ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul


sohbet, okey, tavla, chat
5 Mayıs 2024, Pazar 00:19   

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

En İyiler  Son Eklenenler       
sohbet forum basliklari  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler > Önemli Bilgiler
forum sohbet oyun basliklari
   İnsanlar,Oyun ve Oyun çeşitleri
 Mesaj Ekle, sohbet ve oyun icin cagir
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

Muckun

Muckun resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  13.Tem.2009 Pzt 08:34:08      İnsanlar,Oyun ve Oyun çeşitlerisohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

1.OYUN
Oyunun Tanımı
Oyunun ne olduğu konusunda eski zamanlardan beri çok değişik görüşler ileri
sürülmüştür. Bu görüşlerin tamamındaki ortak nokta ise oyunun çocuk için çok önemli bir uğraş olduğudur.
Oyun için yapılan birçok tanım vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
*Oyun, çocuğa hiç kimsenin öğretemeyeceği konuları, kendi deneyimleriyle
öğrenmesi yoludur.
*Oyun, sonucu düşünülmeden eğlenmek amacıyla yapılan hareketlerdir. Oyun
‘iş’ in karşıtı olarak düşünülmektedir. Çünkü ‘iş’te belli bir sonuç söz
konusudur.”
*Oyun, içsel olarak güdülenen belirli bir amacı olmayan, yetişkinler tarafından
değil, çocuğun koyduğu kurallara bağlı olarak kendiliğinden gelişen ve zevk
unsuru taşıyan davranışlarda oluşan bir etkinliktir.
*Oyun, çocukların kendi seçtikleri ya da gruptaki diğer çocukların seçtikleri ve
kendilerine göre sağlam kuralları olan eylemlerdir.
*Piaget’e göre oyun, bir uyumdur.
*Gross’a göre (1896), oyun bir pratiktir. İleride karşılaşılabilecek davranış
biçimleri oyunla elde edilir.
*Caillois ‘ e göre (1958) oyun, serbestçe kabul edilmiş, fakat bağlayıcı olan
kurallara göre belli bir alan ve zaman süreci içinde sürdürülen gerilim ve
eğlence duygularını içeren, gerçek hayattan farklı olduğu bilinci ile yapılan
gönüllü bir hareket ya da faaliyettir.
*Montaigne (1533–1592) oyunu çocukların en gerçek uğraşıları olarak
tanımlamıştır.
*Montessori (1870–1952) de oyunu çocuğun işi olarak nitelendirmiştir.
*Lazarus ise oyunu, kendiliğinden ortaya çıkan, hedefi olmayan, mutluluk
getiren bir aktivite olarak tanımlamıştır.
Genel tanımıyla oyun, belli bir amaca yönelik olan ya da olmayan, kurallı ya da
kuralsız gerçekleştirilebilen; fakat her durumda çocuğun isteyerek ve hoşlanarak yer aldığı fiziksel, bilişsel, dil, duygusal ve sosyal gelişiminin temeli olan gerçek hayatın bir parçası ve çocuk için en etkin öğrenme sürecidir.


Oyunun Tarihçesi



Oyun, canlıların var olmasıyla başlamıştır. Hayvanların da oyun oynadıklarını
düşünmek garip gelebilir. Ama etrafımızdaki hayvanları izlediğimizde onların oynadıkları oyunları görebiliriz. İki köpeğin birbirini kovalaması, birinin diğerini yakalayınca yere yatırması ve bütün bunları yaparken de değişik sesler çıkarmaları, yaptıkları eylemin oyun olduğunu ve bu işten zevk aldıklarını gösterir.

İnsanoğlunun ataları, çevrelerinde gördüklerini taklit ederek, yaptıklarını hareketlerle birbirlerine anlatarak farkında olmadan oyunu yaratmışlardır. Avını avlayan insan, avını nasıl avladığını taklitlerle diğer insanlara anlatmıştır. Bu hareketler, zamanla bilinçli yapılan büyüsel, dinsel törenlere dönüşmüş ve oyun bu aşamada kültürel bir özellik kazanmıştır.

Büyüklerin avlarını nasıl avladıklarını anlatırken onları izleyen çocuklar, büyüklerin yaptıklarını günlük yaşamlarında taklit etmişler ve büyüklerine özenerek benzer hareketleri yapmaya başlamışlardır. Bu tür oyunlar, çocuklar tarafından nesilden nesile geliştirilerek aktarılmış ve bugünkü oyunları oluşturmuştur. Sopalarla ve taşlarla yere konan bir hedefi vurmak, çeliğe vurup uzağa götürmek, saklambaç oyunlarında saklanan oyuncuyu arayan
ebenin, sakladığı yerden ebeden önce kaleye gelmeye çalışan oyuncunun hal ve hareketleri ilkel insanların avcılık sırasında yaptığı hareketlerin benzeri gibidir.
Çocuk oyunları içerisinde taşla ve aşıkla ( koyun ve keçi gibi hayvanların arka ayak diz bölgesinden çıkan kemiklerle) oynanan oyunları genelde en eski oyunlar olarak kabul edilmektedir.

Arkeologlar, yaptıkları kazı ve araştırmalarda bu oyunları anlatan kabartmalar ve mağara resimleri bulmuşlardır. British Museum’da bulunan ve İ.Ö. 800 yıllarında topraktan yapılmış bir heykel, iki kızı aşık oynarken göstermektedir. Eski Mısır’da bulunan Orta Krallık dönemi duvar resimlerinde ise oyun tahtası üzerinde oynanan oyunlar, sıçrama oyunları, yine İ.Ö. 2600 yılında Mısır’da Ak-hor mezarında bulunan duvar resminde bir kız,el vuruşma oyunu oynarken gösterilmektedir. Yunan çömlek resimlerinde tavlaya benzer bir oyuna rastlanmıştır. Ayrıca aşık, sopayla çember sürme, topaç ve top oyunları oynandığına dair resimler bulunmuştur. Girit Uygarlığı’nın kalıntılarında da bebeklere, minyatür ev eşyalarına rastlanmıştır. Komşu uygarlıklardaki bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Anadolu’da yaşayan uygarlıklara ait birçok mezar taşında da çocuk yaşantısıyla ilgili bilgiler bulunmaktadır. Maraş’ta Genç Hitit Dönemi’ne ait aşık kemiği ve kırbaçla oynayan çocuk resimlerine rastlanmaktadır.


Türklerdeki oyunlarla ilgili yazılı bilgileri Dede Korkut Hikâyeleri’nde bulmak
mümkündür. Diğer önemli bir kaynak ise Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı eseridir.Daha sonraki yıllarda çocuk oyunları nesilden nesile aktarılarak ve zenginleşerek günümüze kadar gelmiştir. Doğal olarak çocukların ilk dönemlerinden sonraki oyunları zihinsel gelişimle paralel olarak biçim değiştirmekte, zekânın ürünü olmaktadır. Uygarlık gelişiminin bilim, sanat, mimari gibi pek çok alanda gelişme göstermesi çocuk oyunları ve
oyuncaklarına da yansımıştır.

Kaynak:
www.meb.gov.tr

hacivat1.jpg

KARAGÖZ OYUNLARININ TARİHÇESİ
Gölge oyunu;deriden yapılan tasvirlere arkadan vuran ışığın tasvirlerin gölgesini beyaz bir perde üzerine yansıtması temeline dayanır. Gölge oyunu doğu kültürlerine özgü bir sanattır ve ortaya çıkışı hakkında değişik rivayetler vardır. Bir rivayete göre Çin hükümdarı Wu (M.Ö. 140-87) karısının ölümü üzerine derin bir üzüntüye kapılır. Şav Wong adlı bir çinli hükümdarın üzüntüsünü hafifletmek için sarayın bir odasına gerdiği beyaz bir perdenin arkasından geçirdiği bir kadının perde üzerine düşen gölgesini ölen kadının hayali diye sunar. Bir başka rivayete göre ise Hint’ten çıkmış 4. ve 5. yüzyıllarda Java’ya geçmiş ve buradan da batı dünyasına yayılmıştır.

Gölge oyunu tekniğinin Türk toplumunda ne zaman kullanılmaya başlandığı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bir görüşe göre Çinlilerden Moğollara onlardan da Türklere geçmiştir. Daha sonra da Türk akınlarının istikametine paralel olarak batıya geçmiştir. Bu tekniğin Türk halk kültüründe ne zaman Karagöz olarak ortaya çıktığı hakkında değişik görüşler vardır. Bunlardan en yaygın olanı Sultan Orhan devrinde (1324-1362) Ulucami’nin inşaatı sırasında Bursa’da geçmiştir. Cami inşaatında çalışan demirci ustası Kambur Bâli Çelebi (Karagöz) ile duvarcı ustası Halil Hacı İvaz (Hacıvat) arasında geçen nükteli konuşmaları dinlemek isteyen işçiler işi gücü bırakıp onların etrafında toplanırbu yüzden de inşaat yavaş ilerlermiş. Bu durumu öğrenen padişah her ikisini de idam ettirmiş.(Bir rivayete göre ise Karagöz idam edilmiş Hacıvat ise hacca giderken yolda ölmüştür). Daha sonra çok pişman olan padişahı teselli etmek isteyen Şeyh Küşterî başından beyaz sarığını çıkarıp germiş ve arkasına bir şema(ışık) yakarak ayağından çıkardığı çarıkları ile de Karagöz ve Hacıvat’ın tasvirlerini canlandırıp nükteli konuşmalarını tekrar etmiş. O tarihten sonra da Karagöz oyunları değişik mekanlarda oynanır olmuş. Günümüzde de Karagöz perdesine Şeyh Küşterî meydanı denir ve Şeyh Küşterî Karagözcülüğün pîri kabul edilir.

