VATAN HİZMETİ
İttihad ve Terakki Hükûmeti’nin düşünce ve idare şekline muhalif olan Mehmet Âkif’in
resmî vazife kabul ederek Berlin’e ve Necid’e gitmesi, onun, hükûmet ile devleti birbirinden ayrı
görebilen vatanseverliğinin bir gereği idi. Vatanın büyük tehlikeler karşısında bulunduğu bir
sırada Âkif’in fikir ayrılıklarını mesele yapması düşünülemezdi. Esasen yerine getirdiği
vazifenin İttihad ve Terakki Partisi veya siyaseti ile bir ilgisi olmadığı gibi, Teşkilât-ı Mahsûsa
da siyâsî değil, doğrudan orduya bağlı millî bir kuruluştu.
Âkif Bey 1925 sonrasında, on yıllık savaştan çıkmış, maddî manevî zayıf düşmüş
ülkesine zarar vermemek için, yanlış bulduğu tutumlar karşısındaki büyük ızdırabına rağmen
susmayı tercih etmiştir. Ne kadar doğru da olsa, o yıllarda kabul görmeyecek ve fitneye sebep
olarak millete zarar verecek bir hareket tarzı, merhumun yüksek şahsiyetinin ve
vatanseverliğinin kabul edebileceği bir tavır değildir.
DARÜLHİKME’DE
Savaş sonrasında, halk arasında sarsılmış olan dinî ve ahlakî değerleri canlandırıp
korumak için İstanbul’da, fieyhülislâmlık’a bağlı olarak “Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye” adıyla bir
müessese kurulmuştu. 12 Ağustos 1918’de açılan bu teşkilât, zamanın tanınmış İslâm
âlimlerini ve fikir adamlarını çatısı altında toplayan, yüksek seviyede, bir “İslâmî, danışma,
tebliğ ve irşâd hey’eti” idi.
Mehmet Âkif, Beyrut’ta bulunduğu sırada “Dârü’l-Hikme”ye başkâtip olarak tâyin olunmuş
ve dönüşünde vazifesine başlamış, 23 Ocak 1920 tarihinde başkâtiplik üzerinde kalmak üzere âzâlığa da tâyin olunmuştur.
Dârülhikme kurulunca, Meşîhat (fieyhülislâmlık) dâiresinin resmî gazetesi olan, aylık
“Cerîde-i İlmiyye” de Dârülhikme’nin başkitâbetine bağlanmıştı. İlk sayısı 1914 Mayıs’ında
yayınlanmış olan mecmua, bu bağlanışa kadar kırk dört sayı intişâr etmişti. Elli üçüncü
sayısından sonra on beş günlük olan derginin 45 – 58. sayıları Âkif Bey’in idaresinde
çıkarılmıştır.
Mehmet Âkif, Anadolu’ya geçerek “Kuvâ-yı Milliye”ye katıldığı anlaşıldıktan sonra
“vazifesinden izin almadan ayrıldığı” gerekçesi ile 3 Mayıs 1920’de Dârülhikme’deki
vazifesinden azledilmiştir.
MİLLÎ MÜCADELE’YE DESTEK
1920 yılı başından itibaren, Sebîlürreşâd dergisinin idarehanesi, Millî Mücâdele’ye
katılmak için Anadolu’ya geçmiş olanlarla İstanbul’daki yakınları arasındaki haberleşmenin ve gizli haberleşmelerin merkezi olmuştu.
Gazeteler ve mektuplar dergi vâsıtası ile Anadolu’ya gidiyor ve İstanbul’a geliyordu.
Millî Mücâdele’yi destekleyen, yabancı dilden eserler tercüme ettirilerek basılıyor ve
Sebîlürreşâd paketlerinin içinde ve başka yollarla Anadolu’ya gönderiliyordu. Müslüman Hindli yazar fieyh Müşir Kıdvay’ın, Ömer Rıza (Doğrul) tarafından İngilizceden tercüme edilen ve Necm-i İstikbâl Matbaasında bastırılarak gönderilen, iki eseri de bunların arasındaydı.
BALIKESİR HİTÂBESİ
1919 yılında Anadolu’daki Millî Mücâdele’nin ilk faaliyetleri görülmüş; bilhassa 15
Mayıs’ta, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine, Anadolu’nun muhtelif yerlerinde ilk
cepheler açılmaya başlamıştı.
