Bu hikayede yer alan karakterler tamamiyle hayal ürünüdür...
Konuşabilmek Ne Güzel
Adım Nil. Dokuz yaşında, uzun boylu bir kızım. Siyah gözlerim, dalgalı kumral saçlarım var. Deniz kenarında küçük bir turistik kasabada yaşıyoruz. Evimiz, sahiplerinin yaz aylarında geldikleri bir siteye bitişik. Babam elektrikçi, annem ise ev kadını. En büyük zevki biber yetiştirmek. Ben de biberi çok seviyorum ama teneke içinde değil saksıda. Annem onlara her sabah su verir, köklerini eşeler. Ev işini bitirince de eline tığını alır, dantel örer. Bir taraftan da moda şarkıları mırıldanır...
Dört - beş yaşımdaki halimi hatırlıyorum. Konuşamıyor, ama her şeyi anlıyordum. Yazlığa gelen hanımlardan birinin hediye ettiği bir bebeğim vardı. Onu çok sevdiğim için kendi adımı vermiştim. Ama hiç kimse onun adaşım olduğunu bilmiyordu.
Bazı günler sitede gezerken komşular bana şeker veya kurabiye verirlerdi. Onlara teşekkür etmek isterdim ama konuşamadığım için edemezdim. Yine bir gün bir merdivende bebeğimle oynuyordum. Evin beyi beni gördü. "Kapıda oturan kim, hanım?" diye sordu. Evin hanımı "Yabancı değil, elektrikçinin şu dilsiz kızı." diye cevap verdi. Çok üzüldüm bir daha onların kapısına oturmaya gitmedim. Sonbahar gelince yazlıkçılar siteden ayrılırlardı. Yalnız, bekçi ve karısı Menekşe bütün kış sitede geçirirlerdi. Menekşe beni çok sever ve "Nil bir gün mutlaka konuşacaksın" derdi.
Bir kış günü, annemle babamın kasabadaki dükkanına gittik. Dükkanın karşısında bir okul vardı. Zil çalınca, bir sürü çocuk neşe içinde koşmaya başladılar. Annem, usulca babama; "Belki bir gün bizim kızımız da konuşup okula gidebilir." dedi. Babam bu söze, "Hiç ümidim yok hanım" diye cevap verdi. Bütün konuşulanları anlamıştım; ağlamaya başladım. O zaman yaptıkları hatayı anladılar.
İki gün sonra beni bir doktora götürdüler. Doktor bana sorular sormaya başladı. Söylenilenleri anladığımı baş ve göz işaretleriyle anlatmaya çalıştım. Doktor, sonunda "Haydi Nil, ayakkabılarının bağını çöz ve tekrar bağla" dedi. Söylenileni yerine getirdim. Doktor, başka şeyler de yaptırdı. Sonunda anneme ve babama; "Üzülmeyin, bir gün mutlaka, birdenbire konuşacaktır" dedi. Sevinç içinde eve geldik.
Kış geçti, tekrar yaz geldi. Tabii yazlıkçılar da birer ikişer sitede görünmeye başladılar. Ama ben artık siteye gitmiyordum. Her gün dağlara doğru yürüyor, kendi kendime bir şeyler söylemeye çalışıyordum.
Bir gün bana "dilsiz" diyen hanımla bakkalda karşılaştım. Annem, konuşmadan alabilmem için ekmeğin parasını tam olarak vermişti. Hanım, kasadaki adama bütün bir para uzatıp "Şekeri ekmek ve tuz." dedi. Bana da yan yan baktı. Sıra bana gelmişti. Elimde ki parayı uzatıp "Lütfen bir ekmek verir misiniz" dedim. Ama bunu her zaman ki gibi içimden değil, yüksek sesle söylemiştim. Biraz önce parayı ödeyip dükkandan çıkmak üzere olan hanım dönüp bana baktı ve; "Aaaa! Nil konuşuyor" dedi. Ben ise bu sözleri hiç duymamış gibi ekmeği aldım. Uçarcasına koşarak eve geldim. Bahçe kapısından anneme seslendim: "Anneciğim ekmeği aldım..."
O günden beri dünyanın en mutlu insanı ben olmuştum...
MERTMERİÇ
İşte arkadaşlar, halimize her zaman ne olursa olsun şükür etmeliyiz. Lütfen bu hikayeden bir ders çıkartalım. Yorumlarınızı bekliyor, saygılarımı sunuyorum... |