ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul


sohbet, okey, tavla, chat
13 Mayıs 2024, Pazartesi 02:08   

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

En İyiler  Son Eklenenler       
sohbet forum basliklari  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler > Aşk ve Sevgi üstüne
forum sohbet oyun basliklari
   Senin Gemin.....Cezmi Ersöz
 <<1 234>>
Mesaj Ekle, sohbet ve oyun icin cagir
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

BohemianRhapsody

BohemianRhapsody resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  17.Nis.2007 Sal 22:01:47      Senin Gemin.....Cezmi Ersözsohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d
Sen unutmuştun beni Bende seni unutabilir miyim diye Dün sabah mezarlar kazdım sevdama Nehirler aradım sensiz akan onca gözyaşıma Mezarlar kazdıkça sevdama Nehirlere aradıkça gözyaşıma Daha çok sevdim seni Ve anladım ki ; aşkıma mezar kazılsa da Sen benim unutamadığımsın.. Sen unutmuştun beni Bende seni unutabilir miyim diye Dün gece ayrılığının zehirini içirdim dudaklarıma Karanlığın yağlı ipini geçirdim boynuma İçtikçe ayrılığının zehirini Hissettikçe ölümün ipini Daha çok sevdim seni Ve anladım ki ; ölümler sunulsa da Sen benim unutamadığımsın.. Sen unutmuştun beni Bende seni unutabilir miyim diye Acımasızca hançerleri sapladım yüreğime Pusular kurup aç kurtları saldım gözlerime Hançerleri sapladıkça Kurtlara yem oldukça Daha çok sevdim seni Ve anladım ki ; pusular kurulsa da Sen benim unutamadığımsın..  Hiçgörmedin senin için akan gözyaşlarımı hiç bilmedin seni düşünürken nasıl dalıp gittiğimi hiçhisetmedim çöl ortasında vadiyi özler gibi seni özlediğimi unutmaya çalıştıkça seni unutamadım SEN UNUTAMADIĞIMSIN Sen Benim Unutamadığımsın.. sen benim unutamadığımsın, her ne kadar unut desen de. hüsranı yaşar ömrüm senin olmadığın yerde. sen gittiğin de, ben ağlamam nietzsche ağlar yerime. nedenini bana sorma anlatırsam anlamı kalmaz ayıp olur emek harcanıp yazılan esere. sen benim unutamadığımsın, unut desen bile yokluğunda kalemimi kırar hayata küserim sandım. lakin öyle yazmaya başladı ki kalem, mecnun baka kaldı, leyla kıskandı. sen benim unutamadığımsın unut desen bile. yokluğunda; düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. dalıyorum ve yine yeniden derinlere dalıyorum, derinlere dalmaktan suskun kalmaktan kendimi bir türlü alıkoyamıyorum. ve bir türlü haykıramıyorum! sen benim unutamadığımsın her ne kadar unut desen bile. şunu bilmeni ister yüreğim değişen ben değil sadece zaman hayatın içinde sen benim unutamadığımısın sen ne dersen de...... Güneyce Yakılanlar Senin Gemin Camdan Sevgili Duydum ki yine umudunu kesmişsin insanlardan, dostluklardan... Duydum ki yine acımaya başlamışsın kendine... Yolunu kimselerin bilmediği, bilmek de istemediği sevginin o hayal ülkesinde birilerini beklerken çok üşümüşsün... İnsan ancak kendisine sevgili olabilir, diyormuşsun. Şimdi artık yollarda ve binbir hayalin peşinde sürüklediğin ve yıprattığın sevgine minnet borcunu ödeyecekmişsin... Acıyan sevgini şımartacak, onu örtülere saracakmışsın. Onu kendini güçlü ve korunaklı olduğunu hissetmediğin hiçbir yerde ortaya çıkarmayacakmışsın... Sevgini yırtıcı bir kuş gibi yetiştiriyormuşsun. En iyi savunmanın saldırı olduğunu ve yokolmamak için yoketmek gerektiğini öğretiyormuşsun ona... Ona onu, sabırlar, merhametler ve inceliklerle değil, hazlar, hayranlıklar ve kıskanç ilgilerle besleneceğini vadediyormuşsun. Her gece uyumadan önce arkasında Che Guevera’nın resmi olan aynanla konuşuyormuşsun: Bir sen varsın önemli olan, bir sen varsın gerçek olan... Hem onca acıya rağmen hala güzelim... Ve artık kendime yasaklıyorum başkalarına acımayı ve hayatın acısını... Aynadaki nefesinin buğusunu görüyorum buradan. Gözlerinle gözgöze gelemediğim için tutup aynadaki buğuyu öpüyorsun. Yaralı kendini öpüyorsun... Çekmeceden cüzdanının çıkarıp içindeki kredi kartlarını seyrediyorsun zoraki bir hayranlıkla. İçinde sevgini sakladığın kaleyi daha da güçlendirmeyi geçiriyorsun aklından. Kredi kartlarını yalıyorsun dilinle ve onların zehirli tadını içine akıtıyorsun. Bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen ölüm çığlıklarına alıştırmak istiyorsun kendini böylece. Hem senden güçsüzlerin ölümü, hem bu ölümleri gizleyen ve bütün katliamları anında temize çeken teknolojinin zehirli tadı sarıyor şimdi sevginin yaralarını. Bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen çocukların ve kimsesizlerin ölüm çığlıklarına dayanamadığını hissettiğin anlar, senin için hayatta sadece annenin babanın ve kardeşlerinin önemli olduğunu söylüyorsun kendine ve akşam iş dönüşü onlara hediyeler alarak evine dönüyorsun... Ve eskiden, sevgini bir kalenin ardına saklamadan önce sadece kendi çocuklarını sevenleri kınadığını unutmak içinse bu defa başkaları değil kendin kanatıyorsun sevgini. Sonra küçük, tüylü bir köpek almak istiyorsun kendine. Köpegi severken, kucaklarken sana acımasızlık eden dostlarının, seni sevginin o hayal ülkesinde yıllarca bekletip düşlerini ve ömrünü çalan sevgililerin yüzleri geçsin istiyorsun karşından. Onların yüzleri geçtikçe sahibin olduğun için senden başka kimseyi sevmeyecek ve bağlanmayacak olan köpeğine daha da sıkıca sarılmak istiyorsun, öpüp koklamak. Kendini öper gibi, yaralı ve belki de artık hiç iyileşmeyecek olan kendini. Hiç iyileşmeyeceğini artık kendinden bile saklayamadığın böyle anlarda para kazanmak istiyorsun, iş kurup daha çok para kazanmak. Böyle anlarda bir kalenin ardında gizlediğin herşeye yanlışlarla dolu olsa da senden izler taşıyan tarihine bile düşman oluyorsun. Seni bu hale getirenlerle bir olup bu belki de artık hiç iyileşmeyecek yaralı kendini yoketmek istiyorsun... Sonra yorgun düşüyorsun... Artık dinlenmek istiyorsun. Yarına daha dinlenmiş ve korkularından kurtulmuş olarak uyanmak istiyorsun... Ve uykuya dalmadan önce vitrinlere bıraktığın dalğınlığın geliyor aklına... Kendine bir kez daha acıyorsun ve bu yüzden pahalı bulup da almadığın giysileri almaya karar veriyorsun. Bu pahalı giysiler sayesinde ilgilerin kölesi değil, ilgilerin merkezi olmayı istiyorsun. Bu giysiler sayesinde sızlayan sevgilerini örtmek, örtmek, örtmek istiyorsun. Görünmez olmak istiyorsun. Oysa senin gemin camdan sevgili... İşte güçlü balığın güçsüz balığı yokettiği kanlı denizin her tarafından seni görebiliyorum... Sadece ben değil dost düşman herkes uykuya daldığını görebiliyoruz buradan. Çünkü senin gemin camdan sevgili. Sıkıntından yediğin tırnaklarının kenarlarını... Korkulu bir rüya gördüğünde birden silkinişini... Yaralı sevgini korumak için aldığın onca kötücül karara rağmen nasılsa hep masum kalan sayıklamalarını görüp duyuyorum buradan... Kaleni ve kalenin ardında sakladığın yaralı sevgini. Boşuna saklama sevgini. Senin gibiler hiç örtünemez sevgili... Seni bu kanlı deniz ve düşmanların da dostların da hemen tanır. Ya benzerini bulup gidersin buralardan. Ya da seni yokederler sevgili... Herkes gibi ve herşeyi bilerek yaşamaszın sen Senin gibiler örtünemez... Bu kanlı denizde senin gemin camdan sevgili. Cezmi Ersöz
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

BohemianRhapsody

BohemianRhapsody resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  17.Nis.2007 Sal 22:05:08sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d