Düşman işgali altındaki İstanbul’da bunalan Mehmet Âkif, 1920 yılının Ocak ayı sonunda
Eşref Edib’le birlikte Balıkesir’e gitti. Burada, Zağnos Paşa Camii’nde Cuma namazından sonra va’az kürsüsüne çıkarak halka hitap etti.
“Ey Müslüman!” hitâbıyla konuşmasına başlayan Âkif, önce “Cihan altüst olurken seyre
baktın öyle durdun da; Bugün bir serserisin, derbedersin kendi yurdunda!” diye başlayan şiirini
okumuştu.
Bundan sonra: Müslümanların neden geri kaldıklarını; insan gibi yaşamak isteyenlerin
kuvvetli olmaya mecbur olduklarını; denizaltılar, uçaklar yapan Batılıların bunu tek tek değil,
birleşerek yaptıklarını; bugün her şeyin cemaatler ve şirketler tarafından yapıldığını; bizim, bir araya gelip çalışmayı beceremediğimiz için aynı şeyleri yapamadığımızı; geçmişteki
kırgınlıkları unutmak ve birleşmek lâzım geldiğini; eğer bunu başaramazsak, bizi idarelerine
alacak olanların, bize hayvan muamelesi edeceklerini anlatmıştı. Söylediklerini misallerle izah ve ispat eden ve âyetlerle destekleyen Âkif, sözü Karesi’de (Balıkesir) başlamış olan Millî Mücâdeleye getirmiş ve konuşmasını şöyle bitirmiştir:
“Osmanlı saltanatını i’lâ için Karesi’nin, bu kahraman İslâm muhitinin vaktiyle ne büyük
fedâkârlıklar gösterdiği herkesin malûmudur. Rumeli’yi baştan başa fetheden hep bu topraktanyetişen babayiğitlerdir. O kahraman ecdadın torunları olduğunuzu isbât etmelisiniz. Anadolu’yu müdâfa’a hususunda diğer vilâyetlere ön ayak olmak şerefini siz ihrâz ettiniz. Sa’yiniz meşkûrdur. İnşâallah bu şân ü şeref kıyâmete kadar artar gider. İnşâallah vatanımızın haysiyeti, istiklâli, saâdeti, refâhı, ümrânı dünyâlar durdukça masûn ve mahfûz kalır.”
TAKİP VE BASKI ALTINDA
Âkif Bey, Balıkesir’e gidip bu konuşmasını yaptığı sırada Dârülhikme’de çalışmakta, halkı
direnmeye çağıran haftalık dergisini çıkarmakta ve bunları, düşman işgali altındaki İstanbul’da yapmakta idi.
Üstelik Balıkesir konuşmasından sonra yine İstanbul’a döndüğü gibi, çok heyecanlı ve
düşman aleyhtarı olan bu konuşmasının metnini dergisinde de yayınlamıştı. Bundan sonra
Sebîlürreşad, işgal kuvvetleri tarafından devamlı sansür edilmiş ve kendisi de takip altına
alınmıştır.
Mehmet Âkif, İstanbul’daki faaliyetleri, temasları ve neşriyatı ile Millî Mücadele’ye büyük
destek sağlamakta idi. Fakat buradaki baskı, Âkif Bey’in Balıkesir va’azından sonra daha da
artmış ve dergideki bazı yazıların, bazan tamamı “İşgal Kuvvetleri Sansür Heyeti” tarafından
çıkarılır olmuştu.
İstanbul caddelerinde devriye gezen düşman askerlerini görmemek için Âkif Bey ara
sokaklardan gidiyor, vapurların alt kamaralarında oturuyordu. İstanbul çalışılamaz hâle
gelmişti.
Bu sebeple, Millî Mücâdele’ye daha çok faydalı olabilmek için artık Anadolu’ya geçmek,
cihâdın ortasında bulunmak istiyordu.
