fiogf49gjkf0d
Ayasofya`da Türkçe Kuran okunduğu gece Atatürk, hafız Sadettin Kaynak`ı yanına çağırdı. Tarih 3 Şubat 1932 ydi ve ertesi gün Ramazan ayının son cumasıydı. Atatürk, elindeki Kuran tercümesinden bir hutbe konusu seçmişti. Bunu Hafız Sadettin e verirken "Katiyen sarık istemem" dedi, "İşte bu gece giymiş olduğun elbise ile başı açık olarak okuyacaksın. Fakat hava soğuktur, paltonu giyebilirsin." Hafız Sadettin ertesi gün Türkiye de ilk kez Türkçe hutbe okuyacaktı ve Süleymaniye Camii ndeki bu özel cuma için Atatürk, Kuran dan şu ayeti seçmişti: "Ey müslümanlar!.. Ulu tanrı buyuruyor ki, bazı insanlar Allah a inandık, biz de müslümanız derler. Böylelikle Allah ı ve müminleri aldatmak isterler. Herkes gibi iman ediniz denildiği zaman Biz aptallar gibi mi inanacağız derler. Halbuki kendileri aptaldır. Allah ın birleşmeyi emrettiğini ayıranlar ve yeryüzünü fesada verenler hüsrandadır. Kitabı okuyorsunuz, hiç düşünmüyor musunuz?" 1930 lar Türkiye sini gözünüzün önüne getirirseniz Atatürk ün neden bu ayetleri ve neden Türkçe olarak okutmak istediğini daha iyi anlarsınız. "Atatürk Reformları ve İslam" başlıklı kitabında yukarıdaki bilgileri veren Dr. Abdullah Mamız, ilk Türkçe ezanın da o gün, yani 3 Şubat 1932 tarihinde Ayasofya camiinde okunduğunu yazıyor. O Türkçe ezan şöyleydi: "Tanrı uludur... Tanrı uludur... Şüphesiz bilirim, bildiririm... Tanrı dan başka yoktur tapacak... Haydi namaza... Haydi felaha... Namaz uykudan hayırlıdır." Ziya Gökalp, Vatan şiirinde bu uygulamanın anlamını şöyle mısralara döküyordu: "Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur/ Köylü anlar manasını namazda duanın/ Bir ülke ki,mektebinde Türkçe kuran okunur/ Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdanın/ Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın..."
* * *
Sonrası malum... Daha Atatürk hayattayken başladı tepkiler... Hatta Bursa da iş küçük çapta bir isyana dönüştü. O noktada Atatürk, tepki olarak, inadına namazı da Türkçeleştirmeyi düşündüyse de çevresindekilerin ısrarıyla vazgeçti. Ölümünden 10 yıl sonra, 4 Şubat 1949 da Ticani tarikatından iki kişi Meclis in dinleyici locasından Arapça ezan okuyarak "eylem koydular". Bir yıl sonra da Menderes iktidarı devir alır almaz ilk iş olarak Türkçe ezana el attı? "Türkçe ezan o dönemki taasupla mücadele mecburiyetinden doğmuştu. Bugün o tedbirlerin devamına lüzum kalmamıştır. Biz millete malolmuş inkılapları savunacağız" dedi. Ve Türkçe ezan zorunluluğu Meclis çoğunluğunun oylarıyla kaldırıldı. Oysa "taasup" toprağa gömülmek bir yana, ortalığa dökülmüştü ve "millete malolmamış inkılaplar" hep çağdaşlık vaadeden reformlardı. Türkiye o gün bu gündür, yani 45 yıldır Arapça ezanla uyanıyor. 4-5 yıl önce Bülent Çaplı ile Demirkırat belgeselini hazırlarken, bir Türkçe ezan sahnesi için yaptığımız çekimi anımsıyorum da tüylerim ürperiyor. Türkçe ezan yasak olmamasına rağmen, yanımızdaki müezzinle korku içinde Ankara daki Maltepe Camii ne girmiş ve gizliden gizliye çekim yapmıştık. Bizim müezzin elini kulağına koyup "Tanrı uludur... Tanrı uludur..." diye seslenince, caminin içindeki şaşkınlığı görmeliydiniz. Türkçe, Türklere yabancı bir dil gibi gelmişti.
* * *
Burada Atatürk reformlarını ve Türkçe ezan kararını tartışacak değilim.Dikkat çekmek istediğim şey her köşebaşında bir heykelini ya da büstünü gördüğümüz, her parti liderinin konuşmasında, her hükümet programının paragraflarında karşımıza çıkan Atatürk e aslında ne kadar uzak düştüğümüzdür. Atatürk Cumhuriyeti nin camilerinde bugün Türkçe ezan okumak bir cesaret işidir. Ve geçen hafta açıkça gördüğümüz gibi Atatürk ün emekli savcıları kazara ağızlarından "Ezan Türkçe olmalı" lafını kaçırırlarsa aday oldukları "Atatürkçü" partiler o savcıları yaka paça kapı dışarı ederler. Ve o Atatürkçü savcılar da koltuk telaşına, hemen çark edip tükürdüklerini yalamak zorunda kalırlar. Atatürk ün ülkesinde ne O nun kurduğu partiden, ne bir başkasından bu konuda en küçük ses çıkmaz. Çünkü onların gözünde Atatürk, yüksekte bir heykelin adıdır sadece... İdeolojik zeminini Ziya Gökalp e dayandıran parti, Gökalp in "Camiinde Türkçe ezan okunan ülkedir senin vatanın" mısraını görmezlikten gelir. Kürtlerin Kürtçe konuşmasına, Türklerin Türkçe ezan dinlemesine katlanamaz. Ama Türkçüdür, hem de Atatürkçüdür... Bilmezler ki uzaklardan bir yerden yazılan ve yine uzaklarda kalmış bir el tarafından seçilen bir ayet der ki: "Ey inananlar... Kitabı okuyorsunuz... Hiç düşünmüyor musunuz?"
Can Dündar, 14.12.1995 |
fiogf49gjkf0d Aslında ayet in içeriğine dikkat edersek münafıklardan bahsedliyor. Yani yobazlardan. O dönemde de paşam Mustafa Kemal in en büyük derdi bu yobazlardı.
Bu ayeti türkçe okutmasını değil bu ayeti seçmesinin nedenini araştırmak lazım bence. Ben bir yorum yaptım. Yukarıda da belirttiğim gibi. Sırtına giyer cübbeyi eline alır kuranı adam. Söz konusu adam herkes tarafından dindar bilge üstün bir insan olarak karşılanır. Oysa o adam kâfirden öte birşey olabilir. Yani kâfir onun yanında melek kalır. İşte bu adam yobaz (münafıktır).
Münafık: Kendini dindar gösteren oysa içten dinle hiç bir alakası olmayan insanlardır. Dine düşmandırlar. Bu tür insanları eski türk filimlerinde görmüşsünüzdür ya: VURUN KAHPEYE!!! Tarzı filmler : )
İşte K.Atatürk aslında yobazları vurgulatmak istemiş. Yobazlar başımıza dert olacak demek istemiş. Nitekim günümüzde de o zamanda öyle...
|