ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul


sohbet, okey, tavla, chat
8 Mayıs 2024, Çarşamba 03:03   

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

En İyiler  Son Eklenenler       
sohbet forum basliklari  CC-Forum> Mühim Mevzular > Politika, Tarih
forum sohbet oyun basliklari
   Köşe Yazısı
 <<1 2>>
Mesaj Ekle, sohbet ve oyun icin cagir
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

zZkUmArBaZz

zZkUmArBaZz resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  30.Ara.2009 Çar 13:30:50      Köşe Yazısısohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

  

   Türk Filmi

  Önceki akşam, taşra baskılarını gönderdikten sonra odamda oturmuş televizyon kanallarında dolaşarak haberlere bakıyordum.

Birden karşıma siyah beyaz bir Türk filmi çıktı.

Herhalde 60’lı yıllarda çevrilmiş olmalı.

Olağanüstü güzel ve genç bir Hülya Koçyiğit, daha yeni yeni parlamaya başlamış delikanlı bir Cüneyt Arkın, filmi sırtlayıp götüren Sadri Alışık ve dönemin bütün seçkin “karakter” oyuncuları, Necdet Tosun, Hulusi Kentmen ve diğerleri.

Belli ki o günlerin “hit” filmlerinden.

Her şeyi boşverip filmi seyrettim.

Zengin “fabrikatör” babanın oğlu bir pavyonda şarkı söyleyen “masum” bir kıza âşık oluyor, baba âşıkları ayırmak için parayla adamlar kiralıyor, adamlar kızın içkisine ilaç koyuyorlar, kız sesini kaybediyor, bunun üzerine intihar etmeye kalkıyor, tam kendini Galata Köprüsü’nden denize atacakken babacan ve bitirim bir adam geliyor, kızı kendini öldürmemeye ikna ediyor, birlikte adamın gecekondusuna gidiyorlar, kız orada yaşamaya başlıyor, önce mahalleli buna kızıp dedikodu yapıyor, sonra kız bir gün bir çocuğu arabanın altında ezilmekten kurtarınca mahalle halkı onu seviyor, kız mahallelinin çocuklarını eğitiyor, kızı gecekondusuna getiren ve ona âşık olan bitirim adam kızın yeniden sesine kavuşması için onu ameliyat ettirmeye karar veriyor, gerekli parayı bulamayınca kızın eski sevgilisinin babasının kasasını soyuyor ama kasadan sadece ameliyata yetecek kadar para alıyor, kızın sesi düzeliyor, yeniden sahneye çıkıyor, kızın afişlerini her yana asıyorlar, eski sevgilisi kızı buluyor, kıza âşık olan bitirim iki sevgilinin arasını yapıyor ve kendisi acıyla uzaklaşıyor.

Filmde hiç “kötü” kahraman yok, kızı oğlundan ayırmak için adam tutan fabrikatör baba bile iyi bir insan.

Herkes iyi.

Ve, seksin s’si bile bulunmuyor filmde.

Yedi yaşındaki çocuklar için çizgi film yapsanız bundan daha karmaşık bir kurgusu olur.

İnsanlar bu filmi seyrediyorlar.

Aradan kırk ya da elli yıl geçiyor, bu film televizyonlarda oynuyor ve ben de dahil birçok insan bu filmi gene seyrediyor.

Bu filmi yapabilmek nasıl bir “cüret” diye düşündüm, böylesine hayattan kopuk, hiçbir sahnesinde “inandırıcılık” sorunu taşımayan, inandırıcı da olmayan bir filmin insanlar tarafından seyredilebileceğine inanmak için bu halkın “saflığına” iman etmiş olmak gerekiyor.

Ama filmi çekenlerin inandığı kadar “saf” gerçekten de seyirciler.

Bütün hayatı basit bir çocuk oyunu gibi gören halkın “masumiyeti” beni korkuttu doğrusu.

O filmi seyredenler, o filmdeki gibi insanlarla hiç karşılaşmayacaklarını, hiç öyle insan olmadığını, olayların öyle gelişmeyeceğini biliyorlar ama gene de bu filmi seyredip filmin “gerçekliğine” inanıyorlar.

Böyle bir halk her şeye inanır.

Ermenilerin Türkleri kestiğine de, Kürtlerin durduk yerde dağa çıktığına da, ordunun hiç hata yapmayacağına da, bütün dünyanın Türklere düşman olduğuna da inandırabilirsin bu halkı.

Büyük bir “masumiyetle” bunlara inanabilen bir halk bu.

Ama bu masumiyet büyük de bir vahşet saklıyor içinde.

Çünkü bunlara inandıkları zaman, gerçekleri söyleyenlere düşman olabilme ihtimalleri çok fazla.

Kendi “masal” dünyalarının dışında duran herkes onlara “düşman” gibi gözükebilir.

Bu halkın “tarihine” baktığınızda, bu tarihin “Türk filmlerine” çok benzediğini görürsünüz, bu “tarihte” Türkler iyi insanlardır, hiç kötülük yapmazlar, çok cesur ve kahramandırlar, savaş kaybetmezler, savaş kaybederlerse bu başkalarının kalleşliği yüzündendir, savaştıkları herkes “kötü ve haksızdır”, çok cesur ve çok dürüst oldukları için hep başka toplumların haksızlığına hedef olurlar.

Türk filmlerini yapanlarla, Türk tarihini yazanlar, aynı şekilde bu halkın “saflığına” ve “gerçekdışı olana” inanma eğilimine güveniyorlar belli ki.

Ve, “Türk filmi” ve “Türk tarihi” bütün Türklerin ruhuna yerleşmiştir.

“Kültür” denen “toplumsal genlerimiz”, içinde bol miktarda bu saflığı, gerçek korkusunu ve gerçekdışılığa olan inancı taşır hâlâ.

Bugün bile en çok seyredilen Türk filmleri “gerçekleri” anlatanlar değil, bazen komediyle, bazen şiddetle, bazen kahramanlıkla “gerçekdışına” çıkan konuları seçen filmler.