D.T.C.F Tiyatro kürsüsü eski başkanlarından Prof. Metin And’a göre ise 1517 yılında Mısır’ı fetheden Yavuz Sultan Selim’in Memlük sultanı Tumanbay’ın Nil nehri üzerindeki Roda adasında asılışını hayal perdesinde canlandıran bir hayal sanatçısını oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ın da görmesini arzu ederek İstanbul’a getirmesiyle gölge oyunu Anadolu’ya girmiştir: “Türkler 16. yüzyılın başında perde gerisinden gölge yansıtma tekniğini Mısır’dan almışlardır. Mısır oyunlarında birbirinden kopuk sahneler bulunduğu için ilk başlarda Türk gölge oyunlarında da buna uyulmuştur. Ayrıca Mısır gölge oyunlarında belirli kalıplaşmış kişilere pek rastlanmaz. Nitekim 16. yüzyılda Karagöz ve Hacıvat’ın adını pek duymayız. Böylece Mısır’dan alınmış olan bu yeni oyuna zamanla Türk yaratıcılığı katılmış çok renkli hareketli bir biçim verilmiş kesin biçimini aldıktan sonra da Osmanlı İmparatorluğunun etki alanı çevresinde yayılmıştır. Böylece gölge oyunu Mısır’a yani geldiği yere bu yeni biçimiyle dönüp yerleşmiştir. Nitekim bir çok gezgin 19. yüzyılda Mısır’daki gölge oyununu anlatırken bunun karagöz olduğunu Mısır’a Türkler tarafından sokulduğunu ve çoğunlukla Türkçe oynatıldığını belirtmişlerdir.”(1)

Sayın Prof. Metin And ın bu görüşüne karşılık olarak ise Cevdet Kudret şöyle yanıt vermektedir; "Geleneksel tiyatromuz üzerindeki çalışmalarıyla konuya yeni belgeler ve görüşler kazandıran değerli incelemeci Metin And Geleneksel Türk Tiyatrosu adlı büyük eserinde gölge oyununun Türkiye ye 16. yüzyılda gelmiş olduğunu ve Türkiye de gölge oyununun varlığını kesin olarak gösteren kaynaklara da 16. yüzyılda rastlanmakta olduğunu ileri sürmüştür. Kitabımızın ön yazısında da sözünü ettiğimiz üzere İbni İlyas adlı bir Arap tarihçinin eserinden öğrendiğimize göre (2)1.Selim (Yavuz) Mısır ı aldığı yıl (1517) Cize de seyrettiği bir gölge oyununu çok beğenmiş Memluk Sultanı 2. Tumanbay ı nasıl idam ettirdiğini gösteren bu oyunu oğlu veliahd Süleyman (Kanuni) ın da görüp eğlenmesi için Mısır lı hayalciyi İstanbul a götürmek istediğini bildirmiştir. Metin And bu belgeyi "gölge oyununun Türkiye ye 16. yüzyılda Mısır dan gelmiş olduğu üzerine kesin bir kanıt" olarak görmekte ve "Türkler 16. yüzyılın başında perde gerisinden gölge yansıtma tekniğini Mısır dan almışlardır demekte; 13. yüzyıldaki Mısır gölge oyunlarıyla 16 yüzyıldaki Türk gölge oyunları arasında "ortak noktalar" bulunduğunu belirttikten ve Mısır gölge oyunu tasvirleriyle Türk gölge oyunu tasvirleri arasındaki benzerliklere de işaret ettikten sonra "16. yüzyılda Türkiye de gölge oyunu üzerine belgelerin birden bire artmış olması ve kukla için kullanılan hayal i gölge oyunundan ayırmak için hayal-i zıll veya zıll-i hayal deyimlerinin gene bu yüzyılda kullanılmış olması"nın "bu görüşü destekleyen kanıtlar" olduğunu söylemektedir. Gerçekten de eski Mısır gölge oyunlarıyla Türk gölge oyunları arasındaki benzerlik bu oyunun Türkiye ye Mısır yoluyla geldiğini gösteriyor; fakat bunun 1517 de geldiği yolundaki kanıtlar yeterli görünmemektedir.Bir kere Anadolu ile Mısır arasındaki siyaset ve askerlik ilişkileri 13. yüzyılın ikinci yarısına kadar çıkmaktadır: Mısır da kurulan (1250) Memlûk İmparatorluğu nun Anadolu daki Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları beyliklerinin "metbû"u olduğu hatta başka beylikler üzerinde de hak iddia ettiği; 1. baybars (hük. 1260-1277) ın Anadolu yu İlhanlı egemenliğinden kurtarmak üzere bir kısım Anadolu Türk beylerinin çağrısı üzerine Anadolu ya gittiği İlhanlı ordusunu yedikten sonra Kayseri ye kadar ilerlediği (1277) biliniyor. Anadolu nun Mısır la olan siyaset ilişkileri daha sonraki yüzyıllarda da sürmüştür. Bundan başka Memlûkler devrinde Mısır İslam dünyasının en büyük kültür merkezlerinden biri idi. Bütün İslam memleketlerinden bu arada Anadolu dan da bir çok öğrenciler Mısır a gitmekte idi. (sözgelimi Simavna Kadısı-oğlu Şeyh Bedrettin 1359-1417 Kahire medresesinde okumuş sonra da Sultanın oğluna hocalık etmişti) Siyaset ve askerlik ilişkileri yanında bu kültür ilişkileri Mısır gölge oyununun Anadolu ya daha önceki yüzyıllarda gelme olanağı bulunduğunu gösterir. Nitekim Mısır la Anadolu arasındaki ilişkilerin özellikle 13.-14. yüzyıllardaki yoğunluğu ve Mısır da gölge oyununun 13. yüzyılda varlığını bildiren belgelerin yanı sıra Anadolu da gölge oyununun Sultan Orhan (hük 1324-1362) devrinde meydana geldiği yolunda bir söylentinin bulunması dikkate değer. Kaldı ki halk arasında kuşaktan kuşağa sürüp giden söylenti ve mekabelerde çoklukla bir gerçek payı vardır. Son Memlûk sultanının idamını perdeye yansıtan Mısır lı hayalciyi Yavuz un İstanbul a götürmek istemesini gölge oyununun o tarihte Türkiye ye girdiği anlamında değil padişahın yaptığı işleri canlandıran bir oyunu oğluna ve İstanbul seyircisine gösterme göstermek istemesi yolunda yorumlayabiliriz. Nitekim bugün bir hükümet ya da devlet başkanının yabancı bir tiyatro topluluğunu Türkiye ye çağırması Türkiye de daha önce tiyatro bulunmadığı anlamına gelmez." (3)


Yaptığım bir gösteri sırasında tüm seyirciler Karagöz ile birlikte oynuyorlar

Evliya Çelebi’ye göre ise; Efelioğlu Hacı Eyvad Selçuklular çağında Mekke’den Bursa’ya gidip gelen Yorkça Halil diye tanınmış biridir. Bu yolculuklardan birinde kendisini eşkiyalar öldürmüştür. Karagöz ise Bizans Tekfuru Kostantin’in seyisi olup Edirne dolaylarında Kırk Kilise’den kıptî Sofyozlu Balî Çelebidir. Yılda bir kez Tekfur kendisini Alaeddin Selçuki’ye gönderdiğinde Hacıvat ile buluşup konuşurlardı. Gölge oyunu sanatçıları onların söyleşmelerini gölge oyunu olarak oynatırlardı. Ancak bilindiği gibi Anadolu Selçuklu devleti 1308-1318 yıllarında son bulmuştur Evliya Çelebi ise 1611 yılında doğmuştur. Evliya Çelebi nin kendi doğumundan yaklaşık 300 yıl önceki bir olay hakkındaki görüşlerinin güvenilirliği yoruma açıktır. Karagöz ile Hacıvat’ın gerçekten yaşayıp yaşamadıkları ise hiçbir şekilde ispat edilememiştir.

İslam dünyasında bu oyuna zıll-i hayâl (hayal gölgesi) hayâl-el sitare (perde hayâli) gibi adlar verilmiştir.Bazı islam tasavvufçularının eserlerinde hayâl sahnesi Dünya’ya insanlar ve diğer varlıklar perdedeki geçici hayallere benzetilmişoyundaki hayaller nasıl perde arkasındaki sanatçı tarafından oynatılıyorsa evrendeki varlıkları da görünmeyen bir yaratıcının hareket ettirdiği anlatılmıştır.

16. yüzyılda hayâl oyununun yaygınlığını ve Osmanlı eğlence sanatlarının başlıcalarından olduğunu gösteren pek çok belge vardır. Şeyhülislam Ebussuut Efendi’nin (1490-1574) hayâl oyununu ibret gözüyle seyretmenin cezayı gerektirmeyeceği yolundaki fetvası bunların en önemlisidir.Ebussuut Efendi;

Rayetu hayâl al-zılli ekbera ibrâtın
Limen huva fi ilmil-hakikatı râkı
Şuhusun ve eşbahun temerru ve tankadî
Vatefna serian vel-muhariku bakî.

(Gerçek biliminde yükselmek isteyenler için gölge oyununda büyük ibretler olduğunu gördüm. Kişiler kalıplar gölge gibi gelip geçiyor ve çabucak yok oluyor onları oynatan ise durucu kalıyor) demiştir.

17. yüzyılda belgeler daha da çoğalmaktadır .Evliya Çelebi Naima gibi yerli yazarların eserlerinden ve o çağda İstanbul’da bulunmuş Avrupalıların anı ve gezi kitaplarından öğrenildiğine göre ramazan ayında kahvehanelerde başka zamanlarda da evlenme doğum sünnet düğünü vs. dolayısıyla saray konak ve evlerde yapılan şenliklerde oynatılan bu oyunlar Osmanlı toplumunun belli başlı eğlencelerinden biriydi.

