fiogf49gjkf0d 12 Eylül 1980 öncesini şöyle hatırlıyorum. Hava karardıktan sonra bırakın sokağa çıkmayı, evimiz apartmanın girişinde olduğu için ışıkları söndürüp erken yatardık. Binanın duvarına yüzleri maskeli insanlar çeşitli sloganlar yazarlardı. Gece silah sesleri gelirdi sokaklardan. Yoldan çevirip sağcı mı solcu mu olduğunu sorarlarmış ve kendilerinden olmayanları döverlermiş(Bunu abilerimizden duyuyordum). Karakollar taranıp polisler şehit edilirdi. Ben ilkokulda okuyordum. Fakat, yakın tanıdığımız, ortaokullarda okuyan abilerimiz, okullar basılıp, dayak atıldıktan sonra göz altına alınıyorlardı. Fabrikaların çoğu üretimi durdurmuş, grevdeydi. Tüpgaz-yağ-çay gibi ürünler zor bulunuyordu. Tv yi açtığımızda siyasi parti liderlerinin, ülkeyi düşünmek yerine, kendi ideolojilerini karşısındakine kabul ettirmeye çalışan demeçlerini izliyorduk. Uzlaşma yerine çatışma vardı. Özellikle Demirel ve Ecevit den bahsediyorum.
12 Eylül 1980 sabahı memleketimiz Giresun dan dönmek üzere annem-kardeşim -ben Gebze civarında duyduk olayı. Topkapı otogarında mahsur kaldık saatlerce, üstelik yağmurlu bir hava olduğunu hatırlıyorum ve nihayet evimize zorlukla da olsa ulaştık. Şunu da hatırlıyorum ki olaylar bıçak gibi kesilmişti. Halkın büyük çoğunluğu, derin bir nefes aldı.
Konu ile ilgili tartışmaları ve konuşmaları sürekli takip ediyorum. Genel kanı, 12 Eylül 1980 tarihinden sonra yaşananların demokrasiye büyük zarar verdiği noktasında birleşiyor. Bunun etkilerinin ve sonuçlarının olumsuz olarak hala yaşandığını belirtiyorlar. İrticanın bu dönemden sonra hız kazanmaya başladığı ve 28 Şubat sürecine neden olduğu da ifade ediliyor. Fakat hiçkimse çıkıp da 12 Eylül 1980 öncesi ne yaşandığını açık yüreklilikle ortaya koymuyor. Bu tarihten önce yapılan hatalar nelerdi? Ülkenin o tarihten önce kargaşaya sürüklenmesinden kimler sorumlu?
Bu konuyu açmamdaki neden, hem kendi bilgilerimi sorgulamak hem de o dönemi bilmeyen arkadaşlarımızı aydınlatmaya yöneliktir. İdeolojik bir yaklaşımla ve ön yargılarla olaylara yaklaşırsak, hiç bir sonuç alamayacağımızı da şimdiden söylemek isterim. Konu ile ilgili, objektif olduklarına inandığım birkaç makaleyi sizinle paylaşmak istedim.
MUSTAFA BALBAY
78 liler...
Bir önceki kuşaktan devraldıkları dünyayı değiştirme ülküsünün başına, ne pahasına olursa olsun u eklemişlerdi.
Türkiye nin, dünyanın bütün sorunlarını kendi gençlik dilimleri içinde çözmekti hedefleri. Yapılabilirdi, devrim zaten çok yakındı.
Çok yakında olmasına karşın kimi sorunların çözümü için devrimi de beklememek gerekirdi. Örneğin, halkın barınma hakkı... Büyük kentlerin etrafındaki boş alanlarda yüzlerce, binlerce gecekondu inşa ettiler. Özverilerinde sınır yoktu. Gereksinimi olan yurttaşları bir gecede tamamlanmış konutlara yerleştirdiler. Bu yolla oluşturdukları kimi semtlere Bir Mayıs adını verdiler. Yıllar sonra bu semtlerin radikal İslamın oy deposu olacağını nasıl hesaplayabilirlerdi ki!
Hakkını arayan işçilere destek, başlıca amaçlarıydı. Her türlü işçi hareketinde en önde onlar vardı. Üst kuşaklar haykırıyordu:
Gençlik gözbebeğimiz!
