ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul


8 Mayıs 2024, Çarşamba 19:27   

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

En İyiler  Son Eklenenler       
sohbet forum basliklari  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler > Önemli Bilgiler
forum sohbet oyun basliklari
   FELSEFE TARİHİ VE ÜNLÜ FİLOZOFLAR
 Mesaj Ekle, sohbet ve oyun icin cagir
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

Muckun

Muckun resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  15.Tem.2009 Çar 03:22:02      FELSEFE TARİHİ VE ÜNLÜ FİLOZOFLARsohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

 Felsefe Nedir?

Yunanca "seviyorum, peşinden koşuyorum, arıyorum" anlamına gelen phileo ve "bilgi, bilgelik" anlamına gelen sophia sözcüklerinden türeyen terimin işaret ettiği entelektüel faaliyet ve disiplin.

Buna göre, felsefe Yunanlılar için, "bilgelik sevgisi" ya da "hikmet arayışı" anlamına gelmiştir. Başlangıçtaki bu özgün anlama göre, her türden bilimsel araştırmacıya filozof adı verilmiştir.

Başlangıçtaki söz konusu anlamına rağmen, felsefenin bir tanımını vermek oldukça zordur. Bunun en önemli nedeni, hemen bütün felsefe tanımlarının tartışmalı olmasıdır. Bu ise büyük ölçüde felsefe denen faaliyet ya da disiplini anlamının, veya felsefe anlayışlarının tarihin akışı içinde çağdan çağa, hatta filozoftan filozofa kökten bir biçimde değişmesidir. Örneğin, Platon ve Platoncular için felsefe, empirik gerçekliği değil de, idealar alemini, soyut kendilikler dünyasını betimleyen ve bütün doğruları nihai ilkelerden çıkarsamak suretiyle temellendiren a priori bir disiplindir. Oysa Aristoteles te felsefe, gerçekliğin daha genel yönlerini betimlediği için, bilimlerin bir devamı olmak durumundadır. Felsefe bilimlerin ya kraliçesi, ya da onların önündeki engelleri ortadan kaldırdığı için, ağır işçisidir.

Ortaçağda dini inançları temellendirmek için, teolojinin hizmetkarı olma görevini üstlenen, başta ilahi gerçeklik ve onun dünya ile olan ilişkisi olmak üzere, yine gerçekliği betimleyen felsefe, empiristlerin, ama özellikle de J. S. Mill ve W. O. Quine gibi radikal empiristlerin gözünde de, diğer bütün disiplinler gibi, gerçekliği betimleyen bir etkinlik olmak durumundadır.

Felsefenin anlamı ve göreviyle ilgili bu mutabakatı bozan filozof, ünlü Kopernik devrimiyle Kant olmuştur. Zira ona göre, felsefenin nesnelerden ziyade, nesneleri bilme tarzımızla meşgul olması gerekir. Başka bir deyişle, Kant, bilimin gerçekliği betimlediği yerde, felsefenin şu ya da bu türden nesnelerle, Platon un varoluşunu öne sürdüğü cinsten kendiliklerle uğraşmadığını savunmuştur. Felsefe, bunun yerine dış dünyadaki nesneleri deneyimleyebilmemizin veya bilebilmemizin zorunlu önkoşullarını araştırır.Bir de bunları bir şekilde tamamlayan, bilimin kendine özgü bir teknolojik, kültürel mana kazandığı 19. yüzyılın felsefe konsepsiyonlarından, bilime, bilimlere dayanan bilimsel felsefeyle dünyayı ve insanın dünyadaki yerine ilişkin genel bir görüş, bir dünya görüşü olarak felsefe anlayışından söz edildiğinde, herhalde felsefenin özü itibariyle rasyonel bir eleştirel düşünce, dünyanın genel doğasıyla (metafizik ya da varlık teorisi), dünya ile ilgili inançların mahiyeti ve haklılandırılması (epistemoloji) ve dünyamızdaki eylem tarzımız üzerine sorgulayıcı ve de refleksif bir düşünce etkinliği olduğu söylenebilir.

Buna göre, felsefenin konusu nihai ve en yüksek şeyler , genel olarak varlık, bir bütün olarak evrenin kendisini ya da insanın eylemlerini, yaşamını ve yazgısını en temelli bir biçimde etkileyen şeylerdir. Varlığı bir yönüyle ya da belli bir bakımdan ele alan bilimlerden farklı olarak, felsefe, varlığı bir bütün olarak ele aldığı, varlığı varlık olmak bakımından incelediği, olanı betimleyen bilimlerden farklı olarak olması gerekene yöneldiği için, konularına uygun düşen yöntem ya da yöntemleri kullanır.

Buna göre, felsefenin konuları arasında yer alan şeyler, duyuların ya da duyusal kavrayışın çok ötesinde kaldığı için, felsefe duyuları kullanmaktan özenle kaçınır. Felsefe saf düşünceye, refleksiyona dayanır ve a priori bir araştırmadır. Buna göre, felsefe bir kavram analizinden oluşur ya da kavramsal analiz temeli üzerinde yükselir. Öte yandan, felsefe ulaştığı sonuçları kanıtlamak için, belirli ve kesin birtakım işlem ya da yöntemler kullanmaz.

Felsefe bilimle kıyaslandığında, bilimin dünyada yer alan şeyleri betimlerken, felsefenin onları sınıfladığını söylemek gerekir. Bilim bilgi verirken, felsefe bilginin ne olduğunu, neyi ve nasıl bilebileceğimizi araştırır. Öyleyse, felsefe varolan şeylerle ilgili olarak akla dayalı bir açıklama sağlar; bilimlerin ayrı ayrı ele aldığı olgu sınıflarının tümünü birden açıklayacak en genel ilkelere ulaşmaya çalışır. Bu anlamda felsefe, varlığın ilk ilkelerinin bilimidir. Özel bilimlerden kazanılan tüm bilgilerin eleştirisini ve sistematizasyonunu gerçekleştiren en genel bilim, bilimlerin bilimidir. Ve nihayet, felsefe insanın yaşamını, değerlerini ve amaçlarını sorgulayan, bu alanda insan yaşamının ve eylemlerinin kendilerine dayanacağı genel ilkelerin bilgisidir.

Felsefe bir faaliyet, bir düşünce faaliyetidir. İnsanın soru sorabilme yeteneğine dayanır ve bu bağlamda, o belirli türden sorular hakkında belirli bir türden düşünme faaliyetidir. Felsefeyi tüm diğer disiplinlerden ayıran en önemli özelliği, felsefenin bu türden sorular üzerinde düşünürken, mantıksal argüman ya da akıl yürütmeye dayanmasıdır. Buna göre, filozoflar, bu mantıksal akıl yürütmeleri ya kendileri yaratırlar ya da başkalarının akıl yürütmelerini eleştirirler. Filozoflar, aynı zamanda bu akıl yürütmelerin temelinde bulunan kavramları analiz eder ve açıklığa kavuştururlar.

Filozoflar, insan yaşamını ilgilendiren her şey hakkında akıl yürütebilir, her şeyi felsefi bir problem konusu yapabilirler. Filozoflar, örneğin bizim apaçık ve doğru olduklarına inandığımız inançlarımızı sorguya çekerler. Yaşamın anlamını meydana getirdiğini söylediğimiz temel sorular üzerinde dururlar. Dinle, Tanrı nın varoluşuyla, doğru ve yanlışla, dış dünyanın varoluşuyla, bilginin kaynağı ve sınırlarıyla, bilimle, sanatla ve daha birçok konuyla ilgili sorular üzerinde akıl yürütüp, bu sorulara genel geçer ve nesnel yanıtlar getirmeye çalışırlar.

Felsefi Düşüncenin Özellikleri

 En genel anlamı içinde, soru sormanın sonucu olan ve insanla, insan yaşamıyla ilgili problemlere karşı ilginin gelişmesiyle başlayan düşünce türü.

Buna göre, felsefe zor ve çözülemeyen yaşam problemleriyle karşılaşmaktan, bu problemlerle uğraşmaktan korkmayan bir yaklaşım, düşünsel bir tavır olmak durumundadır. Felsefe insan yaşamının anlamıyla, varlık, bilgi ve değerle ilgili sorulara bir yanıt getirmeye, bu konularda ortaya çıkan problemleri çözümlemeye çalışırken, işe sıfırdan başlamayıp, belli bir bilgi birikimine sahip olunduğunu varsayarak çözüm getirmeye çalışır. Çünkü insanların yaşamlarında neyin önemli olduğunu değerlendirebilmeleri için, hayatla ilgili bazı deneyimlere sahip olmaları gerekir. Demek ki, felsefe insan yaşamının anlamıyla ilgili sorulara yanıt verirken, başka bilgi türleri tarafından sağlanan bilgilerden yararlanarak, genel, bütüncül ve kuşatıcı yanıtlar getirmeye çalışır.

Bununla birlikte, felsefeyi felsefe yapan şey, insan yaşamının anlamıyla ilgili sorulara yanıt vermekten çok, sorular sormak, problem görebilmektir. Zira, insan için önemli olan, yalnızca felsefe okumak ve felsefeyi bilmek değildir, felsefe yapmaktır, felsefi davranabilmektir. Felsefe yapmak ise, felsefi hissetmeyi ve felsefi düşünmeyi gerektirir. Felsefe yapmak varlığı ve bilgiyi bir bütün, insan yaşamıyla ilgili olay ve problemleri çok boyutlu olarak görmek ve her yönüyle kavramaya çalışmak anlamına gelir.

Felsefi düşünce, araştırmaya ve eleştirel bir tavra dayanan bir düşüncedir. Yani, felsefi düşünce, kendisine veri olarak aldığı her tür malzemeyi aklın eleştirici süzgecinden geçirir. Her şeyi olduğu gibi kabul eden, merak etmeyen ve kendisine sunulanla yetinen bir insan için felsefe söz konusu olamaz. Felsefi düşünce, şeylerin niçin oldukları gibi olduklarını merak eden, hayatı bütün boyutlarıyla görmeyi, yaşamın bütün boyutlarını göz önünde bulundurmayı bilen, açık ve sorgulayan bir zihnin ürünüdür.

Felsefi düşünce, akıl temelli soruşturma ve refleksif bir düşünme yönteminin sonucu olan bir düşüncedir. Felsefede söz konusu olan düşünce, kendi üzerine dönmüş olan ve kendisini konu alan bir düşüncedir. Buna göre, felsefeci, doğrudan doğruya doğa, tarih, toplum üzerinde eleştirici bir bakış açısıyla düşünebileceği gibi, çeşitli bilimler tarafından sağlanan malzeme üzerine de düşünebilir. Yine, o bir problemi yalnızca bir bakış açısından, bir bakımdan ele alan diğer disiplinlerin, bilgi türlerinin tersine, bir problemi bütün yönleriyle ele almayı içerir.

Felsefi düşünce, ayrıca çözümleyici ve kurucu bir düşüncedir. Yani, felsefi düşüncenin analiz ve sentez gibi işlevleri söz konusudur. Analiz söz konusu olduğunda, filozof, kendisinin de içinde bulunduğu ve bir parçasını teşkil eniği dünyayı anlamak ve kavramak için kendisine sunulan her türlü bilgi, deney, algı ve sezgi sonuçlarından oluşan düşünceyi analiz eder, açıklığa kavuşturur. Fakat filozof, bununla yetinmez, yani dünyayı parçalanmış bir halde bırakmaz; analize koşut olan başka bir düşünme tarzı ile, üzerinde düşünülmüş, çözümlenmiş, aydınlığa kavuşturulmuş malzemeden hareketle dünyayı yeniden inşa eder, bir birlik ve bütünlüğe kavuşturur. Nihayet, felsefi düşünce evrenseldir, çünkü insan yaşantısına giren her şey felsefeye konu oluşturabilir. En basit bir algı öğesinden (örneğin, dokunduğum masanın sertliği) en karmaşık bir düşünme sistemine (örneğin, Einstein ın genel rölativite teorisi) kadar her şey felsefeye inceleme konusu olabilir. Öte yandan, felsefede söz konusu olan insan yaşantısı, şu ya da bu insanın değil, genel olarak insanın yaşantısıdır.

