tarihine kazandıran ve kompozit yay sistemini(bugün bizden alıp abd lilerin kullandığı teknik) bulan bir millet olarak bu spor dalında ne kadar gerilerde kaldığımız aşikardır.
Bu üzücü durumdan kurtulmak içinde ülkemizde gönüllü kuruluşlar dışında da pek bir yer bulmanız mümkün değil.
Kemankes.com ve Okader i kuran bir avuç gönüllü insan dışında geleneksel okçulukla uğraşan insan hemen hemen yok gibi..

Ülkemizde kompozit yay yapım ustası Sayın S.Cem Dönmez ile yaptığım bir yazışmada"Malesef bu işi dünyada adam gibi yapan 1 yada 2 kişi olduğunu" belirtti.

Çok üzücü bir durum, batının hayranlıkla baktığı ve sahip çıktığı okçuluğumuza biz sahip çıkmadığımız gibi, bugüne kadar Mustafa Kemal haricinde malesef yine sahip çıkan olmamış.(Celal Bayar hariç)
Mustafa Kemal döneminde kurulan Ok Spor Kurumu ve Ok Spor Müzesi ,onun ölümden hemen sonra acilen kapatılmış ardından, bir takım meçhul kişiler tarafından içindeki tüm değerli döküman, kitap ve örnekler yağma edilmiştir.

Bugün Türk okçuluğuna ait kompozit yay formüllerini içeren bu değerli eserlerimiz malesef yoktur.

Bu yüzden bu sitede zaman zaman bu konulara değinerek Geleneksel Okçuluğumuz için yapabileceğimiz şeyleride konuşmayı diliyorum.

2-KIRKPINAR YAĞLI GÜREŞLERİ

    
   
Kırkpınar Yağlı Güreşleri

Anadolu da bulunan Osmanlılar, Edirne nin fethinden önce (1361), Orhan Gazi devrinde, onun oğlu Süleyman Paşa komutasında Rumeli ye geçerler (1356-1357).

Osmanlı Akıncıları, burada yaptıkları akınlar sırasında, savaşmadıkları ve mola verdikleri günlerde, zamanlarını, aralarında çeşitli sporlar yaparak değerlendirirlerdi.

Bir keresinde güreşe tutuşan 40 yiğit içinden ikisi, tutuştukları güreşi gece yarısına dek sürdürdükleri halde sonuçlandıramazlar ve ikisi de güreştikleri yerde can verir...

Arkadaşları bu iki yiğidi güreş yaptıkları yerde bulunan bir incir ağacının altına gömdükten sonra Edirne ye doğru akınlarına devam ederler.

Edirne nin fethinden sonra Ahırköy çayırlığına geldiklerinde, o incir ağacının civarında billur kaynaklı bir suyun, Kırkpınar çayırlığına doğru aktığını görürler ve bu nedenle de "Kırktı bunlar. Bu yakaya ilk ayak basanlardır bunlar" diyerek o yere Kırkpınar adını verirler


Kırkpınar yağlı güreşlerinde kullanılan terimler:

KİSPET
Yağlı güreşe çıkan her pehlivanın güreş malzemesinin başında kıspet gelir. Manda, dana veya malak derisinden yapılan kıspetin bel kısmı dört parmak genişliğinde ve kalın olur. Beli sarması için kalın bir ip geçirilen bu kısma kasnak denir.

Kıspetin diz kapağının altına gelen yere paça denir. Paça ile etin arasında paçabent denilen keçe konur. Deri kısım keçenin üzerine çekilir ve üzeri sicimle sıkıca bağlanır.
Sıkı bağlanmayan paçadan içeri giren parmaklar sayesinde oyun almak kolaylaşır. Güreşten sonra yağlanan kıspet zembil e konularak saklanır.

ZEMBİL
Kıspet, zembil adı verilen ve sazdan yapılan bir torbada taşınır ve saklanır. Güreşi bırakan pehlivan, zembilini duvara asmasından belli olur.

