ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul


5 Mayıs 2024, Pazar 21:07   

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

En İyiler  Son Eklenenler       
sohbet forum basliklari  CC-Forum> Mühim Mevzular > Felsefe, Din, İçsel meseleler
forum sohbet oyun basliklari
   İSLAM (BÖLÜM 1)
 <<1 2>>
Mesaj Ekle, sohbet ve oyun icin cagir
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  6.Ağu.2009 Per 23:20:14      İSLAM (BÖLÜM 1)sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

İSLÂM`IN GERÇEKLERİ

Hepimizin kendine göre, az ya da çok Din hakkında bildiklerimiz vardır. Bunların çoğu, hatta belkide hepsi, araştırmaya dayanmayan, kulaktan dolma bilgilerdir. Acaba müslümanlığımız hakkındaki bu bilgilerimiz ne derece orijinal "İslâm Dini"yle uyum sağlamakta?

Allah nasib etmişse, Ramazan ayı boyunca sizlere bu sütunlarda "İslâm Dini" hakkında çeşitli bilgiler ve kişisel yorumlarımı aktaracağım. Bunların çok büyük bir kısmını belki de ilk defa okuyacak ve şaşıracaksınız!.

İslâm`ın orijinini tanıma yolunda 34 yıldır yapmış olduğum çalışmalar bana şunu kesinlikle farkettirmiştir ki, "genelde konuşulan müslümanlık" ile orijin kaynaklardaki "İslâm Dini" bir hayli farklı şeylerdir.

Kur`ân-ı Kerîm ve Hz. Muhammed Aleyhisselâm kökenli Din anlayışında, normal bir aklın reddedebileceği hiç bir unsur yoktur!.

Kulaktan dolma müslümanlık anlayışında ise akla, mantığa ve bilime ters pek çok şey mevcuttur; bunlar da orijinde olmayıp, daha sonrakilerin kendi anlayışlarına göre eklenmiş hususlardır!. Ve ne yazık ki bunların da faturası "İslâm Dini"ne çıkarılmaktadır.

"İslâm Dini" hakkında konuşanlar ana olarak iki topluluktur.. Çoğunluğun olduğu grup "kozalılar"dır.. Bunlar dün "koza"larındada hapistirler!. Din nakle inanmaktır, derler. Düşünmek ve araştırmak yasaktır!.. Bir de "koza"yı delenler vardır; yeniye açık, araştırıcı düşünürlerdir. "İslâm Dini"ni anlamaya çalışırlar!

Biz bu yazılarımızda, düşünüp araştırdığımız bazı gerçeklerden sözedeceğiz.

Kur`ân-ı Kerîm’in açıkladığı "ALLAH" kavramı ile, hangi din mensubu olursa olsun insanların inandıklarını söyledikleri "TANRI" kavramı birbirinden son derece ayrı anlamlar taşımaktadır.

İslâm adına bildirilen hükümler yukarıdaki bir TANRI`nın keyfekeder karakuşî hükümleri olmayıp; içinde yaşadığımız SİSTEMİ yaratan ALLAH`ın, insana bu sistemi açıklamasıyla ilgilidir.

İslâm Dini’nde anlatılan pek çok konunun çağdaş bilimle açıklanabilen temelleri ve gerekçeleri vardır; ki Ramazan ayı boyunca bunu açıklıyacağız.

Yeryüzünde yaşamakta olan hiç bir insanın, -peygamberliğini ilan etmediği sürece- Allah ADINA konuşma ve yargılama yetkisi olmaması sebebiyle, hiç birimizin bir diğerini ALLAH ADINA yargılama hakkı yoktur!

İnsan, içinde yaşadığı sistem gereği ve sonucu olarak, ne yaparsa onun sonuçlarıyla karşılaşacaktır!. Dolayısıyla insanın âcilen yaşamın gerçeğini farketmesi ve anlaması gerekir ki, zamanını ölümötesinde pişmanlık duymayacağı bir biçimde değerlendirsin.

Kur`ân-ı Kerîm, Allah`ın yaratmış olduğu sistem ve düzeni anlattığı içindir ki; içindeki her şeyin akla, mantığa ve bilime dayalı bir açıklaması, yorumu vardır.. Eğer biz bu alanda zaman zaman yetersiz kalıyorsak, bu anlatılanın mantığını ve sistemini çözemeyişimizdendir; o konunun mantıksızlığından değil.

Bu ilk yazımızda, öncelkle şu hususu kesinlikle belirtelim...

Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın, Kur`ân-ı Kerim’e dayalı olarak bize teklif ettiği tüm ibadetler bir paket olmayıp; herkesin elinden geldiği kadarını yapabileceği çalışmalardır!. Herkes, bunlardan yapabildiği kadarını yapar, karşılığını elde eder; yapamadıklarının da sonuçlarına katlanır!.

Diyelim ki, imkânlarınız elveriyor oruç tutabiliyorsunuz, fakat içinde bulunduğunuz şartlar dolayısıyla namaz kılamıyorsunuz... Sakın, namaz kılamıyorum, öyleyse oruç da tutmayayım, demeyin; ve böyle diyenlere kanmayın!. Elinizden ne kadarı geliyorsa, o kadarını uygulayın!. Evinizin bir köşesi yanarken, bırakmazsınız hepsi yansın!. Kurtarabildiğinizi kurtarmaya çalışırsınız!. Öyle ise ömür de hızla tükeniyor, o günün ne kadarını, neyle değerlendirebiliyorsanız öylece değerlendirmeye bakın.. Şayet bir hanımsanız, şartlarınız elvermiyorsa ve bu yüzden başınızı örtemiyorsanız, bu durum sizi kesinlikle oruçtan, namazdan ya da HAC`dan engellemesin!. Çünkü baş örtmemek ayrı şeydir; namaz, ORUÇ, HAC ayrı şeyler!.. Zira Kur`ân-ı Kerim’deki teklifler tekrar edelim bir paket program değildir; herkes bunlardan yapabildiği kadarını yapar!. Elbette ki en mükemmeli hepsini yapabilmektir; uygulayana mübarek olsun!

Bundan sonraki konumuz İslâm Dini`nde "ZORLAMANIN" olmayışı ve nedenleri

İSLÂM`DA ZORLAMA VAR MI

Basın Konseyi Başkanı ve Hürriyet Başyazarı Sayın Oktay Ekşi 15 Aralık 1995 Cuma Günki yazısında, İslâm Dini’nde zorlama olduğunu aşağıdaki metni kaynak göstererek iddiia ediyor:

Kaynak: Yeni Gündem Gazetesi sayı 43 sayfa 16-17; Yazan, Abdurrahman Dilipak; aynen alıntı, “İslâm çağımıza yanıt verebilir mi” Server Tanilli sayfa 210.

Metin şöyle:

“İslâm’ı, demokrasiyle, liberalizmle, rasyonalizmle açıklayamayız. İslam demokrat değildir, rasyonalist (akılcı) de değildir. İslam’ın kendi değerleri, ölçüleri vardır... Dinde zorlama yoktur, fakat İslam’da vardır. Bir insan bu sözleşmenin altını imzalamışsa (islâmiyeti kabul etmişse) ve bunlara uymuyorsa cezalandırılır... Meselâ başı açık gezemez müslüman kadın, alır cezalandırırsın. Müslüman olduğunu söyleyen kişi oruç yiyemez. Her çocuk 18 yaşına gelince (yani reşit olunca) dinden çıkabilir. Ama bu insan, bu hakkıyla ilgili süre geçtikten sonra dinden çıkarsa öldürülür.”

Bize göre, "İslâm Dini"ni eleştiren Sayın Ekşi ve gerekse diğer yazarların yapagelmekte oldukları en önemli hata, orijinal değer ve hükümleriyle "İslâm Dini"ni bilmemeleri; kulaktan dolma, çevreden gelme lâflara göre hüküm vererek “İslâm böyledir” demeleridir!.

İslâm’ın orijinal Kitabının hükmüne göre “DİNİN UYGULANMASINDA ZORLAMAYA YER YOKTUR”!.. Âyetteki "İKRAH" yani zorlama kelimesi, “FİDDİYN” ifadesiyle bütünleşerek DİNİN UYGULANMASIYLA alâkalı olduğunu vurgulamaktadır!... Bunun, DİNE GİRMESİ için kişiye zorlama yapılmaz, ama girmişse zorlama yapılır, diye çarpıtılması "Din’deki SİSTEMİN" anlaşılamamasından ileri gelir!.

Kur`ân hükmüne göre, hiç kimseye, din içinde, yani kuralları uygulaması amaciyla zorlama yapılamaz!.

Niçin?

"İslâm Dini"ne göre insanlardan istenen ilk husus içtenlikli olmaları, ihlâslı olmaları; yapacaklarını içlerinden geldiği için yapmaları; kesinlikle gösteriş ve riya için bir fiili ortaya koymamalarıdır. "İslâm"ın ilk karşı olduğu şey münafıklık yani ikiyüzlülük, yani içi başka olduğu halde, herhangi bir sebeple dışardan inandığının aksine davranış ortaya koymaktır!. Yani, içi kabul etmediği halde zorlama yüzünden bir kişinin namaz kılıyor veya oruç tutuyor ya da başını örtüyor olması onu imanlı yapmaz; aksine münafık sınıfına sokar!.

Şayet bu kişinin en azından belli bir imanı varsa ve buna karşın da bazı fiillleri ortaya koyamıyorsa; bu kişi en azından imansız degildir!..

Ama biz onu istemediği fiillere zorlarsak, o da zor yüzünden bu fiilleri yapmak zorunda kalırsa; bu defa biz onu münafıklığa itmiş, bunun vebâlini de yüklenmiş oluruz. Yani, az da olsa imanlı bir insanı, imandan çıkartıp münafık durumuna sokmuş oluruz; bunun vebâlinin de altından kalkamayız!.

Bu sebepledir ki, DİNİN UYGULANMASINDA ZORLAMA YOKTUR, Kur`ân hükmünce.. "İslâm Dini"nin sistemini anlayan kimse de başkasını zorlamaz!

"İslâm Dini"ni eleştirenlerin ve "İslâm Dini"ni anlatanların öncelikle şu hususu çok iyi kavramaları gerekir..

"İslâm Dini"nin temel esaslarına göre, -sonrakilerin zanlarına göre koydukları hükümlere göre değil-; Kur`ân ’daki bütün teklifler zorlayıcı olmayıp, kişinin kendi arzusuna bırakılmıştır... Kişi, bunların dilediği kadarını uygular ve karşılığını alır; yapmayıp ihmal ettiklerinin sonucuna da ölümötesi yaşamda katlanmak zorunda kalır!.

Dünya; uygulama alanı, ölümötesi yaşam da yapılanların sonuçlarıyla karşılaşılma ortamıdır!.

"İkrah" yani zorlamanın "İslâm Dini"nde olmayışını; insanları bu konuda zorlamanın kesinlikle Dine uygun bir davranış olmadığını bakın değerli müfessir Elmalılı Hamdi Yazır ünlü tefsiri "Hak Dini Kur`ân Dili"nde nasıl açıklıyor:

"Dinin mevzuu ef`âli ıztırariye (zorlamalı fiiller) değil; ef`âli ihtiyarîyedir (kişinin kendi dileğiyle).. Bunun için ef`âli ihtiyarîden birisi olan ikrah, dinde menhîdir (yasaktır).

Belki âlemde ikrah bulunabilir, amma Dinde, Dinin hükmünde, Dinin dairesinde olmaz veya olmamalıdır. Dinin şanı ikrah etmek değil, belki ikrahtan korumaktır.

Binaenaleyh Dini islâmın bihakkın hâkim olduğu yerde ikrah (zorlama) bulunmaz ve bulunmamalıdır!.. Şu halde Din, ikrah ediniz demez; ikrah meşru ve muteber olmaz!.

İkrah ile vâki olan amelde dinin va`dettiği sevap bulunmaz; rıza ve hüsni niyyet bulunmayınca hiç bir amel ibadet olmaz!.

Ameller niyete göre değerlenir!.. Metalibi diniyyenin hepsi ikrahsız, hüsni niyyet ve rıza ile yapılmalıdır..

İkrah (zorlama) ile itikad mümkün değil; ikrah ile kılınan namaz, namaz değil; oruç keza; hacc keza ilah...

Bundan başka, bir kimsenin diğerine tecavüz edip de herhangi bir işi ikrah ile yaptırması da câiz değildir; hasılı, hükmi islâm altında herkes vazifesini bilihtiyar yapmalı, iKRAHSIZ YAŞAMALIDIR!." (c:1; s:860-861)

İşte bu yüzdendir ki kimsenin kimseye Dini bir kuralı zorla uygulatma görevi ve hakkı yoktur!. Aksine davranışlar, insanlara tahakküm etmek isteyen kişilerin bu arzularına dini âlet etmeleriyle alâkalı olup; bu bakış açısının "İSLAM Dini" ile ilgisi yoktur!.

Bu konuyu daha iyi anlamak için isterseniz olayın temel mantalitesine bir bakalım.. "İslam Dini" ölümötesi yaşamı haber veriyor...

Ya yoksa?... Ya varsa!.

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:00:51sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

YA YOKSA..? YA VARSA..!

Şahı velâyet, ilmin kapısı Hazreti Âli, bir gün ölümötesi yaşam gerçeğini farketmiyen, bu yüzden de inanmayan bir kişiyle fikir alışverişinde bulunur... Aralarında şu anlamda bir konuşma geçer...

"-Ölüm sonrasında devam edegiden bir hayat ya yoksa?... Senin bu kıldığın namazlar ve tuttuğun oruçlar, yaptığın ibadetler hepsi boşa çıkmayacak mı?..

Hazreti Âli cevap verir:

-Ölümötesinde devam edegiden hayat ya varsa..? O zaman senin hâlin ne olacak, o ortama kendini hazırlamadığın için!. Eğer senin sandığın gibi ölümötesi yaşam yoksa, benim bunları yapmaktan bir kaybım olmaz!. Ama benim inandığım şekilde ölümötesinde yaşam devam ediyorsa, bundan kesin olarak kazançlı çıkacak taraf da ben olacağım!. Sen ise, böyle bir yaşam olasılığını değerlendirmeyip; gerekli çalışmaları yapmadığın için sonsuza dek perişan olup; azap ve sıkıntılardan kurtulamayacaksın!"