Böyle bir kültürden, bu filmlerden, bu tarihten beslenen Türkler bugün “gerçeklerle” çok sert biçimde karşılaşıyorlar ve şaşırıp öfkeleniyorlar.

Devletin içinde karanlık çeteler olduğunu, ordunun disiplinsiz bir cuntalar karmaşasının içinde çalkalandığını, Kürtlere insafsızca haksızlık edildiğini, Ermenilerin öldürüldüğünü kabul etmek için çok zorlanıyorlar.

Filmleri seyrederken ruhlarını saran masumiyet, gerçekler karşısında şiddetli bir öfkeye dönüşüyor.

Ben bir Türküm ve kendi halkımın masumiyetini de vahşetini de anlayabiliyorum.

Çocuk gibiyiz biz ve bu çocuksuluğu hem içimde taşıyor hem de seviyorum.

Ama biz katil bir babanın çocuklarıyız.

Ve, gerçeği gördüğümüzde babamıza benziyoruz.

Ahmet Altan / Taraf

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

zZkUmArBaZz

zZkUmArBaZz resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  4.Oca.2010 Pzt 13:57:35sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

Resimler

Mustafa, ajanslara düşen resimlere bakarken kendi kendine mırıldanır gibi söylendi.

“Doğu’dan gelen resimlere bakıyorum, ateş, kan, savaş, Batı’dan gelen resimlere bakıyorum, yüzenler, kayanlar, eğlenenler.”

Gerçekten de dünyanın iki ucundan gelen resimler iki ayrı çağı yansıtır gibi gözüküyor.

Amerikan Başkanı, Hawaii’de beyaz bir atletle sokaklarda dondurma yiyor, tenis şampiyonaları düzenleniyor, kış sporları yapılıyor, zor bir dönemden geçilmesine rağmen huzurlu bir görüntü var.

Öbür yanda ise savaş resimleri, açlık, yoksulluk, çatışma, kan.

Tek bir gezegenin içinde iki ayrı dünya ne kadar birlikte var olabilir?

Birinden biri, en sonunda diğerine benzeyecek?

Önemli soru şu, hangisi hangisine benzeyecek?

Yirmi ya da elli yıl sonra Afganistan Amerika gibi mi olacak yoksa Amerika Afganistan gibi mi?

Biz dünyanın hangisine benzemesini istiyoruz?

Elbette, “Doğu bu kadar yoksul kaldığı için Batı bu kadar zengin olabildi” diyebilirsiniz.

Ama bu teşhis, neticeyi değiştirmiyor.

Batılılar barış içinde yaşıyor, Doğulular savaş içinde.

Üstelik Doğu’daki yoksulluk ve sefalet sadece çaresizlikten kaynaklanmıyor, geniş petrol yatakları üstünde yaşayan Ortadoğu, dünyanın en zengin ve en gelişmiş bölgesi olabilirdi elindeki kaynaklarla.

Ama olamıyor.

Niye?

İran’da, Suudi Arabistan’da, Libya’da neden diktatörlükler var?

Bu ülkelerde neden insanlar hayatın tadını çıkartamıyor, özgürce yaşayamıyor, fikirlerini söyleyemiyor?

İmkânsızlıklardan değil bu.

Toprakları deniz seviyesinin altında olan Hollanda’da insanlar nasıl oluyor da petrol yataklarının üstünde bulunan Libya’daki insanlardan daha zengin ve mutlu yaşayabiliyor?

Neden İsveç, Nijerya’dan daha gelişmiş?

Neden Batı, elindeki imkânları Doğu’dan daha iyi kullanıyor?

Neden barışın kıymetini Doğu’dan daha iyi biliyor?

Çeklerle Slovaklar kavgasız gürültüsüz ayrılırken, “birlikte yaşayacaklarını” söyleyen Türklerle Kürtler neden birbirini öldürüyor?

Bugünkü uygarlık bölünmesinin temelinde “din” varmış gibi gözüküyor çünkü savaşanlar hep Müslüman, barış içinde yaşayanlar hep Hıristiyan.

Hıristiyan Batı’nın gelişmişliğinin temelinde eski Yunan uygarlığı var.

Nasıl oluyor da Hıristiyan Batı, eski Yunan’ın felsefesini ve sanatını kendi “uyanışına” temel yaptı da Müslüman Doğu kendi uygarlığına eski Yunan’ı katamadı?

Üstelik, Doğu’nun ta Çin’den, Hind’den, İran’dan, Mısır’dan gelen fevkalade köklü uygarlıkları vardı, ne oldu onlara?

Müslümanlığın içinde gelişen “tasavvufa” ne oldu?

Tasavvufa sahip çıkan bir Müslüman dünya, böylesine savaşçı olur muydu?

Yunan uygarlığını yeniden keşfetmek anlamına gelen “Rönesans”ı yaşayamamanın yarattığı farkı Müslümanlığa da bağlayabiliriz belki.

Ama bu büyük “bölünmeyi” sadece “dinle” ve Rönesans’la açıklamak da o kadar kolay değil, Batı, Rönesans’tan sonra da uzun yıllar savaştı, sefalet gördü.

Son dünya savaşı biteli şunun şurasında sadece altmış yıl oldu.

Hıristiyan Latin Amerika da yakın tarihlere kadar kan deryasında yüzüyordu.

Tek ölçü Hıristiyanlık olsaydı Latin Amerika böylesine bir yoksulluk ve şiddet içinde geçirmezdi yıllarını, Batı iki dünya savaşından geçmezdi.

Din, bu farklılığı anlatabilmek için belki bir faktör ama tek faktör değil, o zaman farklılık nereden kaynaklanıyor?

Alet kullanımından belki.

Avrupa ve Amerika, makineleri Doğu’dan önce kullandı.

Ama bu da yeterli değil durumu açıklamaya... Çünkü o makineleri çok sonra keşfeden Japonya da zenginliğe ve huzura kavuştu.

Peki ne?

Neden Doğu hâlâ kan revan içinde ve Batı mutlu bir zenginliğin tadını çıkarıyor?

Bunun tek maddelik bir cevabı yok herhalde, birçok neden biraraya gelince böyle bir bölünme oluştu.

