ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul


sohbet, okey, tavla, chat
26 Nisan 2024, Cuma 10:30   

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

En İyiler  Son Eklenenler       
sohbet forum basliklari  CC-Forum> Mühim Mevzular > Politika, Tarih
forum sohbet oyun basliklari
   Hırsızın hiç mi suçu yok?
 Mesaj Ekle, sohbet ve oyun icin cagir
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

HoKKaBaZ

HoKKaBaZ resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  22.Ara.2013 Pzr 13:52:14      Hırsızın hiç mi suçu yok?sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

 

Hırsızın hiç mi suçu yok?

 

Mümtazer Türköne :

Gemi hızla su alıyor

Kaptanın marifetinin fırtınalı denizde belli olması, Başbakan`ın sık kullandığı bir benzetme idi.

Fırtına dehşetli, üstelik tam gövdeden bir torpil yemiş olan gemi hızla su alıyor. Siyasî maharetinin tam bu krizde hükmünü yürütmesi lâzım; ancak Başbakan kilitlenmiş görünüyor. Teşbihleri gerçeğe uygun yapalım. Su alan gemi Türkiye, hükümet değil. Bir hükümet gider, yenisi gelir. Ülkenin kayıplarını telafi etmek için millet bedel ödeyecek.

Başbakan, bütün siyasî kariyeri boyunca kendisine hiç yakıştırılmayacak bir hatada ayak diriyor. Zan altında bulunan Bakan, kendisini soruşturacak olan polisleri kıyma makinesinden geçiriyor. Çürük elmaları ayıklamak Başbakan`ın görevi; tersine onları yetkili pozisyonda tutmak çok ağır bir sorumluluk. Başbakan`ın savunma argümanlarının tamamı yanlış. "Neden haber vermediler" tepkisi ile başlayan savunma hatası, aynı şekilde devam ediyor. Savcı emrinde soruşturma yürüten polislerin haber vermesi kanunen suç teşkil ediyordu. Doğrudan İçişleri Bakanı`nı hedef alan bir soruşturmayı, ona haber vermek hangi akla uyar? "Dış mihraklar", "kirli ittifak", "devlet içinde çete" argümanlarının iki zayıf tarafı var. Birincisi, 11 yıldır devleti yöneten hükümet, ülkenin asayiş ve güvenliğini emanet ettiği polis kadrolarını "çete" olmakla itham ediyor. O zaman biz kime güveneceğiz? İkincisinin hiç mazur görülecek bir tarafı yok: "Velev ki" yolsuzluk soruşturması dış mihrakların marifeti; o zaman yolsuzlukları sineye mi çekeceğiz? "Dış mihrakların ve çetelerin" teşhir ettiği yolsuzluklara "sayılmaz" mı diyeceğiz?

Bugün Resmi Gazete`de yer alan, Adli Kolluk Yönetmeliği`nde yapılan değişiklik, Başbakan`ın ilk gün "amirlerine neden bilgi vermediler" eleştirisinin yanlışlığına ters bir delil. Yönetmelik değişiyor ve en üst amire bilgi verme zorunluluğu getiriliyor. Bu delil aynı zamanda kriz yöneten karargâhın ne kadar dağılmış vaziyette olduğunu gösteriyor. "İçişleri Bakanı hakkında yürütülen soruşturmayı, içişleri bakanına haber verme zorunluluğu" anlamına gelen bu değişiklik, hukuk devletinin en temel rüknüne aykırı. CMK`da kapı gibi 157. madde var. Soruşturmalar gizli ve yönetmelik değişikliği ile "soruşturmanın gizliliğini ihlal" suçu ortadan kalkmaz. CMK`ya göre savcının emrinde soruşturmada görev alan polis, en üst amire haber verdiği zaman suç işlemiş olur ve tutuklanmak üzere kendisini hakîmin karşısında bulur. Doğrusu da budur.

Gemi yalpalıyor. Kaptan sakin bir limana ilerlemek yerine fırtınanın tam merkezinde kalmakta ısrar ediyor. Doğrusu, kangren olan kolu kesip atmak. "Soruşturma devam ediyor" diyerek, elinde güç bulunduranlar masumiyet karinesine sığınamaz. Tersine ellerindeki gücü, soruşturmanın selameti için kullandıklarını göstermeleri lazım. Doğal olanı, şaibeli bakanların anında görevden alınması ve aklanma iradesi sergilenmesiydi. Artık bu saatten sonra, rüşvet almakla itham edilen bir İçişleri Bakanı`nın emniyet teşkilatında yaptığı kıyımı kimse kolay kolay halka izah edemez.

