ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul


sohbet, okey, tavla, chat
10 Mayıs 2024, Cuma 11:02   

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

En İyiler  Son Eklenenler       
sohbet forum basliklari  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler > Önemli Bilgiler
forum sohbet oyun basliklari
   MEHMET ÂKİF ERSOY HAYATI VE ESERLERİ
 Mesaj Ekle, sohbet ve oyun icin cagir
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

ENC0Z

ENC0Z resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  14.Eyl.2009 Pzt 09:41:10      MEHMET ÂKİF ERSOY HAYATI VE ESERLERİsohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

HAYATI

Mehmet Âkif Ersoy, 1873 yılının Aralık ayında, İstanbul’un Fatih ilçesinin Sarıgüzel

semtinde doğmuş ve 27 Aralık 1936 Pazar günü, saat 19.45’te Beyoğlu’ndaki Mısır

Apartmanı’nda vefat etmiştir.

Mehmet Âkif’in babası Mehmet Tâhir Efendi (1826-1888) ve annesi Emine fierife

Hanım’dır (1836-1926). Mehmet Tâhir Efendi çocuk yaşta Arnavutluk’tan İstanbul’a gelerek

tahsil etmiş ve Fatih Medresesi müderrisliğine kadar yükselmiş âlim ve ârif bir zattır. Annesi ise aslen Buharalı olan Tokatlı bir aileye mensuptur. Ailenin Âkif’ten sonra Nuriye adında bir de kızları olmuştur.

 

TAHSİL HAYATI

 

Mehmet Âkif, dört yaşında iken Fatih’te Emir Buhârî mahalle mektebine (yuva) gönderildi

ve tahsil hayatına başladı. Burada iki sene ve sonra sırasıyla üç sene ibtidâî (ilkokul), üç sene rüşdiye (orta okul) ve üç sene mülkiye idâdîsine (lise), sonra da iki senesi (gündüzcü olarak)

Ahırkapı’da ve iki senesi (yatılı olarak) Halkalı’da olmak üzere, dört sene de Baytar Mektebi’ne (Veterinerlik Fakültesi) devam etti. 1893’te mektebin ilk mezunu ve birincisi olarak diploma aldı.

Mehmet Âkif, resmî tahsilin dışında, çok bilgili ve şuurlu bir zat olan babası başta olmak

üzere birçok âlimden devamlı olarak ders okumuş ve kendisini yetiştirmiştir. Lisana karşı

bilhassa kabiliyeti bulunduğundan, devamlı çalışarak Arapça, Farsça ve Fransızca’yı,

edebiyatlarını takip edecek ve tercümeler yapacak kadar iyi öğrenmiştir. Çocukken başladığı

hâfızlık çalışmalarını, bir müddet ara verdikten sonra, yirmi yaşında iken kendi kendine

tamamlamış ve Kur’an-ı Kerîm’i ezberlemiştir. Mısır’daki son seneleri de Kur’an meâli ile

meşgul olarak geçmiştir.

 

SPORCULUĞU

 

Tahsil hayatı boyunca daima derslerinde birinci olan Mehmet Âkif, aynı zamanda çeşitli

sporlarla meşgul oluyor, bunları da, derslerine mâni olmadan, en iyi şekilde yapıyordu. On dört yaşında iken – Osmanlı toplumunda asırlardır en sevilen ve yaygın spor olan – yağlı güreşe başlamıştı. 16-18 yaşlarında, köy düğünlerindeki güreşlere katıldığı olmuştur. Uzun mesafeleri yorulmadan yürüyor; hafta sonları okula giderken, Fatih’ten Halkalı’ya ve bazen güreşmek için Halkalı’dan Çatalca’nın köylerine yürüyerek gittiği oluyordu. Ayrıca gülle atar, ata biner ve çok iyi yüzerdi. İstanbul Boğazı’nı da yüzerek geçmiştir.

Ömrü boyunca daima manevî ve fikrî bir mücadele içinde yaşayan Âkif’in, günün birinde

ve ihtiyaç hâlinde, bedenen cihâd etmek için de hazır bulunmayı bir ibadet saydığı ve bunun

için gayret gösterdiği anlaşılmaktadır.

 

  

BULUNDUĞU VAZİFELER

Tahsilini tamamladıktan sonra, Ziraat Vekâleti Baytarlık şubesinde vazifeye başlamıştı. İlk

dört sene Rumeli, Anadolu ve Arap bölgelerinde dolaşarak baytarlık yaptı. Yirmi yıllık bir

memuriyetten sonra – bir başkasına yapılan haksızlık üzerine - istifa ettiğinde, aynı şubenin

müdür muavinliği vazifesinde bulunuyordu.

Öğretmenlik hayatına 1906’da Halkalı Baytar Mektebi’ne “kitâbet-i resmiye” (resmî

yazışma usûlü) dersi muallimliği ile başladı. 1908’den sonra ise Edebiyat Fakültesi ile

Dârülhilâfe Medresesi’nde “Osmanlı Edebiyatı” müderrisliğinde bulundu. Mütareke devrinde,

İslâmiyet’i doğru olarak halka öğretmek, yanlış bilgileri gidermek ve İslâm ahlâkını korumak

için fieyhülislamlık’a bağlı olarak kurulmuş bir “İslâm Danışma, Tebliğ ve İrşad İlim Heyeti” olan “Darülhikmet-il İslâmiyye”de üye ve başkâtip (genel sekreter) olarak çalıştı (Ağustos 1918 –Nisan 1920) ve bu kuruluşun yayın organı olan “Cerîde-i İlmiyye”yi idare etti. İstiklâl Savaşı’nı yapan Birinci Millet Meclisi’nde milletvekili olarak vazife gördü. Mısır’da 1929 yılından 1936’ya

kadar, Kahire Üniversitesi’nde Türkçe Hocalığı yaptı. Bütün ömrünü okuyarak ve okutarak

geçirdi.Yirmi beş yaşında iken İsmet Hanım’la (1878-1944) evlenen Mehmet Âkif’in üç kızı ve iki oğlu olmuştur.

 

SEBÎLÜRREFİAD DERGİSİ

Mehmet Âkif, şiirlerinin büyük çoğunluğunu “baş muharrir”i bulunduğu dergide, ilk

sayısından başlayarak yayınlamıştır. 1908’de “Sırâtımüstakîm” adıyla (Prof.) Ebululâ Mardin

(1881-1957) ve Eşref Edib (Fergan) (1883-1971) tarafından çıkarılan, 1912’den sonra ise

“Sebîlürreşad” adını alarak yalnız Eşref Edib tarafından devam ettirilen bu dergi, 1925 yılı

başına kadar çıkmaya devam etmiş ve 641 sayı yayınlanmıştı. Fikir hayatımızda ve yakın

tarihimizde çok önemli bir yeri olan bu derginin, 362 sayı yayınlandığı ikinci bir dönemi (1948-1966) daha vardır.

 

SEYAHATLERİ

Okulunu bitirdikten sonra baytarlık yaparken Arnavutluk’a (İpek) giderek, amcalarını

ziyaret etmiş; Edirne merkez olarak Rumeli’yi, Adana merkez olarak Anadolu’yu, fiam ve

civarını dolaşmış; 1914 yılı başında, davetli olarak, iki ay devam eden “Beyrut – Kahire –

el’Uksur – Medine – fiam” seyahatine çıkmış; aynı yılın sonunda vatanî bir vazifeyle üç aylığına Berlin’de ve yine aynı şekilde 1915 Mayıs’ından sonra beş aylığına “Necid (Riyad) – Medine –

fiam – Beyrut”ta bulunmuş; 1918 yılı Temmuz ayında bir ay davetli olarak Beyrut’a gitmiş;

İstiklâl Savaşı sırasında, halkı teşvik için Anadolu’yu ve cepheleri dolaşmış ve hayatının son

yıllarını Kahire’de geçirmiştir.

