ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul

sohbet banner
tavla okey sohbet forumu
5 Haziran 2024, Çarşamba 15:57   
kız arkadaş sohbet linki

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

  Jelin> Forum Mesajları
    Jelin'e ait Toplam 3709 Forum Mesajı var
<<1...100...200...295296297298299300301302303304305 306307308309310311312313314315...371>>


Jelin

Jelin resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Öylesine muhabbet >kızların küfür etmelerine ne diyorsunuz?>
  8.Oca.2007 Pzt 14:46:47

 

Benim gözümde herkes aynı kız olsun erkek olsun küfür kendini ifade edemeyen insanların seçtiği bir yoldur.Sebebi ise kişinin eğitimsizliğidir.Akademik anlamda bir eğitimden bahsetmiyorum. Bu insan olmakla alakalı bişey.Kelime dağarcığının kendini ifade etmek için yeterli olmamasıyla alakalı bişey.İnsanların tartışmalarıda bir şekilde iletişim yoludur ama seviye korundukça

 



Jelin

Jelin resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> ChatCity ile ilgili her şey >Merak Edilenler >BİBERRRRRR>
  8.Oca.2007 Pzt 14:39:08
fiogf49gjkf0d
sayın şunu aaaa  tembellere bakkk


Jelin

Jelin resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Öylesine muhabbet >sevdiğinizmi? canınızmı?>
  8.Oca.2007 Pzt 14:37:50

 

İkileme bak şimdi Ölünce diyorlarki olan ölene oldu sevdiğinizden kastınız sevgiliyse ( Direkt yazamıyorum fiyuv bişey yazmadan kaçsam mı ) politik cevap vereyim  O anki ruh halime bağlı puhhahahhahah yok evlat falansa 1 saniye düşünmem Allah benim ömrümü evladıma versin der canımı veririm



Jelin

Jelin resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> ChatCity ile ilgili her şey >Merak Edilenler >CC ÖZEL MESAJDA KAÇTANE MESAJINIZ VAR :P>
  8.Oca.2007 Pzt 14:33:26
·xRevengex· :
Jelin :

 

Ben merak etmiyorum edenler adına soruyorum

Benim kaçtane olduğunu bilahare yazcam beklediğim mesajı alamadım da

  jelincim bu özel konuları neden açtın?(kaç tane sevgilim var yani!)



Jelin

Jelin resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >CUMHURİYET TÜRKİYENİN TÜRKİYEDEN YÖNETİLMESİDİR>
  8.Oca.2007 Pzt 14:29:27
Ben teşekkür ederim duyarlı davranıp okuduğunuz için


Jelin

Jelin resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ>
  8.Oca.2007 Pzt 14:27:23

               Korkmamalısınız.   En büyük bizi birbirimize bağlayıcı etkenlere bağlılığımızı sıkılaştırmalıyız ve  inanmalıyız

iSTiKLAL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk a tapan milletimin istiklal.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
Medeniyyet! dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va dettiği günler Hakk ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır  rûh-ı mücerred gibi yerden na şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk a tapan milletimin istiklâl!

Mehmet Akif Ersoy



Jelin

Jelin resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >CUMHURİYET TÜRKİYENİN TÜRKİYEDEN YÖNETİLMESİDİR>
  8.Oca.2007 Pzt 14:20:26

Türkiye Cumhuriyeti ni kuran Mustafa Kemal Atatürk ün, öğrencilik yıllarından bu yana cumhuriyet rejimini benliğinde bir ulusal sır gibi sakladığını daha sonraki sözlerinden anlıyoruz. Her şeyiyle özgün bir yapı olan Cumhuriyet, yoğun saldırılara karşı ayakta durabilmeyi başarabildi.

Cumhuriyet halka dayanır, Atatürk ün ifadesiyle Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir. Cumhuriyet ayrıca güncel anlamıyla, Türkiye nin Türkiye den Türkler tarafından yönetilmesidir...

Türkiye ısrarla bir Cumhuriyet tartışmasına, rejim kargaşasına, devlet-millet çelişkisine ve bölünme ortamına çekilmek isteniyor. Demokrasiyi çoğaltmak için, Cumhuriyeti azaltmak gerektiğini savunanlar, Cumhuriyet in kuruluş felsefesine ve kurucu iradesine saldırmakta, rejim muhalifliği ile devlet düşmanlığını birbirine karıştıranlar da, ulusun önündeki en büyük engel olarak devleti gösteriyorlar. Oysa tarihi gerçekler, bu görüşleri çürütmektedir.

İKİ ANAHTAR SÖZCÜK

Türkiye Cumhuriyeti nin niteliklerini, amaçlarını, başarılarını, zaaflarını, tehlike altında bulunan kazanımlarını tartışırken, Türkiye nin ulusal, bölgesel ve küresel ölçekte, tarihsel bir kırılma noktasında, aynı anda yapılan SAVAŞ ve DEVRİM le kurulduğunu hiç akıldan çıkarmamak gerekir. Kurtuluş Savaşı yla başlayan ve Cumhuriyet le taçlanan kavganın amacı, iç ve dış dinamiklerin baskısıyla tarih sahnesinden çekilen Osmanlı İmparatorluğu nun kulundan, Cumhuriyet in yurttaşını yaratmak, çokuluslu, çok dinli, çok dilli, çok etnisiteli bir tebaadan, padişahın ümmetinden, çağdaş bir ulus çıkarmak, Misak-ı Milli sınırları içinde, üniter ve laik bir ulus devlet, halk egemenliğine dayanan, demokratik bir rejim kurmaktır. Ve gelinen noktada Cumhuriyet, tüm eksiklerine karşın amacına ulaşmıştır. İçeriden ve dışarıdan gelen tüm çullanışlara karşı, büyük bir direnç ve özveriyle kendini savunması da, hem temelindeki harcın, hem de kurucu kadrolardaki inancın sağlamlığının kanıtıdır.

Cumhuriyet, devletleşirken uluslaşan, uluslaşırken devletleşen Türk Halkı tarafından kurulmuştur. Atatürk, ulusu şöyle tanımlar: "Türkiye Cumhuriyeti ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir." Bu söz hem çok derin ve kapsayıcı, hem de matematik formülü kadar açıktır. Halk, yani ulusun maddi unsuru, Cumhuriyeti kuran temel irade ve güçtür. Türk Milleti onun adıdır. Türkiye ise onun yurdu, vatanıdır.

