ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

      Bunun başlıca nedenleri aslında çok açık. Televizyon kültürü adı altında yeni nesillere aşılanan İngilizcevari kelimeler ve söylevler. Televizyon gibi kitlesel bir aracın üstlendiği sorumluluk açısından bakarsak insanların konuşma ve yazma şeklini nasıl etkilediğini görürsünüz. Popüler kültür adı altında lanse edilen konuşma, hitap , ayak üstü diyalog şekilleri televizyonun içinde tamamiyle başkalaşıma uğramıştır. En basiti ana haber bültenlerinde yapılan yazım hataları ve imlâ yanlışlarıdır. Dizi kuşağında -genelde prime time(televizyon kanallarının 20.00 - 22.00 saatleri arasina verdikleri isim)- gösterilen kalitesi yüksek(!) dizilerin kullandığı Türkçe dildeki yozlaşmanın en güzel öğrenidir.

      Feyza Hepçilingiler gibi yazarların bu konuya eğilimi de gayet sevindiricidir. Toplumumuzda ortaya çıkan İngilizce-Türkçe kargaşası, yeni nesiller üzerindeki olumsuz etkilerinin nedenidir. İngizlice nin 500-600 yıllık tarihine karşın Türkçe nin 10.000 yılı aşkın tarihi vardır. İngilizce konuşmanın getirmiş olduğu prestij de cabası. İngilizce kelimelere olan aşkımızdan mı bilinmez mekan adlarına kadar yurdum insanı İngilizce ye oldukça özen göstermiştir. Cafe, bar, tea store, fast food... Saymakla bitmeyen örneklerdir bunlar.

        Konuşma ve yazma dili, insanları bir birine bağlayan en önemli araçtır. Bu aracın bozulup dejenere olması toplumların yararına değil aksine zararınadır. Aynı toplumda yaşayan fakat farklı dili konuşan insanlar arasında olduğumuzu düşündünüz mü hiç? Ürpertici... Dil de yaşayan bir canlı gibidir doğar, büyür ve ölür.. Fakat Türkçe nin zenginliği o kadar fazla ki, o zenginliği kullanarak Türkçe dilini asılar boyu geliştirebiliriz. Türkçe nin matematiksel bir yapısı vardır. Her şey bir kurala dayanır. Kelime türetme özelliği sonsuz denecek kadar fazla. Malesef böyle şeyler dili çıkmaz sokağa itmekte ve kısır bir döngü içine sürüklemektedir. Bu konu üzerine sayfalarca yazı yazılabilir. Bu yazı bile yeterince uzun oldu, kim bilir kim okur. Ne diyelim, Türkçe off, Turkche on olmaması dileği ile...

Ekleme: CC-Forum > Geyik Muhabbet > Öylesine muhabbet başlığının altında olması da ayrıca ironik bir durum olmuş.

Hürroşşş ellerine sağlık valla Çok komik olmuş  Ama benim espritüel yapımı pek yansıtmamış Bunu yaparken bana danışabilirdin

Emre Abi de hep öpüyor maşallah  Buradan Ekin e sesleniyorum: Lütfen kıllarını kesme, Hürrem in yazdığı gibi daha çok köpürürsün ahaha

Bi saçma soru da benden :P

Bir musluk bir havuzu 6 saatte doldurmaktadır. Bu esnada bir tren İstanbul’dan yola çıkar. 12 havuz bakıcısı dolan havuzu günde 4 saat çalışarak, 1 dakikada bir kovayı doldurmak suretiyle boşaltabilmektedirler. İstanbul’dan yola çıkmış olan trenin içi turşucuk dolu olup, 6 numaralı kompartımanda bir İngiliz, bir Fransız ve bir Türk bulunmaktadır. Türk, trene binmek üzere belediye otobüsüyle gelmiştir. Otobüs, Kadıköy’den yola çıktığında içinde toplam 32 yolcu bulunmaktaydı. İlk durakta 4 kişi bindi, 12 kişi indi, öbür durakta binen olmadı ama 8 kişi daha indi. İnenlerden birinin ayağı bir çukura girdi. Bu çukurda gündüzleri 90 cm yukarıya tırmanıp, geceleri 40 cm geriye kayan bir solucan bulunmaktaydı.