19. yüzyılda da yine sarayın ve halk toplantılarının gözde eğlencelerinden olan olduğunu yerli ve yabancı kaynaklardan öğreniyoruz. Söz konusu yerli kaynaklara göre II. Mahmut devrinde şehzadelerin sünnet düğününde geceleri on bir ayrı yerde Karagöz oynatılmıştır. Abdülaziz ve II. Abdülhamit devirlerinde bazı Karagöz sanatçıları Mızıkayı Hümayun himayesine alınmışlardır. Bu dönemde yetişen karagöz sanatçılarının kimisinin tekkelerden (Şeyh Fehmi efendi Müştak Baba) kimisinin medreseden (Darphaneli Hafız efendi Hafız Mehmet efendi). Kimisinin Enderundan (Enderunlu Hakkı bey Enderunlu Tevfik efendi) kimisinin katiplikten (Katip Salih efendi) kimisinin cerrahlıktan (Cerrah Salih efendi) pek çoğunun da esnaflıktan (Yorgancı Abdullah Efendi Püskülcü Hüsnü Efendi Kantarcı Hakkı Efendi Hamamcı Süleyman Efendi Yemenici Andon Efendi Çilingir Ohannes Efendi) olduğu görülür.

Esnek yapısı itibariyle doğaçlamaya ve güncel olayların işlenmesine son derece açık olan Karagöz perdesi zamanının en önemli toplumsal yergi vasıtasıydı. Halkın beğenmediği hükümet kararlarını eleştirdiği ve kamuoyunu temsil ettiği dönemler vardır. Osmanlı’nın son dönemlerinde Karagöz sanatçıları devlet ileri gelenlerinden bazılarının hırsızlığınırüşvetçiliğini vs. perdede canlandırdıkları için bu taşlamalar çok keskin bulunmuş oyunlar yasaklanmış devlet ileri gelenlerinin perdeye yansıtılmaları ağır cezalara bağlanmış bu yasaklamalardan sonra Karagöz sıradan kaba saba bir güldürü durumuna düşmüştür. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bir süre daha yaşayan Karagöz zaman içinde tiyatronun sinemanın daha sonra da televizyonun hayata girmesiyle tamamen etkisini kaybetmiştir. Ancak Karagöz oyunlarının etkisini kaybetmesindeki sebep sadece teknoloji alanındaki gelişmeler olmamıştır. 17. yüzyılda başlayan batılılaşma çabaları yirminci yüzyılın başlarında etkisini göstermeye başlamış geleneksel Türk tiyatrosunun en önemli özelliği olan doğaçlama geleneği terkedilmiş bunun yerini batı tiyatrolarında olduğu gibi yazılı metinler almıştır. Yazılı metne bağlı kalarak oynatılan Karagöz oyunları yeni oyunlar yazılamadığı için çağa ve insanların kültürel gelişimlerine ayak uyduramamış eskiden oynatılan oyunların aynısının tekrar tekrar perdeye getirilmesi insanların ilgisini çekmez olmuştur. Ancak doğaçlama geleneğine geri dönülmesi durumunda Karagöz eskiden olduğu gibi saygın ve yaygın bir duruma gelebilecektir aksi takdirde önümüzdeki on yıllar içinde Karagöz sanatımız tarih kitaplarının arasında kalıp yok olmaya mahkumdur.Ne yazık ki günümüzde artık bir avuç gönüllü tarafından yaşatılmaya çalışılmaktadır....

 HALK OYUNLARININ DOĞUŞUDiyarbakır halk oyunları

Türkler, birlikte yaşama önemli ölçüde değer veren, törelerine bağlı, yaratıcı insanlar olarak kabul edilir. Tarihte ilk Türk uygarlıklarından Samanların, Hunluların, Oğuzların günümüze uzanan belgelerinden, geleneklerine bağlı olarak yapılan törenlerinin en önemli bölümünü Halk Oyunlarının oluşturduğunu anlamaktayız. Ortan Asya daki Atalarımızın oyunları ile ilgili ilginç belgelere rastlanmaktadır. Çinli bir şair hanım, Han Beyi ne gelin gelmii ve memleketine gönderdiği mektupta Hunluların adetlerinden manzum alarak şu şekilde söz etmiştir. DAVULU HER GECE DURMAZ DÖVERLER TA GÜNEŞLER DOĞANA DEK DÖNERLER! Bu yazı sıra oyunlarının (M.Ö 2000) yıllarında ateş çevresinde davul eşliğinde oynandığınıve güneşin doğuşunu, batışını çevredeki doğal olayları öyküleyen halk oyunlarının sabahlara dek sürdürüldüğünü kanıtlayan bir belgedir.

Anadolu da yaşayan Türk uygarlıklarında ise Asya dan getirdikleri geniş kültür birikimleri ile eski Anadolu uygarlıklarının kültür ürünlerinin özümlenmesini görmekteyiz. Bunun sonucu uygarlıkların beşiği Anadolu da, Atalarımız, yaratıcı gücü, sanat anlayışı, beğeni ve becerilerinin de katkısıyla değer biçilmez halk oyunlarımızı oluşturmuşlardır. Anadolu da yaşayanlar dil, din, tarih, yerleşim alanı ve ekonomik ilişkiler bakımından çeşitli kültürlere bağlıydılar. Türkler Orta Asya dan getirdikleri Hititlerin, Frigya, İyon, Bizans kültür birikimleri üzerinde, Selçuklular ve Osmanlılarla sürdürerek geliştirdiler. Bu yücelme sonucunda ortaya çıkan değer biçilmez halk oyunlarımızı, gelenekler içinde törenlerimizde yaşatarak bütün çeşitleri ile günümüze kadar getirdiler. Halk oyunları toplum üyelerince kabul görerek insan davranışlarını öğrenilen ve kuşaktan kuşağa aktarılan kültür ürünü olarak yerini aldı.

İlkel ve Gelişmiş Topluluklarda Halk Oyunlarının Yeri

İlkel insanlarda hayat, düşüncelerle değil devinimlerle başlamıştır. Bu insanların teori ile pratiği birbirinden ayıramadığı ve zihinsel soyutlamanın hayatlarına yeterince girmediğini görmekteyiz. Zaten bu aşamada henüz teoriden bahsetmekte mümkün değildir. Ve yalnız ilkel tapınma törenleri söz konusudur. İlkel tapınma da henüz pratiktir ama emekten bilinçli olarak ayrılmış bir pratiktir. Bu törenlerde yapılan tapılan en önemli bölümü yansılama ( öykünme) danslarından oluşurdu. Böylece bugünkü öykünme bize atalarımızdan miras kalmış bir özelliktir diyebiliriz.

İlk insanlar bir işi yapabilme yeteneğini geliştirmek için o işi yapmadan önce temsili olarak ortaya koyup taklit ederlerdi. Böylece nesnel bir işlevi yerine getirmek için öykünme (taklit) doğmus oluyordu. Atalarımız bazen doğayı evcilleştirmek, bazen avına bir üstünlük, bazen de totemin doğa üstü güçlerinden yararlanmayı törenlerinde amaçlıyor ve işlerinin bir çoğunluğunu danslarla yerine getiriyorlardı. İlkel toplumlarda dinsel törenler, bireyleri toplumla yaşamaya zorluyor ve koyduğu kurallarla ilişkilerin uyumlu ve dengeli yaşamın da daha az sorunlu olmasına yardımcı olunmasını sağlıyorlardı. Törenlerde oynanan oyun bir görevi üstlenip bu ödevi yerine getirmektir. İnanci, oynanan oyunun bireyleri bağlayıcı nitelikte ve belli amaçlara yönelik olduğu düşüncesini açıklamaktadır. Bu nedenle törenlerde yapılan danslar zamanla belli kural ve kalıplara bağlanarak yaşatılmış ve daha sonraki kuşaklara taşınmşıtır. İlkel insanlarda yaşamlarını sürdürmek için ihtiyaçlardan doğan bu danslar, deneyler sonucu gelişerek sanatın ilk halkalarını oluşturdu. İlkel insanı yaratmakta, gücünü artırmakta ve yaşayışını zenginleştirmede kendine gerçek bir yol buldu.

Ava çıkmadan önce yapılan çılgın dans, topluluğun güven duygusunu gerçekten artırıyordu. Yüze sürülen savaş boyaları, atılan savaş çıglıkları savaşçıyı daha kararlı yapıyordu. Ayrıca düşmanı da ürkütebiliyordu.Ürkütücü doğa karşısındaki güçsüz yaratık (insan) gelişmesinde yaptığı dansların büyük etkisinden destek alıyordu.

Eski Mısır Uygarlığından kalan bazı resimler, BENI HASAN mezarlarında bulunup, dansın temel figürlerini, hareket sıralarını göstermektedir. Tek, çift veya grup halinde yapılan dansların dramatik, lirik ve şekillerini, din kültür, taklit, ifade savaş temeline dayanan çeşitlerini resimlerden izlemek mümkün olmaktadır. Eski Mısırlılarda da bir çok uygarlıkta görüldüğü gibi, dans inanç gereği ibadet amacıyla yapılırdı.Tanrılar içi yapılan ayinlerde, hasat ve bereket için yapılan şenlik ve törenler, dansın değişmez gösterisiydi. Eski Mısırlılar cenaze törenlerinde dramatik danslar yaparlardı. Başka toplumlarda bu tür cenaze törenlerinde dansa ender rastlanır. Özellikle yüze maske takılarak yapılan bu dansa ölüm dansı denilirdi. Mısırlılar da ve diğer toplumlarda olduğu gibi dans yaparken müzik aleti çalar, özel giysiler giyer, tempo tutarak eşlik ederlerdi.