Atatürk, Kurtuluş Savaşı nın lideri olarak, ulusun tüm bileşenlerini, hem de Milli Meclis yoluyla davaya ve kavgaya katarken, kurucu önder ve büyük bir devrimci olarak da egemenliğin kökünü, kaynağını, tanımını değiştirmiştir. Egemenliği gökten yere indirmiş, kişiden alıp ulusa vermiş, dini, ilahi olmaktan çıkarıp, laikleştirmiş, dünyevileştirmiştir: "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir"

Halkın tüm katmanlarını, dil, din, ırk, mezhep birliğinin çok ötesine, üstüne, üzerine taşıyarak, ulusun bileşenleri olarak kucaklaması, varsıl-yoksul, köylü- kentli, genç-yaşlı, kadın-erkek, Batılı-Doğulu demeden herkesi aynı mücadele içinde biraraya getirmesi de her anlamda eşit yurttaş, ulus kimlik ve ortak vatan kavramını oluşturmuştur: "Ne mutlu Türküm diyene"

Bu tanım içinde Türk, kendisini Türk olarak hisseden, Türk Ulusu nun parçası, bireyi olarak gören vatandaştır. Milli Mücadele döneminde oluşan toprak, kültür, yazgı ve ülkü birliği etrafında kenetlenenler Türk Ulusu nu oluştururlar. Ve burada kastedilen Türk, ırk ya da etnisite anlamında değil, üst kimlik, ortak kimlik, yurttaşlık kimliği, yurttaşlık bağı, ulusal aidiyet bilinci anlamında kullanılır. Türkiye Cumhuriyeti o ulusun devleti, Türkçe de o ulusun tek, ortak ve resmi dilidir. Atatürk ün sözleriyle, "Türk demek, Türkçe konuşan demektir". Yurttaşların kader birliği ve birlikte yaşama iradesi, ulus bilincinin gelişmesinde, milli birliğin güçlenmesinde en büyük itici güçtür. Bu nedenle günümüzde "Ne mutlu Türküm diyene" diyemeyenlerin, Türk kimliğini salt bir yurttaşlık bağına ve anayasal tanıma indirgeyip, sıkıştırmaları sadece eksik ve yanlış değil, bunun çok ötesinde tehlikeli bir yaklaşımdır.

YA İSTİKLAL YA ÖLÜM

"Ben Cumhuriyeti vicdanımda milli bir sır gibi sakladım" diyen Mustafa Kemal in bu milli sırrı, Kurtuluş Savaşı ndan da önce, askeri öğrencilik yıllarında şekillenmeye başlamıştır. Süreç içinde Gazi, özellikle de Milli Mücadele yle birlikte dehasını, farkını ortaya koymuştur. Atatürk, kapsamda, yöntemde ve amaçta, yol arkadaşlarının büyük bölümünden farklı düşünmektedir. Kapsamda farklıdır. Çünkü daha Kurtuluş Savaşı başlamadan önce, işgale uğrayan bölgeler başta olmak üzere yurdun dört bir yanında kurulan Redd-i İlhak ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ni Sıvas Kongresi nde tek bir çatı altında toplamış, halkı sadece yaşadığı yöreden değil, vatanın tamamından sorumlu tutan bir anlayışı yerleştirmiştir. Aynen cephede yaptığı gibi: "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Ve o satıh bütün vatandır". Çünkü "Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terkedilemez".

Atatürk yöntemde farklıdır. Çünkü dönemin en seçkin aydınlarının, en yetkin kadrolarının Amerikan mandasını, İngiliz himayesini önerdikleri, Anadolu nun sesini gösterilerle, toplantılarla, yabancı gazetelere verilecek ilanlarla dünyaya duyurmayı tartıştıkları bir dönemde, kurtuluşun ve bağımsızlığın yolunu, milletin azim ve iradesinde, kendi geleceğine el koymasında ve yurdunu silahla savunmasında görmüştür: "Ya istiklal, ya ölüm"

Atatürk amaçta farklıdır. Kurtuluştan sonra, kuruluş aşamasında da görüldüğü gibi, Milli Mücadele nin öncü kadroları arasında yaşanan görüş ayrılıklarında Gazi, genelde yalnız kalmıştır. Çünkü O bu kavgayı, saltanat ve hilafet için yapmamıştır. En başından beri kararı kesindir: "Ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız, yeni bir Türk Devleti kurmak"

ULUSAL VE KUTSAL SACAYAĞI

Gazi nin kurduğu Cumhuriyet bu nedenle şu ulusal ve kutsal sacayağı üzerinde yükselir: Hakimiyet-i Milliye, İstiklal-i Tam ve Misak-ı Milli. Cumhuriyet, hedeflerine ulaşmak için de şu üç misak-ı milli yi çok önemser: Toprak, maarif ve emek misak-ı millisi. Cumhuriyet, bu üç unsuru da kullanarak, farklılıkları değil ortaklıkları, ayrılıkları değil aynılıkları kurumsallaştırma çabasındadır. Bu bağlamda, ülkemizdeki uluslaşmayı bir ulusal alaşım modeli olarak özgün bir yere oturtmak gerekir.

Uluslararası ticari uyuşmazlıklarda Türk Yargısı nı devre dışı bırakan Uluslararası Tahkim kabul edilse, devletçilik resmen anayasadan çıkarılsa da, laikliğin hergün altı oyulsa da, Cumhuriyete saldırmak moda olsa da, AB nin Türkiye nin bağımsızlığı, bütünlüğü, egemenliği ve onurunu zedeleyen dayatmalarına karşı çıkmak "dinozorluk" sayılsa da, uzun yıllar Türkiye Cumhuriyeti Devleti nin temel nitelikleri, Kemalist Devrim in programı ve simgesi olan altı okla özetlenmiştir: Cumhuriyetçilik, Laiklik, Ulusçuluk, Halkçılık, Devletçilik, Devrimcilik. Bu ilkelerden ilk üçü Fransız Devrimi nden, diğer üçü ise Ekim Devrimi nden esinlenilerek, ülkemiz koşullarına uyarlanan, bu topraklarda harman edilen ilkelerdir. Her bir ilke diğerlerinin tamamlayanı, bütünleyeni, olmazsa olmazıdır. Bu ilkeler, ülkemizdeki atılımların, açılımların, adımların temeli, altyapısıdır.

Cumhuriyetçi aydınlanma, eşit yurttaş, özgür akıl ve bilimin yol göstericiliğidir: Cumhuriyet rejimi, kendisine muhatap olarak yurttaşı alır, yurttaşa güvenir, yurttaşa sorumluluk yükler. Kula, müride, tebaaya, feodalizm kalıntısı unsurlara, tarikatlara, cemaatlere kaşıdır. Altkimliklere saygı duyar, ama üstkimliği sever, ciddiye alır ve önemser. Zira kamusal alan, yurttaşın alanıdır, yalnız ve ancak yurttaşındır. O alanda eşit hak ve özgürlükler, eşit ödev ve sorumluluklar vardır. O alanda yurttaşın dini, dili, ırkı, etnik kökeni, rengi, cinsiyeti, mesleği, geliri, statüsü değil, sadece yurttaşlık kimliği dikkate alınır. Bu kimlik dışındaki kimliklerin, kamusal alana çıkıp, etkili olmak istemelerine karşı çıkan Cumhuriyet, özel alan tercihlerine, özel alanda kalmaları, kamusal alana çıkmamaları şartıyla saygılıdır. Devlet, yurttaşına eşit hizmet ve fırsat sunmakla yükümlüyken, yurttaş açısından devletine ve ulusuna sadakat esastır. Cumhuriyet in, bir üst yapı kurumu olan eğitime olağanüstü önem vermesi, adının önünde "Milli" sıfatı bulunan iki bakanlıktan birinin Milli Eğitim Bakanlığı olması, Atatürk ün dünyada "başöğretmen" olarak da anılan tek önder olması ve ülkemizde 24 Kasım ın Öğretmenler Günü olarak kutlanması, hep bu bilim ve aydınlınma arayışının örnekleridir. Atatürk e göre; "Cumhuriyet fazilettir"