Trendeki Fransız’ın elinde içinde 100 misket bulunan bir torba bulunmaktaydı. Bu misketlerden 50 tanesi kırmızı, 50 tanesi beyaz idi. Fransız torbayı İngiliz’e uzatarak içinden bir kırmızı misket çekmesini istedi. İngiliz acaba kırmızı misketi bulabilmek için en az kaç misket almalıyım diye düşünmekteyken, havuz bakıcılarından birinin aklına bir şey geldi. Kovayı tartarak kaç günde havuzu boşaltabilirim diye düşündü. Bir terazi bularak kovayı tarttı. Kova, terazinin sağ kefesine konunca 20 kg , sol kefesine konunca 22 kg gelmekteydi. Kovanın gerçek ağırlığını bulabilmek için doğru tartabilen ağırlıklar bulması gerektiğini biliyordu. Ağırlıkların tanesi 50 kuruş idi. Havuz bakıcısının cebinde 625 kuruş bulunmaktaydı. Ağırlıklardan kaç adet alabilirim diye düşünürken, Kadıköy’den kalkan otobüs Selami çeşme’ye gelmişti. Otobüsün içinde aksi istikamette uçan bir sinek vardı. Sinek dakikada 20 m uçabiliyordu. Otobüste bulunan bir öğrencinin aklına bu sineğin otobüsün ön camından arka camına kadar kaç dakikada uçabileceği şeklinde bir soru geldi. Ancak cevabı bir türlü bulamıyordu, çünkü o gün bir sınava girmişti ve 4 yanlış bir doğruyu götürüyordu. Toplam 80 soruluk bir sınavda öğrenci kesin doğru 52 soruyu yapabildiğini biliyordu. Geri kalan 28 sorunun doğru olma olasılığı her soruda 5 şık olduğuna göre 1/5 idi. Bu durumda kaç puan alabileceğini düşünmekteyken, trenin makinisti treni otomatiğe bağlamış ve elindeki iskambil destesiyle oynamaktaydı. En çok 32 kâğıt çekerek kaç kupa gelebilir şeklindeki olasılık sorusunu hesaplamaya çalışıyordu, ama hesaplamakta çok güçlük çekiyordu çünkü annesi ile kendi yaşlarının toplamı 62 idi. 5 yıl sonra annesinin yaşı makinistin yaşının 2/7’si olacaktı. Doğal olarak anneme ne hediye almalıyım diye aklı meşguldü. Bu durumda makinistin yaşı ile Erenköy’de otobüste bulunan yolcu sayısının çarpımı havuzun hacmine bölünürse, İngiliz 4 kırmızı misket çekene kadar tren Ankara’ya varabilir mi?

