ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul


12 Mayıs 2024, Pazar 16:59   

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

En İyiler  Son Eklenenler       
sohbet forum basliklari  CC-Forum> Mühim Mevzular > Politika, Tarih
forum sohbet oyun basliklari
   ***TARİHİN GÖRKEMLİ KAYBEDENLERİ***
 Mesaj Ekle, sohbet ve oyun icin cagir
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xJULIETx

xJULIETx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey
vip oyun sayfasiozel karakter ile sohbete katil
sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  21.May.2009 Per 00:24:35      ***TARİHİN GÖRKEMLİ KAYBEDENLERİ***sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d

 

Tarihin Görkemli Kaybedenleri !!

 

 

“Tarih her zaman kazananların yanındadır” denir hep. Tarih yazıcılar hep kazananları, savaş meydanlarından sağ çıkan, ayakta kalanları, onların sözlerini yazdı. Ancak öyle görkemli kaybedenler vardı ki adları halkların hafızalarına kazındı günümüze kadar geldi. Tarih yazıcılar da onları görmezden gelemedi.


Onların hepsini anlatmak imkansız. Birçok insan oldu tarihte yanlış gördüğünün karşısına dikilen. Bunların pek azı başarılı oldu. Ancak nihayetinde iyiyi, onurluyu savunarak tarihte kaybedenler, halkların vicdanında kazanan olmayı başardı.

TARİHİN İLK GERİLLASI: VİRİATHUS

Tarihte görkemli kaybedenler denilince akla gelen ilk isimlerden biri Roma ordularına karşı direnen Viriathus’tur. M.Ö. 139 yılında Romalılar tarafından öldürüldüğünde Viriathus ünü çoktan İberya’nın büyük savunucusu olarak yayılmıştı.

Doğum tarihi belli olmayan Viriathus’un tam kökeni de belli değildir. Sadece Yunan tarihçi Diyotorus Siculus, Viriathus’un Lusitanyan köklerine işaret eder. Dönemin bir diğer tarihçisi Livy ise Viriathus’un okyanus kıyısında yaşayan bir kabilden geldiğini ve önce çoban, ardından avcı, bunun ardından da asker olduğunu yazar.

 

 

Viriathus un bugün Portekiz de bulunan bir anıtı

Viriathus tarihe göre Romalılara karşı direnmeden önce yoktur, O’nu Viriathus yapan, tarihe geçiren bu direniştir.

Romalı tarihçi Appian’a göre Viriathus, Roma Konsülü Galba’nın M.Ö. 150 yılında Lusitanyan savaşçılarına karşı giriştiği büyük katliamdan kurtulan bir avuç askerden biridir. 20 bin Lusitanyan’ın öldürüldüğü bu katliamdan sadece iki yıl sonra Viriathus, Lusitanyan ordusunun başına geçer.

Romalı tarihçilere göre Viriathus’un çok güçlü bir fiziği vardı; iyi bir stratejist ve çok zeki bir komutandı. Ünlü Romalı tarihçi Polybius onunla savaşı “ateşle savaş” olarak nitelendiriyordu. Viriathus birçok komutanın aksine soylu bir aileden gelmiyordu. Ülkedeki tüm aristokratk aileleri kayıt altına alan Romalılar Viriathus’tan hiç bahsetmemişti.

Katliamdan iki yıl sonra İberya’da büyük bir ayaklanma başlatıldı. Bu ayaklanmayı bastırmak için Romadan Caius Vetilius komutasında bir lejyon gönderildi. Vetilius, ayaklananların büyük bir kısmını kılıçtan geçirdi. Geriye 1000 kadar isyancı savaşçı kalmıştı. Bu savaşçıların arasında Viriathus da bulunuyordu.

 

 

Viriathus un öldürülmesini resmeden bir karikatür

Viriathus savaşta nasıl bir taktik izleneceğine ilişkin düzenlenen toplantıya sıradan bir savaşçı olarak katıldı ve bir komutan olarak çıktı. İsyancıların başına geçen Viriathus Roma ordusu saldırdığı anda 1000 adamını daha sonra başka bir noktada buluşmak üzere ayrı yönlere küçük gruplar halinde dağıttı. Romalıların 10 bin kişilik gücünü bu şekilde bölen Viriathus, hızlı adamları sayesinde isyancıları savaş meydanından sağ salim kurtarmayı başardı.

M.Ö. 149 yılında Viriathus, Roma lejyonuna karşı Tribola’da bir dizi saldırı gerçekleştirdi. Gerilla taktikleri kullanan Viriathus, aralarında lejyonun kumandakı Caius Vetilius’un da bulunduğu 4 bin Roma askerini öldürdü. Bu olayın ardından Viriathus üzerine gönderilen Romalı komutanlar Gaius Platius, Claudius Unimanus ve Gaius Negidius’un başında bulunduğu Roma ordularını yendi.

Roma bunun üzerine 15 bin asker ve 2 bin atlıdan oluşan büyük bir orduyu İberya’ya gönderdi ancak bunların da büyük bir bölümü Viriathus’un savaş taktikleri karşısında yok oldu. Roma bu kez en iyi generali Fabius Maximus Servilianus’u Viriathus’un üzerine saldı. Roma ordusu Sierra Morena yakınlarında Viriathus’un pususuna düştü. Ancak Viriathus burada Romalıların kendisine yaptığı anlaşma teklifini kabul etti. Servilianus Viriathus ile bir barış anlaşması imzaladı. Anlaşma Roma Senatosu tarafından da onaylandı.

Romalılar bu süreç içerisinde Lusithanyalıların direnişinde Viriathus’un liderlik rolünü anlamıştı. Bu yüzden savaş meydanında çarpışmaktan ziyade önce O’nu ortadan kaldırmaya karar verdiler.

Viriathus’un İtalya’ya barış için gönderdiği elçileri Audax, Ditalcus ve Minurus burada Roma senatörü Marcus Popillius Laenas tarafından satın alındı ve üçlü İberya’ya geri döndüklerinde Viriathus’u çadırında uyurken öldürdü.

Viriathus’un ölümünün ardından her ne kadar Lusihanya halkının direnişi sürdüyse de Roma’nın genişlemesi durdurulamadı.

TARİH EN GÖRKEMLİ KAYBEDENİ: SPARTAKÜS!

Spartaküs tüm dünya tarihinin belki de en ünlü kölesidir. M.Ö. 120- M.Ö. 70 yılları arasında yaşayan Spartaküs’ün yenilgisi de tarihin en görkemli yenilgilerinden biridir.


Romalı tarihçilere göre Spartaküs’ün kökeni Trakya’ydı. Burada köle tüccarlarının eline düşen Spartaküs, Roma ordusuna verilmiş ve birçok savaşta yer aldıktan sonra Romalı senatör Lentulus Batiatus’un gladyatör okuluna satılmıştı.

Spartaküs bu okuldan M.Ö 73 yılında 69 arkadaşıyla birlikte kaçarak Naples’e sığındı. Silah olarak kullanabilecekleri ne varsa yanına alan bu gladyatörlere yolda rastladıkları çok sayıda kaçak köle de katıldı.

Spartaküs ve yanındakilerin önemli bir bölümü İtalya’nın dışından değişik Avrupa ülkelerinden gelen kölelerdi. Ve bu köleler kendi ülkelerine geri dönmek istiyordu. O yüzden Vezüv geçidinde karşılarına çıkan Roma ordusunu yenerek kuzeye doğru yürüyüşe geçtiler.

 

 

Spartaküs filminden


Spartaküs, Roma ordusunda görev yaptığı dönemde savaş taktikleri konusunda ciddi bir birikime sahip olmuştu. Kendisi de son derece zeki biri olan Spartaküs, kısa bir sürede isyancı kölelerden disiplinli bir ordu yarattı. Kuzeye doğru giderken iki Roma lejyonunu yok etti.

M.Ö. 72 yılında Spartaküs, karşısına çıkan 30 bin kişilik Roma ordusunu yendi. Bu sırada Spartaküs’ün yanından ayrılan Crixus adlı köle ve onun arkadaşları Romalılar tarafından öldürüldü. Spartaküs bu olaydan sonra 2 Roma lejyonunu daha dağıttı. Alplere kadar ilerleyen köle ordusu dağları aşıp kendi yurtlarına dağılabilirdi ancak bu noktada Spartaküs ve yanındakiler fikir değiştirdi ve yeniden güneye yöneldi. Yolda iki Roma lejyonunu daha yenen Spartaküs yılsonunda ülkenin en güney ucundaki Messine boğazına kadar ulaşmıştı.

Spartaküs burada kendilerini Sicilya’ya geçirecek olan Kilikyalı korsanların ihanetine uğradı. Reggina yakınlarında sıkışan Spartaküs ilk kez yenilgiye uğradı ve Birindisi’ye kaçtı. Birindisi yakınlarındaki Silarus nehrinde Romalılarla çarpışan köleler arasında bulunan Spartaküs’ün burada öldürüldüğü tahmin ediliyor.

Spartaküs’ün ölümünün ardından köle ordusu tamamen dağıtıldı. 6 bin 600 köle Appia’dan Roma’ya kadar uzanan yolda çarmıha gerildi. Romalılar bütün çabalarına rağmen Spartaküs’ün ne ölüsünü ne de dirisini bulabildi. Zira O’nu diğer kölelerden ayıran hiçbir işaret ya da simge yoktu.

MİLYONLARIN KALBİNDEKİ İMAM: HZ. HÜSEYİN

 

 

Hz. Hüseyin, peygamber Hz Muhammed’in torunu, 4. halife Hz Ali’nin de oğludur. Hz Ali’nin öldürülmesinden sonraki dönemde ağabeyi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin dışında, Hz. Muhammed’le kan bağı bulunan kimse hayatta değildi. Bu nedenle iki kardeşin halife olmasına kesin gözüyle bakılıyordu.

 

Hz Ali’nin 661 yılında öldürülmesinin ardından İslam dünyasında yeni Halifenin kim olacağı tartışılmaya başlandı. O dönemde İslam devleti içindeki en etkili ailelerden olan Emeviler ve bu ailenin başındaki Muaviye halifeliğin kendilerine verilmesini istiyordu. Ancak büyük bir kesim Hz. Hasan’ın halife olmasını istiyordu.

İki taraf arasında yaşanan çatışmanın büyümemesi için Hz. Hasan, Muaviye’nin halifeliğini kabul etti. Ancak Muaviye, işler kötüye gittiği zaman adı halifelik için ilk gündeme gelecek isim olan Hz Hasan’ı zehirleyerek öldürttü.