DİĞER ÖZELLİKLER

Cumhuriyet insan haklarına saygıdır: Cumhuriyet için insan hakları kavramının merkezinde insan vardır, demokrasilerde insan haklarının siyasal kümeler, etnik gruplar, dinsel cemaatler için değil, bireyler için olduğuna inanır. Herhangi bir özel alan tercihine verilecek özgürlüğün, özgürlük değil; imtiyaz, ayrıcalık, diğer tercihlere karşı potansiyel baskı unsuru, hak ihlali olduğunu savunur. Hiç kimseye hiçbir anlamda ayrıcalık, üstünlük, imtiyaz tanımaz. Bu yüzden Cumhuriyet, gerek egemenlik tanımındaki işlevi, gerek özgürlük ve demokrasiyle olan yakın ilişkisi, gerek bilimsel düşüncenin temeli olması, gerekse de her türlü inancı, baskılara karşı koruması nedeniyle laiklik konusunda son derece kıskançtır.

Cumhuriyet siyasal bilinçtir: Ulusu oluşturan ve birbirlerine her zaman din, dil, ırk, etnik köken bağlamında benzemeyebilen insanların, ulusun eşit yurttaşları olduklarına inanmaları ve duydukları aidiyet nedeniyle övünmeleri, ulusu siyasal bir kavram yapar. Türkiye Cumhuriyeti bunun çok parlak ve seçkin bir örneğidir. Kendine özgü bir süreç izleyen, Batı daki sanayileşme, burjuvalaşma, uluslaşma kısaca modernleşme sürecini yaşamayan Cumhuriyet, dışarıda emperyalizme, içeride ise onun işbirlikçilerine, feodalizm artığı kalıntılara karşı verilen savaşla kurulduğu için, ondaki ulusal egemenlik bilinci en üst düzeydedir. Bu bilinç, "Kuvayı Milliyeyi amil (etken), irade-i milliyeyi hakim kılan" Atatürk ün tüm adımlarına ve kurumlarına dayanak oluşturmuştur. Mücadelenin siyasal örgütünün adı Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti dir, yurdu savunanlar Kuvayı Milliye dir, Kemalist önderliğin resmi, yayın organlarının adları İrade-i Milliye ve Hakimiyet-i Milliye dir, devrimci ve gazi meclisin adı ise Türkiye Büyük Millet Meclisi dir.

İKTİSATSIZ İSTİKLAL OLMAZ

Cumhuriyet eşitlik, sosyal devlet, bütüncül kalkınma ve planlamadır: Cumhuriyet elbette özgürlükçüdür. Ama özünde devrimci olduğu için, özgürlüklerin toplumdaki eşitsizlikleri kökleştirip, kurumlaştırıp, derinleştirmesine karşıdır. Bu bağlamda eşitlikçi yanı ağır basar. Yurttaşlarının eğitim ve sağlık başta olmak üzere, sosyal devletin kazanımlarından yararlanmalarına çalışır, onlara kol kanat gerer. Halk arasındaki "Devlet babadır" deyişi buradan gelir. Atatürk ün deyimiyle, "Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir". Büyük önder, askeri zaferlerin iktisadi zaferlerle tamamlanmasını istemiş, ekonomik bağımsızlık olmadan, siyasal bağımsızlığın olamayacağının altını çizmiştir. O na göre "İktisatsız istiklal olmaz". Cumhuriyet, devletin eşitsizlikleri azaltmada, kamucu ve müdahaleci rolü olduğuna inanır. Gelişmeyi sadece ekonomik düzlemde ele almaz, köprü, yol, fabrika ve baraja indirgemez. Bunların eğitim, bilim, kültür ve sanatla beslenmesini, tamamlanmasını ister, yani bütüncül kalkınmayı savunur. Halk Evleri, Halk Odaları, Köy Enstitüleri, Millet Mektepleri, onca yokluk ve yoksulluk içinde yurt dışına eğitime gönderilen ve yurda dönüşlerinde "Cumhuriyete Kanat Geren", o eli öpülesi, emeği unutulmaz, hakkı ödenmez "Vazife Kuşağı nı" oluşturan gençler, Harika Çocuk yasası, bizzat Atatürk ün öncülüğünde ve himayesinde açılan sanat kurumları, devletin tiyatroya, müziğe ve müzelere verdiği destek, ülkemize çağrılan bilimadamları, mimarlar, şehir plancıları, Üniversite Reformu hep bu bütüncül kalkınma hamlesinin yapıtaşlarıdır. Bu adımların yurdun her yanına dağılması için devletin öncü ve planlamacı olması esastır.

Cumhuriyet, Türkiye yi Türkiye den yönetmektir: Milli İrade nin Milli Mücadele yle ve Milli Demokratik Devrim le kurduğu Cumhuriyet, ülkemizde demokrasiyi doğurmuştur. Oysa kuramsal olarak, cumhuriyet ve demokrasi birbirlerini ille de zorunlu kılmazlar. Adında krallık olan demokratik ülkeler (İngiltere, İspanya ve Avrupa daki diğer monarşiler) olduğu gibi, adında cumhuriyet olan ama demokrasiyle ilgisi olmayan ülkeler de (Ortadoğu daki pekçok ülke) vardır. Türk modelinin özgünlüğü, daha kuruluş aşamasında başlar. Bülent Tanör ün tanımıyla "halklı ve haklı bir kavganın" eseridir. Bu savaşın dev ve devrimci önderi, "az zamanda çok ve büyük işler başaran" dehasıyla, ekonomi, eğitim ve savunmadaki ulusalcılığıyla, bağımsızlık, egemenlik ve eşitlik konusundaki kıskançlığıyla, Milli İrade konusundaki radikal, uzlaşmaz, köktenci, ödünsüz tavrıyla, düzen değiştirirken, sadece yıkmayıp, yerine daha ilerisini koyan devlet kuruculuğuyla Jakobendir. Atatürk bu yüzden, "İdare-i maslahatçılar esaslı inkılap yapamaz" der.