Sert tartışmalar, sert kutuplaşmalar getiriyor. Taraf olmaya gerek yok; bu konu sadece haktan hukuktan yana olunacak bir durum. Sağduyu, gerçeğin ortaya çıkmasını emrediyor. Yolsuzluk yapan kulağından tutulacak ve cezasını çekecek; AK Parti varsa safralarından kurtulup yoluna devam etsin. Bu tartışmayı, parti aidiyetleri üzerinden sürdürmek ortak değerlerimize zarar verir. Rüşvet alındı mı? Yolsuzluk yapıldı mı? Bilmiyoruz. Adli kolluk yönetmeliği değişikliği gibi adımlar, Hükümet`in bu iddiaların üzerine gidilmesini engellemek için akla zarar işler yaptığını gösteriyor.

Türkiye "ameliyat yapılan bir ülke" haline gelmemeli. "Dış mihraklar, bakanlara rüşvet dağıtarak Türkiye`de ameliyat yaptılar" argümanını, "rüşvet almasalardı ve bu operasyonu yaptırmasalardı" cevabı çürütmek için yeterli değil mi?

Hükümetin yaklaşımı, soruşturmanın ötesinde Türkiye`nin hassas dengelerini sarsan ilave bir faktöre dönüşüyor. Başbakan için doğru tek ölçü var: Bakanlarına veya partisine değil, yönettiği Türkiye`ye sahip çıkmak. Su alan gemi Türkiye çünkü.

 

Yılmaz Özdil :

Emniyet müdürü

Polisti. İstanbul’a gelmeden önce, Mersin, Antalya, Gaziantep, Adana, Bursa, İzmir gibi büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı, mesleki tecrübesi zirvedeydi.

 
*
Celalettin Cerrah.
Polisti. İstanbul’a gelmeden önce emniyet müdürlüğü yapmıştı ama, hiç büyükşehirde görev yapmamıştı. Sorumluluğunu üstlendiği şehirler en fazla 250 bin nüfusluydu. Maalesef, İstanbul Emniyet Müdürü’yken, sinagoglar, banka, konsolosluk havaya uçtu, Hrant vuruldu.
*
Geriye doğru gidersek… Hasan Özdemir, polisti, İstanbul’a gelmeden önce Ankara, Samsun, Mersin, İzmir gibi büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı. Kazım Abanoz, polisti, İstanbul’a gelmeden önce Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı’ydı. Ramazan Er, polisti, Diyarbakır, Adana, Ankara gibi, kalabalık büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı. Kemal Yazıcıoğlu, polisti, İzmir emniyet müdürlüğü yapmıştı. Orhan Taşanlar, polisti, İzmir ve Ankara’da emniyet müdürlüğü yapmıştı. Necdet Menzir, polisti, Diyarbakır ve Kocaeli gibi büyükşehirlerde emniyet müdürlüğü yapmıştı. Mehmet Ağar, polisti, Ankara’da emniyet müdürlüğü yapmıştı.
*
Hamdi Ardalı.
Polisti. İstanbul’a gelmeden önce emniyet müdürlüğü yapmıştı ama, hiç büyükşehirde görev yapmamıştı. Sorumluluğunu üstlendiği şehirler en fazla 400 bin nüfusluydu. İstanbul Emniyet Müdürü’yken, ne Çetin Emeç kaldı, ne Turan Dursun, ne Hiram Abas, hepsini vurdular İstanbul’da… Dolandırıcılık, uyuşturucu, suç patladı. Hamdi Ardalı hac’dayken, İstanbul Adliyesi bile tarandı.
*
Ve şimdi, Selami Altınok.
*
Polis değil. Vali bile sayılamaz. Çünkü, alt tarafı bir senedir valilik yaptığı Aksaray’dan başka valiliği yok. İstanbul’un Aksaray semtinin nüfusu, valilik yaptığı Aksaray şehrinden daha kalabalık… İstanbul’da hiç görev yapmadı. Görev yaptığı Anadolu ilçelerinin en büyüğü, 60 bin kişi filan.
*
Yukardaki kariyerleri ve neticelerini tekrar incelemenizi rica ederim. İstanbul’u üniversite olarak kabul edersek… İzmir, Ankara, Adana, Mersin, Bursa gibi büyükşehirler, lisedir. Liseyi bitirmeden, üniversiteye geçemezsin. Büyükşehir tecrübesi olmayan emniyet müdürleri, kontrol edemez, kaçınılmaz olarak, İstanbul’da faciaya yol açar. Polis olmayan emniyet müdürü ise, resmen intihardır.
*
Selami Altınok’u küçümsemek manasında söylemiyorum… Bizzat kendisi “tanımaya çalışıyorum, farklı bir teşkilat, fazla ilgilenmediğim bir teşkilat, öğrenmeye gayret ediyorum” diyor. Daha ne desin?
*
Yanılmak umuduyla… Ama maalesef, yanılmayacağımdan emin olarak yazıyorum. Malum şahısların koltuğunu ve çocuklarını korumak için, 17 milyon insanın emniyeti, güvenliği, hayatı riske atıldı.
 