 Felsefe Tarihi Sayfaları


Türkiye nin en kapsamlı Felsefe Tarihi sayfasındasınız. Felsefe Tarihi sayfalarımız kronolojik sıra göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır.  Tam 100 filozofun fikirlerinin yanı sıra;
Kişilerin yaşadığı, görüşlerin ise öne sürüldüğü çağın özellikleriyle değerlendirilmesi ilkesine bağlı kalarak filozofların içinde yaşadıkları dönemin genel özellikleri hakkında da bilgiler verilmiştir. Aşağıda yer alan dönemler ve filozoflara sitemizden ulaşabilirsiniz.

< ="Handle(this); return false" name=Gotcha>

1) İLKÇAĞ FELSEFESİ
Thales
Anaximandros
Aneximenes
Pyhtagoras
Herakleitos
Parmenides
Zenon
Empedokles
Anaxsagoras
Demokritos
Sofistler
Sokrates
Platon
Aristoteles

2) HELLENİSTİK DÖNEM
Stoalılar
Epiküros
Akademi
Septikler
Philon
Plotinos

3) ORTAÇAĞ FELSEFESİ
Gnostikler
Augustinus
Anselmus
Roscelinus
Albertus Magnus
Aquinolu Thomas
Duns Scotus
Ockhamlı William
Tümeller Tartışması

4) İSLAM FELSEFESİ
El-Kindi
Muhyiddin el-Arabi
Ebu Bekir er-Razi
Farabi
İbn-i Rüşt
İbn-i Sina
Gazzali
İbn-i Bacce
İbn-i Tufeyl
Sühreverdi
Sadreddin Konevi
 İbn-i Haldun
İslam Felsefesinde  Ekoller
 

5) RÖNESANS FELSEFESİ
Machiavelli
Bodin
Kopernik
F.Bacon
 

6) 17.YÜZYIL FELSEFESİ
Descartes
Pascal
Hobbes
Geulincx
Malebranche
Spinoza
Leibniz

7) 18.YÜZYIL FELSEFESİ
Locke
Berkeley
Hume
La Mettrie
Kant
Fichte
Schelling
Rousseau
Voltaire
Montesquieu
A.Smith
Condorcet
Hegel

 

 

8) 19. YÜZYIL FELSEFESİ
Saint Simon
Comte
K.Marx
Kierkegaard
Nietzsche
Bergson
J.Bentham
W.James
J.Dewey
Darwin
H.Spencer
Reuerbach
Bakunin
Schopenhauer
Schiller
Durkheim


9) 20. YÜZYIL FELSEFESİ
E.Husserl
K.Popper
L.Wittgenstein
Gramsci
İrigaray
M.Heidegger
J.Habermas
Derrida
Ayn Rand
Adorno
Deleuze
Foucault
Baudrillard
Levi-Strauss
J.P.Sartre
A.Camus
A.Einstein
Simone De Beauvoir
Lyotard
Hayek
Varoloşçuluk
Postmodenizm

 Felsefe Tarihi Sayfaları


İLKÇAĞ FELSEFESİ

M.Ö. 7. yüzyılın sonundan başlayıp, M. S. 2. yüzyıla dek süren dönemin felsefesidir.

ilkçağ felsefesi, mitolojiden ya da çoktanrılı dinden kopuş ve doğal olayların yine doğal nedenlerle açıklanması gerektiği inancıyla başlamıştır.

En seçkin temsilcileri arasında Sokrates, Platon ve Aristoteles gibi büyük filozofların bulunduğu ilkçağ felsefesinde, bilimle felsefe hep bir arada olmuş, başlangıçta doğa felsefesi ön plandayken, sonlara doğru pratik felsefe ağırlık kazanmıştır.

< ="Handle(this); return false" name=Gotcha>

DÖNEMİN GENEL ÖZELLİKLERİ

  • İlk döneminde Yunan felsefesi hemen hemen bütünüyle dış doğaya, cisimlerin dünyasına yönelmiş olan bir doğa felsefesidir.

  •  Bundan sonra insana karşı uyanan ilgi klasik dönemin geniş sistemlerine yol açmıştır. Bu sistemlerde Tanrı, insan ve doğa, bir düşünce bağlantısı içinde kavranmak istenmiştir.

  • Sistemli bağımsız ve kişiseldir

  • inanca ve sezgiye değil akla dayalıdır.

  • Mitolojiye çoktanrıcılığa tepkiyi dile getirir

  • Görünüşün,çokluğun,ilişkilerin,oluşların ardındaki değişmez olanı arar.Buna da birlik adını verirler.

  • Aristoteles’in kendi felsefesiyle okulunda gelişen ve biriken çok zengin bilgi kadrosu, tek tek bilimlerin bağımsızlığına her bilgi kolu üzerinde ayrıca çalışmalara yol açmıştır. Bundan sonra, her şeyi, bütün konuları içine almak isteyen bir sistem yerine: aralarında gittikçe ayrımlaşan bilimlerin bir karmaşası geçmiştir. Felsefe kendini bu bağlantıdan ayırmış, onun payına dünya ve hayat görüşleriyle ilgili genel sorunlarla uğraşmak düşmüştür.

İLKÇAĞ FİLOZOFLARI

THALES


.

< ="Handle(this); return false" name=Gotcha>

Hiçten hiç bir şey meydana gelemez noktasından hareketle, Thales tüm şeylerin birinci gerecinin (arke) SU olduğunu ileri sürmüştür.

Bütün şeylerin ortak özdeği, dayanağı nedir sorusunu sorarak, Thales BİR sorununu ortaya koymuştur. Düz bir tepsi gibi olan dünyada su üstünde, sonsuz okeanosda yüzer.

Aristoteles der ki: Thales i bu yargıya götüren olgu gözlemdir. Tüm şeylerin besini nemdir ve ısı nemle yaratılıp nemle diri tutulur. Böylece kendisinden varoldukları öğe; su, şeylerin tek ilkesi olur.

Doğadaki her besin, nemli ortamda büyür. Su da nemli şeylerin doğasının kökenidir. Thales e göre, su buharlaşarak hava ve neme, donarak toprağa ve taşa kadar değişir. Bu süreç içerisinde tüm nesneler oluşur.

Onun ilk filozof sayılmasının ana nedeni; ayrımdaki birliği kavramasıdır. Birlik düşüncesini ortaya koyması, çokluğun açık türlülüğünü açıklamaya çalışmasıdır. Tüm bunların ışığı altında, felsefe: doğal olarak görgül dünyadaki çokluğu, bunun varoluş ve doğasını anlamaya çalışmaktadır.

Anlamak; filozof için temelde yatan bir birlik ya da ilk ilke bulmak demektir.

İLKÇAĞ FİLOZOFLARI

ANAKSİMANDROS

< ="Handle(this); return false" name=Gotcha>

Anaksimandros’da diğer İlkçağ filozofları gibi tüm şeylerin birincil öğesini yani arkeyi arıyordu.

O herhangi bir tikel özdek türü olamayacağına karar verdi. Çünkü su karşıtlardan biriydi ve sorun bunların çatışmaları ve birbirlerinin sınırlarını aşmaları olgusuydu.

O vakit birinci öğe APEİRON’dur. Apeiron karşıtlardan daha ilkeldir, çünkü nesneler ondan gelmişlerdir ve geriye ona döneceklerdir.

Apeiron bilinen bir öğe değildir, bengi (saf)  ve yaşsızdır.

Anaksimandros yaklaşık olarak M.Ö. 610-546 arasında yaşadığı tahmin edilmektedir.Aynı zamanda, Thales in daha genç bir çağdaşıydı. Kendisi iyonya okulunun ikinci düşünürüdür. Yaklaşık olarak iki yüzyıl sonra yaşamış olan Aristo gibi başkalarının yorumlarının yanında Anaksimandros a atfedilen günümüze kadar gelmiş sadece tek bir fragman vardır. Anaksimandros’ta bilimsel faaliyetler ile felsefi düşünceler iç içe geçmiş bir haldedir. Kendisinin Karadeniz’e açılan denizciler için bir harita yapmış olduğu söylenilmektedir. Din ya da mitolojiden ayrı bir şekilde kendisini öne süren, kendisine yer açan felsefenin, onda biraz daha soyut ve gelişmiş bir düzeye ulaştığını görmekteyiz. Anaksimandros un evren anlayışı, dünyanın su üzerinde yüzen düz bir tepsi olduğunu öne süren Thales’in evren anlayışının çok daha ötesine gitmiştir.

Anaksimandros, Thales gibi benzer soruları sormuş ve benzer öncülle işe başlamıştır. Anaksimandros, suyun değişmeyen cevher (arke) olduğunu iddia etmek için, hiçbir zorlayıcı neden bulamamıştır. Şayet su toprağa ve toprak da, suya ya da su, havaya ve hava suya dönüşüyorsa; bunun anlamı her şeyin, her şeye dönüştüğüdür. Mantıksal olarak suyun ya da toprağın ya da havanın ya da herhangi bir şeyin arke olduğunu iddia etmek tamamen nedensizdir. Belki de Anaksimandros un Thales in cevabına karşı getirdiği itirazlar, bu türdendi.

Anaksimandros kendi açısından “arke”si (urstoff) , apeiron yani “zaman ve mekanda sınırsız ve belirsiz olan” şeklinde tanımlamayı tercih eder. Bu anlamda kendisi, yukarıda bahsi geçen itirazlardan kaçınmış olur.

Gözlemleri ile evren düzenini açıklamaya çalışmış ve bunun için ilk defa kozmos sözcüğünü kullanmıştır, bu sözcükle düzenli ve anlaşılır bir evreni kastetmiştir. Ekliptiğin eğimini hisseden ilk kişidir. Yıldızların ve gezegenlerin dönen bir küreye çakılı olduklarını ve basık bir silindir şeklindeki dünyanın, bu kürenin merkezinde yer aldığını ileri sürmüştür. Güneş, gündüz saatlerinde, üzerinde delikler bulunan bu kürenin içinde bulunurken, gece süresinde kürenin dışında bulunuyordu. Böylece gece, deliklerden giren ışık yıldız ve gezegen olarak görünüyordu.

Tutulmalardan yararlanarak Güneş’in yarıçapının Yer yarıçapının 27 katı olduğunu tahmin etmiştir. Ona göre Güneş’in Yer’e olan uzaklığı da Güneş çapının 27 katı idi. Ay’ın uzaklığını ise Yer yarıçapının 19 katı olarak hesapladı.

Anaksimandros un canlıların kökenine ilişkin görüşü de oldukça çarpıcıdır: İnsan yavrusunun doğuş sırasındaki çaresizliği gözleminden hareket eden filozof, atalarımızın başlangıçta balık olduğunu ileri sürer. Açıklaması da oldukça basittir; Bir zamanlar denizlerin çekilmesiyle yaşamlarını karada sürdürme zorunda kalan kimi balıklar insana kadar uzanan pek çok hayvan türüne kaynak olmuştur

İLKÇAĞ FİLOZOFLARI

ANAKSİMENES

< ="Handle(this); return false" name=Gotcha>

Anaksimenes’e göre her şeyin temel öğesi HAVA’dır. Hava yaşam ilkesidir.