Cumhuriyetçi, Kemalist, ulusalcı kadroların, neoliberallerden ve 2. Cumhuriyetçilerden farkı da burada ortaya çıkar. Bir Cumhuriyetçi sandık yoluyla ülkenin rejiminin değiştirilebileceğine inanmaz. Ülkenin bölünmesini, merkezi yapının tasfiyesini, eyalet sisteminin gelmesini savunanlar, sandıktan birinci çıksa dahi, ülkesinin bölünmesine izin vermez. Sayısal çoğunluk ile milli irade arasındaki farkı, siyasal meşruiyetin milli iradeyle ilişkisini bilir. Bir neoliberal demokrat için ise sandık herşeydir, ondan çıkan esastır, sonuçlarına uymak şarttır. Sina Akşin in deyimiyle "Ülkemizde sandık adeta kutsal inektir". Kısacası Cumhuriyet, Brüksel ya da Washington merkezli bakış açılarına karşı, Ankara merkezli bakış açısı, Türkiye nin, Türkler tarafından, Türkiye den yönetilmesidir.

Not: Alıntıdır sizlerle paylaşmak istedim




Jelin

Jelin resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Öylesine muhabbet >Deportivo sahasındaki TÜRK BAYRAĞI>
  8.Oca.2007 Pzt 14:04:16
fiogf49gjkf0d

Deportivo nun sahasında hep bir Türk bayrağı bulunuyor. Hiç düşündünüz mü? İşte hikayesi:

İspanya ligindeki maçları izlerken dikkat ettiniz mi, Deportivo nun sahasında hep bir Türk bayrağı bulunuyor. Ya tribünlerde yada stadın başka bir yerinde.

Neden dersiniz? Hiç düşündünüz mü? İşte hikayesi: Deportivo La Coruna´nın kale arkasındakı Türk bayrağının anlamı, Galesia bölgesinin takımıdır, eskiden Türkler in orada yasadığı rivayet edilir!

Deportivo lu taraftarlar ile Celta Vigo´lu taraftarlar birbirlerini hiç sevmiyorlarmış. Asağı yukarı 20 yıl önce Celta Vigolular bu nedenle Deportivolular a Türk demeye başlamışlar, ama hakaret anlamında. Deportivolu taraftarlar bunu hiç hakaret diye algılamamışlar. Hatta kendi deyimleri ile ´Türk gibi güçlü´ görünmekten cok hoşlanmışlar.

İşte bu yüzden her maçlarında en az bir Türk bayrağı açıyorlar. Bir daha baktığınızda dikkat edin, yüzde yüz görürsünüz.

konuyla alkalı 25 aralık 2005 tarihli hürriyet gazetesindeki mehmet çiftçinin haberi şöyleydi.

Celta Vigo ile Deportivo La Coruna nın karşı karşıya geldiği ve 3-0 kazandığı maçta kendilerini Türk olarak gören 5 bin Deportivo taraftarı, "En büyük Türkiye" diye bağırarak komşu Vigo kentini inletti.

GEÇTİÄžİMİZ hafta sonu İspanya da çok ilginç bir derbi maçı vardı. Galicia bölgesinin iki güçlü takımı, Celta Vigo ile Deportivo La Coruna karşı karşıya geldi. Bu derbiyi ilginç kılan olay ise, iki kentin taraftarlarının yüzyıllardır birbirleri ile çekişmeleri, kin beslemeleri... Celta Vigo lular, Deportivo lulara, Türklere verdikleri destek nedeniyle, Deportivo lular da Celta lılara Portekiz lilere yakınlıklarından dolayı, "hain" yakıştırması yapıyorlar.

İspanya nın kuzeyinde Portekiz sınırına yakın olan iki kent insanı, bu yakıştırmadan son derece memnun. Vigo kentinin takımı Celta da çok sayıda Portekiz taraftar derneği var. Buna karşılık La Coruna nın takımı Deportivo da Türkleri, Türk bayrağını göndere çekecek kadar ateşli Türk dernekleri kurulmuş. Bu yüzden olsa gerek, Deportivo La Coruna nın her oynadığı maçta sahaya asılmış çok sayıda Türk bayrağı görebilirsiniz. Ayrıca Deportivo lu futbolseverlere, "Türkler" adı takılmış.

Biz de bu ilginç hikayeyi hem dinlemek, hem de bu tarihe malolmuş derbiyi izlemek için Vigo kentine geldik. Stadı dolduran 20 bin kişinin 5 bini Deportivo La Coruna taraftarıydı. Yani Celta taraftarlarına göre 5 bin Türk ile 15 bin Portekiz li takımlarına destek veriyordu.

Karşılaşmanın başlamasına az bir süre kala bu hikaye ile ilgili çok sayıda yazı yazmış gazeteci Alberto Torres ve Türk taraftar derneklerinden birinin kurucusu olan Ricardo (La Pasion Turca) ile söyleşiye oturduk...

Alberto, La Coruna taraftarlarının nasıl Türk olduklarını anlatmaya başladı:

Barboros Hayrettin Paşa, Akdeniz e hükmettiği sıralarda İspanya sahillerine kadar ulaşmış. O sırada İspanya da yiğitliği ile ünlü Galicia bölgesinin delikanlıları, Barboros a büyük destek vermişler. Bu işbirliğini içlerine sindiremeyen komşu kent Vigo nun halkı ise La Coruna ya Türklerle ortaklığa girmelerinden dolayı, onlara "Türkler" adını takmışlar. Bu ad sporda, özellikle de futbolda günümüzde büyük bir rekabete dönüşmüş. Buna karşılık, La Coruna halkı da Celta Vigo taraftarlarına yakınlığı ve iyi ilişkileri nedeniyle Portekiz li yakıştırması yapmışlar.

La Coruna da çok sayıdaki taraftar derneklerinden biri olan La Pasion Turca derneğinin başkanı Ricardo ise Türk bayrağına sahip çıkmaktan duyduğu memnuniyeti dile getiriyor. Ricardo, Deportivo La Coruna nın Şampiyonlar Ligi nde Yunan takımı Panathinaikos la oynadığı maçta açtıkları 20 metreyi aşan Türk bayrağını anlatırken, "İnanın Riazor Stadı nda yüzlerce Türk bayrağı vardı. Stadın bir ucundan diğer ucuna bir Türk bayrağı astık. Yunanlılar sahaya çıktıklarında dev Türk bayrağının yanı sıra yüzlerce ateşli taraftarın ellerindeki ay yıldızlı bayrakları görünce neye uğradıklarını şaşırdılar. Dünyanın hiçbir yerinde kendi ulusunun bayrağının dışında, başka ülke bayrağına bu kadar çok sahip çıkan bir taraftar grubu bulamazsınız" dedi.

Ricardo ayrıca Türk bayrağına Deportivo Kulübü yaşadıkça sahip çıkacaklarını ve Celta nın Deportivo ile 2. yarıda oynayacağı maçta Türk bayrakları ile tam bir gövde gösterisi yaparak stadı "Türkiye" diye inleteceklerini söyledi.