Eski Yunan Uygarlığında, dansın önemli bir eğitim unsuru ve her yaşta yapılan bir uğraş olduğunu görmekteyiz. Büyük oyunların programlara alınması, yarışmalarda derece alanlara ödüller verilmesi, dansın kültür ve sanat değerleri yanında "Spor" çesitleri içinde yer aldığını göstermektedir. Ayrıca eski Yunanlıların vücut eğitiminde dansın önemli bir yeri vardır. Kişide iş verimini sağlayan, eğlence içinde ve müzik esliğinde yapılmasi halk danslarına olan ilgiyi önemli ölçüde arttırmıştır. O dönemin bilim adamlarının, bilge kişilerinin de iyi birer dansçı olduklarinı ve halk danslarına önem verdikleri konusunda önemli belgelere rastlanmaktadır. Eski Yunanlılar dans yaparken özel giysiler giyer, maskeler kullanıp, müzik eşliğinde şarkılarla dans ederlerdi. Böylece hayatlarının özünü ve yaşamlarının çeşitli yönlerini yansıtan hareketlerin anlamını pekiştirip, zenginleştirmişlerdir. Yunanlıların dansları da genellikle insan ilişkilerini ve iç dünyalarını dogmaca (dogal) anlatan hareketlerden oluşur. Yunanlıların "Eleusis" ayinlerinde, bireyi kendinden geçiren, tanrısallığa ulastıran danslar yapılmıştır. Bu danslar bireylerde, boşalım, arınma ve doyum sağlama amacını gerçekleştiriyordu.

İlkel ve Gelişmiş Toplumlarda Dans Kavramı

İlkel toplumlar da raksın anlamı o kadar önemlidir ki, her hareketi başka başka olayların temsili sayılmaktadır. Örneğin; bugün bile, Amerika yerlileri Afrika da çıplak gezen vahşi kabilelerin oyunlarında mana hakimdir. Ava çıkmadan önce toplu olarak yapılan çılgın danslar güven duygusunu arttırır, yüze sürülen savaş boyaları savaşçıları daha kararlı yapar ve düşmanı ürkütüp korkutur diye düşünülmektedir. Bütün bunlar tehlikeli ve ürkütücü doğa karşısında ki güçsüz yaratık insanın gelişmesinde büyüden büyük destek beklediğini açıklamaktadır. İlkel toplumların yaşamlarını sürdürebilmeleri için ihtiyaçtan doğan bu danslar, deneyler sonucu gelişerek sanatın ilk halkalarını oluşturmuştur.

İlkel toplumlar törenlerde oynadıkları tüm oyunları görev olarak üstlenip, bir görevi yerine getirdiklerine inanırlardı. Bu amaçla törenlerde yapıla gelen danslar zamanla belli kural ve kalıplara bağlanarak daha sonraki kuşaklara aktarılırdı. Vahşi ( ilkel ) lerin manidar rakslarına karşın gelişmiş toplumlarda mana kaybolup, hareket hakim olmuştur. Medeni raks şekil ve görünüm olarak çok gelişmiş olsa da , yaşantımızdakı olaylarda görülme sıklığı, manidarlığı ve önemini kaybetmiştir. Özellikle danslardaki mana yerini sanatsal hareketlere bırakmıştır. Çünkü insanların en önemli işi raks değildir.

Günümüzde, Halkbilimin içinde doğan ve onun içinde gelişen halk oyunlarımızın, tüm bilgi edinme kaynaklarından etkilendiği ve bu çabalardaki ortak payda olan bilgilenme sonucunda, kontrollü değişkenlerin değil, toplumun ihtiyacı olan yönelmelere yardımcı olunması sentezlerine ulaşıldığı gözlenmektedir. Bundan anlaşılacağı gibi, "Oyun kültürün doğuşunda başlıca etkendir." O halde kültürün kapsamı için de yer alan sanatın da kökeninin "oyun" olduğunu ve sanatın doğuşunda önemli bir rolünün bulunduğunu söylemek mümkündür.

Türk Halk Kültüründe Halk Oyunlarının Yeri

Ülkemizde halk oyunlarının çalışmalarda, eğitimde, kültürde ve diğer alanlarda değerlendirilmesi ancak bu yüzyılda önem kazanmıştır. "Oyun, kültürün doğuşunda başlıca etkendir." Buna göre kültürün kapsamı içinde yer alan sanatın da kökeninin "oyun" olduğunu ve sanatın doğuşunda önemli bir rolünün bulundugunu söylemek mümkündür. Tarihte ilk Türk uygarlıklarından; Samanların, Hunların, Oğuzların geleneklerine bağlı olarak yaptıkları törenlerin önemli bir bölümünü halk oyunlarını oluşturduğunu, bugüne kadar gelebilen belgelerden anlıyoruz.

Anadolu da yaşayan Türk uygarlıklarında ise, Asya dan getirdikleri geniş kültür birikimleri ile Anadolu uygarlıklarının kültür ürünlerinin özümlenmesini görmekteyiz. Bunun sunucu olarak uygarlıkların beşiği olan Anadolu da Atalarımızın yaratıcı gücü, sanat anlayışı, beğeni ve becerilerinin de katkısıyla değer biçilmez halk oyunlarımız ortaya çıkmıştır. Türklerde danslar; kılıçla, mumlarla, kutsal sayılan araçlarla oynanırdı. Uğur getirmesi için yapılan halk oyunlarına sıkça rastlanmaktaydı. Günümüzde bunların kalıntıları danslarımızın bir çoğunda görülür. Bu dansların kutsal amaçlarının zamanla ortadan kalkarak eğlence için yapıldığını görüyoruz. Anadolu da ölüm dansına (ölen kişi için yapılan) rastlamamaktayız. Birçok yabancı ülkede günümüzde bile görülen ölüm dansı eskiden bazı Türk boylarında da yapılmamaktaydı. Tarihsel süreç içinde oluşan din olgusu, halk oyunlarına kökenlik etmiş, onun ayin biçimi ve ibadet gelenekleri bu ulusal kaynağı şekillendirmiştir. İbadet devinimleriyle oluşan figürler motifler, ilkel din sistematizmi içinde imajlarını oluşturarak ve düşünsel yapıda belirginleşerek anlam kazanmış, yine, ayinsel fonksiyonlar içeren dinsel ilahiler, varlıklar dünyasının ve tabiattaki tabii seslerin taklidi biçimindeki terennümlerden ortaya çıkmıştır. İnisiasyon ayinlerinin ürünü olan bu değerler, toplumların tarihsel gelişimi içinde, bilinç dışı olmak üzere, nesilden nesile aktarılarak yine dinsel ortamında işlenmiş ve geliştirilmiştir.

Zaman içerisinde Türk Toplumu nun çeşitli yabancı dinlere girmesi, onların kültürel ve dinsel etkisinin altında kalması, somut ve anlaşılır anlamlar taşıyan devinimleri ve melodileri, soyut ve anlamı bilinmeyen, dinselliği kaybolmuş danslar şekline dönüştürmüştür. Her biri bir dinsel inanç ve eylemi ifade eden devinimler, anlamlarından ve özel giysilerinden soyutlanması sonucu "Köçek" danslarında olduğu gibi erotik bir anlam kazanmasına neden olmuştur. Türkler Orta Asya dan getirdikleri kültür birikimlerini, Hititlerin, Frigya, İyon, Bizans kültür birikimleri ile pekiştirerek, Selçuklular ve Osmanlılarla sürdürerek yücelttiler. Bu yüceltme sonucunda ortaya çıkan paha biçilmez halk oyunlarımızı gelenekler içinde törenlerimizde yaşatarak bütün çeşitleri ile günümüze kadar getirdiler.

Günümüzde halk oyunları ile ilgili çalışma, araştirma, derleme ve gösteriler çeşitli kuruluşlar tarafindan yürütülmektedir. Dünyada hiçbir ülkede bulunmayan zenginlikteki halk oyunlarımız, kendi halkımıza ne yazik ki basit bir eğlence aracı olarak yansıtılmaktadır. Genelde konu bir kültür ünitesidir. Onun içindir ki, konuya kültür açısından bakmak gerekmektedir. Oysa ülkemizde, halk kültür ürünlerinin en yaygın olanı, halk oyunları başta olmak üzere yalnız tanıtma amaç edinilmiştir. Gerekli bilimsel çalışmalar yapılmadan, yüzeysel ve dayanağı olmayan biçimde konulara el atılmıştır. Sonuç olarak bir kültür hazinesi olan halk oyunlarımızın gelecek kuşaklara daha sağlıklı bir şekilde aktarılması ve hak ettiği seviyeye ulaştırılması en büyük görevimiz olmalıdır.

1900 Yılından Günümüze Halk Oyunları Çalışmaları

Halk dansları çalışmalarında yöntem konu, kadro alan gibi kuramsal bilgiler yanında araştırma, inceleme, derleme ve gösteri gibi uygulamalarla da karşılaşılmaktadır. Bu bakımdan başlangıçtan zamanımıza kadar olan çalışmalarda sık sık değişik konulara öncelik verildiği görülmektedir. Örneğin; başlangıçta sadece halk danslarının öneminden söz edilirken, cumhuriyetin kuruluş yıllarında yazılan yazılarda zeybek gösterileri ele alınmaya başladı. 1929 da halk danslarının filme alındığını öğreniyoruz. 1950 yıllarından sonra ise festivallerle birlikte anılmaya başlanmıştır. Türkiye de halk dansları ile ilgili ilk yazı 1900 yılında Riza Tevfik (Bölükbaşı) tarafından yazılmıştır. "Raks" başlığıi taşıyan bu yazıda halk dansları üzerine bugün bile aktüalitesini kaybetmeyen konulara değinilmiş, önemli bilgilere yer verilmiştir. Bu nedenle de bu yazı Türkiye deki halk dansları ile ilgili çalışmaların başlangıcı olarak kabul edilebilir. " Raks hakkında" adlı bu yazıdan sonra, halk dansları 1917 tarihinde okullarımıza girmiş ve öğretilen ilk dansta zeybek olmuştur. Bu zeybege "Tarcan" zeybeği denmesinin nedeni de Selim Sırrı Tarcan tarafından derlenmiş olmasıdır. Bu oyunun ilk defa İstanbul Ögretmen okulu öğrencileri tarafından İdman Bayramında halka sunulduğunu görmekteyiz. Cumhuriyet yönetiminin kurulması ile halka eğilme ve halkla kaynaşma aşamasınin ilk aşamasına geçilmiştir. 1926 yılında İstanbul Belediyesi tarafından konservatuar Halk müziği derleme gezileri düzenliyor ve bu gezilerde Halk danslarına da yer veriyordu. Ayrıca Selim Sırrı Tarcan Ocaklarında konferanslar verip Zeybek oyunları, gösterileri düzenliyordu. 1927 yılında kurulan Halk Bilgisi Derneği nin Tüzüğünde halk danslarına "raks" adlı bir ana madde koyulduğunu fakat konuya fazla eğilmediklerini söyleyebiliriz.