 

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

ENC0Z

ENC0Z resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  14.Eyl.2009 Pzt 09:42:05sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

ŞİİR HAYATI

 

Lise yıllarında şiirle meşgul olmaya başlamıştı. Baytar Mektebi’nin son senelerinde bu

kabiliyetini ilerletti. Türkçeye ve aruz veznine hâkim olmuştu. Arkadaşlarına uzun manzum

mektuplar yazıyordu. Önceleri, Ziya Paşa, Muallim Naci ve Namık Kemal gibi eski üstadlar

tarzında şiirler nazmederken, daha sonra kendi üslûbunu bularak onların tesirinden

uzaklaşmıştır.

Sâirliğinin ilk devresinde yazdığı, yayınlanmamış binlerce mısralık eski şiirlerini yok

etmiştir. Bunlardan elde sadece, bazı dostlarının defterlerinde bulunan veya çeşitli dergilerde

daha önce çıkmış olan, iki bin mısra kadarı kalmıştır. Bu eski şiirlerini “Safahat” (Safhalar,

Hayattan Manzaralar) adını verdiği şiir kitabına da almamıştır.

 

YAZI VE KİTAPLARI

 

Şiirlerini, 1908’de çıkmaya başlayan ve kendisinin baş yazarlığını yaptığı “Sırâtımüstakim”

dergisinde yayınladı. Bunlar, o zamana kadar rastlanmamış derecede akıcı, sâde, halkın

hayatını anlatan ve duygularını dile getiren, millî şiirlerdi. Bir zaman sonra “Sebîlürreşad” adını alan dergide yayınlanan bu şiirler, tamamlandıkça, “Safahat” genel başlığı altında, küçük kitaplar hâlinde neşrediliyorlardı. 1911-1924 yılları arasında ilk altı kitap çıkmış, yedincisi ise 1933’te Kahire’de yayınlanmıştır.

Mehmet Âkif Bey, şiirlerinden başka, Sebîlürreşad’ın hemen her sayısına tefsir yazıları,

makaleler ve tercümeler de vermekteydi. Bunların da bir kısmı kitap olarak yayınlanmıştır.

 

DESTAN ŞAİRİ

Balkan Harbi sırasında, “Müdâfaa-i Milliye Hey’eti Neşriyat fiûbesi”nde Abdülhak Hâmid,

Süleyman Nazif, Cenab fiehâbeddin, Hüseyin Kâzım ve daha birkaç yazar ile birlikte âza

olarak bulundu. Hey’etin başkanı, zamanın edip ve şâirleri tarafından büyük saygı gören ve

“üstâd” sıfatına lâyık bulunan “Ta’lîm-i Edebiyat” müellifi Recâîzâde Mahmud Ekrem Bey idi.

Bu toplantılar sırasında bir gün Recâîzâde, Âkif’e hitap ederek: “Milletin, millî bir destana

ihtiyâcı olduğunu ve bunu da ancak kendisinin yapabileceğini söylemiş ve yazmasını

istemiş”tir.

 

BÜYÜK ŞAİR

Mehmet Âkif, daha önce Muallim Naci ile başlamış olan, Türkçenin sade ve akıcı bir

şekilde aruza tatbikinin ilk büyük temsilcisidir. Mizahî fıkralardan en heyecanlı şiirlere kadar, en güzel Türkçe ile, milletine şaheserler vermiştir. Şiirleri, her bakımdan, edebiyat tarihimizde

eşsiz güzellikte muhteşem parçalardır. Basit bir hayat sahnesini anlatan mısralarında bile, hem

en keskin bir zekânın şimşekleri, hem de titreyen bir gönlün gözyaşları sezilir…

Çağdaşı olan bütün büyük şair ve edibler, Mehmet Âkif’in yüksekliğini kabul edip, bunu

itiraf ve takdir eden beyanlarda bulunmuşlardır. Âkif Bey, şiirlerinde ve makalelerinde, “sadelik,

millîlik, din ve ahlâka bağlılık” şeklinde özetlenebilecek olan edebiyat görüşünü açıklamıştır.

Kendisi, en fazla önem verdiği iki değerin, “dil ve din” olduğunu söylemektedir.

şiirlerinden bazıları bestelenmiş ve önemli bir kısmı Arapçaya çevrilmiştir.

 

ARKADAŞININ ÇOCUKLARI

Mehmet Âkif, Baytar Mektebi’nde birlikte okudukları ve sevdiği arkadaşı İslimyeli Hasan

Tahsin Bey ile karşılıklı andlaşmışlar ve hayatta kalanın, daha önce ölenin ailesine bakacağına dair söz vermişlerdi.

Hasan Bey, Edirne Baytar Müfettişi bulunduğu sırada 1910 yılında vefat edince, Âkif Bey

–daima olduğu gibi– sözünde durarak, merhumun üç çocuğunun bakımını üzerine almıştı. Bu

çocukların büyüğü olan Cevdet’i, Baytar Mektebi’nde okutuyordu.

Mehmet Âkif’in büyük oğlu Emin Ersoy, hatıralarında, bu çocuklardan biri olan Süheylâ

hakkında şunları söylemektedir:

Süheylâ Hanım isminde bir evlâd-ı mânevîsi de ablalarım ile birlikte (Ankara’ya) gelmişti.

Bu kızcağızı küçüklüğümde öz hemşirem sanırdım. Hasan Tahsin Bey namında babamın pek

samimî arkadaşlarından bir zatın kızı olan Süheylâ Hanım’ın pederi ölmüş, babam da bu

çocuğu evimize almış, onun tahsil ve terbiyesi ile bizzat alâkadar olmuş, netice Süheylâ ablam

Darülmuallimât’ı ikmâl ettikten sonra Darülfünûn’u dahi bitirmişti. Ben alfabeyi ve ilk tahsilimi

ondan öğrendim.”

 

MİLLETİYLE BİRLİKTE AĞLAYAN ŞAİR

 

Balkan Harbi’nin – Rumeli Müslümanlarının çoluk çocuk katledildiği, nehirlerin cesetlerle

dolduğu - felâketli günlerinde, 1913 yılının fiubat ayı içinde, İstanbul’da Beyazıd Camii’nde bir ikindi sonrası, Fatih ve Süleymaniye camilerinde ise Cuma namazlarından sonra kalabalık cemaatlere va’az kürsülerinden hitap ederek, halkı birliğe, cihada ve orduya yardıma çağırmıştır.

Mehmet Âkif, bu konuşmalarını, o sırada orduya destek vermek için kurulmuş olan “Milli

Müdafaa Cemiyeti”nin İrşad Heyeti üyesi olarak yapmıştı. Bu konuşmaların ilânları günlük

gazetelerde ve metni Sebîlürreşad’da yayınlanmıştır.

Bu savaşta, vahşice öldürülen mazlumların, alnına bıçakla haç çizilen ve sarıklarından

asılan din adamlarının, sürüklenip götürülen masum genç kızların acı ve ızdırapları, onun

feryad eden şiirleriyle millî vicdana ve tarihe yazılmıştır.

Kendisinin ve derginin bütün neşriyatı, daima din, vatan ve millet duyguları ile yapılmış ve

bu yayınlar, birkaç sene sonra milletçe kalkışılacak olan Millî Mücâdele’nin de tohumlarını

atmıştır. Nitekim Mehmet Âkif, 1920 fiubat ayında, ilk kurşunun atıldığı Balıkesir cephesine

koşarak, Zağnos Paşa Camii kürsüsünden halkı cihada çağıracaktır.

 

BERLİN SEYAHATİ

Mehmet Âkif, 1914 yılı sonunda, devlet tarafından vazifeli olarak Almanya’ya gönderilen

bir hey’ete dâhil olarak Berlin’e gitti. Burada üç ay kadar kaldıktan sonra 1915 Mart ayının ilk

yarısı içinde İstanbul’a döndü.