HAZAN BAHÇELERİ

Kalbim yine üzgün, seni andım da derinden Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden Yorgun ve kırılmış gibi en ince yerinden Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden Senden boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş Gördüm ki yazın bastığımız otları solmuş Son demde bu mevsim gibi benzim de kül olmuş Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden . Yahya Kemal Beyatlı Özleyen Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde, Sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde! Dağlar ağarırken konuşmuştuk tepelerde, Sen nerde o fecrin ağaran dağları nerde! Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi, Hülya gibi yalnız gezinenler köye indi Ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi, Gönlümle, hayalet gibi, ben kaldım o yerde. Yahya Kemal Beyatlı Bir Bahar Akşamı Bir bahar akşamı rastladım size Sevinçli bir telaş içindeydiniz Derinden bakınca gözlerinize Neden Başınızı öne eğdiniz? İçimden uyanan eski bir arzu Dedi ki yıllardır aradığın işte bu Şimdi soruyorum büküp boynumu Daha önceleri neredeydiniz? Fuat Edip Baksı TAHİRLE ZÜHRE MESELESİ Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte yani yürekte. Meselâ bir barikatta dövüşerek meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken meselâ denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu? Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir ayrılmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrılacak yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden? Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. Nazım Hikmet -------------------------------------------------------------------------------- EĞER O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer. Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer. Utanılacak bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık, çalınan birinin kalbiyse eğer. Korkulacak bir yanı yoktur aşkların, insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer. O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses, hiçbir zaman duyulmasaydı eğer. Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar, kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer. Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla, öylesine delice bakmasalardı eğer. Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer. Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin, son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer. Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman, meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer. Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman, beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer. Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla, tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer. O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi, yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer. O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar, son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer. Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri, her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer. Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de, dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer. Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel, namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer. Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından, dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer. Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de, sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer. Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine, kulağına okunacak biri olsaydı eğer. İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de, kartvizitinde onca ayrılığın birinci dereceden failidir denmeseydi eğer. Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar, ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer. Issızlığa teslim olmazdı sahiller, Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer. Sen gittikten sonra yalnız kalacağım. Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse... Evet Sevgili, Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına, mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!! CAN YÜCEL Aşkta Yarın Yoktur Sevgili Aşk Bu Dünyanın Ölçüleriyle Açıklanamaz Sevgili O İlkel Bir Acıdır, Yaban Bir Ağrıdır. Gelir ve İçimizdeki O Çok Eski Bir Şeye Dokunur. Sonra Bir Perde Açılır ve Yolculuk Başlar Bu Yolculukta Artık Para, Tarifeler Beklentiler, Randevular, Taksitler, İş, Anneler ve Korkular Yoktur Aşkın Kendi Gerçekliği Vardır Sevgili. İnsan Başka Bir Işığa Teslim Olur, Daha Derinden Anlamaya Başlar, Bilgeleşir Hiç Bilmediği Sezgileriyle Buluşur Yükü Çok Ağırdır, Kendiyle Buluşmuştur Hem Dışındadır Dünyanın, Hem de Tam Ortasında. Hindistan da Ganj Nehri nin Yakılan Yoksun Adamın Hissettikleri de Onunladır, Yitirdikleri de... New York ta, Bir Sokakta, Kartondan Kulübesinde Yaşayan Kadının Çıplak Yalnızlığı da Her Şey Onunladır, Ona Emanettir Sanki, Ama O, Çıldırtıcı Bir Yalnızlık İçindedir Yine de... Aşkın Kültürlü Olmakla, Bilgili Olmakla da İlgisi Yoktur Sevgili, Kanımıza Karışan İlkel Acı, O Yaban Ağrıyla Hiçbir Kitabın Yazamadığı Hakikatlere Daha Yakınızdır, İnan... Kim Demiştir Hatırlamıyorum, Aşk Varlığın Değil, Yokluğun Acısıdır Diye. Belki de Bu Yüzden İlk Gençliğimde, O Yoğun Aşık Olduğum Yıllarda, Gözüme Uyku Girmez, Dudağımda Bir Islıkla Bütün Gece Şehri, O Karanlık, O Hüzünlü Sokakları Dolaşır, İnsanları Uykularından Uyandırmak İsterdim. Uyanıp, İçimde Derin Bir Sızıyla Uyanan O Derin Sancının Acısına Ortak Olsunlar Diye... Aşk Çok Eski Bir Şeydir Sevgili Onun İçinden O Çileli Çocukluğumuz Geçer Sevdiğimiz İnsanların Çocuklukları da... Oradan Üvey Anneler, Eksik Babalar, Parasız Yatılılar Geçer Ve Sonra Aşk Bütün Bunları Alır, Daha da Eskilere Gider, Hep O İlkel Acıya, O Yaban Ağrıya... İnsan Bazen Nedensiz Yere Umutsuzluğa Kapılır Kimselere Veremez Sevgisini, Kimselere Derdini Anlatamaz, Evlere Kapanır... Bazen Denizler Kıyılar Çeker İnsanı. İnsan Bu Kapılmayı Anlayamaz, Oysa Çok Eski Bir Yerde Yaşanmasından Korkulup Vazgeçilmez Aşkların Sızısıdır Bu. Bu Sızı, Bu Yenilgi Mevsimlerle Yıllarla Devrilir Başka İnsanlara... Bir İnsanın Yaptığı Bir Hatanın Tüm İnsanlara Yayılması Gibi... İşte Şimdi Biz de Sevgili, Ya Olmadık Zamanlarda Umutsuzluğa Kapılıp, Soluğu Evlerde Alacağız, Ya da Denizler, Kıyılar Çekecek Bizi. Nasıl Biz Başkalarının Korkularını Taşıyorsak, Başkaları da Bizim Korkularımızı Taşıyacak, Yenilgimizi, Umutsuzluğumuzu... Birazdan Sabah Olacak... Para, Tarifeler, Beklentiler, Randevular, Taksitler, İş, Anneler ve Korkular Başlayacak... Bunlar Varsa Bizim İçin Geçerliyse Aşk Yoktur ve Hiç Olmamıştır Sevgili. Birbirimizi Kandırmayalım... Hadi Güne Hazırlan, Yaşadıklarımızı Unutmaya Çalış Aşk Bize Güvenip Verdiği Büyüsünü, Sırlarını, Cesaretini, Bilgeliğini ve O İlkel, O Yaban Ağrısını Geri Alacak Bunlar Olurken İçimiz Bir an Üşüyecek, Sonra Geçecek... Hadi, Oyalanma Birazdan Yarın Olacak... AŞKTA YARIN YOKTUR SEVGİLİ Cezmi Ersöz

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

Nehir

Nehir resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  18.Nis.2007 Çar 00:05:36sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d
HAYAT ÖLÜMÜN ALNINDAN ÖPÜYOR