Ruh nasıl bizi ayakta tutuyorsa, hava da evreni canlı kılar, ayakta tutar (ruh kavramı da böylece felsefeye katılmış olur, bu kavramı ilk kullanan filozoftur)

Tabi ki tüm şeylerin havadan geldiğini açıklamak çok zordur ve Anaksimenes bu konuda dahilik göstermektedir; hava genişler (ya da seyrelirken) ateşe, sıkışınca rüzgar, bulut, su, toprak ve taşa değişir. Ayrıca hava seyreldikçe sıcaklığı artmakta ve ateşe yaklaşmaktadır. Sıkıştıkça soğumaktadır, yani katı nesnelere dönüşmektedir

Arkhe olarak aslında hava, buğu ya da sis anlamına gelen aer i öne sürmüştür. Aer, Anaksimenes e göre, eşit olarak dağılım gösterdiği haliyle, görünmez atmosfer olup, yoğunlaşarak buğu ve suya, daha sonra da toprak ve taş benzeri katı maddelere dönüşür. Daha az yoğun olduğu zamanlarda ise, daha sıcak hale gelip, ateş olur. Başka bir deyişle, Anaksimenes in felsefe alanındaki yeniliği, ilk kez olarak birlikten çokluğa geçiş süreci üzerinde, varolan her şeyin havadan nasıl varlığa geldiğini açaklama işinde yoğunlaşmış olmasıdır.

Buna göre, Anaksimenes birlikten çokluğa geçiş sürecini açıklarken, dudaklarımızı birbirine yaklaştırıp avucumuza üflediğimiz zaman, ağzımızdan çıkan havanın soğuk, ağzımızı fazlaca açıp, avucumuza üflediğimiz zaman da, ağzımızdan çıkan havanın sıcak olması gözleminden yararlanarak, sıkışma ve seyrekleşme kavramlarına başvurmuştur.

Yani, Anaksimenes e göre, hava seyrekleştiği zaman, ateş, sıkıştığı zaman da rüzgar, bulut, su ve toprak haline gelebilir. Bu çerçeve içinde, o, havanın seyrekleştiği zaman, daha sıcak hale geldiğini ve böylelikle de ateş olma yoluna girdiğini, buna karşın sıkıştığı zaman, daha soğuk olup katılaşma yoluna girdiğini düşünmüştür.

Anaksimenes teki seyrekleşme ve sıkışma kavramları, birlikten çokluğa geçiş sürecini açıklamaya yaradıktan başka, her tür niteliği niceliğe indirgeme girişimini temsil eder.

İLKÇAĞ FİLOZOFLARI

PYHTAGORAS
(PİSAGOR)

< ="Handle(this); return false" name=Gotcha>

Pisagor kendini matematiğe adamıştı, bu çalışmayı ilk geliştiren o ve onun yolundan gidenlerdi(pisagorcular). Pisagor "Sayıların babası" olarak bilinir.

Matematiğin ilkelerini tüm şeylerin ilkeleri olarak düşünüyorlardı. Gelişmekte olan bir bilimin ilk öğrencileri olmanın çoşkusunu duyuyorlardı ve sayıların dünyadaki öneminin çarpıcılığına kapılmışlardı. Tüm şeyler sayılabilirdirler, ve pek çok şeyi sayısal olarak anlatabiliriz. Böylece, bağıntılı iki şey arasındaki ilişki sayısal olarak anlatılabilir: belli bir sayıda düzenli nesne arasındaki düzen sayısal olarak anlatılabilir  vb.

Ama onlara özellikle çarpıcı gelmiş görünen şey lirdeki (bir müzik aleti) notaların arasındaki müziksel araların sayısal olarak anlatılabileceğinin bulunuşuydu. Müziksel perdenin uzunluklara bağlı olduğu ölçüde sayı üzerine bağımlı olduğu söylenebilir ve gamdaki aralıklar sayısal oranlar tarafından anlatılabilir. Tıpkı müziksel uyumun sayı üzerine bağımlı olması gibi, yine düşünülebilir ki evrenin uyumu da sayı üzerine dayanmaktadır.

Miletuslu evrenbilimciler evrende karşıtların bir çatışmasından söz ediyorlardı ve Pisagorcuların müzik üzerine araştırmaları kolaylıkla onlara ‘çatışma’ sorununa sayı kavramı yoluyla bir çözüm düşüncesini telkin etmiş olabilir.

Aristoteles demektedir ki ‘müziksel gamların özelliklerinin ve oranlarının sayılarda anlatılabilir olduğunu gördükleri ve tüm başka şeyler bütün doğalarında sayılara göre modellenmiş göründükleri için, sayılar doğanın bütünündeki ilk şeyler olarak ve bütün gök müziksel bir gam ve bir sayı olarak göründü.

Anaksimander her şeyi sınırsızdan yada belirsizden üretmiş ve Pisagoras bu kavramı sınırsıza biçim veren sınır kavramı ile birleştirmişti. Bu müzikte örneklenmekte, çünkü onda oran ve uyum aritmetiksel olarak anlatılabilmektedir . Bunu bütününde evrene aktararak Pisagorcular evrensel uyumdan söz ediyorlardı. Ama evrende sayılar tarafından oynanan önemli rolü vurgulamakla yetinmeyerek daha öteye gidiyor ve şeylerin sayılar olduklarını bildiriyorlardı.

Bu açıktır ki kolay anlaşılacak bir öğreti değildir ve tüm şeylerin sayılar olduklarını söylemek anlaşılması güç bir deyimdir. Pisagorcular bununla ne demek istiyorlardı ? Aristoteles bize iletmektedir ki ‘ Pisagorcular sayı öğelerinin çift ve tek ve bunlardan birincilerinin sınırsız ve ikincilerin sınırlı olduklarını savunuyorlardı; ve Ben bunların ikisinden (çünkü hem çifttir hem de tek) ve sayı Benden çıkmaktadır; ve bütün gök, söylenmiş olduğu gibi sayılardır.

Aristoteles tam olarak Pisagorcu gelişimin hangi dönemine değiniyor olursa olsun ve tek ve çifti ilgilendiren sözleri üzerine hangi yorum getirilirse getirilsin, açıkca görünmektedir ki Pisagorcular sayıları uzaysal olarak görüyorlardı. ‘Bir’ noktadır, ‘iki’ çizgidir, ‘üç’ yüzeydir, ‘dört’ oylumdur. Böylece tüm şeyler sayılardır demek, ‘tüm cisimler uzaydaki noktalardan yada birimlerden oluşurlar ki, bir arada alındıklarında bir sayı oluşturmaktadırlar’ demek olacaktır. Betisel sayıların bu kullanımı ya da sayıların geometri ile bağlantıları Pisagorcuların şeyleri nasıl yalnızca sayılabilir olarak değil ama sayılar olarak da gördüklerini anlamayı açıkca kolaylaştırmaktadır.

Onlar matematiksel düşüncelerini özdeksel olgusallık düzenine aktarıyorlardı. Böylece bir çok noktanın birleştirilmesiyle bir çizgi yaratılır, yalnızca matematikçinin bilimsel imgeleminde değil, ama ayrıca dışsal olgusallıkta da ; aynı yolda yüzey bir çok çizginin birleştirilmesiyle yaratılır. Noktalar, çizgiler ve yüzeyler öyleyse olgusal birimlerdir ki doğadaki tüm cisimleri oluştururlar ve bu anlamda tüm cisimler sayılar olarak görülmelidirler...

Matematik ve astronomiye katkıları olmuştur. Pisagor bağıntısı adıyla bilinen bağıntının kaynağı Pisagor’dur. Müziğin matematiksel oranlara indirgenebileceğini ortaya koymuş ve diatonik skalayı keşfetmiştir. Günümüzde bazı bilim adamlarının çok sıcak baktığı  “kürelerin müziği” adıyla bilinen “kürelerin armonisi” teorisini ortaya atmıştır. Müzikle tedavi çalışmalarıyla tıbba katkıda bulunmuştur.

Bir iddiaya göre, Dünya’nın yuvarlak olduğunu ve ikili bir hareket içinde olduğunu biliyordu ve bunları yalnızca inisiyelerine açıklamıştı ki, bu açıklamaları, ezoterik doktrin yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılarak bu bilgilerin kabulünde rol oynamıştır.

İLKÇAĞ FİLOZOFLARI

HERAKLEİTOS
(HERAKLİT)

< ="Handle(this); return false" name=Gotcha>

Herakleitos’ un başlıca ilgisi, Milet’ liler gibi varlık sorununa yönelmiştir. O da öz varlığın bütün değişiklikler içinde birliğini yitirmeyen o gerçek varlığın o ana maddenin (arkhe) ne olduğunu araştırır.

Ona göre evrenin temel maddese ateştir. Ateş bütün varolanların ilk gerçek temelidir. Bütün karşıtların birliğidir. İçinde bütün karşıtların eridiği birliktir. Varlık sorununa verilen bu yanıtta, Miletlilerinki ile bir Anaksimenes’ inkiyle karşırılaştırılırsa pek bir yenilik yok. Ancak Heraleitos’ un bu savını kanıtlayışı yakından incelendikce onun düşüncesi ile milletlilerinki arasında temelli bir ayrılık olduğu görülür. Miletli filozoflar ana maddeyi kalıcı kendi kendisini özdeş bir şey, doğanın değişmeyen tözü sayıyorlardı.

Buna karşılık Herakleitos şunu belirtmekten usanmaz:

"Evren boyuna akan bir süreçtir, başı sonu olmayan bir değişmedir, hiç durmayan bu değişme içinde kalan, sürüp giden hiçbir şey yoktur. "
"PANTA REİ" her şey akar.

Bu sürekli oluş içinde durucu, kalıcı bir şey bulduğumuzu sanırsak, Herakleitos’a göre, bu, bir yanılmadır, bir aldanmadır.  Kalıcı şeyler varmış sanısına kapılmamız , değişmenin kuralsız değilde, belli bir düzene, belli bir ölçü ve yasaya göre olması yüzündendir.

Bu ölçüye, bu yasaya Herakleitos LOGOS diyor. Evrende egemen olan yasadır, düzen ve akıldır (Logos).

Evren bize, bir yandan sürüp giden bir devinme, öbür yandan da karşıt şeylerin sonu gelmez bir savaşımı olarak görülür.

Bu karşıtlar ile bunların arasındaki savaşım olmasaydı, evrende nesnelerde olmazdı. (Dialektik yöntem) ÇÜNKÜ NESNELER, DÖNÜMLÜ İLERLEYEN BİR YANMA SÜRECİNİN EVRELERİDİR, Savaşıma egemen olan yasanın karşıtları uzlaştırmasından meydana gelmiş olan uyumlardır, birliklerdir. Dolayısıyla ; Savaşımı kaldırırsak dünyadaki bütün şeylerde ortadan kalkar. Evrenin bu yasasını LOGOS’U bilmek, tanımak aklın ödevidir.

Bilgi bakımından, empirik ya da duyusal bilgiye hiç değer vermeyen Herakleitos, gözlerin ve kulakların kötü tanıklar olduğunu öne sürerek, rasyonalizmin savunuculuğunu yapmıştır. Çok şey bilmeye, ansiklopedik bir bilgiye karşı çıkan, çok şey bilmenin akıllı olmayı öğretmediğini söylemiştir.

Siyasi alanda, demokrasi karşıtı eğilimlerini, çoğunlukla geniş halk yığınlarına karşı duyduğu nefretle birleştiren ve "bir kişinin, yetkin biriyse eğer, kendisi için, onbin kişiden daha değerli olduğunu" söyleyen Herakleitos un metafiziğinin en önemli tezi, hiç kuşku yok ki, çatışma ve savaşın her şeyin babası olduğu düşüncesidir.