Birçok aydın bu farklılığın nedeninin arıyor bugün, onlar bu arayışı sürdürecek ama geçmişteki bu farklılaşmayı anlamaya çalışırken gelecek için de bir karar vermek gerekiyor.

Biz nasıl bir dünya istiyoruz ve hangisine benzemeyi arzuluyoruz?

Libya’ya mı Danimarka’ya mı, Mısır’a mı Hollanda’ya mı?

Savaşarak benzeyeceğimiz ülkeler belli, barışarak benzeyeceğimiz ülkeler de belli, belli olmayan bizim hangisini istediğimiz.

Ahmet Altan / Taraf

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

perfectman70

perfectman70 resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  4.Oca.2010 Pzt 15:31:48sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

Kim daha kahraman: İlker Başbuğ mu, Mehmet Altan mı? 
  
 Seçilen mekân sadece savaş için kullanılabilecek bir mekân. Deniz Kuvvetleri`mizin en modern savaş gemilerinden Oruç Reis Firkateyni. Kıyafet, askerlerin "arazi kıyafeti" dediği savaş kıyafeti.
Aynı kıyafetlerle kuvvet komutanları, içtima düzeninde doksan derecelik açıyla yan yana dizilmiş. Yanlış anlamamız imkânsız. Genelkurmay Başkanı bu fotoğrafın anlamına akıl erdiremeyecek olanlara da açıklama getiriyor. Konu, İlker Başbuğ`un daha önce de "asimetrik psikolojik harekât" diye nitelediği asker-terör ilişkisine yönelik süreçler ve eleştiriler. Yani Ergenekon davası ve etrafında süren tartışmalar. Savaş gemisinde, bir savaşı yönetiyormuş gibi konuşmasını "Bu konuya özellikle, bugün üzerinde beraber olduğumuz TCG Oruç Reis Firkateyni`nde değinmemin özel bir anlamı vardır. Herhalde herkes, açıkça ne demek istediğimi anlamaktadır." Çok açık bir ihsas değil, ama bir tehdit hem de silahlı bir tehdit olduğu galiba açık.

Öbür tarafta bir iktisat profesörü. Aydın bir gazeteci ve köşe yazarı. Uluslararası ekonomide değişen paradigmaları konuşmak için katıldığı canlı yayında, önüne savaş gemisinden yapılan bu basın toplantısı geliyor. Son derece doğal ve anlık tepkilerle, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ`un sözlerine cevap veriyor. Sözlerinin özü, bu silahlı meydan okumaya boyun eğmediğinden ibaret. Galiba tam da Başbuğ`un şikâyet ettiği "asimetrik psikolojik savaş"ın örneklerinden biri ile karşı karşıyayız. Kaleminden ve çenesinden başka gücü olmayan bir profesör, tam müsellah, savaş gemisinin güvertesinde ordusunun başındaki komutana cevap yetiştiriyor.

Bir yığın soru arasından benim aklıma gelen, başlığa aldığım soru. "Kim daha kahraman: İlker Başbuğ mu, yoksa Mehmet Altan mı?" Yanlış duran şeyleri ve başarısız yürüyen "gerçek asimetrik psikolojik harekâtı" deşifre etmek için, bu sorunun cevabını takip etmek lâzım.

İlker Başbuğ ne diyor?

Bu müsellah ve çok fazla muharip görüntü içinde Genelkurmay Başkanı sadece bir polemik yürütüyor. Polemiğin konusu ise Ergenekon davası ile gündeme gelen asker kişilerin yer aldığı iddia edilen, ordu içindeki kurumsal bir illegal yapılanmayı gündeme getiren terör plan ve eylemleri. Kafes Planı, Danıştay suikastı, Zir Vadisi bombaları, Poyrazköy kazıları, İrticayla Mücadele Eylem Planı vs. İlker Başbuğ gemi güvertesinde, savaş kıyafeti ile basına yaptığı açıklamalarda yargıya hitap ediyor ve "adlî makamların ihbar mektuplarına ve gizli tanıkların ifadelerine karşı daha duyarlı ve daha dikkatli hareket etmeleri" talimatını veriyor. Ben şahsen bu cümlenin peşinden gelen "aksi durumlarda kurumlar arası çatışmalara neden olunabileceği" uyarısından, Oruç Reis Firkateyni`nin bu "çatışma"da yer alacağı sonucunu çıkartmadım. Beşiktaş iskelesinin yanındaki Beşiktaş Adliyesi`ne bu geminin toplarını çevireceğine, savcıların da ihtimal vereceğini sanmıyorum. Ama yine de bu cümlelerin "yargıçlara talimat verilemeyeceği ve telkinde bulunulamayacağı"nı amir Anayasa`nın 138. maddesine aykırı olması durumu değişmiyor. Bir hukuk devletinde böyle bir manzara olabilir mi? Askerin siyasete müdahalesinden daha vahim bir durum. Genelkurmay Başkanı, bir savaş gemisinin güvertesine çıkıp yargıçlara mesaj verebilir mi?

Devamı daha dehşetli: "Terör olaylarını Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişkilendirmeyi, PKK destekleyicileri, PKK sempatizanları yapabilir. Ancak böyle ilişkilendirmeleri ve bu amaca yönelik imalı konuşmaları siyasiler, akademisyenler ve medya mensupları yapamaz, yapmamalıdır." Bu ifade Ergenekon davasını toptan reddetmiyor mu? İfade muğlak, ama TSK bünyesinde görevli her subayın, Ergenekon`da aklanması lâzım. Bir darbe davası ve bu darbenin şartlarını oluşturmak için girişilen ve planlanan provokatif terör eylemlerini "Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişkilendirmeden" nasıl ortaya çıkartabiliriz? "İrticayla Mücadele Eylem Planı"na "kâğıt parçası" diyen ve savcılara "bu belgenin sahte olduğunu ispatlama" görevi veren kişi, bu sözlerin de sahibi değil mi?