“Başımı masaya koymuş öyle duruyordum. Niye durduğumu bilmiyorum.
Büyük bir gürültüyle kapı açıldı. Hiç tanımadığım adamlar beni aldılar, kapıyı kapattılar...Kolumdan tutmuşlar,gidiyoruz.Nereye gidiyoruz ben de bilmiyorum.
Uzun bir yer. Her tarafım ağrıyor. Başım dönüyor,dinlene dinlene gidiyoruz. Beni bir yere koydular, önümde cam var.Camda bazı gölgeler var. Sanki bana bakıyorlar. Bu arada aynı odada birlikte kaldığım arkadaşım diğer yandan çıkı-
yor, kolumda tutup iyice cama yanaştırıyor beni.
Sonradan adını öğrendiğim bir telefonu bana veriyor.Nasıl tutulduğunu öğretiyor. Bazı sesler geliyor, sesleri anlamıyorum. Gölgeler ağlıyor mu acaba? Bir şeyler konuşuyoruz. Ne konuştuğumuzu bilmiyorum. Ama gölgeler devamlı ağlıyor, ilk defa gölgelerin ağladığını gördüm... Bense gölgelerin ağlayışına gülüyorum...
Demin telefonlu yerde olan arkadaş benden evvel gelmiş.Beni tuttu, hemen yukarıya çıkardı, yatağın oraya getirdi. Bana niye ağladığımı sordu.
Ben de ona ağlamadığımı, camdaki gölgelere güldüğümü söyledim. O bana camdaki gölgeleri anlattı. O zaman iyi anlamamıştım. Şimdi daha iyi anlıyorum,
o gölgeler gölge değil, gerçekmiş, o gölgeler annem,kız kardeşim ve teyzemmiş.
Onlarla kendisi de konuşmuş yan tarafta.Meğer ben o gölgelere gülmemiş,onlar-la birlikte bende ağlamışım...”
Aylardır sürdürdüğü ölüm orucunun sonunda belleğini yitiren ve ardından tahliye olan Dursun Ali işte böyle söylüyor, ilk defa gölgelerin ağlayışını görmüş. Ama sonra anlamış ki o gölgeler onu Kandıra F Tipi Cezaevi’nde ziyarete gelen annesi, kız kardeşi ve teyzesiymiş...
Direniş evinin önüne akın akın insanlar geliyor. Belleklerini tamamen yitirenleri ve sağlıkları geri dönüşsüz bir biçimde bozulanları ceza evlerinden tahliye ediyorlar. Tahliye olanların bir çoğu Küçükarmutlu’ya geliyor ve oradaki yakınlarının ya da arkadaşlarının evinde ölüm orucuna devam ediyor...
Bugün 8 Temmuz, Pazar... Ve ben Küçükarmutlu’dan akşamın geç saatinde döndüm evime... Neredeyse bütün gün oradaydım. Zehra’nın yaklaşık bir hafta önce son nefesini verdiği o yoksul evdeydim. O yoksul evin adı şimdi ”direniş evi” olmuş. Direniş evini gezmek yürek ister, sabır ister... Evin her odasında her an ölüme biraz daha yaklaşan, her yaştan direnişçiler var.
Başları kırmızı bantlı... kimi attık ayağa kalkamayacak kadar bitkin...
Kimisi duvarlara tutunarak yürüyor... Kimisi direnişe yeni başladığı için diğerlerine yardımcı oluyor...
Direniş evinin önüne akın akın insanlar geliyor. Evi kutsal bir mabetmişçesine saygıyla seyrediyorlar. Konuşurken seslerini alçaltarak konuşu-
Yolar. Yüzlerinde ansızın solgun ama cesur bir hüzün beliriyor. Sonra evin içinden bir adam çıkıyor ve elindeki kağıttan yüksek sesle, yarım saat önce bir direnişçinin daha şehit olduğunu duyuruyor. Gözler hafifçe kısılıyor. İnsanlar
ansızın uzaktan gelen bir yankıya doğru başlarını çeviriyorlar. Kısa ama çok derin bir sessizlik, kalplerin ortasına büyük bir gürültüyle düşüyor. Bu derin sessizlikte sadece çocukların yaktığı otların cızırtısı duyuluyor...
Sonra yeniden konuşmaya, hayatı yorumlamaya başlıyor insanlar... Buralarda ölüm çok farklı algılanıyor. Buralarda insanlar ölüme doğal bir son gibi bakıyorlar. Buralarda hiçbir şey kesintiye uğramıyor. Hayat,ölüm ve çocuk- luk, buralarda her şey kesintisiz bir biçimde, aynı büyülü nehre akıyor. Her şey bir çember çiziyor sanki. Ölenler yeniden ağlıyor... Yeniden doğanlar ölmeye başlıyor ... Hayat ölüme, ölüm hayata aynı anda karışıyor...
Arkadaşları başı bantlı bir direnişçiyi, önce alnından, sonra yüzünün her yerinden derin bir sevgiyle öpüyorlar. Direnişçi gururlu olduğu kadar da utan-
gaç... Bileklerini ve boynunu görüyorum. Küçük bir çocuğunkinden daha ince. Kırıldı kırılacak... O incecik bilekleriyle, suyu çekilmiş elleriyle dostlarına, yoldaşlarına sarılıyor o da.Yakınma, korku, suçluluk korkusu , acındırma, o sahte duyguların hiç biri yok yüzlerinde...
Ve hayatta kalacak olanlarla ölecek olanlar birbirlerine öyle yoğun bir sevgiyle sarılıyorlar ki, işte o anda hayatla ölüm arasındaki o kesintisiz akışı görüyorum. Hayat ölümü alnından öpüyor... Ölüm hem gururlu, hem başeğmez, hem de küçük bir çocuk gibi utangaç ve masum...Ve her şey birleşip o büyülü nehre akıyor usulca. Ve o nehir sonsuzluğa akıyor. İşte bu yüzden korkmuyorlar.
Birer birer ölmekten. Çünkü onlar bir kere sonsuzluğa inanmışlar. Bin bir çeşit kentli kuşkunun pençesinde yaşayan ben bile işte o an inanıyorum: Bu çocuklar bir gün kazanacaklar... Sonsuzluk tükenmez çünkü...
Bu ülkenin en cesur çocukları...
Bu devletin, bu otoriter zihniyetin, bu sistemin, gözlerimizi bu dünyaya açtığımızdan itibaren ailede, sokakta, okulda, fabrikada, orduda, işyerlerinde ruhumuzu ve bedenimizi ne denli tahrip ettiğini, bizi her geçen gün biraz daha köleleştirmek için hangi yöntemleri denediğini, bizi her an her saniye kendimi- zin olmaktan çıkarmak için olmadık yollara baş vurduğunu, bir kez daha söyle-
meme gerek var mı? Her şey çok gizli yapılsa da aslında çok açık değil mi?...
Koca bir cezaevi bu ülke. Yaptıkları bütün zulüm yanlarına kar kalıyor.
Bütün kapıları birer birer kapatıyorlar üzerimize. Koca bir kışla bu ülke...
Herkesi tek tek şu otoriter yapının gönüllü kölesi, koşulsuz savunucusu, herkesi tek tek bu kışlanın kendisi olmaktan çıkarılmış bekçisi haline getirmeye çalışıyorlar...
Neden ceza evlerini hücrelere dönüştürüyorlar,kendisi olarak kalmak için direnen ve baş kaldıran bu çocukların üzerine inanılması güç bir vahşetle gidi-
yorlar dersiniz? Çünkü en çok bu çocuklar her şeyi gördü... Her şeyi görenlerden ve bilelerden çok korkar bu devlet... Ve onları yok etmek ister... 19 Aralık operasyonundan ağır yanıklarla kurtulan bir genç kız o vahşet gecesini şöyle anlatıyor.

“Sabaha karşı büyük bir gürültüyle uyandık...
matkaplarla koğuşun tavanını deliyorlardı. Uyandık ve ne yapacağımızı bilemedik, çünkü mazgallardan durmadan ateş ediyorlardı. Sonra deldikleri yerlerden üzerimize bir şeyler serptiler...Saçlarımız tutuştu önce... Sonra ben elimi yüzüme götürdüm. Yüzümün derisi ateşle eriyen plastik poşet gibi elime yapışıyordu... Arkadaşlarımız gözlerimizin önünde can çekişerek öldüler... her şeyi gördük...her şeyi...”
Evet onlar her şeyi gördüler. Üzerine kimyasal madde atan bu vahşeti gördüler...
Günlerdir bir gazetede yayınlanan o fotoğrafa bakıyorum... Operasyondan sonra cezaevi avlusuna çıkarılan kadın mahkumların yüzlerindeki o ürpertici hüzne bakıyorum. Etrafları, gaz maskeli ve otomatik tüfekli askerlerle çevrilmiş. Kadın mahkumların yüzleri yanık ve yara içinde... Güçlükle soluk alıp veriyor-
lar besbelli... Elbiseleri ıslanmış... Onu da öğrendik. O kimyasal madde insanın derisini yakıyor, ama elbiselere bir şey yapmıyormuş...
Kadın mahkumların yüzlerine bakıyorum. O yüzleri maskeyle gizlenmiş askerlerin bakışlarına... Askerler... Askerler... Nasıl yaparsınız böyle bir vahşeti?... Askerler... Askerler... Halkınız sizi hiç affetmeyecek, der gibi bakıyorlar sanki...
Halk neredeydi peki? Hadi halk ortada yoktu, halkın aklını ve ruhunu medya esir almıştı. Peki, o vahşeti yapan askerlerin vicdanı nereye gitmişti?
Kalpleri neredeydi? Acıma ve şefkat duygularını kim ipotek altına almıştı.

Peki mahkumlar bir birini yaktı, onlar örgüt emriyle kendilerini yakıyor diyen aydınlar, okumuş yazmışlar, devletin ve medyanın yalanlarına hemen inanmaya neden bu kadar hazırdılar? Peki, onlar neden hücrelere girmemek için canlarını ortaya koyanlara değil de, devlete ve medyaya hemen inanıyorlardı? Yoksa onlarda mı devlet gibi her şeyi bilen ve görenlerden çok korkuyorlardı? Neden kalpleri yenilgiye bu denli hazırdı? Neden başkaldırı ve isyandan bu denli ürküyorlardı? Neden ”ölüm” kelimesinden bu denli tiksiniyorlardı? Yoksa onlar da mı artık sadece şimdiki zamana inanıyorlardı? Yaşamak için ölmeyi neden artık örmezden geliyorlardı? Ölüm yokmuş gibi yaşanabilir miydi? İnsana kölelik dayatılıyorsa, insana kendisi olmaktan çıkartılmak dayatılıyorsa, ölüm o büyülü nehre karışır ve orada yeniden doğmak üzere bekleyişe geçer. O bekleyiş bütün denizleri ansızın aydınlatır. Denizlerdeki bütün yaraları sarar o aydınlık. Ve böylesi ölümler hayatlarımızı aydınlatır. O tutsak, o yaralı, o boğucu hayatla- rımızı...Bu köleliğe hayır, diyen ölümler dünyanın en anlamlı ölümleridir. Bu anlamlı ölümler, biz yaşayanların hayatlarına sonsuz ve derin anlamlar katar. Bu anlamlar kalplerimizin kilitli kapılarını açar. Yıllardır kilitli olup ta artık açılan bu kapılardan girer bu kez de gün ışığı... O taze bahar serinliği kapımızdan içeri girer... Bu yeni ışık kalbimizi aydınlatınca, nasıl ölmemiz gerektiğini yeniden düşünürüz. Aslında nasıl öleceğimizi nasıl yaşadığımız gösterir. Hayatta en çok neyi istiyorsak, o yüzden ölürüz... En çok neyi arıyorsak o yolda ölürüz... Para ve güç istiyorsak o yolda...

Özgürlük ve erdem istiyorsak o yolda ölürüz. Köleliğe razıysak o yolda...Kimsek o yolda ölürüz... Ve nasıl öldüğümüz hayatımızı yeniden aydınlatır...