Harpte müttefikimiz olan Almanlar, Fransız, Rus ve İngiliz ordularında bulunup da savaş

sırasında kendilerine esir düşmüş olan Müslümanları, ayrı kamplarda toplamışlardı. Bu

kamplardaki esirlere iyi muamele ediliyordu. Bunlar için camiler ve okullar inşâ edilmişti.

Almanlar, Müslümanların lideri olan Osmanlılara, Müslüman esirlere karşı güzel

davranışlarını göstererek bir cemîle yapmak; esirleri ise Halife’lerinin kendileriyle birlik

olduğunu göstererek kazanmak istiyorlardı. Bu maksatla Almanlar tarafından davet edilen

hey’etlerin birine Mehmet Âkif de katılmıştır.

Bu gibi faaliyetler, askerî haberalma ve casusluk teşkilâtı olarak çalışan Osmanlı

“Teşkîlât-ı Mahsûsa”sı tarafından yürütülmekteydi.

 

NECİD SEYAHATİ

Mehmet Âkif, 1915 yılının Mayıs ayı ortalarında yine resmen vazifeli olarak, “Teşkilât-ı

Mahsûsa”nın başkanı Kuşçubaşı Eşref Bey’in idaresindeki bir heyete katıldı.

Arabistan’ın Necid bölgesine yapılan ve dört buçuk ay süren bu seyahatin hedefi Riyad

idi. fierif Hüseyin’in İngilizlerle anlaştığının ve isyan hazırlığı içinde olduğunun anlaşılması

üzerine devlete sâdık kalmış olan Necid meliki İbnürreşîd ile kendisinin hükûmet merkezi olan Riyad’da görüşülecekti. Bu görüşme yapılarak fieyh İbnürreşîd’e gerekenler söylenmiş ve yakınlarına gönderilen hediyeler verilmiştir.

Seyahat dönüşünde fiam’a ve Beyrut’a da uğrayan Âkif Bey, 1915 Ekim ayı başında

İstanbul’da idi.

Âkif’in fiam’da bulunduğu günlerde orada olan eski talebesi Baha Kâhyaoğlu, Suriye

gazetelerinde “fiâir-i İslâm”ın geleceğinin haber verildiğini ve Damaskus Oteli’nde toplanan yüz kadar âlim ve şâirin Âkif Bey’e hürmetlerini sunduklarını, mütevâzı şâirin bu hâlden çok

sıkıldığını yazmaktadır.

Bu seyahat sırasında Medine’yi ikinci defa ziyaret etme fırsatını elde eden Âkif, kendisinin

en yüksek eserlerinden sayılan “Necid Çöllerinden Medîne’ye” şiirini bu ziyaretin ilhâmı ile

yazdı.

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

ENC0Z

ENC0Z resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  14.Eyl.2009 Pzt 09:43:02sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

VATAN HİZMETİ

İttihad ve Terakki Hükûmeti’nin düşünce ve idare şekline muhalif olan Mehmet Âkif’in

resmî vazife kabul ederek Berlin’e ve Necid’e gitmesi, onun, hükûmet ile devleti birbirinden ayrı

görebilen vatanseverliğinin bir gereği idi. Vatanın büyük tehlikeler karşısında bulunduğu bir

sırada Âkif’in fikir ayrılıklarını mesele yapması düşünülemezdi. Esasen yerine getirdiği

vazifenin İttihad ve Terakki Partisi veya siyaseti ile bir ilgisi olmadığı gibi, Teşkilât-ı Mahsûsa

da siyâsî değil, doğrudan orduya bağlı millî bir kuruluştu.

Âkif Bey 1925 sonrasında, on yıllık savaştan çıkmış, maddî manevî zayıf düşmüş

ülkesine zarar vermemek için, yanlış bulduğu tutumlar karşısındaki büyük ızdırabına rağmen

susmayı tercih etmiştir. Ne kadar doğru da olsa, o yıllarda kabul görmeyecek ve fitneye sebep

olarak millete zarar verecek bir hareket tarzı, merhumun yüksek şahsiyetinin ve

vatanseverliğinin kabul edebileceği bir tavır değildir.

 

 

DARÜLHİKME’DE

 

Savaş sonrasında, halk arasında sarsılmış olan dinî ve ahlakî değerleri canlandırıp

korumak için İstanbul’da, fieyhülislâmlık’a bağlı olarak “Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye” adıyla bir

müessese kurulmuştu. 12 Ağustos 1918’de açılan bu teşkilât, zamanın tanınmış İslâm

âlimlerini ve fikir adamlarını çatısı altında toplayan, yüksek seviyede, bir “İslâmî, danışma,

tebliğ ve irşâd hey’eti” idi.

Mehmet Âkif, Beyrut’ta bulunduğu sırada “Dârü’l-Hikme”ye başkâtip olarak tâyin olunmuş

ve dönüşünde vazifesine başlamış, 23 Ocak 1920 tarihinde başkâtiplik üzerinde kalmak üzere âzâlığa da tâyin olunmuştur.

Dârülhikme kurulunca, Meşîhat (fieyhülislâmlık) dâiresinin resmî gazetesi olan, aylık

“Cerîde-i İlmiyye” de Dârülhikme’nin başkitâbetine bağlanmıştı. İlk sayısı 1914 Mayıs’ında

yayınlanmış olan mecmua, bu bağlanışa kadar kırk dört sayı intişâr etmişti. Elli üçüncü

sayısından sonra on beş günlük olan derginin 45 – 58. sayıları Âkif Bey’in idaresinde

çıkarılmıştır.

Mehmet Âkif, Anadolu’ya geçerek “Kuvâ-yı Milliye”ye katıldığı anlaşıldıktan sonra

“vazifesinden izin almadan ayrıldığı” gerekçesi ile 3 Mayıs 1920’de Dârülhikme’deki

vazifesinden azledilmiştir.

 

 

 

 

MİLLÎ MÜCADELE’YE DESTEK

1920 yılı başından itibaren, Sebîlürreşâd dergisinin idarehanesi, Millî Mücâdele’ye

katılmak için Anadolu’ya geçmiş olanlarla İstanbul’daki yakınları arasındaki haberleşmenin ve gizli haberleşmelerin merkezi olmuştu.

Gazeteler ve mektuplar dergi vâsıtası ile Anadolu’ya gidiyor ve İstanbul’a geliyordu.

Millî Mücâdele’yi destekleyen, yabancı dilden eserler tercüme ettirilerek basılıyor ve

Sebîlürreşâd paketlerinin içinde ve başka yollarla Anadolu’ya gönderiliyordu. Müslüman Hindli yazar fieyh Müşir Kıdvay’ın, Ömer Rıza (Doğrul) tarafından İngilizceden tercüme edilen ve Necm-i İstikbâl Matbaasında bastırılarak gönderilen, iki eseri de bunların arasındaydı.

 

BALIKESİR HİTÂBESİ

1919 yılında Anadolu’daki Millî Mücâdele’nin ilk faaliyetleri görülmüş; bilhassa 15

Mayıs’ta, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde ilk

cepheler açılmaya başlamıştı.

Düşman işgali altındaki İstanbul’da bunalan Mehmet Âkif, 1920 yılının Ocak ayı sonunda

Eşref Edib’le birlikte Balıkesir’e gitti. Burada, Zağnos Paşa Camii’nde Cuma namazından sonra va’az kürsüsüne çıkarak halka hitap etti.

Ey Müslüman!” hitâbıyla konuşmasına başlayan Âkif, önce “Cihan altüst olurken seyre

baktın öyle durdun da; Bugün bir serserisin, derbedersin kendi yurdunda!” diye başlayan şiirini

okumuştu.