"Toplumsal huzura giden yolun, ortak değerlerimizin güçlendirilmesinde olduğunu düşünüyoruz. Farklılıklara elbette saygılı olmalıyız. Ancak farklılıklara saygılı olmak her zaman farklılıklarımızı öne çıkarmayı da gerektirmez." İlker Başbuğ`un bu sözlerindeki "farklılıkları öne çıkartmayın" uyarısına itiraz edenler olabilir. Ama genel olarak ortak değerlere, toplumsal huzura yapılan vurgu güzel. Sorun sadece bu sözlerin bir savaş gemisinin güvertesinde, silahlı bir güç gösterisi eşliğinde söylenmesi. Çelişki burada. Bu sözleri koca ordunun başındaki komutanın bir tehdit havasında telaffuz etmesi. Ve bu ayrıntı bir ülkeyi medeni ülkelerin fersah fersah uzağına düşüren esaslı bir ölçüyü veriyor. Tekrarlamaktan çekinmeyelim: Genelkurmay Başkanı`nın bir savaş gemisinin güvertesinde yüksek komuta heyetinin huzurunda kendi kurumunu ilgilendiren bir dava ile ilgili yargıçlara talimat verdiği, siyasetçileri, akademisyenleri ve medya mensuplarını hizaya çekmeye kalktığı bir ülke medenî bir ülke olabilir mi?

Bir hukuk devleti olamayacağı zaten ortada. Allah aşkına bu manzaranın Türkiye`ye yakıştığını söyleyen biri çıksın. Bu ülkenin dışarıya karşı korunması için benim vergilerimle alınmış bir savaş gemisinde, benim vergilerimle maaşları ödenen komutan nasıl herkesi hizaya çekmeye, tehditler savurmaya cesaret edebilir? Allah aşkına söyleyin: Benim ülkem bu komutanlara müstehak mı?

Asıl can alıcı soruya dönelim: Bu ülkenin askerleri mi, yoksa aydınları mı daha kahraman? O kadar silahın arasından korkutucu bir fonun önünde meydan okumak mı daha cesurca? Yoksa Mehmet Altan`ın yaptığı gibi televizyonda canlı yayında bu yüksek perdeden çekilen zılgıta çatır çatır cevap vermek mi? Kim daha cesur ve kahraman?

Sonuç: Kahraman aydınlara sahip olduğuna göre, bu ülkenin hâlâ medenî bir ülke olma şansı mevcut. Ve dahi sorunlarını silaha müracaat etmeden barışçı yöntemlerle çözme, sağduyu ile birliğini ve dirliğini tesis etme ihtimali hâlâ var. Çünkü en az silahın gölgesinde konuşulabilenler kadar cesurca şeyleri söyleyebilen aydınları var.

 Prof.dr.mümtaz er türköne  / zaman

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

zZkUmArBaZz

zZkUmArBaZz resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  12.Oca.2010 Sal 17:21:17sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

 

2010: Korkusuzluktan Korkmama Yılı

İnsanlar ve toplumların kalbi üç aşağı beş yukarı aynı biçimde işliyor. Korkularla...  Korkular büsbütün yararsız, kötü şeyler değil. Bizi koruyorlar. Daha emniyetli bir hayat kurmamızı sağlıyorlar. Tekinsiz bir kadından korkup topuklamak bir erkeğin kalbini kırılmaktan nasıl koruyorsa, düşman korkusu da ülkeleri sınırları içinde tutuyor. Ama gün geliyor ve korkularla yüzleşiyor, hem insanlar hem toplumlar. O zaman başka bir korkuya sıra geliyor. Korkulardan kurtulma korkusuna... Türkiye şimdi, birçoğumuzun yetişkinliğe geçerken, olgunlaşırken geçirdiği bir dönemin eşiğinde. Korkulardan kurtulma korkusunu aşmanın eşiği bu. Kulağa geldiği kadar yumuşak bir şey değil, üstelik belki de korkuların kendilerinden daha kanlı, daha çetin. 

2009’un dili
‘2009’da ne oldu? 2009’u diğer yıllardan politik olarak ne ayırdı?’ sorularının bana göre tek bir cevabı var. Türkiye ilk kez Kürt meselesinin TBMM’de konuşulmasına tanık oldu. Siyasi kültürümüzün ve olgunluğumuzun el verdiği ölçüde açık bir konuşmaydı bu. Bu tartışma sokaklara iki bilenmiş bıçağın birbirinde daha da bilenmesi şeklinde yansısa da Türkiye ilk kez bu meselenin adını ağzına aldı. Manifaturacılar kalaşnikofla adam taradı, sokaklarda silahlar çekildi ama bir yandan da başka bir şey oldu. Nicedir ittire kaktıra yapılmaya çalışılan şey bugün gerçek oldu: Dilimiz değişti!

Cem Boyner
Güvendiğim bir gazeteci birkaç gün önce şöyle dedi:
“Eskiden haberlerde bu lafları nasıl toparlasak da başımız belaya girmesin dediğimiz cümleler artık açık açık konuşulmaya başlandı.”
Doğru, geçtiğimiz bahardan bu yana Kürt meselesiyle ilgili her şey, en günahlı sözcükler bile en az bir kez telaffuz edildi. Cem Boyner’in geçtiğimiz günlerde yaptığı şu açıklamayı bundan bir süre önce ancak sol gazetelerde, “marjinal” olarak tarif edilen yayın organlarında görebilirdiniz:
“25 yıldır kendi toprağını bombalayan, kendi vatandaşını öldüren başka devlet var mı? Ölmeye devam mı? Ne için ölmeye devam?
Tam bir anlatsanıza bana. Dağa taşa ‘Ne mutlu Türküm diyene’ yazmak ne işe yaradı?
Kendini Türk hissetmeyenleri üzmek dışında?”
Şimdi bu dil siyasetin, sermayenin meşru oturma odalarında kullanılır oldu. Bu, bir şeydir. Önemli bir şeydir. 