1929 yılında halk dansları ilk kez filme saptandı. İleriyi iyi gören halkbilimcilerimizde Yusuf Ziya Demircioğlu, Mahmut Ragip Gazimihal, Feruh Arsunar ve Abdülkadir İnan dan kurulu bir ekip sinema operatörü aracılığı ile Trabzon, Rize, Erzincan ve Erzurum halk danslarını İstanbul Konservatuarı adına filme aldılar. Bu olayın önemli olmasının nedeni ise, halk danslarının bundan kırk yıl sonra bilimsel nitelikli olarak ilme alınabilmesidir.

Halk dansları 1932 yılında kurulan Halkevlerinde kendini gösterme fırsatı buldu. Dağınık bir biçimde yapılan çalışmalar düzenli, bilinçli bir şekilde yapılmaya başlanarak tüm yurt düzeyine yayıldı. Tüm illerde halk dansları toplulukları kuruldu. Ankara başta olmak üzere festivaller düzenlenmeye başlandı. 1941 yılında halk dansları üzerinde bilimsel çalışmalar sürerken Vahit Lütfü Salcı araştırmalarını "Gizli Türk Dini Oyunları" adlı eserinde toplayarak yayınladı. 1944 yılında Kasım Ülgen in 3 ciltlik "Doğu Anadolu Oyun Havaları" yayınlandı. Bu kitapta ilk defa oyunların notaları, ayak hareketleri resimlerle çizilerek halk danslarının kalıcı olmasını sağladı. 1951 yılında Halkevleri siyasi gerekçelerle Adalet Partisi tarafından kapatılınca, halk dansı topluluklarının çatısı altında barındıkları yuvasıi dağılmiş oldu. Bu duruma Üniversite ve Yüksek okullarımızdakı gençler, sahipsiz ve ilgisiz kalan halk oyunlarımıza sahip çıktılar. 1955 yılında ilk defa bir kurum olarak Yapı ve Kredi Bankası bu kültür hizmetine sahip çıktı. Türk halk danslarını geliştirmek ve yaşatabilmek amacıyla "Türk Halk Danslarını Yaşatma ve Yayma Tesisi" adlı bir bölüm kurdu ve yuvasız kalan halk oyunlarımızı bu çatı altında barındırdı. Bu çatı altında değerli bilim adamlarımız 14 yıl halk danslarını geliştirmek, yaşatmak ve yaymak için çalıştılar. Yüzlerce araştırma ve rapor hazırlandı. Foto, film ve teyple saptamalar yapıldı. Halk oyunları festivalleri düzenlenerek buralarda 600 e yakın dans gösterildi. Bu çalışmalarda 1600 kadar dans olduğu bunların 400 kadarının yaşamakta olduğu anlaşıldı. Tesiste yapılan tüm çalışmalar ve hazırlanmış olan bant, nota, foto, film ve dia gibi dans ve müzik ürünlerinden yararlanılarak Sadi Yaver Ataman tarafından hazırlanan "100 Türk Halk Oyunu" adlı eser, Yapı Kredi Bankası tarafından 1975 yılında yayınlandı.

Günümüzde ise Halk oyunları ile ilgili çalışma, araştırma, derleme ve gösteriler çeşitli kuruluşlar tarafından yürütülmektedir. Cumhuriyet döneminde Halkevleriyle başlayan ve giderek büyük kentlerde Okul, Dernek, Klüp ve topluluklarca sürdürülen Halk oyunları çalışmalarına; Turizm Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanığı, Köy İşleri Bakanlığı ve Dış İşleri Bakanlığına bağlı çeşitli kuruluşlar katılmıştır. 1966 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde "Milli Folklor Ensitüsü" kurulmuş olup daha sonra Kültür Bakanlığına bağlı "Milli Folklor Araştırma Dairesi" ne ( M.F.A.D) dönüştürülmüştür. Turizm bakanlığı bünyesinde "Devlet Halk Dansları Topluluğu" oluşturulup, Gençlik Ve Spor Bakanlığına bağlı İzcilik ve Boş Zamanları Değerlendirme Genel Müdürlüğünde Halk Oyunları Şubesi kurulmuştur. 1970 yılından sonra Turizm ve Tanıtma Bakanlığı halk dansları ekiplerini yurt dışı uluslar arası gösterilere göndermeye başladı. Halk oyunları ekipleri daha sonra Japonya- Osaka fuarındaki gösterilere, 1972 yılında ise Fransa nın Diyon şehrindeki ulusararası Halk Dansları festivaline gönderildi. Bundan sonra artık Avrupa gezileri dönemi başladı. Şu anda I.T.Ü Türk Musukisi Devlet Konservatuarı, Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı ve Sakarya Üniversitesi Devlet Konservatuarı içerisinde yer alan Halk Oyunlari Bölümleri Bilimsel olarak Halk oyunları çalışmalarını sürdürmeye devam ediyor.

 

İSKAMBİL OYUNLARI


 
 
İskambil kâğıdının ortaya çıkışıyla ilgili yeterli bilgi yoktur. Fal bakmaya yarayan çubuklardan ortaya çıktığı biçiminde bir görüş vardır. Rahipler, üzerinde dört ayrı işaret bulunan çubukları,sunağın üzerine atarlar ve çubukların durumuna göre tanrının buyruğunu yorumlarlardı. Avrupa da yapılan destelerin en eskileri Lombardia da Mantegna tarafından yapılanlardır (1470). Bu desteler 50 kâğıttan oluşurdu. Daha sonra 78 kâğıtlık Venedik Tarotlar ı ortaya çıktı. XV. yy da destelerdeki kâğıt sayısı 97 e çıktı. İspanyolların Hombre destesinde 40 kâğıt vardı. Venedik e öbür ülkelerden çok sayıda iskambil kâğıdının gelmesi üzerine 1441 de oyun kâğıtlarının ithali yasaklandı. XVI. yy da basımlarda tahta yerine bakır kalıplar kullanılmaya başlandı. Daha sonra oyun kâğıtlarının düz olan arkaları süslenmeye başladı.
 
 
Fransa da kâğıt yapımcıları kâğıtların kolay tanınabilmeleri için,siyah ve kırmızı olarak işaretlediler. Oyun kâğıtlarında ön yüzdeki resimler, Hint tanrısı Ardhanari nin elinde tuttuğu dört işarete dayandırılmaktadır. Bu dört işaret belli başlı dört kastı temsil etmekteydi. Bugün iskambil kâğıtlarıyla oynanan uluslararası kuralları belirlenmiş oyunlar yanında, belli bölgelerde oynanan pekçok kâğıt oyunu türü vardır.

Okey

OKEY OYUNU tarihi

Okeyin çıkış noktasının 13 yy. Çinliler tarafından oynanan domino olduğu sanılmaktadır. 14 yy. sonlarına doğru Çinliler ile ilişkileri olan Acemlerin oyunu öğrendikleri ve sıkça oynamaya başlamaları sonucu, değişikliğe uğrayarak bu günkü okeyin başlangıcı olmuştur. Ancak o günkü adı Arapça sıralı taşlar manasındaki "El Turaft" dır.
Domino oyununda üzerinde numaraları belirten noktalar bulunan taşlar oyuncuların ellerinde saklanırdı. Ancak bu durumdan rahatsız olan Acemler taşları üzerine koyacakları bir tahta parçası kullanarak okeyin temelini attılar. Daha sonra domino taşları üzerindeki sayıları belirten noktaları gerçek rakamlarla değiştirdiler. Bir yüz yıl dominonun bu değiştirilmiş şekli tüm İran Arap ve Fars diyarlarında oynanmaya başlandı.
15 yy. sonları ve 16 yy. başlarında Türklerle Arapların ilişkileri sonucu oyun Türkler tarafından öğrenildi ve hatta saraya kadar girdi. 17 yy. ortalarında Osmanlı sarayında eğitim ve sanat konularında uğraşan bir bölüm olarak kabul edilen Enderun tarafından sıkça oynanan El Turaft, Enderun hocası Hacı Marufi tarafından yeniden ele alınarak oynanış şekli ve kuralları değiştirilmiştir. Daha sonra Hacı Marufi nin talebeleri hocalarının bulduğu oyunu daha da geliştirerek bu günkü okeyi oluşturdular.
Osmanlı sarayında oyunun bu değişmiş şeklinin adı El Turaft dan birbirinin taşlarını anlamak manasına gelen "Ol Kıraat-ı" seng olmuştur.
Bu söyleniş günümüze gelene kadar değişmiş özellikle yabancı dil etkileri sonucu Okey adını almıştır.