 

 

Hz. Hüseyin

Hz. Hasan’ın takipçileri bu tarihten sonra kardeşi Hz. Hüseyin’i başa geçirdiler. Hz. Hüseyin Muaviye ile iktidar kavgasından uzak durdu ancak kendi cemaatini de korudu. Hz. Hüseyin’in Muaviye’den sonra halife olması bekleniyordu.

Ancak Muaviye bu tehlikeyi gördüğü için henüz yaşadığı sırada, 680 yılında oğlu Yezid’i halife olarak ilan etti ve kimsenin buna karşı çıkmaması için halkın huzurunda O’na biat etti. Yezid bu hamleden sonra İslam dünyasının en etkin ismi olan Hz Hüseyin’in kendisine biat etmesini istedi. Hz. Hüseyin’in cevabı ise oldukça sertti: “Biz, nübüvvet Ehl-i Beyt’i ve risalet madeniyiz. Yezid ise fasık, şarap içen ve adam öldüren birisidir. Benim gibi birisi onun gibi bir kimseye biat etmez...”

Hz. Hüseyin, Medine’de korunamayacağını görünce 682 yılında Mekke’ye göç etti. Bu sırada İslamiyetin önemli merkezlerinden biri olan Kufe’den kendisine cemaat adına gönderilen bir mektup Hz. Hüseyin’in eline ulaştı. Mektupta Hz. Hüseyin güvenliği için Kufe’ye davet ediliyordu.

Hz. Hüseyin önce bir elçisini Kufe’ye gönderdi. Elçiyi gören Kufeliler O’nun önünde eğilip biat ettiler. Elçi bu durumu Hz. Hüseyin’e bildirdi. Ancak bu meseleden halife Yezid de haberdar olmuştu. Yezid birçok adamını Hz. Hüseyin’in üzerine saldı ancak bu çabaların hepsi başarısız oldu. Hz. Hüseyin, Mekke’den ayrılarak Kufe’ye doğru yola çıktı.

Hz. Hüseyin ve kafilesi yolda Yezid’in orduları tarafından çöle sürüldü. Suya ulaşmaları engellendi. Ve sonunda Kerbela yakınlarında Yezid’in askerleri tarafından vahşi bir şekilde öldürüldü. Hz. Hüseyin’in buradaki direnişi de dillere destan oldu. Öyle ki Hz. Hüseyin’in katlediği “Aşura” günü orada bulunan Haccac bin Abdullah şöyle dediği rivayet edilir:

“Allah’a ant olsun ki, oğlu, kardeşi, kardeş oğulları, akrabaları ve yaranları öldüğü halde onun (İmam Hüseyin) gibi direnişli, sebatlı, şecaatli ve yiğit birisini ben görmedim. Allah’a ant olsun ki ondan önce ve ondan sonra onun gibi birisini görmedim. İmam Hüseyin düşman ordusuna saldırdığında, kurt korkusuyla dağılan keçiler gibi, İmam’ın sağ ve solundan öylece kaçıyorlardı.”

Hz. Hüseyin öldürüldüğü yere yakın olan Kerbela kasabasına gömüldü. Taraftarları daha sonra onun mezarı üzerine İmam Hüseyin Türbesini yaptı. Türbe halen Şiilerin en kutsal mekanı konumundadır.

İmam Hüseyin’in savaş alanında kesilen başının bugün İsrail sınırları içinde bulunan Aşkelon’a götürüldüğü bildirilir. Burada Fatimi halifeler tarafından alınarak Kahire’ye getirilen kesik baş, Fatimi sultanlarının gömüldüğü bir mezarlığa gömülür. Görgü tanıklarının ifadelerine göre baş olayın üzerinden yüzyıldan fazla zaman geçmesine rağmen çürümemişti ve yüzündeki kan izleri olduğu gibi duruyordu.

İNGİLİZLERİN ŞEYH BEDREDDİN’İ: JOHN BALL

İngiltere’de ünlü 1381 köylü isyanının liderlerinden biridir John Ball. Geçmiş hayatı konusunda pek az şey bilinir. York şehrinde doğup büyüdüğü ve din eğitimini burada aldığı söylenir. Kent şehrinde bir süre rahiplik yapmıştı. İngiliz tarihçiler O’nun bir dönem “Kent’in Deli Rahibi” olarak anıldığını söyler.

 

John Ball


John Ball isyan öncesinde sosyal eşitlik konusundaki fikirleriyle Kilise içerisinde aykırı bir isim olarak sivrilmişti. Bu fikirleri O’nun Canterbry başpsikoposuyla çatışmasına neden oldu ve üç kez zindana atıldı. 1366 yılında Kilise insanların John Ball’un yanına yaklaşmasını yasakladı.

John Ball buna rağmen fikirlerini değiştirmedi ve uzlaşmaya, af dilemeye yanaşmadı. 1381 yılında yeniden zindana atılan John Ball, isyancı köylüler tarafından kurtarıldı.

Şeyh Bedreddin’in henüz genç bir din adamı olduğu dönemde John Ball, Kent şehrinde çevresinde toplanan köylülere şöyle seslendi: “Adem topragi kazarken Havva yün egiriyordu. Peki o zaman efendi kimdi? Baştan beri insanlar birbirine benzer yaratıldı ve bizim zincirlerimiz, içinde kötülük olan insanlar tarafından oluşturuldu. Eğer Tanrı birilerinin özgür, birilerinin köle olmasını isteseydi en baştan kimin özgür kimin köle olacağını söylerdi. Bu nedenle sizi Tanrıdan aldığımız yetkiyle bizi köle kılan bağları yıkmaya ve özgürlüğü almaya çağırıyorum”. Ball bu konuşmasında isyana kalkan köylülerden tüm soyluları öldürmelerini istedi. Kendisi de Londra kulesine hücum eden isyancılar arasında yer aldı.

 

İsyan başarısızlıkla sona erince John Ball, ülkenin orta kesimlerine kaçtı ancak Coventry’de yakalandı. 15 Temmuz 1381 günü Kral II. Richard’ın huzurunda asılarak idam edildi.

John Ball ve isyanın diğer liderleri Wat Tyler ve Jack Straw çağlarında kaybettiler ama özgürlük mücadeleleri için ilham oldular. Özellikle sosyalizmin teorisyeni Karl Marks, John Ball’un isyan konuşmasından çok etkilenip, ilham aldığını söyleyecekti.

BİZİM JOHN BALL: ŞEYH BEDREDDİN!

“Kuvveti ilmi, sırrı tevhidi gerçeklendirip biz, milletlerin ve mezheplerin kanunlarını iptâl edeceğiz” diyerek yola çıkan Şeyh Bedreddin, kimilerine göre tarihin ilk komünistidir. İnsanın insan üzerindeki tahakkümünü tamamen reddeden Şeyh Bedreddin, aykırı fikirlerini geniş ve çok farklı kesimlerden halk kitlelerine benimsetmiş nadir liderlerden biridir.

 

 

Şeyh Bedreddin in resmedildiği bir tablo


Şeyh Bedreddin bugün Yunanistan sınırları içerisinde bulunan Simavne kasabasında dünyaya geldi. Doğum tarihi kesin olmamakla birlikte birçok kaynak Şeyh’in 1359’da doğduğunu yazar. Babası Simavne kadısıdır. Bu nedenle “Simavne kadısı oğlu Şeyh Bedreddin” olarak anılacaktır. Annesi ise sonradan Müslümanlığı seçen bir Rum’dur.

O dönemlerde Osmanlı’nın başkenti Edirne’dir. Şeyh Bedreddin de Edirne’de eğitimine başlar ve dönemin ünlü İslam alimlerinden dersler alır. Bursa’da da Koca Efendi’den astronomi ve matematik dersleri alan Şeyh Bedreddin, Konya’da ise dönemin ünlü alimi Feyzullah Efendi’den mantık ve astronomi öğrenir.

Anadolu’da edindiği bilgilerle yetinmeyen Şeyh Bedreddin dönemin ilim merkezi Kahire’ye geçer. Şeyh Bedreddin, Memlük sultanı Berkuk’ın sarayında 3 sene kalır ve bu süreçte alim Hüseyin Ahlati’nin öğrencisi olur.

Ahlati kendisini en iyi anlayan isim olduğunu düşündüğü Şeyh Bedreddin’i vasi olarak atar. Ahlati’nin müritlerinin bu duruma tepki göstermesi karşısında Bedreddin, Anadolu’ya döner.

Bu sırada Bedreddin’in ünü yayılmış ve Anadolu’nun dört bir yanında O’nu müritleri karşılar olmuştur. Aydın’ın Nizar köyünde Börklüce Mustafa ve Domaniç’in Sürme köyünde de Torlak Kemal’le tanışır. İkili Şeyhle konuşmalardan sonra O’nun müridi olurlar.

Edirne’ye yerleşen Şeyh Bedreddin, 1402 yılında başlayan Fetret Devri’nde Musa Çelebi’nin kazaskerliğini yapar. Bu sırada Börklüce Mustafa’yı yanına aldırır. Torlak Kemal de sık sık Edirne’ye gidip gelir. Ancak Şeyh 1413 yılında iktidar mücadelesini Mehmet Çelebi kazanınca kendisi İznik’e sürülür.

Şeyh İznik’e sürüldükten sonra Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa memleketlerine dönerek Osmanlı idaresinden rahatsız olan köylüleri ve dervişlerin katıldığı bir isyana kalkar. Karaburun ve çevresinde yoğunlaşan isyancılar üzerlerine gönderilen Saruhan Beyinin ordusunu yener. İsyancıların üzerine sürülen Osmanlı ordusu ise zafer kazanır. Tüm isyancılar Börklüce Mustafa’nın gözü önünde öldürülür. Kendisi de bir deve üzerinde çarmıha gerilir ve bu şekilde gezdirilir.

İsyanın patlak verdiği sırada Şeyh Bedreddin, İsfendiyar Beyliğine sığınır. Sinop üzerinden Eflak’e giden Şeyh, Edirne’ye dönmek üzere yola çıktığı sırada Osmanlı tarafından ele geçirilir ve Serez çarşısında asılır.

Nazım Hikmet’in “Şeyh Bedreddin Destanı” adlı eserinde Şeyh’in idamı şöyle anlatılır:

“Dönüldü Bedreddine.
Denildi: «Sen de konuş.»
Denildi: «Ver hesabını ilhadının.»