 

Ahmet Hakan :

Amerika mı getirdi ki Amerika götürecek?

ULUSALCILAR ağızlarını patlatırcasına haykırıyorlardı: Amerika mı getirdi ki Amerika götürecek? “Bunları Amerika getirdi”. “AKP bir Amerikan projesidir” diyorlardı, “Büyük Ortadoğu Projesi” diyorlardı, “Yeşil kuşak” diyorlardı, “ABD’nin ılımlı İslam’ı” diyorlardı...

Hiçbir zaman anlamlı bulmadım bu tür komplo teorilerini...
AK Parti’yi Amerika falan getirmedi. 
Toplumsal dinamikler getirdi... Ülkenin koşulları getirdi... Erdoğan ve arkadaşlarının mücadeleleri getirdi... Halk getirdi...
Amerika da “gelen” ile gayet iyi bir şekilde çalıştı.
Tabii “gelen” de Amerika ile gayet iyi bir şekilde çalıştı.
*
Peki ya şimdi?
Nasıl ulusalcılar “bunları Amerika getirdi” diyorsa...
Şimdi de iktidar çevreleri “Amerika bizi götürmek istiyor” diye dert yanıyor.
Amerikan Elçisi’ne atarlanmalar falan...
*
Benim görüşümüm ise aynı:
AK Parti’yi Amerika getirmedi, götüren de Amerika olmayacak.
AK Parti kalacaksa da, gidecekse de...
Bunu ancak toplumsal dinamikler belirleyecek, ülke koşulları belirleyecek, Erdoğan ve arkadaşlarının olup bitenler karşısında
sergiledikleri tutum belirleyecek ve hepsinden önemlisi halk belirleyecek.
Erdoğan neden artık farklı davranamıyor?
GEZİ’de fırsatı kaçırmıştı.
İki geri adım, bir güçlü özür dileme, içtenlikli bir yaklaşım, ateşi söndürecek kuvvetli bir gönül alma atağı falan...
Bunları yapsa...
Aleyhine yürüyen bir “mesele”yi, belki de lehine döndürecekti.
Yapmadı... Yapamadı.
*
Şimdi de aynı tablo...
Hiçbir değişiklik yok.
*
- “Yolsuzluk yapan bakan oğlu da olsa hapse girer” diye gürlese...
- “Bakan falan dinlemem... Sonuna kadar üzerine giderim” diye haykırsa...
- Anında alsa adı geçenleri görevden...
- Hiç değilse Muammer Güler’e “Abi kusura bakma... Bir yandan polis tarafından oğlun gözaltına alınıyor, bir yandan da sen polisi
görevden alıyorsun... Böyle şey olmaz... Sen en iyisi şöyle bir kenara çekil” dese...
- “Suç kişiseldir, birkaç kişi için koca parti töhmet altında bırakılamaz” şeklinde bir savunma stratejisi kursa...
- Soruşturmaların önünü açsa... Hatta soruşturucuların bile beklemediği oranda açsa...
- Soruşturmayı yürütenlere samimi bir şekilde teşekkür etse... Polise ses etmese, hatta “helal olsun” dese...
Belki de bu fırtınayı dindirecekti.
Aleyhine olanı tam olarak lehine döndüremese de alacağı hasarı minimuma indirip en azından tabanına moral aşılayacaktı.
Fakat işte görüyorsunuz:
Yapmadı, yapmıyor. Tıpkı Gezi’de olduğu gibi...
*
Peki ama neden?
Neden Erdoğan önüne gelen fırsatları kaçırıyor?
*
Soruya en az 7 maddelik cevap verilebilir ama en önemli madde şudur:
Son birkaç yıldır etrafındakilerin de gayretleriyle oluşturulan bir Tayyip Erdoğan imajı var.
“Tayyip Erdoğan geri adım atmaz / Tayyip Erdoğan adam yedirmez / Tayyip Erdoğan otoritesinin milim sarsılmasına bile tahammül
edemez / Tayyip Erdoğan kimsenin aklıyla hareket etmez / Tayyip Erdoğan her şeyin en iyisini ve en doğrusunu bilir” diye
özetlenebilecek bir imaj...22 122013 Hürriyet
Erdoğan işte bu imajın esiri olduğu için fırsatl
‘Bağzı’ şeyler
- Daha maklubenin tadına varamadan lahmacuna geçiş yapıldı... Ben her ikisinden de uzak duruyor ve “sushi” diyorum... 
- Fethullah Hoca’nın son vaazındaki “beddua” bölümü... Son dönem hiçbir sesli görsel, sosyal medyada bu denli paylaşılmamıştı...