Türban ile ilgili bir çok şey yazılabilir, çizilebilir, karalanabilir. Zaten Türkiye de yaşayıp da bu konunun uzağında kalmayı başarmak çok güçtür.
Öncelikle Türkiye siyasi hayatının son kırk yılında ortaya çıkıp, seçimlerde siyasi partilerin seçim vaatlerinin süsü olmuş bir siyasi simge olarak değerlendirilebilecek olan türban, son dönemlerde sürekli gündemde tutularak atraktını her zaman başka seçimlere bırakıp gündemin başköşesini süslemiştir.
Türkiye de yasakların her zaman kendini, kendi karşıtı üzerinden sürekli güncellemesi konseptine bağlı olarak türban da kendi kurgusunu genel algı sınırlarını laiklik karşıtı ve dinciler arasındaki genel antinomik çatışmalar düzlemine çekmiştir.
Her toplum kapsadıkları benimsedikleri ve reddetiklerinin zıttı ile bilinir. Türkiye de türbanın günümüz şartlarında zihinlerdeki tecellisi, bir özgürlük sorunu olmaktan çok tamamen siyasi islâmın ve laiklik karşıtı yönelsimlerin simgesi olduğu şeklindedir. Kemalizmin Türkiye toplumunda modernizmi şekille korelatifize eden hastalığının elinde patlaması olan türban, aynı zamanda bir çok önemli sorunların (sağlık, ekonomi, eğitim, demokratikleşme, kürt sorunu) çözümünü de engelleyerek kendisi de en büyük sorun haline gelmiştir.
Son dönemlerde Akp tarafından çözülmesi çabalarının samimiyetsizliği, türbanın sadece üniversitelerde serbest bırakılmasına dönük olarak kendini hissettiriyor. Yani kızlar ortalama 17, 18 yaşlarına kadar başları açık, üniversitelerde türbanlı ve üniversite bittikten sonra tekrar açık mı olacak? Bu bile sorunun çözülmesine dönük samimiyetsizliğin ve olayın siyasi rant haline dönüştürüldüğünün en açık işaretidir. Olayın üniversitelerle olan bağlantısının yanlış doğrultuda programatize edilmesinin bir sonucu olarak da üniversitelerin misyonunun bilim yapmaktan çok dini inançların yaşandığı yer olarak gösterilmesi şeklindedir.
Türkiye de laikliği 19 yüzyıl Fransız jakobenizminden ithal ederek alan, statik, topluma üstten bakan, halkı küçümseyen, gelişim ve çağdaşlaşmayı şarap içerek, yemeği dışarıda yiyerek, eve ayakkabıyla girerek gören bu kesim, türban yasağına karşı olanları da yobaz dinci ve Tayyipçi olarak görüp kendi dünyasında kuma gömdüğü kafasının yarattığı tektipçiliğe ve kendini tekrara meşruiyet kazandırmaktadır. Aynı zamanda seçmenlerinin bölünme ve muhafazakarlaşma yolunda kafasını karıştıran bu kesim, seçmenlerini korkudan uzaklaştırmak için kendine çekerken onların korkularını sonsuzlaştırarak kendini var etmeye çalışmaktadır.
Dünyayı, ve kendini evren içinde anlamlandırma olgusunu sağdan soldan okuyarak tanımladığını sanan ve insan dışında her türlü stilistik varyantların objesi olan insanların da estetik anlayışlarına göz zevklerine ve cinsel iştahlarına kesinlikle kurban olmaması gerekendir türban. Sen kalkıp da masal anlatma roman yazma dersen ilkokul sırasındaki sınıf münazarasına çevirirsin. Kalkıpta saçma sapan yorum yapacaksan sana şunu söyler daha da cevap vermem. Mevlana nın bir sözü vardır, tekrar hatırlatmak isterim. Cahilin yanında kitap gibi sessiz ol. 3-2-1 sessizlik...

Meşhur, öne çıkmak :) İlginç bir yaklaşım. Bu tarz yaklaşımlara litaratürde fikir sahibi olmadan düşünce sahibi olmanın dayanılmaz hafifliği diyoruz. Bu tarz konular ülke gündemini ilgilendirir ve kamuoyuna mâl olmuştur. Böyle dar ve saçma bir yorum yapmak son derece gereksizdir. Konuyu daha ileri götürecek başka persfektifler getiricek yorumlar yapmak lazım gelir. Ötekisi konuyu kısır bir döngüye çeker ve kimse işin içinden çıkamaz. Havadaki nemden havadurumu tahlili yapacağına biraz oku. Sana verebileceğim tek tavsiye.

Günah? Allah ile kul arasına ne zamandır giriliyor islamiyette? Genel geçer doğrular bağlamında bu şeyin günah olduğunu ne sen bilebilirsin ne de biz :)

Konuya dönersek;