Ona göre, karşıtların savaşı, varlık ya da oluşun tek ve en önemli koşuludur. Zira bu savaş olmasaydı, hiçbir şey varolmayacaktı. Bundan dolayı, varlıkların doğuş ya da varlığa gelişi, birbirlerine karşıt olan ve dolayısıyla birbirlerini varlıkta tutan karşıtların çatışmasına bağlıdır.

Herakleitos kendisinden önceki filozofların boşu boşuna evrende kalıcılık ve süreklilik aradıklarını, oysa evrende kalıcılık bulunmayıp, mutlak bir değişmenin söz konusu olduğunu öne sürmüştür. Nehir akıp gittiği için, o aynı nehre iki kez giremeyeceğimizi belirtir. Evrende hiçbir nesne, nesnelerin hiçbir özelliği yoktur ki, değişmeden aynı kalsın.

Herşey bir başka şeyin yıkımı ve ölümü sayesinde varlığa gelmekte ve daha sonra yok olup gitmektedir. Evrendeki tüm öğeler arasında sürekli bir çatışma ve savaş hali vardır ve değişmeyen tek şey, bu değişme halinin sonucu olan kozmik

İLKÇAĞ FİLOZOFLARI

PARMENİDES VE ZENON

PARMENİDES

< ="Handle(this); return false" name=Gotcha>

Mantık ve diyalektik in ilk kullanıcılarındadır. Felsefi görüşlerinde Anaximenes, Xenophanes ve Pythagorasçilar ın etkileri olduğu görülür, ancak o daha çok kavramsal düşünmeye yönelmiştir.

Doğru ile sanı yı kavramlar üzerinden ayırmaya çalışır. Onun Bir ci görüşü, bir takım mantıksal çıkarsamalarla evrende değişimin olmadığını kanıtlamaya çalışır.

Gerçeklik ebedi ve değişmez olan, yaratılmamış ve yokedilemez olan, sürekli ve kalıcı olan Bir dir. Varlık varolan gelmiştir, parçalı değil bir bütündür, hareket ve değişim sözkonusu değildir. Varlık hakkında söylenebilecek tek şey varlığın varolduğudur. Böylece ortaya özdeşlik ilkesi çıkmıştır. "Varlık varolandır, hiçlik ya da varolamayan var değildir" der Parmanides. Yalnızca varolan düşünülebilir ve varolmayan düşünülemez. Buna bağlı olarak da yaşadığımız dünyanın bir görünüşler dünyası olduğu, gerçek olmadığı önermesine varılır.

Ontolojik düzlemde görünüş ile gerçeklik, epistemolojik düzlemde akılsal ile duyumsal olanın ayrıştırılamsı böylece ortaya konulmuş olunmaktadır.Onun geliştirdiği anlamda diyalektik, salt kavramlarla düşünme yöntemidir.

Bir varlık vardır. Parmenides buna , kısaca, BİR, BİR OLAN’da der. Bir birliktir o. Kendi içine kapalıdır. Doğmamıştır, yok olmayacaktır. Değişmez, bölünmez, yoğunlaşmaz, seyrekleşmez. Bunun karşıtı olan her görüş var olmayanı, var diye göstermek zorunda kalır, bu da olamaz.  Çünkü var olan meydana gelmiş bir şey olsaydı, varolmayan bir şeyden doğmuş olması gerekirdi, böylece varolmayan gerçekten var olmuş olacaktır. Yok olsaydı, yerine bir varolmayan geçecektir.

 Değişme de , hiç olmazsa belli bir yönüyle , bir meydana gelme ile bir yok olmadır. Bölünebilir olsaydı varlık, bölümlerin arasına bir varolmayan girerdi. Yoğunlaşma ile seyrekleşmede de böyledir: Yoğunlaşma ile seyrekleşme bir maddenin az ya da çok bir bölümünün bir araya birikmesidir.

Şimdi bilginin amacı ve ödevi: Varolanı düşünmektir; yanılması da: varolan içinde varolmayanı düşünmeye, bunu var saymaya kalkışmasıdır. ‘Yalnız varolan vardır ancak bu düşünülebilir: varolmayan yoktur ve düşünülemezde’. Bu Parmenides’in ana önermesidir.

Varolmayan derken de Parmenides, belli bir şeyi az çok açık olarak göz önünde bulundurmaktadır: Boş uzayı. Bir de şunu belirtelim: Parmenides’in Bir olanı kendisinden önceki filozoflarda olduğu gibi, cisimsel nitelikte bir şeydir. Bunu Permenides kendi içine kapalı, birliği olan ‘küre biçiminde’ diye düşünür.

Parmenides’de ilk olarak, deney bir yana bırakılıyor salt düşünme ile varlık üzerinde yalnız düşünmekle varolanın nitelikleri türetilmeye çalışılıyor. Deney hareket eden, değişen, meydana gelip yok olan şeylerin renkli bir çokluğunu karşımıza çıkarır. Parmenides ise boyuna değişen çokluk karşısında, bunun tam karşıtı olan bir şeyi kendi içine kapalı, hep olduğu gibi kalan bir birliği koyar. Çokluk bir aldanma, yanılmadır. Bu çokluğu bize gösteren e duyulardır. Onun içinde duyular da bizi yanıltırlar. Duyu algıları bilginin yanlış kaynağıdır. O tek ve gerçek varolanı kavratan ise düşünmedir, dolayısıyla bilginin doğru yoluna düşünmeyle girilir.

 

ELEA LI ZENON

Zenon, Parmenıdes’ın, Bir Olan’nın biricik gerçek varlık olduğu öğretisini, çokluğu ve devinimi varsaymanın düşünülemeyeceğini, böyle bir düşüncenin çelişmelere sürükleyeceğini göstermeye çalışmakla desteklemiştir. Bunu da o, çokluğa ve harekete karşı ileri sürdüğü pek ün salmış olan kanıtları ile yapmıştır . Bu kanıtlarda, sonsuz bölünebilen bir uzay ve zamanı kabul etmenin , bizi nasıl bir yığın güçlükle karşılaştırdığı gösterilmek istenilerek , şu sonuca varılır: Varolanı, bir çokluk ve devinim diye düşünürsek çelişmelere düşeriz, öyle ise ‘Varolan’ ancak BİR ve HAREKETSİZ olabilir...

Zenon un paradoksları, Parmenides in felsefi doktrinini, çoğulluk ve değişimin, algılarımızın tersine, var olmadığını ve özellikle de hareketin sadece bir ilüzyondan ibaret olduğu desteklemek amacıyla Elealı Zenon tarafından ortaya atılmış paradokslardır.

Zenon un bugüne ulaşmış sekiz paradoksundan bir kısmı birbirlerinin dengidir ve çoğu, antik zamanlarda bile, kolayca çürütülebilir kabul edilmişlerdir. Bunların en ünlü ve kuvvetli üçü, dikotomi, Akhilleus ve kaplumbağa ve ok paradokslarıdır.

Akhilleus ve Kaplumbağa

Yunan kahramanı Akhilleus’un kaplumbağa ile bir yarış yaptığını hayal edelim. Çok iyi bir koşucu olduğu için Akhilleus kaplumbağa’nın belirli bir mesafe, örneğin yüz metre, ileriden başlamasına izin verir. Eğer her ikisinin de sabit hızlarda koştuğunu düşünürsek (biri sabit yüksek bir hızda, diğer sabit düşük bir hızda), belirli bir süre sonra Akhilleus yüz metre koştuğunda, kaplumbağanın başladığı yere gelmiş olacaktır; bu süre boyunca kaplumbağa da küçük de olsa belirli bir mesafe ‘koşmuştur’, örneğin 1 metre. Akhilleus bir süre sonra bu mesafeyi de tamamladığında, o süre zarfında kaplumbağa yine küçük de olsa bir mesafe ilerlemiş olacaktır ve bu böyle devam edecektir. Böylece, Akhilleus ne zaman kaplumbağanın varmış olduğu bir noktaya varsa, daha hâlâ gitmesi gereken bir mesafe kalmış olacaktır. Bu nedenle Zenon Akhilleus’un kaplumbağayı hiçbir zaman geçemeyeceğini söylemiştir.

Dikotomi Paradoksu

A kişisinin d noktasına gitmesi gerektiğini hayal edelim. Fakat d ye gitmeden, önce d ye olan mesafenin yarısını gitmek zorundadır. Fakat d ye olan mesafenin yarısını gitmeden önce bu mesafenin çeyreğini gitmesi gerektir. Daha sonra çeyreği gidebilmek için sekizde birini gitmesi gerekmektedir; bu böyle devam eder.

Sonuç olarak A kişisinin sonsuz sayıda mesafe gitmesi gerekir. Bu seride bir sorun daha vardır; her ilk mesafe aralığı yarıya bölünebileceği için gidilmesi gereken belirli bir ilk mesafe yoktur. Böylece bu yolculuğun bir başlangıç noktası yoktur, yani yolculuğa başlayamaz. Bu paradoks sonuç olarak belirli bir mesafenin yolculuğunun tamamlanamayacağını veya başlanamayacağını, böylece de her hareketin sadece bir ilüzyondan ibaret olacağını ifade eder.

Ok Paradoksu

Yaydan çıkmış, ilerleyen bir ok hayal edelim. Zaman içindeki her anda, ok belirli bir konumdadır. Eğer an belirli, tek bir nokta ise o anda okun hareket etmeye zamanı yoktur ve durağandır. Bu nedenle gelecek anların hepsinde de durağan yani hareket etmeyen şekilde olması gerektir. Böylece ok her zaman durağandır ve hareket etmez; hareket imkansızdır.

denge durumudur.

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

joey

joey resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  15.Tem.2009 Çar 07:44:23sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

Günümüzde felsefe yapan kişileri eğer bu işten para kazanıyorsa yada ekonomik sınırları aşmış.dünyanın yarısını gezmiş,tadabileceği herşeyi tatmış ,dünyada yapabileceğim hiçbirşay kalmadı demişse anlarım buyursun yapsınlar.

Yok üstteki şartlar oluşmamışsa ve  hala felsefe yapmaya çalışıyorlarsa o kişiler kendilerini ciddi biçimde sorgulamalı. Bu tür kişiler işsiz güçsüz,bir bardak suyu bile başkalarına getirttirecek derecede tembel,ne kendine ne çevresine yararı olmayan,sadece oturup yapacağı birşey kalmadığı ve beynide(malesef) olduğu için düşünmekten başka birşey için beynini kullanamayan at sırtında sinekten farksızdırlar.

Uzun lafın kısası kendine gelir sağlamadığı halde felsefe yapmaya çalışan insan boş insandır hemde bombooşş

 

Albert camus un dediği gibi insan ne ise o olduğunu kabul etmeyen tek varlıktır

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

dopdory

dopdory resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  15.Tem.2009 Çar 08:05:07sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

Öncelikle teşekkür ederim Muckun açtığın başlıktan ötürü..

İlk çağda "arkhe" yi arayan felsefe,Atina ya adım attıktan sonra Antropolojik bir hal alır ve kavramları sorgulamaya başlar.İlk çağın doğa felsefesi bugün fizik bilimine öncülük etmiştir (Demokritos un "atom" kavramı örneği gibi) Atina dan sonra doğadan koparak hayatın her karesine işlemiştir.

Günümüzde kafamızı kurcalayan hangi soru yoktur ki,felsefenin cevabını aradığı bir soru olmasın.(Erdem nedir,Doğru nedir...)Zaten bir insan,bu soruları düşünmeksizin yaşıyorsa, pek de yaşadığını söyleyemeyiz.Asıl onun hayatı bomboştur!

Sokrates in savunmasında söylemiş olduğu söz gibi "Sorgulanmamış bir yaşam,yaşanmaya değmez" diyerek joey aslı user ın da yorumuna atıfta bulunmuş olayım.