Hayatımızın elle tutulur bir anlamı yoksa anlamsız bir ölüm bizi bekliyor demektir.
Bugün 8 Temmuz, Pazar... Bugün hep Küçükarmutlu’daydım. Hücrelere karşı çıkanların ölmeye yattıkları direniş evinin bahçesinde kitaplarımı imzaladım. Ve aralarda Zehra’nın fotoğrafına baktım sık sık... Zehra’nın yüzünde yaklaşan ölümün hüznü ve soyluluğu vardı. Oradan geçen herkese el sallıyordu. Hoşça kalın kardeşlerim, diyordu. Yüzünde o masum, o kırılgan tebessüm vardı. Hoşça kalın, diyordu.Hoşça kalın, ben sonsuzluğa karışıyorum, ama sız yine de yaşadığınız hayata bir kez daha, iyice bakın, diyordu. Ne kadar anlamlı, ne kadar cesur yaşarsanız , o kadar anlamlı ve cesur ölürsünüz, diyordu.
Zehra kızım benim... Güzel gözlü yoldaşım... o kısacık ömründe bu hayat hakkındaki her şeyi bildin ve gördün sen... Ve şimdi sana öldü gözüyle bakanlar öyle çok yanılıyorlar ki... Sen şimdi sonsuzluk nehrindesin... Ölümün ardından hayatın anlamı binlerce kez çoğalacak... O cesur ifaden binlerce kilitli kalbi açacak...
İnan Zehra, hayatına ve ölümüne inandığın gibi inan... Sizin çocuklar kazanacaklar bu hayatı... Özgürlüğün ve erdemin çocukları... Bu hayatı, o yoksul, o suyu çekilmiş parmaklarıyla ölürken bile zafer işareti yapan çocuklar kazanacak...
Direnerek öldüğün o yoksul semtteki o emekçi, o kaybedecek hiçbir şeyleri olmadığı için sonsuzluğa ve özgürlüğe herkesten çok inanan bu insanlara inandığın gibi inan... İnan Zehra, sizin çocuklar kazanacak...
Sizin çocuklar, diyorum, Çünkü ben ve benim gibiler sizleri anlar ve sever, sizlere özenir, bağrına basmak ister... Ama kaybedecek şeyleri olduğu için sonuna dek sizlerle olamaz... O birer birer karıştığınız büyülü ve sonsuz nehri görür de yine de biraz uzak durur... Özgürlüğün ve erdemin bedelini sizler ödersiniz... Bizler gibiler sadece etkilenir ve yazar...
Sonsuzluğa akan kanınız parçalanmış hayatımızı aydınlatır aydınlatması-
na, ama o ürkek, o doyumsuz parmaklarımız gizlice tutunur o kentli, o şimdiki zamana kilitlenmiş o zavallı, gelgeç hırslara... Ama inan Zehra, ölümlerinizle, o kısacık ama dopdolu ömürlerinizle bizlere öğretecek daha çok bilgeliğiniz var. Bugün 8 Temmuz, Pazar... Bugün cezaevlerinden tahliye edilen mahkumlar getirildiler buraya. Bir çoğu belleğini yitirmişti. Bugün sanki bir kıyametti yaşadığım. Mahkumların bazıları çocukluğuna geri dönmüştü. Kimi oyuncaklarını geri istiyordu, kimi onca karamanlıklardan sonra hiç olmayan topunu, hiç olmayan bebeğini geri istiyordu...
Tahliye olan bir mahkum onca yıllık eşine, baba, bir diğeri eşine, annem, neredesin annem, diyordu...

Onlar belleklerinden kurtulmuştu... Benimse belleğim durmaksızın acıyla zonkluyordu. Bilmekten ve yine de bir şey yapmamaktan. Görmekten ama yine de bir şey yapmamaktan zonkluyordu... Burada ölüm hayata, hayat ölüme karışı-
yordu. Her şey kesintisiz akıyordu burada. Nehirler okyanusa, okyanuslar nehir-
lere karışıyordu. Burada herkes hayatını ölümünün aynasında seyrediyordu. Burada herkes ölümünü, ömrünü sevdiği kadar seviyordu...
Bugün 8 Temmuz, Pazar’dı ... Ve Küçükarmutlu’daki cem evinde akşama doğru, ölüm orucunda hayatını yitirenlerin çocuklarının sünnet düğünü vardı. Dedim ya, burada her şey hiç kesilmeden akıyor diye... Sünnet edilecek çocukla-
rın yataklarına, belki birkaç saat yada birkaç gün sonra ölecek olan direnişçileri
de yatırdılar. Hayata merhaba diyenlerle, hayata elveda diyenler aynı yatakta yatıyordu burada... Gördüm, belki birazdan ölecek olan insanlarla, birazdan sünnet edilip bu hayata karışacak olan çocukların el ele tutuşup birbirlerine gülümsediklerini gördüm... Sahnede sesine vurgun olduğum İlkay Akkaya ”Kırmızı Gül Demet Demet “ türküsünü söylüyordu. Ve sonuna dek direnen, o suyu çekilmiş parmaklarla son kez zafer işareti yapıyordu...
Gölgeler kanıyordu... Evet, anneler, kız kardeşler, babalar,çocuklar, teyzeler kanıyordu burada...
Bu ülkenin en cesur çocukları özgürlük için, erdem için canlarını veriyor-
du... Ve canları kadar kıymetli belleklerini veriyordu. Ve bu yüzden bellekleri kanıyordu... Anneler, kız kardeşler, babalar,çocuklar, teyzeler kanıyordu...
Onurun ve kişiliğin pazara çıkarıldığı bu ülkede, bu çocuklar onurları ve kişilikleri için en sevdikleri insanların cezaevi önlerinde kanayışlarına tanık olu-
Yordu...
Bu ülkede usul usul, gizli gizli tarih yazıyordu... Türkiye en kırılgan döneminden geçiyordu. Bir tarafta emret komutanım diyerek koğuşları gaz maskeli terk edip koğuş arkadaşlarını devlete teslim edenler, bir tarafta, bunlar örgütün emriyle kendini yakıyor, diyenler vardı... Ve burada sünnet edilen çocukların ellerine dokunurken bu hayata veda eden o cesur zafer parmaklar vardı...
İnsan nasıl yaşamak isterse öyle ölür... Kimi teslimiyetle, hazır olda, sürünerek, el etek öperek... Kimi sonuna dek başeğmeden, sürünmeden, hayata ve yeniden doğuşa el vererek, erdemle ve onurlu ölür... Ve bu ölümler başkaların hayatını aydınlatır...
Bugün gördüm... Belki birkaç saat, belki birkaç gün sonra ölecek olan yoldaşlarının alınlarından sonsuz bir sevgiyle öpen insanları gördüm...Bugün o yürekli alınlarında kırmızı bantlı genç insanları gördüm... Hem utangaç, hem mağrur, o yiğit gençleri gördüm...
O sarılmaları, o kucaklaşmaları gördüm... İnan Zehra, sizin oralarda her şey durmadan, aksamadan kesintisiz akıyordu...
Sen bunu çok iyi bildiğin için öldükten sonra bile böyle güzel, böyle anlamlı bakıyorsun ya bize...

Bir kez de benden duy öyleyse...
İnan Zehra sizin çocuklar kazanacak bu hayatı...
Bu köleliğe hayır, diyen ölümler dünyanın en anlamlı ölümleridir. Bu anlamlı ölümler, biz yaşayanların hayatlarına sonsuz ve derin anlamlar katar. Bu anlamlar kalplerimizin kilitli kapılarını açar. Yıllardır kilitli olup da artık açılan bu kapılardan girer bu kez de gün ışığı... O taze bahar serinliği kapılarımızdan içeri girer... Bu yeni ışık kalbimizi aydınlatınca, nasıl ölmemiz gerektiğini yeniden düşünürüz. Aslında nasıl öleceğimizi nasıl yaşadığımız gösterir.

                                                                                                                          SUÇTUR UMUTSUZLUĞA KAPILMAK

                                                            Cezmi Ersöz ...

                 RENK DEĞİŞİR Mİ ?
SEN DEĞİŞİR MİSİN ?
OVUNCA GÖZLERİNİ BEN DEĞİŞİR MİYİM ?
 

 

    Denizler etrafımızda dolaşırlar,Nehirler ise içimizden akarlar

 

                                       

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

BohemianRhapsody

BohemianRhapsody resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  18.Nis.2007 Çar 00:20:16sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d
C E Z M İ          E R S ÖZ DEN....
Engellenmiş Kaçak
Kırıldığın zaman,
çitin ötesindeki insanları düşün,
acıları içini ısıtsın, doğrulansın yüzün,
gözlerine çekimser bir mevsim süsü ver
korkma, kimsenin gözükmez içi...

Hem bak nasıl da harcanıyor dünya
aileler...sevgililer...bütün ülke.
Üstelik kadının yüzü paramparça
kadın kalpten ölecek,
o kadına sakın nüfuz etme...

Boğ odana deniz menevişleri getiren kızı
vehimlerinden yaptığın sevginle,
ufacık sahnelerde büyük öfkeler tasarla,
antika bir çerçeve uydur
büyük insanlık derdine...
Nasılsa çitin ötesi insan dolu,
sen gövdeni düşün yalnızca
göğsünün en ince yerinde...

Hem bak nasıl da harcanıyor dünya
aileler...sevgililer...bütün ülke
üstelik kadının yüzü paramparça,
kadın kalpten ölecek,
o kadına nüfuz etme...