YAĞLANMA
Güreşçiler, kavranmaları güç olsun diye yağlanırlar. Pehlivanlar, güreş meydanının uygun bir yerinde yağ ve su ile doldurulmuş kazanların etrafında yağlanırlar. Pehlivanlar önce sağ elle sol omuza, göğüse, kol ve kıspete yağ sürerler. Daha sonra sol el ile aynı işlemi tekrarlarlar.
Güreşçiler bu arada birbirlerinin sırtlarını da yağlarlar. Güreş başladıktan sonra pehlivanlar çayırda dolaşan yağcılardan diledikleri zaman yağ ve su alabilirler.

DAVUL ve ZURNA
Yağlı güreşin en önemli öğelerinden olan davul ve zurnada Kırkpınar’a has bir melodi bulunmaktadır. Yağlı güreşlere çalacak olan müzisyenlerin güreş ezgilerini çok iyi bilmeleri, güreşin gidişatına göre müziğin ritmini ayarlamaları gerekmektedir.

PEŞREV
Güreşin başlangıcı ve güreşe hazırlıktır. Ahenkli ve mevzulu bir biçimde güreşe ısınma hareketi olarak bilinen peşrev seyircilerin göz zevkini okşamasının yanında pehlivanın moralini yükseltir. Pehlivan peşrevle, kaslarını, nefsini, kalbini ve beynini başlayacak olan güreşe hazırlar. Güreşmek üzere çayıra çıkan pehlivanlar ahenkli bir şekilde ellerini ve kollarını sallayarak peşreve başlarlar. Peşrevde üç kez ileri üç kez de geri gidişten sonra yere sol diz ile çökülerek önce sağ el yere,dize,dudağa ve alına üç defa değdirilir. Bu merasim bittikten sonra sıçrayarak “Hadi bre” pehlivan diye nara atılır. Karşılıklı gidiş ve gelişten sonra rakibin paçaları yoklanır, sırtı sıvazlanır, enseler bağlanır, eller tutuşur ve böylece güreşe girilmiş olur.

CAZGIR
Yağlı güreşlerdeki tüm pehlivanları seyircilere tanıtan, onları güreşe başlatan kişidir. “Salavatçı”da denilen Cazgır, hakem heyetinin ya da kura ile eşleştirilen pehlivanların adlarını, sanlarını, güreş oyunlarındaki hünerlerini uygun mısra ve dualarla tanıtır. Bu dua yörelere göre değişir. Pehlivanlıkta olduğu gibi cazgırlıkta da usta-çırak geleneği vardır. Ünlü cazgırlar arasında, Edirne Ayşekadın Camii imamı Sadık Hoca (Atılgan), Şirin Mustafa sayılabilir. Güreşlerin başlangıcının ilk günü olan Cuma günü, tüm güreşçiler pehlivanlar mezarlığını ziyaret ettikten sonra, Selimiye Camiinde okutulan Mevlütün ardından Sarayiçi ne gidilerek, küçük boylardan itibaren cazgırın duası ile güreşleri başlatırlar.

HAKEM
Yağlı güreşin ilk zamanlarında birkaç eski pehlivan köy ağaları veya güreşlerden anlayan birkaç kişi kurallara aykırı iş yapılmasın diye güreş meydanının bir köşesine oturur güreşleri kontrol ederlerdi. Bugün ise kuralları uygulayan hakem heyetleri oluşturulmuştur.

BAŞPEHLİVAN
Kırkpınar’ın en büyük ödülünü alan ve başpehlivan güreşlerinde birinci olan güreşçidir. Bu ünvanı elde eden pehlivan 1 yıl için Türkiye’nin başpehlivanı olur ve altın kemer ile ödüllendirilir. Arka arkaya üç yıl başpehlivanlığı kazanan güreşçi, altın kemerin de sahibi olur.

KIRKPINAR AĞASI
Kırkpınar güreşlerinin en temel öğelerinden biri ağalık müessesesidir. Önceleri pehlivanları güreşe çağıran, yarışmaları düzenleyen, gelen konukları ağırlayan, yemek ve yatacak yerlerini temin eden, örf ve adetlere uygun olarak güreşlerin yapılmasını sağlayan, ödüller veren Kırkpınar Ağaları idi... Ancak şimdi “Kırkpınar Ağası”, saydığımız bu faaliyetlerin hepsini karşılayamadığından ve bir etkinlik çerçevesine toplandığından, masrafların büyük bir çoğunluğu Belediyelerce karşılanmaktadır.