Alberto ile Ricardo yu dinledikten sonra Celta nın Deportivo taraftarlarına ayırdığı bölüme geçtim. İnsan kendini adeta milli maçta hissediyordu. Celta lılar "Türkler dışarıya" diye tezahürat yaparken, Deportivo lular da sürekli "En büyük Türkiye" diye bağırıyordu. Onlara Türkiye den geldiğimi söyleyince birden etrafımda yüzlerce La Coruna taraftarının beni selamlamak için elini uzattığını gördüm. Karşılaşmayı Deportivo, yani Türkler 3-0 kazandı. Sevinç sokaklara taştı. Türk bayrakları bu kez Vigo kentinde dalgalanmaya başlamıştı.

Alıntıdır

 



Jelin

Jelin resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Hikayelerle Tarihimiz>
  8.Oca.2007 Pzt 13:53:59

 

TEŞEKKÜRLER



Jelin

Jelin resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >İstiklal Marşımızı Yazma Yarışması>
  8.Oca.2007 Pzt 13:47:11
fiogf49gjkf0d

İstiklal Marşı yazma yarışmasına kaç (büyük) şairimiz katıldı?

Merhum Mahir İz, Yılların İzi adını verdiği hatıratında İstiklal Marşı’nın yazılış macerasını şöyle anlatır: Yeni kurulan devletmizin bir ˜Milli Marş’ yazılması hususunda Büyük Millet Meclisi’nin altı ay müddet vererek açtığı ˜İstiklal Marşı Müsabakası’na muhtelif şairlerin gönderdiği tam 724 şiir gelmişti. Bunlar Maarif Vekaleti’nde teşkil edilen bir komisyonda incelenmiş ve içlerinden altı tanesi seçilerek Meclis Matbaası’nda bastırılıp mebuslara dağıtılmıştı.
Maarif Vekili bulunan Hamdullah Subhi Bey, müsabakaya ânakden mükafat’ vadedilmiş olması yüzünden iştirak etmemiş olan şair Mehmet Akif Bey’e müracat ederek, yazmasını istemişti. Bunun üzerine Mehmet Akif Bey: “Ben mebusum, müsabakaya iştirak etmem; ayrıca yazarım diyerek teklifi kabul edip, ikamet etmekte olduğu Taceddin Dergahı’nda, Kahraman Ordumuza’ ithaf ettiği İstiklal Marşı’nı yazdı.
İstikal Marşı Müsabakası’na gönderilen 724 şiir arasından Maarif Vekaleti’nce seçilen ve Meclis Matbaası’nda basılıp mebuslara dağıtılan altı şiiri de Meclis zabıt katipliğinde bulunmuş olan İhsan Kaftangil’in hususi kolleksiyonunda mevcut matbu nüshadan iktibas ederek aynen naklediyorum. Bunları neşretmekle sadece tarihi bir hatırayı değil; aynı zamanda İstiklal Marşı’mızın mukayese kabul etmeyen misilsizliğini de vesikalandırmış oluruz kanaatindeyim.
Mahir İz Hoca’nın bu sayfalarda ayrıca Mehmet Akif’in mükafat olarak ayrılan parayı ne yaptığı konusunda bir açıklaması da var ki, bunu ilerideki satırlarda bulacaksınız. Ancak ondan önce şu yarışmaya katılan şiirlerle ilgili düşüncelerimizi açıklamamız gerekir. Önce, yarışmaya gönerilen, TBMM’nin bastırarak dağıttığı ve Mahir İz’in kitabına aldığı şiirlere kısaca bir bakalım:
“Millet aşkı, din aşkı, vatan aşkı uyansın / Yurduma göz dikenler al kanlara boyansın / Ya ben, ya onlar diyen silahına dayansın... / Türk oğludur bu millet / Türkündür bu memleket.
*
Seni ihya için ey namı büyük / Vatanım uğruna öldük, öldük / Ne büyük kaldı bu yolda ne küçük / Siper oldu sana dağlar gibi Türk... / Yürü ey milletin efradı yürü / Ak süt emmiş vatan evladı yürü
*
Her gün yeni bir hile / Arkasında satıldık / Her gün yeni bir dille / Yurdumuzdan atıldık.... Hangi alçak el alır / El zinciri boynuna? / Kim Yunan’ı bırakır / Türk kızının koynuna?
*
Ey müslüman ey Türkoğlu / Açıldı istiklal yolu / Benim bu son günlerimdir / Diyor bize Anadolu... / Çek sancağı Türk ordusu / Olmaz Türk’ün can korkusu
*
Altı bin yıl efendilik yaptın / Kahraman Türk idi cihanda adın / Bir ateşten siperdin İslam’a / Sönmeyen bir güneş gibi yaşadın
*
Ey mazi-i havariki bin dasitan olan / Garbın zalam-ı zulmüne yüz yıl kılınç salan / Arslan yürekli ordu, demir giy silah kuşan / Zira hududu kapladı ateşle, kan, duman... / Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım-şitab / Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkılab
Bugün elimizdeki İstiklal Marşı’na ve hatta hürriyet konulu başka şiirlere bakarak; bu şiirler İstiklal Marşı’ olmaya gerçekten layık değil, diyebiliriz. Çünkü¸ aşağıda adı geçen nice şairimizin yazdığı nice hamasi şiirlerle kıyaslandığında, bu şiirlerin duygu, heyecan ve kapsayıcılık açısından zayıf olduğunu, Milli Mücadele’nin de sadece Yunanla savaş olarak ele alındığını hemen görüyoruz. Ancak şiirlerin Milli Marş olmaya layık olmadığının gösterilmesi gerekir. Bu şiirleri incelemekle görevli kurulun, Mahir İz’in belirttiği gibi, Mehmet Akif’e vaki teklifi götürebilmesi için bir ön eleme yapması, ikinci elemeye kalanların arasından bu şiiri belirlemesi gerekirdi. Kurul, bu çalışmayı yapmış ve bütün elemeleri aşmış olanlardan altısını bastırmış ve vekillere dağıtmıştır.

