ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul

sohbet banner
tavla okey sohbet forumu
sohbet, okey, tavla, chat
27 Mayıs 2024, Pazartesi 07:07   
kız arkadaş sohbet linki

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

  bellerophontess> Forum Mesajları
    bellerophontess'e ait Toplam 351 Forum Mesajı var
<<1...678910111213141516 17181920212223242526...36>>


bellerophontess

bellerophontess resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Film, Sinema, Dizi, Belgesel, Program >en beğendiğiniz yönetmen>
  22.Şub.2008 Cum 16:20:41
fiogf49gjkf0d

Coen lerin son filmi ihtiyarlara yer yok ifistanbul kapsamında gosterildi ve herkesin dediği gibi bencede tam anlamıyle donüş filmleri olmuş. Hafif fargo esinlemeleri, hafif tarantinovari repliklerle son yıllarda izlediğim en kaliteli filmlerden biri kesinlikle kaçırmayın vizyona girdiğinde

 



bellerophontess

bellerophontess resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >KONFUCYUS>
  22.Şub.2008 Cum 15:56:43
fiogf49gjkf0d

öncelikle sağol pranga başlığı açmıssın ve kusura bakma iş yoğunluğundan ben anca yazabiliyorum

   Konfüçyusu seçmemdeki başlıca sebep kendisinin ahlak anlayışının everensel bir nitelik taşıması diye dusunuyorum. kendisinin  süslü ve karmaşık dusuncelere sahip bir felsefesi yoktur. gunumuzde sadece kendisine ait sandığımız sozler kalmiştir. ama bu haliyle bile çin ve hint kültürlerini çok etkilemiştir. Bunun sebebide dediğim gibi gayet basit cumlelerle gunumuzun bile toplumsal ahlak ve devlet politikalarına ait çarpıcı ve evrensel tespitler yapmasıdır. örneğin

"mutlulugu uzaklarda ve hayal guclerinde arayanlar,
kokulu bir cicek bulurum umidiyle baslari havalarda gezen insanlara benzerler ki;
asla ayaklarinin altinda cignedikleri menekseleri farketmezler."

"büyük bir milleti, tıpkı küçük br balığı pişirir gibi yönetin. kararında, asla daha fazla degil."

"bilgi insanı kuskudan,
iyilik acı çekmekten,
kararlı olmak korkudan kurtarir.

"socüklerin gücünü anlayamadan,
insanların gücünü anlayamazsınız"

"bilen kisiyle dost ol, cunku seni aydinlatir.
bilgisiz kisilerle dost ol, cunku sen onlari aydinlatirsin.
bilmedigini bilmeyenlerden hemen uzaklas, cunku onlar aptaldir, seni de aptallastirirlar."

"karanligina sovecegine, kalk bir mum yak."

"iyiliğe iyilikle, kötülüğe adaletle karşılık veriniz"

Görüldüğü gibi bilgi ve ahlak üzerine olan sözleri su forum ortamında bile uygulansa eminim buranın çehresini çok değiştirir. politika ve turban başlığı altında yapılan onca tartışmaların birde bu sözler işıgında bakarsak ne demk istediğim belki daha iy anlaşılır tabii anliyana :)



bellerophontess

bellerophontess resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >İyi Olma Sanatı>
  14.Şub.2008 Per 13:02:45
fiogf49gjkf0d

yazıyı okuyunca nedense bu söz geldi aklıma

"Karanlığa küfredeceğine bir mum yak"
Konfüçyüs

sanırsam bir konfüçyus baslığı açmak lazım

Değilmi pranga? :)

 



bellerophontess

bellerophontess resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >BEN EMİNİM Kİ; HİÇ BİRİNİZ BUNU OKUMAYACAK!>
  14.Şub.2008 Per 12:50:49
fiogf49gjkf0d
HurremSuItaan :



En mutlu insanlar her seyin en iyisine sahip degildirler.
Sadece her seyin en iyi sekilde tadini cikartirlar.