Dip dalga
Bunun yanı sıra toplumun dip dalgasında bir şey değişti. Birçok orta sınıf Beyaz Türk kendi Kürt ve Ermeni köklerinden söz etmeye başladı. İkili ilişkilerde, ahbaplar arasındaki sohbetlerde insanlar ninesinin dedesinin aslında Ermeni, Kürt ya da Süryani olduğunu anlatmaya başladı birbirine. Bunun iyi yanı da var kötü yanı da. Yeni keşifler her zaman abartılı kıymete sahip olur, bu keşifler de öyle oldu kimi kez. Ama sonuçta bu toprağın içindeki zenginlikle adlandırılıp ortaya çıkmaya başladı.
2010 zannımca, bu değişimin hem kişisel hayatlarımızda hem de toplumsal hayatımızda manşete taşındığı bir yıl olacak. Heyecanlı, nefes nefese bir yıl. O yüzden nefesimizi iyi ayarlamak ve olup bitenleri, tarihin içinden geçtiğimizin farkında olarak izlemek gerekiyor. Çünkü doğrudur, Türkiye’de bugün tarih yazılıyor. Tarih, kendi kendine yeni bir sayfa açıyor. Belalı ama bir o kadar da umutlu bir sayfa.
Şimdiden iyi yıllar!

Ece Temelkuran - Milliyet

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

perfectman70

perfectman70 resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  14.Oca.2010 Per 16:05:42sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

                           BEN  YANDAŞIM!!!

Ben eğitim hakkının tüm vatandaşların tabii hakkı olduğuna inanan bir yandaşım.

Çünkü, eğitim hakkımı elimden aldılar. 1977-1980 olayları sebebiyle haklı olarak; köyden liseye gidenler solcu terörist oldu geri döndüler, göz göre göre terörist olamazsın dediler. Lise kapısından kaydımı yapmadan boynum bükük köyüme döndüm. Filler yukarıda iktidar kavgası yaparken, kardeş kardeşi öldürüyordu, ben 3 yıl okula gidenleri gıptayla seyrettim. Ve tahsil ümidimi kıranlara, umutlarımı başka bahara ertelememe sebep olanlara karşıyım.

Ayrıca, katsayı adaletsizliğini ortaya atanlara, üniversitelere kıyafet yasağı getirenlere karşıyım.

Ben teşebbüs hürriyetinin tüm vatandaşların tabii hakkı olduğuna inanan bir Yandaşım.

Çünkü, tahsilimi tamamlayamadım. Hiç olmazsa iyi bir esnaf olayım gayretiyle sılaya çıktım. Anne – baba hasretiyle 13 yaşımda yollara düştüm. Çıraklığa başladım. Çalıştığım dükkanın önünde gözümün içine baka baka eli silahlı adamlar birbirlerine kıydılar. Polis yok mu? diyemedim. Korkumdan dükkanın kapı arkasını zor buldum. Büyük bir iş adamı hayalimi öldürdüler. Arkama bakmadan köyüme döndüm. Hayallerimi yıkanlara karşıyım.

Ayrıca, helal yoldan tırnaklarıyla kazandığı sermayesiyle ülkemin her yerinde yatırım yapmak isteyen girişimcilere ‘Yeşil sermaye’ ayrımcılığı yapanlara karşıyım.

Ben ifade hürriyetinin tüm vatandaşların tabii hakkı olduğuna inanan bir yandaşım.

Çünkü, kendimi aileme, çevreme anlatamadım. Küçüksün sen anlamazsın dediler. Söz büyüğün su küçüğün dediler. Ama aklın yaşta değil başta olduğunu, başlarına zamanın ağırlığı (beyazı) çöktüğünde öğrendiler. Ama beni hiç anlamak istemediler. Beni anlamak istemeyenlere karşıyım.

Ayrıca, insanlara dindar kimliğinden dolayı ‘irticacı’ diyenlere, kültürel kimliğinden dolayı insanları hor görenlere karşıyım.

Ben insanların evrensel insani değerleri paylaşmasına ve yaşamasına inanan bir yandaşım.

Çocukluğumu ve gençliğimi korku içinde geçirdim. Çocuklarımın da bunları yaşamasına gönlüm razı olmaz. Bir insan olarak evrensel insani değerlerden faydalanmama engel olanlara karşıyım.

Ben insanların demokratik haklarına sahip çıkmasına ve din,dil ve ırk ayrımı gözetmeden sınırları belli topraklar içerisinde farklılıklarıyla yaşayabileceğine inanan bir yandaşım.

Çünkü, çocuklarımın geleceğini çalmak isteyenlerin planları her gün ortalığa çıkıyor. 28 Şubat post modern darbe girişimine, Susurluk’lardan Ergenekon’lara, faili meçhul cinayetlere kadar uzanan haksız-hukuksuz gasp ve hesaplara karşıyım.

Şimdi ise Millete komplo planları, pimi çekilmiş bombalarla kaybedilen hayat hikayeleri, Darbe günlükleri, Kafes eylem planları ve topraktan fışkıran silah ve mühimmatların hangi hesabın ürünü olduğunu daha ben düşünmeden yargı masaya yatırmış durumda.

Bunun için çocuklarımın ve ülkemin geleceğinden hem umutluyum hem de yandaşlığımdan memnunum.

İşte bu yüzden; Teşebbüs hürriyetinden, İfade hürriyetinden, Özgürlüklerden, Hukuktan, Evrensel insan haklarından ve Demokrasiden tarafa yandaşım.

MAZHAR ASLANOĞLU

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

zZkUmArBaZz

zZkUmArBaZz resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  14.Oca.2010 Per 16:54:41sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
perfectman70 :

        
İşte bu yüzden; Teşebbüs hürriyetinden, İfade hürriyetinden, Özgürlüklerden, Hukuktan, Evrensel insan haklarından ve Demokrasiden tarafa yandaşım.