Akılsız bir insan, sırf o anlık zevk ve duyguları için, elindeki her şeyi kumara yatırabilir... Kaybettiğinin acısını ise dünyada yaşadığı kadar çeker!.. O acı da, ilk anda şiddetlidir; zaman içinde unutulur gider.. Ama ne kadar akılsız olursa olsun bir insanın, ölümötesi sonsuz geleceğini, kısa süreli geçici zevkler için kumar masasına koyup; "ya yoksa..?" diyerek kaybetmeyi göze alması kesinlikle mantıklı olmaz!. Zirâ, "ya varsa!..."

Hele hele, "canım bir ölümü tadalım da, yaşam devam ediyorsa o zaman gerekli tedbiri alırım" fikri tam bir ahmaklık ifadesidir!..insansı davranışıdır!..

Çünkü Allah Rasûlü tarafından açıklanıyor ki;

"Ölüm anından itibaren artık yapılabilecek hiç bir şey kalmamıştır!.. Kişi ancak bu dünyada yaşarken, bir takım çalışmalar yapma şansına sahiptir.. Dünya yaşamı süresince namaz, oruç, hac ve diğer tekliflerin ihtiva ettiği ibadetler sözkonusudur... Ölüm sonrasında ne namaz vardır kılınacak, ne oruç vardır tutulacak, ne hac vardır arınılacak!."

Bunlar, şu anda uygulanıp, beyin tarafından ruha yüklenirse; kişi, ölümötesinde, ruhuna yüklenmiş bu kuvvetlerin yararını ebeden görür!.

Beden ve beyin ortadan kalktıktan sonra, ruhun bunları yaparak getirisine elde etmesi diye bir şey kesinlikle sözkonusu değildir!. Bu nedenle de kişinin, ölelim de ondan sonra hayat varsa o zaman birşeyler yaparız, demesi kadar büyük bir yanılgı olamaz!.

"İslâm Dini"ni araştırmak, onun bize açıkladığı SİSTEMİ ve DÜZENİ kavramak, vurgulanan gerçeklerin hakikaten evrensel geçerliliğini farketmek, bir insan için en büyük nimettir.. Çünkü bu kavrayış onun tüm yaşamına yeni bir bakış getirecek; yaşam değerlerini ölümötesi gerçekler doğrultusunda yeni baştan gözden geçirmesini sağlayacaktır...

"İslâm Dini"ni, O`nun bize farkettirmeye çalıştığı SİSTEM ve DÜZENİ anlamamak ise tüm yaşamımızı yanlış değerlendirmeye sebep olacak; bu yüzden ölümötesi yaşama hakkıyla hazırlanamayacak; bunun da ötesinde, ÖZÜMÜZDEKİ ALLAH`tan gafil ve ebeden perdelenmiş olarak, göktanrı varsayımları içinde ömür tüketip sonsuza dek pişmanları oynayacağız!.

Uzunca bir ömür gibi geliyor 70 yıl!. Dünya senesine göre... Güneşin galaksi merkezi çevresindeki bir turu-yılı ise 255 milyon sene!. Ölümle, dünya ve madde boyutu gözümüzden kaybolup, âhırete intikal ettiğimiz anda, güneş zaman boyutuna tâbi olacağız; ve bu boyuta göre de dünyada yalnızca 8.6 saniye geçirdiğimizi farkedeceğiz!. Sonra yüzmilyonlar, milyarlarca sene sürecek yaşam boyutları ve şartları!.. Bir yanda, 70 yıl yaşadım sanarak dünyada geçirmiş olduğunuz 8.6 saniye; diğer yanda önünüzdeki milyarlarca senelik yaşam boyutu!.

Hâlâ bunları anlamıyor, düşünemiyor; ölümötesi sonsuz diye tanımlanan yaşamınızı kendi ellerinizle perişan etmek istiyorsanız, elbette yaşamınızı cehennem etme özgürlüğünüz vardır... Ve bu da sizin hakkınızdır!..

Allah, kesinlikle kullarına zulmetmez!..

İnsanlar tercihlerinin sonucunu ya yaşarlar ya da katlanırlar!

"İSLÂM DİNİ"ni, müslümanlığa bakarak dikkate almamanın diyeti pek pahalıdır!

Varoluş koşullarımızdaki SİSTEMİ çok iyi farkedelim.. "EŞİT" miyiz?

ÇOK Bİ EŞİTİZ

Lûtfen, gerçekçi bir şekilde düşünüp şu soruların cevabını verin...

Evrende, günümüz biliminin tesbitlerine göre mevcut olan, bir milyarı aşkın galaksi içinde; "Samanyolu" isimli bu galakside varolmayı siz mi tercih ettiniz?.. Bu sizin isteğiniz mi?...

"Samanyolu" adlı, son bulgulara göre 400 milyar yıldızdan oluşan birikimin, merkezden 32 bin ışık yılı uzaklığındaki bir kıyısında, "Güneş" adlı bir sistemde varolmak dahi sizin seçiminiz veya tercihiniz miydi?... Efendim?...

"Güneş" sistemi içinde, Güneş`ten 1 milyon 303 bin defa küçük "Dünya" adlı uyduda, "insan" türünden olarak varolmak da mı sizin tercihiniz değil?...

Yoksa bulunduğunuz kıta, ülkeyi de mi siz seçmediniz!?...

Öyle ise, içinden geldiğiniz ırkı, nesli, milleti siz seçtiniz..?

Artık, ana veya babanızı, aile ortam ve şartlarını da seçmediğinizi, size bunun dahi hiç sorulmadığını, söylemeyin bana!..

Öyle ise, Erkek ya da kadın bedeniyle bu dünya üzerinde boy göstermek artık sizin tercihiniz olmalı!.. Ne, o da mı değil!..

Peki bu durumda şunu soralım kendimize...insanlar, ellerinde olmayan şeyler yüzünden, kınanır, hor ve küçük görülür, dışlanır ya da suçlanabilir mi?

Bu durumda biz, insanlar arasında ırkları; renkleri; yetişme tarzlarından gelen din anlayışları; dilleri gibi doğmatik özelliklerinden dolayı ayırım yapabilir miyiz? Bu akla, mantığa, insafa sığar mı?..

İnsanların bu gerekçelerle birbirlerine baskı uygulaması "İslâm Dini"ne de aykırıdır; "kimse kapasitesinin dışından sorumlu değildir" hükmünce; insanlık şuuru ve aklına da!.. Eğer böyle bir bakış yanlışı varsa, demek ki bu bakış açısı bir daha sorgulanmalıdır!

Gelelim yaşam yarışındaki "eşit"liğe...

Yarışın, eşit şartlarda olması için, önce başlangıcın eşit olması gereklidir!. Peki biz, yaşam yarışına, eşit şartlarda mı başlıyoruz?...

Sen, deha bir baba, bilgin bir anneden doğuyorsun, genetiği ilim irfan yüklü; ben saf iyiniyetli, kendi halinde; yarını düşünemeyip, o gün karnını doyurmaya çalışan gariban bir çiftten dünyaya geliyorum, genetik yoksulu!.

Sen, zengin bir aileden dünyaya geliyorsun; kahvaltısını New York`ta akşam yemeğini Tokyo`da yiyen; ben garip bir aileden merhaba demişim dünya günlerine, altı yamalı pabuç giyip, taksiye binme lüksü olan!.

Sen, Dünya güzeli bir annenin ve dünya yakışıklısı bir babanın ürünüsün; bense Nasreddin Hoca`nın "bana görünme de kime görünürsen görün" dediği gibi bir ana ile işte öylesine bir babanın karışımı!.

Sen iki cihan Efendisinin sulbünden gelmişin; bense Molla Kasım`ın!..

Ve biz "EŞİT"iz; öyle mi?... "EŞİT" başladığımız bu hayat yarışında, "EŞİT" şartlarda yaşıyor; "EŞİT" şartlarla karşılaşıyor; "EŞİT" muamele görüyor; "EŞİT" şartlarda ayrılıyoruz dünyadan; bu kadar "EŞİT"likten sonra!.. Ama ne "EŞİT"lik!

BEN DİLEDİĞİMİ YAPARIM", diyen; ve kendinden gayrı mevcut olmayan "ALLAH"!..

Ve O`nun takdirine, hükmüne, dileğine mutlak olarak bağımlı; her şeyini, O`ndan almış; O`nun, ilim ve kudreti, yaratıcılığı önünde, dünyada bir "hiç" olan ben; ve gibiler!..

"ADALET", O`nun, hangi amaçla yarattıysa, o amaca uygun olarak birime hakkettiğini vermesinin; dildeki adı!..

Para ve etiketin çıplak ya da giyimli bir biçimde, acımasızca insanlara hükmettiği dünya yaşantısı!... Aslanın pençe ve dişleri arasındaki ceylan; insanın ağzında dişleri arasinda kuzu ya da tavuk; zenginin elleri arasında insafına kalmış fakir!..

Ve de Allah Rasûlü’nün duyurduğu ölümötesi yaşam gerçeği ile; insanların ne tür çalışmalar yaparsa, ölümötesinde onun sonuçlarıyla karşılaşacağı yolundaki, evrensel sistem ve düzene dayalı "İslâm Dini" gerçeği!..

Olmuşun kavgasını bırakıp da, oldurabileceklerimizle zamanımızı değerlendirsek; daha iyi olmaz mı dersiniz?.. Hele bunu bir düşünelim ciddi ciddi!..

Niye ve kime ibadet etmek zorundayız acaba?

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:01:56sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

İBADETLER NİÇİN TEKLİF EDİLMİŞTİR

Hemen hepimizin küçük yaşlardan duyduğu şu klişe ifade güçlü bir şekilde beyinlerimizde yer etmiştir:

"ALLAH`ın senin ibadetlerine ihtiyacı yoktur!. Her ne yaparsan kendin için yapmak zorundasın!.."

Şu çok basit ifade, gerçekte, çok muazzam bir gerçeğin; "İslam Dini"nin açıkladığı Allah`ın yaratış SİSTEM ve DÜZENİNİN, en basite indirgenerek anlayışımıza yansıtılmak isteniş formülüdür!.. Ne var ki, maâlesef biz bu gerçeği hiç bir zaman farketmemişizdir!.

Allah`ın bizim ibadetimize ihtiyacı yoksa, niçin ibadet etmeliyiz?...ibadete neden ihtiyacımız var?.. Niçin namaz, oruç, hac ve diğerleri?...

İnanın, bütün insanlar için, en âcil olarak farkedilmesi zorunlu konu budur!.

Biz, yanlış bir bilgilenme sonucu olarak, sanıyoruz ki bütün bu çalışmaları, yukarıda ötelerde bir yerde oturmakta olan TANRI`nın gönlünü hoş edip, onun rızasını kazanıp, bizi cennnetine sokması, ya da kafası kızıp cehennemine atmaması için yapmalıyız!!!.

Oysa, ne ötelerde bir yerde oturup, bizi sınayan ve sonunda da hoşuna gitmezsek cehennemine atacak olan Tanrı var; ne de kandırabilirsek cennetine sokacak ilâh!.

Düşünün ki İslam adına ilk bize öğretilen şey Kelime-i TEVHİD`dir; ve üzücüdür ki onun gerçek anlamının dahi farkında değiliz!.

"Lâ ilâhe illallah" sözünü "Allah`tan başka tapılacak tanrı yoktur" diye derinliğine ve sonuçları düşünülmeden çevrildiği için, "Allah`ın tapılacak tek tanrı" olduğunu varsayıyoruz..

Oysa Kelime-i Tevhid`in gerçek anlamı şudur:

"Tanrı yoktur sadece Allah vardır"!.

Yani, Hz. Muhammed Aleyhisselâm biz şu gerçeği farkettirmeye çalışmıştır:

Tapınılacak ve birşeyler umulacak bir tanrı kavramı geçerli değildir; sadece Allah vardır!.

İşte gelmiş geçmiş bütün tasavvuf ehli kişiler, bu gerçekten yola çıkarak o yüce mertebelere ermişlerdir. Mevlâna Celâleddin`den Hacı Bektaş Velî`ye,imam Caferi Sâdık`tan Abdülkâdir Geylanî`ye kadar!..

Hakikat erenleri, Allah`ı ötelerinde bir tanrı sanma gafletinden kurtulmuşlar; her şeyin Allah`ın takdiriyle kendi esmâsından meydana gelmiş olduğunu farketmişler; yaradılmışa sevgi ve hizmetin Yaratana olduğunu hissederek yaşamışlardır!. Halka hizmetin Hakka hizmet olması da bu mânâ yönündendir.

Allah, her şeyi, takdiriyle, kendi esmâsından yarattığına göre; yaşadığımız âlemdeki tüm doğa düzeni ve kanunlar gerçekte “Allah düzeni ve sistemi”dir!.

Öyle ise farketmeliyiz ki, ne kadar içinde yaşadığımız sistemi ve düzeni anlayabilirsek, o oranda Allah nizâmını tanımış oluruz.

Allah, ezelde, içinde yaşamakta olduğumuz bu sistemi ve düzeni yaratmış, şartlarını oluşturmuş; bundan sonra da bize Nebi ve Rasûlleri aracılığı ile neler yaparsak nelerle karşılaşacağımız hakkında bilgi eriştirmiştir!.

Bizim için bugün iki yol vardır önümüzde, gelecekte pişmanlık duymamak için;

 1.Allah Rasûlü’nün neler getirdiğini, niye bunları getirdiğini çok iyi anlayarak yaşamımıza buna göre yön vermek... Ya da...

2.Allah Rasûlü’nün dediklerinin hikmetini hiç anlamadan, körü körüne, uygulayarak kendimizi yarına hazırlamak.