Mesele tamda bu sozlerde gizli  



bellerophontess

bellerophontess resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Turban ve Turkiye>
  14.Şub.2008 Per 12:40:48
fiogf49gjkf0d
 ALINTI(https://www.ozguruniversite.org/baskaya_basortusu.php
FİKRET BAŞKAYA NIN GÜNLÜĞÜ

 

Başörtüsü üzerinden yürüyen iktidar mücadelesi veya siyasal islamı anlamak...

 

Rejimin niteliği konusunda kafa karışıklığı o kadar derin ki, teferrüat asıl sorunun üstünü örtüyor. Yıllardır türban tartışması sürüp gidiyor. Birileri onu bir özgürlük sembolü sayarken, müesses nizamın bekçileri de kendilerini laikliğin teminatı olarak takdim ediyor. Oysa ne türbanın kadın özgürlüğüyle bir ilgisi var, ne de müesses nizamın bekçilerinin [memleketin sahiplerinin densin] laiklikle ilgili kaygıları var. Eğer, siyasal islamcılarla, kendilerini memleketin sahibi olarak gören reel Atatürkçüler arasandaki iktidar mücadelesinde taraf olmak istenmiyorsa, asıl işlevi kitleleri oyalamaktan ibaret olan bu saçma tartışmanın tarafı olmak istenmiyorsa, velhasıl oyuna gelmek istenmiyorsa, birincisi rejimin niteliğiyle ilgili, ikincisi de siyasal islamla [Politik İslam] ilgili kafa karışıklığından kurtulmak gerekiyor. Eğer her kavramın bir içeriği olması gerekiyorsa, Türkiye’deki rejim laik değil. Sadece laik olduğu varsayılıyor veya öyle olduğuna “inananlar” var. Bir rejim birileri adını öyle koydu diye laik olmaz. Laikliğin olmasza olmazı, dinin siyasetten ayrılması, siyasetin din alanına, dinin de siyaset alanına müdahale etmemesidir. Başka türlü ifade edersek, siyaset hiçbir dinî işlev üstlenmeyecek, din de hiçbir politik işlev görmeyecek... Din devletin tam da göbeğine oturtulmuşken, insanların rejimin laik olduğuna inanıyor olmaları tuhaf değil mi? Böyle söylediğinizde Türkiye’nin özel şartları gerekçesi ileri sürülüyor. Elbette Uganda’nın da, Fransa’nın da, Bolivya’nın da özel şartları vardır ama buradaki sorun özel şartlarla ilgili değil. Eğer istenirse özel şartlar ayrıca tartışılır. Bir insanın zatürreye yakalandığını söylemek, o kişinin sağlığıyla ilgili bir durumun ifade edilmesidir ve o illete neden ve nasıl yakalandığından bağımsızdır.