ALTIN KEMER
Kırkpınar başpehlivanına verilen, Kırkpınar’ın en büyük ödülüdür. Kırkpınar’da başpehlivan olan güreşçi 1 yıl süreyle altın kemerin sahibi olur. Ancak aralıksız üç yıl arka arkaya başpehlivan olan güreşçi altın kemerin sürekli sahibi olur. Zamanımızda Altın Kemer’ler Belediyelerce yaptırılmaktadır.

KIRMIZI DİPLİ MUM
Kırkpınar’ın davet simgesi “Kırmızı Dipli Mum”dur. Eskiden şehir ve köylerdeki kahvelere “Kırmızı Dipli Mum”lar asılarak, oradaki halk Kırkpınar a davet edilirdi. Diğer bir deyişle davet için sadece “Kırmızı Dipli Mum” kullanılırdı.

Kırkpınar Edirne yi Ortaköy e bağlayan 35 km.lik yolun üzerinde, Simavina (Samona) ile Sarı Hızır Köyleri arasında bulunan ve Balkan savaşından sonra (1913) Yunanistan a bırakılan Nazif Ağa tarlası denilen Çimenlik bir yerin adıdır. Bu yerin bir tarafı Topçu Ali Ağa nın tarlası, bir tarafı çayırlık, bir tarafı Tikio lu (Totio lu) Recep Ağanın tarlası, bir tarafı Çilingiroğlu nun sebze bahçesi ve bir tarafıda Kırklar çeşmesidir. Bu yiğit pehlivanları anmak ve güreş geleneğini sürdürmek için de güreşler 1923-1924 tarihlerinden itibaren Edirne nin "Sarayiçi" denilen yöresinde yapılmaya başlanmıştır. Cumhuriyet tarihinin ilk güreşi 30 Mayıs 1924 te yapılmıştır.

I.Murat Edirne nin alınmasından sonra, Edirne de bir güreşçiler tekkesi kurmuş ve bundan böylede her sene güreş yapılması bir gelenek haline gelmiştir.Yağlı güreşlerin yapıldığı ilk yıllarda bir süre söz konusu değildi ve kıran kırana güreşler saatlerce sürerdi. Yağlanan pehlivanlar tek sıralı saha kenarına yakın olarak dizilir, rakipleri ile el ele tutuşurlar, güreş duasını dinlerler ve peşreve başlarlardı...Keseme, şirasi, kesebend, ters çekme, piş kabzu, yanbaşa, serkelle, cezayir sarması, boğma, karakuş gibi eski güreş oyunlarının yanında künde atmak, ters sarma, ters şak, ters kepçe, paça kasnaktan savurma, sarma, dış kazıkta gerdane, elense, tırpan, çift çaprazda, burun kakması, boyunduruk, karşılıklı paça kasnak, gibi yaklaşık 33 güreş oyunu vardır.

Güreşler bir Ağa himayesinde yapılırdı. Ağa seçiminde artık geleneksel kurallar işlememektedir.Artık parası olan Kırkpınar Ağası olur. Önceleri ise; yörede sözü geçen saygınlığı olan, hali vakti yerinde olan kişiler belirleni, seçilen adaylar iyi niyete ve karşılıklı anlayışa dayalı olarak aralarında bir kişiyi seçerler. Güreşlerin bitim günü bir kuzu arttırma ile satışa çıkarılır adaylar kısa bir attırma yaparlar ve kuzu daha önce belirlenen aday önüne bırakılır ve Ağa seçilmiş olurdu. Bir Ağalık Manisi:

AĞALIK
Ağalık verme ile
Beylik kalma ile
Efendilik sülaleden gelir.