Kış basladı...başlayacak,
artık hesaplar açık veriyor,
bir isim bulmalısın kendine
engellenmiş kaçak... engellenmiş kaçak...
Hadi Bulun En Zayıf Yerimi
İnsan kendisini merak etmeli;
hem de ölümüne merak etmeli.
Gün bitti işte...
Kim farkında bunun senden
başka...
Herkes bu yenilgiyi nasıl da
rahat kabulleniyor...

Vaatlerini tutmadı gün.
Kimse kendisini merak etmedi.
Sabırsızlığın bundan;
bundan çocuksu hasretin...
Kabullenince herkes yaşamını
sen ortaya kendini koydun...
ve bütün suçlarını üzerine
aldın sonra

Bundan işte
bu çocuksu hasretin
Ve ölümcül bir rulet oynadın
insanlarla
hadi dedin, hadi bulun
en zayıf yerimi...

Ve diktin gözlerini gözlerine
kastın bedenini
yükselttin omuzlarını
Öylece kaldın...
Baktılar sana... Baktılar...
Ama yüreğini bir türlü
göremediler.
Kimsem Kalmamıştı Artık Uzağımda
Hava güneşliydi,ama ılık bir kan gibi yağıyordu
yağmur yine de...
İki büklüm olmuştuk,başımızın üzerinde incecik,
bembeyaz ve yorgun bir tülbent vardı...
Kimdin sen,annem miydin,sevgilim mi, o an tanıştığım birimiydin,
yoksa hepsi birden mi,bilmiyordum.
Bildiğim,hava güneşliydi,iki büklüm olmuştuk,
başımızın üzerinde
bembeyaz,sevinçli bir tülbent vardı ve bize
amansızca vuruyorlardı.
Yüzünde anlamlı bir korku ve çok sevdiğim bir
koku vardı...Çünkü bize vurdukça onlar,gerçek
kokumuz çıkıyordu ortaya ve bu koku bizi birbirimize
daha çok bağlıyordu...
Hava güneşliydi,ılık bir kan gibi yağıyordu yağmur
ve amansızca vuruyorlardı bize.
Bense bu anı çok uzun yıllar öncesinden hatırlar
gibiydim.
Zaten ben bu ülkede ne yaşadıysam onu uzun
yıllar öncesinden hissetmiş gibi yaşardım.
Ne yaşadıysam çok uzak yerlerden görür gibi
yaşardım.
Bana benzemeyenlere yakında buralardan gideceğimi
kanıtlamakla geçmişti ömrüm...
Hava güneşliydi,ama ılık bir kan gibi yağıyordu
yağmur yine de...
Ve onlar vurdukça bize alışkanlıklarımız çözülüyordu
böylelikle.
Küçümsediğimiz yollar açılıyordu önümüzde.
Çiçeklerin dudaklarındaki sıcak rüya korkularımızı
dolduruyordu...
Çünkü saf hiçbir şey yoktu bu dünyada.
Kötülükler bile terkederken bir kalbi geride buruk
bir üşüme bırakıyordu.
Zulüm bile saf değildi,bize vuranlar yitirdikleri
masala vuruyorlardı aslında...Hiç bilmedikleri sırlara,hissetmekten korktukları sevgilerine...
İnsan ancak kendi cesedine bu kadar acımasız
olurdu,
ve biz onların hiç yaşamadıkları masallarda,hiç
bilmedikleri sırlarıyla ve hissetmekten korktukları
sevgileriyle birlikte ölmüş cesetleriydik
aslında...
Çünkü saf hiçbir şey yoktu bu dünyada...
Bir ara yüzüne baktım,acıya dayanamayacak gibiydin,
aşk gibiydin,saf bir güzellik gibiydin,olmayacak
birşeydin.
Sonra geçti,gülmeye başladın,bana mutluluklar,
sonsuz mutluluklar diledin,sonra gözlerimden
öptün,şükür dedin,şükür bu hayat bizim değil,
bizim değil bu dünya...Bizim değil bu sınırları kayıp
cesetlerle dolu ülke...
Bize vuranlara hiçbir borcumuz yoktu artık,
çünkü ancak zulüm altındakiler barışabilirdi
cesetleriyle.
Kimdin sen,annem mi,sevgilim mi,o an tanıştığım
biri mi,yoksa hepsi birden mi,bilmiyordum...
Önce kendimle kucaklaştım,sonra senle,çünkü
kendini hiç bulamayan,kayıp insanların eseriydi
bu ülke,bu dünya,bu sınırları kayıp cesetlerle dolu
hayat...
Dışındaydık artık cam fanusun ve başındaydık
henüz fanusun içindeyken küçümsediğimiz yolların...
Kimsem kalmamıştı artık uzağımda.
Kimsem kalmamıştı artık kendisine benzemeyenlere
birgün mutlaka buralardan çıkıp gideceğini
kanıtlamaya çalışan...
Senden başka kimsem kalmamıştı...
Çünkü zulme borçluyduk bizi birbirimize bağlayan
gerçek kokumuzu...
Yok Karşılığı Yüzünün
Senin sana rağmen bir yüzün var
Herkesin ilk aşkına benzeyen
Beklemek kadar acı , anlamak kadar zor
Nedensiz ölümlerin suskunluğu gibi
Yok karşılığı yüzünün

Senin sana rağmen bir yüzün var
Herkesin ilk aşkına benzeyen
Yaklaştıkça imkansız uçurumlar
Nedensiz hayatların o büyük acısı gibi
Yok karşılığı yüzünün
Zehirli Çiçek
Aşk, ölümün dudaklarından öptüğü zaman
yüreğimdeki zehirli çiçeği
usulca bıraktım dünyanın dışına...

Aşk, ölümün dudaklarından öptüğü zaman
son kez ayaklanır düşevlerimde bastırılmış yangınlarım
mahcup ve sinsi bir konuk gibi yaşlandığım düşevlerim...

Aşk, ölümün dudaklarından öptüğü zaman
cesedim sahile vurur
insanların kıskanarak topladığı cesedim...

Aşk, ölümün dudaklarından öptüğü zaman
kelimelerin hatırasını sokaklara fırlatırım...
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

10TuncaySanli10

10TuncaySanli10 resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  18.Nis.2007 Çar 00:51:36sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d
Hayallerini Yak Evi Isıt

Bir tek seni sevdiğim doğruydu... Ve bu doğru yüzünden hayatım yalana battı... Sen beni dışladığından beri beni sevenlere bir hayalet hediye ettin...

Tepeden tırnağa aşka, tepeden tırnağa özleme batmış bir hayalet...

Bu hayaletin çinde beni değil seni gördüler hep. Çoğu bu hayalete dayanamayıp çekip gitti...

Kimisi senin beklettiğin kapıda, beni bekledi. Seni beklemekten yorulur, onunla birlikte çekip giderim diye buralardan...

Ve ben en çok onların sevgisine inandım. En çok onlara derinden üzüldüm. Ve hep mrak ettim, karşılıksız ve onca yıl bir hayaleti nasıl böylesine sevebildiler diye...

Dünyanın iyi bir yer olduğuna ve yaşamak için çok sebep bulunduğuna, bu insanların bir hayalete duydukları o akıl almaz, o sonsuz sevgileri yüzünden bir kez daha inandım...

Seni unutmak için başladığı her aşkı, yine seninle aldatan bir hayalete...

Seninle kendini, bütün hayatını, düşlerini, çocukluğunu, yaşadığı bütün acıları aldatan bir hayalete...

Bir tek sana duyduğu sevgisi doğru olan, bu yüzden bütün hayatı bir yalan olan hayalete...
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

AIpertunga

AIpertunga resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey
ozel karakter ile sohbete katil
sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  19.Nis.2007 Per 12:52:55sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d
Ayazda İki Yürek
Bu sabah beni uyandırmadan işe gitti. Giyindiğini duydum, ama kalkmadım. Kalkmak istemedim. Bir ara yatağa eğilip bir süre yüzümü seyretti. Soluğunu hissettim. Uyumadığımı fark etti sanıyorum. Ama bir şey demedi. Gözlerim kapalıydı, ama yüzüme umutsuz bir hüzünle baktığını hissettim.

 Günlerdir doğru dürüst birşey konuşamıyoruz. Birbirimizden saklanarak yaşıyoruz sanki. Oysa bir yıl önce ne büyük bir hevesle başlamıştık birbirimizi sevmeye... 5 aydır bende kalıyor. Günlük hayatın o basit, o bayağı ayrıntıları sevgimizi acımasızca kemiriyor. Ama o bu konuyu açmaktan ısrarla kaçıyor. Ne zaman ilişkimizin nereye gittiğini konuşmak istesem, ya konuyu değiştiriyor, ya kaçamak cevaplar veriyor...

 Kalktığımda mutfakta notunu gördüm: Sevgilim, öyle güzel uyuyordun ki, uyandırmaya kıyamadım. Bu gece işyerinde nöbetçiyim. Beni merak etme. Sevgiyle, yazıyordu...