1923’de Cumhuriyeti ilân eden ittihadcı kadro, toplumun temeline dokunmadı, dokunamadı, dokunması mümkün değildi. Toplumsal yapıda bir dönüşüm söz konusu olmayınca, yepyeni bir sayfa açtığını, hârikalar yarattığını söyleyen yönetici elitin, halk kitlelerinin bilincine nüfûz edip, yanılsama yaratacak bir egemen ideoloji üretmesi de mümkün olmayacaktı... Rejim kendini yeni olarak sunmakla birlikte, gerçekten yeni birşeyler yapacak, toplumun temelini sarsacak, bir toplumsal dönüşüm yaratacak ‘güce ve potansiyele’ sahip değildi. Doyalıyısla kendi içi boş aşırı modernist söylemine dayanarak yönetemeyecekti. Öyle olunca da zayıf, kırılgan, inandırıcılığı tartışmalı bir resmi ideoloji üretmeye zorlanacaktı. Fakat uyduruk resmi ideolojinin kitlelerin bilincine nüfûz edip yanılsama yaratma gücü çok zayıf olduğu için, iktidar olabilmeleri, iktidarda kalabilmeleri, geleneksel ideoloji olan dinin yardım ve desteğiyle mümkündü. Bu amaçla din bir iktidar aracı olarak kullanıldı, ihtiyaca göre de manipüle edildi. İslamcılar politik etkinlik sağlamak istediklerinde rejim tarafından bastırıldılar. Ama rejimle ‘uyumlu’ olma yolunu seçtiklerinde de [veya o yolu seçenler] ödüllendirildi. Rejimin kendini zayıf hissettiği 1920’li, 1930’lu yıllarda din bir tehlike olarak sunuldu ve bastırıldı, 1960’lı ve 70’li yıllarda sol hareketin önünü kesmek üzere manipüle edildi. 1980 sonrasında din yeni dönemin ihtiyaçları doğrultusunda [Türk İslam sentezi] yeni bir işleve koşuldu ve yükselen Kürt hareketine karşı kullanıldı [Bu konuda Hizbullah örgütüne yaklaşımı hatırlamak yeter].  Bu yüzden Kemalist rejimin dine yaklaşımı her zaman ikircikli ve çelişkiliydi ve rejim oldum olası dozunu kendi ayarladığı bir “dinci gericiliğe” ihtiyaç duydu.  Hem din işe karıştırıldı hem de dinin etkinliği artınca irtica hortladı söylemi dillendirildi. Dini işe karıştıranlarla  ‘irticadan’ şikayet edenler aynı odaklardı... Oysa siz dine karışırsanız din de size karışırdı... Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanunun birinci maddesinde: “İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı Kurulmuştur” deniyor... Diyanet İşleri Başkanlığı [din işleri bakanlığı demek daha doğru] devlette merkezî bir konuma sahipken, devlet sayıları yüzbine yaklaşan imamların ve diyanet memurlarının maaşını öderken, dış temsilciliklere din görevlileri atanırken, dini eğitimi veren okullar [kuran kursları, imam hatip okulları, ilahiyat fakülteleri] bizzat devlet tarafından açılmışken, Milli Eğitim Bakanlığı’nda din eğitimi genel müdürlüğü diye bir birim varken, din eğitimi zorunluyken, radyo ve televizyonlardan sadece ‘özel günlerde’ değil aralıksız dini programlar yayınlanırken, kızlar için ayrı imam hatip okulları açılmışken, devlet bizzat hac seferleri düzenlerken... Neden birileri çıkıp yüksek sesle bu ne biçim iştir, bu ne biçim laikliktir demiyor? Aslında söz konusu olan laiklik değil, dinin devletleştirimesidir ki, Osmanlı İmparatorluğun’da ve Bizans’ta da durum özü itibariyle az- çok öyleydi... Öyleydi ama Bizans laikti, Osmanlı laikti diyen yok... Denirse de bir kıymet-i harbiyesi olmaz... Böylesine bağnaz bir resmi ideolojiyle şerbetlenmiş diplomalıların [aydın denilen taifenin] zihinsel yeteneklerinin dumura uğraması kaçınılmazdır ve resmi ideolojiyi içselleştirdikleri ölçüde toplumun gerçekliğine yabancılaşmaları da kaçınılmazdır...

Öyleyse ‘tartışmanın’ kaynağında ne vardı? 

