CEHENNEMDEN NEYLE ÇIKILIR
Gelen sorular içinde iki tanesi bir hayli enteresandı;
Birinci soru şuydu:
-İnsanların bir kısmı niçin ebedî olarak cehennemde kalacak; oradan çıkıp cennete giremiyecek?
İkinci soru da şuydu:
-Bütün müslümanlar Allah’ın varlığından sözedip duruyorsunuz!. Hiç Allah’ı gören var mı insanlık tarihinde, ki buna biz de inanalım?
Önce şu gerçekleri vurgulayalım…
İstisnasız bütün insanlar mahşer denilen genel toplanma ortamından sonra cehennem diye adlandırılan ortama gireceklerdir… Bundan sonra iman sahipleri oradan çıkacaklar ve cennet ortamına geçecekler; imanı olmayanlar ise cehennem ortamında ebedî olarak kalacaklardır!. Yani cehennemden çıkıp cennet ortamına geçmek, kişinin ameline, çalışmalarına bağlı olmayıp; tamamiyle iman konusuyla ilgilidir!.
Cehennemde kalış süresi ile cennetteki mertebesi ise, tümüyle dünyada yaptığı fiillerine, çalışmalarına bağlıdır!.
Cennete girmek niçin imana bağlıdır?… Bunu açıklamaya çalışayım…
Bir kısım felç olayları vardır ki, bunlar tamamiyle psikolojik kökenlidir!. Bedende patalojik hiç bir problem olmamasına rağmen, kişi kendisinin felçli olduğunu ve bir daha asla yürüyemiyeceğini vehmederek; tekerlekli sandalyesinde cehennemini yaşar!. Hastalık hastası diyebileceğimiz kişiler kendilerini etki altında tutan vehim gücü yüzünden akıllarını yeterince değerlendiremez, çeşitli kaabiliyetlerini kullanamaz; ve böylelikle de hayatlarını ızdıraba dönüştüren cehennemden çıkamazlar!.
insan, hayatını cehenneme çeviren vehim gücünün üstesinden akılla gelemez!. Vehim kuvveti yani “yoku var sanıp, varı yok sayma” özelliğinin üstesinden gelecek olan insandaki güç akıl değil, imandır!. Vehim, akıl ve ona dayalı olan tefekkür mekanizması üzerinde rahatlıkla tasarruf ederken, fiilleri direkt yoldan etkileyen iman karşısında daima yenik düşer!. İşte bu yüzdendir ki “Dini” anlaması için akıllıya teklif yapılmış ve iman ederek yürümesi önerilmiştir!.
İnsanın, gerek dünya yaşamındaki cehennemî sürec, ve gerekse de ölümötesi yaşamındaki cehennemi, hep onda galip gelen vehim kuvvesinin sonucudur!. Bunun sona erdirilmesi ise yalnızca iman kuvvesi ile mümkündür!.
Bedeninde fiziki bir arıza olmadığı halde kendini felçli sanan kişi inanacağı kişiyi buldumu yürür!. Evhamlı kişi, iman edeceği insanla ya da bilgiyle karşılaşırsa ızdırabı sona erer..
En dar kapsamlı anlamıyla “Allah’a iman” da, kişiye karşılaştığı zorlukları, “Allah”a ait özelliklerin kendisine o konuda yardımcı olacağına ve kendisini o konuda selâmete çıkaracağına iman” sonucunu getirir!. Kişi bu iman ile kendisinde cehennem ortamından çıkacak gücü bulur!. İsterse zerre kadar imanı olsun!. Ama kişinin böyle bir imanı yoksa, kendisini bildiği güçlerinden ibaret sayıyorsa, “Allah”ı anlamamışsa ve iman etmemişse; özündeki Allah’a ait kuvvelerden mahrum kalacağı için” edediyyen cehennemden çıkamayacaktır!. İman etmediği için başkası da, kim olursa olsun ona bu konuda yardım edemiyecektir!. Aklı vehim gücünün etkisi altında olduğu için kendisinin asla yürüyemiyeceğini sanan kişi gibi!.
