Biliyor musunuz; "Çin de bir kelebek, bir çiçeğin üstüne konarken kanat çırptı diye Karayip adalarında fırtına çıkarmış."
James Gleick in Tübitak yayınlarından çıkan kitabı "Kaos"ta çağdaş fiziğin kavramlarından "Kelebek etkisi" şöyle tanımlanıyor: "Bugün Pekin de kanatlarını çırpan bir kelebeğin havada oluşturduğu dalgalar gelecek ay New York ta fırtına sistemlerine dönüşebilir."
Aynı yayınevinin "Rastlantı ve Kaos" adlı kitabı ise Edward Lorenz in "kelebek etkisi" kavramını "Bir kelebeğin kanat çırpmaları bile belli bir süre sonra atmosferin durumunu tümüyle değiştirebilir" diye açıklıyor.
"Kaos teorisi"ne bulaşmamın nedeni atv de izlediğim bir haber...
Haberde, Ağansoy cinayetinin sanığına olay mahallinde tatbikat yaptırılıyordu. Genç sanık, tatbikatta nereden nasıl ateş ettiğini, yüzünde daimi bir tebessümle anlattıktan sonra minibüse bindirilirken yüksek sesle aynen şöyle bağırdı:
"Çin de bir kelebek, bir çiçeğin üstüne konarken kanat çırptı diye Karayip adalarında fırtına çıkarmış."
İnanması zordu ama, olsa olsa Erdal İnönü nün ağzına yakıştırabileceğimiz bu cümle, elleri kelepçeli bir mafya cinayeti sanığının dilinden dökülüyordu.
Daha da ilginci "teori" birkaç gün sonra "pratik"e dönüştü ve kelebeğin kanat sesleri ülke çapında bir fırtınaya dönüştü.
Kaos ise kapıda...
Kelebek etkisini yaratan şeye ister Susurluk kazası deyin, ister Çakıcı nın "Elimdeki bantlar hükümeti devirir" tehdidi, isterseniz Korkmaz Yiğit in itiraf kaseti; sonuç ortada: Kuram işledi ve hükümet için geri sayım başladı.
Ankara da binbir senaryo gezmiyor. Ancak demokratik teamüller uygulanırsa ne yapılması gerektiği ortada... Demirel in görevi Meclis te en çok sandalyesi bulunan partiye, yani Fazilet Partisi ne vermesi gerekiyor. Ancak Refah ın gidiş koşulları düşünülürse Faziletli bir koalisyona kimse olur gözüyle bakmıyor. Tersine son günlerde adeta çetelerle mücadele, Fazilet e yönelik operasyonla elele yürüyor. Korkmaz Yiğit ve Melih Gökçek aynı günlerde gözaltına alınıyor. Refah ın yönetici kadrosuna siyaset yasağı konulduktan sonra yerlerine gelmesi beklenen genç kuşak da siyaset dışına sürükleniyor.
Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek Emniyetteyken kendisini kuşatan kameralara "Gözlerime bakın ne demek istediğimi anlarsınız" diye bağırıyordu. Bu, 27 Mayıs tan sonra yapılan anayasa referandumunda, siyaseten yasaklı DP lilerin propaganda sloganıydı ve "Ben konuşamıyorum, ama siz hayır deyin" anlamına geliyordu.
Şimdi o 27 Mayıs tan sonra bu yılın 27 Mayıs ını hatırlayalım.
O günkü gazetelerde MGK nın şeriatla ve çetelerle mücadele konusunda hükümete tam destek verdiği haberi vardı. Belki de kelebek ilk kez o gün kanat çırpmıştı. 30 Ağustos ta komuta kademesi değiştikten sonra Genelkurmay Başkanı, Emniyet Genel Müdürü nü ziyaret etmişti. Onu birer gün arayla Genelkurmay İkinci Başkanı, Jandarma Genel Komutanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı izlemişlerdi. Ardından da 3. Kolordu Komutanı, İstanbul DGM Başsavcısı nı ziyaret etmişti. Bu alışılmadık ziyaretlerle komutanlar, Emniyet ve yargıya kamuoyu önünde açık destek vermişlerdi.
O günden sonra DGM kapısında hiç alışılmadık çehreleri görmeye başladık: Süslü püslü mankenler, şık işadamları, büyük kentlerin belediye başkanları sırayla davet edildiler. Korkmaz Yiğit in tabiriyle "siyasetin kimyası bozuldu."
Seçime beş ay kala yaşanan bu hareketlilik, gelecek dönemin bir altyapı çalışması olarak da görülebilir. Hem siyasi dengeleri, hem sermaye yapısını, hem de medyada konjonktürü yeniden belirlemeye dönük bir operasyonun işaretleri...