Bedreddin
Baktı kemerlerden dışarı.
Dışarda güneş var.
Yeşermiş avluda bir ağacın dalları
ve bir akarsuyla oyulmaktadır taşlar.
Bedreddin gülümsedi.
Aydınlandı içi gözlerinin,
dedi:
— Mademki bu kerre mağlubuz
netsek, neylesek zaid.
Gayrı uzatman sözü.
Mademki fetva bize aid
verin ki basak bağrına mührümüzü..

Yağmur çiseliyor,
korkarak
yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi.

Yağmur çiseliyor,
beyaz ve çıplak mürted ayaklarının
ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.

Yağmur çiseliyor,
Serezin esnaf çarşısında,
bir bakırcı dükkânının karşısında
Bedreddinim bir ağaca asılı.

Yağmur çiseliyor.
Gecenin geç ve yıldızsız bir saatidir.
Ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırılçıplak etidir.

Yağmur çiseliyor.
Serez çarşısı dilsiz,
Serez çarşısı kör.
Havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
Ve Serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.

Yağmur çiseliyor”.

TUPAC AMARU


O’NU PARÇALAMAK İSTEDİLER AMA PARÇALAYAMADILAR
O’NU ÖLDÜRMEK İSTEDİLER AMA ÖLDÜREMEDİLER


19 Mart 1742 tarihinde Peru’nun Cusco şehri yakınlarındaki Tinto köyünde doğan Tupac Amaru, 1780 yılında İspanyol işgalcilere karşı gerçekleştirilen yerli isyanını öncüsüdür. Güney Amerika’daki ilk bağımsızlık hareketlerinden birini başlatan Tupac Amaru, Peru’nun modern bağımsızlık hareketine de ilham kaynağı oldu.

 

 

Tupac Amaru

Tupac Amaru’nun gerçek adı José Gabriel Condorcanqui’ydi. San Fransisco de Borja Okulunda Jesuit eğitimi alan Tupac Amaru, bölgedeki etkin ailelerden birinden geliyordu. 18 yaşında büyükbüyükbabasının ismini alan Tupac Amaru, yerli kabilelerin başına geçti ve İspanyollara karşı bir isyan başlattı.

İsyanın ilk günlerinde Tupac Amaru’nun güçleri bölgedeki tüm İspanyol askerlerini ve İspanyol Vali Antonio de Arriaga’yı öldürdü.

Tupac Amaru’nun isyanı aslında çok belirleyici bir isyan değildi. Son 50 yıl içinde buna benzer birçok isyan olmuştu. Nitekim Tupac Amaru da üzerine gönderilen İspanyol ordusuna karşı direnemedi ve esir düştü.

Bu isyanı ve Tupac Amaru’yu ölümsüz kılan O’nun infaz edilme şeklidir.

 

Tupac Amaru nun resmi günümüz Peru paralarının üstündedir.

Tupac Amaru yakalandıktan sonra önce eşi, büyük oğlu Hipolito, dayısı Fransisco ve kayınbiraderi Antonio Bastidas’ın idamını izleme daha sonra da kolları ve bacakları dört ayrı ata bağlandıktan sonra vücudunun parçalanması yöntemiyle ölüme mahkum edildi.

Tupac Amaru, sevdiklerinin idamını izledi. Daha sonra kol ve bacakları dört ata ayrı ayrı bağlandı ve atlar ayrı yönlere sürüldü. Ancak Tupac Amaru’nun vücudu 4 atın gücüne dayandı ve parçalanmadı.

Bunun ardından İspanyollar Tupac Amaru’yu daha önce büyükbüyükbabasının infaz edildiği alana götürdü ve burada baltalarla keserek idam etti.

Tupac Amaru’nun arkasından yazılan destanda şu mısralar yer aldı:

Querrán romperlo y no podrán romperlo ("O’nu parçalamak isteyecekler ama parçalayamayacaklar").

Querrán matarlo y no podrán matarlo ("O’nu öldürmek isteyecekler ama öldüremeyecekler").


KAFKASLARIN ÖLÜMSÜZ KOMUTANI: ŞEYH ŞAMİL

 

Her ne kadar günümüzde birçok faşist çevre tarafından ilahlaştırılsa da Şeyh Şamil, bir ömür boyu işgalciye direnmenin sembolüdür. Kafkasların tarihindeki direniş örneklerinin en güçlüsü ve İslam dünyasında en büyük yankı uyandıranı Şeyh Şamil’di. 1797 yılında doğan Şeyh Şamil, 1834-1859 yılları arasında Kafkasya’da Ruslara karşı gerçekleştirilen isyanı yönetti.

https://img249.imageshack.us/img249/7121/000062xqg1.jpg

 

Şeyh Şamil


Şeyh Şamil 1797 yılında günümüzde Dağıstan Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Gimri’de doğdu. Doğduğunda kendisine Ali adı verildi ancak bebekken hastalanınca geleneklere uygun olarak adı Şamil olarak değiştirildi. İyi bir din eğitimi alan Şeyh Şamil, babasının da nüfuzuyla Kafkasya’da etkili bir din adamı konumuna getirildi.

Şeyh Şamil’in gençliği Osmanlıların Ruslar karşısında geri çekildiği ve Kafkasya’daki toprakları kaybettiği bir dönemde geçti. Kafkasya’da Şeyh Mansur ve Gazi Molla liderliğinde Ruslara karşı bir direniş başladı. Bu direniş 1832 yılında Şeyh Mansur’un Ruslar tarafından öldürülmesiyle sona erdi. Şeyh Mansur’un öldüğü çatışmadan sadece iki kişi kurtulmuştu. Bunlardan biri Şeyh Şamil’di.

Şeyh Şamil çatışmadan sonra yaralarının iyileşmesi için uzun bir süre gizlendi. 1834 yılında Şeyh Şamil Ruslara karşı direnen güçlerin başına geçti ve tam 25 sene boyunca Rusları peşinde koşturdu. 1859 yılının 25 Ağustos günü Rus güçlerince yakalandığı zaman Şeyh Şamil 62 yaşındaydı ve hemen hemen tümünü Ruslara karşı savaşarak geçirdiği bir hayatın son dönemlerine girmişti.

Şeyh Şamil bundan sonra 10 sene Rusların elinde tutsak kaldı. 1869’da Hacca gitmesine izin verildi. Burada Kabe’nin üzerine çıkarılarak tüm Hacca gelenleri selamlamasına izin verildi. Şeyh Şamil ülkesine dönmeden burada öldü. Cenazesi Cennet-ül Baki mezarlığına gömüldü.

VARŞOVA’DA DİRENENLER!

Dünya tarihi zorbalığa, haksızlığa karşı büyük direnenler halklar ve halk hareketlerine sahne oldu. Bunların her biri kendi çağında, kendine has özellikleriyle, kendi açısından büyük direnişlerdi. Ancak bunlardan biri vardır ki tarih ne bir liderini, ne bir öncüsünü hatırlayacak, tüm savaşçılarını birlikte anacaktı: Varşova ayaklanması.

 

 

Dünyanın tarihinde görülen en acımasız düşmana, Nazi Almanyasına karşı 1 Ağustos 1944 tarihinde başlatılan ayaklanma tam 63 gün sürdü. Bu ayaklanma büyük kahramanlıkları, büyük trajedileri ve büyük ihanetleri içinde barındırdı ve tarihe bu şekilde yazıldı.

1 Ağustos 1944 tarihine gelindiğinde Sovyet orduları, Nazi ordularını önüne katmış batıya doğru sürüyordu. Bu süreçte 1939 yılından bu yana alttan alta örgütlenen Varşova’daki “Vatan Ordusu” güçleri de bu Nazileri zayıf buldukları bu anda ayaklanmaya karar verdiler. Onlar için özgürlük hiç olmadığı kadar yakın görülüyordu.

Polonya’nın yeraltındaki Vatan Ordusunun generali Bor Komorowski, 1 Ağutos 1944 günü akşam saat 5’te ayaklanmanın başlaması emrini verdi. Komorowski’nin planlarına göre ayaklanma 1 hafta sürecek ve şehir Almanlardan temizlenecekti. Ancak Komorowski, Nazilerin, Kızıl Ordu’ya karşı son direniş noktası olarak Varşova’yı belirlediğini ve buraya onbinlerce askerlik ek sevkiyatın yapıldığını bilmiyordu.

Direnişçiler 4 bini kadın toplam 40 bin askerdi. Bu ordunun elinde sadece 2 bin 500 silah vardı. İç düzenleri çatışmalar sırasında ölen birinin silahını diğer askerin alması prensibi üzerine kurulmuştu. Yani ordunun büyük bir bölümü eli silahlı olan arkadaşlarının ölmesini ve onlardan kendilerine geçecek olan silahı kullanmayı bekliyordu.

Direnişçilerin karşısında ise 30 bin kişilik tanklarla, uçaklar ve toplarla desteklenmiş iyi eğitimli Nazi ordusu vardı.

O gün saat 17’de direnişçiler şehirdeki 180 ayrı Alman askeri noktasına bir anda saldırdı. İlk saldırı planlandığı kadar başarılı olmadığı fakat direnişçiler bazı kilit noktaları ele geçirdi. Şehrin gaz, elektrik ve su tesisatının kontrolü direnişçilerdeydi.

Ayaklanmanın ilk günü 2 bin direnişçi ile 500 Alman askeri öldü. Aynı gün bir matbaayı ele geçiren direnişçiler, 5 yıl aradan sonra ilk bağımsız Leh gazetesini bastı.

Varşova ayaklanmasında direnenler

Bu sırada şehre sadece birkaç kilometre uzakta bulunan Sovyet orduları durdu. Varşova semaları Nazi uçaklarına terk edildi. Ayaklanmanın son günlerinde Sovyet ordusu Varşova’nın dibindeydi ama hiçbir şekilde Nazilere karşı direnen güçlere Sovyet yardımı gelmedi. Stalin, daha önce Sovyetlere tabii bir şekilde Nazilere karşı savaşmayı kabul etmeyen Polonyalı güçlerin Naziler tarafından tasfiye edilmesini bekleyecekti.

Başarılı geçen ilk günün ardından Almanların hava ve topçu saldırıları başladı. Özellikle hava saldırıları direnişçiler için büyük sorun oluşturuyordu zira ellerinde uçaklara karşı kendilerini savunacak silahları yoktu. Şehrin geri kalan stratejik noktaları ise Alman tankları ve makinelı tüfekleri ile korunuyordu.