Ölüm sözcüğünün başına hoş geldi, safa geldi yi koymuşlardı. Bu yolda ölüm, ölümsüzlüktü. Yaş ortalaması 21, tam 5 bin genç canını verdi. Arkadan gelen, önde düşenden daha hızlı koşmalıydı. Ölümler bilinci derinleştiriyordu.
Okumak çok gerekli bir şey değildi. Eylem zamanıydı. Bir an önce devrime ulaşmalı, bütün zenginliklerden tüm halkın yararlanacağı bir düzen kurmalı, sonra okumalıydı. Üstelik, burjuvazinin eğitim sistemi kendine göreydi, devrimciler bundan etkilenmemeliydi.
Yol yakındı, ama çataldı; ya silahla ya yığınsallaşıp barışçı yolla... Silahı seçenler ötekilere pasif dediler, anca giderlerdi. İkinci yolu seçenler de onlara, maceracı dediler, halkla bütünleşemezlerdi...
Başlıca ortak özellikleri, biraz çoğalınca bölünmekti...
Aşkı az sonra, devrimin ardından yaşamak gerekirdi. Çıplak deyince akla ilk gelen çıplak mavzer olmalıydı. Üniversite kampusunda karşı cinsin elini tutmak, halka ihanetle eşanlamlıydı.
Bir de onların tümüyle karşısında olanlar vardı. Ya tam susturacağız ya kan kusturacağız sloganlarıyla üzerlerine yürüdüler. O gençler de yaptıklarının büyük bir vatan sevgisinin göstergesi olduğuna inanıyorlardı. Bu ülkeyi devrimcilerden temizlemek, kaçınılmaz görevdi...
Dünyayı saran soğuk savaş dalgasının Türkiye deki yansıması, çok kanlı, çok kamplı, çok acılıydı...
Ödenen bedel...
Ve 12 Eylül geldi. Gelmek için biraz bekledi. Tam olgunlaşmadan olmazdı.
12 Eylül günü kanı durdurdular, 13 Eylül günü ülkeyi yeniden biçimlendirmeye koyuldular.
Gençliğe haddini bildirmek, bir sonraki kuşağı da şimdiden yönlendirmek gerekiyordu. Madem ki bu gençler, teröre bulaşıyorlar, haktı, eşitlikti olmadık şeylerden söz ediyorlar, o zaman yeni kuşakların buna bulaşmaması için yeni bir yöntem bulunmalıydı. Din dediler, bu gençler dine yönelsin, o zaman başka şeye yönelmezler...
Bu yolda yürürken 70 li yılların gençliğine de iyi bir ders vermek gerekiyordu:
650 bin gözaltı, 1 milyon 680 bin fişleme, 388 bin kişiye pasaport yasağı, 210 bin dava, 7 bin ölüm cezası istemi, 517 ölüm cezası, 50 infaz...
23 bin kişiye 0-1 yıl hapis, 10 bin 700 kişiye 1-5 yıl, 6 bin 100 kişiye 5-10 yıl, 2 bin 390 kişiye 10-20 yıl, 939 kişiye 20 yılın üzerinde, 630 kişiye ömür boyu hapis...
Bugün hâlâ 25 bin kişi 12 Eylül döneminde giydiği hüküm nedeniyle kamu hizmetinden yasaklı...
12 Eylül ün öncesi ve sonrası kuşkusuz toplumun bütün kesimlerini etkiledi. Gelişmelerin doğrudan hedefi gençlikse, yaşamının bütün dilimlerini etkileyecek biçimde yara aldı. O dönemin gençleri bugün, 78 liler Vakfı adı altında bir araya gelmeye çalışıyorlar.
Kan verenleri çok, kahramanları yok olan bu kuşak yitik mi?
Ölümü göze alabilen bir kuşak, yitik olamaz.
Bu kuşağın deneyimleri bütün yönleriyle yeni kuşaklara aktarılmalı. Aktarılmalı ki; toplumun en özverili kesimi gençlik, her şeyi yaşam geçtikten sonra öğrenmesin...
ALİ SİRMEN
12 Eylül
20 yıl önce, 12 Eylül sabahı Türkiye bir kez daha darbeyle uyandı.
Kimse şaşırmamıştı.