Ağa dediğin Ağcaz* olmalı
Altına atacak döşeği,
Üstüne binecek eşeği
İki karısı, beş, on sarısı
İki karık bakla, beş, on arısı olmalı,
Kandilim ipi telden

Yağ elden, kafası kelden,
Avlusu çitten, itten köpekten
Ağa olmaz


Mustafa Kemal Atatürk’ün güreş sporuna büyük sevgisi vardı. Kendi himayelerinde Ankara’da güreşler yapılması için Çocuk Esirgeme Kurumu’nu görevlendirmekteydi. 1931 yılında kurumun organize ettiği güreşlerde Kurtdereli Mehmet Pehlivan’da hakem olarak bulunmuştu. Bu güreşler Mustafa Kemal’in çok hoşuna gitmiş ve yanındakilere ‘Türk Güreşinin Üzerine Eğilin’ diyerek öneride bulunmuştu.

Bu güreşlerde Atatürk ün Kurtdereli Mehmet Pehlivanın şahsına yazdığı hem ona hemde Türk güreş sporu için düstur olan mektubu:

Alıntı:


15 Kasım 1931

Ankara

Kurtdereli Mehmet Pehlivan

Seni cihanda ün salmış bir Türk Pehlivanı olarak tanıdım. Parlak muvaffakiyetlerinin sırrının şu sözlerle izah ettiğini öğrendim. ‘Ben her güreşte arkamda Türk Milletinin bulunduğunu ve millet şerefeni düşünüyorum.’

Bu dediğini en az yaptıkların kadar beğendim.Onun için senin bu değerli sözünü Türk sporcularına bir meslek düsturu olarak kaydediyorum. Bununla senden ve sözlerinden ne kadar çok memnun olduğumu anlarsın Çoluk,çocuğun için sana ufak bir armağan gönderiyorum. O, bu mektubumla beraberdir. Pehlivan, ömrünün tam sağlıklı uzun sürmesini dilerim.

GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK



*Ağcaz: Temiz kalpli, saf

3- ATÇILIK

       Türk Tarihinin her döneminde "At" önemli bir yer tutmuştur.Avusturya lı tarih bilimcisi Hoopers atın ilk evcilleştirme hareketinin İç Asya da Türkler tarafından yapıldığını, Macar tarihçisi Allfoldin de,bu konudaki ilklerin Altay Türklerine ait olduğunu öne sürmüştür.Alman tarih bilimcisi Portriatz ise “Eski çağlarda at” adlı eserinde atın M.Ö.6000 dolaylarında Türkler tarafından evcilleştirildiğini iddia etmiş ve iddiası için bazı bulguları kesin kanıt göstermiştir. Eski Türklerde görülen atla bütünleşme", Osmanlı Türklerinde de sürmüştür. At, Osmanlı,Türklerinde onur, saygı ve sevgi unsuru olarak kabul edilen bir yoldaş olmuştur. Bunlarla başarıdan başarıya koşmuşlar; üç kıta üzerinde egemenliklerini sürdürmüşlerdir.

Anadolu Selçuklularında 100 bin süvariden oluşan bir ordu bulunuyordu. Osmanlı imparatorluğunda ise, 16.yüzyılda bu sayı 250 bine yaklaştı. Edirne, Filike. Selánik. Amasya, Yozgat, Merzifon, Eskişehir (Çifteler çiftiği), Malatya (Sultan suyu), Veziriye, Adana (Cukurova) daki hayvan ocaklarında, at yetiştiricilik düzeltilmesi için sürekli çalışmalar yapılıyordu. Ancak, Osmanlı imparatorluğunun gerileme ve özellikle çöküş döneminde at yetiştiriciliği ve ırk düzenlenme çalışmaları öneminì tamamen yitirmiş, sürekli savaşlar nedeniyle ülke atçılığı adeta çökmüştür.

Ata ve atçılığa özel bir sevgisi olan Atatürk, aynı zamanda da çok iyi bir biniciydi.Onun emir ve direktifleriyle Türk Atlı Sporları gelişmişti...Ünlü İtalyan mimarı Viotti Violli tarafından yapılan ve günümüze kadar gelen Ankara hipodromu atatürk ün emriyle inşaa edilmişti. atçılığı ve yarışçılığı teşvik amacıyla, "yarış Islah Encümenini" kurdurmuştur. Bu encümende ilk kez 1926 yılında sonradan klasikleşen "Gazi Koşusunu " başlatmıştı.