1923- 1946/50 Ebedî Şef ve Milli Şef diktatörlüğü döneminde rejimin dine yaklaşımı bastırma/ ödüllendirme şeklindeydi. Dinî kesimden rejime muhalefet edenler şiddetle ezilirken, rejimle iyi geçinme tercihi yapanlar ödüllendirildi. Mustafa Kemal tarafından mebusluğa [milletvekilliği] tayın edilen şeyhlerin sayısı az değildi. Halk kitlelerinin iradesinin sürece dahil edilmediği tekparti diktatörlüğü döneminde islamcı muhalefet bir varlık gösteremedi. Fakat bir muhalefet odağı olarak din Cumhuriyet öncesinde de vardı. Osmanlı yenilikçi hareketiyle  [Nizam- Cedid] başlayan dönemde imparatorluğun yarı-sömürgeleşmesinin derinleşmesiyle, kitlelerin yaşam koşullarının daha da kötüleşmesi, halk kitlelerinde bir memnuniyetsizlik ortaya çıkarmıştı ve Osmanlı merkezî bürokrasisi içindeki bir kesim de duruma göre bu memnuniyetsizliği kullanarak muğlak bir iktidar mücadelesi yürütüyordu. Yenilikçi Osmanlı eliti halktaki bu tepkiyi irtica olarak görüp bastırırken, kendini de ilericiliğin timsali olarak görüyordu. Oysa ne halk tepkisi “irtica” olarak nitelenebilirdi, ne de “yenilikçi”- komprador Osmanlı elitinin ilericilikle bir ilgisi vardı. Sorun tamı tamına bir iktidar mücadelesiydi... Aynı şimdilerde olduğu gibi... 1946/50’de çok partili sisteme geçilince [aslında söz konusu olan bilinen anlamda bir çokparti sistemi değil, birden çok devlet partisine izin verilmesiydi ve kurulan partiler muvazaa partileriydi...] durum değişti. Siyasi partiler oy almak için dine ve dincilere tavizler vermek zorunda kaldılar. Bu amaçla da tarikat liderleriyle pazarlığa giriştiler. Oy almanın yolu tarikat reislerinden geçiyordu. Fakat sorunun bir de dış boyutu vardı: Türkiye’nin 1947’den itibaren tam bir Amerikan uydusu haline geldiği dönemde, ABD’nin Komünizmi kuşatma stratejisinin bir aracı olarak dinin kullanılması söz konusuydu. ABD Yeşil Kuşak Doktrini dahilinde dinci akımları destekliyordu. Bu iki unsurun diyalektiği sonucu dinin sol harekete karşı kullanılması, siyasal İslamcıların önünün açılmasıyla sonuçlandı ve Necmettin Erbakan’ın Milli Nizâm Partisi böylesi bir ihtiyaçtan doğdu. Burada kritik sorun bütün bunların gerisinde Atatürkçülerin olduğudur, zira her zaman iktidardaydılar... Hem siyasal islamın önünü açtılar hem de onu bir tehlike olarak sunarak kitleleri aldatma yolunu seçtiler. Dozunu kendilerinin ayarladıkları siyasal islamı bir de rejim için bir tehlike olarak sunarak bir taşla iki kuş vurmayı umuyorlardı. Fakat burada bir hatırlatma yapmak uygun olur: İşin içine insan iradesi girdiğinde, başlangıçta güdümlü sosyal hareketlerin, kitle hareketlerinin her zaman güdümlü olmaktan çıkma ‘riski’ vardır.  Dolayısıyla laiklik elden gidiyor söyleminin hiçbir kıymet-i harbiyesi yok. Bu oyundan haberder olmayan, oyuna gelen diplomalıların bir kesimi, söz konusu olanın egemenlerin egemenliğini sürdürmesiyle, rant kavgasıyla ilgili olduğundan habersiz. Velhasıl Siyasal İslamcıların dinle,  “laik cephenin” de laiklikle bir ilgisi sanıldığı gibi değil. Türkiye’deki rejimin niteliği söz konusuyken, servete ve zenginliğe giden yol hâlâ siyasetten, dolayısıyla devletten geçtiği için, mücadelenin politik arenaya taşınması kaçınılmaz. Bu amaçla taraflardan biri dini [İslamı], diğeri de nerdeyse bir din mertebesine yükselttikleri laikliği kullanarak iktidar olmak, ranta el koymak, hazineyi ve bütçeyi yağmalamak, ayrıcalıklı konumunu korumak istiyor. Bu bulanık ortamda sıradan insanlara da aldatılmak/oyalanmak düşüyor...

Siyasal İslamı [Politik İslam] nasıl bilirsiniz?