Bundan sonra: Müslümanların neden geri kaldıklarını; insan gibi yaşamak isteyenlerin

kuvvetli olmaya mecbur olduklarını; denizaltılar, uçaklar yapan Batılıların bunu tek tek değil,

birleşerek yaptıklarını; bugün her şeyin cemaatler ve şirketler tarafından yapıldığını; bizim, bir araya gelip çalışmayı beceremediğimiz için aynı şeyleri yapamadığımızı; geçmişteki

kırgınlıkları unutmak ve birleşmek lâzım geldiğini; eğer bunu başaramazsak, bizi idarelerine

alacak olanların, bize hayvan muamelesi edeceklerini anlatmıştı. Söylediklerini misallerle izah ve ispat eden ve âyetlerle destekleyen Âkif, sözü Karesi’de (Balıkesir) başlamış olan Millî Mücâdeleye getirmiş ve konuşmasını şöyle bitirmiştir:

 

Osmanlı saltanatını i’lâ için Karesi’nin, bu kahraman İslâm muhitinin vaktiyle ne büyük

fedâkârlıklar gösterdiği herkesin malûmudur. Rumeli’yi baştan başa fetheden hep bu topraktanyetişen babayiğitlerdir. O kahraman ecdadın torunları olduğunuzu isbât etmelisiniz. Anadolu’yu müdâfa’a hususunda diğer vilâyetlere ön ayak olmak şerefini siz ihrâz ettiniz. Sa’yiniz meşkûrdur. İnşâallah bu şân ü şeref kıyâmete kadar artar gider. İnşâallah vatanımızın haysiyeti, istiklâli, saâdeti, refâhı, ümrânı dünyâlar durdukça masûn ve mahfûz kalır.”

 

TAKİP VE BASKI ALTINDA

Âkif Bey, Balıkesir’e gidip bu konuşmasını yaptığı sırada Dârülhikme’de çalışmakta, halkı

direnmeye çağıran haftalık dergisini çıkarmakta ve bunları, düşman işgali altındaki İstanbul’da yapmakta idi.

Üstelik Balıkesir konuşmasından sonra yine İstanbul’a döndüğü gibi, çok heyecanlı ve

düşman aleyhtarı olan bu konuşmasının metnini dergisinde de yayınlamıştı. Bundan sonra

Sebîlürreşad, işgal kuvvetleri tarafından devamlı sansür edilmiş ve kendisi de takip altına

alınmıştır.

Mehmet Âkif, İstanbul’daki faaliyetleri, temasları ve neşriyatı ile Millî Mücadele’ye büyük

destek sağlamakta idi. Fakat buradaki baskı, Âkif Bey’in Balıkesir va’azından sonra daha da

artmış ve dergideki bazı yazıların, bazan tamamı “İşgal Kuvvetleri Sansür Heyeti” tarafından

çıkarılır olmuştu.

İstanbul caddelerinde devriye gezen düşman askerlerini görmemek için Âkif Bey ara

sokaklardan gidiyor, vapurların alt kamaralarında oturuyordu. İstanbul çalışılamaz hâle

gelmişti.

Bu sebeple, Millî Mücâdele’ye daha çok faydalı olabilmek için artık Anadolu’ya geçmek,

cihâdın ortasında bulunmak istiyordu.

 

SAVAŞIN İÇİNDE

Nihayet İstanbul’da hizmet imkânı kalmadığını gören Âkif Bey, itibarlı ve yüksek maaşlı

işini ve ailesini bırakarak, 10 Nisan 1920 tarihinde Millî Mücadele’ye katılmak üzere, gizlice

Ankara’ya doğru yola çıkmış; Büyük Millet Meclisi’nin açılışının ertesi günü, 24 Nisan 1920’de

Ankara’ya varmış, gider gitmez faaliyete geçerek, 28 Nisan tarihli “Hâkimiyet-i Milliye”

gazetesinde de haber verildiği gibi, 30 Nisan Cuma günü Hacı Bayram Camii’nde kürsüye

çıkarak halka hitap etmeye başlamış ve İstiklâl Savaşı’na Burdur mebusu olarak katılmıştır.

Mehmet Âkif, o günler için çok büyük bir hizmet olarak, Ankara’da da Sebîlürreşad’ı

çıkarmaya devam etmiş; Eskişehir, Konya, Kastamonu, Burdur, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya

ve çevrelerini dolaşarak, büyük gayesi, yani dini, vatanı ve milleti uğrunda canla başla

çalışmıştır. Savaş sırasında, defalarca cephelere giderek gazilerle konuşmuş, onları cihada

teşvik ederek yüreklendirmiştir.

 

ANKARA YOLCULUĞU NASIL YAPILDI?

Mehmet Âkif’in Ankara yolculuğunu, bu yolculukta onunla birlikte bulunan oğlu Emin’in

anlattıklarına dayanarak şu şekilde tesbit ve hülâsa edebiliriz:

10 Nisan 1920 günü sabahı, namazdan sonra ailesiyle vedalaşan Âkif, oniki yaşındaki

oğlu Emin’i yanına alarak Çengelköyü’nde oturduğu evden hareket etti. Yürüyerek Üsküdar’da Karacaahmed Mezarlığı’na geldiler. Burada Âkif’i, Ali fiükrü Bey (Trabzon’un maktul şehid mebusu, 1884-1923) bir fayton ile beklemekteydi. Faytonla Kısıklı üzerinden Alemdağı’na gittiler.

Burada Millî Mücadelecilerin toplandığı bir çiftlikte (Baltacı Çiftliği olmalı) atlara bindiler

ve bir süvarinin refakatinde yola devam ettiler. Geceyi bir köyde geçirip, ertesi gün İzmit ile

Adapazarı arasında, Kuvâ-yı Milliye’ye cephane götüren bir kafileye rastlayarak ona katıldılar.

Geyve yakınlarında Kuşçubaşı Eşref ve Yenibahçeli fiükrü Beylere rastladılar. Daha ileride bu ikisi ile birlikte topluluktan ayrılarak beş kişilik bir kafile hâlinde, demiryolundan dekovil ile

Ankara’ya gittiler.

 

ANKARA’YA VARIŞI: 24 NİSAN 1920

Mehmet Âkif ile Ali fiükrü Bey Ankara’ya Meclis’in açıldığı günün ertesi Cumartesi günü

öğle sıralarında vardılar. Babasıyla birlikte bulunan Emin, Ankara’ya geldikleri günü şöyle

anlatıyor:

 

 

Eskişehir’den Ankara’ya tren ile gittik... Atatürk Ankara’da idi. Millet Meclisi yeni teşekkül

etmişti. Gazi ile babamın ilk görüşmelerini bugünkü gibi hatırlarım.

“Tren öğleye doğru Ankara’ya vâsıl oldu. Ali fiükrü Bey, peder ve ben yaylı bir arabadan

Millet Meclisi’nin önünde indik. Babam bana, sen buralarda otur diyerek, Meclis’in bahçesini

gösteriyordu. İşte o sırada Gazi başındaki siyah kalpağı ile gözüktü. Yanında Erzurum mebusu

Gözübüyükzâde Ziya Hoca ve daha tanımadığım iki üç kişi var idi. Evvelâ Ali fiükrü Bey’in elini

sıkarak hoş geldiniz diyen Atatürk oldu; bilâhare şâire iltifat etti:

“– Sizi bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz, şimdi görüşmek kabil olmayacak,

ben size gelirim” dedi.

“Onlar uzaklaşır iken biz de Ankara’da, acıkan karnımızı doyuracak bir lokanta aradık.”

 

Meclis’in 24 Nisan Cumartesi günü yapılan ikinci toplantısının, öğleden sonra üçte

başlayan üçüncü celsesinde, Trabzon mebusu Ali fiükrü Bey’in, müzakereler sırasında

söylediği birkaç cümlenin zapta geçmiş olduğu görülüyor.