Peki kelebeğin kanat çırpışlarıyla atmosferin durumu tamamen değişir mi?
Olabilir.
Yalnız "kelebek etkisi"ne umut bağlayanların hiç unutmamaları gereken bir şey var:
Teoriye göre fırtına bir kez patladı mı kaosu engellemek mümkün olmuyor.
R--O-M-E-O |
fiogf49gjkf0d Eminim Çoğu arkadaş Okumayacak ama bir kişi okursa bana yeter :) Çok uzun gelebilir ama fazla zamanınızı almayacaktır.
İSRAİLOĞULLARI
Hz. Ya kub (a.s) ın oniki oğlunun soyundan gelenler. İsrail, Hz. Ya kub un lakabıdır. İsrail (yasız); İsrail (yasız, hemzesiz); İsrayıl (hemzenin yâ ya dönüşmesiyle); İsrael (hemzenin fethiyle); İsrail (hemzenin esresiyle) şeklinde de okunur. İbranîcede bunun manası safvetullah veya Abdullah demektir. Bu ünvanda Yahudileri imana bir tahrik vardır ki, anlamı şu olur: Ey Allah ın güzide bir kuluna tevrat ehli! Allah ın size olan nimetlerini hatırlayın... (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur ân Dili, I, 334).
Ya kub soyundan gelenlere veya diğer bir deyimle, İbranilere benu İsrail yani İsrailoğulları denir. İshak oğlu Ya kub un en büyük oğlu "Judo veya Yahuda"dır. Hz. Ya kub un oniki oğlu ve soyuna benu İsrail (İsrailoğulları) denildiği gibi, Yahuda nın ismine izafeten Yahud de denirdi. Yahudi ülkesinin sakinlerine de Yahudi denilmiştir. Bu ırk her ne kadar Hz. İbrahim e dayanıyorsa da, teşkilatçısı ve en büyük peygamberi İsrailoğullarının kurtarıcısı Hz. Musa dır. Hz. Musa ya inanan, bağlanan anlamına İsrailoğullarına Musevî de denilir.
Eski Ahit ve tarihî vesikalar, İsrailoğullarının da İbraniler gibi geçirdikleri kıtlık yıllarında, Hz. Yusuf un daveti üzerine Mısır a gittiklerini yazmaktadır. Bu konuda "Tabutü l Ahd" ve "Hamursuz" adı verilen iki kült, dinler tarihi açısından önemli olan büyük delillerdir.
Kur an-ı Kerîm de İsrailoğullarıyla ilgili çok sayıda ayeti kerîme vardır. Kısaca değinecek olursak; deniliyor ki, kâhinler, Firavun a, saltanatının yıkılacağını ve İsrailoğullarından bir çocuğun eline geçeceğini haber verdiler. Firavun da çoğalmamaları için erkek çocuklarının öldürülmesini emretti. Ağır işlere koşulmaları sebebiyle ihtiyarlar arasında ölüm çoğaldı. Kıpti reisleri Firavun a çıktılar ve şöyle dediler: İsrailoğullarının yaşlıları arasında ölüm arttı. Sen ise küçüklerini öldürüyorsun; sonra işler başımıza kalacak, hizmet için bizden başkası kalmayacak. Bunun üzerine Firavun bütün İsrailoğulları yok olmasın diye çocukların bir sene öldürülüp, bir sene bırakılmalarını emretti.
Allah Teâlâ Firavun un, İsrailoğullarına karşı zulmü ve çocuklarını öldürüşüne şöyle işaret etmektedir: "Sana Musa ile Firavun un haberlerinden bir kısmını, iman edecek bir zümrenin faydalanması için gerçek olarak okuyacağız. Firavun Mısır da baş kaldırmış, halkını fırkalara bölüp bölüp kendisine bağlamıştı. Onlardan bir zümreyi ezmek istiyor, bunların oğullarını boğazlatıyor, kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, fesatçılardandı. Biz ise istiyorduk ki; yeryüzünde o ezilmekte olan mustaz aflara lütfedelim, onları hayırda önderler yapalım ve kendilerini Firavun mülkünün mirasçıları yapalım" (el-Kasas, 28/3-5).