Mehmet Akif’in duyarlılığı...
*Fakat burada üzerinde durulması gereken bazı noktalar var ki onlar da şunlardır: Mahir İz, İstiklal Marşı’nın yazılış sürecini açıklarken altı ay müddet verildiğinden bahsetmektedir. TBMM 23 Nisan1920’de açıldığına göre, aynı yılın Mayıs/Haziran aylarında bu müsabaka açılmış ve ilan edilmiş olmalıdır. Haziran-Aralık arasında şiirler yazılmış, TBMM’ye ulaştırılmış ve Aralık sonu ile Şubat arasında (iki ayda) bu 724 şiir incelenmiş, elenmiş, basılmış, dağıtılmış ve Milli Marş olmaya yetersiz bulunduktan sonra Mehmet Akif’e teklif götürülmüş olmalıdır. Çünkü hem Mahir İz’in hatıratında, hem Safahat’ı yayına hazırlayan Ömer Rıza Doğrul’un belirttiğine göre Mehmet Akif önce: “Ben mebusum, müsabakaya iştirak etmem; sonra yazarım†diyerek bir düşünme süreci yaşamış ve 1921’in 17 Şubat günü İstiklal Marşı’nı yazmıştır. Burada Mehmet Akif’e özgü bir duyarlığın altını çizmek gerekir ki, o da, mebus olması sebebiyle katılımcıların değerlendirmelerinin en uzak bir ihtimalle dahi olsa adalete uygun olmayacağı düşüncesi ile müsabakaya katılmak istememesi ve ‘Ben şair Mehmet Akif olarak mebusum ve TBMM’de bulunma sebebim zaten milletime hizmettir; yarışmaya katılarak hizmete bir vesile aramak bana yakışmaz; bu şiiri yazmak olsa olsa bir görevdir ve yapılan görev karşılığında maaştan başka bir ücret alınmaz’ düşüncesiyle bu şiiri yazmış olmasıdır. Şiirlerin ehil eller tarafından ve adalete uygun olarak değerlendirilmesi konusunu açmamızın nedeni şudur ki, 724 şiir iki ay gibi kısa bir zaman diliminde incelenmiş ve yarışma sonuçlandırılmıştır. Acaba bu jüri kimlerden oluşuyordu, aralarında kaç tane şair veya iyi şiirden anlayan kalem erbabı vardı ve bu kadar kısa bir sürede 724 şiiri nasıl eledi? Yukarıdaki şiirleri o zamana mahsus bir şiir zevki almış olan kişi kim olursa olsun elbette Milli Marş olmaya aday göstermezdi, denilebilir. Ama bu değerlendirmemiz bugünden çok kolay görünüyor. Oysa o günkü şartlarda bu kadar kolay bir şey olmasa gerek bu. Bir heyecanı dillendirmesi bakımından saygıdeğer olan bu eserler, ne yazık ki Milli Mücadele’nin ruhunu, milletin hissiyatını dile getiremiyor; bu sözleri bugün söyleyebiliriz. Bu yazının kaleme alınış sebebi, bastırılan ve elenen bu şiirlerin yetersizliğini bir kez daha ilan etmek değildir. Belki bu şiirleri yazan kişiler Mehmet Akif gibi samimi idiler ve müsabakanın mükafatı peşinde değildiler. Belki bir şiirle, bir kalem ürünüyle olsun memlekete hizmet etmeyi fırsat bilmişler, edebiyat tarihine geçmeye bir yol aramışlardır. Aralarında mükafatın yüksek meblağda olmasının kışkırtıcılığına kapılmış kişiler de olabilir. Bunlar kınanacak şeyler değil. Ancak dikkatlerden kaçırılmaması gereken bazı hususlar var bu işte ve yazının yazılış nedeni de bu hususlara dikkat çekmektir.

Yarışmadan kaçan büyük’ şairler...
*Tarihi kayıtlar ve hatıratlar müsabakaya katılmak üzere 724 şiirin Meclis’e ulaştırıldığından bahsetmektedir. Mahir İz Hoca o yıllarda Meclis’in zabit katiplerinden olduğu için onun verdiği bilgilerin sıhhati konusunda emin olabiliriz. Ancak:
1. İstiklal Marşı’nın yazıldığı yıllara bir bakalım. Edebiyat ve fikir dünyası birbirinden birikimli, ünlü romancı, öykücü ve şairlerden başka edebi bir ürüne imza atmakla başlayan gazetecileri de saysak ve o dönemde Anadolu’da yaşayan saz ve halk şairlerini de ilave etsek gene de 724 kişiye ulaşamıyoruz. Bu yarışmaya bazı şairlerin iki eserle katıldığını varsaysak bile bu rakama ulaşılması gene de zor görünmektedir. O zaman sormadan geçmeyelim: Acaba İstiklal Marşı Yazma Müsabakası’na gerçekten 724 şair/şiir katılmış mıdır? Doğrusu, bu sorunun açıklığa kavuşması, cevabını bulması gerekir.
Düşünmeye devam edelim. Biraz önce Milli Mücadele döneminde birçok kalem erbabının varlığını ima ettik. Bu kalemlerden bazıları Servet-i Fünun dergisinde başlamış edebiyata. Meşrutiyet döneminde ‘hürriyet’ demiş başka bir şey dememiş; hatta edebiyat tarihçilerinin Tanzimat Edebiyatı diye tasnif ettikleri edebi akımın en önemli şairlerinden ve manzum tiyatro yazarlarından Abdülhak Hamit Tarhan dahil‚ hayattadır ve aktif görevdedir o dönemde. Açalım o dönemin şiir kitaplarını, gazete, dergi sayfalarını: Vatan, millet, kahramanlık, yiğitlik, cesaret, savaş, ilerleme, medeniyet, Türklük, milliyetçilik...’ gibi konulardan başka bir şey yoktur doğal olarak. üşenmeyelim ve şu isimleri okuyalım: Cenap Şahabettin, Yahya Kemal Beyatlı, Abdülhak Hamit Tarhan, Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem, Mehmet Emin Yurdakul, Fuat Köprülü, Halil Nihat Boztepe, Yunus Nadi Abalıoğlu, Ahmet Haşim, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Adnan Adıvar, Halide Edip Adıvar, Ali Ekrem Bolayır, Süleyman Nazif, Halit Ziya Uşaklıgil, Faik Ali, Celal Sahir, Mehmet Rauf, Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Refik Halit Karay, Halit Fahri Ozansoy, Enis Behiç Koryürek, Rıza Nur, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel (Ona Behçet Kemal Çağlar’la 10. Yıl Marşı’nı yazmak düştü), İbrahim Alaattin Gövsa, Ali Mümtaz Arolat, Halide Nusret Zorlutuna, Mehmet Emin Yurdakul, Hüseyin Cahit Yalçın, Midhat Cemal Kuntay, Falih Rıfkı Atay, Abdullah Cevdet, Memduh Şevket Esendal, Fahri Celal Göktulga...
Bu saydıklarımın yarısının romancı, hikayeci ve gazeteci olduğunu biliyoruz ve zaten bunu ikinci kez söylüyoruz. Ancak o dönemin nasirleri de edebiyata şiirle başlamış, özellikle divanları hatmetmiş, zihninde tuttuğu bir sürü gazel, kaside, rubai vs. ile yazılarını, konuşmalarını süsleyen kişilerdir ve nazım yazmıyorlarsa; bu, beceremeyeceklerinden değil; nesirde iddia sahibi olduklarındandır. Yoksa onlar kalıpları belli, yerleşmiş bir edebiyatın nazım türünü beceremeyecek kimseler değildir.
Bu adlardan bazıları, daha sonra 150’liklerden oldukları için Refik Halit Karay, Adıvar çifti, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Refii Cevat Ulunay vs. Milli Mücadele’ye karşı oldukları için bu yarışmaya katılmadılar farz edelim; peki diğer isimlere ne dememiz gerekir?
Bu listeye o dönemde Anadolu’da yaşayan halk şairleri ile yazarlar ve şairler sözlüğünde adları geçen ancak eserleriyle bir atılımı gerçekleştiremeyen ve beklenen ilgiyi görmeyen bazı isimler dahil edilmemiştir. Yoksa onların yazacakları bir eserin yukarıda adını vermeyen, rumuzla katılan eserlerden hiç de aşağı olmayacağını söyleyebiliriz. Acaba yarışmaya katılanlar arasında yukarıda adları geçen bu kalemler niçin yoktur? Neden? Neden? Neden?
2. Acaba yarışma, ülkede eli kalem tutan herkese açık olduğundan; zamanın yukarıda adı geçen/geçmeyen birçok kalem erbabı müsabakaya rağbet etmezken; gönderilen şiirler bunlardan dışında, zamanın üniversite, lise ve ilkokul öğrencilerine ve hatta okuma yazması olmayanların yazdıklarıyla sınırlı kaldığı için mi jüri Milli Marş olmaya layık bir eser seçememiştir? Acaba entellektüelllerimiz bu yarışmaya bigane (mi) kalmışlardır? Acaba entelektüellerimiz Mehmet Akif TBMM’de mebus ve üstelik İstiklal Marşı’nı hakkıyla sadece o yazabilir diye bir düşünceden hareketle mi bu yarışmaya katılmadılar? Acaba başlangıçta Mehmet Akif’in bu yarışmaya katılmaması bir tartışma, haber konusu olmuş mudur o dönemde? Bunları bilmiyoruz. Acaba Milli Mücadelede olduğu gibi, yarışmaya ağırlıklı olarak halk katılmıştır da, okumuş yazmışlarımız bundan bile isteye uzak mı durmuşlardır? Uzak durdularsa bunun sebepleri nelerdir acaba?
3. Yoksa adları geçen bu kalem erbabının birinci elemeyi geçmemesi düşünülemez. Olsa olsa katılmamışlardır ki, o zaman esas sorgulanması gereken de tam bu tutumlarıdır. Söze gelince en ateşli konuşmayı yapan, yazıya gelince bağımsızlık konusunda kaleminden kan damlatan bunca insan nasıl olur da İstiklal Marşı’nı yazmaya ilgi göstermez? Doğrusu bunu anlamak çok zor. Bunu sadece “Şairler yarışmaya girmez gerekçesiyle açıklayabilir miyiz? Adı geçen/geçmeyen kalem erbabı, yarışmadan sonra yayımladıkları kitaplarda buna dair bir değinmede bulunmamış ve varsa yazdıkları böyle bir şiiri yayımlamamışlardır.