Bir ideolojinin pratik politikaya dönüşmesinin koşulları vardır. Şimdilerde tam bir sosyal/ ekolojik/ kültürel yıkım tablosu ortaya çıkaran neoliberal ideoloji, 1945 sonrasında ‘üretildi’ ama pratik politikaya tercüme edilmesi 1980’lerin başında mümkün oldu. Kapitalizimin ‘yapısal krizi’ [1974-1975] ve sol muhalefetin zaafı neoliberal tezlerin uygulanması için ‘elverişli’ bir ‘ortam’ oluşturdu. Siyasal İslam için de benzer bir durum söz konusudur denebilir ama bir farkla: Modern Siyasal İslam [Politik İslam] İngiliz Sömürgeciliğinin hizmetindeki oriyantalistlerin [şarkiyatçıların] bir fabrikasyonuydu. İngiliz oryantalistleri İslam’da Hıristiyanlıkta olduğu gibi devletin dinden ayrılmasının mümkün olmadığını vaaz etmişlerdi. Siyasal İslamın kurucu babalarından biri olan Güney Hindistanlı Şeyh El Mawdudi [1903-1979]  tarafından geliştirilen tezler, Oriyantalistlerin tezleriydi ve Hindistan’ın bölünmesinin gerekçesi yapıldı. El Mawdudi bir Müslümanın İslâmi olmayan bir devlette yaşayamacağını, ancak Müslümanlar tarafından yönetilen bir islam devletinde yaşayabileceğini ileri sürüyordu. Ona göre İslam devletinde laikliğe yer yoktur veya İslam devletinin laiklikle bağdaşması mümkün değildir. Aslında bu tezin hiçbir mantikî iç turarlığı ve inardırıcılığı yok. Aksi halde Hıristiyanlar için de aynı şey söz konusu olurdu. Bir zamanlar Hıristiyanlar da benzer şeyler ileri sürüyorlardı belki de bundan 700 yıl önce Bir Hıristiyan için Hıristiyan olmayan [laik] bir devlette yaşamayı düşünmek bile mümkün değildi. Politik İslamın başka yerlerdeki teorisyenleri Mısırlı Seyyid Kutb, vb. de benzer tezler ileri sürüyorlar. Şeyh El Mawdudi, Hindistan’ın bölünmesinden sonra Lahor’a yerleşti, 1941’de Cemaat-i İslâmî adlı örgütü kurdu ve iktidar mücadelesine girişti. Fakat politik İslam’ın bir aktör olarak sahneye çıkması 1970’lerin sonlarına rastlıyor. Bunun başlıca iki nedeninden söz edebiliriz: birincisi modernleşmeci/ kalkınmacı paradigmanın iflası ve bölgedeki rejimlerin kompradorlaşması; ikincisi de ABD’nin Sovyetleri kuşatma ve çökertme stratejesinde İslamcı örgütleri araçlaştırması ve onlara verdiği kapsamlı destek. Bu vesileyle Suudilerin rolünü de hatırlamak gerekir.

Siyasal İslam, politik bir hareket olarak dini [İslamı] referans alsa da, onu sadece kendini meşrulaştırmak üzere kullanıyor. Dinin kaynaklarına gönderme yapmıyor sadece ritüellerini kullanıyor. Dini tartışmayı şiddetle reddediyor, hiçbir yeni yorum ve açılım önermiyor. Herhangi bir sorun hakkında ne düşünüyorsunuz diye sorduğunuzda cevabı “Kur’anda var” oluyor. Temel slogan: Çözüm İslamdadır şeklinde. Onlara göre Şeriat tüm sorunların cevabını içeriyor... O halde yeni cevaplar, yeni çözümler aramak beyhudedir. Böyle bir ilkel anlayış aynı zamanda politikanın da inkârıdır zira politikanın bir tanımı da alternatiflerin varlığıdır. Eğer mevcut olanı değiştirmek mümkün değilse, o zaman politikaya da gerek yoktur... Bu yüzden siyasal islam hiçbir sosyal projesi olmayan bir teokrasidir ki, pratikte yaşananlar da öyle olduğunu gösteriyor. Başka türlü söylersek, siyasal islam islami elbise giydirilmiş kapitalizmdir... Uzağa gitmeye gerek yok, Türkiye’de bakmak yeter. Siyasal İslamcı AKP beş-altı yıldır IMF proğramını tam bir bağnazlıkla uygulamıyor mu? Öyleyse İslam bunun neresinde? Siyasal İslamın kapitalizmle, emperyalizmle hiçbir sorunu yok. Komprador kapitalizme bir itirazları olmak bir yana onun, dolayısıyla emperyalizmin hizmetinde... Aslında milliyetçiler nasıl iktidar mücadelesinde milliyetçilik söylemini bir meşrulaştırma ve yanılsama aracı olarak kullanıyorlarsa, siyasal islamcılar da dini aynı amaçla kullanıyorlar. Her ikisi de Amerikancı, neoliberalizmle bir sorunları yok, her ikisi de IMF’ci ve özelleştirmeci... Siyasal İslamın iki versiyonu var: Biri Türkiye’deki gibi ılımlı bir de iktidarı şiddet kullanarak ele geçirme perspektifine sahip olanlar var ama iktidar olduklarında yapacakları şey aynı: Kompradorlaşma yolunda ‘ilerlemek’... Siyasal İslam özgürleşmeyi [emansipasyonu]  değil, itaati öneren bir cemaatçiliktir...