Almanlar şehre bir hafta içinde takviye güçler gönderdi. Bu takviye güçler Almanların Türkmenistan ve diğer Orta Asya ülkelerinden silah altına altığı Türkmenlerden oluşuyordu. Bu birlikler şehrin Alman kontrolündeki bölgelerinde 65 bin sivili katletti.


Aynı birlikler Alman komutanlarının kumandasında sivilleri kalkan olarak kullanarak direnişçilerin üstüne yürüdü. Yaşanan şiddetli çatışmalarda Varşovalı direnişçiler büyük kayıplar vermeye başladı. Ne Batıdan ne de şehrin diğer tarafında bekleyen Sovyet ordusundan yardım gelmedi.

14 Ağustos’tan 2 Eylül tarihine kadar Varşova Eski Şehir meydanı için yoğun çatışmalar yaşandı. Bu çatışmalarda direnişçiler şehrin bir yerden bir yere nakil için şehrin kanalizasyon şebekesini kullanıyordu. 2 Eylül’e gelindiğinde 30 bin sivil ve 2 bin 500 direnişçi Eski Şehir meydanında hayatını kaybetmişti.

 

 

Eski şehir meydanının kaybedilmesinden direnişin sona erdiği 4 Ekim tarihine kadar tüm dünyanın bilgisi dahilinde Naziler adeta planlı bir katliama girişti. Bu direnişte 200 bini aşkın Varşovalı katledildi. Hitler direnişçilerden hırsını bu katliama rağmen tam olarak alamamıştı ki Varşova’nın tamamen yıkılmasını ve şehrin mühendislerin çalışmasıyla bir göle çevrilmesi talimatını verdi. Hitler’in bu talimatının ardından tüm Varşova gerçekten yıkıldı, ancak göl planları Sovyet ordusunun ilerleyişiyle bozuldu.



Düşmana boyun eğmeden ölmek zaferlerin en güzelidir. Zalimleri değil ölenleri anıyorsak böyle demektir.

 

Şerefle ölmek kaybolmak değildir, yeni hayatın başlangıcıdır....

Yüzyılar boyunca yaşayan hep kalplerde olduğuna göre ölmüş sayılmazlar....

Önemli bazı çevrelerin çıkarları için yok saymamak..

Şerefiyle ölen bütün insanlar için......
kaybetmede güzel olan;
şereflice kaybetmektir,

o da şerefini kaybetmemekle gerçekleşir...
Ne mutlu şereflice ölenlere......

 

 

 

Sevgi yağmurundan yüreğine

bir damla düşürmeyi bilenlere

 

 

 

 

 

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

BL00D24

BL00D24 resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  21.May.2009 Per 02:12:27sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d

SEYİT DEDE (SEYİTUŞAĞI AŞİRETİ KURUCUSU)

SEYİT DEDE (13. YY)

Seyit Dedenin nerde doğduğunu hakkında şuana kadar hiç bir belge görülmedi.Yapılan araştırmalara rağmen Adı : SEYİT , Soy Adı: UŞAK olan Alevi Dedesinin tarihi araştırmalar sonucunda bilinen yaşantısı 1323 yılın a kadar , Drejan halkı ile birlikte yaşayan 10.000 lerce halkın sevdiği bir dedemizdi.Yavuz sultan selim baskınında bir çok Drejanlının sunniliği kabul etmesi sonucunda , Seyit Dede bu isyana karşı gelerek kendisi gibi düşünen binlerce insanı yanına alarak Yavuz sultan selime baş kaldırdı.Tarihte bu yansıltılmasada büyük kayıp veren Seyit Dedenin canları sürgün yedi..Bu yolda alevliği kabul etmeyen binlerce drejanlıda Seyit Dedenin kervanına katılarak..Kürt Toprakları olan MALATYA YA göç ettiler.Kürtlerin misafir perverliğine sığınan Seyit Dedeye kürtlerde büyük saygı duyarak onun fikirlerine ve onun düşüncelerine her zaman başvurdular.Ve halkında ısrarı sonucunda Seyit Dede bir ova kurdu bu ovaya Seyit Dedenin adı soy adı olan SEYİTUŞAĞI verildi.Daha sonra SEYİTUŞAĞI AŞİRETİ Alevilerin ve Kürtlerin en eski kabilesinden biri oldu..Seyituşağı halkı MALATYA/YEŞİLYURT ilçesinde yaşantılarına devam etmektedirler.

 

SEYİTUŞAĞI AŞİRETİ..

 

Seyituşağı Aşireti Alevilerin ve Kürtlerin en eski aşiretlerinden birisidir.Aşiretin adını
Geçmişi Zerdüş Peygamber e kadar uzanan Seyituşağı tarihte Sunniliği ret ettiği için Alevi aşireti olarak anılmaktadırlar. Selahaddin Eyyubi ile aynı aşiretten olan Seyituşağı Aşireti günümüzde çoğunluğu Malatya da ve İstanbul da çoğunluk olmak üzere Türkiyenin bir çok şehrinde Hanbaylar,Canbaylar,Kılıçlar,Doğanlar,Şahinler,Boz kurtlar,Çiçekler,Karakuşlar,Kuzucular,Erollar,Polatlar soyadını kullanan şahıslar ikamet eder.Türkiyenin en büyük 2 aşireti
14.yy Drejan aşireti ile Seyituşağı aşireti bağlarını koparıp kendi nufüslarını almışlardır.
Yavuz Sultan Selimin alevi katliamından sonra bir çok Drejanlı sunniliği benimsemişlerdir.Sunniliği kabul etmeyen Aleviler ise kısımlara dağılarak sürülmüşlerdir.Drejanlı olup sunniliği kabul etmeyen insanlar, Seyituşaklılara katılmış onlarla beraber göçerek ,Kürt topraklarına sığınmışlardır.Kürtlerin misavir perverliklerini seven seyit dede, kürtlerle anlaşma yaparak malatya topraklarında kalmak istemiş, ve kürtlerin örf ve adetlerini bensiyerek..Malatya da Yeşilyurt ilçsinde bir ovaya göçerek yaşantılarını yaz kış ovada geçiren Seyituşaklılar.. Kürtlerinde desteği ile kendi köylerini kurup aşiretlerine köylerine seyit dedenin adı ve soy adı olan SEYİTUŞAĞI nı vermişlerdir..619 yıl önce gerçekleşen bu olayda, Seyituşağı Aşiretinde yapılan çalışmalarda 619 yıllık çeşme bulunmaktadır..Köy halkı yaşantısına hala devam etmektedir.Dilleri Kürtçe örf ve adetleri Kürt adetleridir.,Yazları ovada kışları köylerinde geçimlerini Hayvancılık başta olmak üzere Üzüm,Kayısı,Boğma Rakı,Pestil vs. gibi gıdalarla geçimlerini sağlamaktalar..








 

 

Tarihi Araştırma Merkezi (KanalD Haber inde Yayınlanan Haber)

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

BL00D24

BL00D24 resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  21.May.2009 Per 02:15:58sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d

 

Urfa dan tarihi haber!

 

AA - BERLİN - Alman arkeologlar, Şanlıurfa daki Göbekli Tepe mabedinde, yaklaşık 11 bin yıl öncesine dayanan; insanlığın en eski haber sistemi olarak tanımladıkları ve günümüzde kullanılan yazının ilkel biçimi olan işaretler buldu.
Alman Berliner Morgenpost gazetesinin Taş Devri nden haberler başlığıyla verdiği haberde, Alman arkeolog Klaus Schmidt tarafından Şanlıurfa yakınlarında ortaya çıkarılan ve İsa dan yaklaşık 12 bin yıl önce kurulduğu belirlenen dünyanın en eski mabedinde, şimdi de modern yazı sisteminin ilkel biçiminin bulunduğunun anlaşıldığı yazıldı. Kazı ekibi başkanı olan Schmidt in, Göbekli Tepe deki mabedin içinde bulunan sütunların üzerindeki geometrik biçimli rölyef ve semboller hakkında süs olmaktan öte değerlendirmesi yaptığı belirtildi.
İsa dan yaklaşık 12 bin yıl önceye tarihlenen bu buluntulardan sonra insanlık tarihinin en eski haber sisteminin burada yaşayanlar tarafından kurulduğu ifade edildi. Schmidt, hangi dine mensup oldukları henüz belirlenemeyen bu devrin insanlarının transandantal düşünceye sahip olduklarını vurgulayarak, insanların bu düşüncelerini, değişik hayvan motifleri, H ve O harflerini anımsatan işaretler ve diğer sembollerle gelecekteki insanlara bildirmek istediklerini belirtti.

Yalnız onlar anlayabilir
Scmmidt ayrıca, Göbekli Tepe nin kurucularının geliştirdikleri bu semboller sistemiyle hem haber formüle edebildiklerini hem de kendilerinden sonrakiler için mesaj bırakabildiklerini belirterek, "11 bin yılı aşan bu haber sistemi, şu an için yalnızca o devrin insanları tarafından anlaşılabilir" dedi.

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

ccCapacitycc

ccCapacitycc resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  1.Haz.2009 Pzt 17:36:28sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d

sanırım birde ısrarla ıskalanan görkemli insanlar vardı.

inadına yazıl(a)mayan görkemli şahsiyetler var.....

Click the image to open in full size. Bediüzzaman Said Nursi,1873 te Bitlis in Hizan ilçesine bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğdu. Babasının adı Mirza,annesinin Nuriyedir.Ağabeyi Molla Abdullah ın ilim tahsil etmesinin kendisine kazandırdığı itibara imrenerek 9 yaşında Tağ köyünde Muhammet Emin Efendi nin medresesinde(alttaki resim) öğrenime başladıysa da çok geçmeden Nurs a döndü ve haftada bir gün gelen ağabeyinden temel bilgileri öğrenmekle tahsilini devam ettirdi. Öğreniminin en verimli safhası, 15 yaşındayken 1888 de Muhammet celalî den ders aldığı üç aylık devredir. O zattan Molla Cami den nihayete kadar, ortalama on yılda okutulan bütün metinleri üç ayda okuyup diploma aldı. Kitaplardan sadece anahtar bilgileri öğreniyordu.alet ilimlerini kapsayan bu Öğrenimin ardından,sıcaktan kavrulmuş toprağın suyu yutması gibi temel ilimlere yöneldi. Usûl den Cem ül-cevâmi, Kelâm dan Şerhül-Mevâkıf gibi ağır metinlerden günde ortalama iki yüz sayfalık bir kısmı anlayarak okuyordu.Bu sıralarda Şirvandaki ağabeyinin yanına gittiğinde icâzet aldığını söyleyince o inanmamış, sıkı bir sınamadan sonra küçük kardeşinin kendisini geçtiğini görerek talebelerinden gizlice ondan ders almaya başlamıştı.