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

dopdory

dopdory resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  15.Tem.2009 Çar 08:34:50sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

Ve bir kaç da ekleme...

Aristoteles in bir yorumuna göre Homeros ilk filozoflardan biriydi.Çünkü kendisi yaşadığı evreni sorgulamış,cevaplarına dayanak aramış ve bunu mitoslarla kurgulayarak açıklamıştır.Önce kendine,sonra Yunan Halkına...

Felsefe tarihinde Thales in ilk filozof sayılmasının sebebi ise,mitoslardan bağımsız olarak,akıl yürütme yöntemi ile arkhe yi araması ve onu Hydor (su) olarak ortaya koymuş olması olsa gerektir.Kendisinin güneş tutulmasını hesapladığı rivayeti de onun bilimsel akıl yürütme kullandığının bir göstergesidir. (Astronomi ve matematikle ilgili bilgileri sık sık gittiği Mısır da elde ettiği düşünülmektedir)

Thales sonrasında gelen doğa filozofları, ilk etken güç,ilk hareket ettirici olarak farklı arkheler sunarlar.Bunlardan Ksenophanes in ilk tek tanrı fikrini ortaya koyduğu düşünülmektedir.

Bu dönemde en çok dikkat çeken ve gelecekte bir çok düşünür ve sanatçıya da ilham veren Herakleitos olmuştur.(Wagner,Gothe,F.Nietzche bunlara örnek olarak verilebilir.) "Edizesamen Emeuton-Kendimi Keşfettim" diye bağıran bu filozofun kozmonolojisi salt bilimsel değil,aynı zamanda bir ahlak örgüsüne sahiptir.Mikrokozmos olan insan ile Makrokozmos olan evrenin logos u ortaktır.Ve kendini keşfedebilen,logosunun sesini duyan insan Makrokozmos un da bilgisine sahip olabilecektir.Ve yine görecektir ki evrende her şey adaletli ve hakçadır.

Phytagorasçılar için bir dip not düşülmesi gerekiyor ise,bu da Orfik düşünceye sahip olduklarıdır.Yunan miti Orpheus tan ilham alan bu düşünceye göre,insan bedeni dünyada azaptadır.Hatalarının bedelini ödeyene değin de sürekli yeniden bedenlenerek dünyaya gelecektir.Yapılması gereken ruhun arındırılması; saf ve temiz hale getirilmesidir.Phytagorasçılar da bu şekilde düşünmekteydiler.Geceleri yatağa girdiklerinde gün içerisinde yaptıklarını düşündükleri,bunu hatalarını tekrarlamamak için yaptıkları söylenmektedir. (Şuanda da bunu yapanlarımız mutlaka vardır.)

İlk çağ felsefesi araştırmaları için günümüzde yapılan en güzel çalışmalardan biri şudur ki; artık Klasik Filoloji ve Felsefe tabanlı araştırmacılar özgün metinleri çevirmektedir.Bu sebeple de hayli yol katedilmiştir.Örneğin Platon ve Aristoteles in mekan anlayışlarını anlayabilmek için,Platon un neden khora,Aristoteles in ise topos u kullandıklarını kavramak gerekir.Bu da Klasik Filoloji ile mümkün olmaktadır.

Şimdilik benden bu kadarAklıma geldikçe daha yazarım.

Tekrar teşekkürler Muckun

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

Muckun

Muckun resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  15.Tem.2009 Çar 09:04:22sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

Rica ederim dopdory.Ayrıca Bu bilgileride ekleme gereği duydum.Arakadaşın dediği gibi bu flozoflar At üstünde bir sinek miydiler bi görsün diye ekleme gereği duydum.İlgine ve seni mutlu ettiğine çok sevindim.

 

 Felsefe Tarihi Sayfaları

20. YÜZYIL FELSEFESİ

On dokuzuncu yüzyılın sonlarından başlayıp günümüze dek uzanan felsefe.

Felsefe hiçbir zaman boşlukta gelişmeyip, kültürün bir parçası olarak, daima çağın siyasi ve toplumsal koşullarıyla ilişki içinde ortaya çıktığına göre, çağdaş felsefenin de, yirminci yüzyılın koşullarından etki­lenen, yirminci yüzyıla özgü bir bakış açısı vardır. Çağdaş felsefe içinde yer alan tüm filozoflar, aralarındaki farklılıklara karşın, işte bu bağlamda, bir parçası oldukları modern toplumun ilgi ve problemlerine yanıt vermek durumunda olmuşlardır. Şu halde, çağdaş felsefeyi karakterize eden birinci özellik, onun yirminci yüzyılda ortaya çıkan kimi temel durum ve oluşumlardan, örneğin modern toplumun bilim karşısındaki ikircikli tavrından, dile yönelik ilgiden, dünya savaşlarının yarattığı umutsuzluktan, toplumsal koşulların yarattığı güven bunalımı ve yabancılaşmadan, vb, yoğun bir biçimde etkilenmiş olmasıdır.

Çağdaş felsefeyi karakterize eden ikinci özellik, yirminci yüzyılda filozofların Batı felsefesine Kant’tan beri damgasını bulan kurmacılık veya konstrüktivizm ve görecilikten kaçınma çabası içine girmiş olmalarıdır. Buna göre, Batı felsefesinde Descartes’la başlayıp, Kant’la doruk noktasına ulaşan özne çıkışlı bir felsefe anlayışının ardından, yirminci yüzyıl felsefesi insandan ve insanın inançlarından bağımsız olarak varolan bir nesnel dünyanın varoluşunu kabul eden bir felsefedir. Nesnelliği yeniden yakalamaya çalışan çağdaş felsefe, aynı zamanda nesnel olarak varolan bir evrenin bilgisinin mümkün Olduğunu savunan bir felsefe olarak ortaya çıkar.

Kabaca ve genel olarak değerlendirildiğinde, çağdaş felsefede tarihsel bir sıra için­de ortaya çıkan 3 ayrı gelenekten söz edilebilir: 

  • analitik gelenek

  • fenomenolojik gelenek 

  • eleştirel ya da yıkıcı gelenek

  •  Çağdaş felsefenin  önemli ve büyük geleneği ise, Hobbes ve Hume’a mal edilebilecek olan kimi felsefi kabulleri benimseyen düşünürlerin oluşturduğu analitik gelenektir. Dünyanın çok büyük sayıda basit öğeden meydana geldiğini, kompleks nesnelerin bu öğelere ayrıştırılabileceğini ve bu basit varlıklarla karşılaşıldığı zaman, onların kolaylıkla tanınıp anlaşılabileceğini öne süren bu gelenek mensupları, felsefenin görevinin sentez değil de, dilsel ya da bilimsel veya mantıksal analiz olduğunu öne sürer. En önemli temsilcileri arasında George Edward Moore, Bertrand Russell, Gattlob Frege, Ludwig Wittgenstein, ve Viyana Çevresi düşünürlerini verebileceğimiz bu gelenek realist bir tavır alıp sağduyuya yaklaşırken, bir yandan da bilimden tarafa saf tutup metafiziğe şiddetle karşı çıkar.

  •  Çağdaş felsefenin ikinci geleneği ise, Alman filozofu Edmund Husserl tarafından kurulmuş olan fenomenolojik gelenektir. Bilginin olanağına büyük bir güçle inanırken, Kant’ın eseri olan konstrüktivizme şiddetle karşı çıkan fenomenolojik gelenek, kendinde şeylerin bilince göründüklerini öne sürmüştür. Bu çerçeve içinde bilince dönen ve bilincin yönelimselliğini bilinç üzerinde yoğunlaşmanın nedeni ve haklı kılınışı olarak değerlendiren fenomenolojik gelenek, aynı zamanda realist bir tavırla, şeylerin karşılı­lı bağımlılığı ve ilişkisi üzerinde durmuştur. Analitik geleneğin Hume’a yakın olduğu yerde, daha çok Hegel’e yaklaşan fenomenolojik geleneğin en önemli temsilcileri ara­sında Martin Heidegger’le Jean Paul Sartre bulunmaktadır.

  •  Çağdaş felsefenin üçüncü geleneği Fransız düşünürleri Michel Foucault ve Jacques Derrida tarafından temsil edilen eleştirel ya da yıkıcı gelenektir. Örneğin, özcülüğe, ikiciliğe, Descartesçı felsefeye, akıl ya da lojisizme, Aydınlanma felsefesiyle pozitivizme ve dolayısıyla bütün bir moderniteye ilişkin olarak çok ciddi ve keskin bir eleştiri yönelten Derrida’nın son çözümlemede özcülüğe, ikiciliğe ve akılmerkezciliğe yönelik olan eleştirisi gerçekte metafiziğe, Batı’nın bütün bir metafiziksel düşüncesine yönelik bir kritik olmak duru­mundadır. Başka bir deyişle, Batı düşüncesinin yüzyıllardan beri termelinde yer kavram ve karşıtlıkları yeni baştan eleştirel bir bakışla değerlendiren bu gelenek, Barı felsefesinin temellerini sarmıştır.

  • 20. YÜZYIL FİLOZOFLARI

     EDMUND HUSSERL

    < ="Handle(this); return false" name=Gotcha>

    Çağımızda fenomenoloji olarak bilinen çağdaş felsefe okulunun kurucusu olan ünlü Alman filozof. 1859 yılında, Moravya da dünyaya gelmiş olan Husserl, önce matematik tahsil etmiş ve daha yirmi üç yaşındayken, ünlü bir matematikçinin asistanı olmuştur. O, daha sonra psikoloji alanına da yönelmiş, bu alandaki çalışmalarının da etkisiyle, yeni ve orijinal bir öğreti meydana getirmiştir.

    Temel eserleri: Logische Unterscuhungen (Mantık Araştırmaları), Philosophie der Arithmetik (Aritmetik Felsefesi), Cartesianische Meditationen (Aritmetik Felsefesi), Cartesianische Meditationen (Kartezyen Düşünceler), Formale und Tranzsendentale Logik (Formel ve Transendental Mantık), Krisis der Europaischen wissenschaften und die Tranzsendentale Phanomenologie (Avrupa Bilimlerinin Krizi ve Transendental Fenomenoloji).

    Temeller: Bilimsel aklın, pozitivist düşünüşün, ahlaki ve kültürel değer alanını da kapsayan yayılmacılığına, pozitivizm ve doğalcılığın doğa bilimlerinden hareketle oluşturduğu bir değer ve yaşama felsefesine karşı çıkmış olan Husserl, tin in doğal dünyanın nesneleriyle aynı tür ya da düzeyden bir varlık olmadığını ve dolayısıyla, doğa bilimlerinde geçerli olan aynı açıklama kategorilerine tabi tutulamayacağını savunmuştur.

    Husserl in doğalcılığa bu kadar şiddetle karşı çıkmasına neden olan şey, doğalcılığın içerdiği kuşkuculuk ve göreciliktir. Bu bağlamda Hegel ve Dilthey ın başarısız olduğunu öne süren filozof, görecilikle baş etmenin tek yolunun kuşkuculuğu (paranteze almayı) veya Aydınlanma akılcılığının eleştirel tavrını benimsemek olduğunu söylemiştir.