Tarihte geriye dönüş yoktur. Öyle birşey düşünmek bir hezeyandan ibarettir, fakat arzulanır birşey de değildir ve olmamalıdır. Malûm olduğu üzere 40 yaşındaki adama 8 yaşındaki çocuğun ceketini giydiremezsiniz. Kaldı ki, adına konuşulan kitleler de asla öyle birşey talep etmiyor. Onlar yüzyüze oldukları devasa sorunların çözülmesini istiyor ve çözümü 14 - 15 yüzyıl geride aramak saçmadır. Üniversite’de türban tartşmasına gelince, eğer gerçekten üniversite olsaydı, asla giyim/kuşam, türban diye bir tartışma olmazdı. Olmazdı çünkü üniversite bu dünya’da kıyafetin sorun edileceği bir yer değildir. Önce kışlayı üniversiteye dönüştürmek gerekiyor. Bu tür tartışmalar ancak bilimle ilgilisi olmayan kurumlara özgüdür, dolayısıyla gerçek üniversiteye yakışmaz. Eğer üniversiteler gerçekten üniversite olsalardı, sivil elbiseyle askerlik yapılan kışlalar olmasalardı, bu tür saçma tartışmalarla zaman kaybedilmezdi. Şimdilerde akademi üyeleri bildiriler yayınlıyor. Bu güne kadar neredeydiniz denecektir... Kızların baş örtüsü üzerinden iktidar ve rant kavgası yapanların oyununa geleceğinize, neden bilim namusunun, entellektüel dürüstlüğün bir gereği olarak olup-bitenleri teşhir etmiyorsunuz? Bildiri yayınlamak için mutlaka siyasilerin anayasayı değiştirmesi mi gerekiyordu? Sizin kendi gündeminiz yok mu? Bildiricilere bir önerim var: Türbandan önce bilimi, üniversiteyi, bilim namusunu ve entellektüel dürüstlüğü tartışmaya varmısınız?



bellerophontess

bellerophontess resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Turban ve Turkiye>
  12.Şub.2008 Sal 18:28:28
fiogf49gjkf0d

yani arkadaslar su turban meselesinin hızına yetişemiyorum konu çok çabuk dağılıyor. ama su son sıralarda yazılanları okuyunca  aklıma su soru geldi takıldı ozgur dusuncenin mrkezi olması gereken universitelerde hep şekilci tek tip bir duzen yaratmaya çalışmamızın sebebi ne? sen eger kendi eğitim sistemine güveniyorsan turbanla universiteye giren kişiyide dinin doğrularını ve aklın tek olan yolunu gosterebilirsin ama bunu boyle engelleyerek cozemezsin.

   Sekil uzerinden gidersek (yada konuan fotograflar uzerinden) bence bunlar islamın modernleşme yonunde ilerlediği anlamına gelirki az buz değildir.

  Nasıl kemalizm konusunda modernleşmeye direnen bir sürü çevre varsa islamda da boyle ve ortaya cıkan goruntude işte sonucta boyle birsey. Bundada toplum olarak payımız buyuk cunku tartışmaları uc noktasında yapıyoruz iki taraftan biri olmak zorunda bırakılıyor ya inancın için tamamen kapanıcan yada açılıcan işte fotograftaki insanlar bu ikisinide yapmak istemiyor inancı geregi basını kapatmak isteyebilir ama bu onu diğer konularda yok kaşını almasıymıs yok renkli turban ve giysiler giymemeliymiş anlamına getirmez. onceki yazılarımdada bunu yazmaya çalıştım ataturkun 1931 kurultayında parti programına aldığı  laiklik ilkesiyle gunumuzdeki ilke arasındada farklılıklar var cunku değişim sürekli olucak o zamanki halkçılık ilkesi halkla ilgili hiçbirsey getirmiyordu keza devletçiliğin şimdi kapitalizm çağında bir işlevi kaldımı yok. o zaman bence bunları bu yonden eletirmek çok yanlış