Click the image to open in full size. Siirt teMolla Fethullah da imtihan sonucunda durumunu tespit etmiş, yanında bulunduğu bir hafta içinde, günde bir-iki saatlik meşguliyetle Sübkî nin Usûl-i Fıkh a dair Cem ül Cevâmi eserini ezberlediğini görünce zeka ile hafıza kuvvetinin ifrat derecede bir kimsede bir araya gelmesi nadirdir deyip hayretini belirtti ve kitabına şu cümleyi yazdı (Cem ul Cevâmi Kitabının tamamını bir haftada ezberlemiştir.) sonunda ünü, Siirt, Bitlis gibi bölge valilerinin, O nu korumaya mecbur kalacakları boyutlara vardı.





Tillo da Kubbeyi Hasiye türbesinde inzivada Kamus u Muhit i ezberlerken bir gece Abdülkadir Geylâni yi rüyasında görür. Git Miran aşireti reisi Mustafa Paşa yı hidâyete davet et; zulümden vazgeçip namaza, emr i ma rûfa başlasın der Molla Said, derhal Miran aşiretine doğru Tillo dan hareket eder. Büyük bir cesaretle tebliğini yapar. Paşa,onu öldürmeye kalkar fakat sonunda yola gelir. Bir süre Mardin de ikamet eden Molla Said, çok genç yaşta içtimayî ve siyasî hadiselerle ilgilenmeye başlar. Kendisinden endişelenen Mardin mutasarrıfı onu, muhafızlarla kelepçeli olarak Bitlis Valiliğine sevk ettirir. Namaz kılmak için kelepçelerinin çözülmesini ister. Jandarmalar kabul etmeyince kendisi açar. Jandarmalar, bu hali keramet addedip hayretler içnde kalırlar; özür dileyip her türlü hizmete amade olduklarını söylerler. İleriki yıllarda Bediüzzaman a; kelepçeleri nasıl açtın? diye sorulunca Bende bilmiyorum, olsa olsa namazın kerametidir diye cevap vermiştir. Bitlis te vali ile bazı memurların
içki alemi yaptıklarını öğrenince emr-i maruf yapar. Önce hiddetlenen vali, az
sonra onu geri çağırtarak, Herkesin bir üstadı vardır. Artık benim de üstadım
sensin der. Der. İşbu Vali Ömer Paşa ona sarayında yer ayırır, ısrarla iki
sene misafir eder, kızı ile evlendirme isteğini Bediüzzaman kabul etmez. Birgün
meşhur şeyhlerden Muhammet Küfrevî nin kendisine bedua ettiğini işitince onu
ziyaret eder. Küfrevi hazretleri kendisine iltifat edip teberrüken ders verir.
Said in bir hocadan okuduğu en son ders budur. Böylece o haberin asılsız olduğu
da ortaya çıkmıştır. Van Valisi Hasan Paşa nın daveti üzerine 1893 te 15 yıl
sürecek olan Van ikametini başlar. Burada öğretim ve irşad hizmetini yaparken
hükûmet görevlileri ve muallimlerle de temasta bulunur; geleneksel ve Kelâm
ilminin, islam akâidini yeni dünya şartları karşısında açıklamaya yetmediği
kanaatine vardı ve fen bilimlerini öğrenmeye koyuldu. Coğrafya, matematik,
fizik,kimya, jeoloji, astronomi, biyoloji, tarih ve felsefe ye dair kitapları, o
ilimlerin uzmanlarıyla konuşacak derecede öğrendi. Molla Said, kendisine has bir
öğretim usûlü geliştirdi. İlim ehli ona Bediüzzaman lakabını vererek değişik
özelliklerini ifade etmek istediler. Bulunduğu ortamda yaşayan âlimlerden, şu
yönlerde farklı bir tutumu vardı: 1-Maaş ve hediye kabul etmiyordu. 2-Kendisine
sorulan tüm sorulara cevap verdiği halde ilim ehlinden hiç kimseye soru
sormuyordu. 3-talebelerini da zekât ve hediye kabülünden men ediyordu. 4-
Dünyada mücerred kalmak istiyor; ev,bark, eşya, aile kaydı altına girmiyordu.
Günün birinde Vali Tahir Paşa, bir gazetedeki şu müthiş haberi gösterir:
İngiltere Sömürgeler Başkanı Gladston, mecliste Kur an ı gösterip müslümanları
bu kitaptan uzaklaştımadıkça onlara tam hâkim olamayız. Demiştir. Bu dehşetli
haber, Bediüzzaman ın şahikasına ulaşmış olan iman heyecanında dalgalanmalar
meydana getirerek ; Kur an ın sönmez ve söndürelemez mânevi bir güneş olduğunu
Dünyaya isbat edeceğim ve göstereceğim! Der. Fen bilimleri adına Batı dan
gelecek dalâletlere karşı koymak üzere ideal edindiği üniversiteyi Van veya
Diyarbakır da açmak düşüncesiyle 1896 da İstanbula gider.Netice alamayınca aynı
maksatla 1907 yılında İstanbul a ikinci defa gitti.İstanbul Fatih semtindeki Şekerci Han a yerleşir(alttaki resim.)

Click the image to open in full size. Kısa zamanda İstanbul da
şöhreti yayıldı.Dinî ilimler alanında sorulan her soruya ikna edici cevaplar dair o zaman üniversit öğrencisi olup bizzat kendisine soru soran Hasan Fehmi Başol (Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi ve başkanı), Ali Himmet Berki (Yargıtay Başkanı) gibi- birçok şahid vardır.

Hilafet merkezinde siyasî temaslarla İslâm ahizmeteden Bediüzzaman meydanlarda, kürsülerde sık sıgörünüyordu.meşrutiyetin ilanından sonra bazı arkadaşlarıyla İttihad-ı Muhammedî cemiyetini kurdu.Bütün müslümanları üyesi sayan bu cemiyet, hızlı bir gelişme kaydetti. Geldiği ileri sürülen Hürriyet in şer î sınırlar çerçevesinde kalması için gayret gösteriyordu. Tanin, İkdam, Serbesti, Mizan, Şark ve Kürdistan,Volkan gibi çeşitli gazetelerde yazıyordu. Devrin siyasi şartları içerisinde ve kaygan siyaset zemininde,geleneksel saltanat idaresinin devamının zor olduğun düşünüyor,bundan dolayı meşrutî idareyi bir çare olarak görüyordu. Eski hal muhal,ya yeni hal ya izmihlâl diyordu.Said Halim Paşa, Babanzade Ahmet Naim,Filibeli Ahmet Hilmi, Mehmet Akif, Elmalılı M.Hamdi gibi birçok İslâmcı ilim ve fikir adamı da böyle düşünüyorlardı. Fakat çok geçmeden İttihat ve Terakki hükümetinin, daha çok menfi tesirler altına girdiğini görünce doğru bildiğini söylemekten geri durmamıştır. Bu arada 31 Mart hadisesi oldu; birçok hoca arasinda o da tutuklanıp idam istemiyle yargılandı. Sıkı Yönetim Mahkeme Başkanı Hurşit Paşa nın: Sende Şeriat istemisşin öyle mi? sorusuna şu cevabı verdi: Şeriatın bir hakikatına bin ruhum olsa feda etmeye hazırım.Zira Şeriat,sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir.Fakt ihtilalcilerin istediği gibi değil! Kendisine yapılan ithamlara karşı yaptığı uzun savunma,daha sonra iki defa tab edilmiştir. Cesurca müdafaası neticesinde idam beklerken beraat etti. Mahkeme heyetine teşekkür etmeksizin mahkemeden çıktı. Beyazıd dan sultanahmed e kadar kendini izleyen bir halk kitlesi önünde Zalimler için yaşasın cehennem! nidasıyla ilerledi. İsyan eden sekiz taburu itaate sevk ettiği sabit olunca Sıkı Yönetim Mahkemesi, onun isyana katılmadığını anlamış ve beraat ettirmişti. bu olaydan sonra İstanbul da fazla kalmaz, 1910 yılında Van a gitmek üzere İstanbul dan ayrılır, Batum yoluyla Van a giderken Tiflis e uğrar. Tiflis te Şeyh San an tepesinde bir Rus polisiyle ilginç bir konuşması olur.İslam ın geleceğinden ümitli olduğunu ifade etmesi üzerine polisin çağdaş müslümanların esir, zayıf fakir olup varlık göstermelerinin imkansız olduğunu söylemesine karşılık verdiği şu keramet cevap 90 lı yıllardan sonra meşhur olmuştur: Müslümanlar tahsile gitmişler ; işte Hindistan, İslâm ın kabiliyetli bir evladıdır,İngiliz lisesinde okuyor. Mısır İslam ın, zeki bir mahdumudur,İngiliz Mülkiye mektebinden ders alıyor,Kafkas ve Türkistan İslamın iki bahadır oğullarıdır,Rus harbiyesinde talim ediyorlar (Nur talebelerin den bir hizmet grubu 1995 yılında Tiflis şehrinde bir özel lise açmışlardır.) Daha sonra Van bölgesini dolaşarak ilmî içtimaî konularda etrafı aydınlatır. Gezileri esnasında kendisine sorulan surulara verdiği cevaplar,Münâzarat adlı bir kitapta toplanmıştır. 1911 kışında Şam a gittiğinde oralı bazı âlim dostlarının ricası üzerine Emevi Camii nde(alttaki resim) tarihi bir hutbe verdi(bu hutbenin Arapça orijinali küçük bir kitap halinde iki defa yayınlandılktan sonra bizzat müellif tarafından Türkçe tercümeside yayınlanmıştır).