101 oyunu

Zaman içerisinde okey oyunu basit gelmeye başlamış, kurallar değiştirilerek 34, 51, 101, 102 gibi çeşitleri oluşturulmuştur. Bunlardan en çok bilinenin 101 oyunudur. Bu oyunda okey taşları erkek per veya seri olarak dizilir. Per oluşturan bu serideki taşlar toplanır. Toplam 101 ettiğinde el yere açılır. Diğer oyuncular da bu toplamı bulduklarında ellerini yere açıp diğer oyuncuların açtığı ellere işleme yapabilirler. 101 sayıyı bulamayan oyuncu 5 çift oluşturarak elini çift olarak da açabilir.
Oyunda bir oyuncu çift açmışsa diğer el açan oyuncular ellerindeki çiftleri buraya işleyebilirler. Oyundaki amaç eldeki bütün taşları bitirmektedir. Eldeki taşları bitiren oyuncudan 101 ceza silinir. Elini açmış olan oyunculara ellerinde kalan taşların toplamı kadar ceza yazılır. Çift açan oyuncuların cezaları 2 katıdır. El açmayan oyuncuların taşlarına bakılmaksızın 202 ceza yazılır. Bir oyuncu hiç kimse açmadan tek seferde el açıp biterse buna elden bitme denir ve diğer oyuncular 2 kat ceza yer. Okey ile bitilmesi veya çift açan birinin bitmesi sonucunda da diğer oyuncuların cezaları 2 katına çıkar. El açıldıktan sonra diğer oyuncular yere açılan ele işleyen taşları atamazlar. Atmaları durumunda 101 ceza yerler.
101 oyununda yeri sürekli takip edip iyi bir strateji uygulamak gerekir. Oyunun diğer versiyonları olan 34, 51 oyunları da benzer mantıkla oynanır

Okey tarihi bir Romanya’da neredeyse 70 yıl önce başlayan tane. Parlak geleneksel kartların popüler kart oyunlarının içinde kullandığı yerine geçiyor fikiri renkli küplerle vardı. Kader ve bu çok iyi oyun için tutku vardı ve world civarındaki milyonlarca insan uzun bir onu konuşuyor gezisi on yerleştirdi. O onun sayı olmasını istedi bir oyuna as well as onun memleketinde Birleşik Devletlerdeki oyun Romanya.

O Ephraim ve onun karısı Hanna bu oyunu bulunca 1940’s. Ticaret tarafından Ephraim bir tüccardı ve onun manufacturing diş fırçalarından living kazandı. O cosmetics ayrıca sattı ve plastik aksesuarlar üretti. O zamanda, Romanya’da oynayan kartlara izin verilmedi çünkü doğrusu onlara izin verilen oyunlar play azı oldu hangi aile oyunu zamanları çok zor atadı.

O Ephraim ne zaman onun onun onun ailesiyle oynayabildiği ilk bir oyun için beyinini parmaklıklı rafa başlattığı. Onun canlandırması kiremitleri renkli sayılı kiremitleri tahta yarılmış kurullar along with kapsaydı. O kuralların tüm onlar yaklaşık hear o, ve o o need o olacağına ayrıca bilen kart oyunlarına benzer olmak için need biliyordu. Doğrusu onu oynamak için insanlar almak için play dürüstçe kolay.

Durumlar Ephraim için çok zor finans anlamında olduğu için, o onunkinin rüya görürse merak etti ol hiç ol her gerçek. Plastik pahalıydı ve dahi odun onun bütçesinin dışınaydı. Sonra o Romanya’daki o Perspex uçak kokpiti gölgelikleri bir manufacturing mağazasına diş fırçaları gezdi ve o onun madde olduğunu çabucak anladı o o Onun oyunu için need.

Çok sonraki ilk rummy kiremiti taşınan ve o tamamıyla yasal bir kart oynayarak bir akşam için onun arkadaşlarını davet ederek içte hemen set gün Oyun, kartsız. Çabucak yayılan oyun, ve istek kelime büyümek için başladı. Onun arkadaşları oyunlar için kendilerini for sordu ve istif sahipleri onu satmak için bakıyordu. Ephraim zamanın üzerinde onun oyununu daha iyice arıttı renkli kiremitler ve kurallar, ve ona sonra ad koydu Okey.

1950’s içinde Ephraim İsrail’e onun ailesini dokundu ve bu oyunu world civarındaki milyonlarca insan alarak rüyasını sürdürdü. Ephraim birçok saat harcadı assembling her bir oyun hand küçük plastik parçalar, her bir kiremiti boyuyor hand ve assembling tahta oyun kutuları. O dağıtım onun alanındaki küçük perakendecilere başlattı.

Sadece birkaçlar düzine oyunlar satan gelecek yıl, ama Ephraim onun rüyasını sürdürdü. O mağaza sahipleri ve onların karılarını davet etti aşağıya o perakendeciler, komşular, ve birisi iyi oynamak hoş her cumartesi ilerleme bir yolu sevmeyecek Akşam. O onun evindeki bir gelenek oldu ve ne zaman akşam üzerdeydi, o başlamak için insanlar onların kendi oyunları net olarak alan gördü onların Gelenekler sahiplen. Oyun için ısrar et make onun küçük atölyesini genişletmek için Ephraim kadar büyüdü olmak oyunlar sell daha fazlası için yer. Sonunda onun küçücük atölyesi o bugün olur; world oyun üretimi yeteneklerinin yükseltilen birlerce birçoğu.

1977 yılında Ephraim’s OKEY satarak en iyi olunca anlandığı hayal etir oyun yıl. Oyun birlerce tepe, 5 world oyunları satan tane, ve oyun dahi büküverildiyse bile yılların üzer, o Hala tüm ilk oyun özlemleri var. Aşağıya 30 milyon Okey oyunları satılmış tane 48 ülkede tarihlenen tane, 4 kıtanın karşı ve diller 24 tane içinde bastı. şimdi var rüya gerçek olur.

Bilardo Tarihi bilardo


Günümüz bilardosunun ilk örnekleri 16.yüzyılda saraylarda görülmüştür. Önceleri tahta zemin ve tahtadan yapılmış bantlarla oynanan bilardo gerek malzeme gerekse kuralar açısından değişimlere uğrayarak bugünkü konumuna gelmiştir.

BilardoÜç boyutlu bilardo toplarıBilardo topları fil dişli malzemeden imal edilmiş ancak 19.yüzyıl sonlarında sentetik toplar kullanılmaya başlamıştır. Lastik bant ve kösele ucun icadı ıstakaların günümüzdeki şekli alması sürekli değişen kurallar sonucu 20.yüzyıl başlarında bir yarışma sporu olarak ortaya çıkmıştır.

İlk önce delikli masalarla daha sonra üç topla Fransa’da oynanmaya başlamıştır. Delikli bilardo (poll) Avrupa kökenli olmasına karşı Amerika’da daha yaygındır. Bu sebeple de Amerikan bilardosu olarak tanınmaktadır. Snooker ise İngilizler tarafından oynandığı için İngiliz bilardosu olarak tanınmaktadır.



Bilardo Sporu ve Türleri
Bilardo bir spor çeşididir. Son yıllarda spor dalları içinde önemli bir yer kaplamaya başlamıştır. Şu anda Avrupa nın en çok ilgilenilen 5 sporu arasındadır.Bilardo oynamak için gereken aletler; bilardo masası, isteka (bilardo sopası), bilardo topları, tebeşir (istekanın topa daha ölçülü vurmasını ve gereksiz yere kaymamasını sağlar, özellikle falsolu vuruşlarda çok işe yarar), köprü(isteğe göre) (zor uzanılan toplara yetişmeyi sağlar) gerekir.

Bilardoda açı hesaplamak ve hızı ayarlamak iki temel kuraldır. Bilardo kapalı bir alanda oynanır. Bilardo en başta cepli (delikli) bilardo ve cepsiz (deliksiz) bilardo olarak iki temel gruba ayrılır. Cepli bilardoya örnek olarak bilinen 8-Top (Amerikan) bilardosu ve Snooker vardır. Cepsiz bilardoysa 3-Top (3-Bant) bilardo olarak bilinir. Tabi bunların bugüne kadar ulaşamayan çeşitleri de vardır.



Amerikan Bilardosu(pool)
8 top: Amerikan bilardosu bilardonun bugüne kadar gelebilen ilk cepli bilardo çeşitidir. Amerikan bilardosu adından da anlaşılacağı gibi Amerikanların keşfettiği bilardo çeşitidir. Amerikan bilardosunda düz olarak adlandırılan 1-7 arasında numaralanmış yedi tane top, çizgili (pijamalı) olarak adlandırılan 9-15 arasında numaralanmış top, 8 numaralı siyah bir top bir de vuruş yapılan beyaz top vardır. Yani tam olarak 16 tane top vardır. Oyun 2 kişi ya da 2 takım olarak oynanabilir. Oyunun amacı iki gruptan birini tamamlayıp siyah topu sokmaktır. Oyuncu hangi topu hangi deliğe sokacağını vuruş öncesi deklare etmek zorundadır. yanlış top girerse ya da top yanlış deliğe girerse top delikten çıkmaz ama sıra rakibe geçer.Fauller beyaz topu sokmak, herhangi bir topun masadan dışarı çıkması, yanlış gruptaki topun deliğe sokulması, beyaz topun ilk önce diğer gruptan topa ya da siyah topa değmesi ya da hiçbir topa değmeden gitmesi, oyuncunun isteği haricinde herhangi bi organıyla veya bir aletle herhangi bir topa dokunması, istekanın beyaz topa iki kere değmesi ya da beyaz top haricinde bir topa değmesi ve hiçbir topun bant ya da cep görmemesi halinde uygulanır. Beyaz topun deliğe girdigi ya da masadan çıktığı durumlarda rakip oyuncu beyaz topu istediği yere koyarak oyuna devam eder. Bir de oyunun kaybedilmesini sağlayan fauller vardır, bunlar siyah topun daha siyah topa sıra gelmeden sokulması,siyah topun masadan dışarı çıkması ve siyah topun deklare edilenden başka bir cebe sokulmasıdır. Amerikan bilardosu en çok tercih edilen cepli bilardo çeşididir. Amerikan bilardo masasının boyu 1.8 metreye yakın eni de bir metre civarlarındadır.