Şimdi ülkemizde at yarışları Arap ve İngiliz atları olarak iki cins ile yapılıyor. At yarışlarını yapma yetkisi 6132 sayılı kanunla Tarım Bakanlığı’ndadır. Bakanlık uzun süreli sözleşmelerle bu yetkisini Türkiye Jokey Kulübü’ne verir. Bence atçılığın yaygınlaşmamamsındaki en önemli nedenler halkın yeterli ekonomik refahının olmayışı ve bu sektörün belirli bir kesimin içinde kalmasıdır.ektörün içindeki huzursuzluklar, Arap atı sahipleri ve İngiliz atı sahipleri arasındaki çekişmeler bir yana, halkın attan anladığı ne yazık ki Altılı Ganyan dan öteye gidememektedir. Çünkü halk at sahibi olmayı düşünecek kadar ve at yarışlarını bahissiz seyredebilecek kadar gelir düzeyine sahip değildir. Atçılığımızın gelişmesi için toplumun at yarışlarını bir kumar olarak değil, bir spor yarışması olarak görmesinin sağlanması gerekir.

4- CİRİT

   
   

Cirit; Türklerin yüzyıllardan beri oynadıkları bir Ata sporudur. Türkler bu Atlı oyunu Orta Asya dan günümüze taşımışlardır. 16. yüzyılda bir savaş oyunu olarak kabul edilmişti. 19. yüzyılda Osmanlı ülkesi ve sarayının en büyük gösteri sporu ve oyunu oldu.

Cirit aynı zamanda tehlikeli bir oyun olması sebebi ile 1826 yılında II. Mahmut tarafından yasaklanmıştır. Daha sonraları tekrar popüler bir gösteri oyunu olarak yaygınlaştı.

   
   

Tarihin eski çağlarında insan topluluklarının ulaşım ve savaş vasıtalarından olan at sürüler halinde beslenmiş,günün şartlarına göre eğitilmiş savaş zamanlarında savaş vasıtası, sulh zamanlarında da spor ve eğlence vasıtası olmuştur. Savaşı spor haline getiren,sporu en güzel eğitim aracı bilen Türk kahramanlarının çağlar boyu kazandıkları zaferlerde canları kadar aziz bildikleri atlarının büyük hissesi vardır. Bunun için atlı cirit, Türklerin en eski milli sporlarından olup, canlılardan yapma ve konuşma özelliği olan insanla taşıma ve his gücü olan atın ve cansız 110 cm’ lik cirit sopasının en güzel uyum sağladığı insanla aklın bütünleştiği eski savaş kurallarının uygulandığı bir oyundur. Atlı ciritte erlik yaşar, mertlik yaşar, sportmenlik yaşar ama her şeyden önce bir tarih yaşar.

Atalarımız barış zamanlarında at ve askerlerini zinde ve kuvvetli tutabilmek için atlı cirit sporunu tesis etmiş, insanları ruh ve bedenen eğiterek yarınlara hazırlamışlardır. Atlı ciritte hiçbir spor müsabakasında bulunmayan rakibi bağışlama , affetme şeklinde bir davranış vardır. Hasmının önünü kesip, ona ciritle vurma imkanı varken vurmayıp bağışlayan sporcu puan kazanmaktadır. Vurma imkanı yüzde yüz mevcut iken, o anda zayıf düsene vurmayı zul kabul ederek bağışlama yolunun seçilmesi, Bu yönüyle spor ve erdemin birlikte anıldığı asil bir yapıya sahiptir.