    Başka bir deyişle, kesin ve dakik bir felsefenin her türlü önkabulden bağışık olması ve tıpkı Descartes la Kant ın yaptığı gibi, özne ya da bilinçten hareket etmesi gerektiğini belirten Husserl e göre, mutlak, bilinçte olmak durumundadır. Felsefede Kant ve Fichte nin mirasçısı, Descartes in izleyicisi olmak durumunda olan Husserl, mutlakların felsefe sahnesinden uzaklaşmasının, yalnız felsefe için değil, fakat uygarlık için de gerçek bir kriz doğurduğu inancındadır. Husserl e göre, kuşkuculuk, işte bu durumun bir sonucudur. Nietzche nin göreciliği ve Dilthey in tarihselciliğidir ki, bu kuşkuculuğu ortadan kaldıramadıktan başka, onun pekişmesine hizmet etmişlerdir. Felsefenin bilim adamları ve empiristler tarafından reddedilmesi de, açık bir başarısızlık itirafından başka bir şey değildir. Bundan dolayı, Husserl fenomenolojisiyle, felsefeye bilimsellik statüsü kazandırmayı, Avrupa düşüncesini akıl yoluna sokmayı amaçlar.

    Fenomenoloji: Buna göre, transendental bir filozof olarak Husserl, her tür bilginin nesne kuran öznelliğin başarılarında temellendiğini öne sürmüş ve yaşamı boyunca, bilmenin öznelliği ile bilinen içeriğin nesnelliği arasındaki ilişkiyi araştırmıştır. Bununla birlikte, bilinçten ya da özneden yola çıkarken Husserl, psikolojizm batağına düşmekten de ısrarla sakınmıştır. O, aritmetiğin doğrularının psikolojik sayma süreçleri ya da işlemleriyle ilgili empirik genellemeler olmadığına, olduğu takdirde, bu süreçlerin doğallıkla kişiden kişiye, toplumdan topluma ve çağdan çağa farklılık göstereceğine inanır. Zorunlu doğruları bilinçteki çağrışımlara, enpirik genellemelere indirgemek olanaklı değildir; böyle bir şey yapılırsa, herşeyden vazgeçerek, psikoloji ve antropolojiyle yetinmek gerekir.

    Husserl buna göre, tıpkı Descartes ve Kant ın yaptığı gibi, inançlarımızdan bazılarının bilgi adını almaya hak kazanabilmesi için, yalnızca doğru olmakla kalmayıp, diğerlerine temel olacak şekilde zorunlu olması gerektiğine inanmıştır. Bundan dolayı, bilincin dışına çıkmamak gerekir. Bilincin dışına çıkmak, kendinde şeylerle deneyimin nesneleri arasında bir ayırım yapmak, kuşkuculuğu davet etmektir. Öte yandan, bilince, psikolojinin yaptığı gibi, çağrışımcı bir bakış açısından yönelmek de psikolojizme yol açmaktır. Öyleyse, yapılması gereken şey, deneyime ilişkin yeni ve nesnenin bilincin dışında gerçekten varolup varolmadığına bakmaksızın geçerli olacak bir tasvir sunmaktır.

    Husserl, bu çerçeve içinde bilincin apaçıklığına dayanır. Onun kurduğu fenomenoloji, nesnel doğruya ulaşmak amacıyla, öznelliğe dönüşten meydana gelir. Hakikat bilinçte, bende bulunmak durumundadır, başka hiçbir yerde değil. Buna göre, fenomenoloji, deneyimin, tecrübenin zorunlu ve tümel doğrularını çıkarsamak ve tasvir etmek amacıyla, bilincin özsel yapılarının incelenmesinden oluşur. Fenomenolojik tasvirin amacı, deneyimde verilen özlere ya da İdealara ulaşmak, deneyimin çeşitli olgularının ve teorilerinin göreliğinin ötesine geçerek, doğrudan ve aracısız sezgide verilen yönlerini yakalamaktır. Husserl, Kant ve Hegel den farklı olarak, dedüksiyon ya da diyalektiğe değil de, apaçıklığa; duyuların açıklığına değil de, bilincin doğrudan ve aracısız olarak sezilen apaçıklığına yönelir.

    Başka bir deyişle, ona göre, nesne kuran öznellik olarak bilincin doğasını anlamak için, bize dünyayı izsel yönleriyle bilme imkanı verecek olan saf ya da transendental bilinç alanına girmemiz gerekmektedir. Bilinci fenomenolojik bir biçimde ya da saf fenomen olarak veya göründüğü şekliyle incelemek durumunda olduğumuzu söyleyen Husserl e göre, fenomenoloji, gözlemden çok, algıyı içermekte olup, bilinç akışının bireysel bileşenlerini gözlemez, fakat zihinsel fenomenlerin özünü sezgi yoluyla kavrar.

    Husserl işte, bu çerçeve içinde, sözcüklerin anlamını açıklayan sözel ve analitik nitelikteki bir bilgiden daha fazla bir şey olan her tür bilginin deneyime, tecrübeye dayanmak zorunda olduğunu savunmuştur. Buna göre, sözel ve analitik bir bilgi, kavramların analizine dayandığı ve deneyime dayanmadığı için, bize yeni bir bilgi vermez. Bundan dolayı, söz konusu analitik nitelikteki bilginin dışında kalan her tür bilgi deneyime dayanmalıdır. Bununla birlikte, o, deneyimi empiristlerden biraz daha geniş bir çerçeve içinde anlar. Deneyimden söz ettikleri zaman, empiristler ya fiziksel nesnelerin tecrübe edildiği duyu deneyini ya da zihinsel fenomenlerin tecrübe edildiği içebakışı düşünürler. Husserl ise, başka bir deneyim türü daha olduğunu savunur. Bu deneyim türünde, fiziksel dünyanın da, zihinsel dünyanın da kapsamı içinde yer almayan belirli varlıklar, bize doğrudan ve aracısız bir biçimde verilir. Duyu deneyindeki doğal nesnelerle, içebakışta söz konusu olan zihinsel fenomenler, birlikte, zaman içinde var olan gerçek varlıkların dünyasını meydana getirir. Husserl e göre, bu gerçek dünyadan başka, ezeli-ebedi olan ideal varlıkların oluşturduğu bir başka dünya daha vardır. İşte, İdealar, şeylerin özleri bu dünyayı oluşturur.

    Onun şeylerin özleri deyimiyle dile getirdiği ideal varlıklar, hemen hemen Platon un İdealarına karşılık gelir. Belirli bir türün örneği olarak belli bir şeyin özü, tam olarak bu türün kendisidir. Buna göre, yazı yazarken şimdi parmaklarımın arasında tuttuğum bir nesnenin, yani kalemin özü kalem türüdür. Masamı kaplayan kırmızı örtüye baktığım zaman, duyularımla bu somut şeyi algılarım, ancak aynı zamanda zihnim de kırmızılığın özünün neden meydana geldiğinin bilincine varır. Edmund Husserl e göre, insan zihni burada kırmızılığın özünün bilincine varırken, yine deneyim söz konusudur. Bununla birlikte, bu deneyim beş duyu aracılığıyla gerçekleşen duyu deneyi değildir. Burada söz konusu olan deney zihinsel bir deneyimdir.

    Yani, insan zihni kırmızılığın özünün bilincine varırken, bu özü doğrudan ve aracısız olarak kavrar. Bu deneyim türünde, şeylerin özleri, bize tıpkı duyu deneyindeki doğal cisimler gibi, doğrudan ve aracısız olarak verilir. Husserl, şeylerin özlerini tecrübe ettiğimiz bu deneyim türüne özlere ilişkin sezgi adını verir. Ona göre, biz özlere ilişkin bu sezgi aracılığıyla, kesin ve kuşku duyulamaz önermelere, sonuçlara ulaşırız. Husserl e göre, matematiğin nesneleri, aksiyomları da aynı şekilde bilinir. Matematiğin aksiyomları, yalnızca sayılar ve diğer matematiksel nesneler hakkında, sezgiler aracılığıyla kazanılmış bilginin dilsel ifadeleridir. Doğal sayı , nokta , doğru çizgi , düzlem gibi ifadeler, duyu deneyiyle tecrübe edilebilir olan gerçek nesnelerin adları değildir. Bu ifadeler, bize Husserl in özlere ilişkin sezgi adını verdiği söz konusu deneyim biçimi içinde doğrudan ve aracısız olarak verilen ideal nesnelerin adlarıdırlar. Husserl e göre, özlere ilişkin bu sezgi aracılığıyla, biz matematiğin kendisine konu aldığı ideal varlıkların belirli özelliklerini, ilişkilerini, v.b. bilme durumuna geliriz.

    Öze ilişkin sezgi, Husserl in paranteze alma adını verdiği bir dizi fenomenoojik tekniğin ardından gelir. Ona göre, ideal özler alanı duyularla algılanan tüm nesnelerin ötesinde bulunur. Bununla birlikte, onlar asla havada, boşlukta kalan şeyler değillerdir. İdeal özler de duyusal yaşantılara dayanır. Ancak bu yaşantılar, birçok rastlantılar ve arızi niteliklerle yüklü olduklarından, özlere yükselebilmek için, onları bir yana bırakmak ya da parantez içine almak zorundayız.

    Husserl e göre, felsefe bir bilimdir. Felsefe zihne verilmiş olan özlerin tasvir edilmesinin bilimidir. Şu halde, Husserl in felsefesinde en önemli nokta, zihne verilmiş olan varlığın özünü algılamaktır. Bunun için de fenomenolojik yöntem kullanılarak, varlığın özünü meydana getirmeyen somut özellikler ayıklanır. Varlığın somut özellikleri parantez içine alınmak suretiyle ayıklanınca, onun bireysel yanı ortadan kaldırılmış olur. Bu ise onun özüne varılması anlamına gelir.

  • 20. YÜZYIL FİLOZOFLARI

     KARL POPPER

    < ="Handle(this); return false" name=Gotcha>

    Bilim ve siyaset felsefesiyle uğraşmış olan, 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri.

    Temel eserleri: The Logic ot Scientific Discovery [Bilimsel Keşfin Mantığı], Conjectures and Refutati­ons [Sınama ve Yanılmalar], Objective Knowledge [Nesnel Bilgi], The Poverty of Historicism [Tarihçiliğin Sefaleti] ve The Open Society and its Enemies [Açık Top­lum ve Düşmanları].

    Bilim Felsefesi: Popper’ın felsefeye yaptığı ilk büyük ve önemli katkı, bilime bir sınır çekme problemine getirdiği yeni çözümden oluşur. Onun zamanına dek kabul edilmiş olan görüşe göre, bilim tümevarım yöntemiyle seçkinleşir, yani bilim sonuçlarına, mantıksal analiz yerine, gözlem ve deney yöntemiyle ulaşır. Buradaki büyük güçlük ise, şudur: Ne kadar çok ve uzun süreli gözlem yapılmış olursa olsun, eldeki veriler s­nırlanmamış bir genellemenin, tümel bir önermenin doğruluğunu saptamak için hiç­bir zaman yeterli olmayacaktır. Örneğin, ‘Tüm kargalar siyahtır’ şeklindeki sınırlanmamış bir genellemenin doğruluğu, bu dünyada şimdi varolan ve gelecekte varolacak olan tüm kargaları hiçbir zaman gözlemleyemeyeceğimiz için, kanıtlanamaz. Bu ise, bizi şu endişe verici, kaçınılmaz sonuca götürün: Bilim, yalnızca doğanın düzenlili­ğine duyduğumuz inançla varolabilir ki, bunu da tanımlamak ve kanıtlamak, görü­nüşte imkansızdır.

    Popper, işte bu durumun bir sonucu olarak, sınırlanmamış genellemelerin, deneyime dayanan tümel önermelerin doğrulanamayacaklarını savunur, ancak bir yandan da bunların yanlışlanabileceklerine işaret eder. ‘Tüm kargalar siyahtır’ genellemesi hiçbir zaman doğrulanamasa bile, beyaz tek bir karga, onu yanlışlamaya yeter. Popper’a göre bilimde belirleyici olan yanlışlamadır.