Click the image to open in full size.
Bu hutbede İslâm dünyasını geri bırakan etkenlerin şunlar
olduğunu tespit eder: 1-Yeis. 2-Toplum hayatında sıdkın (doğruluğun) ölmesi. 3-Düşmanlık arzusu.4-Mü minleri birbirine bağlayan manevi bağları bilmemek.5-İsdibdat. (Baskı).6-Şahsî menfaat peşinde koşma. Bu hastalıkların ardından tedavi yollarını da göstermektedir. Bu hutbenin bir yerinde, 50 sene sonra gelecek nesillere hitab ettiğini söyler ki,yirminci asrın son üçte birinde onun eserlerinin daha büyük bir yayılma göstermesi,bu hitabın tam yerinde olduğuna delil teşkil eder. 1913 yılında, Van da kurmayı planladığı üniversite için devlet, 19 bin altın tahsis ettiysede şim- diki üniversite kampüsünün de yerleştiği Edremit semtinde temeli atılan üniversite, 1. Dünya Savaşı sebebiyle tamamlanamadı. 1915 yılında cihad fetvasına beş alimden biri olarak imza attı. Fetvayı kuzey Afrika da dağıtıp Van a döndü.BEDİÜZZAMAN,fiilî olarak da cihadın içindeydi. Kafkas cephesinden sonra Van ta- rafına geçip, Anadolu savunmasına katıldı Çoğunu talebelerinin oluşturduğu gönüllü milis kuvveti, beş bin kadar askerden meydana geliyordu. Bir yandan bu alaya kumanda eder iken fırsat buldukça at üstünde talebelerinden Molla Habib e İşârât ül-İ caz tefsirini arapça olarak yazdırıyordu. Bitlis müdafaası esnasında birliğinden üç talebesiyle kalıncaya kadar çarpıştı.

Click the image to open in full size. Sonra yaralı bir vaziyette esir düşüp Sibirya daki Koşturmaya ya gönderildi.

(yandaki resim) Bir esir kampını teftişe gelen Rus Başkumandanı Nikola Nikolaviç in önünde herkes ayağa kalkarken o kalkmadı.Sebebi sorulunca ben İslâm alimiyim. İmanlı kimse gayri müslime kıyam edemez cevabını verdi.Kum- andan idamını emretmişken Bediüzaman ın son arzusu olan iki rek âtlık namazından sonra emri- ni geri aldı.Bu hadiseyi kendisi anlatmamış,esir kampında beraber bazı zâtların tanıklığına dayanarak tarihçi Abdurrahim Zapsu (Ehl-i Sünnet Mecmuası,1948,c.2,sayı: 46) yayınladıktan sonra tasdik etmiştir. Komünizm ihtilali ile sarsılıp bölünen Rusya nın karmaşıklığından faydalanarak 4 yıl süren esaretten firar ile kurtulup Petrsburg, Varşova, Viyana yoluyla 1334 yılında İstanbul a dönmeye muvaffak olur.

Click the image to open in full size.Dünya savaşından donra, 1918 yılında kurulup Osmanlı Devleti nin en din kurulu durumunda olan Dar ül-Hikmeti l-İslâmiye üyeliğine Orduy-ı Hümayun adayı olarak tayin edildi. Bu kurulda İzmirli İsmail Hakkı,Şeyh Saffet (yetkin) gibi zâtlar üye olup Mehmet Akif de kurulun genel sekreteriydi. Harbin sonuna doğru İngiliz siyasetinin iç yüzünü ortaya koyan Hutuvvât-ı Sitte adlı risâlesini yayınlamış ve İstanbul un her tarafına dağıttırmıştı. İngilizler 1920 yılında İstanbul u işgal edince bu risâle, İngiliz Başkumandanına gösterilir ve BEDİÜZZAMAN ın bütün kuvvetiyle aleyhte bulunduğu kendisine ihbar edilir. Kumandan onu idam etmeye niyetlendiyse de böyle bir hareketin,Doğu Anadolu da büyük bir kargaşaya ve İngiliz aleyhtarlığına sebeb olacağı yönün - deki uyarıları dikkate alarak bu kararından vazgeçer. İşgal döneminde İngiltere Angligan Kilisesi baş papazı, İslâm hakkında kapsamlı altı soru ha- zırlamış ve yetkili din âlimlerinin cevaplarını istemişti. Elmalı lı Muhammet Hamdi Yazır, Abdülaziz Çavuş gibi bir kaç zât,küçük bir kitap çapında cevaplar hazırladılar. BEDİÜZZAMAN ise Ben onlara bir tek kelimeyle bile cevap vermem Cevabım tükürüktür deyip bu tutumunun sebebini şöyle açıklamıştır: Çünkü zalim devletin,ayağını boğazımıza bastığı dakikada, papazlarının mağrur bir eda ile suâl sormasına karşı yüzüne tükürmek lâzım gelir. Bu cevap, onun farkını ve mizacını gösteriyor. Üstad, bu kişilerin maksatlarını keşfedip: İşte biz, adamı böyle yeneriz. Şayet sizin dininiz hak olsaydı bu perişan vaziyete düşmezdiniz. Şimdi bizim üstünlüğümüzü anlayın bakalım! dercesine bu soruları yönelttiklerini keşfedip bu ağır cevabı vermişti. 5 Mart 1920 de Hamdullah Suphi, V. Ebuziyya, Mazhar Osman, F. Kerim Gökay, Süheyl Ünver, M. Şekip Tunç ve Hakkı Tarık Us ile Yeşilay ı kurdu. 1921 yılının Ocak ayında İskilipli Atıf Mustafa Sabri, Ermenekli Saffet efendilerle Müderrisler Cemiye tini kurdu. Anadolu da başlatılan İstiklâl hareketini destekledi. Şeyhülislâm Dürrizâde nin bu hareket aley- indeki fetvasının, esaret altında verilmiş olduğundan geçersiz olduğunu belirtti.
Click the image to open in full size.İstanbul daki önemli ve başarılı hizmetlerinden dolayı Ankara hükûmeti, onu Ankara ya davet etti. Ben tehlikeli yerde mücadele etmek istiyorum diyerek bu teklifi kabul etmedi. Zaferden sonra 9 Kasım 1920 de davet tekrarlandı ve bu defa kabul etti. Meclis de,resmî karşılama töreni yapılmasına dair karşı çıktı.Mebusların dinî yönden lâkayd olduklarını görünce 19 Ocak 1923 te üç sayfalık bir beyannname dağıtarak onları uyardı.Namaz kılanlara altmış mebus daha katıldı.Namazgâh olan küçük bir odayı, büyük bir mescid haline getirtti.İdealindeki üniversiteyi gündeme getirdi; 163 milletvekilinin oyu ile bu iş için yüzellibin banknot ödenek ayrıldı. Bediüzzaman, İslâm âleminde bir dirirliş olacağına dair kuvvetli ümidi sebebiyle Ankara ya gelmişti.Gençliğinden bu yana tüm çabaları hep bunun içindi.Siyasî açıdan bu yöndeki son teşebbüsü,Ankara da oldu.Fakat karşısına kuvvetli engeller çıktı. Bir gün Meclis te, Mustafa Kemal Paşa ile iki saat kadar görüşmüş; yapılacak inkılâbın Kur an dan kaynaklanması gerektiğini,Avrupalıları taklit etmenin doğru olmayacağını anlatmıştı.Mustafa Kemal,Bediüzzaman ın nüfûzundan istifade etmek için ona mebusluk,Darü l-Hikmeti l-İslâmiye gibi Diyanet te azalık ve Şark Umumi Vaizliği ni teklif eder.Fakat Bediüzzaman kabul etmez.Meclis teki ortamı da değerlendirerek siyaset alanında yapacağı bişey kalmadığını düşünür;Van a gidip Erek dağında bir mağarada inzivaya çekilir.Bu düşünce, aslında başka bir alandaki hareketi planlamak gayesiyle yapılan bir gerilim, koşmak için yapılan bir geri çekilmeydi.Dalâletin, ilim ve medeniyet kisvesiyle girdiği, yöneticilerin çoüunun Avrupai fikirlere meftun olduğu, dini faaliyetlerin yasaklandığı,dinî eğitim veren okulların kapatıldığı, totaliter tek parti yönetimin hâkim olduğu bir dönemde teşkilâttan mahrum olarak dinî hizmetrealitede yok sayılırdı.Bediüzzaman, neticesiz kalmaya mahkum ani çıkışlara iltifat etmemiş;İslâm beldelerinden birine yerleşme,orada hizmete devam etme tekliflerini de kabul etmemiştir.O,her zaman mücadelenin kzıştığı yeri tercih etmiştir. SÜRGÜN EDİLMESİ Diyarbekir tarafında ortaya çıkan şeyh Said harekeine katılmadığı halde o kıyamın neticesinde(Şubat 1925),kış mevsiminde Erzurum ve İstanbul dan sonra Burdur a sürüldü.7 ay orada kaldıktan sonra büsbütün tecrid etmek gayesiyle 1926 da, Isparta ya bağlı dağlık ücra bir köy olan Barla ya gönderildi.
Barla da tecrit edmesine rağmen,ALLAH Teâlâ, kendi hesabının, mahlukların hesabını bozacağına aşikar bir delil göstermek istiyordu.dağ başında bir köydeki birkaç köylüyle bile görüşmesi yasaklanmış, devamlı gözetim altında ihtiyar, garip, fakir bir insanın yazdığı hakikatleri dünyanın her tarafına yayıp hidayete susamış gönüllere ulaştırabileceğini gösterdi.Yanında Kur ân-ı Kerîm den başka kitabı yoktu. Barla öyle bir dirilişe kaynak oldu ki bir tarihçinin tesbitiyle "Türkiye de dinsizlerin planını altüst etti."İman hareketi, dolaylı olarak içtimaî bir de netice aldı; Ceberrut Halk Parti idaresini de -şefi İsmet İnönü nün ikrarı ile- deviren hareket oldu. Barla sürgünü ile Bediüzzaman ın, 1925-1960 yılları arasında otuzbeş yıl süren hapis,sürgün,baskı dönemi başlamıştı.Üstad, yazma bilmekle beraber hattı düzgün ve güzel değildi.Bazı kâtiplere yazdırır,elden ele kopyalar çıkarmak suretiyle eserler yayılır, yazılanları da müellif bizzat tashih ederdi.Matbaadan istifade imkânı yoktu.Bunun siyasî ve malî sebepleri vardı elbette.Fakat asıl kültürel boyut üzerinde durmak gerekir.Üstad,harf inkılâbının bir emirle bin yıllık mazi ve kültürle ilgisinin kesilmesine karşı yeni nesile,Kur ân harfleriyle yazılan eski kültürümüzü tanıtmak istiyordu.Risale-i Nur, yazılışından otuz yıl sonra,1956 da matbaada basılabildi.Üstad, o kadar zor şartlarda otuz sene boyunca bu işin ekol olaerak belki de tek temsilcisi oldu.Fotokopi hatta teksir makinasının bile olmadığı zamanda tek çare, bakarak el yazısı ile nüsha çoğaltmak oluyordu.Bir kitaptan tek bir suret elde edebilmek için haftalarca aylarca yazmak gerekiyordu.Kâtip sayısı sınırlıydı.İşte Risale-i Nur hizmeti, şakirtlerin kollarını matbaa haline getirti.Altıyüzbin nüsha eser böylece çoğaltıldı ki böyle bir çalışma, tarihte misli görülmemeiş bir çalışmadır.Kısa bir zaman sonra Üstad ın sade fakat en şiddetli baskı dönemlerinde olduğu gibi serbestlik zamanında da pek semereli olan teşkilâtı kurulmuş bulunuyordu:Yerleşim merkezlerinde talebelerin irtibat merkezi olan medrese(dershane),kâtip talebeler, kitap ve mektup taşıyan Nur postacıları.Üstad, barla da sekizbuçuk yıl kaldı.Onun boş durmadığını gören islâm aleyhtarları rejim aleyhinde cemiyet kuruyor iddasında bulundular.1935 de Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi, hakkında dava açtı.Neticede keyfî olarak , tesettürle ilgili ayetin tefsirinden ötürü kendisine onbir ay hapis cezası verildi.