Ayrıca 9-top, 14+1 ve Bank pool gibi çeşitleri vardır.

9 Top
Yine standart Amerikan Bilardo masasında oynanan bir oyundur. Kuralları hemen hemen aynıdır. Ancak bu oyunda sadece 1-9 arasındaki toplar kullanılır. Toplar, 1 numaralı top en önde ve 9 numaralı top tam ortada kalmak üzere diamond şeklinde 1 numaralı top açılış noktasında olacak şekilde birbirine yapışık olarak dizilir. Oyunun amacı, açılıştan sonra 1 numaralı toptan başlayarak sırayla gitmek ve en son 9 numaralı topu sokarak oyunu bitirmektir. Burdaki önemli nokta sıradaki topu gördükten sonra başka bir topu sokma hakkı olmasıdır. Örneğin sıra 2 numaralı toptayken, oyuncu beyaz topla önce 2 numaralı topu görüp daha sonra 9 numaralı topu sokarak oyunu kazanabilir. Bu durum bütün toplar için geçerlidir. 9-top oyununda deklarasyon yapılmaz.

14+1
Yine standart Amerikan Bilardo masasında oynanan bir oyundur. Bütün toplar 8-top düzeninde yerleştirilerek oyuna başlanır. Bu oyunda her iki oyuncu da sıra kendisindeyken istediği her topu sokabilir. Deliğe nizami olarak giren her top 1 sayıdır. Önceden belirlenen sayıya ulaşan oyuncu maçı kazanır. Bu oyunda da deklare yapmak zorunludur. Deklare edilen top yanlış deliğe girerse ya da başka bir top deliklerden birine girerse söz konusu top çıkarılıp açılış noktasına konur. Oyun sonu ise diğer türlerden tamamen farklıdır. Masadaki 15 topun sonuncusuna atış yapılmaz, masada kaldığı yerde bırakılarak önceden sokulmuş 14 top üçgen içinde en öndeki top olmadan dizilir. Topların diziliş sırası yoktur. Dizilişten sonra son toptan bir önceki topu yani 14. topu sokan oyuncu oyuna devam eder. İdeal devam biçimi masada önceki seriden kalan tek topu sokarak beyaz topla diğer 14 topu dağıtmak ya da "kırmaktır". Bu yapılamıyorsa güvenli vuruş yapmak gereklidir. Eğer 15. top üçgenin konacağı alanda kalmışsa üçgen içine konur ve 15 top birlikte dizilmiş olur. Aynı şey beyaz top için geçerli olursa açılış çizgisinden başlanır. Bu oyunda fauller -1 puan olarak hesaplanır. Faulden sonra beyaz topun kaldığı yerden devam edilir. Beyaz topun deliklere girmesi halinde açılış çizgisinde bir noktadan başlanabilir ancak açılış noktasının gerisindeki toplara atış yapılamaz. Üst üste 3 kez faul yapan oyuncudan 15 puan düşülür. Ayrıca bant kuralı da vardır. Bu kurala göre beyaz top ya da diğer toplardan en az biri vuruştan sonra en az 1 banda temas etmelidir.

Snooker

Cepli bilardoya diğer bir örnek Snookerdır. İki kişi ya da iki takımla oynanır. Snookerı İngilizler savaşa giderken can sıkıntısından keşfetmişlerdir. Diğer bilardo çeşitlerinden canları sıkıldığı için keşfetme gereği duymuşlardır. İngilizler ilk keşfettiğinde renkli toplar yoktu. Renkli toplar sonradan keşfedildi bunlar sarı top (2 puan), yeşil top (3 puan), kahverengi top(4 puan), mavi top(5 puan), pembe top (6 puan) ve son olarak da siyah top(7 puan) olarak sıralanır. Bunların yanında 15 tane kırmızı top (1 puan) olarak sayılır ama kırmızı toplar en baştan beri vardır. Bir de yine bir tane beyaz top vardır. Yani toplam olarak 22 top vardır. Kuralları bir kırmızı top sokmak sonrada bir renkli top sokmak ardından yine bir kırmızı top sokmak gibi bir döngüye sahiptir. Faul olsa da olmasa da deliğe giren kırmızı top asla ve asla çıkartılmaz ama renkli toplar çıkartılır. Kalan renkli toplar kıdem sırasına göre küçükten büyüğe doğru(sarı-yeşil-kahverengi-mavi-pembe-siyah) sokulur. Fauller sıra kırmızı toptayken beyaz topun deliğe girmesi (4 puan), sıra kırmızı toptayken renkli bir topun sokulması (sarı, yeşil, kahverengi için 4 puan mavi için 5 puan, pembe için 6puan, siyah için 7 puan) karşı tarafa geçirilir, sıra renkli bir toptayken vurulan ilk renkli top yerine herhangi başka bir topun sokulması (kırmızı, sarı, yeşil, kahverengi için 4puan,mavi için 5puan, pembe için 6 puan, siyah için 7 puan) sokulan ya da ilk vurulan topun sayısı toplanmaz hangisinin puanı daha fazlaysa ona göre rakibe puan geçer, herhangi bir topun masayı yapılan vuruş sonrası terk etmesi ya da herhangi bir topa isteka harici herhangi bir şeyle değilmesi ya da beyaz topa iki kere vurulması halinde 7 puan karşı tarafa geçirilir. oyunun adını aldığı "snooker" terimi aynı zamanda oyunun ayırıcı ve can alıcı bir özelliğini adlandırmak için de kullanılır. pot şansı olmayan ya da riske girmek istemeyen oyuncu beyaz topu masada rakibinin top görmesini engelleyecek bir noktaya bırakırsa - faul yapmadan - buna "snooker" bırakmak denir. "çin snookerı" ise beyaz topu bir topa yapıştırmak suretiyle rakibi kontrolsüz, zor bir vuruş yapmaya zorlamaktır. üst seviye oyuncular için pot yüzdesi ne kadar önemliyse snooker bırakabilmek ve snooker çözebilmek de o kadar önemlidir. Oyunculardan biri herhangi bir durumda faul yaptıktan sonra, sıra rakibine geçtiğinde eğer bu oyuncu masadaki kırmızılardan herhangi birinin her iki maksimum incesini düz bir vuruş çizgisinden göremiyorsa "free ball" veya "açık top" kuralı uygulanır. Bu kurala göre masa üstündeki tüm toplar (yani renkliler) kırmızı top olarak sayılır ve oyuncu istediği topa vurabilir. Renklilerden birini kırmızı yerine pot yaparsa kırmızı topların değeri olan 1 sayı kazanır ve renkli top yerine konur. Oyunun devamı normal şekilde oynanır.

Hesaplandığında bu oyunda en fazla 147 sayı yapılabilir (fauller sayılmazsa).En çok 147 Stephen Hendry tarafından(7 kez)yapılmıştır.Ronnie O Sullivan ise 5 kez maksimum seriye ulaşmıştır.Bu 5 seri en hızlı 5 maksimum seridir.Bu hızlı oyun tarzından dolayı kendisine roket Ronnie denir. Snookerın devleri(lokomotifleri) olarak bilinen oyuncular Ronnie O Sullivan, Stephen Hendry,Paul Hunter kanser olmasına rağmen kemoterapi gördüğü hafta maça çıkmıştır,2006 yılında kanserden öldü)(Peter Ebdon),(John Higgins),(Ken Doherty),(Steve Davis(80 lerin en büyük oyuncusu))

Türkiye de kuralları pek bilinmediği için Türkiye de çok tercih edilen bir bilardo çeşidi değildir. Yabancı turistleri (özellikle de İngiliz turistleri) ağırlayan oteller snookerı tercih eder. Snooker masasının boyu 3.60, eni 1.80 dir. Dünya nın en fazla tercih edilen bilardo oyunu olmaya doğru ilerlemektedir. Yavaş yavaş Britanya dışında da oynanmaya başlanmıştır

3-Top (Karambol) ve 3 Bant Bilardosu

Cepsiz bilardoya en iyi örnekse 3-Top (Karambol) ve 3-Banttır. Prensip olarak bu iki oyun arasında çok az fark vardır.Bu iki oyunda aynı masada ve aynı toplarla oynanır. 3-Topta ve 3-Bantta bir bitiş sayısı seçilir örnek olarak(20) ve bu sayıya ilk ulaşan kazanır. Bu iki oyunda da bir beyaz top, bir sarı top ve bir de kırmızı top vardır. İki kişi ya da iki takım olarak oynanır. Kural olarak rakiplerden biri beyaz topa diğeri ise sarı topa vurur bu iki oyunda da kırmızı topa vurulmaz. 3-Topta sayı yapmak için vuruş yapılan topun diğer iki topa değmesi lazımdır. 3-Bantta ise sayı yapmak için vuruş topunu 3 kez banda (bir banda üç kez ya da 3 ayrı banda gibi) temas etmesi ve diğer iki topa vurmasıdır. 3-bant oyununun esası vuruşu yaparken ıstakanın çıkış noktasını dikkate alarak, topların masa içinde hangi hızda ve hangi açılarda yol alacağını hesap etmeye dayanır. Masa üstündeki nokta ya da diamond şeklindeki işaretler bu hesaplamaları yapmaya yardımcı olur. bu hesapların yapılabilmesi için farklı sayı sistemleri kullanılmaktadır. Sayı yapan kişi tekrar vurur. Faullerde karşı tarafa sayı geçmez. Herhangi bir topun masayı terk etmesi halinde faul olur. 3-Top 3-Banta göre daha kolay sayı yapılan bir oyundur. Oyunda belirli bir seviyenin üzerine çıktıktan sonra sayıyla birlikte atış bırakmanın ve tuş engellemenin öğrenilmesi gerekir. Atış bırakmak için geometri hesabının yanı sıra oyun temposunun iyi ayarlanması gerekir.Ayrıca zor pozisyonlarda sayı almak yerine rakibe karot atmak tabir edilen vuruşlarla pozisyon vermemek düşünülebilir. Öbür türlü sayı alınamazsa rakibe sote ya da sota tabir edilen kolay vuruş bırakılması kuvvetle muhtemeldir.