Ulusalcılar ve Ergenekoncu diye suçlananlar Gülen’in sözlerini, hükümetçiler ise vaktiyle Ergenekon suçlusu diye gözaltına alınanların
sözlerini yayıyorlar... Çarşı hiç bu kadar karışmamıştı sizin anlayacağınız. Tam bir kaos.
- Halk Bankası Genel Müdürü “o paralar imam hatip içindi” demiş... Eğer doğruysa bu iddia... Bir imam hatipli olarak sesleniyorum:
Müdür, bu işe bizim mektebi bulaştırmasan.
- Bütün bunlar biraz da “yedirmeyiz” sloganı nedeniyle oluyor... O sloganla öyle bağladılar ki kendilerini... “Biz koca hükümetiz, koca
partiyiz, aha bu da içimizden çürük çıktı, yolları ayıyoruz” diyemiyorlar... Kim bulmuştu o sloganı?
- Gezi’ye karşı dini motifli, başörtülü, camili, darbeli tezler az da olsa tutuyordu... Peki ya Cemaat’e karşı? Allah desen, onlar da Allah
diyor... Cami desen, onlar da camiye gidiyor... Başörtüsü desen, onlar da başörtülü... Ayet desen onlar da ayet okuyor. Hadis desen
onlar da hadis okuyor... Darbe desen, darbeye karşı mücadelenin kralını beraber yapmışlar... Kısacası bir “sıkıntı” var ki sormayın
gitsin.
- Herkes gibi ben de soruyorum: Yiğit Bulut yine sahnede yerini aldı, cansiperane savunuyor... İyi de “öbürü” nerede? “Öbürü”, yani
Melih Gökçek? Neden bırakın bir gecede beş kanal gezmeyi bir “tivitçik” olsun atmıyor?
İçişleri Bakanı’nın oğul acısını nasıl dindirdiler?
YÖNETMELİĞİ değiştirerek...
*
Yapılan değişikliğe göre...
Bundan böyle...
Polis, yolsuzluk yaptığı öne sürülen İçişleri Bakanı’nın oğluna operasyon yapmadan önce...
Müdürüne, müdürü genel müdüre, genel müdür de İçişleri Bakanı’na bilgi verecek.
Böylece hiçbir içişleri bakanı baba, oğlunun gözaltına alındığı haberini televizyondan öğrenerek acı çekmeyecek.
*
İyi de acıları hiç dinmeyen babalar ne olacak?
Berkin’in babası, Ali İsmail’in babası, Medeni’nin babası, Ethem’in babası falan...
Onlar için de değişecek mi bir gecede yönetmelikler?
Bu işlere İslam’ı alet etmeyin
YOLSUZLUK iddialarını önemsizleştirmek, hırsızlık soruşturmasını gölgelemek, iddiaları değersizleştirmek gibi amaçlarla...
İslam’dan, ayetlerden, hadislerden, siyerden yararlanmaya çalışmak...
Millet nezdinde İslam karşıtı propaganda yapmak gibidir.
*
Şu üç günlük dünyada “aman iktidarımıza zeval gelmesin” amacıyla kutsala bu kötülüğü yapmaya başta ilahiyat profesörleri ve cami
imamları olmak üzere hiç kimsenin hakkı yoktur.
Birisi Başbakan’a şu dört şeyi anlatsın
- BİR: Yargı ve yürütme birbirinden ayrı iki erktir... Polis, savcının verdiği bir görevi yerine getirirken yargının emrindendir, yürütmenin
değil... Dolayısıyla savcının verdiği görevi yerine getiren polise “yürütmenin mensubu” denmez, denemez.
- İKİ: Polis, hırsızlık yapıldığı şüphesiyle bastığı bir evde kimsenin haklarını ihlal etmeden istediği gibi oturur. Bacak bacak üstüne atma
buna dahildir. Polisin asıl yapmaması gereken şey, şüphelinin karşısında hazır ola geçmektir.
- ÜÇ: Polis, hırsızlık yapıldığı şüphesiyle bastığı bir evde arama yaparken yemek de yiyebilir... Tabii dışarıdan söylemek, o evin yemeğini
yememek kaydıyla...
- DÖRT:- DÖRT: Polisin bacak bacak üstüne atması ya da lahmacun yemesi dile dolanacak şeyler değildir. Dile dolanacak mesele polisin,
aramayı yaparken oraya sahte suç delili yerleştirip yerleştirmemesidir. Böyle bir durum varsa bu durum mesele edilir