Bu bilgilerin ışığında, “Âkif Bey ve arkadaşının 24 Nisan günü öğle vakti Ankara’ya

geldiklerini ve Ali fiükrü Bey’in Meclis’in öğleden sonraki toplantısına, katıldığını” söyleyebiliriz.

O sırada henüz mebus olmayan Âkif Bey ile oğlu da büyük ihtimalle dinleyiciler arasında

bulunuyorlardı...

Âkif, Ankara’ya gelir gelmez Hacı Bayram Camii’nden başlayarak halka hitap etmiş, ikna

olunması gereken kimselerle konuşmalar yapmış, Millî Mücâdele’ye yardım edebilecek

şehirleri dolaşarak, “Kuvâ-yı Milliye”nin bir “İttihatçı” hareket olmadığını, bu vatanı da

kaybedersek gidecek yerimizin kalmadığını, bu savaşın dine ve Halife’ye hıyânet için

yapılmadığını, bunun bir “cihâd” ve katılmanın “farz” olduğunu halka anlatmış, şüpheleri

giderip, isyanları yatıştırıp, gönülleri tutuşturmuş ve büyük bir “ihtiyaç”a cevap vermiştir.

 

BURDUR VE BİGA’DAN MEBUS SEÇİLMESİ

 

Mehmet Âkif’in Burdur’dan mebus seçilmesine, o sırada yeni seçilmiş olan bir mebusun

istifa etmesi ve Mustafa Kemal Paşa’nın onun yerine Âkif Bey’in yazılmasını istemesi, sebep

olmuştur.

Ankara’ya 24 Nisan’da gelmiş olan Âkif Bey’in seçilmesi, Paşa’nın 29 Nisan 1920 tarihli

bir telgrafı ile Burdur’un bağlı bulunduğu Konya vilâyetinin vali vekili ve kolordu kumandanı

olan Albay Fahreddin (Altay) Bey’e bildirilmiştir. Burada yapılan seçim sonucunda en fazla oyu Âkif Bey almıştır.

Mehmet Âkif Bey’in, Burdur’dan seçildiğinden haberi olmayan Bigalıların da, onu mebus

intihâb etmelerine neyin vesile olduğunu bilemiyoruz. Ancak birkaç ay önce Balıkesir’e giderek

Millî Mücâdele’yi teşvik bâbında Zağnos Paşa Cami’inde konuşma yapmış olan Âkif Bey’in,

aydınlarca esasen bilinen şahsiyetine ilâveten halk tarafından da iyi tanındığı ve böyle bir

meselede isminin ilk akla gelenler arasında bulunacağı tabiidir. Burdur’da olduğu gibi burada

da en fazla oyu almış olması da bunu göstermektedir.

 

MİLLÎ MÜCÂDELE KONUŞMALARI

Mehmet Âkif’in, İstiklâl Savaşı yıllarındaki hizmetleri arasında, Kastamonu’da yaptığı

faaliyetlerin ayrı bir yeri vardır. İstanbul’dan ve Batı Anadolu’dan Ankara’ya geçişlerin ve

yapılan silah vesair hayatî yardımların yolu üzerindeki en önemli bir liman ve merkez olan

Gelibolu ve Kastamonu ile civarında, Ekim-Aralık 1920 aylarında dolaşarak ve Nasrullah

Camii’nde toplanan halka defalarca hitap ederek, harbin gerçek sebeplerini ve dünyanın o

sırada bulunduğu siyasî durumu açıklamış; bütün müslümanları ve Osmanlı Devleti’ni tehdit

eden tehlikelerin asıl kaynaklarını anlatmış; halkı ciddi olarak bilgilendirmiş, böylece onların

şuurlanmasını ve mücadeleye katılmalarını sağlamıştır.

Bu sırada Sebîlürreşad’ın üç sayısı da Kastamonu’da yayınlanmış ve kendisinin çok

önemli olan konuşmalarının bulunduğu bu dergi sayıları, binlerce nüsha bastırılarak Anadolu’ya

ve cephelere dağıtılmış; camilerde, derneklerde ve askerî birliklerde okutulmuştur.

Mehmet Âkif’in bu konuşmaları, hâlen, İstiklal Savaşı’mızın ne için, nasıl ve hangi

gayelerle yapıldığını, ilk defa ve içinde yaşayarak anlatan en önemli ve çok kıymetli, tarihî

belgelerdir.

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

ENC0Z

ENC0Z resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  14.Eyl.2009 Pzt 09:43:46sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

MANEVÎ ÖNDER

 

Halk tarafından çok iyi tanınan ve sevilen Mehmet Âkif’in Ankara’ya giderek “Kuvâ-yı

Milliye”ye katılmış olması, bütün millet üzerinde çok müsbet bir tesir uyandırmıştır.

Mehmet Âkif’in, sağlam imanı, itidali ve akl-ı selimi ile, o ağır şartlarda mümkün olan en

meşru, mâkul ve doğru olan kararı vereceğine güvenildiği için, onun bu harekete katılarak

onaylamış olması, Millî Mücadele’nin, Birinci Dünya Harbi’ne katılışımız gibi, “İttihatçıların,

sonu kötü bitecek bir macerası” olacağından korkan veya “devlete karşı bir isyan” olduğunu

düşünerek samimiyetinden şüphe eden birçok kimseyi tatmin etmiş ve onların da maddî

manevî güçleriyle mücadeleye katılmalarını sağlamıştır.

Onun, sessiz, mütevâzı, hiç kimsenin başına kakmadan, övünmeden, makam ve maaş

beklemeden ve insanların kendisinden böyle bir şey beklemediği bir sırada, her şeyini tehlikeye

atarak yaptığı bu büyük fedâkârlık, kahramanlık ve kısacası “büyük vatanseverlik”in değerini

bilen tarih ve fikir adamları, hiç tereddüt etmeden Mehmet Âkif’e, “İstiklâl Savaşımızın Manevi

Önderi” sıfatını vermişlerdir.

Mehmet Âkif, bu şekilde, bütün mevcudiyeti ile katıldığı İstiklal Savaşı’nı, önce, bütün

Müslümanların başı olan Türkiye’yi, sonra da İslâm âlemini hatta bütün Doğu halklarını maddi

manevi esaretten kurtaracak bir mücadelenin başlangıcı olarak görüyordu.

 

ÂKİF’İN SAMİMİYETİ

 

Mehmet Âkif’in Müslüman Anadolu halkı üzerinde büyük te’siri vardı. Onun gerçek bir

dindar, katıksız bir vatansever ve hâlis bir mücâhid olduğunu bilen Müslüman aydınlar ve halk,ona tam bir itimad beslemekteydiler. Gerçekten de Âkif bu itimada lâyıktı ve geçmişi olduğu gibi, yaşadığı hâl de bunun şâhidi idi.

Kastamonu hitabesi sırasında Mehmet Âkif Bey, kırk yedi yaşında bulunuyordu. O sabah,

yanında taşıdığı kitabın ne olduğunu soran Kastamonulu Hâfız Ömer Efendi’ye şu cevabı

vermişti:

Tefsîr-i Celâleyn’dir. Bunu dâima yanımda taşır, Kelâm-ı Kadîm gibi okurum. fiimdiye

kadar on sekiz defa hatmettim. fiimdi on dokuzuncu hatme devam ediyorum.”

 

 

İSTİKLÂL MARŞI

 

Yazdığı şiir, 12 Mart 1921’de, Meclis kararı ile “İstiklâl Marşı” olarak kabul olunmuştu.

İstiklâl Marşı’mızın yazılma hadisesi de hem milletimize hem de Âkif merhuma tam olarak

yakışan bir özellik ve güzellik göstermektedir:

Genel Kurmay’ın Millî Eğitim Bakanlığı’na müracaat ederek,

 

“Bu savaşımızın mânâsını

anlatacak, halka ve askere heyecan verecek ve diğer milletlerde bulunan millî marşlara denk

olacak bir marş” istemesi üzerine, Millî Eğitim Bakanlığı bütün kuruluşlarına bir genelge ile

bildirdiği gibi gazetelere de ilân vererek ve “Birinci seçilenin sözlerine 500 ve bestesine 500 lira

olmak üzere mükâfat” koyarak, bir müsabaka açmıştı.