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

zZkUmArBaZz

zZkUmArBaZz resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  15.Oca.2010 Cum 02:30:54sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

Vatanım, benim sidikli kontesim

Türkiye’deki vatanseverliğin en önemli kıstası bu vatanın, milletin ne kadar güzel ve masum olduğuna inanmaktan geçiyor. Tüm sorunlarını, suçlarını, yanlışlarını görmezden gelmeye bağlı bu ülkeyi sevmenin temel dayanağı. Diğerlerine, ötekilere, yabancılara nefret beslemekle koşut gidiyor bu ülkeye sevgi beslemek.
Ne zaman birisi çıkıp, bu ülkede geçmişte yaşanan rezilliklere dikkat çekmeye kalksa vatan haini damgasını yeyiveriyor. Daha 16 yıl önce 32 insan diri diri yakılırken, biz Ermenilere karşı yapılanları kendimize yakıştıramıyoruz. Türkler böyle bir şey yapmaz, bizim dedelerimize katil dedirtmeyiz nidaları ile karşılaşıyoruz. Güneydoğudaki ölüm kuyularının açılışını izleyip, biz yüz binlerce vatandaşımızın 1910larda kendi güvenlikleri için tehcir edilirken yolda soğuk algınlığından ölüme yenik düştüklerine inandırmaya çalışıyoruz kendimizi.
Hayır o kadar güzel insanlar değiliz ne yazık ki. Biz de değil sadece, insanlık ayıpları ile, suçları ve günahları ile yazdı tarihini.
Yine de engel değil tüm bunlar, bu vatanı, bu vatanın insanlarını sevmeye, bu topraklara bağlanmaya. Tüm günahları, ayıpları, suçları ile seviyoruz biz bu toprakları. Çünkü biz sidikli konteslerimizi sever gibi sevdik bu diyarları. Gerçek olmayan bir güzelliğe, masumiyete ipotek etmedik sevgimizi. Yalanlara dayandırmadık yurtseverliğimizi.
Güzel ve yalnız ülke masalına karnımız tok kusura bakmayın. Yalnız bırakıldığımız, hiç dostumuz olmadığı sömürüsü ile kendimize acımaya niyetimiz yok. Evet yalnızız ama bu aslında aşağılık komplekslerimizden dolayı. Ne kadar çirkin olabileceğimizi, bu müteahhitlere peşkeş çekilen çirkin kentlerde, her köşe başındaki yoksulluğun kokusunu içimize çekerek, yalanın, hırsın ve hırsızlığın her ilişkide kendini gösterdiği topluluklarda her gün iliklerimize kadar tekrar tekrar hissederken, birileri çirkinleşiyoruz dediğinde nasıl pençelerimizi çıkarıveriyoruz. Duymak istemiyoruz çirkinliklerimizin yüzüme vurulmasını çünkü biliyoruz bu iddiaların gerçek olabileceğini.
Bu vatana olan sevgimizi başkalarına olan nefretimizle körüklüyoruz. Ne kadar yalnız olursak, o kadar güzelleşiyoruz. Ötekileri, diğerlerini, yabancıları, gavurları anlamaya çalışanlara tahammül edemiyoruz; birilerinin diğerlerine hak verdiğini görmek istemiyoruz çünkü hep haklıyız, hep doğruyuz, hem güzeliz. Aksi hainliktir başka bir şey değil.
İşte galiba böyle; bir bebekten katiller üretiyoruz, Rakel Anne, vatan sevgimizi, sorgulanılmaz bir güzellik efsanesine dayandırıp, bunun aksini iddia edenlerin güzelce hakkından gelme güdüsüyle.

Ulaş BAYRAKTAR

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

CocoChanel

CocoChanel resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  15.Oca.2010 Cum 03:45:54sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