12 Mart 1971 den 12 Eylül 1980 e kadar nefes nefese geçen 9.5 yıl boyunca Türkiye ne siyasi istikrarı yakalayabilmişti, ne toplumsal barışı, ne de ekonomik dengeyi.
Siyasi iradenin aczinin doğurduğu boşluğu birilerinin dolduracağı kesindi ve nitekim öyle oldu da.
Türk Silahlı Kuvvetleri adına hareket ettiklerini söyleyen 12 Eylül cüleri, darbeyi yaptıkları için kınayıp eleştirmek abes olur.
Unutmamak gerekir ki, 12 Eylül ün tek sorumlusu onlar değillerdi. Darbedeki sivil sorumluluk da, en iyimser deyişle en az askeri sorumluluk kadardı.
11 Eylül koşullarının, 12 Eylül sonuçlarını doğurması, 12 Eylül ün 11 Eylül ü izlemesi kadar doğaldır.
Ama iktidara el koyanlar, özellikle liderleri bilinçli olmasa ve kulağına fısıldananları yerine getirmiş olsa da, ülke içinde cumhuriyet tarihinin en büyük yıkımlarından birine yol açtılar.
****
12 Eylül ü yapanların kişiliklerinde, vatan hainliğini, demokrasi düşmanlığını, işkenceci sadistliğini aramak, tıpkı onların yaptığı gibi doğru tanılara varmamızı engelleyip bizi yanlışın çıkmazlarına yöneltir.
Onlar her yerde düşman ve hain arayarak yola çıkarken yanlış bir tanıdan hareket ediyor, Türkiye nin asıl sorunlarını göremiyor ve politik ekolojik dengeyi altüst ederek, sosyal yapıya büyük bir darbe indiriyor, aynı zamanda gerçek tehlikenin karşısındaki bütün rakipleri saf dışı bırakarak, ona arka çıkarak daha da büyümesine neden oluyorlardı.
Ama içlerinden, sonra büyükelçi olan birini hariç tutarsanız, o gün iktidarın dizginlerini ellerine almış bulunan kadronun çapı bütün bunları bilinçli olarak yapmalarına elverecek düzeyde değildi.
12 Eylül ün lideri Kenan Evren , toplumu içinde bulunduğundan daha beter çıkmazlara yöneltecek, büyük değişimlerin bilinçli faili olacak yapıda bir kişi değildi.
Emeği düşman gören, Türkiye yi mevhum bir komünizm tehlikesinden kurtarmakta olduğunu sanan, kahvede iki dübeş ile bir düşeş arasında, televizyona göz atıp bilmediği konularda, Bunları asmayalım da besleyelim mi türünden fikirler beyan eden kerizlerle, aynı dili kullanmayı bilen Evren müthiş bir kerizmatik güç kazanıyordu.
O kerizmayı karizmayla karıştırıyor, kerizmanın kendisini sürüklediği yöne toplumu da götürüyordu.
Yoksa öyle kötü bir adam değildi Evren.
***
Türkiye deki gerçek irtica tehlikesini görememiş olan Evren ve kadrosu, aydınlarla, üniversitelerle, basınla, siyasal partilerle, sendikalarla ters düştükçe, irticanın kucağına doğru savrulmaktaydı.
Evren ve kadrosunun yaptıklarını, Necmettin Erbakan rüyasında görmeye bile cüret edemezdi o zamanlar.
Türkiye de Evren den başka kimse, asıl amacı şeriatı yaymak olan Rabıta örgütüne, devletin yabancı ülkelerdeki din görevlilerinin maaşını ödettirme sorumluluğu altına böylesine korkusuzca giremezdi.
Uğur Mumcu nun çok önceden gözler önüne serdiği, tarikat-ticaret-siyaset üçgenini kavramamış olan 12 Eylül cüler, Türkiye nin bugün yaşadığı en büyük tehlikenin beslenmesine büyük katkıda bulundular.
Ne gariptir ki, onlara en büyük tepki içinden çıktıkları ocaktan geldi.
Gerçekten ardında halk desteği ve kamuoyunun haklı kaygısı bulunun 28 Şubat, aslında 12 Eylül ün doğurduğu sonuçlara karşı geliştirilmiş bir süreç değil midir? |