Ahmet taner kışlalının yazılarında hep bahsettiği birsey vardı iran rejimi konusunda er yada geç türkiyedeki sistemin ustun olacagını çünkü çağın kosullarına daha uygun oldugunu soylerdi.(hemen hemen bu mealde)

Olay tamamen budur bence kimse değişimin onunde duramaz ama bunu yasaklarsan ve sen kendin bu ozgurlukleri vermezsen o zaman kendi reform sisteminde işlemez o yuzdende 20 yıldır universitede tuban diye tartışıp durursun ve o girmek(veya girdirmemek)için can attiğiın kurumunda liseden hiçbir farkı olmadıgını goremezsin

 



bellerophontess

bellerophontess resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Turban ve Turkiye>
  8.Şub.2008 Cum 12:48:28
fiogf49gjkf0d

 simdi yazılanları okuyorumda cumhuriyetin laik oldugundan bahsedip duruyorlar. ve ben bu konuda bir iki soru sorayim laik olan bir ulkede diyanet işleri başkanlıgı ne gorev goruyor?

milletin butun kesimlerine dini inancına gore bu devlt esit davranıyormu?

ortaogretimde zorunlu din dersi uygulaması sizce dogrumu laiklik acısından?

ve en son  1920 lerden itibaren chp nin altı okunda belirtilen laklik ilkesinin tanımını okuyan var mı? bulabilsem o tanımı buraya koyucaktım bulan varsa lutfen koysun onun uzerinden gidelim laiklikle onlar ne kastedmiş bugun biz ne kastediyoruz?

bence hiçbr zaman gercek bir laiklik olmadı



bellerophontess

bellerophontess resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Film, Sinema, Dizi, Belgesel, Program >Hangi filmi tavsiye edersiniz ve neden?>
  8.Şub.2008 Cum 00:12:16
fiogf49gjkf0d

arkadaslar if istanbul film festivali biletleri satısa cıktı sıkı bir program var iste aralarından benim sectiklerim

 

18 Şubat Pazartesi

Kıyamet Öyküleri

Southland Tales
Kıyamet Öyküleri

21:30
AFM Fitaş Beyoğlu 2
-

20 Şubat Çarşamba

Geceyarısı Öpücüğü

In Search of a Midnight Kiss
Geceyarısı Öpücüğü

19:00
AFM Fitaş Beyoğlu 2
-

22 Şubat Cuma

Anten

The Aerial
Anten

21:30
AFM Fitaş Beyoğlu 2
-

23 Şubat Cumartesi

Tanrı’nın Vadisinde

 

İhtiyarlara Yer Yok

No Country For Old Men
İhtiyarlara Yer Yok

21:30
AFM Fitaş Beyoğlu 2
-

In The Valley of Elah
Tanrı’nın Vadisinde

 

 

21:30
AFM Fitaş Beyoğlu 2

 

 

 

 

-



bellerophontess

bellerophontess resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >pencereniz nereye bakıyor ?>
  8.Şub.2008 Cum 00:06:22
fiogf49gjkf0d
pencerem karsı pencereye bakıyor o daracık cercevenin arasından uzun film kadrasları geciyor kieslewskinin ask hakkında kısa bir filminden


bellerophontess

bellerophontess resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Kararlar...>
  8.Şub.2008 Cum 00:02:47
fiogf49gjkf0d

nosce te ipsum yani kendini bil

dogru bir karar almanın tek puf noktası bu

yani kendini dusuncelerini, onyargılarını bilen kisi dogru karar vermesinide bilir Yunus Emrenin dedigi gibi

"ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir

sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır"

<<1...678910111213141516 17181920212223242526...36>>