ÖZÜR DİLERİM BAŞKANIM

Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu, başbakanın da katılacağı bir törenle açılıyormuş. Hatta başbakan katılsın diye, 18 Ocak diye ilan edilen son dakikada değiştirilmiş.
Bir İstanbullu olarak açılış coşkusunu yaşamak isterdim, ama o tarihte Küba’da olacağım. Açıkçası Topbaş’ı alkışlamaktan gocunmazdım çünkü benim lügatımda kin, nefret, karalama olmadığı gibi, akyuvarlarımda tiyatronun kırmızısı akar! Tiyatroyu sevenleri yaşamda sevmek zorunda değilim, ama sayarım… Kaldı ki, sanata bakışım siyasi görüşümden çok daha geniştir çünkü sanat politikadan bağımsız değil ama politikadan çok daha geniş ve sonsuzdur. Hele hele günlük politikadan!
AKM ve Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun yıkımına karşı çıkanlardanım. Bugün o merkezleri yeniden yıkmaya yeltenseler , aynı onurlu kişilerle birlikte çok daha sert biçimde mücadele verirdim. Bu protestolar bana hayatımda çok şey kaybettirmiş olabilir , ama hem yalnızlığı, hem gerçek dostları kazandırdı. Bu apayrı bir yazı konusu.
Protestolar sırasında, buldozerlerin altına yatacakken, herhalde adresi karıştırıp yıkanların tarafına yatanlar oldu. Ama yıkmanın jargonunu çok iyi bilenler, ayakta kalmak için birkaç ay sonra önce onları yıktı. Hem de Allahın tekmesi yok diyerek!
Bu süreçte, dışarıda tiyatro yıkılırken, içeride tiyatro dünyası da yıkılmak istendi. Belediye Başkanı’nın danışmanı İskender Pala, Zaman Gazetesi’nde zamanlaması hiç de tesadüf olmayan yazısında, bir yandan Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nu açıyor, öte yandan ödenekli tiyatroların lağvedilmesini istiyor ve bunun için açıkça Kültür Bakanı’nın kellesini talep ediyor!
Yani Muhsin Ertuğrul açılacak ama içinde Şehir Tiyatrosu olmayacak. Oynanmak istenen oyun bu.
İmdi, biz protestoculardan özür dilememizi istiyorlar. Daha da ileri giderek, sözümona tiyatro yıkılırken, “yıkacaklar cami yapacaklar” gibi şeyler söylendiğini iddia ediyorlar. Din bezirganlığı yaparak, o zamanlar başaramadıklarını yapıyorlar, halkı kışkırtıyorlar. Bazıları daha da ileri gidiyor, fırsattan istifade ederek protestoya katılan rahmetli Türkan Saylan’a 13.dalga hareketi uyguluyor.
Oysa, herkes kongre vadisinde cami yapılmayacağını bilecek kadar akıllı değil mi?
Bu vadi conilerin rahat rahat konferans izlemesi için alelacele IMF kongresine yetiştirilmiştir. 4000 metrekarelik tiyatrocuk 120.000 metrekarede süstür, aksesuardır.
Hangi sivri akıllı, coniler içeride dünyanın kaderiyle oynaşırken , ayrı bir giriş kapısı bile olmayan bir tiyatroda, 8 TL’ye bilet alan mazbut bir ailenin Lüküs Hayat izleyeceğine inanır Allah aşkına?
Komplo teorisi üreterek, biz protesto etmeseydik belki tiyatro bile yapmazlardı demek istemem ama lansmanını tam protesto sabahına denk getirdikleri Beyoğlu sahnesi ne oldu çok merak ediyorum!
Hadi, büyüklük bizde kalsın özür dileyelim, hatta evimizin adresini verelim de, bir daha sefer sözgelimi Tekel İşçilerinin yanında demokratik hakkımızı kullanırsak toplamaları kolay olsun, ama bir belediye başkanına, “teşhircilik” yakışır mı yahu? “Protestocuları belgesel yapıp teşhir edeceğim” demenin, sallandıracaksın Taksim’de üç tanesini ibret olsun diye?” demekten ne farkı var?
Bence başkanın daha akıllıca söylemler üreten bir basın danışmanına ihtiyacı var. Kendisine Aykut Işıklar’ı önerebilirim mesela!
Özür dilerim sayın belediye başkanım, ben artık münzevi bir hayatı seçiyorum ve evime kapanıyorum efendim, lütfen beni teşhir etmeyin efendim. Evimin kapısına kırmızı bir kurdela asınız. Saçlarımı zaten kazıttım. Artık herkes beni. “Aha, kazmaya karşı çıkan kazma” diye tanıyacak . Toplum karşısına çıkamayacak durumdayım. Bu utanç bana ömür boyu yeter. Kendimi eve kapatmadan önce son olarak şu soruları da sorabilir miyim?
1) Kongre vadisinde tiyatronmuzun çınarı Muhsin Hocanın heykeline yer olacak mı?
2) Danışmanınız İskender Pala size söyledi mi bilmiyorum ama tiyatro sadece salondan ibaret değildir. İdari kadro için sadece 11 adet oda yapılmış. Kim nereye sığacak?
3) Eski tiyatronun sahne derinliği 22 metreyken şimdiki tiyatronunki sadece 17 metre, sofita 14 metreyken 7.5 metre. Eski tiyatroda seyirciler için geniş bir fuaye alanı vardı, şimdi neredeyse yok. 600 seyirci nereye sığacak, oyundan önce nerde bekleyecek? Bu mu muazzam yeni tiyatro? Gizli gizli yenisini yapmadan, teknik destek alsaydınız keşke.
4) Eski tiyatroda oda tiyatrosu vardı. Bunda yok. Geçen yıl halkın parasıyla sözümona açılıp üç günde kapanan Harbiye Yapı Endüstri Merkezi’ne ödenen milyarlarca kiranın hesabını sorsak, bizi teşhir eder misiniz?
5) Kongre vadisi artık 120.000 metrekarelik bir alan. Tabi ki buranın velayeti tiyatroya ait değil. Ocak ayında ihale var. Kim kazanacak? Tahmin edeyim mi? Alfabenin yirmialtı harfini at, adı ilk üç harf içinde a, c ya da b ile başlayan biri mi?
Çok özür dilerim efendim yerim bitti. Müsaade ederseniz, yazıma ara verebilir miyim? __________

Nedim Saban  / Pazar, Ocak 10, 2010  

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

CocoChanel

CocoChanel resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  16.Oca.2010 Cmt 17:10:32sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

İki satır yazmaktan âciz öğretmenlerimiz


DERTLERİ ve sıkıntıları mail kampanyasıyla duyurmak artık pek bir moda oldu ya...
Modaya şimdi bazı öğretmen adayları da katıldı. Eğitim Fakülteleri mezunları, vaadedilen atamaları yapılmayınca, çareyi gazetecilere ve siyasilere ardarda mesaj göndermekte bulmuşlar. Mail adresime birkaç günden buyana dünya kadar mesaj geldi.
Ama ne mesajlar!
Kutsal bir meslek olan öğretmenliğe aday, yani çocuklarımızı eğitip yarınlara hazırlayacak olan eğitim ordusunun şimdilik ilk basamağında bulunanların mesajlarının ortak noktası, maalesef iki satırlık yazıyı bile düzgün şekilde yazamamaları, ifadeden ve imlâdan nasibini alamamış olmaları...
Dahi anlamına gelen "de" yahut "da" eki, soru "mu" veya "mi"si, hemen hepsinde yanlış yazılmış, yani önceki kelimeden ayrılmamış, bitiştirilmiş... Noktalama zaten hak getire ama işin daha da fenası, büyük-küçük harften bile artık bîhaberler. Kelimeleri telâffuz ettikleri şekilde, yani yanlış yazıyorlar, aynı kelimenin bir cümlede üç defa kullanılmasının nasıl bir hata olduğunun farkında değiller ve daha neler neler...
Şimdi, mesleklerine ve kişiliklerine hepimizin hürmet etmesi bir farz olan öğretmenlerin işlerini bihakkın yapanlarından özür dileyerek soruyorum: Genç nesiller, okuma yazma özürlü bu kişilere mi emanet edilecek, çocuklarımızı daha meramını anlatmaktan bile âciz bu öğretmen adayları mı yetiştirecek?
Sultanahmet`ten Çemberlitaş`a çıkarken, caddenin sağ tarafında, şimdi bir vakfa tahsis edilmiş olan eski bir bina vardır: Cevrî Kalfa İlkokulu...
Hocalarım anlatırlardı: Önceleri ilkmektep olarak kullanılan bu bina, daha sonra başka bir işe tahsis edilmiş, Cumhuriyet`in ilk yıllarına kadar, taşradan gelen öğretmen adayları için "Türkçe`yi düzgün telâffuz etme okulu" yapılmış. Yani öğretmenin sadece yazısının değil, telâffuzunun da düzgün olmasına itina gösterilmiş.
Ve, geldiğimiz kültür erozyonunun neticesi: Bugünün birçok genç muallim veya muallimesi, bırakın doğru yazmayı, maalesef doğru konuşmaktan bile âciz halde...
Kabahat aslında gençlerde değil, okulların seviyesini siyasî kaygularla böylesine düşüren, öğrenciyi dar bir kalıba hapseden ve doğru dürüst birkaç satır bile yazmayı beceremeyen öğretmenler yetiştirmeyi başaran sistemin mucidi olan siyasetçilerde...
İşin gönlümü ferahlatan tarafı, bu neticenin mimarlarının çocuklarını da artık böyle öğretmenlerin yetiştirecek olmasıdır ve bu, bir yerde ilâhî adaletin tecellisidir.