 Notunu okuyunca gözlerim doldu. Bir bıçağın ucu kalbimde hafifçe gezindi sanki... Ona karşı hoyrat davrandığımı hissettim bir an. İlişkimizin sürmesi için asıl çırpınan oydu sanki. Bir de bana bu aralar çok ihtiyacı vardı. Başka bir eve taşınacak gücü yoktu. Aslında ben de onu hayatımdan kolay kolay çıkaramazdım. Bir tek onunla huzur içinde uyuyabiliyordum. Bu sevginin en gerekli koşullarından biridir, bilirsiniz. Ama başka bir sevgiliyi, başka bir aşkı özlüyordum. Ve bu kentten uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyordum. Hem onsuz uyuyamıyordum, hem de çok yalnızdım. Ben ondan uzaklaştıkça, o da benden uzaklaşıyordu. Uzaklaştıkça ruhumuz üşüyor, üşüdükçe de örtünüyor, birbirimizden gizleniyorduk. Gizlendikçe daha bir yalnızlaşıyorduk...

 Bütün gün onu düşünüp içtim. Başka hiçbir şey yapmadım. Akşam oldu. Şehrin ışıkları yandı. Kalktım internetimin başına geçtim. Aslında yaptığım büyük bir hataydı. Bu ilişkiyi tamamen bitirebilirdim. Ama nedense kendime karşı koyamadım. Ve internette onun sayfasına girdim... Sayfasının ismi Ayazdaki Bir Yürek?ti. Fransız yönetmen Claude Saute`nin bu filmini birlikte gözyaşları içinde seyretmiştik... Filmin ismini günlerce sayıklayıp durmuştu. Benim de yüreğim hep ayazdadır, diyordu. Sinema tutkunuydu. Para bulduğunda çekmeyi düşündüğü bir sürü senaryosu vardı... Ama parası hiç olmuyordu. Zamanının daraldığını düşünüyor, yaptığı işlerin onu asıl yapmak istediklerinden uzaklaştırdığını fark ettikçe hırçınlaşıyor, bu yüzden çalıştığı yerlerde fazla barınamıyordu...

 Kendimi tiyatrocu Ümit olarak tanıttım ona... Dedim ya, yaptığım büyük bir hataydı diye...

 - Sizi tanımak istiyorum.. Ben tiyatroyla uğraşıyorum. Adım Ümit. Arada sırada dublaj yaparım. Adını söyledikten sonra, onu aramama iten nedenin ne olduğunu sordu.

 - Sitenizin ismi Ayazda Bir Yürek. Yanılmıyorsam bu bir filmin adı.

 - Evet, Claude Saute?nin filmi. Çok etkilenmiştim. Siz seyrettiniz mi?..

 - Seyrettim. Ben de çok etkilenmiştim. Sinemayla ilgilisiniz galiba.

 - İlgili ne demek. Sinema benim tek tutkumdur. Senaryo yazıyorum. En büyük idealim yazdığım senaryoları çekebilmek... Ama para meselesi işte...

 - Şu an ne iş yapıyorsunuz?

 - Reklamcılıkla ilgili bir dergide editörlük yapıyorum. Çok sıkılıyorum ve atılmam an meselesi... Sizin işler nasıl?

 - Pek iyi sayılmaz, hatta berbat diyebilirim. Tiyatro çevresini bilir misiniz, bilmem. Hep ahbap çavuş ilişkileri geçerlidir. Yoz, çürümüş bir dünya. İdealist, dürüst insanlara yer yoktur bu dünyada...

 - Desenize sinema dünyasından pek bir farkı yok. Peki söyler misiniz, bizim gibi insanlara ne zaman şans tanınacak?

 - İşimiz çok zor. Ya kurallara uyacağız, ya da köşemizde bekleyip hüzün biriktireceğiz...

 - Hayır, ben köşemde oturup beklemek istemiyorum. Mutlaka bireyler yapmalıyım.

 - Şu an neredesiniz?

 - Lanet olası işyerimdeyim. Bitirilmesi gereken sayfalar var. Yarın dergi baskıya girecek. Ya siz, siz neredesiniz?

 - Ben evimdeyim. Ve canım hiçbir şey yapmak istemiyor.

 - Yalnız mısınız?

 - Evet, yalnızım.

 - Birlikte olduğunuz kimse yok mu?

 - Neden sordunuz?

 - Hiç işte, öylesine sordum.

 - Hayatımda biri var. Ama şu an evde değil.

 - Peki siz, sizin hayatınızda biri var mı

 - Evet, var...

 - Ne iş yapıyor?

 - Yazar. Oldukça da tanınmış bir yazar. Bir yılı aşkındır beraberiz.

 - Nerede yazıyor?

 - Nerede yazdığını söylemesem. Onu bilmenizi istemiyorum. Kitapları da var. Peki, siz ne zamandır birliktesiniz?

 - Ne tesadüf bizim de ilişkimiz bir yılı aştı. Ama yolunda gitmeyen şeyler var. Tıkandık. Galiba. Birbirimizden gizlenerek yaşıyoruz ne zamandır. Aynı evdeyiz, ama birbirimizden çok uzaktayız...

 - Bizim ilişkimiz de pek farklı sayılmaz. Biz de tıkandık. Ne zamandır yoğunlaşamıyor bana. Varsa yoksa yazıları ve okurları. Bazen beni görmediğini bile düşünüyorum. İlişkimiz tıkandıkça kendini yaptığı işe daha çok veriyor ve benden daha çok uzaklaşıyor.

 - Hayatında başka biri olabilir mi?

 - Biri değil, birileri var. Flört etmeyi çok sever. Ama ilişkiler biraz derinleşmeye, ciddileşmeye başlamaya görsün, hemen bitirir. Bağlanmaktan çok korkar.

 - Peki, nasıl katlanıyorsunuz bu duruma, çok zor olsa gerek. Ben olsam dayanamazdım. Ayrılmayı düşünmüyor musunuz?

 - Çok düşündüm. Ama bu konuda biraz korkağım galiba. Bir de ona çok alıştım. Yalnızca onunla uyuyabiliyorum.

 - Sizin de hayatınıza başkaları giriyor mu?

 - Evet, giriyor. Ama hiçbiri onun yerini tutmuyor. Hay Allah, neler konuşuyorum sizinle ben böyle... Ben en yakın arkadaşlarımla bile bunları rahat konuşamıyorum...

 - Ama bana rahatça anlatıyorsunuz...

 - Bilmiyorum, belki sizi hiç tanımadığım için, bana bir yabancı olduğunuz için bu kadar rahatım sizinle... Hiç tanımadığı insanlara daha kolay anlatıyor insan kendisini... Peki, siz birlikte olduğunuz insanla her şeyinizi konuşabiliyor musunuz?..

 - Evet, desem yalan olur. Ben de sizin gibi hiç tanımadıklarıma daha rahat anlatıyorum kendimi...

 - Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim...

 - Ben de sizin sevgilinizin yerinde olmak istemezdim.

 - Hayatımız ne kadar yorucu değil mi? Belirsizlikler beni çok yıpratıyor. Her şey net olsun isterdim. Hiç tanımadığım birine en gizli şeylerimi anlatmak bana acı veriyor. Kendimden utanıyorum. Ama yine de yapıyorum. Ne kadar yalnızım demek ki, ne kadar susamışım birine kendimi anlatmaya... Sabah işe gelirken onu uyurken seyrettim. Öyle masum görünüyordu ki... Neden hiç başladığı gibi sürmez ilişkiler...

 - Aşk çok güzel bir şeydir, ama kısa ömürlüdür.

 - Kısa ömürlü olduğuna inanmıyorum. Aşkta Sahip olduklarımızın değerini bilmiyoruz, hemen tüketiyoruz. İlk günlerimizi öylesine çok özlüyorum ki. Soluk alamazdım bazen. Kış günü bütün pencereleri açardım. Yanımdayken bile özlerdim. Soluksuz kalıp öleceğim sanırdım hep. Nereye dokunsam ona dokunmuş gibi olurdum. Nereye gitsem beni gördüğünü hissederdim. Tanrım gibiydi o. Bedenime dokunurdum ve dokunduğum yer hazla titrerdi. Çünkü kendime dokunduğumda ona dokunmuş gibi olurdum. Kanardı dokunduğum heryerim, tıpkı onunla sevişirken kanadığı gibi... Ama son zamanlarda onu öptüğümde bir boşluğu öper gibiyim... Artık birbirimize tahammül etmek zorundayız. Para biriktiriyorum, ayrı bir eve çıkmak için. Bir süre daha onun evinde kalmaya ihtiyacım var.

 - O bunları biliyor mu?

 - Biliyor, ama bunları hiç konuşmuyoruz onunla. Gitmemi bekliyor sanırım. Yalnızlığı ve yazılarıyla baş başa kalmak istiyor ve uzaktaki bir sürü sevgilisiyle... Ayazda iki yüreğiz biz şimdi...

 - Soluksuz kalırdım, dediniz ya, aklıma bir şey geldi. Gazetelerden birinde yazmıştı. Küçük bir çocuk karpuz yerken, kaçırmış. Aradan günler geçmiş. Çocuk gittikçe soluk almakta zorlanıyormuş. Tıkanmaları artınca doktora götürmüşler. Röntgen çekilmiş ve soluk borusunda karpuz çekirdeğinin kök yaptığı görülmüş... Soluğunu tıkayan buymuş. Hemen ameliyata sokmuşlar ve bu kökü söküp almışlar. Çocuk rahat soluk almaya başlamış. Ama birkaç gün sonra ölmüş!.. Aşktan söz edilince hep bu olay gelir aklıma. Aşıkken soluk almakta zorlanırız,ama aşk olmayınca, onu bizden aldıklarında ölürüz. Ve kimse niye öldüğümüzü anlamaz...