Melih Aşık :

Velev ki hedef o!

Velev ki rüşvet operasyonunun temel amacı Tayyip Erdoğan’ı iktidardan düşürmektir... Bunun böyle olması rüşvet ve soygunun varlığını ortadan kaldırmaz ki... Halka “Önemli olan götürülen milyon dolarcıklar değil onu kimin ortaya çıkardığı” diyemezsiniz, gülerler. Tayyip Erdoğan, Gezi krizi gibi bu krizi de yönetemedi. İçişleri teşkilatını temizlemeye Bakan Güler’den başlamış olsaydı, en azından kendi seçmenine karşı inandırıcı olabilirdi. Ama şimdi kimseyi doğru iş yaptığına ikna edemez. Bakın AKP’li Ertuğrul Günay ne diyor:
“Önce adı iddialara karışanlar soruşturmanın sağlığı için istifa etmeliydi. Bunu yapmadan, yolsuzluğu ortaya çıkaranları suçlamak yanlıştır.
Hakkında takip yapılan kişinin (Bakan Muammer Güler) operasyon sürerken emniyette tayin yapması, soruşturmaya müdahaledir; affedilmez hukuk ihlali ve suçtur.
Adli takibin yürütmeye bilgi vermemesi yasa ve usul gereğidir. Bundan şikayetçi olanlar, hukukçu değil mahalle bekçisi bile olamaz!” (Hedef Başbakan)
Peki bu operasyonun arkasında Tayyip Erdoğan’ı koltuktan düşürmek var mı?
Mümkündür olabilir... Hatta bunun da ötesinde ABD’nin “Ilımlı İslam” sürecine karşı bir darbesi de (Mısır’ın devamı) söz konusu olabilir. Bu işte cemaat kullanılıyor olabilir. Ama bütün bunlar yağmayı ve Başbakan’ın yağma ile ilgilenmemesini tam tersine rüşvetçilere kol kanat germesini mazur göstermiyor...