Halbuki isnad edilen devlet düzenini değiştirmek için teşkilat kurma suçu sabit olsaydı ya idam veya müebbed hapis cezası verilmesi gerekirdi. Geçimini nasıl sağladığı hep merak edilmiştir.Mahkemede şöyle demişti : "Darü l -Hikme-ti l-İslâmiye de aldığım maaştan çoğunu, o zaman yazdığım kitapların tab ına sarf ettim;az bir kısmını hacca gitmek için ayırmıştım.İşte iktisat ve kanaat bereketiyle o cüz i para bana dokuz yıl kâfî geldi.Hâlâ o mübarek paradan bir miktar var.Geçim konusunda Emirdağ da da şöyle diyecektir.Ondokuz sene iki yüz banknot ile şiddetli iktisat ile idare ettim. Palto ve fanila ve pabucunu satmakla maişetini temin eden.... 27 Mart 1936 da Eskişehir hapishanesinden çıktıktan sonra Kastomonu ya sürgün edilip polis karakolunun karşısında bir eve yerleştirildi.(alltaki resim)


Tedbirli bir tarzda, civardan hizmete gelenler vasıtasıyla eserlerini yayıyor,Isparta ve diğer yerlerle irtibatı devam ediyordu.Kastamonu da sekiz yıl kaldıktan sonra, bu hizmetin durdurulamayıp daha da yayıldığı görülünce 1943 de 126 talebesiyle Denizli Ağır Ceza Makhemesi ne sevkedildi.Prof Necati Lügal,Prof Y.Z.Yörükkan ve Türk Tarih Kurumu nunda incelemesi neticesinde:"Bediüzzaman ın siyasî faaliyeti yoktur.Eserleri ilmî ,îmânîdir.Kur ân ın tefsiri mahiyetindedir.Onun mesleğinde cemiyetçilik ve tarîkatçılık yoktur."dedi.Mahkemece 130 parçalık külliyatın hepsine 15 Haziran 1944 günü beraat kararı verilip bu karar temyizce de tasdik edildi. Denizli mahkemesinde kendiside tarihi bir müdafada bulunmuştu.Müdafasının bir yerinde şöyle demişti: "Evet,biz bir cemiyetiz ve öyle bir cemiyetimiz var ki;her asırda üçyüzelli milyon mensupları var.Ve her gün beş defa namazla,o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemâl-i hürmetle alâkalarını ve hürmetlerini gösteriyorlar....İşte biz,bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efrâdındanız ve hususi vazifemiz de Kur ânın imanî hakikatlarını tahkiki bir suretle ehl-i imana bildirip,onları ve kendimizi kurtarmaktır. Eğer laik cumhuriyeti soruyorsanız,ben biliyorum ki laik manası,bitaraf kalmak,yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahatçilere ilişmediği gibi,dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet telakki ederim.Yirmi senedir ki hayat-ı siyasiye ve içtimaiyeden çekilmişim.Hükümet-i cumhuriye ne hal kesbettiğini bilmiyorum.El-iyazu billah,eğer dinsizlik hesabına,imanına ve ahiretine çalışanları mes ul edecek kanunları yapan bir dehşetli şekle girmiş ise,bunu size bilâ-pervâ ilan ve ihtar ederim ki bin canım olsa,imâna ve âhirete feda etmeye hazırım....." Denizli hapishanesinden çıktıktan sonra hükümet,o nu Emirdağı nda ikamete gönderdi.Fakat hizmeti ilerledikçe hakkındaki kanunsuz şiddet uygulaması artıyordu.Kendisi : "Denizli hapishanesindeki bir aylık sıkıntıyı,Emirdağ ikametinde bir günde çekiyordum..." demiştir.Bir süre sonrakaymakamlık,camiye çıkmasını menetti.Prensip olarak,sadece hizmetle ilgili olanlarla zaruret miktarı görüşürdü.Halk ile temas etme fırsatını,yaptığı gezintilerde bulurdu.Rastladığı insanlara kısa dersler verir,irşad ve nasihatte bulunurdu. Derken 1948 ocak ayında,ülkenin çeşitli yerlerinden toplanmış ellidört talebesiyle Afyon da tutuklandı.