Yani ebedî olarak cehennemde kalacak olanlar, yaşamlarını yöneten vehim kuvvetinin etkisi altından kendilerini kurtarıp, iman etmeden yaşadıkları için sonsuza kadar cehennemde kalmaya mahkûm olmaktadırlar!.
Gelelim ikinci sorunun cevabına...
Bu soruyu soran kişinin yürüttüğü mantık şuydu;
Gözle görülmeyen şey yoktur!!!…
Allah denilen obje de gözle görülmediğine göre; öyle ise yoktur!. Madde dünyasının içini açtığımızda Allah’ı göremiyorsak, Allah yoktur ve biz onun varlığını kabul edemeyiz!!!.
Radyo programı sonunda sorulan bu soruya detaylı cevap verme imkânım olmadığı için onu şu soruyla cevapladım:
-Madde dünyasında Allah’ı göremediğinizi söyliyerek,“yok”luğuna hükmediyorsunuz..! Kullanmakta olduğunuz bu mantıkla bakmaya devam edersek… Operasyonla beynini açtığımızda içinde “akıl” ismiyle işaret edilen şeyi göremiyoruz!. Aklını göremediğimize göre, sizin akılsız biri kişi olduğunuza mı hüküm vermeliyiz?
Telefon kapandı!..
Bu soruyu soran kimsenin yanlışı şu idi…
Çeşitli yanlış bilgilerden oluşan düşünü dünyasında, ötede bir tanrı varsayıyor; ve ona müslümanların kullanmakta olduğu “Allah” ismini etiketliyordu!.. Pek çok “müslümanım” diyen gibi, Kur’ân-ı Kerîm’in açıkladığı “Allah” ismiyle işaret edilen varlıktan habersizdi!.
Kısacası, kafasında tahayyül ve tasavvur ettiği tanrısına “Allah” diyor; sonra da böyle saçma bir şeyin olamayacağına hükmederek, onun yokluğunu iddia ediyordu!.. Yani, hakkında hiç bir bilgisinin olmadığı şey değil, kendi varsaydığı tanrısı idi inkâr ettiği!.
Ve esefle söylemek gerekir ki, müslüman olmayanların veya kendini müslüman kabul edip de “Allah İsmiyle İşaret Edilen’i eleştirenlerin hepsi de, yalnızca kendi kafalarında varsaydıkları tanrılık vasıflı hayallerini dile getirmektedirler!.
“Allah” ismiyle işaret edilen ise bu gibi ilkel tanımlamalardan beridir!.
FARKINDA MIYIZ BUNLARIN
Bildiğimiz kadarıyla...
Adama para çıkmış piyangodan; aldığını yolda çaldırmış!.. Ne olacak?...
Haydan gelen huya gider!.. Emek, alınteri olmayan hayreder mi insana!..
"İslam Dini"ni anlamışlar ise, bu güzel sözü şöyle kullanmışlar:
"Hay"dan gelen "HÛ"ya gider!..
Yani, "Hay" ismiyle bildiğimiz Allah`tan gelen, gene "HÛ"ya, yani O"na gider!.. Demek isterler ki, "her şey O`ndan gelir ve gene O`na döner"!.
Orijinal söylenişindeki anlam ile günümüzde dönüştüğü mana ne kadar farklı değil mi?.. Tıpkı "İslam Dini" ile "Müslümanlık" arasındaki fark gibi!
Ya diğer bildiklerimiz?...
Niye "abdest" alınır?... De ki, temizlik olsun, diye!.
"Abdest" temizlik olsun amacıyla önerilmiş olsa; su bulamadığın zaman "teyemmüm" et, denerek adama yüzüne toprak sürdürülür mü?..
-Yavrum yüzün kirlenmiş, sular akmıyor, git yüzüne toprak sür de temizlen; mi dersiniz?...
Ciltteki hücrelerin, ozmoz yoluyla üstlerindeki suyu içine çektiğini çoğumuz ortaokuldan biliriz!.. Suyun, H2O olduğunu, bu yapısıyla da elektrik ihtiva ettiğini de!. Vücut denen organik fabrikanın, dışardan aldığı katı ve sıvı gıdaları analiz ederek bioelektrik enerjiye dönüştürdüğünü de biliriz belki!.