Cirit oyunu kendisi de iyi bir oyuncu olan II. Mahmut un Tanzimat tan sonra bu oyunu bütün ülkede yasaklamasına değin İstanbul hayatının renkli bir parçasıydı. Başlıca oyun alanı tabiî ki Atmeydanıydı. Burada her zaman cirit talimi yapan atlılara rastlamak mümkündü, fakat asıl müsabakalar Cuma günleri Cuma namazından sonra yapılır, o zaman meydanı yüzlerce atlı doldururdu. Şehir içindeki ikinci önemli cirit alanı Küçük Ayasofya ile Kadırga arasındaki Cündi (Arapça süvari anlamında. Zamanla bozularak Cindi ve Cinci olmuştur.) Meydanıydı. Evliya Çelebi Kağıthane yolunda da bir cirit meydanı olduğunu yazıyor. Topkapı Sarayında da Gülhane Bahçesine doğru büyük bir cirit meydanı bulunur, Cuma namazından sonra burada cirit oynayan saray halkına çoğu zaman padişah da katılırdı cirit oyununda saray halkı geleneksel olarak bamyacılar ve lahanacılar adlı iki takıma ayrılırlar, padişahlar da bu iki takımdan birine dahil olurdu. Saraydaki cirit meydanında bu iki takımı simgeleyen, birinin tepesinde bir bamya, diğerinin tepesinde bir lahana heykeli bulunan iki mermer sütun bugün de durmaktadır.


Ciritçi karşı taraf oyuncusundan kendisini sakınmak için çeşitli hareketler yapar, atın sağına soluna, karnının altına, boynuna yatar. Bazı ciritçiler rakibi kaçış dizisine ulaşana kadar üç-dört cirit savurarak isabet ettirmek suretiyle sayı toplar. Bu arada başına, gözüne, kulağına cirit isabet eden bazı oyuncuların yaralandığı olur. Bu türlü isabetler neticesinde ölenlerin olduğu bile vakidir. Bu durumda ölen, er meydanında ölmüş sayılır, yakınları şikâyetçi ve dâvacı olmaz. Babaları ölen çocuklarıyla öğünürler.

   
   

Öte yandan cirit oyununda ölüm olmaması için, daha evvelleri hurma ve meşe ağacından 70-100 santim uzunluğunda, 2-3 cm. kutrunda yapılan ciritler, daha sonraları kavak ağacından yapılmaya başlanmıştır. Sopaların uçları silindir şeklinde kesilerek yuvarlatılır. Kabukları yontulur. Bu isabet halinde bir yara açılmasını ve ölüm tehlikesini yok etmek için alınan bir tedbirdir.

ilk ihtisas kulübü Erzurum’da 1957 de Erzurum Atlı spor Kulübü kurulmuş daha sonraları Erzurum, Erzincan , Bayburt , Ankara ,Uşak , Manisa , Malatya da kulüpler kurulmuştur.
Cirit Oyunu, daha 40-50 yıl öncesine değin Anadolu da yaygın bir oyun olduğu halde son senelerde eskisi kadar popüler değildir.

   
   

KURALLAR
Cirit Oyunu nda iki takım bulunur. Bu takımlar 70 ilâ 120 metre genişliğindeki bir alanda karşılıklı olarak alanın en gerisinde 5 şar, 6 er veya 7 şer kişi olarak dizilirler. Ciritçiler bölgesel giyimleriyle atlarına biner. Sağ ellerine atacakları ilk ciriti, diğer ellerine de yedek ve kamçı alırlar. İki tarafın birinden bir atlı öne fırlar, karşı dizinin önüne 30-40 metre kadar yaklaşır. alay durağındaki rakip takım oyuncularından birine Sağ elindeki ciriti savurur, sonra geri döner, atını kendi dizisine doğru mahmuzlar. Karşı tarafın oyuncusu hızla onu takip eder, elindeki ciriti geri dönüp kaçan karşı taraf elemanına fırlatır. Bu kez ilk oyuncunun çıktığı sıradan diğer bir ciritçi onu karşılar. İkinci diziden çıkan, sırasındaki yerini almak için süratle yerine dönmeye çalışır. Bu defa rakibi onu kovalar ve ciritini atar.

Oyun böylece sürer. Cirit isabet ettiren ciritçi takımına sayı kazandırır.Günümüzde cirit modernize olmuş ve artık resmi bir spor dalı haline gelmiştir. Artı ve eksi puanlardan oluşan bir puanlama şekli mevcuttur. Oyunun galibini bu puanlar belirler.

Ciritçi karşı taraf oyuncusundan kendisini sakınmak için çeşitli hareketler yapar, atın sağına soluna, karnının altına, boynuna yatar.

Cirit sona erince, cirit oyununu düzenleyenler başarılı olanlara ödüller, ziyafetler verir.

