Ah oğlum… Ah karagözlüm… Aldım mektubunu bugün! Tabutunla beraber getirdiler, Dediler; “Anne Başın Sağ Olsun…”
Başım sağ olacağına, Geleydi kara topraklara da; Sen sağ olsaydın… Ah oğlum; Selvi boylu kara yiğidim… Sen söz vermedin mi bana Ellerimi öpüp giderken: “Söz… Döneceğim anne, Merak etme! ” diye… Biliyor musun? İlk kez sözünü tutmadın…
Oğul… Ben seni al kınalar yakıp ellerine, Göndermedim mi askere? Sen şimdi niye Kendi kanını kına yapıp göğsüne Döndün evine; Beş metre beze sarınıp, Sonsuzluk teknesi bir tabut içinde…
Ah Oğul… Yaktın bizi… Yaktılar bizi… Baban bugün hastanede! Tabutunu taşıdı belki elleri Ama gidişini taşıyamadı kalbi… Ve benim de seni ısıtan bağrım Buz kesiyor şimdi…
Sen de bizi bekle oğul; Bizim seni beklediğimiz gibi… Emin ol… Çok bekletmeyiz seni, Biz de bu acıya çok dayanamaz İçeriz senin gibi sonsuzluk şerbetini…
Ey karagözlüm, Dünüm, bugünüm, yarınım; Canım Oğlum… Ya Ayşe’n ne olacak şimdi? Belki de o bekledi Bizden daha fazla hasretle seni… Her sözünde sen vardı, Her sözünde sana olan sevdası… Her iki sözünden birisi, Senli yarınlarıydı. Biliyor musun oğul? Çeyizini bile tastamam hazırlamıştı… Sadece gelişini bekliyordu; Gelip boynuna sımsıkı sarılacağın Ve bir ömür bırakmayacağın günü… Olmadı oğul… Bırakmadılar seni bize… Şu küçücük Dünya’mızdan Ne istediler bilmiyorum?
Canımın parçası, Beyazlara sarınıp giden oğul… Dudaklarının nemi hâlâ ellerimde, Saçlarının mis kokusu burnumda… Oğul… Oğlum… Mehmet’im… Biz üç kişi de sanma ki Yaşıyoruz artık bu Dünya’da; Sadece nefes alıp, Gelişini beklerken yaptığımız gibi Çizik atıp takvim yaprağına; Bizim sana geleceğimiz günleri Eksiltiyoruz hayatımızda…
Şimdi sana “Elveda” demiyorum oğul… Biliyorum ki; Biz ayrılmadık… Sadece yine birbirimize kavuşacağımız günü bekliyoruz… Bu yüzden arkandan yazdığım bu mektuba, Alışık olduğun şekilde son noktayı koyuyorum:
“O kara gözlerinden hasretle öpüyorum…”
Annen… |