Müsabakaya 700’den fazla şiir geldi. Âkif Bey, işin içinde para olduğu için, herkes

kendisinden istemesine rağmen, bir şey yazmadı. Halbuki o sırada bir paltosu yoktu ve çok

soğuklarda arkadaşının (Baytar Prof. fiefik Kolaylı) paltosunu ödünç alıyordu…

Sonunda Âkif Bey’i, kendisine “para vermeyeceklerini” söyleyerek razı ettiler ve işte bu ihlâs ve samimiyet ile muhteşem “İstiklâl Marşı”mız kaleme alındı… Âkif Bey, mükâfat olarak ayrılan parayı,

Dârülmesâî (İşevi) adlı, Hilâl-i Ahmer’e (Kızılay) bağlı bir derneğe verdirmiştir.

 

 

İSTİKLÂL MARŞI’NIN MANASI

Bu marş – insanı heyecanlara gark eden müthiş bir duygu çağlayanı olduğu gibi – aynı

zamanda, aziz milletimizin, müslüman olup öz ve has benliğini bulduktan sonra kazandığı

bütün değerleri, yücelikleri ve güzellikleri de tesbit edip dile getiren; hepimizin yaşama gayesini

tesbit ve ilan eden, muazzam bir bildiri ve bir millî yemindir…

Bunun böyle olduğu, on kıt’alık İstiklâl Marşı şiirinin, Büyük Millet Meclisi’nde ilk defa

okunduğu 1 Mart ve resmen kabul olunup iki defa üst üste okutulduğu 12 Mart 1921 tarihli

celselerinde, ayakta ve her kıt’ası uzun uzun alkışlanarak dinlenilmiş olmasından da bellidir.

Hepsi, o günlerin, dinî ve millî kültürü iyi bilen seçkin kimselerinden olan ve o sırada

savaşın heyecanı içinde bulunan Birinci Meclis topluluğunun bu takdir ve alkışı çok önemlidir.

 

 

MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN SEVDİĞİ MISRALAR

Meclis’in 1 Mart celsesine Mustafa Kemal Paşa, 12 Mart celsesine şair ve yazar

Hamdullah Suphi Tanrıöver başkanlık etmişlerdir. 12 Mart toplantısında ön sırada oturan

Mustafa Kemal Paşa’nın büyük bir heyecan içinde ve ayakta alkışlayarak şiiri dinlediği

tarihlerde kayıtlıdır. Sonraki günlerde beste çalışmaları yapıldığı sırada, Mustafa Kemal Paşa,

Marş’ın en beğendiği yerinin: ‘Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyyet; Hakkıdır Hakk’a

tapan milletimin istiklâl’ mısraları olduğunu söylemiştir.

İstiklâl Savaşı kazanıldıktan sonra İstanbul’a dönen Mehmet Âkif, 1923 ve 1924 yıllarının

kış aylarını yakın dostu Abbas Halim Paşa’nın davetlisi olarak Kahire’de geçirdikten sonra,

Türkiye’deki siyasî gelişmeler yüzünden, 1925 yılı sonundan itibaren temelli olarak Mısır’a

gitmeye mecbur olmuş ve ağır şekilde hastalanarak sevgili yurduna döneceği 17 Haziran 1936

tarihine kadar, on buçuk sene orada kalmıştır.

 

ÂKİF’İN KUR’AN MEALİ

Mehmet Âkif Bey’in gurbet hayatı boyunca üzerinde çalışıp bitirdiği “Kur’an-ı Kerim

Meali”nin hikâyesi de, şairimizin dertlerle dolu hayatının, acıklı sonla biten bir başka safhası

olmuştur: İkinci devre Millet Meclisi’ndeki dindar mebusların, Diyanet İşleri Başkanlığı adına

yapılması için karar çıkarttıkları, Kur’an’ın Türkçe meal ve tefsirinin hazırlanması işinde, mealin

yapılması vazifesi, herkesin müşterek arzusu ile Âkif Bey’e verilmişti. Tefsiri ise Elmalılı Hamdi

Efendi yapacaktı.

Âkif Bey, çok mes’uliyetli bulduğu ve çekindiği bu işi, âlim arkadaşlarının ısrarları ile kabul

edip tamamladı. Ancak 1930’lu yıllarda başlatılan “Dinde Reform” cereyanı, dinin esasını

bozucu yayınlar, Ezan’ın aslının kanun zoruyla yasaklanması, okuyanların hapsedilmesi ve

Kur’an’ın namazlarda da zorla tercümesinin okutulacağı haberleri, Âkif Bey’i çok üzdü; bu

kötülüğe âlet edileceğinden korktu ve meali Türkiye’ye göndermedi.

 

MEAL NE OLDU?

Türkçe konuşan Müslümanlar için hem din, hem de lisan bakımından çok kıymetli olan

ve zamanın en iyi Türkçe ve Arapça bilen, samimi bir Müslüman edibi tarafından yapılmış olan

bu eser, ne yazık ki kendisine emanet edilen zatın yakınları tarafından 1961 yılında – Âkif

Bey’in vasiyeti yerine getiriliyor zannı ile – yakılıp yok edilmiştir.

Cenâb-ı Hak, sanki ona, “Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ/ Etmesin tek

vatanımdan beni dünyâda cüdâ.” dedirtecek kadar çok sevdiği vatanından ayrı kalmasının

ızdırabını hafifletmek için, bu vazifeyi takdir etmiş, onu yüce kitabı ile meşgul ve teselli kılmış

ve sonunda her ikisini de dünyadan çekip almıştır.

 

ÇOK SIKINTI ÇEKTİ

 

Mehmet Âkif’in hayatı, dinî, millî ve vatanî dertlere üzülmesinin yanında, maddî olarak da

sıkıntı içinde geçmişti. Daha on beş yaşında iken, çok sevdiği babasının vefatı, arkasından iki

kere evlerinin yanması ve az bir gelirle yoksul kalmaları, gençliğinin mahrumiyet içinde

geçmesine sebep olmuştur. Sonraki yıllarda ise, hür düşünceli ve doğrucu bir fikir adamı

olması ve hiçbir hizip veya partiye yaklaşmaması, onu daima büyük zorluklar içinde bırakmıştır.

Dergisi, iktidardaki partiler tarafından defalarca, uzun sürelerle kapatılmıştır. Üniversitedeki

hocalığından ayrılması da, dergisinde tenkit ettiği politikacıların baskısı ile olmuştur.

Mehmet Âkif, Kahire’deki on buçuk yıllık ikameti sırasında da, eşinin hiç geçmeyen nefes

darlığına ve asabî bir hastalığa tutulmuş olması, çocuklarının başıboş kalması ve maddî

imkânsızlıklar yüzünden çok sıkıntı çekmiştir.

Gerek milletvekilliği, gerek memuriyetleri ve gerekse Millî Marş şairi veya “Safahat” gibi

bir millî destan ve kültürümüz için bir eser-i muazzamın sahibi oluşu sebebiyle defalarca hak

ettiği emekli maaşının – ne yazık ki - kendisinden esirgenmesi de buna sebep olmuştur. (Maaşı

ölümünden üç ay önce dostlarının gayretiyle bağlanabilmiş, ancak yine de birikenlerden ve

ikramiyesinden, kendisi de, yoksul ve kederli ailesi de mahrum ve mahzun bırakılmıştır.)

 

ANTAKYA’DA

 

Kahire’de rahatsızlanan Âkif, hava değişimi için 1935 yılı Temmuz ayında Cebel-i

Lübnan’a gitti. Âliye’nin yanında Sûku’l-Garb köyünde otele yerleştirildi. Ağustos başında ise,

vefakâr eski dostlarının kendisini davet etmesi üzerine, Antakya’ya geldi.