Evet, farketmeliyiz ki, "İslâm Dini"nde ibadet adı verilen çalışmalar, ötedeki bir tanrıya yaranmak amacıyla teklif edilmemiş olup; tamamiyle Allah`ın yaratmış olduğu bu sistemin işleyişi dolayısıyla öngörülmüş çalışmalardır..

Alınan gıdalar nasıl vücudun ihtiyacını karşılama amacına dönükse, bir tanrının hoşuna gitmek gayesine yönelik değilse; tesbitlerimize göre ibadet adı verilen çalışmalar da aynı şekilde, beyin kapasitesinin gelişmesi, ruhun güçlenmesi ve kişinin ölümötesi yaşama hazırlanması amacına dönüktür!. Ya bu çalışmalarla kendinizi ölümötesi yaşam koşullarına hazırlarsınız; ya da ne gerekçeyle olursa olsun bunu ihmal eder, sonuçlarına katlanırsınız!"TANRI ve tanrılık anlayışının geçersiz olduğunu farketmek inanın ki yaşamımızın en önemli gerçeğidir!.

TANRI YOKTUR, "ALLAH" VARDIR

Genel anlamda, duyduğumuz kadarıyla zikir, o ötedeki tanrının isimlerini anarak onun gözüne girmek içindir!..

Acaba gerçekten öyle mi?..

Bu konunun gerçeğini anlıyabilmek için, önce zikredilen varlığın kim ve ne olduğunu iyi anlamalıyız...

"TANRI"yı mı zİkretmeliyiz, "ALLAH"ı mı?... Çoğunluk, burada doğal olarak şu soruyu soracaktır:

-Ne farkı var ki?.. Ha tanrı ha Allah!.. Hepsi de bir!. Biz Türkler Allah`a Tanrı ismini vermişiz!. Tanrı uludur!..Hayır!.. Tanrı ulu değildir!.. Tanrı yoktur!. Tanrılık kavramı geçersizdir!.

Kime göre bu böyledir?..

"İslâm Dini"ne ve bu "Dini" anlatan Kutsal Kitap Kur`ân-ı Kerîm’e göre!..Allah Rasûlü Muhammed Mustafa Aleyhisselâm’a göre!.

12. baskısı yayınlanan "İNSAN ve SIRLARI" ile gene 13. baskısı yayınlanan "Hz. MUHAMMEDİN açıkladığı ALLAH" isimli kitaplarımızda öncelikle "Tanrı" kavramı ile "ALLAH" kavramı arasındaki son derece önemli fark üzerinde detayları ile durup; "ALLAH" kavramına dayalı olarak mevcud olan "İSLÂM Dini"ni açıklamağa çalıştık!."Tanrı" kavramı ile "ALLAH" isminin işaret ettiği mânâ arasındaki anlam farkını anlamadığı sürece, hiç kimse "İslâm Dini"nin ne olduğunu ve niye gelmiş olduğunu anlıyamaz!.. Bu yüzden de "DİN" olayını yanlış değerlendirir!. Ayrıca "İslâm Dini"nde teklif edilen çalışmaların -ibadetlerin- hangi gerekçeyle insanlara önerildiğini de kavrayamaz!.

Öyle ise öncelikle "Tanrı" sözcüğünden anlaşılan kavram ile, "ALLAH" ismiyle işaret edilen anlam arasındaki farkı çok iyi idrak etmek zorundayız!."TANRI" ismi bize neyi anlatır?..

Benim, senin, yaşadığımız bu varlığın ötesinde; bu varlığı dıştan gelen bir biçimde yaratan; öteden bizi seyredip, hakkımızda hüküm verecek olan; sonra da bizi cehennemine atacak ya da cennetine sokacak bir varlık!?..

İnsanların çoğu ile; "Din"in kelimelerinde, dış anlamlarında, mecâzında kalmış din adamlarının hepsi "tanrı"ya inanır, onu savunur ve onun adına insanları yönetmeye kalkar!.. Akıl-izan sahipleri de böyle bir şeyin olamıyacağını idrak ettikleri için tanrıya inanmazlar ve din adamlarına da kulaklarını tıkarlar!.

"ALLAH" kavramına dayalı "Din" anlayışı ise, bütün tasavvuf ehli ve evliyâ tarafından paylaşılan bir gerçektir!. Ne yazık ki, insanların pek azı bu gerçeği farketmiştir!.

Bu gerçeği açıklayan Kur`ân-ı Kerîm’e göre, "Allah", evreni ve varolarak algılanan her şeyi, kendi ilminde, kendi kudretiyle ve kendi güzel isimlerinin özellikleriyle yaratmıştır..

Bu sebebledir ki, doğa kanunları ve evrensel düzen dediğimiz şey, gerçekte ALLAH DÜZEN ve SİSTEMİ`nden başka birşey değildir!. Bu gerçek nedeniyle de, insan, ötesinde bir tanrıya tapınmak yerine; ÖZÜNDEKİ "ALLAH"ı farketmek ve ötesindekine değil, özündekine yönelmek zorundadır!.

Gelmiş geçmiş bütün evliyâ, insanları, "ALLAH" kavramına dayalı din anlayışına ve bunun sonucunda oluşacak "haşyet" hâline yönlendirmek isterken; işin şeklinde kalan din adamları da ötedeki bir tanrı kavramıyla olayı anlatıp, insanları ondan "korkutarak" hükümranlık tesis etmeye çalışmışlardır!..

Şu anda bizim ÖTEMİZDE, bizi seyredip, yaptıklarımıza göre hakkımızda bir karara varacak; buna göre de bizi cehennemine atacak ya da cennetine sokacak bir "tanrı"dan sözetmemektedir Kur`ân ve Hz. Muhammmed Aleyhisselâm!.

Aksine, Hepimizin ÖZÜNDE olan ve "Hakikat"ını oluşturan bir "ALLAH"tan bahsetmektedir Kutsal Kitabımız ve Allah Rasûlü!.

İşte bu yüzdendir ki birinin gıybetini yapan, onu aldatan, ya da ona kötülük yapan, hakkını gasbeden; gerçekte onun "hakikat"ı olan "ALLAH"a yapmıştır bu davranışı!...

Ve bu yüzden demiştir ki Allah Rasûlü:

 -İnsanlara şükretmeyen Allah`a şükretmiş olmaz!..Yani muhatabın, hayâlinde yarattığın ötendeki "tanrı" değil; algıladığın her şeyin özü olan "ALLAH"tır!. Bunu farketmedikçe, "İSLÂM DİNİ"nin yüceliğini anlayamayız!.. Öyle ise "Allah"a " erkek tanrı" denir mi hiç?

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:06:20sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

"HU", HE`YE DÖNERSE

Bu bölümde gerek Kur`àn ve gerekse dini yayınların İngilizce ve Almanca çevirileri sırasında yapılmış olan çok önemli bir yanlışa dikkat çekmek istiyorum.

Bilindiği üzere, Kur`ân-ı Kerim’de geçen "" kelimesi dilimize "O" olarak çevrilir.

"O" zamiri dilimizde, üçüncü bir varlığa, işaret eder; ve bu anlamda kadın-erkek veya cansız ayırımı yoktur.

Biz üçüncü bir birim için, ister kadın ister erkek; ister canlı, ister cansız; ne olursa olsun hep "O" kelimesini kullanırız..

Oysa, Türkçe’deki "O" kelimesinin İngilizce`de karşılığı üç ayrı kelimedir... Üçüncü şahıs erkek birim için "HE"; üçüncü şahıs dişi birim için "SHE"; üçüncü cansız birim için de "İT" kelimeleri kullanılır.

Dilimizde yanlış kullanılan bir terim vardır, “Tanrı-Baba”!. Bu bize İsevî’likten geçmiştir.. Onlar için “bir tanrı vardır göklerde-erkek”, ki O İsa aleyhisselâm’ın babası! Oysa diğer bölümlerde elimden geldiğince açıklamaya çalıştığım üzere “Allah” ismiyle işaret edilen varlık “ötedeki erkek-baba” değildir!.

Düşünmeye çalışalım… “Ben” dediğimiz özümüzü farketmeye çalışalım…

Maddenin özüne yönelip “zoom”lama yapalım!. Molekül-atom-nötron-nötrino-kuark-kuanta boyutlarına inip, düşünebildiğimiz her şeyi parçacık-dalga boyutunda hissetmeye zorlayalım kendimizi… İşte bu yaptığımız, bir boyutsal “zoom”lama veya “mi’râc”dır!.

İşte Arapça’daki “” kelimesi, varlığın özündeki bir boyutsal öteliğe işaret eder; niteliksiz ve niceliksiz bir yolla!.

Şimdi bir bu anlattığım mânâyı düşünün, bir de İngilizce’deki üçüncü erkek şahsa işaret eden “HE” kelimesinin anlamını!… Ve üstüne üstlük, “” kelimesinin işaret ettiği mânânın, insanların “HE” kelimesinden anladığına dönüştürülmesiyle ortaya çıkan kavram kargaşasına!.

Evrensel boyutlu “TEK”lik noktası olarak algılanması istenene işaret eden “”nun, cinsiyetli bir tanrı olarak algılanması ne derece doğruya yakın olabilir?

Soyutluğun ardındaki somut olarak işaret edilen erkek-baba tanrı anlayışı ile, gerçekte, sonsuz-sınırsız diye tanımlanmaktan dahi beri olan ne kadar bağdaştırılabilir?

Hele şunu farkedelim ki…

Bize göre sonsuz olan evren, bir anda, “nokta”dan varolmuş bir açı, “<”!.

Sonsuzluk düzleminde, bir noktadan meydana gelmiş bir “<” -açı-!..

Evren” kelimesiyle ya da “evren içre evrenler” tanımlamasıyla anlattığımız her şey bu açıda -“<”- yer almakta!..

Bu “<” açı ve dayandığı “nokta” ise, anlarından bir andaki yaratışı “HU”nun!.. Sayısız “an”lardaki, sayısız “nokta”lardan, yalnızca bir “an”daki bir “nokta”dan yaratılmış “evren içre evrenler”den birindeyiz!.

İnsân-ı kâmil” ya da “Hakikat-ı Muhammedî” isimleriyle işaret edilen ise o “nokta”dan varolan varlık!

NOKTA” ise bir “nükte”!..

Sayısız “nokta”ların Hâlik”i olup; “nokta”lar indinde “nükte” olan “HÛ”!…

İlminde “nokta”dan yarattıklarını, hayal hammaddesiyle var kılan “HÛ”!…

Ve bütün bunlardan “GANΔ olana işaret eden, “”!..

İşte “HU” ismiyle işaret edilip, müslümanların farketmesi istenen Hakikat!…

İşte, “HE” kelimesiyle işaret edilen Kur’ân tercümelerindeki erkek-baba tanrı kavramı!..

” kelimesinin anlamının “HE”ye dönüştürüldüğü Kur’ân tercümeleriyle…

Ötede bir tanrı’dan sözediyormuşçasına anlaşılan Kur’ân meâlleriyle, insanların İslam Dini’ni anlaması fevkâlâde zordur!..

İslâm Dini’ni anlamak ve bilinçli olarak tasdik etmek istiyorsak, öncelikle bu gibi kelimelerin işaret ettiği anlamları iyi anlamalıyız!.

ALLAH`A "TANRI" DENİR Mİ

Bu konuda ilmi olmayıp, kulaktan dolma asılsız verilerle "Din" hakkında hüküm veren bilgisizler topluluğu, her iki sözcüğün de aynı anlama geldiğini sanıp, akılları sıra biraz da sanki milliyetçilikle ilgili sanarak, "Allah" ismi yerine "Tanrı" sözcüğünü kullanmaktadırlar..

Oysa, dünkü yazımızda "Tanrı" sözcüğünün işaret ettiği kavram ile "Allah" isminin işaret ettiği anlamın, birbirinden tamamiyle ayrı manâlara işaret ettiğini anlatmaya çalışmıştım. Manaları birbirinden tamamiyle ayrı iki sözcük!..

Bu konuya Türkiye`de yaşamış çok değerli bir Kur`ân tefsircisinin satırlarıyla açıklık getirelim.. 1940`larda yazılmış en kapsamlı ve detaylı Kur`ân tefsiri olan Elmalılı Hamdi Yazır`ın Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bastırılmış "Hak Dini Kur`ân Dili" isimli eserinde bakın bu konuda ne deniyor:

"Gerek ismi özel olsun gerek ismi genel, "ALLAH" ismi celâli ile, yine "ALLAH" tan maâda hiçbir mâbud anılmamıştır...

Mesela "TANRI", "HUDA" isimleri, "ALLAH" gibi özel isim değidir!. "İLÂH", "RAB", "MÂBUD" gibi genel mânâ ifade eden kelimelerdir...

Arapça`da "İLÂH"ın çoğuluna "ÂLİHE"; "RAB"bın çoğuluna "ERBÂB" denildiği gibi; Farsça`da da "HUDÂ"nın çoğuluna "HUDÂYAN" ve lisanımızda dahi TANRILAR, MÂBUDLAR, İLÂHLAR, RABLAR denmiştir; çünkü bunlar haklıya ve haksıza ıtlak edilmiştir...

Halbuki hiç "ALLAH"LAR denilmemiştir ve denemez!.

Böyle bir tabir işitirsek, söyleyenin cehline veya gafletine hamlederiz!..

"TANRI" adı böyle değildir; mâbud, ilâh gibidir... Bâtıl mâbudlara dahi "TANRI" ismi verilir... Müşrikler birçok tanrılara taparlardı. Filanların tanrıları şöyle, falanların tanrıları şöyledir denilir...

Demek ki, "TANRI" genel ismi, "ALLAH" ismi özelinin eş anlamlısı değildir, en genel bir tâbirdir...

Binâenaleyh, "ALLAH" ismi, "TANRI" adı ile tercüme olunamaz!" (c:1/24-25)

Türkiye`deki en değerli Kur`ân tefsirini yazan kişiye göre, yukarıda okuduğunuz üzere, "ALLAH"a kesinlikle "tanrı" denemez!..