SAVAŞIN İÇİNDE
Nihayet İstanbul’da hizmet imkânı kalmadığını gören Âkif Bey, itibarlı ve yüksek maaşlı
işini ve ailesini bırakarak, 10 Nisan 1920 tarihinde Millî Mücadele’ye katılmak üzere, gizlice
Ankara’ya doğru yola çıkmış; Büyük Millet Meclisi’nin açılışının ertesi günü, 24 Nisan 1920’de
Ankara’ya varmış, gider gitmez faaliyete geçerek, 28 Nisan tarihli “Hâkimiyet-i Milliye”
gazetesinde de haber verildiği gibi, 30 Nisan Cuma günü Hacı Bayram Camii’nde kürsüye
çıkarak halka hitap etmeye başlamış ve İstiklâl Savaşı’na Burdur mebusu olarak katılmıştır.
Mehmet Âkif, o günler için çok büyük bir hizmet olarak, Ankara’da da Sebîlürreşad’ı
çıkarmaya devam etmiş; Eskişehir, Konya, Kastamonu, Burdur, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya
ve çevrelerini dolaşarak, büyük gayesi, yani dini, vatanı ve milleti uğrunda canla başla
çalışmıştır. Savaş sırasında, defalarca cephelere giderek gazilerle konuşmuş, onları cihada
teşvik ederek yüreklendirmiştir.
ANKARA YOLCULUĞU NASIL YAPILDI?
Mehmet Âkif’in Ankara yolculuğunu, bu yolculukta onunla birlikte bulunan oğlu Emin’in
anlattıklarına dayanarak şu şekilde tesbit ve hülâsa edebiliriz:
10 Nisan 1920 günü sabahı, namazdan sonra ailesiyle vedalaşan Âkif, oniki yaşındaki
oğlu Emin’i yanına alarak Çengelköyü’nde oturduğu evden hareket etti. Yürüyerek Üsküdar’da Karacaahmed Mezarlığı’na geldiler. Burada Âkif’i, Ali fiükrü Bey (Trabzon’un maktul şehid mebusu, 1884-1923) bir fayton ile beklemekteydi. Faytonla Kısıklı üzerinden Alemdağı’na gittiler.
Burada Millî Mücadelecilerin toplandığı bir çiftlikte (Baltacı Çiftliği olmalı) atlara bindiler
ve bir süvarinin refakatinde yola devam ettiler. Geceyi bir köyde geçirip, ertesi gün İzmit ile
Adapazarı arasında, Kuvâ-yı Milliye’ye cephane götüren bir kafileye rastlayarak ona katıldılar.
Geyve yakınlarında Kuşçubaşı Eşref ve Yenibahçeli fiükrü Beylere rastladılar. Daha ileride bu ikisi ile birlikte topluluktan ayrılarak beş kişilik bir kafile hâlinde, demiryolundan dekovil ile
Ankara’ya gittiler.
ANKARA’YA VARIŞI: 24 NİSAN 1920
Mehmet Âkif ile Ali fiükrü Bey Ankara’ya Meclis’in açıldığı günün ertesi Cumartesi günü
öğle sıralarında vardılar. Babasıyla birlikte bulunan Emin, Ankara’ya geldikleri günü şöyle
anlatıyor:
“Eskişehir’den Ankara’ya tren ile gittik... Atatürk Ankara’da idi. Millet Meclisi yeni teşekkül
etmişti. Gazi ile babamın ilk görüşmelerini bugünkü gibi hatırlarım.
“Tren öğleye doğru Ankara’ya vâsıl oldu. Ali fiükrü Bey, peder ve ben yaylı bir arabadan
Millet Meclisi’nin önünde indik. Babam bana, sen buralarda otur diyerek, Meclis’in bahçesini
gösteriyordu. İşte o sırada Gazi başındaki siyah kalpağı ile gözüktü. Yanında Erzurum mebusu
Gözübüyükzâde Ziya Hoca ve daha tanımadığım iki üç kişi var idi. Evvelâ Ali fiükrü Bey’in elini
sıkarak hoş geldiniz diyen Atatürk oldu; bilâhare şâire iltifat etti:
“– Sizi bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz, şimdi görüşmek kabil olmayacak,
ben size gelirim” dedi.
“Onlar uzaklaşır iken biz de Ankara’da, acıkan karnımızı doyuracak bir lokanta aradık.”
Meclis’in 24 Nisan Cumartesi günü yapılan ikinci toplantısının, öğleden sonra üçte
başlayan üçüncü celsesinde, Trabzon mebusu Ali fiükrü Bey’in, müzakereler sırasında
söylediği birkaç cümlenin zapta geçmiş olduğu görülüyor.
