fiogf49gjkf0d Camus, ‘Felsefenin tek meselesi vardır; ölüm’ diyordu. Dinin de, tek meselesi vardır, ölüm. Ahiret yani, öbür dünya inancı, o nedenle dini inancın merkezini teşkil eder. Ahiret inancı, inanmayanların sandığı gibi, teselli değil, hayata dair en önemli ipucudur veya öyle olmak gerekir. Yine, inanmayanların (veya inananların bazılarının) sandığı gibi, korkarak veya korkutarak hizaya sokmak değil, hayatı anlamaya, kavramaya açılan kapıdır. Ölüm, mutlak eşitlik eşiğidir. Bizim bildiğimiz manada mantığı, adaleti yoktur, genç, yaşlı, zengin, fakir, güzel, çirkin, zeki, aptal dinlemez. Hayatın asıldığı tüm denklemi bozandır. Bu denkleme asılmanın kefaretidir. Pavese’nin deyişiyle, ‘sabahtan akşama kadar bizimle olan’ ölümümüz veya karşımıza çıkan her ölüm, bizi bu denklemi bir kez daha gözden geçirmeye zorlar veya zorlamalı. İnsan, ‘cahil ve zalim’ (Ahzab, 33/72) bir varlık, inananı, inanmayanı dünya malı için kör bir dövüş adına birbirine zulmetmekten veya zulmü görmezden gelmekten kendini alamıyor. İslam tarihinin, İslam olmayan tarihten, bu anlamda hiç farkı yok. Hadi, büyük sorgulamalara gücümüz yetmiyor, hiç olmazsa gündelik vicdanımızı uyanık tutmaya çalışalım. Ve tabii, unutmayalım, büyük sorgulamaların yoluna, vicdanımızın küçük kapısından çıkılıyor. Ölümlerden ölüm beğenecek değiliz, hepsi özellikle yakınındakiler için aynı derecede yakıcı. Ama işte ölümlerden ölüm beğeniyoruz. Son günlerde, iki tanınmış isim, Futbol Federasyonu Başkanı ve Osman Yağmurdereli vefat etti, artık içlerinde muhafazakârlarında bolca bulunduğu Ray-Ban’lı kalabalık ortalığı birbirine kattı. Toplum tarafından tanınan bilinen insan ölümü ile bilinmez adam ölümü tabii ki farklı ilgi görür. Ama Konya’nın ücra bir köşesinde, birlikte toprağa gömülen küçük kızın 18’i birden bir kişinin gördüğü ilgiyi, dövünmeyi hak etmiyor mu? İşin içinde Kuran kursu var diye, öyle olduğu için de ‘laik kesim’ olayın üzerine abanır diye, bir olay bu kadar mı suskunlukla geçiştirilir? ‘Sorumlular yakalansın’ ötesinde, 18 küçük kız hiç mi kimsenin içini cızlatmaz? Böyle bir ölüm sahnesinin bile, hızla laik-muhafazakâr ‘safları bölmeyelim’ tedbirinini sarsamadığı bir insanlık tablosundan kime ne hayır gelir? Ölüm sınavını bile rafa kaldırmış bir inanç, ‘muhafazakârlık’ denilen ikiyüzlülükle nereye doğru ve kaç adım gidebilir diye sormak zorundayız. AKP’nin kendini takdim ettiği siyasi tanım olan ‘muhafazakâr demokratlık’tan bahsetmiyorum. Siyasi anlamda, İslamcı olmakla, muhafazakâr demokrat olmak arasında anlamlı bir çizgi var. Ama belli ki, bu siyasi çizgi etrafında duranlar için, bu siyasi duruş, giderek bir büyük ikiyüzlülüğün mayası haline geliyor. Türkiye’de kendini dindar olarak tanımlayan bir kesimin dindarlığı, ekonomik-siyasal iktidar kavgasında alabildiğine canlı kalıp, bu çerçevedeki sembol ve ilişkiler ağına sarılırken, referansı olduğunu iddia ettiği inanç sistemine alabildiğine uzak durmayı dert etmiyor. Nihal Bengisu Karaca, Yeni Şafak gazetesinde pazar günü çıkan röportajında, başka bir bağlamda da olsa, bu meseleye çok isabetle değinmiş. Bir başlayınca gerisi çorap söküğü gibi geliyor, oysa, şu anda derdim, ne AKP’yi, ne muhafazakârlığı analiz etmek değil. Birinin, tek hayali bir çift yeni terlik olan 18 küçük kızın ölümünün bile kılını kıpırdatmadığı bir çevre, bir insanlık tablosu fena halde canımı sıktı hepsi bu.
Nuray Mert, Radikal, 5 Ağustos 2008 |