Burada ayrıca şu çok önemli farklara dikkat etmeliyiz..

"Tanrı" kelimesi, sıfatları anlatan genel bir kelimedir; "Allah" ise kendisinden gayrı hiç bir şeyin mutlak vücudu olmayan Tek Zât`ın ismidir!.

Yani olay, yalnızca kelime, telaffuz olayı değildir!. Kelimeler, isimler arasındaki son derece büyük anlam farkıdır!.

"Tanrı" ve "tanrılık" kavramına dayalı din anlayışı bâtıldır!.

"Allah" isminin işaret ettiği anlama dayalı, yürürlükte olan "İSLÂM Dini"dir !.

"Lâ ilâhe illallah" cümlesinin anlamı "tanrı yoktur sadece ALLAH vardır" şeklindedir. Ve iyi bir müslüman olmak için, önce bu farkı çok iyi anlamalıyız!.

Zirâ, "tanrı" kelimesinin anlamı ile sınırlarsak anlayışımızı, "Allah" isminin işaret ettiği manadan mahrum kalırız; bu da sonunda, bizi "hilâfet" sırrından mahrum bırakır!..

"Tanrı", tapınılacak ötendeki bir varlıktır...

"Allah" kulluk edilegelmekte olan özündeki Hakikat`tır!..

"Tanrı", korkulası umacıdır!.

"Allah" ise, ilim sahiplerinde, sonsuz-sınırsızlığın yanındaki hiçliklerini kavrayış nedeniyle oluşan "haşyet"in kaynağıdır!..

"Tanrı", yeterli olmayanların kendi kafalarında hayâl edip varsandıkları ötelerindeki yönetici ve yargılayıcıdır !.

"Allah", âlemleri kendi varlığından meydana getirmiş ve her zerresinde esmâsıyla algılanır olmuş "TEK mutlak varlık"tır; hiç bir şekilde ortağı yoktur!

"Tanrı", her devirde ve toplumda anlayış seviyesine göre sayısız özelliklerle bezenip süslenen; hayallerin karşılığının kendisinde olduğu varsayılan, beşer anlayışına göre şekillenen bir balondur!

"Allah" ise "Ahad", "Samed", "Lemyelid ve lem yûled"dir!..

"İlâhlar öldü artık!..

Tanrıysa can çekişmede...

HAYY ALLAH!.."

Diyor değerli Hâkim şâir Halûk Mahmutoğulları, bu gerçeğe işaretle..

Öyle ise, "ALLAH ve DİN ADINA hükmetmek" kimin yetkisindedir?

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:07:05sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

KANSERLEŞEN TANRI DÜŞÜNCESİ

Günümüz insanına anlatmaya çalıştığım çok önemli bir gerçeği, idrak ettirmede niçin fevkalade zorlandığımı şöyle farkettirdi Allah ;

İnsanların çok büyük bir kısmı, bu algılanan boyuttaki her şeyin bir Yaratıcı tarafından meydana getirilmiş olduğunu kabul ediyor; ve de bu yaratıcıya “TANRI” adını veriyor..

Kendisinin ve varlığın ötesinde olarak nitelediği bu yaratıcının niteliği ve niceliği hakkında da, çevresinden -sorgulayarak ve düşünerek değil- şartlandırılma yollu edindiği bilgiler kadarıyla da bu “tanrı” kafasında şekilleniyor..

Daha sonra, bulunduğu toplumun kullandığı tâbir eğer “Allah” ise, kafasındaki bu “tanrı” imajına “Allah” adını vererek konuşma ortamına dalıyor..

İşte bütün problem burada başlıyor!.

Tanrı” kavramının hiç bir aslı, gerçeği olmadığını anlamayan bu kişiye, siz “Allah” ismiyle işaret edilen mutlak varlığın özelliklerini anlatmaya başladığınız zaman; bu defa o kişi, bu bilgileri kafasındaki “tanrısına” enjekte ederek, aşılayarak; “tanrısını Allah’laştırıyor”!. Oysa yapılması gereken işlem, “tanrı” kavramından kurtularak “Allah İsmiyle İşaret Edilen mutlak gerçeği farketmek”!..

İşte, “Allah” isminin işaret ettiği anlamların, kafamızdaki “tanrı” kavramına enjekte edilmesi, beynimizdeki “tanrı” kavramının ve düşüncesinin sanki kanserleşmesi gibi olay meydana getiriyor; “Allah”a ait özelliklerle bezenen “tanrı” kavramı günden güne gelişip büyüyor, yayılıyor;!.. Zira düşüncedeki “Tanrımız” gittikçe “Allah’laşıyor”! Beden hücrelerinin kanserleşmesi dünya yaşantısını kaybettirirken; “tanrı” bilincinin kanserleşmesi ve kişinin “Allah” ismiyle işaret edilen manayı idrak edememesi ebedi hayatını değerlendirememesi sonucunu getirir!

TANRI” ve “tanrılık” kavramının ne olduğunu acilen çok iyi öğrenmek ve çevremizdeki düşünme kâbiliyeti olanlara da farkettirmek mecburiyetindeyiz!. (1)

Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın, Kur’ân-ı Kerîm’e dayalı bir yolla açıkladığı “ALLAH” ismiyle işaret edilen varlığı gerçekten anlamak, idrak etmek istiyorsak, öncelikle, ötede, yukarıda, dışımızda bir “Tanrı” varsayma düşüncesinden arınmak zorundayız!..

Bu arınmayı nasıl gerçekleştireceğiz?…

Allah’ın yaratmış olduğu içinde yaşamakta olduğumuz bu âlemi ve onda geçerli olan sistemi okumaya çalışarak!.

Öncelikle farkedecek ve idrak edeceğiz ki…

Algılamakta olduğumuz her şey, Allah’ın ilmi, dilemesi ve kudretiyle meydana gelmektedir!. O’nun dilemesi dışında hiç bir birim hiç bir şey dileyemez!. Hakîm olan olan Allah, her olayı bir hikmetle ve yerli yerinde olarak oluşturmaktadır; biz onu yersiz veya yanlış olarak nitelendirsek dahi!.

Allah’ın muradı ne?… İkinci olarak bunu çok iyi anlamak zorundayız!..

Allah ismiyle işaret edilen ve Âlemlerde tasarruf sahibi olan Zât, her an dilediğini tüm varlıklar adı altında ortaya koymaktadır; ve kendisine soru sorabilecek, kendi dışında ikinci bir varlık da mevcut değildir!.

Yaratmış olduğu sistemde geçerli anayasadaki en başta gelen kanunlardan biri, “güçlü olan kazanır”dır. Güçlü kıldığı, daha güçlü ile karşılaşıncaya kadar kazanmaya devam eder!.. Çünkü “Kudret” sıfatı vardır, “acz” sıfatı yoktur!.

Her varlığın gücü ilminden kaynaklanır.. Her varlık, aklı kadar ilim sahibidir.. Her türün kendine özgü akıl düzeyi olduğu içindir ki, türler birbirlerini akılsız sanırlar!. Her akıl, kendi kapsamı içindekini de, dışındakini de “akılsız” nitelendirir!.

Oysa Allah, dilediklerinin oluşması için, her bir birimi, hangi amacını gerçekleştirsin diye yaratmışsa, ona, bu amaca göre hakkettiklerini verir; ve bu da “Allah’ın adaleti” denen şeyin ta kendisidir! Bu yüzdendir ki, evrende, ne geçmişte ne de gelecekte gerçek anlamda zulüm kesinlikle mevcut değildir!. Herkes ve her birim yaratılış amacına göre hakkettiğini, her an almaktadır!.

Öyle ise, eğer biz, hayalimizde yarattığımız “Tanrı” kavramından arınıp, “Allah” ismiyle işaret edilen Zât’ı tanımak istiyorsak, O’nun kendi varlığıyla var kıldığı bu âlemleri ve sistemini “OKUMAYA” çalışmak zorundayız!.. Yani eserlerinden, o eserleri meydana getireni tanıma yoluyla!.

Ki böylece “Allah”ı tanımanın yolu bize açılsın!.

Aksi halde, “Kendi hevâsını tanrı edinini gördün mü?” âyetinin kapsamı içinde yaşamak üzere ebedî yolculuğa çıkarız

ALLAH VE DİN ADINA KİM YETKİLİ

"İslâm Dini" ile ilgili, günümüzün en büyük sorunlarından biri de hemen herkesin, başkalarının yaptıklarını Allah ADINA yargılayarak, hükümler vermesi.. Herkes, biribirini eleştiriyor; diğerinin, kendi yaptığına uymayan davranışının yanlış olduğunu söyliyerek, "Allah`ın onun yaptığını kabul etmeyeceği" hükmünü veriyor!.

Kişinin cehâleti ne kadar çoksa, bu tür hükümleri de o oranda artıyor!

Öncelikle ve kesinlikle şunu bilelim ki...

Şu anda yeryüzünde yaşamakta olan hiç bir kişi, -Nebive Rasûl değilse- ALLAH ADINA değerlendirme ve hükmetme yetkisine sahip değildir!. Böyle bir yetkisi olduğunu söyleyen kişi ise, ancak ve sadece akıl hastası olabilir!. Böyle birine inanmak ise, cehaletin son sınırıdır!.

Biz bütün insanlar, Hazreti Muhammmed Aleyhisselâm’ın bize bildirdiklerine ve Kur`ân-ı Kerîme dayalı olarak, kişisel yorumlarımızla "İSLAM DİNİ" HAKKINDA düşüncelerimizi dile getirebiliriz. Ama kim olursak olalım, "İSLÂM DİNİ" HAKKINDAKİ kişisel düşünce ve yorumlarımız, DİN ve ALLAH ADINA değildir!.

Yeryüzünde ALLAH ve DİN ADINA konuşma yetkisi yalnızca son Nebi olan Hazreti Muhammed`e ait idi!. O da görevini tamamlayıp âhıret âlemine intikal etmiştir 1400 küsur yıl önce..

İşte O yüce zâttan sonra, herkes, o kaynaktan aldığı ışık nisbetinde KENDİ ANLAYIŞI KADARIYLA, DİN HAKKINDA düşünce ve değerlendirmelerini dile, kaleme getirmişlerdir.

Bizler, kim olursak olalım, birbirimizin ilminden, anlayışından, ferasetinden istifade ederiz; çünkü bizleri yaratan Allah, her birimize, diğerinde olmayan ayrı bir kemâlât ve özellik bahşetmiştir. Ancak herkesin bağlanması zorunlu olan tek kişi, Allah Rasûlü hazreti Muhammed Mustafa Aleyhisselâm’dır!.

Bizler birbirimize kişisel kanaatlerimizi söyliyebiliriz... "Benim bilgime göre...", "kişisel kanaatime göre..." gibi başlıklar altında karşımızdaki kişinin sorusunu cevaplayabiliriz... Ancak anlaşılacağı üzere, bu cevaplar hep bizim "DİN" HAKKINDAKİ kanaatlerimize dayanan kişisel yorumlardır!. Bu mütalaalarımız, kesinlikle ALLAH ve DİN ADINA olmadığı için, kimseye bağlayıcı bir sonuç getirmez!

İşte bu sebepledir ki, kimsenin, kimseyi yaptığı ya da yapamadığı ibadetleri yüzünden eleştirip, "sen şunu yapmıyorsun öyle ise cehennemliksin"; ya da, "sen şunu yapıyorsun cennetliksin" diye hükümlendirmesi geçerli olmaz!. Herkesin yaptıkları hakkında, mutlak hüküm ve değerlendirme yalnızca Allah`a aittir!.

Siz, ilmine güvendiğiniz bir kişiyi kendinize yolgösterici olarak seçebilirsiniz; yaşamınıza, onun öğretisine göre yön verebilirsiniz.. Ama şunu da kesin olarak bilmek zorundayız ki, o öğretilenler de, o kişiye "GÖRE"dir!. Allah ve Din ADINA kesin mutlak gerçek değil!.

Öyle ise, biz kimden bilgi alırsak alalım, kimi hocaefendi, şeyh, âlim, önder kabul edersek edelim; yanlızca onun fikirlerine ve bakış açısına dayalı olarak, insanları eleştirmekten, yargılamaktan; onlar hakkında hüküm vermekten uzak durup; herkes hakkında mutlak hükmün yalnızca Allah`a ait olduğunun farkına varalım!.

Bilelim ki bizler, "müminler kardeştir" işareti ışığında, ilmimizi birbirimizle paylaşıp, geleceğin şartlarına hazırlanmak için varız!.

Ve bundan da çok daha önemlisi, Hakikatımızdaki Allah`ı tanımak ve ermek zorundayız!.. Bu dünyadan gittikten sonra, bunun oluşması kesinlikle imkânsız!.

Zira biz dünyaya, devlet kurup, saltanat sürmek; insanları güdüp, kendimizi tatmin etmek için gelmedik!..

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:07:55sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

BEN "HİLÂFET" YANLISIYIM

Kur`ân-ı Kerim’e göre,

"Allah insanı yeryüzünde halife olarak meydana getirmiştir"...

Kitap`taki bu açık bildirime göre de, her insan, varlığındaki, "Allah`ın yeryüzünde halifesi" olma kemâlâtını farketmeli; işte bunun sonucu olarak da "hilâfet"inin gereğini yaşamalıdır!..

"İslam Dini"nin kadını ikinci sınıf basit bir varlık olarak gördüğünü ileri sürenlerin ruhlarının bile Kur`ân değerlerinden haberleri yoktur!..

Kadın-erkek ayırımı yapmadan, "yeryüzünde insanın halife" olarak meydana geldiğini en açık şekilde vurgularken Kitap, nasıl olur da ben bir kadını ikinci sınıf görebilirim..?

Erkek de Allah`ın yeryüzündeki halifesidir!...

Kadın da!..

Bu sebepledir ki, insan, en kısa zamanda bu "hilâfet"in anlamını farkederek, gereğini yaşamak zorundadır... Yoksa "hilâfet"i yaşayamamanın ne demek olduğunu kavradığı anda, artık telâfisi mümkün olmayan bir noktada olacaktır!. Ki bunun da sonucu ebedî bir hüsrandır!. Ölümötesinde bunu elde etme şansı olmayacaktır!.