Türkiye nin en başarılı bilardocularından Avrupa Şampiyonu Semih Saygıner Türkiye de bilardonun özelliklede 3-Bant ve karambol bilardonun öncüsü olarak görülür.Kendisinin Dünya Şampiyomlukları ve pek çok Türkiye şampiyonluğu vardır.Dünya genelindeki diğer büyük 3 bant oyuncularını Raymond Ceulemans, Torbjörn Blomdahl,Sanchez olarak sayılabilir.

 Tavla Oyunu Yüklemek ve Oynamak İçin Burayı Tıkla!
TAVLA OYUNU TARİHİ

Tavlanın tarihi binlerce yıl öncesine kadar uzanır. Milattan önce 3000 ila 1700 yıllarında tavla oyununun bir versiyonunun insanlar tarafından kullanıldığına dair kalıntılar bulunmuştur. Bir tahtanın ve pulların oluşturduğu oyun sisteminin parçaları bulunduğu düşünüldüğünde, tarihçiler, o kalıntıların tavla oyununun ilk versiyonu olduğuna inanmaktadırlar. Bu kalıntılar muhtemelen MÖ 3000 yıllarında Eski Mısır’da yapılmış oyun araçlarıdır ve bunlara tavla yerine ‘Senat’ ya da ‘Otuz kareli oyun’ denirdi. Zarların görevi ve oyunun kuralları bilinmemektedir. Sonradan, MÖ 2600 – 1700 arasında oyun, Pers İmparatorluğu zamanında, Mezopotamya’da Sümerler zamanında yaygınlaştı.

https://www.kulturevi.org.tr/kizilirmak/index.php?=com_frontpage&Itemid=1&limit=9&limitstart=9Tavla, MÖ 1. yüzyılda başlayan, Roma İmparatorluğu zamanında da mevcudiyetini korudu, insanlar on iki çizgi anlamına gelen ‘Ludus doudecim scriptorum’ adlı bir oyun oynarlardı. Bu oyun, (yukarda bahsedilen) ‘Senat’ adlı oyunun bir çeşidi olduğu sanılıyor ve daha sonraları, günümüzün tavla kuralları na benzeyen ‘Tabula’ (masa oyunu) adlı oyun Senat yerine oynanmaya başlıyor. ‘Tabula’ oyunun gelişimi açısından tavlanın tarihinde önemli bir değeri vardır ve bunun sebebi de parayla oynanan ilk oyun olmasıdır. Bu oyun ile kumara alışılmıştır. Buna ilaveten, tavla tarihinin kitabı ilk kez yazılmıştır. Ancak ne yazık ki, bu yazılan kitap varlığını sürdürememiştir.

https://mumsema.net/oyun-0-9/1697-3-boyutlu-tavla.O zamanlar kumar yasakları uygulanıyordu, ama MÖ. 6. yüzyılda ‘Alea’ (zarla oynanan kumar) adlı yeni bir oyun ortaya çıktı ve yaygınlaşmaya başladı. Fazla sürmeden, İran’da ‘Nard’ adlı benzer bir ortaya çıktı ve popüler oldu.

MÖ. 11. yüzyılda, tavla İngiltere’de yayıldı ve aynı zamanda dünyadaki daha pek çok ülkede yaygınlaşmaya başladı; bunlardan bazıları: Almanya, Çek Cumhuriyeti, Fransa, İtalya, Çin, Türkiye, Yunanistan ve İspanya’dır. Tavla isimleri yayıldıkları ülkelerin kültürlerine göre farklı oldu. Oyunun adı olarak,Tavla terimi 1645 yılında bir İngiliz tarafından üretildi. Tavla terimi tahminen Sakson dilinden türetilmiştir ve araştrımacılar ‘geri oyun’ anlamında olduğunu ileri sürmektedirler.

Tavla resimleri

Tavlanın Asya ve Avrupa’da yayılması uzun sürmedi ve bugün coğrafi anlamda şimdiye kadar yaygın olarak oynanan oyunlar arasında tavlanın en ünlü oyun olduğunu sanıyoruz. Tarih boyunca tavla türü oyunların pek çok çeşidi vardır ve hala benzer bir çok oyun türetilmektedir, ayrıca bu oyun türü için bir çok sayıda kitap yazılabilir. Bununla birlikte, bu yazının amacı, bugün yaygın olarak oynanan bu oyun üzerinde etki yaratan önemli olayları tanıtmaktır, ve tavlanın müthiş tarihi ile ilgili size bir fikir vermektir. Buna ilaveten, ‘Tavla’ teriminin ilk ifade edilmesinden bu yana, ve internet oyunu olana kadar, pek çok değişiklikler ve etklilenmeler olmuştur.

 

Satranç Tarihi

Satranç Satranç 2 bin yıldır var olmasına rağmen eğitimde değerli bir araç olarak kullanılabilmesi yeni yeni kavranılmaktadır. 1997 yılında yapılan araştırmalar matematik, fen ve okuma alanlarında görülen başarıların arkasındaki gizli başarının satranc sporuna ait olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte kavrama yeteneğindeki ciddi gelişmenin yanısıra bilgiye ve mantığa dayalı çıkarımlarda, varsayım, stratejik düşünebilme, mantık, geleceği kurgulama ve karar verme gibi alanların gelişiminde satranç çok önemli rol oynamaktadır. Zihin ile ilgili konular dışında, satranç sporunun : kişisel değerleri güçlendirme, başkalarına saygılı olma, sabır ve farklı bakış açılarını kabullenebilme gibi sosyal davranışların üzerinde de etkisi çok önemlidir.

https://forum.arkitera.com/mimari-gorsellestirme/1605-satranc.Yine yapılan araştırmalar göstermiştir ki satranç sporu için gerekli olan beceriler dil öğrenmek için gerekli olan becerilerle benzerlik göstermektedir. Özetle, teknik bilgi ( taşların ve hareketlerinin öğrenilmesi, açılışlar ve diğer yöntemler) ve bu bilginin uygulanmasından ibarettir. Edinilen bilgi eğitim ve deneysel geri bildirimle desteklenerek geliştirilir. Öğrencilerin otomatik olarak daha karmaşık düşünme becerilerini kazanması sağlanır. Bilimadamları, matematikçiler ve satranç sporcuları arasında yapılan karşılaştırmalarda düşünme tarzlarının yeni fikirlerden çok kaliteli yaratıcılık şeklinde olduğu gözlenmiştir.

Satranç, eski’nin yeni çağdaş kültüre en değerli hediyesidir. Bu değer zaman içinde karşılaştığımız her sınıf insan ile, konuşulan her dilde, tüm uluslarda, hem erkek hemde kadınlar tarafından test edilmiş yegane olgudur. Öylesine nadir bir değerdir ki ; öğrenme, öğretme, paylaşma, yaratma, rekabet etme, eğlenme, başkalarına ve kendimize zarar vermeden faaliyette bulunduğumuz tek aktivitedir. Satranç bütün bu akviteleri içine alır ve bunun karşılığında yalnızca istediği : Meraktır.

Tam boyutlu görseli gösterAltıncı yüzyılda Hindistan da doğan satranç, tüccarlarla İran a geçti. Yedinci yüzyılda Araplar İran ı alınca satranç Arap topraklarında yayılmaya başladı. Arap akıncıları ile birlikte Kuzey Afrika dan İspanya ya geçen satranç ortaçağda şövalyelerin gözde oyunu oldu. Arap ve Avrupa el yazmalarından sonra İspanyol Lucena nın ilk basılı satranç kitabında (1497) satranca eklenen yeni kurallar açıklandı: Vezirin ve filin hareket alanlarının genişletilmesi, rok, geçerken alma, erin vezir olması. Böylece günümüze kadar değişmeden gelen kuralları ile dinamik, ustalık ve incelik dolu, bilgiye dayanan modern satranç dönemi başladı ve satranç, İspanya dan sonra, İtalya, Fransa, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya da hızla yaygınlaşmaya başladı.

On dokuzuncu yüzyıl sonlarında satrancın ilk büyük yıldızları belirdi: Anderssen, Morphy, Rubinstein ve Steinitz. Güçlü oyuncuların katıldığı turnuvalar yapıldı: 1851 Londra, 1857 New York, 1883 Londra, 1889 Hastings ve Saint Petersburg.

İlk dünya satranç birincisi sayılan Steinitz den sonra, Yirminci yüzyılın başlarında Lasker, Capabalanca, Alekhine ve Euwe, İkinci Dünya Savaşından sonraki yıllarda, Botvinnik, Smyslov, Tal, Petrosian, Spassky, Fischer, Karpov, Kasparov, Khalifman ve Anand dünya satranç birincisi unvanının sahibi oldular.

Böylece, olimpiyatlar, turnuvalar, uluslararası karşılaşmalar, dünya birinciliği maçları, turnuva kuralları, oyunların yazılması, oyunların ve bilgilerin binlerce kitapta toplanması, satranç saati, oyuncuların sınıflandırılması ve herkese açık satranç kulüpleri ile bir spor dalı olan satrancın bu özelliği en belirgin şekilde ortaya çıkmış oldu.

alıntıdır.

Saygılarımla.

CC sohbet icin buraya
  Mesaj Ekle, arkadaş oyun sohbet icin cagir