   
   


federasyonu atlı cirit yönetmeliğine göre,

Puan alma:

ciritçiye vuruş isabeti 3 puan
cirit havada tutmak 3-(1)
rakibi yakalayıp bağışlama 3
tehlikeli durumda puandan vazgeçme 3

Puan kaybetme:

rakibi yakalayıp bağışlamama 3
atın rakibe kasten çarptırılması 3
ata cirit kasten vurma 3
at ile karşı alaya girme 1
yan çizgiyi geçme 1
alaya atışlarda atış sahasından atmama 1
alay atışında ciriti atamama 1
erken ve çift çıkış 1
attan düşme 3
attan inme 1


Kaynak;
Geleneksel Spor Dalları Federasyonu arşivi
Erzurum Cirit İhtisas kulübü

5-KARAKUCAK GÜREŞLERİ

 
   


Tarihi güreşlerimizden olan karakucak güreşleri asırlardır yapılagelmektedir. Bazı araştırmacılara göre 10 asırdır yapılmaktadır.
Karakucak güreşleri Çim zeminlerde, toprak alanlarda, harman yerlerinde kısaca güreşe uygun her zeminde yapılabilir.
Karakucak güreşi Türk lerin öz ve milli güreşidir.Orta asyadan kaynaklanan bu güreşte günümüze kadar çok az küçük değişiklikler dışında aslına uygun olarak yapılmaktadır.

Karakucak güreş Yakut Türklerinden,Moğolistan dan , Azerbeycan dan ,Doğu ve Batı Türkistan dan, Kazak ve Kırım Türk lerine ve Anadoluya varıncaya kadar bilinen bir spordur.Oğuzlarda ve Eski Türk lerdeki güreşin aynısı olan Karakucak güreş günümüzde Anadoluda bazı bölgelerde yağlı güreşden daha çok tutulan bir güreş türüdür.

   
   


Düğünler , Bayramlar,Festivaller, Kültürel şenlikler Karakucak güreşlerinin en çok yapıldığı ortamlardır.Karakucak güreşleri Davul zurna eşliğinde yapılır. Karakucak güreşlerinde giyilen Kıspet ismi bazı yörelerde pırpıt diye adlandırılır. Bu tamamen yöresel isimlendirmeden kaynaklanmaktadır. Pırpıt genelde branda , çadır bezi, yelken bezinden yapılır. Kasnağa kesinlikle deri dikilmez. Ayrıca hiç bir bölgeye yağ sürülmesine müsaade edilmez. Karakucak güreşleri Türk güreşine büyük şampiyonlar kazandırmıştır.

   
   


Yapılış tarzı ile Serbest güreşe benzediği için genelde festival güreşlerinde. Türkiye Şampiyonalarında Minder kiloları üzerinden : 48-53-57-62-68-74-82-90-100-130 olmak üzere 10 boy üzerinden yapıldığı olmuştur.

Kolların, bacakların ve gövdenin kullanıldığı; rakibe vurmadan sırtının yere getirilmesi amacıyla yapılan gövdenin üst kısmının ve ayakların çıplak olarak yapılan bir mücadele sporudur. Günümüzde serbest güreş diye bilinen minder güreşi karakucak güreşin formüle edilmiş şeklidir.

   
   



12-14 Yaş (Minikler , 15-16 Yaş (Yıldızlar) , 17-20 Yaş: (Gençler) , 20-30 Yaş (Büyükler) Kategorilerinde Federasyonun belirlediği kurallar çerçevesinde yapılmaktadır.

 

YAPTIĞIM BU ÇALIŞMA SİTELERDEN ALINTIDIR.

GELENEKSEL TÜRK SPORLARI İLE İLGİLİ BU  BİLGİLER İLE SİZLERE BİR IŞIK TUTMAK İSTEDİM.SAYGILARIMLA.

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

AcEdUdE

AcEdUdE resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  23.Tem.2009 Per 12:04:40sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
Bunların arasında unuttugun bırde Uzun Eşek var Dostum buda geleneksel ve önemli bir Türk Sporudur. Bilgilerinize arz ederim.
CC sohbet icin buraya
  Mesaj Ekle, arkadaş oyun sohbet icin cagir