Ben, "hilâfet" yanlısıyım; ve herkesin, "Allah halifesi" olmanın sonuçlarını yaşamasını temenni ederim!.. Bütün çalışmalarım, insanlara bu yolda hizmet verme gayesine dönüktür..

Bu "hilâfet" insanın Allah`ın güzel isimlerinin işaret ettiği manaların toplamı olarak meydana getirilmesinin sonucudur!.. Tasavvufî tâbiriyle, Allah esmâsının zuhûruyla insan en şerefli mahlûk olarak meydana getirilmiştir!..

Dikkat edin!.. Allah, insanı en şerefli varlık olarak yarattım derken gene kadın-erkek ayırımı yapmıyor!.. Erkek de en şereflidir; kadın da en şereflidir!.. Allah`ın yarattığı en şerefli varlıktaki bu vasfı göremeyen ise, otursun kendi gafletine ağlasın!..

Evet, insan, kapasite olarak, kadın-erkek ayırımı olmaksızın "en şerefli" mahlûk; ve aynı zamanda da yeryüzünde Allah "halife"sidir!.. Bu da onun Allah`ın güzel isimlerinin özelliklerinden meydana getirilişinden dolayıdır..

Kendini et-kemikten ibaret kabul edip, ölümle de yok olacağını sanan insansı, elbette ki "Hakikat"ından gelen şerefini ve hilâfetini inkâr etmekte; bunun sonucunda da hiç bir değerin ölçemeyeceği şeyleri yitirmektedir!..

İnsanın, Allah`ın güzel isimlerinin mânâsından yaratılması şu sonucu getirir..

İnsan, yok olmaksızın, sonsuza dek yaşamına devam edecektir!... Değişik boyutlardan ve aşamalardan geçerek!..

İşte bu süreç içinde, insan, kendisindeki Allah`ın bahşi olan "hilâfet" kökenli özellikleri ne kadar tanır ve ortaya çıkartırsa; gereğini dünyada yaşarken hissedebilirse; daha sonraki boyutlarda da o nisbette hayatı kolaylaşacak, sıkıntılı olaylardan kendini kurtarabilecektir..

Buna karşın, ne kadar kendi hakikatını bilmekten mahrum yaşarsa, o oranda yaşamı cehenneme dönecek, yanışı belki de hiç son bulmayacaktır!..

İster kadın olsun ister erkek, insan olarak "hilâfet"ini yaşayabilmenin yolu da öncelikle kendi "Hakikat"ını bilmekten, tanımaktan, gereğini yaşamaktan geçer!. Bunu en kolaylaştıran yol da ilim ve ZİKİRDİR!..

İlmi değerlendirecek olan beyin, zikirle kapasitesini arttırabilir. Ve o nisbette de "Hakikat"ını farkederek "ALLAH AHLÂKI ile AHLÂKLANIR"..

"ALLAH gibi düşünmek" der Hz.İsa Aleyhisselâm. Bununla Allah Rasûlü`nün "Allah ahlâkıyla ahlâklanın" işareti aynı şeydir!. Bu işaretler hep, bizleri bulunduğumuz toplumun şartlanmalarından ve değer yargılarından arınarak, Allah`ın varlığı değerlendirişi gibi değerlendirmeye yönlendirmektedir...

Bütün bunların gerçekleşmesi ise, yalnızca beyin kapasitemizin arttırılması ve bu kapasitenin gerçek ilimle değerlendirilmesiyle mümkün olur..

İlmi değerlendirmenin yolu da insanın yeni öğrenmekte olduğu her şeye önyargısız ve objektif olarak yaklaşmasından geçer!.

KOZAYI delip, dışarıya bakmak!. Yeni düşüncelere açık olmak!.

"DÜN" KOZASINDAN ÇIKABİLMEK!..

"DÜN" KOZASINDAN ÇIKIP ÖZE ERMEK

Mevlâna Celâleddin`in çok sevdiğim şu beyti, önemli bir gerçeği vurgular...

"Dünle beraber gitti ne kadar söz varsa düne ait, cancağızım;

Bugün artık yeni şeyler söylemek lâzım!.."

Bu ifade, "müslümanlık" anlayışı ile ilgilidir; "İslam Dini" ile değil!.

Daha önce de çok açık bir şekilde vurguladığım gibi, "İslâm Dini" zamanüstü evrensel sistem ve düzendir Allah indindeki. Bütün Nebiler bu zamanüstü evrensel sistem ve düzeni, kendi toplumlarına, anlıyabilecekleri değişik şekillerde açıklamışlar; bundan da çeşitli kavim veya Nebiler adına göre değişik dinler varmış zannı doğmuştur!..

"Sünnetullah" denilen, zamanüstü evrensel sistem ve düzen asla yenilenmez ve değişmez!. Dünya varolmadan ne ise, bugün de odur; kıyâmetten sonra da aynıdır!. Biz bunun, algılayabildiğimiz kadarına "doğa kanunu" da deriz!..

Yenilenme, anlayışta, yorumda olur!.. Yani, müslümanlık anlayışında, "Din"i değerlendirmede olur!.. Sistemde değil!. Zira, zaman değiştikçe insanların kavrayışları geliştikçe; ilim, irfan, teknoloji, fen ilerledikçe "İslam Dini"ni değerlendirme de o nispette değişir!.. Dün, sebebi anlaşılamadığı için inkâr edilen pek çok şeyin, bugün sistem ve düzen sonucu önerilmiş çok önemli ve zorunlu bir şart olduğu farkedilir!..işte bu, insanların "İslam Din"ini anlayışlarının, yani "müslümanlığın" yenilenmesidir; "DİN"in değil!.

Mevlâna Celâleddin`in söylediği de "Din"in, günün getirdikleri ışığında yeniden değerlendirilmesi; ve geçmişte kıymeti anlaşılmayan bir çok hususun değerinin farkedilmesidir! Bu yapılmadığı takdirde, Din anlayışımızı asırlarca önceki insanların şartlarının getirdiği kozayla kayıtlamış; pek çok konuda ilerlememize rağmen, "DİN"i anlamada ve değerlendirmede kendimizi geri kalmaya mahkûm etmiş oluruz!. "Dün" kozasından çıkıp, öze eremeyiz!.

Oysa olayın ilerleme doğrultusunda olması gerektiğine dair Allah Rasûlü’nün bir işareti de vardır... Bu konuda şöyle buyurur:

"Allah her yüzyılın başında bir müceddid gönderir; dini anlayışı yeniler!"

Bu işaret dahi, görüldüğü üzere, belli aralıklarla, o günün şartları içinde "Din"de yeniden değerlendirme yapmanın gereklilğini göstermektedir!.

Şimdi burada anlaşılması ve yapılması gereken şey şudur.. "DİN"de reform, olmaz, çünkü "Din"e form veren Allah`tır! Ancak "Din"i anlama ve değerlendirmede yeni bir çalışma; diyebiliriz!.

Endonezya ve Malezya`dan, tâ Fas, Tunus, Cezayir`e kadar uzanan Müslüman toplulukları içinde, geçtiğimiz yüzyılın başında bir müceddid çıkmış mı, çıkacak mı; ne zaman çıkar ya da her cemaâtin bir müceddid mi var; bunlara bizim pek aklımız ermez!.. Bu ilgilileri ilgilendiren bir konu!. Ama bizde yaş elliyi geçtiği için de, son çok yakın görünüyor!.

Öyle ise kendi şahsıma konuşuyorum; öncelikle yapmam gereken şey; tek başıma gideceğime ve kâbirde tek başıma meleklere cevap vereceğime göre... Kâbirde bana, mezhebin ne, tarikatın ne, şeyhin ya da hocaefendin kim diye sorulmayıp; Allah Rasûlünün açıklamasına göre, yalnızca "Rabbin kim, Nebin kim ve kitabın ne" şeklinde sigaya tutulacağıma göre...

"Rabbim Allah" diyebilmem için, öncelikle "Kur`ân-ı Kerim’in açıkladığı Allah" kavramını çok iyi idrak edip bunun sonuçlarını hissedebilmem!. "Nebim, Allah Rasûlü Muhammed Mustafa" diyebilmem için, "Allah Rasûllüğünün" nasıl bir şey olduğunu, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın nasıl bir görev yaparak, bana ne vermek istediğini iyi anlamam ve O`nu tasdik etmem!. "Kitabım Kitabullah`tır" diyebilmem için, "Kitabullah`ı OKU`yabilmem"; ya da "Kitabım Kur`ân-ı Kerîm" diyebilmem için Kur`ânı Kerîm’in Allah indinden nâzil olmuş bir kitap olduğunu farkedip, tasdik etmem gerekir!.

Dünyada bırakıp gideceği, bir daha hiç eline geçmeyecek şeyler için, tüm zamanını harcayan insanın; akıllı ise, ölümötesi sonsuz geleceğini kurtaracak böylesine önemli bir konuyu ihmâl etmesi elbette ki bağışlanamaz bir olaydır!. Akla, mantığa aykırı hikâyeler ve safsatalara bakıp da, onları "İslâm Dini" sanarak yüzünü çevirmek aydın bir insana kesinlikle yakışmayan bir davranıştır!. Bizim  çok yoğun araştırmalarımız ve uygulamalarımız farkettirmiştir ki, Allah Rasûlü’nün bize önerdiği her şeyin bir hikmeti; ve bilebildiğimiz kadarıyla bir bilimsel gerekçesi vardır. Bunları açıklıyabiliriz!. Ama daha sonrakilerin kendi zaman şartlarına göre olan yorumları, "İslam Dini" ve bizi bağlamaz!.

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:08:37sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

MÜSLÜMANLIĞI DEĞİL, "İSLÂM"I ANLAYIN

Günümüzde aydınlar var dünyada; aydınsılar var!.

Entellektüeller var dünyada; entelsiler var!..

Güdenler var; güdülmeyi isteyenler var!...

Ve...

"İSLÂM" var; "Müslümanlık" var!.

Aydın, objektif bir biçimde kaynaklara dayanan araştırmalar sonucu gerçeği bulan, bilendir!. Aydınsı ise, aydınlardan anlayabildiği kadarıyla yararlanıp; bunu çevresine satarak parsayı toplamaya çalışandır!..

Entellektüeller vardır dünyada... Belli katmanda kozasından çıkmış, akılcı bir biçimde bilimsel düşünce ile yaşamına yön vermeye çalışan!. Entelsiler var; entellektüellerin bakış açılarından ve yaşam biçimlerinden hoşlanıp, onları taklit eden; onlar gibi giyinmeye, oturup kalkmaya, yiyip içmeye, onlar gibi konuşmaya özenen!..

Aydınsılar ve entelsiler, varoş toplumlarına pırlanta gibi parlayan zirkonlardır!. Işıltıları cezbeder o varoşlardakileri!.. Ama onlar görmemişlerdir; bilmezler ki zirkonların pırlantadan farkını!. Dolayısıyla ancak zirkonlar hedefleridir onların! Ve onlar gibi olmak için, çok şeylerini vermeye hazırdırlar; ama "...si" bile olamazlar!

Fitrî istidat ve kâbiliyetleri gereği, gütmeyi sevenler vardır..idare etmeye, hükmetmeye çalışırlar insanlara; maddî ya da mânevî çıkarları doğrultusunda!. Topluluklar oluşturup onlara hükmetmek, buyruklar çıkartmak, yasaklamalar getirmek; gerçekleşmemiş bilinçaltı militarist yaşam arzularını tatmin etmek için! Ve için için, güdülmekten, kapıkulu olmaktan hoşlanan; güveni emniyeti bunda bulup; acziyetini böylece gidermeyi tercih edenler, huzur duyanlar vardır!.

Dünyada da, Türkiye`de de bu böyle!

Oysa Allah, insanı "en şerefli mahlûk" olarak yaratmış, yeryüzünde kendisine "halife" olarak meydana getirmiştir; kimin umurunda!.

Evet, aydınsılar ve entelsiler, elbirliğiyle, güdülenlerin dilinde dolaşan ve pek çok yönüyle akla-mantığa, bilime aykırı olan, kişilerin "müslüman"lığını tartışıp; "müslümanlık" dinine tâbi olan insanların, dünya toplumları içindeki geri kalmışlıklarını vurgulayıp, böylece "İSLÂM DİNİ"ni eleştirdiklerini sanmaktadırlar!.

AydınSI veya entelSİ olduklarının farkında ve bilincinde olmadıkları için de, "İSLÂM DİNİ" ile "MÜSLÜMANLIĞIN" birbirinden çok farklı iki kavram olduğunu; aradaki farkın farkedilmeden, Din konusunun ele bile alınamıyacağını bilmezler!.

Gütme hevesi ve güdülme arzusu içinde olanların zirkon değerindeki fikir ve bakış açılarını, "İslâm Dini"nin temelindeki düşünce sistemi diye değerlendirme yaparak; pırlantayı, hiç bilmediklerinden, bir kenara bırakırlar..

Bilgisizlik bîçareleri ne yapsınlar ki; ellerindeki tek kaynak gütme heveslileri ile güdülme arzusu içindekilerin dilinde dolaşan nağmelerdir!..

Mevlîd okumayı ibadet sanıp, "kandil"(!) gecelerini kutlayan; müslüman olmanın ilk şartı olarak kadının başını örtmesini bilen; namaz ya da orucun göktürklerin gökteki tanrısını hoşnud etmek için teklif edildiğini sanan dar anlayışılı kişilerin "müslüman"lığına, "İslâm Dini" diye bakar ve değerlendirirler!.