 - Çok kötü oldum. Bütün bedenim ürperdi.Bana ne yaptınız böyle. Her şeyi unutmaya çalışıyordum oysa. Bütün duygularım ayaklandı birden... Sizde anlayamadığım bir şey var...

 - Nasıl bir şey?

 - Sanki sizi çok eskiden beri tanıyormuşum gibiyim... Biliyor musunuz, insanda uzun yola çıkmak duygusu uyandırıyorsunuz.

 - Aşık olduğumu hissettiğim anlarda uzun bir yola çıkmayı çok isterim..

 - En çok nereye mesela?..

 - Trabzon?daki Uzungöl?e... Orada hem kendinizi sonsuzluk içinde hissedersiniz, hem de acı veren, ama şefkatli bir korunaklılık içindesinizdir.... Tıpkı aşk gibi...

 - İnanmayacaksanız belki ama, ben de orasını düşünmüştüm.Ne tuhaf, internette kurulan dostluklara, yakınlıklara pek inanmaz, gülüp geçerdim. Ama şu an sizi görmeyi ve yüz yüze tanışmayı öyle çok istiyorum ki...

 - Farkında mısınız, sabah oluyor?..

 - Evet, vaktin nasıl geçtiğini fark etmemişim bile. Peki siz, siz benimle yüz yüze görüşmek istiyor musunuz?

 - İstemiyorum, desem yalan olur... Hatta ben sizinle hemen bugün Uzungöl`e yola çıkmak istiyorum..

 - Siz ciddi misiniz, yoksa benimle dalga mı geçiyorsunuz?

 - Hayır, hiç olmadığı kadar ciddiyim. Ama siz bu yolculuğa hazır mısınız, sorun o...

 - Hazırım... Ben biraz deliyimdir. Siz benim deli yanımı bilmiyorsunuz daha...

 - Peki işiniz, asıl önemlisi sevgiliniz...

 - İşimin canı cehenneme. Zaten bugün yarın çıkartacaklardı. Onlar atmadan ben ayrılırım şerefimle...

 - Peki sevgiliniz?..

 - Nasıldı o dizeler: Can çekişen aşkları vurmalı, Vurmalı ve sıradan bir intihar süsü verilmeli... Akif Kurtuluş`un dizeleri yanılmıyorsam..

 - Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim...

 - Nerede ve kaçta buluşuyoruz?

 - Atatürk Kültür Merkezi`nin önünde, saat 12.00?de... Peki sevgilinize ne diyeceksiniz?

 - Onu arar, her şeyi söylerim, o işi bana bırakın. Hadi, şimdilik hoşça kalın...

 Ve birkaç dakika sonra telefonum artarda kez çaldı. Açmadım tabii ki, telesekreter devreye girdi. Telesekreterin sesini iyice açtım. Konuşması tedirgindi. Beni incitmekten korktuğu belliydi:

 Canım, birbirimizi çok sevdik, ama ne zamandır sevgimiz bizi korumuyordu.Son günlerde ikimizde çok yalnızdık. Bitmesi ikimiz için de iyi olacak. Seni hep güzel anmak istiyorum. Uzun bir yola çıkıyorum. Beni merak etme ve bekleme. Belki bir gün seni ararım. Hiç beklemediğin bir anda... Seni incittiysem bağışla.

 Evet, ben de en az onun kadar deliydim. Hemen bavulumu hazırlamaya koyuldum. Beni görünce ya mahvolacak ya da uzun yola çıkacaktık. Birlikte ne zamandır çıkmayı düşlediğimiz, ama bir türlü çıkamadığımız o uzun yola...

CEZMİ ERSÖZ...

 

Uzun bir yazı. Bir kaç okuyan olur umarım. :)


sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

BohemianRhapsody

BohemianRhapsody resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  20.Nis.2007 Cum 01:33:26sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d
fiogf49gjkf0d
- Yüzünü Aradın Sen Hep
Yüzünü aradın sen hep
en çok sevmek isterken bile...
Bir bulsan yüzünü
bir bulsan insanlara dağıtılmış hasretini
İstediğin gibi sevecektin

Oysa utandın, utandın kendin oldukça
en çok severken bile
Sevdiğinin kişiliğine girdin bu yüzden
Ne söylesen hep eksik kaldı
Shaipsiz utancın gibi eksik kaldı

Delice sevmeyi istedin aslında sen hep
ama ne zaman böyle sevsen
deli sevgini senden çaldılar
Ne zaman söylesen sevgini, seni seninle böyle
yüzünü araken bıraktılar...

kıstın ateşini, küçülttün kanatlarını
çekildin en arka odana
Gölgelerini bıraktın pencerelere
Ah bu hayattan sana kalan
sadece deli sevgini özlemekti...
Sana kalan, 
bu hayatta kendini delice özlemekti...

Cezmi Ersöz
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

BohemianRhapsody

BohemianRhapsody resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  20.Nis.2007 Cum 21:39:50sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d
 - Kendini Saklama Çiçekleri
Biz aşk bahçemizi küçük tuttuk seninle
içinde güvensizlik ağaçları, 
küstüm otları, 
kendini saklama çiçekleri...

Özlem kirli bir kan gibi yüreklerimizi boğmasın, 
Yalnızlık karanlık bir orman gibi çökmesin içimize diye, 
Biz aşk bahçemizi küçük tuttuk seninle...

Önümüzde dokunuşlardan uzak, 
insafsız ve çok uzun bir kış var diye, 
koca bir yaz, 
kendini saklama çiçeklerini suladık durduk yalnızca

Biz aşk bahçemizi küçük, çok küçük tuttuk seninle...
 
 
Cezmi Ersöz
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

BohemianRhapsody

BohemianRhapsody resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  29.Nis.2007 Pzr 18:33:07sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d
ANCAK BİR BENZERİM ÖLDÜREBİLİR BENİ

Artık daha fazla böyle yaşayamazdı. İçindeki o sadece ve sadece kendisine ait olan özü ortaya çıkarmak ve onu yaşatmak istiyordu. Çünkü böyle, birden fazla ve kendisinin olmayan ve gerçek mi sahte mi olduğunun ayırdına varamadığı kişilikleri taşıyordu, sıkıntılı bir yük gibi... Peki, gerçek ve sadece ona ait bir özü var mıydı onun? Varsa neredeydi ve kimdi o? Öylesine çok maske kullanmış, öylesine çok değişik kalıplara girmiş, şekil değiştirmek zorunda kalmıştı ki, gerçek niteliğini yitirmiş olarak duruyordu. Belki de hiç olmadığı korkusuna kapılıyordu arada bir. Sık sık o gerçek özünü bulabilmek, ona ulaşabilmek için eve kapanıyor, günlerce hiçbir arkadaşını, yakınını aramıyordu. Kendisine yeni bir koza örmeliydi ve gerçek özünü bulduğunu sanıp, artık insanların içine çıkabilirim, onları gerçek kişiliğimle görüp, hissedebilirim diye düşünüyor, yanlarına sevgi ve hasretle koşuyor, ama biraz konuştuktan sonra, konuşmanın yine kendisine ait bir öz olmadığını görüyordu. Bir başkasıydı sanki o. Ya da kimseye ait olmayan birinin özüydü taşıdığı. Unutulmuş, tesadüfen bulunmuş ya da korkudan, kaygıdan alelacele oluşturulmuş yapma bir şeydi. O ânı kotarması için, ilişkileri geçiştirebilmek, kendini orada o an için var edebilmek için yarattığı sahte bir kişilikti sanki...

Bu yüzden arkadaşlarına dostlarına sevgiyle, umutla koşar, sonra da yapma kişiliğinin yarattığı sıkıntı, tatsızlık, boşluk belli belirsiz bir kasvet duygusuyla yeniden gerçek özünü bulmak için evine, odasına dönerdi. Yine olmamıştı. İçindeki o gerçek öz, eğer bir ara var olmuşsa onu belki de sonsuza kadar terk etmiş, onu böyle öksüz, hep doyumsuz, geçicilik ve kenarda kalmış olma duygularıyla bırakmıştı. Bu hep geçicilik duygusuna, şu anlamsızlık duygusuna daha fazla dayanamazdı. Bir gün gerçek kendisiyle buluşacaktı. Bu tutkuyla bekleyiş, ona geçmişte bir ara, belki çok kısa bir süre bu özle birlikte yaşadığı inancını veriyordu. O vardı ki ben onu böylesine çok özlüyorum diyordu... Şimdiyse binlerce hiç kimseydi . Tek başına bile değildi. Çünkü tek başına olmak bir sağlam varoluştu ve bakım isteyen bir şeydi. Tek başınalık bir şans tı.