Bir gün Hz. Musa, kavga eden iki adam gördü. Birisi, kavmi olan İsrailoğullarından, diğeri ise Firavunun kavmindendi. Benu İsrail den olan Musa (a.s) dan yardım istedi. Musa (a.s) da ona yardım etti ve hasmına bir yumruk vurdu ki, adam ölüverdi. Musa (a.s) bu yaptığından pişman oldu ve bunu şeytanın işlerinden bir iş olarak gördü. Yaptığı işten dolayı Rabbinden af dileyip yalvardı. Zâlimlere bir daha yardımcı olmayacağını söyledi. Allah da tövbesini kabul edip onu bağışladı. Allah (c.c) bu olayı şöyle anlatıyor: "Musa, halkının gaflet üzere bulunduğu bir sırada şehre girdi de, orada birbirleriyle dövüşen iki adam buldu. Birisi kendi taraftarlarından, diğeri de düşmanlarındandı. Taraftarlarından olana adam, düşmana karşı Musa dan yardım istedi. Bunun üzerine Musa, ona bir yumruk atıp öldürdü. Ve "bu şeytanın işindendir. O, gerçekten şaşırtıcı apaçık bir düşmandır" dedi. Hz. Musa, "Rabbim, doğrusu ben cidden kendime yazık ettim. Artık günahımı bağışla." dedi. Bunun üzerine Allah da onu bağışladı. Çünkü O, Gafurdur, Rahimdir. Yine Musa dedi: "Rabbim, bana olan ihsanın (bağışlaman) hakkı için artık suçlulara asla yardımcı olmayacağım" (el-Kasas, 28/15-17). Peygamberlerin masum (suç işlemez) olduğu İslâm inancının gereğidir. Hz. Musa nın adam öldürmek suretiyle peygamber olarak günah işlediği söz konusu değildir. Zira Kur an daki açıklama ve anlatıma göre Musa adama düşmanlığını önlemek için vurmuştur. Lugatte "vekz" elin tamamiyle vurmak demektir. Musa ona öldürmek kastıyla vurmadı. Ayrıca Musa düşmanına vurduğu zaman ne bir Nebî ne de bir Resuldu (Kur an da Peygamberler ve Peygamberlerimiz, A. Abdulfettah et-Tabbare, terc. A. Rıza Temel- Yahya Alkın, s. 261).
İsrailoğullarının Hz. Musa ile çıkışlarını ve Kızıldenizi geçişlerini ise Kur an şöyle anlatıyor: "Musa ya: kullarımı yola çıkar. Çünkü takip edileceksiniz, diye vahyettik. Firavun da şehirlere toplayıcılar gönderdi. Onlara şöyle dedi: Şüphesiz ki, bunlar (İsrailoğulları önemsiz bir topluluktur. Böyle iken onlar bizi öfkelendiriyorlar. Biz ise uyanık bir cemaatız." Bu suretle Firavun ve kavmini bostanlardan, akar sulardan, hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık. İşte çıkarışımız böyle oldu. Ve İsrailoğullarını onlara mirasçı kıldık. Derken Firavun ve taraftarları güneş doğarken onların arkalarına düştüler. Ne zaman ki iki ordu birbirine girdi, Musa nın ashabı dedi ki; "Muhakkak erişilip yakalandık. Musa hayır dedi. "Şüphesiz ki, Rabbim benimle beraberdir. O, beni selâmet yoluna iletecektir. " Bunun üzerin Musa ya; "Asanı denize vur, " diye vahyettik. Vurunca derhal deniz yarıldı. Her parçası kocaman dağ gibi oldu. Ötekileri de (Firavun ve ordusunu) buraya yanaştırdık. Musa ile beraberinde olan kimseleri toptan kurtardık. Sonra diğerlerini suda boğduk. Bunda elbette bu ibret vardır. Fakat onların çoğu iman etmiş değildi" (eş-Şuarâ, 26/52-67).
Nihayet Hz. Musa (a.s) yahudilerin Alemlerin Rabbi olan Allah tan başka bir ilâh istemeleri karşısında hayretini gizleyemedi. Çünkü Allah, onları ihsanına mazhar etmiş, kendi zamanlarındaki bütün milletlere karşı üstün kılmıştı. Kur an bu olayı şöyle nakleder:
"İsrailoğullarını denizden geçirdik. Denizi geçince, putların önünde tapınan bir kavme rastgeldiler. Dediler ki; "Ya Musa, onların nasıl tanrıları varsa sen de bize öyle bir tanrı te min et." (Musa) dedi: "Siz cidden cahil bir kavimsiniz... Şüphe yok ki, bunların içinde bulundukları din, helâke mahkumdur. İbadet diye yapmakta oldukları nesne de boşunadır. Dedi ki: "İlâh olarak, Allah tan başkasını mı arayacakmışım size? Halbuki, O sizi alemlere üstün kılmıştır" (el-A raf, 7/138-140).