Mevlid`in Süleyman çelebi`nin şiiri olup, Kur`ân-ı Kerîm’in teklif ettiği ibadetlerle hiç bir ilgisi olmadığını anlamazlar!.. Ölülere mum dikip kandil yakmanın "Din"le hiç bir ilgisi olmadığını; yalnızca, Mi`râc, Berâat, Kadir gibi gecelerin değerli saatler ihtiva ettiğini farketmezler.. Şeker ve Kurban bayramlarının olmadığını, FITR ve Hac bayramlarının yaşandığını duymamışlardır bile!. Kur`ân-ı Kerîmde teklif edilen namaz, oruç, hac gibi çalışmaların, gökteki tanrının hoşnutluğu için değil; kendi geleceklerini kurtarmaları için önerildiği hiç anlamamışlardır!

"İSLÂM DİNİ", Allah indindeki, zamanüstü evrensel sistem ve düzendir!. Orijindir; asıldır, zamanla değişmeyendir.. Kur`ân, bunu anlatır!.

"MÜSLÜMANLIK", insanların kendi kapasiteleri, şartlanmaları, çevrelerinin örf ve âdetleri, güdenlerinin sınırlamaları içinde "İslâm Dini"ni yorumlamalarıdır.

Artık anlayın ki yorumlar "İslâm Dini"ni bağlamaz!.. Orijini farketmeye çalışın!.

"Müslümanlığı" bırakın "İslâm Dini"ne bakın!..

MÜSLÜMANLIK İLE "İSLÂM DİNİ" ARASINDAKİ FARK

Günümüzde ya iyi Türkçe bilmemekten ya da hiç düşünmeden şartlanma yollu bir takım verileri kabullenme; ve bunların aslını araştırmama yüzünden "müslümanlık" ile "İslâm Dini" arasındaki çok önemli farkı hiç farketmiyor; bu yüzden de çok büyük yanılgılara düşüyoruz!.. Oysa bu ikisi çok ayrı kavramlardır!..

Bu "Ramazan Bereketi" sayfasındaki yazılarımda öncelikle amacım, iki çok önemli gerçeği farkettirmek..

1. "Tanrı" kavramı ile "ALLAH" ismi arasındaki çok önemli anlam farkı..

2. "Müslümanlık" ile "İslâm Dini" sözcükleri arasındaki çok önemli anlam farkı..

Bunlardan birincisini daha önceki yazılarımda anlatmıştım.. Bu konuyu detaylı öğrenmek isteyenler "Hz. Muhammed`in açıkladığı ALLAH" isimli ve 13. baskısı şu anda kitapçılarda olan eserimizi okuyabilirler... Bu kitabın ayrıca İngilizce, Fransızca, Rusça ve Almancası da vardır yurtdışına yollamak isteyenler için... Gene bu konuyu özet olarak anlatan "Farkın farkında mısınız" isimli kitapçığı ücretsiz olarak Kitsan yayınevinden temin edebilirsiniz; telefonu 212-513 67 69 ve 212-511 31 44`tür..

"Müslümanlık" ile "İslâm Dini" arasındaki çok önemli farka gelince...

"İslâm Dini", Allah indindeki zamanüstü evrensel SİSTEM ve DÜZEN`dir!.. Allah, yaratmış olduğu bu zamanüstü evrensel sistem ve düzeni, Rasûlü diliyle insanlığa açıklamıştır.. Amaç, insanların günlük kaygı ve arzularından öte, ebedî ve ezelî gerçekleri farkederek; hem hakikatları olan Allah`ı tanımaları; hem de kendilerinde açığa çıkmakta olan Allah`a ait özelliklerle geleceklerini, ebedî hayatlarını inşâ etmeleridir..

"Müslüman", Allah Rasûlü’nün bildirdiklerine anladığı kadarıyla uyandır!

"Müslümanlık", Allah Rasûlü`nün bildirdiklerini kendi kapasiteleri kadarıyla anlayıp yorumlayan insanların genel kabulüdür!. Buna, bütün müslümanlar dahildir. Her birimiz, görgümüz, kültürümüz, yetişme ortamımız, kabiliyet ve istidadımız; bizim yetişmemizde rol oynayan insanların kapasiteleri ve nihayet yetiştiğimiz ortamın toplumsal şartlanmaları ile değer yargıları sonucunda kişisel yorumlarda bulunuruz "DİN" hakkında; ki bu da, Müslümanlığı oluşturur..

"İslâm Dini" göresel, yani izafî, relâtif yani algılayana göre değişken değildir!.. Mutlaktır, kesindir, değişmezdir!. "Sünnetullah" da denir bu "SİSTEM ve DÜZEN"e Kur`ân-ı Kerîm’de..

Hangi mertebedeki kim olursa olsun herkes, bu "Sistem"den algılayabildiği kadarını kavrar!.. Galaktik yapıların oluşumu ve varlığından, genetik veri tabanlarındaki bilince kadar, her şey bu "sistem" içinde yer alır ve görev yapar!. Genden galaksiye ulaşan bir zincir içinde insan kopuk tek başına bir halka değildir elbette akıl sahiplerince!. Basireti açıklarca!.. Materyalist zihniyetten kurtulmuş bilimsel altyapılı kişilerce...

Ne çare ki "müslümanlık dini" içinde doğup büyümekte; ve bu kozanın dışında bir de "İSLÂM DİNİ" olduğunu farketmemektedir müslümanların çok büyük çoğunluğu!.. Sonra da sorulmaktadır...

-Kur`ân bu kadar yüce bir kitapsa, niçin müslümanlar dünyada geri kalmış toplumları oluşturmaktadır?

"İslâm Dini" yerine; kapsamı fevkâlâde daraltılmış ve bir kozaya dönüşmüş, yalnızca şekil ve tapınma dini diye anlaşılmış, göktanrıdan umut beklenen "müslümanlık dini" ile daha nereye varılabilirdi ki?..

ALLAH Kitabını okumak yerine, tavuğun suyun suyunun suyunun suyu mâhiyetinde bile olmayan; sayısız hurafe, safsata ve mantıksızlıkları din niyetine kabul anlamına gelen hikayeleri, din esasları sanarak nereye ulaşılabilir ki?

Bir yol önderinin kitaplarını, belki de hiç anlamadan okuyup, tekrar etmekle "müslümanlık dini" kozasını delip asla "İslâm Dini"ne ulaşamazsınız!.

Herkesten fikir alıp, kendi anlayışınızı kendiniz oluşturmak zorundasınız; çünkü tek başınıza ve kendi hesabınızı sadece kendiniz vermek suretiyle âhırete geçeceksiniz!

Sadece kendi yolunun kitaplarını okutup; başkalarınınkini yasaklayanlar, "İslâm Dini"nin yol kesicileridir; "müslümanlık dinin"in efendileri gibi gözükse de!

İmam-ı Gazalî`den Şahı Nakşıbend`e, Abdulkadir Geylanî`den Hacı Bektaşı Velî`ye, Mevlana`dan Saidi Nursi`ye kadar önde gelen ne kadar düşünür ve hâl ehli varsa hepsini okuyup; onların teker teker "İslâm Dini"ni nasıl anladıklarını görüp, bundan sonra da kendi anlayışınızı kendiniz bina etmek zorundasınız; taklitçilikten, güdülen olmaktan kurtulmak, "İslâm Dini" ile tanışıp "Hakikat"a ermek için!.

İnsanların ve müslümanların, "İslâm Dini"ni maddeci bakış açısından arınmış olarak yeniden değerlendirmekten başka kurtuluş yolu yoktur!.

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:09:20sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

MATERYALİST MÜSLÜMANLIK

Bir kısım müslümanlar, materyalist düşüncenin tesirlerinden kendilerini kurtarabildikleri zaman, İslâm Dini`ni çok daha iyi anlıyacak; İslâm Dini`nin açıkladığı muhteşem boyutsallığı ve "DİN"in işaret ettiği SİSTEMİ farkedeceklerdir!..

Ne demek, müslümanların materyalist düşüncenin tesirlerinden kendilerini kurtarmaları?.

"İslâm Dini" başlıca iki yorumla günümüze uzanmıştır;

1. Tasavvuf yolundan yetişip hakikata erenlerin, bunu çeşitli şekillerde açıklayan düşünceleri...

2. Tasavvuf ilminden ve irfânından yoksun; gözü ve kulağı kadar düşünüp, ardına geçemeyen; madde boyutunun ötesini değerlendiremeyip, insanı kuru beden ve bir de onun içine gönderilmiş(?) ruhtan ibaret sayarak, ötedeki bir tanrıya tapınmak ve insanları da buna zorlamakla gününü geçiren hocaların fikirleri!...

Birinciler, Allah Rasûlü`nün "bedenleriniz ruhlarınızdır; ruhlarınız bedenleriniz" işaretindeki sırrı da anlamış olarak; önce, insanı beden ve ruh ötesi bir bilinç varlık olarak farketmişler; daha sonra, mutlak varlığın yalnızca Allah`a ait olduğunu hissedip, bunun getirisini yaşamışlar; ve dahi bunun ötesinde, algılanan tüm âlemlerin bir hayâl olduğunu, algılanan birimselliğin algılayanın özelliğinden ileri geldiğini saptayarak, "âlemlerin aslı hayâldir", demişlerdir yüzlerce yıl önce!.. Hatta bunların da ötesine geçerek, tüm varlıkların özelliklerinin her bir zerrede mevcut olduğuna şehadet etmişlerdir; Rasûlullah Aleyhisselam’ın 1400 küsur yıl önceki "zerre küllün aynasıdır" açıklamasında olduğu gibi!.

1400 yıl sonra batı bilimi nereye ulaşıyor?..

Daha 1900`lerin başında maddenin özüne inerek onun atomlardan oluştuğunu keşfediyorlar!. Günümüzde ise, madde diye bir şeyin varolmadığını; atom boyutundaki bileşik dünyanın, göz algılama kapasitesi sebebiyle ayrı ayrı birimler ve madde yapılar olarak kabul edildiğini, farkediyorlar..

Hatta çok yakın bir tarihte, Amerika`nın en önemli beyin araştırmaları merkezinin direktörü olan Stanford Üniversitesi nörofizyologlarından Prof. Karl Pribram tarafından, beyin hücrelerinin çeşitli frekansları değerlendiren bir merkez olduğu; beynin, "holografik" esasa göre çalıştığı açıklanıyor!.

Gene aynı tarihlerde, Einstein`ın talebesi ünlü fizikçi David Bohm tarafından da, algıladığımız dış âlemin Quantum fiziğine dayalı olan "holografik" sisteme göre varolduğu anlaşılıyor; ve bu gerçekler Michael Talbot tarafından derlenerek yayınlanıyor!..

Bütün bunlar neyi açıklıyor?... Şunu...

"Beynimiz, zaman ve mekân kavramlarının ötesinde, derindeki bir varlığın hükmünün, başka bir boyuttan gönderdiği projeksiyonların girişim frekanslarının, matematiksel olarak değerlendirerek, gördüğümüz yapılara dönüştürücüsü".. Ve bu sonuç Pribram için "dünyanın gerçekte mevcut olmadığını" idraka yeterli!.. En azından kabul ettiğimiz gibi varolmadığına..

Dışımızda(!?) bir dalgalar(wawe) ve frekanslar okyanusu mevcut; ve beynimiz, bu dalgalar okyanusundan derlediklerini şu anda algıladığımız şekle dönüştürüyor!..

Çok asırlar önce, keşif ya da fetih yollu "hakikat"a eren Allah velileri ise bu gerçeğe şöyle değinmiş: "Âlemlerin aslı hayâldir"!... "Sadece Allah vardır; bunun dışında algılanan her şey O`nun gölgesidir"!...

İşte, madde kavramının esâmesinin geçmediği günümüz bilim dünyasının tesbitleri... Ve bundan asırlar önce, bu gerçekleri benzetme yollu dile getirmeye çalışan İslam sûfilerinin dedikleri !...

Diğer yandan, bütün bunları hiç duymamış; yaşamı yalnızca madde boyutunda maddeye dönük bir biçimde değerlendirmeye çalışan müslüman din(!) bilginleri(!).

Yedi kat semâ dendiğinde, boyutsal derinlik ve katmandan habersiz, gökte yedi tabaka bulmaya çalışan; Rasûlullah yedi göğü aştı mi`râc ‘ta, dendiğinde, gök tabakalarının yedisini aşıp, göktanrının huzuruna gittiğini sanan; atomaltı boyutun değerlerinin "semâ" kelimesi ile anlatılmaya çalışıldığını hiç farketmeyen; "İslâm Dini"ni beş duyuya dayalı zaman-mekân kavramları içinde anlamaya çalışan materyalist müslümanlar!.

Mecâzı, "Hakikat" sanıp; "Hakikat"ı, mecâzda arayan saf müslüman kardeşlerim!

Artık, materyalist felsefenin de tesiriyle gelişmiş ötendeki tanrı anlayışına dayalı "müslümanlık"tan, Allah`ın evrensel sistem ve düzeni olan "İslâm Dini"ni farketme ve bunun gereklerini yaşama noktasına gelmeliyiz!. Bunun için de, bizi bu koza içine hapseden yanlış bilgilerden arınmalıyız!..

 

"İslâm Dini"ni deşifre eden tasavvuf erenlerinin eserlerinde açıklanan düşünce sistemi ve bakış açısıyla, son yıllar bilim dünyasının verilerini bir araya getirerek "Allah indindeki Dinin" ne olduğunu anlamaya çalışmalı; ve bunun gereklerini de elden geldiğince yaşamalıyız.

Rasûlullah`a gelen ilk âyet "OKU"dur!. Rasûlullah`ın ve Kur`ân’ın müslümanlara tavsiyesi "ilim öğrenin"dir!..

"Hikmet müminin yitiğidir; onu nerede bulursa alır"

uyarısı, ilmin hangi kaynaktan gelirse gelsin değerlendirilmesi yolundadır..

Soru sormayı yasaklayanlardan kaçın ve uzak durun!..

İlmi yasaklayan ve kendini tabu kabul ettirenlerden kaçın ve uzak durun!..

Dünyaya bir daha kesinlikle geri gelmeyecek ve bu defa edinemediğiniz ilmi bir daha asla elde edemeyeceksiniz..

"İslam Dini"ni maddeci, şekilci; şartlanma yollu taklitçi bir zihniyetle değerlendimek, bize, öğrenmiş olduklarımıza göre, kesinlikle mümkün değildir..