Yalnız bile olamadığı, bir hiç kimse olduğu için bu yüzden kim gerçek dostu, kim düşmanı, kim onu seven, kim katili, asla içtenlikle anlayamıyordu, algılayamıyordu. İşte bu yüzden onu gerçekten sevenleri göremiyor, onu pek de ciddiye almayanlara çok yakınlık duyduğunu sanıyordu. Çoğu kez sevgisinden ve nefretinden emin olamadığı için hep endişeler ve kaygılar içinde ve güvensizlik duygularıyla yaşıyordu.

Hep bir doyum arıyor, ama yine hep açlık hissediyordu. Kahramanlık yapmak, cesur serüvenler yaşamak istiyor, ama korkuları buna izin vermiyordu. Hep o sahte kimliklerinin tümünden kurtulup çılgın ve başıboş bir aşk yaşamak istiyor, sonunda güvenli, ancak sıkıntılı, coşkusuz, tekdüze ilişkilere saplanıp kalıyordu...

CEZMİ ERSÖZ
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

BohemianRhapsody

BohemianRhapsody resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  29.Nis.2007 Pzr 18:36:14sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d

 DAHA FAZLA YABANCI "ÖLMEK" İSTEMİYORUM SANA
İyilikten, saflıktan ulaşamadım kendime burada… Burası durmadan hızlanan bir kent. Burada sonsuz arzu çarpışır. Sonsuz acı… Sonsuz hırs…
En başlarda ne istedim tam bilmiyorum. Ama öyle açık ve duruydu ki gördüğüm herşey, nereye ve kime baksam beni kendisine inandırıyordu. Henüz içimde bir başkası yoktu. İçimde benden ayrı, bana karşı bir ses yoktu. Gidemediğim yerleri mutlu özlerdim, çünkü gitmesem bile bilirdim ki oraları da benden bir parçaydı.
Çok az ve usulca konuşulurdu.
Çünkü sessizlik vardı ve ve bu sessizlikte en küçük sesler bile çabucak yayılırdı heryere. Sessizlik kutsaldı, çünkü bütün sesleri o saklardı koynunda.
Evlerin önünde küçük bahçeler vardı. Geceleri ışıl ışıl yanan küçük düş ağaçları vardı. Herşey bizim için yaratılmıştı sanki, göründüğü gibi olan ruhumuza göre. Geceler gündüzlere usulca sokulurdu. Yavaştı herşey. Çok yavaş…
Kutsal ve sonsuz bir aynaydı gökyüzü. Kendisine içtenlikle ve sabırla bakanların ismini sayıklardı…
O zaman da vardı kötülük ve şiddet… O zaman da vardı yalan ve sevgisizlik… Ama yavaş dönerdi dünya. Garip, kutsal bir sessizlik vardı heryerde. Utanırdı kötüler yaptıklarından. Pişmanlık duyulurdu her yalandan sonra. Sanki mecbur kalındığı için sevgisizdi insanlar.
Top oynardık mezarlıklarda. Ölüler dünyanın en sevecen insanlarıydılar. Hayatı onlar sevdirirdi bize. Aynı güneşin altına uzanırdık birlikte.
O zaman bir tek kalbim vardı benim. Gözlerim bana aitti nereye gitsem. İçimde kendi sesimden başka hiçbir ses yoktu.
Hayatın o dinmeyen ağrısıyla hatırlardım kendimi. Susar dinlerdim. O ağrıyı incitmemeye çalışırdım. Kaçmazdım ondan. Bilirdim ki istesem de kaçamam ondan. Güneşin doğuşu ya da batışına nasıl saygı duyuyorsam ona da öyle derin bir saygı duyardım…
Toprak, içimde sakladığım halde ulaşamadığım sevgiliydi… Kendimle değil, toprağın sırrıyla yarışırdım. Kendimden değil, toprağın sırrından ürkerdim… Bu ürküntüyle barışmak için sık sık toprağa yüz sürerdim. Koklardım onu. Çıplak bir hazla yürürdüm üzerinde. Kalbimin üzerinde yürür gibi…
Sonra sular geliyor aklıma. Aktıkça yüzün gibi aydınlanan sular. İlk orada hatırlıyorum seni. İçimde henüz başka bir ses yokken. Kalbim ve gözlerim sadece bana aitken…
O suların peşinde, hayatımın peşinde, yüzünün peşinde…
İlk orada akıp giden sularda seninle kendimi gördüm. En çok sende sevdim kendimi. Akıp giden sularda. İlk kez sende gördüm özlemlerimi… Akıp giden kalbimi… O parçalanmış ve sadece sana ait benliğimi ilk kez sende gördüm…
O yavaşça dönen dünyayı, bütün sesleri içinde saklayan o kutsal sessizliği… Kendisine sabırla ve içtenlikle bakanın adını sayıklayan o sonsuz gökyüzünü… Gökyüzünün el verdiği o küçük düş bahçelerini…
Toprakla sular arasındaydı kalbim. Bu yakınlıkta ne varsa, bu sır nereye varacaksa görmek isterdim. Çünkü öyle inanırdım ki kendime, nereye baksam seni görürdüm. Toprakla sular arasında giderek aydınlanan yüzünü.
Dalgaların aydınlığı vururdu terkedilmiş evlere. Bir kapı açılır, içeri üşümüş bir ışık girerdi. Dışarıda bir sonsuzluk kimsesiz yanardı. Bir ceset vururdu sahile, ömrüm olurdu yorgun ve ıslak saçları… Sen olurdun yüzünü saklayan herkes… Sonra… Sonra biterdi toprak… Akmaz olurdu sular. Kirlenirdi o kutsal sessizlik… Düş ağaçları kesilirdi… Seni bekleyecek yer bırakmazlardı bana… Sürüklerdi beni peşinden hızlanan dünya, bu durmadan hızlanan kent… Sürüklerdi beni kalbimden ayrılan ikinci kalp, sürüklerdi beni gözümden ayrılan ikinci göz… Ruhumdan ayrılan öbür ruh, sürüklerdi beni…
Artık bu kent o kent değil, bu kalp o kalp değil, bu gözler o gözler değil… Seni sevdiğine inandığım o insan bu insan değil…
Burada gidilecek hiçbir yer yok. İnsan en fazla o öbür, o yalancı kalbine çarpıyor… Burada insan en fazla o sahte gözünü hissediyor içi acıyarak… Ne kadar sevse de dünyanın bütün sevgisizliğini üzerine alıyor burada insan… Hep başkalarının sahte yasını tutuyor…
Burada her sabah, her akşam insan yeniden, hep yeniden başlıyor hayatına. Sanki hiç yaşanmamış gibi, hiç gidilmemiş gibi, hiç ders alınmamış gibi… Burada insanın yalan yüzü değil, o en derinde sakladığı kalbi kararıyor önce…
Artık burası herhangi bir kent: Kalabalık, doyumsuz, aceleci, konuşkan, acımasız, telaşlı unutkan, intikam dolu ve hep kaybetmiş… Burada sistem, kirletilmiş arzularla içimize, beynimize sızıyor, o “kurtarılmış beyin hücrelerimize”. İşte sevgiyi, yitirdiğimiz ve özlediğimiz aşkımızı, işte en derinde yatan insanlığımızı aradığımız yer burası…
İşte seni aradığım yer burası: Herşey satılık burada, herşey ambalajlı. Sevgi, umut, ütopya, başkaldırı, inanç, ölüm, farklı hayatlar… Herşey, herşey satılık burada.. Burada herşeyin bir fiyatı var… Burası durmadan hızlanan bir kent… Aşk bile burada serbest piyasa kurallarına bağlı… Sahte bir kalple peşinden koştuğum bu dünya seni bana anlatmaz, artık biliyorum…
Burası benim önümden koşan bir kent… Burada ikinci kalbimle, ikinci gözümle, ikinci benliğimle yarışıyorum. Burada kendimle amansız kavgalıyım…
Seni sevdiğim kadar sevmedim bu hayatı, inan… Ne olur bir tek buna inan…
Çünkü sende gökyüzüm var. sende sonsuz yağmurlarım, kutsal sessizliklerim var… Sende o küçük düş ağaçlarım var… Affet bu küçük insanlığımı… Affet peşinden geldiğim bu kenti… Affet o derin doyumsuzluğumu…
Göremedim affet, sen bu kentte denizden çıkan bir cesettin. O yorgun ve ıslak saçları ömrüm olan bir ceset… Affet beni… Gidilecek başka bir yer yokmuş bu kentte… Toprakla akan su arasındaki yüzünden başka… İşte bunu öğrettin bana… O sessiz, o kutsal yüzünle bana bunu öğrettin. Bu kentte aşk olamayacağını… Beni kendine çağırdın. Akşamın o ıstıraplı eşiğine…
Son bir umutla sana sarılıyorum sevgili. Dünya nereye giderse gitsin, bir tek sen kaldın bu kentte, birtek sen kaldın içimdeki iyilik yüzünden utandırmayan beni…
Ben bu dünyadan kaçtım ve gidecek başka yerim yok…
Burası içimi kanatarak hızlanan bir kent…
Bir yanım ölü, bir yanım sen…
Sevgiliysen tanı beni, bil öyleyse…
Dediğin gibi sevgili, daha fazla yabancı ölmek istemiyorum sana
….

CEZMİ ERSÖZ

CC sohbet icin buraya
 <<1 234>>
Mesaj Ekle, arkadaş oyun sohbet icin cagir