Murat Bardakçı -HaberTürk

15.01.2010 22:27:05 

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

perfect70

perfect70 resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  21.Oca.2010 Per 11:08:59sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
Bunlar bizim generalimiz değil, insan olamaz...


Taraf Gazetesi`nin demokrasiye hizmeti unutulmayacak. Darbelerle, millete ihanet planlarıyla, cuntacılarla ilgili yayınladıkları her belge, toplumun gözünü fal taşı gibi açtı.

Önce inanamadık, "yok artık daha neler, bu kadarı da olmaz" dedik. En son Kafes Eylem Planı`nda, İstanbul`da Koç Müzesi`ndeki denizaltıda dinamit patlatılmasını, çok fazla öğrencinin ölmesi için okullara duyuru yapılarak çocuklarımızın belli saatte müzeye getirtilmesini okuyunca, nefessiz kaldık. "Bunlar insan olamaz", "Türk ordusunda böyle canavarlar barınamaz" diye haykırdık. Şimdi ondan daha beteri ile karşı karşıyayız.

Taraf`ın dünkü manşet haberinden öğreniyoruz ki, 2003`te "Balyoz" harekâtıyla tam manasıyla bir katliam yapacaklarmış. Cuma namazında başta Fatih Camii ve Beyazıt Camii olmak üzere camilerin bombalanması, sakallı, çarşaflı provokatörlerin kışlaları, Hava Müzesi`ni basmaları sağlanacakmış. Bunlar bahane edilerek "şüpheli" iddiasıyla insanlara ateş emri verilmiş. Aynı günlerde Yunanistan ile bir savaş çıkarmak için Ege hava sahasında Yunan uçakları taciz edilerek bir uçağımızın düşürülmesi, olmazsa kendi jetimizi kendimizin düşürmesi kararlaştırılmış. Maksat, hükümete sıkıyönetim ilan ettirmek... Arkasından da Parlamento`yu feshetmek ve yeni bir hükümet kurmak... Yeni bakanlar, işbirliği yapılacak 137 gazeteci ve tutuklanacak 116 gazeteci de belirlenmiş. Taraf, beş gün sürecek yayınında bunların isimlerini açıklayacak.

Darbenin başında dönemin 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan var. Dönemin Harp Akademileri Komutanı Hava Org. İbrahim Fırtına, yine dönemin Donanma Komutanı Oramiral Özden Örnek işin içinde.

 

Kimse Taraf`ın yazdıklarına "iddia", "uydurma" diyemez. Tam 5 bin sayfalık belge var. 29 generalle 133 subayın katıldığı darbe toplantısının kayda geçirilen konuşmaları, sunumlar, orijinal antetli askerî CD`ler, ıslak imzalı belgeler var. Albay Dursun Çiçek`in ıslak imzası, bunların yanında fotokopi kalır.

TSK`nın her kademesine güvenilir eleman temini konusunda; Atatürkçü Düşünce Derneği ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği`nin referans alınması uygulamasının, azamî koordinasyon sağlanarak devam ettirilmesi talimatı da herhalde çok şeyi anlatıyordur. Sayın Baykal`ın kulaklarını çınlatacak ifadeler de var. "Muhalefet partileri ile koordineli fikir ve eylem birliği içerisinde hareketler sergilenmesine devam edilecektir." deniliyor. Bakalım Sayın Baykal, bu defa konuşacak mı? Çünkü Ergenekon`a avukatlığını ilan ederken, bu hafta partisinin grup toplantısında, ne Abdi İpekçi cinayetini, ne de Hrant Dink`in katledilmesini ağzına aldı. Ertuğrul Özkök de sıkıntılı. Dink`i öldürenleri mazur göstermeye çalışan yazısı hatırlatılınca epey öfkelendi. Daha işin başındayız Sayın Özkök. İnanınız, medyada ne kadar tetikçi, susturucu, provokatör, darbe tahrikçisi, postal parlatıcı varsa, bir gün utançlarından insan içine çıkamaz hale gelecekler...

Ben statükocu/vesayetçi cemaatin, organize suskunluk dayanışmasına, evet şapka çıkartıyorum. Böylesine, yüz kızarmadan, sanki kimse fark etmiyor gibi pişkinlikle sessiz kalmaları, görmezden gelmeleri, eften püften yazılar yazarak kamuoyunun dikkatini dağıtmaya çalışmaları epey maharet ister. Dünyada yok böyle bir kabiliyet sergisi... Ama nereye kadar? Bu darbe planlarını nasıl yok sayacaklar? Hrant Dink`in, Abdi İpekçi`nin, Doğan Öz`ün katillerinin korunmasında "general" izlerini nasıl yok edecekler? Abdi İpekçi`nin katilinin Maltepe Askerî Cezaevi`nden kaçırılışını nasıl unutturacaklar? Doğan Öz`ü öldürdüğünü itiraf eden tetikçinin, Askerî Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu`nda beraat ettirilmesini hafızalardan nasıl silecekler?

Taraf okunmalı. İbretle okunmalı. Demokrasiden geriye dönüş olmadığını anlatmak, demokratikleşmeye destek olmak için, mitinge gider gibi bayie gidilmeli, Taraf`a omuz verilmeli...

Hüseyin GÜLERCE /ZAMAN

CC sohbet icin buraya
 <<1 2>>
Mesaj Ekle, arkadaş oyun sohbet icin cagir