İlim her müslümana farzdır!.. Ezberleyerek değil; idrak ederek!.

Bunun için de tek yol vardır, "kökten dinci" olmak!

BEN "KÖKTEN DİNCİ"YİM !..

BEN KÖKTEN DİNCİYİM

Farkettiniz mi bilmem, ben bir "kökten dinci"yim!..

Benim zâhirde köküm Allah Rasûlü’ne dayanır...

Benim bâtında köküm Allah`a erer!..

Allah indindeki Din İslam, Dinimdir!.

Allah kelâmı, kitabımdır!.

Sadece bir okur-yazarım!.

Kitabullah"oku"rum elimden geldiğince...

Allah indindeki Din İslam`ı, açıklamağa çalışırım takdir edilmiş anlayış kapasitesince...

Bâtında, varlığım Hakk`a aittir... Zâhirde hitâbım, halkadır!.

Secdem âlemlerin rabbı olan Allah`adır; bilirim ki, sistemde bir "hiç"im!.

Kulluğuyla şereflendirmiştir; tüm insanlığa ve mahlûkata, hiç bir ayırım yapmadan, takdirimde olan hizmeti en büyük nimet bilirim!..

İnsanları ve mahlûkatı yargılama, değerlendirme, yönlendirme benim ne görevimdir, ne de hakkım; çünkü ben Abdullah’ım!. Takdir ve hüküm ise âlemlerin Rabbı olan "ALLAH"ındır!.

Evet, ben "kökten dinci"yim!.

Allah Rasûlü’nün getirdiği gerçeklerin herkes tarafından duyulmasına hizmet veririm... Ve orada biter benim görevim!..

Çünkü ben "kökten dinci"yim!.

"Tebliğ et, budur senin görevin; sen onlara zorla uygulatıcı değilsin" hükmü benim başımın tâcıdır.

Allah Rasûlü`nden bu yana gelmiş herkesi dinler, okur, edebildiğim kadar istifade ederim; ama tek mutlak kaynağım, Kitabullah ve Allah Rasûlü`dür!.

Kim, hangi yoldan, hangi anlayıştan, hangi topluluktan, hangi ırktan ya da milletten kabul ederse etsin kendisini; hiç bir ayırım sözkonusu olmaksızın hepsine sevgi duyarım; hizmeti görev bilirim!..

Zira "kökten dinci"yim ben!.

Allah indindeki Din`dir, benim Dinim!..İkândır artık benim imânım!.

Evet, "kökten dinci"yim ben !...

Görüşümün kaynağı "El Basîr"dir!.. O dilemese değerlendiremem!. Algılamamın kaynağı "Es Semî`"dir!... O takdir etmemiş olsa algılayamam!. Konuşup yazmamın müessiri "El Mütekellîm"dir! Onun lûtfu ve takdiriyle âşikâr olmaktadır bilgilerim!

Allah Rasûlü, tüm insanlara, yaşamın ve ölümötesinin gerçeklerini bildirmek için gelmiş ve bu görevini de hakkıyla ve kemâliyle yerine getirmiştir..

Ben, "kökten dinci"yim!...

Allah Rasûlü`nden öğrendiklerimi, ayırımsız bir şekilde insanlarla paylaşırım... Ötesi, hiç sorunum değildir!.. Zorlayıcı, uygulatıcı, kabul ettirici değilim ben!

"Kökten dinci"yim ben!..

Haddimi bilirim; önderlik, liderlik, hocalık, efendilik, şeyhlik taslamam... Yalnızca, öğrendiklerimi paylaşırım!. Çünkü kulum ben; O`na efendilik taslamak yakışmaz bana!.

Zîra dedim ya, "kökten dinci"yim ben!

Bilirim bildiririm, hayatta en değerli şey Kitabullah`ta yazılı olanlardır!... Ve de onu "OKU"yabilmektir!. Gereklerini kavrayıp, yaşayabilmektir!. Ve bilirim bildiririm ki bu da ancak Allah`ın takdir edip kolaylaştırdıklarına nasibolacaktır!.. Bu sebeple dahi, kimseyi hatalı, kusurlu, eksik noksan görmem; takdir Yaratanına aittir, der geçerim!. Ben kavgaya, tartışmaya değil, bildiklerimi paylaşmaya geldim!.

İşte böylece, hâlis muhlis "kökten dinci"yim ben!.

Temenni ederim ki "Dinin köküne" erdirsin Allah bütün insanları; Allah indindeki sistemi ve gerçeği farkedip, geleceklerini en güzel şekilde inşâ ederek cennete gireler!

"Ben", diyorsam bağışlayın, bu yalnızca ifade gereği; dedimdi ya, bildirildi ki, "HİÇ"im, gene ben!.

Zira, "Oku"dum takdirimdeki kadarıyla Kitabullah`ı!

"OKU"MAK !... NEYİ ?

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:10:07sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

HAZRETİ MUHAMMED NEYİ "OKU"DU

En çok sevdiğimiz şey tartışmak; en sevmediğimiz şey de tartıştığımız şeyin aslını araştırmaktır!.. Yaptığımız tartışmaların pek çoğu kulaktan dolma, duyuma dayanan verilere dayanır.. Sözlerimizin, düşüncelerimizin ne dereceye kadar mantıklı ve makûl olduğunu hatıra bile getirmeyiz!.

Bugün gerçeğini hiç düşünüp araştırmadığımız bir konuya dikkatinizi çekmeye çalışacağım...

Hazreti Muhammed Aleyhisselâm okuma-yazma biliyor muydu?

Hazreti Muhammed Aleyhisselâm neyi "OKU"du?

Yüzyıllardır insanlar ikiye bölünmüş tartışıyorlar; acaba Hazreti Muhammed Aleyhisselâm okuma-yazma biliyor muydu, yoksa bilmiyor muydu?

Kimi diyor, O okuma-yazma bilmiyordu "Ümmî"ydi!... Kimi de diyor, biliyordu; "Ümmî"nin anlamı başkadır!..

Bir an durun ve hatırlayın o ana ait bilgileri!..

"OKU" hitabı geldiğinde, Hazreti Muhammed aleyhisselâmın eline yazılı bir metin verilmiş miydi?

Elbette ki hayır!.. Allah Rasûlü’nün eline verilmiş yazılı bir metin yoktu!..

Peki, yazılı bir metin eline verilmediğine göre, o kişinin okuyup-yazma bilip bilmemesini tartışmanın âlemi var mıdır?..

Bundan sonra dikkatimizi çekmesi gereken önemli ikinci bir nokta daha vardır..

Eline yazılı bir metin verilmediğine göre; "OKU" uyarısıyla Allah Rasûlü Muhammed Aleyhisselâm’ın neyi "OKU"ması istenmişti acaba?..

OKUMAK" kelime olarak iki anlam taşır.. Birincisi, "bakmaya" dayalı bir biçimde baktığı şeyin ne olduğunu anlamak.. İkincisi, "görmeye" dayalı bir biçimde baktığı şeyi "değerlendirmek"!..

"Bakmak" ayrı şeydir; "görmek" ayrı şeydir!..

Herkes "bakar", ama bazıları "görür"!.. "Basar", bakar; "basiret" görür!.. Yani "görmek"ten murad gördüğünün anlamını çözüp onu değerlendirmektir..

Bir şeyi dinleyebilirsiniz, ama o dinlediğiniz şeyi anlayıp değerlendirebilmek güçlü bir akıl, mantık ve muhakeme kuvveti ister.. Bunun gibi, baktığını görmek de ayrı bir özelliktir!.

İşte "okumak" da bir anlamıyla baktığın yazılı metini deşifre etmek, çözmek anlamına geldiği gibi; bir diğer anlamıyla da baktığını görmek; güçlü bir mantık, muhakeme ile ondan yeni anlamlar çıkartmak suretiyle o şeyi değerlendirmek anlamını taşır..

Konumuz yazılı bir metni "okumak" olmadığına göre; Hazreti Muhammed`e yapılan "OKU" hitabının anlamını acaba nasıl değerlendireceğiz?.

Konuyu bir misâlle açıklamaya çalışalım.. Maç spikerleri veya spor eleştirmenleri çoklukla teknik direktörleri değerlendirirken şu husus üzerinde dururlar.. "Basiretsiz teknik adam maçı okuyamıyor"!.. Ya da, "maçın birinci devresini çok iyi okudu, buna göre verdiği taktikle takım ikinci devre çok iyi oynadı"!..

Demek ki, "OKUMAK", yazılı bir metni çözmenin ötesinde, bir diğer anlamıyla, seyrettiğimiz şeyin nereden, neden, nasıl gelip, hangi hedefe yönelik akış içinde olduğunu kavramaktır!.

Yani, "OKU" hitabıyla, Allah Rasûlü olarak Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın, Allah`ın yaratmış olduğu düzeni, SİSTEMİ OKUMASI istenmiştir!..

"OKU" hitabının muhatabını iki şıktan biri olarak değerlendirmek zorundayız!.

"OKU" istemi ya özel olarak yalnızca Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’a aittir, genel olarak bizi hiç ilgilendirmez; "Oku"mak gibi bir mükellefiyetimiz yoktur!.. Bu durumda, gerek Kur`ân-ı Kerîm’in ve gerekse Allah Rasûlü’nün ne dediğini anlamaya kavramaya çalışmak gereksizdir!.. Bize düşen körü körüne, beyinsizce, eğitilmiş bir mahlûk gibi sadece denilenleri yapmaktır!..

Ya da...

"OKU" istemi Hazreti Muhammed Aleyhisselam’ın şahsında, tüm ümmetine yapılan bir hitaptır; Hazreti Muhammed`e inanan herkesin "OKUMASI" istenmektedir!.

Bu takdirde de, tüm inananlar, Allah`ın yaratmış olduğu YAŞAM SİSTEMİNİ, ALLAH DÜZENİNİ "OKUMAKLA" görevlidirler!..

Bu hususu çok iyi düşünmeli ve anlamalıyız!

"OKUNMASI" istenilen "SİSTEM" nedir?...

SİSTEMİ "OKU"MAK

OKU"mak sözcüğünün ne anlam taşıdığını dün anlatmaya çalıştım.. Bugün de "OKU"nması gereken "SİSTEM"in ne olduğunu açıklamaya gayret edeceğim..

Elimizde ve tercihimiz olmayan, eşitliğe dayanmayan bir özellikler bütünü olarak dünya üzerinde meydana gelmiş bulunuyoruz.. Ne doğduğumuz yer, ne ırkımız, ne sülâlemiz, ne ana-babamız ve ne de cinsiyetimiz bizim tercihimiz değildir!. Kesinlikle başlangıcında eşitlik olmayan bir yarışın içinde bulunuyoruz!

Değiştiremeyeceğimiz bir geçmiş ve oluş sonrasında, elimizden geldiğince yönlendirebildiğimizi düşündüğümüz bir gelecekle karşı karşıyayız!. Doğa adını verdiğimiz, Allah`ın yaratmış olduğu sistemde ise mazerete ve duyguya kesinlikle yer yok!

Aslan, ceylanı ya da bufaloyu yakaladığı zaman, onun tüm haykırışlarına ve karşı koymasına rağmen, hiç ACIMADAN canlı canlı onu yemeye başlıyor!. Elimizden düşen bir bardak, ne mazeret öne sürerse sürsün, bu geçerli olmuyor ve üzerine düştüğü mermer onun parçalanmasına yol açıyor!. Dâima güçlü güçsüzü yokediyor!..

Kurban Bayramı denilen Hac Bayramında kesilen koyunlara acıma nutukları atarken; kasaptan dışarı çıkmıyor, etsiz sofradan zevk almıyor; kuzu ya da tavuksuz yemek yemiyoruz!. Balığa çıkarak, göya stres atıyor; zevk için denizde öldürmeye devam ediyoruz!.

Kısacası, güçlünün güçsüzü yokettiği, kuvvetlinin zayıfı yiyip bitirdiği SİSTEM ve DÜZEN içinde yaşıyoruz!. Bu her boyutta ve katmanda ve âlemde böylece cereyan etmede!..

İşte böyle bir SİSTEM VE DÜZEN içinde Allah Rasûlü Hazreti Muhammed insanlara şu kesin gerçeği anlatmaya, kavratmaya çalışıyor...

İnsanın, dünyanın, galaksinin ötesinde bir Tanrı yoktur; her şeyi kendi ilminde kendi güzel isimlerinin özellikleriyle yaratmış olan SADECE ALLAH vardır!. Dolayısıyla, insanlar tapınma amacıyla ötedeki bir tanrıya yönelirlerse bu boşa emektir!. "Hakikat"tan gâfil olma sonucunu doğurur bu durum!.

İnsan, bu sistem içinde iki ana çalışma yönüyle karşı karşıyadır;

1.Kendi "Hakikatı" olan ALLAH`ı tanımak...

1.Varoluş boyutu, yapısı ve özellikleri sebebiyle bir takım çalışmalar -ibadetler- yapmak suretiyle kendisini ölümötesi yaşama hazırlaması..

Sistem, birimin doğal yapısının ve kapasitesinin sonuçlarını yaşaması esasına göre çalışmaktadır!.

Kim ne yaparsa onun sonuçlarını yaşar!. Bu “Allah Sistemi”nin sonucudur!.

İşte bu sebepledir ki Kur`ân-ı Kerîm’de şu hüküm vurgulanmaktadır:

"Kim zerre ağırlığınca hayırlı iş yaparsa karşılığını alır; kim de zerre ağırlığınca şer işlerse karşılığını alır!."

Yani, kim karşılaşacağı şartlara, ortama ve o ortamın canlılarına karşı kendini hazırlarsa, bunun sonucunda o zarar görmez!. Kim de karşılaşacağı şartlara kendini hazırlamazsa, bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalır!.

Allah Rasûlü, ölümötesi yaşam şartlarını insanlara bildirmiş; ve o şartlara göre insanların kendilerini hazırlamaları zorunluluğunu tebliğ etmiştir!.