Mehmet Akif İslamcı’ idi...
*Bu kalem erbabı, 1937’de İstiklal Marşı’nın tekrar yazılması tartışması başlayınca, Mehmet Akif’in yazdığı İstiklal Marşı’nı hem çok beğendiklerinden, hem de ondan daha güzel bir eser yazamayacaklarını sezdiklerinden bir duyarsızlık gösterdiler diyelim; (İstiklal Marşı’nı yazma işi bir rastlantı olarak Mehmet Akif’ten sonraki Türk edebiyatının en önemli İslamcı ve mistik şairi Üstad Necip Fazıl’a havale edilmiş; o da “bir rejim havası içinde ve bir takım şahısların pohpohlanmaları uğrunda şiirini alçaltmaya razı olmamak†şartıyla Falih Rıfkı tarafından yapılan teklifi kabul etmiş ve Milli Marş olması için Büyük Doğu Marşı’nı yazmıştır. (Ne garip cilvedir ki, Türk Devleti’nin İstiklal Marşı’nı yazması beklenen kişiler hep İslamcıdır ve en çok sıkıntıyı çeken kişiler de aynı kişilerdir.) Ama Atatürk ölünce bu konu rafa kaldırıldığından, Üstad şiirini aynı adla kitabına almıştır. Prof. Dr. Orhan Okay, bir yazısının dipnotunda belirttiğine göre, bu şiir, 1940’lı yıllarda Necil Kazım Akses tarafından bestelenmiştir ve kendisi bu besteyi radyodan dinlemiştir. [Bakınız: Yedi İklim, Sayı: 38, Sayfa 55.] 1943’te Büyük Doğu dergisinin dördüncü sayısında yayımlanan Büyük Doğu şiiri şöyledir:

BÜYÜK DOĞU
Tanrının alnından öptüğü millet!
Güneşten başını göklere yükselt!
Avlanır, kim sana atarsa kemend
Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebed
Tanrının alnından öptüğü millet
Güneşten başını göklere yükselt
Yürü altın nesli Fatih Oğuz’un
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun
Nur dolu elinden tut kılavuzun
Fethine çık, (doğru), (güzel), (sonsuz)un
Yürü altın nesli fatih Oğuz’un
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun
Aynası ufkumun ateşten bayrak
Babamın külleri, sen kara toprak
Şahit ol ey kılıç, kalem ve orak
Doğsun Büyük Doğu, benden doğarak
Aynası ufkumun, ateşten bayrak
Babamın külleri, sen kara toprak

(Birinci mısra Çile’nin daha sonraki baskılarında: Allahın seçtiği kurtulmuş milletolarak değiştirilmiştir. Bu vesile ile “Allah, Türkleri diğer milletlerden üstün yaratmıştır diyen İsmet Özel’i yad etsek yeridir.)
4. Acaba bu müsabakaya aslında 724 şiir falan katılmadı da, katılan şiirler Meclis’in bastığı, dağıttığı şiirlerden mi ibaretti? Ve merhum Mehmet Akif’e bu şiiri yazdırmak için böyle bir yol mu izlenmiştir? Bu seçeneğin doğru olması demek; merhum Mahir İz’in de hatıratına aldığı yukarıdaki bilgiyi gönderilen şiirleri bizzat gördüğünden değil; kendisine verilen bilgiden hareketle yazmış olması demektir.
5. Eserlerinde yukarıdaki konuları işleyen bu kalem erbabı velev ki şair olmasınlar; niçin İstiklal Marşı gibi önemli bir eserin yazarı olarak tarihe geçmek istemesinler? Bunu düşünmemiş, istememiş olabileceklerine ihtimal verebilir miyiz? Doğrusu buna ihtimal veremiyoruz biz.
Bu yazı; sıralanan soruların cevaplarının araştırılması için yazılmıştır ve ilgililere/bilgililere bu konuda bir cevap aramaya yönlendirirse amacına ulaşmış olacaktır. Bunun yolu da:
6. Öncelikle TBMM arşivinin, sonra MEB arşivinin incelenmesinden geçmektedir bize göre. Çünkü bütün konuşmaları kayda geçiren TBMM, kendisine gönderilen bu şiirleri kayda geçirmemiş, geçirdiklerini imha etmiş olamaz.
7. Mahir İz’in bildirdiğine göre bu şiirleri ilk inceleyen heyet Maarif Vekaleti (MEB) ise, o zaman şiirler MEB arşivinde olmalıdır. [Acaba bu belgeler Ulus’taki Maarif Vekaleti’nde 23 Aralık 1947’de çıkan ve binada her şeyi kül eden yangında yanmış olabilir mi?]
Şimdi durduk yerden, aradan 84 yıl geçtikten ve halka iyice mal olduktan sonra bu tartışmaya girmenin ne gereği var, diyenlere/diyeceklere de meramımızı söylemeden geçmeyelim: Mahir İz’in yayımladığı örneklere bakarak ve (biraz da) Mehmet Akif’i çok sevmemizden ve yıllardır alıştığımızdan hareketle söyleyebiliriz ki, gönderilen şiirler gerçekten yetersiz ve İstiklal Marşı olmayı hak etmiyor. Mahir İz, bu düşüncesini yukarıda görüldüğü gibi ‘misilsiz’ kelimesi ile anlatıyor. Ama bu övgü bize göre, İstiklal Marşı’nın yarışmaya gönderilen 724 şiirle karşılaştırılmasından sonra değil, yukarıdaki altı şiirle kıyaslanarak yapılmıştır. Oysa övgünün gerçeği bu yolla ortaya çıkmaz. Bu, çok yetersiz bir kıyaslama olur doğrusu. Eğer şairin büyüklüğünü göstermek istiyorsak; onu döneminde öncelikle büyük şair olarak tanınan Ahmet Haşim, Yahya Kemal Beyatlı, Abdülhak Hamit Tarhan gibi dev şairlerin eserleriyle ve yukarıda adı geçen kalem erbabıyla kıyaslamamız gerekir. Eğer adı geçen 724 şiir bugün yayımlanırsa, o zaman hem Mehmet Akif’in büyüklüğü ortaya çıkar, hem de kimlerin yarışmaya ilgi gösterdiği / göstermediği. Dereceye giremeyen yukarıda adı geçen/geçmeyen büyük yazar ve şairlerimiz de böylece töhmetten kurtulurlar. Bu çalışma aynı zamanda 1920 yıllardaki Türk edebiyatının genel bir panoraması serecektir önümüze.