Ama, gene de "abdest"in vücudun bioelektrik enerjisini kısa yoldan arttırma amacıyla da önerilmiş olacağını hiç aklımıza getirmeyiz!. Ya teyemmüm?.
Ya bir bardak suyla, hattâ toprakla "abdest" alarak temizlenilir mi?..
"Abdest" temizlik için değilse... Allah Rasûlü pek çok zaman bir bardak kadar suyla "abdest" almışsa... Bu durumda "abdest" olayını nasıl değerlendirecek ve "Tâhir olmayanlar Kur`âna el sürmesinler" hükmünü nasıl anlayacağız!.
"Tâhir" kelimesinin zıddı Kur`ânı Kerimde "necis" kelimesidir.. "Necis" kelimesi de, "ŞİRK" kavramı için kullanılarak; "müşrikler necistir" hükmü verilmektedir!.
Demek ki, "ŞİRK", "necis" ise; bunun zıddı olan "tâhir"lik de "TEVHİD" ehlinin hâli ile alâkalıdır.. Bu durumda, Kur`ân-ı Kerîmdeki, "tâhir olmayan el sürmesin" uyarısının anlamı; abdestsiz olan mushafa yani Kur`an muhtevalı cilt ve sayfalara el sürmesin, anlamına değil...
"Tevhid" anlayışına ulaşmamış, şirkten arınmamış olanlar, Kur`anı anlamaya uğraşmasınlar; ondaki incelikleri kavrayamazlar; anlamınadır!..
Arınılması zorunlu kir, bedensel olan değil, düşünsel olandır!.
Düalizmle, "bir ben, bir de ötemde tanrı" anlayışıyla Kur`ân-ı Kerîmin sırrının anlaşılabilmesi asla mümkün olmaz! Çünkü bu da, "şirki hafî"dir!. Önce "tevhid"in ne olduğunu anlıyarak, "şirki hafî"den arınmak suretiyle "tevhid ehli" olmak gerekrir.. Ancak böylece "tâhir" olunup, Kur`ân anlaşılmaya başlanır... Kur`ân `ın anlaşılamamasının; ötedeki bir tanrının yanından elçiyle gönderdiği buyruklar kitabı gibi değerlendirilmesinin sebebi "düşünce boyutunda şirkten" yani "necislik"ten kurtulup, "tâhir" olamayışımızdır!. Aksi takdirde, gün boyu duş altında dursak, gene de "düşünsel tâhirliğe-arınmışlığa" kavuşamayız!... Secde edemeyiz!..
Secde mi..? Elbette secde!.. Çünkü tâhir olmayan, secde edemez elbette!.
Secde denince, bir sultanın önünde secde eder gibi; görünmeyen bir sultan olan tanrının huzurunda; ona saygı ifadesi olarak mı secde ediliyor sanıyoruz?.. Oysa bu "şirki hafi-gizli şirk"tir; ve de bunu yapan düşünsel taharete ermemiştir!
Acaba secdeyi, ötenizdeki bir tanrı için mi yapıyorsunuz; yoksa her an, her yerde ve dolayısıyla da varlığınızın her zerresindeki Allah`ın farkında olarak; O`nun özelliklerinin sizden açığa çıkışına "kulluk" etmek amacıyla mı?
Secdeyi, varlığını oluşturan Allah`ın güzel isimlerinin oluşturduğu mânâların; tesbih, tefekkür veya dua ederken, beyne giden çok yüksek kan dolayısıyla daha güçlü bir şekilde gelişmesini ve açığa çıkmasını temin etmek amacıyla mı!..
"Secdem yokluğumdur, ete kemiğe bürünmüş olarak görünen sensin... Ben, kelimesi ardında açığa çıkmaktasın sen"!... anlayışı mı secdeyle dile gelmekte; ve o anda beyne gelen kanla da, beyin bu konuda daha güçlü ilham alıp, bu manayı daha güçlü beyin dalgalarıyla sisteme yaymakta? Biz ya kendimizi iyi tanıyacak, kuvvetlerimizi bileceğiz; ya da hükmedenlerce güdüleceğiz!..
Hükmedenler hükmedecek; güdülenler de güdülecek!.. |