 

Avcılar, savcılar
Soruşturmanın asıl yürütücüsü Savcı Celal Kara’ya “yardımcı” olmak üzere 2 savcı daha atanması... Ama bir hukuki ihtilaf söz konusu olduğunda “iki savcının oyu bir savcıyı geçer” kuralının konması. Bu normal mi? Eski savcı CHP milletvekili Süha Aldan sorumuza diyor ki:
“Çok sanıklı soruşturmalarda yardımcı savcılar atanması normaldir. Ama bizim adliye geleneğimizde bu savcılar sadece ifade almada ana savcıya yardımcı olurlar. Siz, üç savcı arasında bir hukuki ihtilaf çıktığında oy çoğunluğuna bakılır derseniz bu resmen ana savcıyı etkisizleştirmektir.”
* * *
Başbakan Erdoğan’a göre bütün olup bitenler bir çetenin eseri... Peki çete kimin eseri? Ömer Süha Aldan anlatıyor:
“Devlete sızmış bir çetenin var olduğunu bu ülkenin en tanınmış istihbaratçılarından Hanefi Avcı yıllar önce belgeleriyle birlikte kitap halinde ortaya koyduğunda Sayın Başbakan’ın tavrı ne olmuştu? Avcı’yı derhal görevinden alıp bugün şikayet ettiği o çetenin devlete sızmış güçlerine teslim edip hapse attırmak olmuştu. Peki, bu çeteye karşı önlem alınmasını isteyen MGK kararının altına imza atıp daha sonra o kararları uygulamayan ve bunu bir marifetmiş gibi söyleyen kimdi? Bugün o çeteden şikayet eden Başbakan. Çeteyi her türlü kirli işte kullan... Ama bir gün gelip çete sana yönelince feryat figan et. İş işten geçti. Geçmiş olsun.”

 

Birilerinin özel kalem müdürü “Para sayma makinesini polis koydu” demiş.
Camideki bira şişesinin selamı var dostum...
Sibel

 

SANDIK
Şimdi ağızlarda bu sakız var... En son Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun ağzından duyuldu:
“Ak Parti yanlış yapıyorsa, Ak Parti rüşvet yiyorsa, Ak parti yolsuzluk yapıyorsa, millet sandıkta bunun hesabını sorar. 30 Mart’ı bekleyin...”
Memlekette yargı çalışmaz hale gelmişse o memlekette adil seçim olabilir mi? Hem sandıkta hesap nasıl sorulacak. Yerel seçimde oyumuzu AKP adayına değil CHP adayına verirsek milyonluk hırsızlığın hesabı sorulmuş mu olacak? Ne akıllı şey bunlar...

 

AKP’ye yönelik
bu yolsuzluk soruşturmasını başkası yapsa çoktan
“din düşmanı”
ilan edilmişti!
* * *
Analar!
Üç, beş önemli değil! Hırsız doğurmayın yeter!
* * *
Tarikatçı partinin yolsuzluğunu Cemaatçi ortağı açıklıyor!
Hani “Allahın sopası” yoktu?
Akif Kökçe

 

KUTU
İnternet sitesinde Halk Bankası Genel Müdürü’nün evindeki ayakkabı kutularından dolar ve liraların çıkarılışını izliyoruz.
Para birçok kutuya dağıtılmış. Bazı kutu az dolu, bazı  kutu yarım dolu, bazısı çok dolu. Paralar belli ki adamın değil. Bir yerlere dağıtılacak. Anlaşılan her kutunun sahibi var. Acaba kutular kimlere gidecekti? Bunları savcılıktaki ifadesinde söylerse şenlik daha da büyüyecektir.

 

YURT
CHP milletvekili Nur Serter Başbakan’a soruyor:
“Fatih Belediyesi’nin, 8.000 m2 arsa üzerine yaptırdığı Mevlanakapı Kız Öğrenci Yurdu’nu, 25 yıl süre ile bedelsiz olarak, Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı’na (TÜRGEV) devredildiği bilinmektedir. Sayın Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın genel kurul üyesi olduğu TÜRGEV’in toplam 12 öğrenci yurdunun sahibi olduğu resmi internet sitesinden www.turgev.org anlaşılmaktadır.
- Diğer 11 yurt da AKP’li belediyelerden bedelsiz olarak mı alınmıştır?
Serter yurt odalarının aylık 500 TL’ye kadar fiyatlarla kiralandığını da kaydediyor.

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

xxxbraveheartx

xxxbraveheartx resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  22.Ara.2013 Pzr 14:26:29sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
Zamlar kapıda desene.
CC sohbet icin buraya
  Mesaj Ekle, arkadaş oyun sohbet icin cagir