İnsanları hayata bağlayan beklentileri vardır. Kimileri bunu bir hedef haline getirir ve onun için çalışır, mücadele eder. Kimileri ise çalışmak yerine beklentisinin ikram edilmesini bekler. Kimileri de vardır ki hedeflerine bencilliklerinin gözlerine çektiği perdeyle başkalarının üzerinden geçerek ulaşmaya çalışır.
İkramı bekleyenler, köleliği kabul edenlerdir. Emeğin olmadığı bir zafere, ancak ipleri başkalarının elinde olan kuklalar ulaşabilir. İnsanımıza gün geçtikçe sindirilen bu düşünce yapısı, bizi üretkenlikten uzaklaştırmakta ve günden güne sadece tüketen bir toplum olmaya sürüklemektedir.
Ulu önderin şu sözlerinde ne büyük bir mesaj gizli:
“Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra istiklal ve istikballerini kaybeder.”
Bu sözlere katılmak sadece dilden dile dolaştırmak ile değil, onu hayata geçirebilmek için bir fiil ortaya koyabilmek ile mümkündür. Sözleri ile övdüğümüz atamızın şu sözüne cevap verebiliyorsak ne mutlu:
“Beni övmeyi bırakın,geleceğe ne düşünüyorsunuz.?”
Kendimize olan güvenimiz nedir?? Ürettiğimiz malların kalitesini yükseltmeye çalışıyor muyuz? Yoksa sadece bir sohbet ortamında veya bir köşe başında önümüze uzatılan mikrofona alaycı bir tebessüm ile mallarımız kalitesiz deme yolunu mu seçiyoruz? Maalesef yüzde 90 bu yolu seçiyoruz. Eğer ki özlü sözleri onaylıyorsak onlara sadece kafa sallamakla değil fiillerimizle sahip çıkmalıyız.
Bunları konuşurken konu derinleştikçe sonuç her zaman ülke yönetimin önümüze koyduğu engel niteliğindeki düzenlemelere gelir. Burada insanlarımızın söylediği tek şey yönetim bozuk! her gelen düzeltirim dedi ama bir öncekinin tekrarıydı tepkisi oluyor.
Bu durum 1938 sonrası dönemde hep böyle olmuştur. Bunun sonuçlarını bugün insanlarımızın siyaset veya politika sözünü duyduğu andaki tepkisinden anlayabiliyoruz. Eğer ki televizyon dizilerinde siyaset, bir iş adamının kâr oranını arttırabileceği bir sektör olarak vurgulanıyorsa bu tablo bize son 69 yıllık yönetimimizden mirastır.
İşte biz bu karamsar yanıtı veren insanlar arasından çıkarak, atamızın sorusuna cevap veriyoruz:
Geleceğe, senin bıraktığın yerden, senin ilkelerine bağlı kalarak, bu ülkenin kanını emenlere yaşama imkanı vermeyen bir toplum olarak, dik durmayı ve ezmemeyi ilke edinerek ve bu ülke ile sorunu olanların nefes alamayacağı bir vatan yaratarak ulaşmayı hedefliyoruz.
Biz, gelenin ne olacağını tahmin ederek değil, seni benimsemiş olanları her an yanımıza katarak gelen kitle olmak için çalışıyoruz.
Atam, ruhuna yemin olsun ki senin mirasına sahip çıkmak için gecemizi gündüzümüze katacağız. Tarihi adalet dağıtmak ve insanı yüceltmek olan bir milletin çocukları olarak ülkemizin geleceğine hizmetten bir an için bile geri durmayacağız. Bu bilinçli bir araya gelmiş insanların ortak ürünü olan teşkilatımızın ayakta kalmasını da önce imanımıza sonra şu özlü sözüne dayandırıyoruz:
"Milletten para istemek, onları en mukaddes gayeler hakkında bile şüphe ve tereddütte bırakıyor. Bundan başka, muhaliflerin en kuvvetli propaganda silahını teşkil ediyor. Bu sebeple, pek elim ihtiyaçlar için bile dua ile iş görmeye çalışıyoruz."
Ulu önder Atatürk, bir ömüre sığdırılabilecek en mükemmel fiilleri hayata taşımıştır. Bunu, ölümünün haberi yayılan bütün ülkelerde insanların yüzünde oluşan hüzünden anlayabiliyoruz.
Bir bayram arifesinde bir lider ölüyor ve bunu kendi insanlarının elinde yaşıyor. İhtiraslarnın kurbanı olan insanların sonları bu kadar üzücüdür. İşte atamızı dünyanın gelmiş geçmiş bütün liderlerinden farklı kılan, bırakın ihtiraslarını takip etmeyi, kendinden vazgeçerek hayatını milletine adamasıdır.
Bir dünyanın kalbini adaleti ve insancıllığı ile fetheden Atatürk ruhun şâd olsun.
Ölüm insanoğlu için ortak sondur ama ne durumda...
Alıntıdır
|