500 Lira’yı gazilere bağışladı...
*8. Bu arada İstiklal Marşı kadar, müsabakadan elde edilen mükafatın nereye verildiği konusunda da -İlk ve orta öğretimde okutulan Türkçe, liselerde okutulan Türk Dili ve Edebiyatı ders kitapları dahil- kaynakların birbirini tutmayan bilgiler verdiğini hatırlatalım. Kimseyi incitmemek adına bu yanıltıcı bilgileri kimlerin, hangi kitaplarda kullandığını buraya yazmıyoruz. Ama birinci elden bilgi sahibi olan Mahir İz’in bildirdiklerini paylaşmakta yarar var. Şöyle diyor Mahir İz bu konuda: “Marşın kabulünden sonra Meclis Muhasebecisi Necmeddin Bey, kanunen müsabakayı kazanana verilecek olan 500 lira nakdî mükafatı getirdi ise de Akif Bey: Ben müsabakaya girmedim; bu para bana ait değildir diye reddetti. Fakat muhasebecinin Kanun metninde mükafatın, kazanana verileceği yazılıdır. Sizin marşınız kabul edilmiştir; bu para sizindir; Meclis Kasası’nda kalamaz. Siz usulen tesellüm edin, sonra istediğinizi yaparsınız  diye ısrar etmesi üzerine Akif Bey, parayı alıp Sarıkışla Hastahanesi’ndeki yaralı gazilere bağışlamıştır. Buradan anlaşılıyor ki, Mehmet Akif’in 500 lirayı almamasının nedeni, müsabakaya katılmamış olmasıdır. Eğer müsabakaya katılsaydı ve derece alsaydı, o ödülü alacaktı, diyebiliriz.
Yazıyı bitirmeden önce İstiklal Marşı’nın anlamlandırılması üzerinde de bazı sorunlara işaret etmekte yarar varar: İstiklal Marşı’nın bestelenen ilk iki kıtasından arta kalan diğer kıtaların özellikle göz ardı edildiği gözlerden kaçmamaktadır. Göz ardı edilen bu kıtalarda genel olarak iki ayrı mesaj söz konusudur; bunlardan birincisi milletin müslüman kimliği, ezanların kıyamete kadar okunması, sadece Hakk’a tapılması, mabedlerin kutsallığı, şehitliğin önemi, gibi insanlara kimlik kazandıracak esaslarla; din ile hürriyet arasında kurulan ilişkiye dair iken; ikincisi, Batı’nın maddi üstünlüğüne karşı İslam aleminin manevi üstünlüğü, Batı’nın canavarlaşması, ve onların ‘alçaklar’ olarak nitelenmesidir. Bu mesajların seslendirilmesinden hoşlanmayanlar bir yandan İstiklal Marşı’na alternatif olarak Onuncu Yıl Marşı’nı yerleştirmek istemektedirler, diğer yandan da mahalli maçların başlangıcına kadar İstiklal Marşı’nı söyletmek suretiyle bu değeri sıradanlaştırmakta ve içini boşaltmaktadırlar.
Son olarak sözü şairimiz Mehmet Akif’e getirelim: Mehmet Akif Ersoy, bugün bazı okul adlarından başka, onu çok seven kişiler tarafından çocuklara ve torunlara verilen adıyla yaşamaktadır. Aslında Mehmet Akif, İstiklal Marşı’nı yazıverdiği ülkeden hicret etmiş ve 1936’da ölmeye gelmiş bir şairimizdir. Bu ülke, paranın üstüne İstiklal Marşı’nın ve Akif’in fotoğrafının konulmasını çok görmüştür. Turgut Özal’ın Başbakanlığı zamanında bin bir güçlükle üzerine koydurduğu İstiklal Marşı ve Akif’in fotoğrafının bulunduğu 100 Türk Lira’sı bu yüzden çabucak eskitilmiş ve tedavülden sessiz sedasız çekilmiştir. Bu arada Mehmet Akif, Arnavut kökenli olmasına rağmen gıyabında Arap milliyetçisi olmakla suçlanma talihsizliğine uğramıştır. Her fırsatta Mehmet Akif’ten şiir okuyan bir Başbakan ve Meclis Başkanı’nın bulunduğu bir ülkede, altı ayrı banknot olarak basılan Yeni Türk Lirası’nın üstünde Mehmet Akif’e ve İstiklal Marşı’na ne yazık ki bir yer bulunamamıştır. Eğer Mehmet Akif, “1921’in 500 lirasını, anasının ak sütü gibi helal sayıp alsaydı, 80’li yıllarda kızı FAKFUNFON’a muhtaç olmayacak; damadı Ömer Rıza Doğrul mason olmak zorunda kalmayacak, oğlu Emin Ersoy bir zenginin yanında kahyalık yapmayacak, Çetin Altan’dan harçlık almak zorunda kalmayacak ve sonunda bir kamyon kasasında ölü bulunmayacaktı. Akif’in kendisi de Gözübüyükzade Ziya Bey’e 250 lira olan borcunu kolaylıkla verecekti.

<<1...100...200...295296297298299300301302303304305 306307308309310311312313314315...371>>