Click the image to open in full size.Resmin Büyük Halini Görmek İçin Tıklayınız
Afyon un soğuk kışında yetmişbeş yaşındaki ihtiyar birinin yirmi ay hücre hapishanesinde tutuklu kalması,ölüme terkedilmesi demekti.Şahsına verilen sıkıntıların fazlalığını,bütün cemaate duyulan hiddeti teskin vasıtası saymakla memnun olmuştu.Hapishanede onunla gizlice görüşmeye çalışan talebeleri falakaya yatırılıyordu.Herşeye rağmen diğer hapishaneler gibi Afyon hapishanesi de "Medresey-î Yusufiye" ye dönüştü.Caniler ıslah-ı hal ettiler.Hatta ceza süresini tamamlayan bazı mahkumlar:"Kendimizi suçlu göstermek suretiyle onlarla beraber kalacağız dediler.Burada hapishane müdürüne yazıp dedi ki:" Rusya da bolşevizm fıtınası ve fransız ihtilali önce hapishanede başladı.Fakat Risale-i Nur şakirdleri Eskişehir,Denizli,Afyon da hapishaneleri ıslah etti.... Mahkeme kendisini yirmi ay mahkum etme kararı aldı.Yargıtay ın bu kararı bozmasına rağmen kanunsuz oylamalar ile tekrar aynı karar mahkum edildi.Mahkeme devam ederken demokrat parti iktidara gelip genel af ilan etti.Tahliye edildiler.Mahkeme ancak 11 eylül 1956 da beraat verdi.Tahliyeden sonra Emirdağ da ikamet etti.Afyon hapishanesinden sonra mektepliler ve memurlar,hissedilir derecede onun halkasına dahil oldular.Bazı üniversiteli gençlerin yayınladığı Gençlik Rehberi adlı kitabı dava konusu olunca mahkeme için 1952 de İstanbul a geldi.Aşağıdaki resimler Bediüzzaman hazretlerinin 1952 yılında İstanbul a geldiğinde çekilmiştir.
Click the image to open in full size.
Abdurrahman Şeref Laç ve Mihri Helav gibi değerli avukatlar savunmada yer aldılar.Mahkeme beraatla neticelendi.Halk,özellikle gençlik,kendisine büyük ilgi gösterdi.Uzun bir ayrılıktan sonra istanbul a,sılaya gelir gibi gelmişti.1953 te Isparta da ikamete başladı.Demokrat parti iktidarının,ezanı asli şekliyle okunmasına imkan vermesi sebebiyle tebrik edip vatan ve millet hizmetinde muvaffakiyet temennisinde bulundu.Ayrıca Risale-i Nur u serbest bırakıp,Ayasofya yıda cami haline irca eden bir mesaj gönderdi.1953 te üç ay İstanbul da kalıp,fethin 500. yıl dönümü kutlamalrına katıldı.1956 da eserleri,talebelerinden bir kaç heyetçe yeni türk harfleriyle yayınlanmaya başladı. 1960 başlarında Ankara ve Konya ya gitmesi siyasi çevreleri telaşa verince Hükümet, radyodan bildiri yayınlayarak Emirdağ da ikamet etmesini istedi. İşte o hapishane dışındayken bile -1925 ve 1960 yılları arasında- böyle mahkum muamelesi gördü. Fakat Osman Yüksel in dediği gibi o Mahkemelerden mahkemelere sürüklendi. Ama mahkumken bile hükmediyordu. 18 Mart 1960 da Emirdağ dan Isparta ya oradan da gizlice Urfa ya gitti (21 Mart). Bakanlığın a- cele Urfa yı terketme emrine, Urfa lı siyasilerve halk karşı koydu. Emri tebliğ eden Emniyet Müdürü ne : Ağır hastayım.Dönecek takatim yok. Zaten buraya ölmeye geldim dedi. 23 Mart sabaha karşı Kadir Gecesi vefat etti.
Click the image to open in full size.
Tereke hakimi, saat, cübbe ve yirmi lira tespit edip kardeşine verilmesini hükme bağladı. 24 mart perşembe günü Halilurrahman Dergâhı 1960 gecesi Urfa nın her tarafı askeri zırhlı birliklerce tutuldu. Saat 01.00 de demir parmaklıklar kesilip varyozlarla mezar yıkıldı. Ceset hiç bozulmamıştı. Sadece kefen biraz sararmıştı. Konya dan askeri uçakla getirilen kardeşi Abdülmecid Nursî, mezarın naklinde hazır bulundurulmuştu. Onun verdiği bilgiye göre ceset, askeri uçakla geceleyin Afyon askeri havaalanına nakledildi. Oradan da karayoluyla Isparta tarafına götürülüp meçhul bir yere defnedildi. Yirminci asırda devlet yönetimini elinde bulunduranlar tarafından mezarda bile ona yapılan bu muamele, Üstâdın dalâleti ne derece çılgına çevirdiğinin bir göstergesidir. Kadir Mısıroğlu, Sebil dergisinde, 1970 de onu anarken kapak resmi olarak onun resmini koyup altına şu cümleyi yazmıştı: Türkiye de dinsizlerin planını altüst eden adam. Bu tarihi tespitin doğruluğunun yüzlerce delilinden biri de zalimlerin onun ölüsünden bile korkarak meza- rını bilinmeyen bir yere nakletmeleridir. Ne var ki zalim insanların eliyle kader-i ilahî, onun ihlâslı bir dileğini gerçekleştiriyordu. Bir çok talebesinin yanında söylediği ve yazılı mektupları içinde neşredilen bir sözünde şöyle demişti: Benim kabrimi, gayet gizli bir yerde bir-iki talebemden hiç kimse bilmemek lâzım geliyor... Dünyada beni sohbetten meneden bir hakikat, elbette vefa- tımdan sonra da, bu suretle, beni sevap cihetiyle değil, dünya cihetiyle menetmeye mecbur e- decek. (Bu hakikat ihlas olup, onu şöhretten, insanların---manevi kabilden dahi olsa--ücretlerin- den menetmektedir.) Vefatından uzun seneler önce 1923 de yazdığı ve yeni harflerle de vefatından beşyıl önce yayınlanan Sözler kitabının sonunda imza kabilinden koyduğu ed-Dâi hatimesinde 1379 da vefat tarihini ve sonra mezarının yıkılacağını ve Asya da İslâmiyet in inkişaf edeceğini ALLAH ın bildirmesiyle bildirmişti.(Bu satırları yazan Üstad vefât ettiğinde, A.Ü. Hukuk Fakültesi 1.sınıf öğrencisi idin ve o günlerde memleketim olan Ergani de bulunuyordum. Bediüzzaman ın vefat haberinin radyodan duyurulduğu gece, ilçenin müftüsü olan babam merhum M. Zeki Yıldırım ın etrafında geniş bir terâvih cemaati ile çayhanede oturuyorduk.Haber duyulunca babam beni evegöndererek Sözler i getirmemi söyledi. Getirdim. Üstâd ın imzam dediği ed-Dâi kıtasını okuduk. / S. Yıldırım / .)
KISACA BAZI FİKİRLERİ
ÜSTÂD BEDİÜZZAMAN ın ESKİ ve YENİ SAİD dönemlerinde yazdığı birçok eserleri var- dır. Türkçe, Arapça ve az miktarda Farsça yazmıştır. Eserleri hacim olarak toplam altı bin sayfa tutmaktadır. Eserlerinde nakle değil, yeni, orijinal fikirlere yer verir. Diğer eserlerde bulunabilecek bilgileri onlara havale edip tekrara gerek duymaz eserlerinin çoğu Kur ân tefsiri mahiyetindedir. Konuya girerken bir veya daha çok ayetten hareket eder.Fakat eseri, alışılmış lafzî tefsir tarzında değildir. Kur an hakikatlerinin kuvvetli hüccet- lerini ortaya koyması itibariyle farklı ve önemli bir tefsirdir. Kur an ın hidayetini insanlara anlatma işini gerçekleştiren, insanın aklını, nefsini, duygularını ikna eden bir eserdir. Aslında insanların çoğunun, lafzî tefsirlerden çok, bu tür eserlere ihtiyaçları vardır. İnsanlar, muayyen konularda Kur an ın insanlığa gösterdiği hidayeti anlamak isterler. Tefsirlerin tamamını okuyacak vakti olan çok az insan vardır. Bu sebeple konulu tefsir, bu asırda yayılmış ve yayılmakta olan bir tefsir türüdür. İşte Risale-i Nur Külliyatı, İslâm ın temeli ve yirminci asırda en çok hücum edilen kısmı olan iman hakikatlarına dair, akaid esaslarına dair bilgileri, özellikle onlardan kastedilen hidayet, maksad ve neticeler itibariyle tefsir eden konulu örneklerindendir. Bediüzzaaman ın hayatı boyunca izlediği gayelerden biri de İslâm ehlinin eğitim müessesele- ri olan medrese, mektup vetekkeyi kendilerinden beklenen rolleri yerine getirecek tarzda besleyip mücehhez kılmak idi.Medrese programlarının yeniden düzenlenmesini şart görüyordu.Ona göre tefeyyüz eksikliğinin sebebi, alet derslerinin asıl derslerin yerine geçmiş olması, şerh ve hâşiyelerle fazla meşgul olma ve fen bilimlerinin yokluğu idi. Mektepleri de dinî dersler yönünden beslemek gerekiyordu.Mezunlarının isdihdam yerlerini de düşünmek lâzım gelirdi. İşte böylece her biri, farklı bir tarafa çekip götüren medrese, mektep ve tekke ruhunu birleştirip bunların herbirinden nasibini almış kâmil insan yetiştirme peşinde idi. Bunu Medresetü z--Zehra adını verdiği üniversiti modelinde görüyordu. İslâm toplumunun üç eğitim kurumu olan medrese, mektep ve tekkenin koordinali çalışmasını istiyordu. Bunların birbirinden kopuk oluşu, her birinden gurur ve taassubu ortaya çıkarıyordu. Halbuki onagö reİslâm binasında, bunların her birinin yeri vardı. İslamiyet hariçte temessül etse bir menzili mektep,bir odası medrese, bir köşesi zâviyedir. Salonu ise hepsinin toplandığı yerdir. Biri, diğerinin noksanını tekmil için bir şûra meclisi olarak, nûrânî sağlam sarayı ortaya koyacaktır. İdealindeki Medresetü z--Zehra nın, bu ilahi sarayı temsil etmesini bekliyordu. Özellikle Van, Diyarbakır, Siirt, Bitlis gibi şark vilayetlerinde açılmasına ihtiyaç gördüğü bu okulların, Osmanlı mozayiğini bir arada tutacak harç olacağını ve muhtemel menfi akımlara karşı sed olacağını düşünüyordu. Buna dair yirniden fazla arşiv belgesi vardır. Her mü min i lâ-yı kelimetullah ile mükelleftir.Bu zamanda (cihadın) en mühin vesilesi maddeten terakki etmektir. O güçlü dış düşmanları bile ümitsizliğe değil, gayrete vesile yapıyordu: Onlar bizim uyanma- mıza vesiledir. Onlardan fen alacağız. İslâm ın sulh dini olduğuna inandıracağız. Dinin bürhanları ile ikna edip, İslâm ın mükemmelliklerini ve güzelliklerini fiillerimizle göstereceğiz. Bediüzzaman ın yetiştiği 19. asır, İslâm dünyasının ve bütün dünyanın en sancılı dönemine rastlıyordu.Rönesans sonrası Avrupa da bilim, kiliseye rağmen gelişince modern bilimin temsil- cileri dine karşı veya en azından dinle ilgisiz materyalist bir istikamette ilerlemiş ve yeni bir ca- hiliye ordusu,güçsüz İslâm dünyası üzerine hücum etmişti.Birinci Dünya Savaşı ndan sonra Ana- dolu, İran Afganistan dışındaki bütün İslâm dünyası, Batı lılarca sömürgeleştirilmişti. Bu fela- ketlerin sebebini, bazı bilim adamları gibi Besiüzzaman da incelemişti. O, 1909 da yayınladığı program ını, daha sonra devam eden elli yıllık hayatı boyunca da incelemiştir. Bediüzzaman ın fihriste-i maksadı ve efkârının program ıdır makalesindeki fikirleri özetle şöyledir: 1-İslâm alemini terakkiye sevk edecek uyanışı sağlamak. 2Müslümanların üç temel eğitim kurumu olan medrese mektep ve tekke arasında uyum sağ- lamak. 3- İlmî çevrelerde hürriyeti tesis etmek. 4- Medreselerde ihtisas şubeleri kurmak. 5- Geniş kitleleri irşad edecek vaiz ve hatiplerin yetiştirilmesini yeni baştan ele almak. 6- Osmanlı toplumunu geliştirmek için en büyük üç düşman olan cehalet, zarûret (yani fakirlik,) ve ihtilâfı yenmek.Bu üç düşmana karşı ma rifet (bilim ve eğitim), sanat (endüstri) ittifak silahıyla cihad etmek. 7-Hilâfet makamının ıslâh edilmesi. 8-Osmanlı devletinin dağılıp beylikler haline dönüşmemesi için İttihad-ı Muhammedî fikrinin geliştirilmesi. 9- Milli birliği sağlayarak, Kürtlerin ihtilâfı sebebiyle zayi olan büyük kuvvetlerinden istifade etmek.
RİSALE-İ NUR un ÖZELLİKLERİ
Mehmet Akif in: Doğrudan doğruya Kur an dan alarak İlhâmı Asrın idrakine anlatmalıyız İslâm ı. şeklinde güzelce ifade ettiği özlemi, Bediüzzaman, Risale-i Nur la kısmen gerçekleştirmiştir. Hadîs-i Şeriflerin de Kur an ın tefsiri olduğunu ve ondan ayrı sayılmaması gerçeğini unutmaksızın Bediüzaman, İslâm ın esas meseleleri ile meşguldür. İsrailiyat, menkıbeler, âdetler yönü ile fazla meşgul olmaz. Risale-i Nur, iman hakikatlerini, akla yaklaştırarak aklî delillerle izah ikna etmeye çalışır.Akla hi- tab ederken kalbi, duyguları ve nafsi ihmal etmez. Bundan dolayı okuyanların nefislerini tezkiye edip ahlâklarını düzeltmesi,Müellif in, rızâ-yı ilahiden başka bir tesir altında kalmamasından ileri gelir. Risale-i Nur da Bediüzzaman,mevzuya girerken ona esas teşkil eden, hareket noktası olan ayeti veya ayetleri yazar.Bazen misallerin de yardımıyla ayetin hedefi olan hidayetin aydınlığına ulaştırır ve yazılanın, ilgili ayetin yüzlerce, binlerce inceliklerinden biri olduğunu söyler.Bu arada son asırlarda ortaya çıkan dalâletlerin, batıl felsefî ve ideolojik fikirlerin kötü etkileri izale edilir, adları verilmeksizin, o akımlar, kuvvetli aklî delillerle çürütülür.( İ. K. Salihi, s, 125---129. Onun Ehl-i Küfür , Ehli Dalâlet , Ehl-i Sefahet genel isimleriyle kastettiği bâtıl cerayanları, onları tanıyanlar bilir.) Bazen konu, suâl-cevap üslûbuyla verilir.Risale-i nur un kendine has üslûbu, meş- gul olanlar tarafından hemen farkedilir. Etkisinin sebebi de sorulanın, müellifin nefsinin veya dalâlet temsilcilerinin sorduğu sorulara, dolasıyla umumî derde tercüman olmasından ileri gelir.
вч ямsƒs isimli Üye şimdilik offline konumundadır  

CC sohbet icin buraya
  Mesaj Ekle, arkadaş oyun sohbet icin cagir