İnsanlar birine tapınma amacıyla değil; Allah`ın yaratmış olduğu sistem ve düzen gereği olarak bir takım çalışmalar -ibadetler- yapmak suretiyle kendilerini ölümötesi yaşam koşullarına hazırlamak mecburiyetindedirler!.

Dolayısıyladır ki bizler, öncelikle Din denilen ALLAH SİSTEMİ`nin ne olduğunu çok iyi öğrenmek ve idrak etmek mecburiyetindeyiz!.. Ki böylece neyin neden teklif edilmiş olduğunu kavrayıp, yapılması bizim için hayati önem taşıyan çalışmalardan geri kalmayalım..

Bilelim ki...

"İslâm Dini"nde önerilmiş bulunan bütün çalışmaların, birer teknik, bilimsel, yapısal gerekçesi ile bu çalışmaların otomatik olarak oluşacak sonuçları vardır!. Yapılan tekliflerin hiç birisi havadan konulmuş karakûşi hükümler değildir!..

Sistemin gereği ve sonucu olan çalışma şekilleridir ibadetler ve biz artık ALLAH iNDİNDEKİ SİSTEM VE DÜZENİ ÇOK İYİ ANLAMAK ZORUNDAYIZ!..

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxGOKERxxx

xxxGOKERxxx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  7.Ağu.2009 Cum 02:11:04sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

İSLAM DİNİ "SİSTEM"İ AÇIKLIYOR

Dostlarım... Lûtfen bugüne kadar "şartlanmaya dayalı din kabulü" dolayısıyla farkedemediğiniz şu kesin gerçeği farketmeye başlayınız...

"İslâm Dini" orijini itibariyle, bize içinde yaşadığımız "YAŞAM SİSTEM ve DÜZENİ"ni açıklamak; hangi tür davranışların hangi tür sonuçlar oluşturduğunu ve dahi oluşturacağını bildirmek, amacıyla gelmiştir.. Hangi birimden ne tür bir davranış çıkarsa; o birim, bulunduğu hâlin, ya da üzerinde olduğu fiîlin sonuçlarına katlanmak zorundadır, bu sisteme göre!..

Doğa kanunları denilen farkettiğimiz; ya da farkedemediğimiz tüm kanunlar ve prensipler, gerçekte Allah düzeni ve sistemidir; kim bunları değerlendirmezse veya dikkate almazsa sonuçta pişmanlık içinde bu davranışının neticesine katlanır!

Kur`ân-ı Kerîm’deki şu âyet bu gerçeğe işaret eder:

"...yetefekkerûne fiy halkıssemavati vel ard = Yeryüzünün ve gök boyutlarının oluşumunu tefekkür ederler..."

Kapsamlı akıl sahibi insanların, evrendeki oluşumu değerlendirmek sûretiyle "Allah sistemi ve düzeni"nini tanımaları gereğine işaret eder bu âyet.. Bunun gibi daha pekçok âyet vardır ki onlar da, insanların, mevcut yaşam sistemini değerlendirerek, bu yoldan "Allah Sistemi ve düzeni"ni anlamalarını teşvik eder.

"Ne ekersen onu biçersin" sözü bu sistem gerçeğinin eski bilgeler tarafından özetleniş biçimidir!. "Rüzgâr eken fırtına biçer" sözü de!...

Yani daha önce de vurgulamaya çalıştığım gibi, ne çalışma yaparsanız, onun karşılığını alacaksınız; yarın da, ölümötesinde de!.

"İnsan için yaptığı çalışmalardan başka bir şey oluşamaz"(53-39)

Âyeti de bu kesin gerçeğe işaret eder..iş bu sebepledir ki, yukarıda, ötenizde varsaydığınız bir tanrının, inkâr veya ihmal ettiğiniz çalışmaların karşılığı olarak vereceği bir şey yoktur!.

Allah Rasûlü’nün size ölümötesi yaşam şartları gereği olarak, yapmanızı önerdiği çalışmaları yaparsanız, Allah SİSTEMİ sonucu onların getirisini elde edersiniz.

Kur`ân ve Allah Rasûlü önerilerini dikkate almaz; yapmanız zorunlu olan bu çalışmaları ihmal ederseniz; gene ALLAH SİSTEMİ ve DÜZENİ sonucu, çok büyük pişmanlıklar içinde yaptıklarınızın neticesine katlanmak mecburiyetinde kalırsınız!.

 "Biz, sizi yakın olan sıkıntı ve azaplara karşı uyardık!.. O gün kişi yaptıklarının sonuçları ile karşılaşacaktır!... Bu anlatılan gerçekleri inkâr edenler ise şöyle diyecektir:

-Keşke toprak olsaydım -yok olsaydım-!." (78-40)

 "Yaptıklarınızın karşılığına ereceksiniz.." (36-54)

"Yaptıklarınızdan başka bir şeyden dolayı karşılık görmezsiniz"... (37-39)

Örnek olarak verdiğimiz bu bir kısım âyetler olarak şu kesin gerçeği vurgulamaktadır:

Şu anda seni yukarıdan seyredip yaptıklarını yargılayan; yarın senin hakkında karara varacak olan bir tanrı inancı ve bu inanca dayalı din anlayışı bâtıldır, geçersizdir!..

Her şeyi ilminde, ezelde, bir amaçla, bir SİSTEM ve DÜZEN şeklinde yaratmış olan "ALLAH", Rasûlü aracılığıyla insana bu SİSTEM ve DÜZENİ bildirmekte; ve yürürlükte olan o sisteme, yani Allah yasalarına göre, yaşamına yön vererek, kendini gelecekte karşılaşacağı çok tehlikeli olaylardan koruması teklif edilmektedir..

Ya bu SİSTEMİ anlayıp idrak edecek; ve yaşamımıza ona göre yön vereceğiz; geleceğimiz cennet olacak!..

Ya da dedi-kodularla, masallarla, boş hayallerle; safsata ve hurafeleri "Din" sanarak, kesinlikle yapılması gerekli çalışmalara -ibadetlere- boşverip; çok acı sonuçlarına katlanmak mecburiyetinde olacağız!..

İsterseniz bundan sonra, bu SİSTEM gereği düzenlemeyi farkedip, "İslam Dini" kapsamında insana teklife edilen zikir, namaz, oruç, hac gibi çalışmaların anlıyabildiğimiz kadarıyla gerekçelerinden, hikmetlerinden sözetmeye çalışalım...

ZEKÂT

Kur’ân-ı Kerîm’de pekçok yerde geçen

akıymüs salâte ve âtüz zekât”= “namazı ikame ediniz; zekâtı veriniz”

tanımlamasından soruldu bana:

-Niçin bu iki ifade birbiriyle yanyana? Birisi mânevî, Allah’a borcumuz; öteki dünyalık, kula borcumuz?.. Ne bağlantısı var ki bu iki ayrı fiilin, daima ikisi birarada ifade ediliyor?

Allah’ın bahşetmiş olduğu ilim kadarıyla anlatayım efendim…

“Hak’tan alıp halka vermek” diye anlatılan ve Mevlevî’liğe mâl edilen bir görüş vardır.. Bunun, Mevlevî’likte sembolü de “semâ” denilen kendi etrafında dönme hareketidir..

Mevlevî’lerin bazılarının Mevlâna Celâleddin’i taklit ederek yaptıkları bu dönüşte en önemli nokta ellerin durumudur.. Sağ kol yukarı kalkık vaziyette; sağ avuçta göğe bakar bir haldedir…Sol kol ise sol yana iyice açılmıştır yaklaşık 75 derecelik bir açıyle… Sol avuç içi ise yere bakar, el parmakları aralıklı olarak…

İşte bu görünüş, “sağ elle Hak’tan alıp, sol elle halka dağıtmanın” sembolüdür… Hızlı bir dönüş, gözün gördüklerinin kaybolmasını, fani dünya değerlerinin ortadan kalkıp, “Allah” isminin mânâsına “urûc” etmeyi ifade eder..

“Namaz”, Hak’ka urûçtur boyutsal anlamda!..

“Zekât” ta Hak’tan aldığını halka dağıtmaktır!..

Böylece görürüz ki aslında bu iki fiil bir bütündür!

Allah”, “Rahm” sahibidir!… “Rahman”dır!.. “Rahîm”dir!… “Üretir” ve ürettiğini korur, muhafaza eder; âşikare çıkma zamanı gelinceye kadar; sonra da açığa çıkartır!. İşte bu O’nun rahmetidir!..

Her şey, bu yoldan “Allah”ın “Rahm”inden yaratılmış, üretilmiştir!.

Âlemler ve âlemlerden biri olan kâinat, “Allah”ın “rahmet” sıfatından yaratılmıştır!.. Karşılıksız olarak “üretir”, vareder!.

Kâinat, Allah”ın zekâtıdır!

Ürettiğinin” bir kısmı “Rahman”dan gelendir… Acıyla karışık nimettir üretilen.. Bir kısmı “Rahim”den gelen üretimdir, sırf nimet olarak!..

Besmelenin bir anlamı da anlayabildiğimiz kadarıyla şudur;

“Bismillah’ir Rahman’ir Rahîm”…

“Allah” ismiyle işaret edilen ve varlığımın hakikatı olanın rahmetiyle üretiyorum; ki bu rahmet bir yönüyle acıyla karışık olsa dahi neticede sırf nimettir, mutluluk getirir”…

Allah ismiyle işaret edilen” mutlak varlığın yeryüzündeki sembolü “anne”dir!.

Anne” üretir ve karşılıksız olarak verir!..

Anne” de “rahim” sahibidir; yavrusunu orada üretir!.. Ürettiği yavrusunu kâh “Rahman”iyet yönünden nimetlendirir, terbiye için azarlar, cezalandırır, onun hoşuna gitmeyecek kurallar koyar… Hep onun iyiliği için!. Kâh da en güzel şeyleri yedirir, giydirir, gezdirir; “Rahîm”iyeti yönünden!

“Allah”, “rahm”ininden yaratıp ürettiklerine karşılıksız vermektedir her an; “anne”, “rahiminde” ürettiklerine karşılıksız vermektedir ömür boyu!.

Allah Rasûlü Muhammed Mustafa Aleyhisselâm şöyle uyarmıştır bizi:

“Allah ahlâkıyla ahlaklanın”!.

Allah ahlâkıyla ahlâklanıp, karşılıksız verebilmektir zekât!..

Zekât vermek, Allah ahlakıyla ahlâklanmanın bir yoludur!.

Zekât, tasarrufunda olanı karşılıksız vermektir!.. En alt sınırı da kırkta bir veya yüzde ikibuçuktur!.

Sonsuz olan, sonsuz zekât vermededir!…

Sonlu olandan da sınırlı zekât vermesini istemektedir “zekât” adı altında!.

İnsanda zekât, “Hak’tan alıp, halka vermektir”!..

Hak’tan aldıklarından neyi verirsen, zekât olarak, karşılıksız olarak; Allah’ın kurmuş olduğu düzen ve sistem gereği, o gelir sana, misli misli!.

Bir yerde şu soruldu bana:

-Pek çok zengin, çok büyük rakkamlarda zekât veriyorlar; para veriyorlar, giysi veriyorlar, yiyecek-içecek veriyorlar, binalar yaptırıyorlar… Fakat hiç birisinde mânevî ilimler gelişmiyor, irfan sahibi olmuyorlar, mâneviyata geçemiyorlar!. Bunun sebebi nedir?

“Allah anayasasındaki sistem ve düzen, ne verirsen misli misli o gelir sana!.” şeklindedir…

Para dağıtırsan, misli misli para gelir; bina dağıtırsan, bina gelir; ilim dağıtırsan, ilim gelir; bâtın ilimi, mâneviyat dağıtırsan o yoldan sana açılım olur!.

Zenginler zekâtlarını neyle ve nereye veriyorlarsa o yoldan da karşılığını alıyorlar!. Patlıcan tohumu ekip, gül yetişmesini bekleyemezsin!.

Maddiyat verip, mâneviyatta yer almak istiyorsan, en azından insanlara mânevi bilgileri -sohbet, kitap ya da kaset olarak- zekât vermelisin; ve o konuları onlara ulaştırmalısın ki, sana da maneviyatın kapısı açılsın!

-Yani zekâtımızı para olarak vermeyip; ilim olarak sohbet olarak mı verelim?

-Hayır bunu demedim!… Zekâtının para düşen miktarını, insanlara ebedî hayatı kazandıracak olan ilimleri oluşturacak kitap ve kasetler olarak dağıtıp, onların en kısa zamanda gerçekleri anlamasına vesile olurken; öte yandan da mâneviyat ilmini öğrenip bunu onlara anlatmak suretiyle, zekâtın yani karşılıksız vermenin mânevi tarafını eda edesin!.

Bu niçin böyle..?

Kısaca bunu da açıklamaya çalışayım..

Allah’ın kurmuş olduğu sistem ve düzen gereği, insanda meydana gelen her şey beyin aracılığıyla ortaya çıkar, farkedilir hâle gelir!..

Beyinde hangi konu ağırlık kazanırsa, o konu üzerinde beyindeki açılımlar genişler ve alışları artar!.

Verme fiili, beyindeki ilgili kapasitede genişleme oluşturur!.. Hangi fiilller kişiden açığa çıkarsa, o fiillerin kökeni olan hücre bloğunda büyüme, gelişme olur; o alanda faaliyet gösteren hücrelerin sayısı artar!.

Anlamasan da ibadet et” önerisinin ardındaki gerçek budur!. Fiiller, açılımları zorlar ve yeni kapasiteler meydana getirir…

Netice; zekâtını hangi yoldan neye dönük olarak verirsen, karşılığını da aynı yoldan, misli misli alırsın!. Maddiyata dönükse, o yoldan; maneviyata dönükse, o yoldan!.

İnsanlığın şerefi, insanın pırlanta tâcı olan ilim sahibi olmak isteyenlerin, bu çok önemli husus dikkat etmeleri zorunludur!

CC sohbet icin buraya
 <<1 2>>
Mesaj Ekle, arkadaş oyun sohbet icin cagir