Antakya o sırada henüz Fransız idaresinde bulunuyordu. Âsi Nehri kıyısında gençlerle

dolaşırken “Antakya’yı nasıl buldunuz?” diye sorulunca, “...Havada bir ağırlık var” diyerek şu

kıtayı söylemişti:

Vîrânelerin yasçısı baykuşlara döndüm,

Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu.

Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum;

Yâ Rab, beni evvel getireydin ne olurdu?...

 

HASTALIĞI, ÖLÜMÜ VE MEZARI

Âkif Bey, son üç yılında Kahire Üniversitesi’nde Türkçe öğretmenliği yapmıştır. Ancak

Mısır’da uzun müddet kalan yabancılara bilhassa musallat olan “siroz” hastalığına tutulmuş ve

durumu ağırlaşınca, 17 Haziran 1936’da İstanbul’a dönmüştür.

İstanbul’da yine Abbas ve Said Halim Paşa ailelerinin yardımıyla tedavi olunmuşsa da

şifa bulamayarak 27 Aralık 1936 tarihinde vefat etmiştir. Hastalığında da resmî bir alaka

görmeyen İstiklâl fiairi’nin cenazesi, birkaç kişi ve çıplak bir tabutla Beyazid Camii’ne getirilmiş;

ancak vefatını duyan ve ağlayarak koşup gelen üniversiteli gençler tarafından bayrağa ve Kâbe

örtüsüne sarılarak, etrafında nöbete durulmuştur.

Namazdan sonra mezarlığa kadar tabutu omuzlarda götürülen bu büyük insan ve büyük

Müslümanın naaşı, kefenin üzerine bayrak sarılarak ve “İstiklâl Marşı” okunarak kabrine

konulmuştur.

Kabri – bugün - Edirnekapısı’ndaki “fiehidlik”te “Mehmet Âkif Ersoy Meydanı”ndadır.

 

 

SEVİLEN MİLLET BÜYÜĞÜ

Merhumun doğduğu evin yerinde (Sarıgüzel, Bâlî Paşa caddesi, no.63-3) bulunan Barcın

Apartmanı’nın ve vefat ettiği yer olan Mısır Apartmanı’nın cephelerine, 1999 yılında, MÜ

İlâhiyat Fakültesi Vakfı “Mehmed Âkif Araştırmaları Merkezi”nin teşebbüsü ve mahallî

belediyelerin işbirliği ile, bu bilgileri taşıyan birer levha çakılmıştır.

Safahat, bugün Türkiye’de en çok ve hiç kesilmeden basılan, yayılan ve okunan bir eser

olduğu gibi, Âkif merhum da her sene artan bir sevgi ve saygı ile milletçe benimsenmekte ve

anılmaktadır. Hakkında birçok yazılar, kitaplar yazılmakta, araştırmalar yapılmakta, onun ve

işaret ettiği İlahî “sırâtımüstakim”in hayatımızdaki vazgeçilmez değeri, her gün daha kesin bir

şekilde anlaşılmaktadır.

Ne mutlu o millete ki içinden çıkan ve onun için kendisini feda eden, iman kahramanı

büyük evlatlarının kıymetini bilir ve onlardan istifade eder.

 

ESERLERİ

Mehmet Âkif Ersoy’un eserlerini aşağıdaki şekilde tasnif ederek ele alabiliriz:

 

I. ŞİİRLERİ

1. Safahat Dışında Kalmış Şiirler;

2. Safahat.

 

II. NESİR YAZILARI

1. Tefsirler;

2. Va’azlar;

3. Makaleler;

4. Tercümeler;

5. Mektuplar.

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

ENC0Z

ENC0Z resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  14.Eyl.2009 Pzt 09:44:37sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

I- ŞİİRLERİ

1. SAFAHAT DIŞINDA KALMIŞ ŞİİRLER

 

Mehmet Âkif Bey, Halkalı Baytar Mektebi’nin son sınıflarında bulunduğu sıralarda (1891-

93), şiirlerini zamanın dergilerine göndermeye başlamıştı. 1908 sonrasında, yazdıklarını

devamlı olarak yayınlamaya başlamadan önceki yıllarda da, önemli bir şair olarak tanınmış ve

kabul edilmişti. Gerek dostlarına gönderdiği manzum mektuplar ve gerek diğer manzumeleri,

şiir meraklıları tarafından yazılarak elden ele yayılıyordu.

Mehmet Âkif, 1908’den önce yazdığı şiirlerinden birkaçını, 1908’den sonra neşretmekle

beraber, beğenmediklerinin hepsini ortadan kaldırmıştır. Kendisinin, ikinci bir Safahat

hacminde olduğunu söylediği eski şiirlerinden, sadece, 1900’den önce yayınlanmış olanlarla,

ele geçen mektuplarında bulunanlar ve meraklıların defterlerinde kalanlar kurtulmuşlardır.

 

2. SAFAHAT

“Safahat”, Mehmet Âkif Ersoy’un şiirlerini topladığı yedi kitaplık şiir külliyâtının adıdır.

İçinde 11.240 mısra tutan 108 şiir bulunmaktadır.

Birinci kitap, yalnız “Safahat” adını taşır. Bundan başlayarak sıra numarası almış bulunan

öteki kitapların ayrıca isimleri vardır. Müstakil ciltler hâlinde ve farklı zamanlarda birkaç baskı

yapmış olan kitaplar, latin harfli baskılarından önce bir arada, tek cilt içinde yayınlanmamıştır.

Yedi kitabın ilk altısının bütün baskıları İstanbul’da, yedinci kitabınki ise Kahire’de yapılmıştır.

Safahat’ı teşkil eden yedi kitabın mısra sayıları ile eski harflerle yapılmış baskılarının

tarihleri şöyledir:

1. Safahat: 44 şiir, 3084 mısra. Üç baskı: 1911, 1918, 1928.

2. Süleymâniye Kürsüsünde: Bir şiir, 1002 mısra. Dört baskı: 1912, 1914, 1918, 1928.

3. Hakkın Sesleri: 10 şiir, 482 mısra. Üç baskı: 1913, 1918, 1928.

4. Fâtih Kürsüsünde: Bir şiir, 1692 mısra. Dört baskı: 1914 (iki baskı), 1918, 1924.

5. Hâtıralar: 10 şiir, 1314 mısra. Üç baskı: 1917, 1918, 1928.

6. Âsım: Bir şiir, 2292 mısra. İki baskı: 1924, 1928.

7. Gölgeler: 41 şiir, 1374 mısra. Bir baskı: 1933.

Safahat, 1943 yılından itibaren yeni harflerle de basılmaya başlanmıştır. Şimdiye kadar

yüz defadan fazla ve beş yüz bin adet kadar basılmış olan “Safahat”, yurdumuzda en fazla

alınan ve okunan, bir şiir ve fikir kitabıdır.

“Safahat”: “Safhalar, devreler, dönemler” ve “görünüşler, manzaralar” demektir. (“Kötülük,

rezillik…” demek olan “sefahet” kelimesiyle karıştırmamalıdır.) Safahat’ı teşkil eden

manzumelerin tamamı “aruz” vezni ile yazılmıştır. Şiirlerin uzunluğu bir kıt’adan, 2292 mısra’a

kadar değişmektedir. Mehmet Âkif, “İstiklâl Marşı”nı “milletin malıdır” diyerek Safahat’a

almamıştır. “Çanakkale Şehidleri” adıyla meşhur olan şiir ise “Âsım” kitabında bulunmaktadır.