    O, bilimin, belirli özel koşullar altında gözlemlenen ya da gözlemlenecek olan açısından, her zaman tehlike içinde olduğunu savunur. Bilimsel teoriler, Popper’a göre, gözlemler beklentilerle uyuşmadığı takdirde, terk edilmeye ya da değiştirilmeye mahkumdur. Buradan, hiçbir bilimsel teorinin, ne kadar çok test ve sınamadan başarıyla geçmiş olursa olsun, asla kesin sonuçlu olarak doğrulanamayacağı sonucu çıkar. Bu sonuç, Popper’a göre, bilim tarihi tarafından da doğrulanmaktadır: Newton fiziği gibi, doğruluğu test edilmiş ve geniş bir biçimde kabul görmüş olan bir teori bile, revizyondan kurtulamamıştır. Bilim, hiç kuşku yok ki, teorilerini geliştirebilir, onları tüm testlerden başarıyla geçmiş olan yeni kuramlarla değiştirebilir. Ancak bilim, hiçbir zaman doğayla ilgili olarak kesin, değişmez ve mutlak doğrulara ulaşmış olduğunu iddia edemez. Popper’a göre, bilimsel bilgilerimiz, tarihte şimdiye kadar, yanlışlamaya yönelik tüm sistematik girişimlere karşın ayakta kalabilmiş teoriler yığınından ibarettir.

    Siyaset Felsefesi: Popper, toplum ve siyaset felsefesi alanında tarihsiciliğe ve holizme yönelik sert eleştirileriyle ün kazanmıştır. Tarihsel gelişmenin yasaları ya da ilkeleri bulunduğunu, bu yasa ya da ilkeleri bildiğimiz takdirde, insanlık tarihinde gelecekte olup bitecek olayları, tıpkı bir astronomun ay ya da güneş tutulmasını önceden doğru tahmin etmesi gibi, önceden doğru tahmin edebileceğimizi savunan görüş olarak tarihsiciliğe şiddetle karşı çıkan Popper’a göre, insan toplumunu oluşturan sistemde öndeyiye yer yoktur; çünkü, burada gelişmeyi belirleyen temel etkenlerin başında, çevremize ve içinde bulunduğumuz koşullara nasıl karşılık vereceğimizle ilgili kararlar gelir. Buna göre, örneğin teknolojinin çağdaş toplum üzerinde bu kadar büyük bir etki yapacak güç haline gelebileceği, bir yüzyıl önce hiçbir şekilde tahmin edilemezdi. Popper için, seçim ve sorumluluk bireylerindir, bundan dolayı, üyeleri ister istesin, ister istemesin, toplum bu şekilde gelişmek zorundadır’ demek için yeterli dayanağımız asla olamaz.

    Siyaset felsefesiyle toplum görüşleri, bilimin doğasına ilişkin araştırmalarına sıkı sıkıya bağlı olan ve özellikle Açık Toplum ve Düşmanları adlı eserinin ikinci cildinde Marx’ı yoğun bir biçimde eleştiren Popper’a göre, Marx’ın görüşleri bilimin doğasıyla ilgili yanlış bir kabul ya da önyargıya dayanmaktadır. Marx kendisini, toplumu konu alan bir bilim adamı, topluma, onun nasıl işlediği­ni ve geliştiğini anlamak amacıyla, yansız ve önyargısız olarak yaklaşan bir araştırmacı olarak görmüştü. Marx’a göre, toplumlar değişmez, statik varlıklar değildirler; toplumlar değişmektedir ve toplumlardaki bu değişme, yasasız olmayıp, değişmenin yavaş olan hızından dolayı, tarihe ilişkin araştırmalarla ortaya çıkarılabilecek yasalara uygun olarak gerçekleşir. Bu çerçeve içinde, Marx, tarihi konu alan araştırmalar sayesinde, feodalizmin nasıl kapitalizmi doğurduğunu, insanlık tarihindeki bir evre olarak kapitalizmin nasıl gelişip, daha sonra yıkılacağını anlayabileceğimizi savunur. Buna göre, bilimsel sosyalizmle tarihsel yöntem örtüşmektedir. Popper, işte bu noktada, Marx’ın bilimin nihai ve değişmez doğruları keşfettiğine, bilimin doğrularının zorunlu ve kaçınılmaz olduğuna büyük bir güçle inanmış olduğunu belirtir.

    Popper için böyle bir analiz, kendi içinde iki temel yanlışı barındırmaktadır. Ona göre, bilimsel bilginin artışı ve gelişmesinin insanlık tarihinde çok güçlü bir etkisi olduğu, ve bilgideki büyük birikim ve ilerleme, Newton ve Einstein gibi dahilerin kavrayış ve yaratıcılığına bağlı olduğu için, ne bilgideki artış ve ilerleme, ne de bu gelişmenin tarih içindeki sonuçları önceden kestirilebilir. Başka bir deyişle, bilimsel bilgideki birikim ve ilerleme insanlık tarihinin akışını büyük bir güçle etkilediğinden, fakat bilim­sel bilginin gelecekteki durumu ya da geliş­me seyri, mantıksal ya da bilimsel yöntemlerle önceden kestirilemeyeceğinden dolayı, insanlık tarihinin gelecekte nasıl bir gelişme seyri içinde olacağına ilişkin olarak öndeyide bulunmak olanaklı değildir. Bu ise, teorik bir tarih, yani teorik fiziğe karşılık gelen ya da eşdeğer olan tarihsel bir toplum bilimi imkanının yadsınması anlamına gelmektedir. İşte bu, Popper’a göre, Marks’ın bilimsel araştırmanın doğasını yanlış anlamaktan oluşan birinci yanlışıdır.

    Marx gibi, Popper da bilimsel yöntemin toplumu konu alan araştırmalara uygulanabileceğini düşünür. Bununla birlikte, onun yöntemi ve bilim anlayışı, Marx’ın savunuculuğunu yaptığı bilim ve yöntem anlayışından farklılık gösterir. Tarihsel araştırmayla bilimsel sosyalizmi özdeşleştiren Marx’tan farklı olarak, Popper’ın gözünde bilim, tarihsel araştırmayla, hatta tümevarımsal süreçlerle bile aynı değildir. Bilim, imgelemin, ilke olarak yanlışlanabilir olması durumunda, ‘bilimsel’ olan hipotez oluşturma faaliyetini içerir. Oysa, Marx’ın, tarihsel değişmeyle ilgili değişmez diyalektik yasaların keşfine dayanan iddiaları, yanlışlanabilir olmadıkları için, bilimsel değildir. Ve Karl Popper, bu bağlamda, bilimin kesin olmadığını ve olamayacağını, yeni veriler ışığında sürekli olarak revizyona tabi olduğunu belirtir.

    Karl Marx’ın ikinci yanlışı, bilimin toplumun bütününe uygulanabileceğini, bütün bir sistemle ilgili olan yasalar bulunduğunu düşünmesinden oluşur. Popper, buna holistik görüş ya da ütopik bir toplumsal planlama adını verir. Ona göre, kaçınılmaz ve zorunlu olup, toplumun bütününe uygulanan tarihsel yasalara duyulan inanç, toplumun bütününün belirli bir plana göre yeniden biçimlendirilmesi ya da yapılandırılması gerektiği görüşüne götürür. Bütünü göz önüne aldığında, insan faktörünü zorunlu olarak gözden kaçıran bu yaklaşım, toplumun yeni baştan kurulması ve yapılandırılmasının mümkün ve zorunlu olduğuna önceden karar verir ve toplumun varolan yapısını kökten bir biçimde değiştirir. Karl Popper’a göre, Marx’ın ikinci yanlışı da bundan, yani onun bilimin deneme ve yanılma yöntemine dayandığını bir türlü görememesinden kay­naklanmaktadır. O, bunun tam tersine, özel problemler için özel yaklaşımların söz konusu olduğunu belirtir, kurumların kötü yönetici tehlikesini en aza indirgeyecek şekilde düzeltilmesi ve geliştirilmesini ister.

    Popper, yaşamayı her şeyden önce ve her şeyin üstünde bir sorun çözme faaliyeti olarak gördüğü için, sorun çözmeye elverişli olan toplumlar ister. Sorun çözme ise, çözüm denemelerinin cesaretle ortaya atıl­masını, sonra da bunların eleştiriye ve hatta eleme işlemine tabi tutulmasını gerektirdiği için, Popper karşı önerilerin engellenmeden ortaya atılmasına, bunların eleştirilmesine, sonra da eleştirilerin ışığında, bunlarda gerçek değişiklikler yapılmasına izin veren toplum biçimleri istemektedir.

    Popper, her çeşit ahlâk düşüncesi bir yana, bu gibi çizgiler boyunca örgütlenmiş bir toplumun, başka türlü örgütlenmiş bir topluma oranla, sorunlarını çözmekte daha etkili ve dolayısıyla daha başarılı olduğuna inanır. Popper’a göre, teorik konularda olduğu gibi, pratik alanda da doğru yanıtlara sahip olabileceğimizden asla emin olamayız. Bundan dolayı da, o, yönetim biçimi olarak demokrasiyi, açık toplumu savunur, çünkü eleştirme ve tecrübe etme özgürlüğü en fazla demokraside vardır. Onun anladığı biçimiyle demokrasi, yöneticilerin toplum problemlerine önerdikleri çözümün umut verir gibi görünmediği zaman, değiştirildikleri bir sistemdir. Popper’ın gözünde, iktidarın kimlerin elinde olduğundan çok, iktidarın kişisel çıkar için olduğu kadar, toplumsal ya da siyasal dogmalar adına kötüye kullanılmasının önüne geçilmesi büyük önem taşır.

  • 20. YÜZYIL FİLOZOFLARI

    ALBERT EİSNSTEİN

    < ="Handle(this); return false" name=Gotcha>

    1879-1955 yılları arasında yaşamış olan Alman asıllı ABD’li fizikçi.

    Yirminci yüzyılın başlarında geliştirdiği teorileriyle ilk kez olarak kütle ile enerjinin eşdeğerliğini kanıtlamış olan Einstein, zaman, mekan ve kütleçekimi üzerine tümüyle yeni düşünme tarzları önermiştir. Einstein, özel ve genel rölativite teorileri yalnızca Newton fiziğinden değil, fakat Eukleides geometrisinden de kopuşu simgeleyen büyük bir bilim adamıdır.

    Einstein sadece dev bir bilim adamı değil, fakat aynı zamanda önemli bir düşünür ola­rak değerlendirilir. Etik, toplum ve. kültür felsefesiyle ilgili genel düşünceleri yanında, bir bilim filozofu olarak da ün kazanan Einstein, Kant’tan, Hume ve Mach’tan etkilenmiş ve Cassirer, Reichenbach ve Schilick’le sürekli bir ilişki içinde olmuştur. O realizmi, zihinden bağımsız bir dış dünyanın varolduğu görüşünü, metafiziksel bir öğretiden ziyade, motive edici bir program olarak görmüş ve determinizmin, doğrudan doğruya dünyanın bir özelliği olmaktan ziya­de, teorilerin ayrılmaz bir veçhesi olduğunu savunmuştur. Einstein mantıkçı pozitivizme karşı mesafeli bir tavır takınmış olmakla birlikte, bilimin birliği tezine bağlı kalmıştır. O yine aynı felsefi çerçeve içinde tümevarımcı­lığı reddetmiş, ama holizme ve inşacılığa ya da uzlaşımcılığa bağlanırken, anlam, kav­ram ve teorilerin mantıksal olarak deneyim­den türetilmek yerine, anlaşılabilirlik, empirik uygunluk ve mantıksal basitlik ölçütlerine tabi olan özgür yaratılar olduklarını iddia etmiştir

  • 20. YÜZYIL FİLOZOFLARI

    VAROLUŞÇULUK
    (EGZİSTANSİYALİZM)

    < ="Handle(this); return false" name=Gotcha>

    Varoluşçuluk Kökleri S. Kierkegaard, F. Nietzsche gibi düşünürlere dayanmakla birlikte, 20. Yüzyılda felsefede J. P. Sartre, K. Jaspers, M. Heidegger ve G. Marcel gibi düşünürler tarafından savunulmuş olan çağdaş felsefe akımı. İnsanın varoluşuyla doğal nesnelere özgü varlık türü arasındaki karşıtlığı büyük bir güçle vurgulayan, iradesi ve bilinci olan insanların, irade ve bilinçten yoksun nesneler dünyasına fırlatılmış olduğunu öne süren felsefe okulu.