Bu bilgilerin ışığında, “Âkif Bey ve arkadaşının 24 Nisan günü öğle vakti Ankara’ya
geldiklerini ve Ali fiükrü Bey’in Meclis’in öğleden sonraki toplantısına, katıldığını” söyleyebiliriz.
O sırada henüz mebus olmayan Âkif Bey ile oğlu da büyük ihtimalle dinleyiciler arasında
bulunuyorlardı...
Âkif, Ankara’ya gelir gelmez Hacı Bayram Camii’nden başlayarak halka hitap etmiş, ikna
olunması gereken kimselerle konuşmalar yapmış, Millî Mücâdele’ye yardım edebilecek
şehirleri dolaşarak, “Kuvâ-yı Milliye”nin bir “İttihatçı” hareket olmadığını, bu vatanı da
kaybedersek gidecek yerimizin kalmadığını, bu savaşın dine ve Halife’ye hıyânet için
yapılmadığını, bunun bir “cihâd” ve katılmanın “farz” olduğunu halka anlatmış, şüpheleri
giderip, isyanları yatıştırıp, gönülleri tutuşturmuş ve büyük bir “ihtiyaç”a cevap vermiştir.
BURDUR VE BİGA’DAN MEBUS SEÇİLMESİ
Mehmet Âkif’in Burdur’dan mebus seçilmesine, o sırada yeni seçilmiş olan bir mebusun
istifa etmesi ve Mustafa Kemal Paşa’nın onun yerine Âkif Bey’in yazılmasını istemesi, sebep
olmuştur.
Ankara’ya 24 Nisan’da gelmiş olan Âkif Bey’in seçilmesi, Paşa’nın 29 Nisan 1920 tarihli
bir telgrafı ile Burdur’un bağlı bulunduğu Konya vilâyetinin vali vekili ve kolordu kumandanı
olan Albay Fahreddin (Altay) Bey’e bildirilmiştir. Burada yapılan seçim sonucunda en fazla oyu Âkif Bey almıştır.
Mehmet Âkif Bey’in, Burdur’dan seçildiğinden haberi olmayan Bigalıların da, onu mebus
intihâb etmelerine neyin vesile olduğunu bilemiyoruz. Ancak birkaç ay önce Balıkesir’e giderek
Millî Mücâdele’yi teşvik bâbında Zağnos Paşa Cami’inde konuşma yapmış olan Âkif Bey’in,
aydınlarca esasen bilinen şahsiyetine ilâveten halk tarafından da iyi tanındığı ve böyle bir
meselede isminin ilk akla gelenler arasında bulunacağı tabiidir. Burdur’da olduğu gibi burada
da en fazla oyu almış olması da bunu göstermektedir.
MİLLÎ MÜCÂDELE KONUŞMALARI
Mehmet Âkif’in, İstiklâl Savaşı yıllarındaki hizmetleri arasında, Kastamonu’da yaptığı
faaliyetlerin ayrı bir yeri vardır. İstanbul’dan ve Batı Anadolu’dan Ankara’ya geçişlerin ve
yapılan silah vesair hayatî yardımların yolu üzerindeki en önemli bir liman ve merkez olan
Gelibolu ve Kastamonu ile civarında, Ekim-Aralık 1920 aylarında dolaşarak ve Nasrullah
Camii’nde toplanan halka defalarca hitap ederek, harbin gerçek sebeplerini ve dünyanın o
sırada bulunduğu siyasî durumu açıklamış; bütün müslümanları ve Osmanlı Devleti’ni tehdit
eden tehlikelerin asıl kaynaklarını anlatmış; halkı ciddi olarak bilgilendirmiş, böylece onların
şuurlanmasını ve mücadeleye katılmalarını sağlamıştır.
Bu sırada Sebîlürreşad’ın üç sayısı da Kastamonu’da yayınlanmış ve kendisinin çok
önemli olan konuşmalarının bulunduğu bu dergi sayıları, binlerce nüsha bastırılarak Anadolu’ya
ve cephelere dağıtılmış; camilerde, derneklerde ve askerî birliklerde okutulmuştur.
Mehmet Âkif’in bu konuşmaları, hâlen, İstiklal Savaşı’mızın ne için, nasıl ve hangi
gayelerle yapıldığını, ilk defa ve içinde yaşayarak anlatan en önemli ve çok kıymetli, tarihî
belgelerdir. |