İsrailoğulları Kızıl Denizi geçtikten sonra susadılar, kavurucu sıcaktan rahatsız oldular. Bu durumlarını Hz. Musa ya arz ettiler. Bu durumu Kur an-ı Kerim şöyle anlatır: "Biz onları onikiye yani o kadar torunlara, kabileye ümmetlere ayırdık. Tih çölünde) susayan kavmi Musa dan su istediği zaman; "Asanı, taşa vur", diye vahyettik de, ondan oniki pınar kaynayıp aktı. İnsanların her kısmı su içecekleri yeri belledi. Onları üstlerindeki bulutla gölgelendirdik. Onlara kudret helvasıyla bıldırcın eti indirdik; size rızık olarak verdiklerimizin en temiz ve güzellerinden yiyiniz dedik. Onlar bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlar" (el-A raf 7/160).
Mısırlılarla beraber yaşamaları sebebiyle İsrailoğullarının kalplerinde putperestlik iyice kök salmıştı. Bunun en belirgin görüntülerinden biri de altın buzağıya tapmalarıdır. Mısırlılar ilâh diye taptıklar buzağılar ölünce onları mumyalar ve Serabyom denilen yerde özel kabirlere gömerlerdi.
İsrailoğullarından olan ve Kur an-ı Kerîm in Sâmirî diye adlandırdığı dessas ve hileci bir adam bu durumu istismar etti. Bir buzağıyı meydana getirip dedi ki; "Su gördüğünüz Altın buzağı, sizin ve Musa nın ilâhıdır. Fakat Musa onu burada unuttu. Onunla buluşmak için uzun zaman sizi terketti." Bu hadise de Kur an da şöyle anlatılır:
"Biz senden sonra kavmini imtihan ettik. Samirî onları saptırdı. Musa, öfkeli ve tasalı olarak derhal kavmine döndü. "Ey kavmim, " dedi. "Rabbiniz size güzel bir vaad ile söz vermedi mi? Yoksa ayrılışımın üzerinden sizce çok zaman mı geçip uzadı? Yahut Rabbinizden size bir gazap vacip olmasını mı istediniz de bana olan va dinizden ayrıldınız?" Dediler ki; "biz sana verdiğimiz sözden kendimize malik olarak caymadık. Fakat biz, o kavmin ziynetinden bir takım ağırlıklar yüklenmiştik de onları ateşe atmıştık. Sâmirî de kendi ziynetini böyle atmıştı. " Hulasa; Sâmirî, böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkartmıştı. Gerek o, gerek avenesi, iste sizin de, Musa nın da ilâhı budur; fakat Musa unuttu, demişlerdi. Bilmiyorlar mıydı ki; o buzağı hiç bir söze mukabele edemiyor, onlara ne bir zarar ne de bir fayda vermek kudretine sahip olamıyordu. " And olsun Hârun onlara daha evvel; "Ey kavmim, siz bu buzağı ile ancak imtihana çekildiniz. Sizin hakiki Rabbiniz çok esirgeyen Allah tır. Haydi bana tabi olun, bana itaat edin " demişti. Onlar ise; "Biz, demişlerdi, Musa bize dönüp gelinceye kadar o buzağıya tapmakta devam etmekten katiyyen ayrılmayacağız." Musa dönüşünde dedi ki, "Ey Hârun, bunların saptığını gördüğün zaman bana tabi olmandan seni alıkoyan neydi? Sen emrime isyan mı ettin?" Hârun:"Ey anamın oğlu, sakalımı başımı tutma. Gerçekten ben senin İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın sözüme bakmadın diyeceğinden korktum" dedi. Musa, "Ya senin zorun ne idi ey Sâmirî?" Dedi. O da şöyle dedi: "Ben onların görmediklerini gördüm. Binaenaleyh, elçinin izinden bir avuç toprak alıp onu erimiş mücevheratın içine attım. İşte böyle bunu bana, nefsim hoş gösterdi. " Musa şöyle dedi: Haydi defol git! Çünkü senin hayatın boyunca nasibin "benimle temas etmeyin " demendir. Sana, senin için şüphesiz vazgeçilemeyecek bir ceza günü dahi vardır. üstüne düşüp taptığın tanrına bak. Biz, onu cayır cayır yakacağız, sonra onu parça parça edip denize atacağız" (Tahâ, 20/85-97).
Kur an-ı Kerîm İsrailoğullarından şu başlıklarla ifade edilebilecek şekilde uzun uzun bahsetmektedir: İsrailoğullarının üzerlerine dağın kaldırılması (el-Bakara, 2/63-64); İsrailoğullarının Arz-ı mukaddese girmekten menedilmesi (el-Mâide, 5/20-22-2426); İsrailoğullarının hezimete uğraması ve tabut un ellerinden alınması (el-Bakara, 2/58-59); İsrailoğullarının bir hükümdar istemesi (el-Bakara, 2/246): İsrailoğullarının sapıklığı (en-Nisâ, 4/160-161); İsrailoğullarının İsa ya olan düşmanlıkları (en-Nisâ, 4/157). |