    Varoluşçuluk (egzistansiyalizm) bireyin deneyimini, ve bu deneyimin tekilliğini ve biricikliğini insan doğasını anlamanın temeli olarak gören bir felsefe akımıdır. Varoluşçuluk, insanın varoluşuyla doğal nesnelere özgü varlık türü arasındaki karşıtlığı büyük bir güçle vurgulayan, iradesi ve bilinci olan insanların, irade ve bilinçten yoksun nesneler dünyasına fırlatılmış olduğunu öne süren bir düşünce okuludur. Bu akım insan özgürlüğüne inanır ve insanların davranışlarından sorumlu olduğunu öne sürer.

    Varoluşçuluğun sözlük anlamına bakacak olursak; insanın varoluşunu, somut gerçekliği içinde ve toplumdaki bireyselliği açısından göz önüne alan felsefi öğretidir.

    Varoluşçuluk felsefesinde, insanın varoluşu anlaması söz konusudur. İnsanın kendini gerçekleştirmesi, insan varoluşunun rastlantılar içinde oluşu, güvensizliği ve güçsüzlüğü söz konusudur. Güçsüzlüğü ve hiçliği içinde insan, ölüme mahkum bir varlık olarak insanın varoluşu, hiçlik karşısında insanın varoluşu, insan varoluşunun halisliği (authentique) ve bu halis olmaya çağrı, özgürlüğü içinde insanın varoluşu, topluluk içinde kaybolmuş insanın, tek insanın kendisini bulması, kendi olması, doğruluk ve ahlaklılık karşısında sahici davranışı-tutumu; bütün bu sorunlar söz konusudur varoluşçuluk felsefesinde. Ayrıca "insan, evreni aşabilir mi aşamaz mı?" "aşarsa nereye dek varır bu aşma?" gibi sorunlar söz konusudur.

    Varoluşçuluk yirminci yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru Fransa’da ortaya çıktı. En önemli temsilcileri Martin Heidegger, Karl Jaspers, Jean-Paul Sartre, Gabriel Marcel ve Maurice Merleau-Ponty olmuştur. Felsefi bakımdan temelleri ise bunlardan önce Nietzsche ve Sören Aabye Kierkegaard gibi düşünürler tarafından atılmıştır.

    Varoluşçuluğu belirleyen temel özellik ve tavırlar şöyle sıralanabilir:

    1 Varoluşçuluk, herşeyden önce varoluşun hep tikel ve bireysel, yani benim ya da senin veya onun varoluşu olduğunu öne sürer. Bundan dolayı, o insanı mutlak ya da sonsuz bir tözün tezahürü olarak gören her tür öğretiye, gerçekliğin Tin, Akıl, Geist, Bilinç, İde ya da Ruh olarak varolduğunu öne süren idealizme karşı çıkar.

    2 Akım, varoluşun öncelikle bir varlık problemi, varoluşun kendi varlık tarzıyla ilgili bir problem olduğunu dile getirir ve varlığın anlamına ilişkin bir araştırmaya karşılık gelir. Bu çerçeve içinde, her tür bilimci, nesnel ve analitik yaklaşıma şiddetle karşı çıkan varoluşçuluk, özellikle varoluşun zamansal yapısına ilişkin analiz yoluyla, Varlığın genel anlamıyla ilgili bir öğreti, belli bir ontoloji üzerinde yoğunlaşır.

    3 Varoluşçuluğa göre, varlığa ilişkin araştırma, varolanın aralarından bir seçim yapmak durumunda olduğu çeşitli imkanlarla karşı karşıya gelmeyi gerektirir. Başka bir deyişle, varoluşçu felsefe, geleneksel felsefenin öne sürdüğü gibi, özün varoluştan önce değil de, varoluşun özden önce geldiğini öne sürer; insanın önce varolduğunu daha sonra kendisini tanımlayıp, özünü yarattığını 8dile getirir. Başka bir deyişle, varoluşçuluk, insanın dünyaya fırlatılmış bulunduğunu, dolayısıyla onun kendisini nasıl oluşturursa, öyle olacağını; insanın özünü kendisinin belirleyeceğini; bireysel insan varlığının sabit ya da değişmez, özsel bir doğası bulunmadığını öne sürer. Bu bağlamda her tür determinizm ya da zorunlulukçuluğa büyük bir güçle karşı çıkan varoluşçuluk, bireylerin mutlak bir irade özgürlüğüne sahip bulunduğunu, insanın özgürlüğe mahkum olduğunu ve olduğundan tümüyle farklı biri olabileceğini dile getirir.

    4 İnsana özünü oluşturma şansı veren bu imkanlar, onun şeylerle ve başka insanlarla olan ilişkileri tarafından yaratıldığı için, varoluş her zaman dünyadaki bir varlık olmak veya seçimi sınırlayan ya da koşullayan somut ve tarihsel olarak belirlenmiş bir durumda ortaya çıkmak durumundadır. Bu ise, varoluşçuluğun tekbenciliğe ve epistemolojik idealizmle taban tabana zıt bir felsefe akımı olduğu anlamına gelir.

    5 Varoluşçuluk, nesneden yola çıkan, varlıkla ilgili nesnel doğrulara ulaşmaya çalışan görüşlere karşı, özneden hareket ve öznel hakikatlerin önemini vurgular. Felsefenin, varlık ve tümeller gibi konularla uğraşıp, nesnelliği araması yerine, korkuyu, yabancılaşmayı, hiçlik duygusunu, insanlık halini ele alıp, öznelliğe yönelmesi gerektiğini; hakikatin tümüyle öznel olup, hiçbir soyutlamanın bireysel varoluşun gerçekliğini kavrayamayacağını ve ifade edemeyeceğini söyler.

    6 Varoluşçuluk, özellikle de hümanist ya da ateist boyutu içinde, evrenin akılla anlaşılabilir olan bir gelişme doğrultusu olmayıp, özü itibariyle saçma ve anlamsız olduğunu, evrenin rasyonel bir tarafı bulunmadığını, evrene anlamın insan tarafından verildiğini öne sürer.

    7 Böyle bir evrende, insanın hazır bulduğu ahlak kuralları olmadığından; varoluşçuluk, ahlaki ilkelerin, kendi eylemleri dışında, başka insanların eylemlerinden de sorumlu olan insan tarafından yaratıldığını savunur.

     

Yanlızca örnek amaclı bunları ekliyebildim. Saygılarımla

 

alıntıdır.

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

dopdory

dopdory resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  15.Tem.2009 Çar 10:59:37sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

Esasında internet kaynakları pek güvenilir olmuyo bu Felsefe ile alakadar bilgi için.Çeviriler genelde eksik olduğu,zaman zaman da yanlış olduğu için.O yüzden ziyadesiyle kendi bilgi birikimimi aktarmaya çalışıyorum.Türkçe sitelerden ilgili şahısların makaleleri ( yard doç,doç,prof gibi ) takip edilebilir.Ve bazı yabancı sitelerden (ingilizcesi iyi durumda olanlar) faydalanalabilir.İlgilenen var ise yardımcı olabilirim

 

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

joey

joey resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  15.Tem.2009 Çar 11:21:16sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
[QUOTE=·dopdory·]

Öncelikle teşekkür ederim Muckun açtığın başlıktan ötürü..

İlk çağda "arkhe" yi arayan felsefe,Atina ya adım attıktan sonra Antropolojik bir hal alır ve kavramları sorgulamaya başlar.İlk çağın doğa felsefesi bugün fizik bilimine öncülük etmiştir (Demokritos un "atom" kavramı örneği gibi) Atina dan sonra doğadan koparak hayatın her karesine işlemiştir.

Günümüzde kafamızı kurcalayan hangi soru yoktur ki,felsefenin cevabını aradığı bir soru olmasın.(Erdem nedir,Doğru nedir...)Zaten bir insan,bu soruları düşünmeksizin yaşıyorsa, pek de yaşadığını söyleyemeyiz.Asıl onun hayatı bomboştur!

Sokrates in savunmasında söylemiş olduğu söz gibi "Sorgulanmamış bir yaşam,yaşanmaya değmez" diyerek joey aslı user ın da yorumuna atıfta bulunmuş olayım.

Hangisi gerçek sorunun ?

Bu üstteki sorularmı yoksa yarın sabah dışarı çıkarken ne giyeceğinmi yada ay sonunda hangi tipi alayım sorusumu yada tatilde nereye gitsem daha iyi sorusumu yada ay sonundaki ödememi nasıl yaparım sorusumu . Soruları binlere çıkarabilirsiniz. Hangimiz geleceğini garantiye alabilecek konumdadır buna sabancı şirketide dahil tayyip erdoğanda dahil ?

Ya gelecek kaygısı olmayan bir vurdumduymaz olacaksın yada deli olacaksın günümüzde felsefe ile uğraşacaksan yada zuzu gibi öğretmeni olacaksın amacına ulaşmada felsefeye ihtiyacın olacak.birkaç şeyi biryerlerden okuyup başkalarının fikirlerini kendinize monte ederek  kendinizi dolduramaz ancak kandırırsınız .

Boşverin boş işleri hedeflerinizi yükseltin daracık bir alanda demogoji yaparak sadece  aynaya bakana kadar kendinizi iyi hissedersiniz aynaya bakınca gerçeklerle yüzyüze gelir sıradaki sorunla nasıl hesaplaşacağım dersiniz ama burda bunu söylemez 5-10 kişi okuyor beni nasılsa az daha demogoji yapayımda odalarda gezerken havam olsun dersiniz ancak. Neyse yeter bu kadar tekrar yazmayacağım peşime 3-5 satır daha yazarsanız priminizde ona göre yüksek olur hatta bellimi olur cc hükümetinde görev bile alabilirsiniz :)))

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

dopdory

dopdory resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  15.Tem.2009 Çar 13:30:58sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

Arkadaşım =)

Birinci olarak sen benim ne işle meşgul olduğumu bilmemektesin.Belki de ben de Felsefe öğretmeniyimdir.Olamaz mı

Ayrıca felsefenin bir etkinlik olduğunu hatırlatmak isterim.İlla pragmatist bir eda ile felsefeye yaklaşıyorsan o da senin sorunundur.Bence felsefeye yaklaşmaktaki amaç hayatı ve insanın kendisini anlamlandırmasıdır.

Ve insanları tanımadan haklarında yargıya varmamanı tavsiye ederim.Ajanlık dediğin statü ile hiç işim olmaz.Bu site benim için sohbet ve (forumsal açıdan) paylaşım aracıdır.Kimseyi koyun gibi gütme derdinde değilim

Olaya farklı açılardan bakıyoruz sanırım.Felsefe ile ilgilenmek istemiyorsan,felsefe ile ilgilenenlere ön yargıların varsa bu başlığa göz atmasaydın da olabilirdi.Zahmet edip okuyarak ( ya da sadece başlığa şöylece bir göz atarak ) bu tarz bir yorum yapmakla beraber demagojinin ne olduğunu bize uygulamalı gösterdiğin için de ayrıca teşekkür ederim

CC sohbet icin buraya
  Mesaj Ekle, arkadaş oyun sohbet icin cagir