 

II- NESİR YAZILARI

1. TEFSİRLER

Mehmet Âkif’in tefsir yazılarının hepsi elli yedi tanedir. Bunların on sekizi manzum olarak

yazılmış olup, Safahat’a alınmışlardır. Elli üç tanesi âyet ve dört tanesi hadis üzerine

yazılmıştır. Çoğunun uzunluğu bir sayfadan azdır. Âkif Bey, memleketin ve halkın o günkü

meselelerine hitap eden bir veya birkaç âyet veya hadîsi mevzu alarak, okuyuculara onlarla yol

göstermeye çalışmıştır. Dolayısıyla bu yazılar, tefsir ilmi bakımından değil, zamanın

meselelerine bakış açısından mühimdirler.

 

2. VAAZLAR

Mehmet Âkif Ersoy’un bir tanesi kitap içinde yayınlanmış, diğerleri konuşma sırasında

Eşref Edib tarafından tesbit edilmiş olan, dokuz konuşması, va’azı (mev’izası) vardır.

Bunlardan birincisi, bir kulüpte konuşma şeklinde yapıldıktan sonra, “Mevâiz-i Dîniye” kitabında

yayınlanmıştır. Kalan sekiz va’azın üçü Balkan Harbi içinde İstanbul’un üç büyük camiinde

(Beyazıt, Fâtih, Süleymâniye); birisi Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde; üçü ise Kastamonu’da

Nasrullah Camii’nde ve şehrin kazalarında verilen va’azlardır. Her bakımdan çok önemli

konuşmalardır.

 

3. MAKALELER

Çeşitli cemiyet, edebiyat ve fikir meseleleri üzerine, makale, sohbet ve hatıra şeklinde

kaleme alınmış elli yazıdan ibarettir. Bunların on yedisi “Hasbihâl”, on biri “Edebiyat Bahisleri”,

dördü “Eski Hâtıralar”, ikisi “Letâif-i Arabdan” genel başlıkları altında –bazan ikinci bir başlık

daha taşıyarak– yayınlanmışlardır. On beşinin ise ayrı başlıkları vardır. Mehmet Âkif’in

düşünceleri, bilgisi, kültürü ve irfanı, çok samimî bir dille kaleme aldığı bu yazılarında

görülmektedir.

 

4. TERCÜMELER

Mehmet Âkif, 1908’den sonra, hepsi de dergisinde yayınlanmış ve 268 tefrika devam

etmiş olan 55 ayrı tercüme yapmıştır. Bunların birkaçında “Sa’di” takma adını kullanmıştır.

Tercümeler, beşi Arapça ve biri Fransızca yazmış olan altı yazardan yapılmıştır.

Tercümelerin yazar ve tefrika sayısı bakımından dağılışı şöyledir: Ferid Vecdi: 7 tercüme, 73

tefrika/M. Abduh: 31 tercüme, 48 tefrika / A. Refik: Bir tercüme, 3 tefrika / Şeyh Şiblî: Bir

tercüme, 10 tefrika/A. Câviş: 13 tercüme, 122 tefrika/Said Halim Paşa (Fransızca): 2 tercüme,

12 tefrika… Kitap olarak basılmış tercümeleri:

1. “Müslüman Kadını”,Ferid Vecdi; 2. “Hanoto’nun Hücumuna Karşı Şeyh Muhammed

Abduh’un İslâm’ı Müdâfa’ası”; 3. “İslâmlaşmak”, Said Halim Paşa; 4. “Anglikan Kilisesine

Cevap”, Abdülaziz Câviş; 5. “İçkinin Hayât-ı Beşerde Açtığı Rahneler”, Abdülaziz Câviş.

 

5. MEKTUPLAR

Hâlen elli kadar mektubu ve bazı mektup parçaları yayınlanmış bulunan Mehmet Âkif’in,

dağınık hâlde, bazı kimselerin elinde birkaç yüz mektubunun bulunduğunu tahmin etmekteyiz.

Bunların toplanarak yayınlanması, şairimizin düşünceleri, hayatı ve yakın tarihimiz bakımından

çok faydalı olacaktır.

_______________

 

 

 

KAYNAKÇA

1. Mehmet Âkif Ersoy, 5. baskı, İstanbul 2004, 318 sayfa, Kaynak Yayınları.

 

2. Mehmed Âkif, Mısır Hayatı ve Kur’an Meâli, 2. baskı İstanbul 2005, 360 sayfa, Şûle

Yayınevi.

 

3. Mehmed Âkif Hakkında Araştırmalar, 3. baskı, İstanbul 2000, iki cilt, 254+248 sayfa, M.Ü

İlahiyat Fakültesi Vakfı, Mehmet Âkif Araştırmaları Merkezi yayını, 3.cilt basılıyor.

 

4. Mehmed Âkif, yazan: Süleyman Nazif; hazırlayan: M.E.Düzdağ, eski harfli asıl metinle

karşılıklı sayfalar halinde ve notlar ilavesiyle, İstanbul 1991, 7+102+140 sayfa, İz Yayıncılık.

 

5. Safahat: Kültür Bakanlığı, İz, Gonca, Şûle, MÜ İlahiyat Fakültesi Vakfı, İnkılap, Çağrı

Yayınları için hazırladığımız (halk baskısı, tenkidli basım, eski yazı tıpkı basım gibi) çeşitli

baskılar (1987-2006). Her biri 700 sayfanın üzerinde hacimlerde bulunan bu neşirlerin baş

tarafına Âkif ve eserleri hakkında yüz sayfadan fazla tutan (Giriş)ler ve sonuna (Safahat

Dışındaki Şiirler) ile (Safahat Rehberi) ve (İndeks) bölümleri eklenmiştir.

 

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

ENC0Z

ENC0Z resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  20.Ara.2010 Pzt 15:31:34sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
Bugün 20 Aralık M.Akif Ersoy`un Doğum Günü Saygı ve Minnetle Anıyoruz...
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

R--O-M-E-O

R--O-M-E-O resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  20.Ara.2010 Pzt 15:37:08sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

ENC0Z :
Bugün 20 Aralık M.Akif Ersoy`un Doğum Günü Saygı ve Minnetle Anıyoruz...

İnanır mısın bende forumda daha önce böyle bir başlık var mı diye aratıyordum :) Paylaşım için teşekkür ederim abicim.

Allah bu millete tekrardan İstiklal Marşı yazdırmayı nasip etmesin diyen M. Akif Ersoy`u saygı ve minnetle anıyoruz.

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

ENC0Z

ENC0Z resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  21.Ara.2010 Sal 12:42:37sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
R--O-M-E-O :

ENC0Z :
Bugün 20 Aralık M.Akif Ersoy`un Doğum Günü Saygı ve Minnetle Anıyoruz...

İnanır mısın bende forumda daha önce böyle bir başlık var mı diye aratıyordum :) Paylaşım için teşekkür ederim abicim.

Allah bu millete tekrardan İstiklal Marşı yazdırmayı nasip etmesin diyen M. Akif Ersoy`u saygı ve minnetle anıyoruz.

 

Kardeşim ben bu başlığı geçensene açmıştım...

Ama açtığım tarihte, çok önemli konu başlıkları vardı. gündemi meşkuleden başlıklardı bunlar...

mesela en son kim yorum paymış gibi muazzam bir başlığımız vardı resmen kopuyordu,

sonra en güzel kız en güzel erkek vb. son derece eğitici başlıklardı bunlar ve birçoğu en iyiler sıralamasında çoktan yerini kapmıştı bile...

bu başlığı açarken hata yaparım diye çok korkmuştum buyüzden tam 1 ay boyunca bu konu hakkında araştırma yaptım.. gerek net üzerinden gerekse kendi kitaplarından...

ve kısalta bildiğim kadar kısalttım ama genede böyle uzun çıktı.

eh nihayetinde Mehmet Akif Ersoydan bahs ediyorduk değilmi daha kısasıda olmazdı...

tşkr ederim.  

CC sohbet icin buraya
  Mesaj Ekle, arkadaş oyun sohbet icin cagir