ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul


sohbet, okey, tavla, chat
16 Mayıs 2024, Perşembe 15:33   

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

En İyiler  Son Eklenenler       
sohbet forum basliklari  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler > Şiir sevenler
forum sohbet oyun basliklari
   MASKE
 Mesaj Ekle, sohbet ve oyun icin cagir
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

Jisell

Jisell resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey
ozel karakter ile sohbete katil
sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  31.Tem.2007 Sal 19:27:02      MASKEsohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d
sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

BohemianRhapsody

BohemianRhapsody resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  31.Tem.2007 Sal 19:56:22sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d
Hadi gir içeri. Ama gözlerindeki o kanayan suçluluk bırak kapıda kalsın. Ona ihtiyacımız yok artık. O hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerini, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunu, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarını, ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunu kapıda bırak.

Tutkunu olduğum neyin varsa hepsini bırak kapıda. Yoksa ne kadar istesem de konuşamam seninle. Konuşamam, yalnızca ağlarım.Ne olur gir içeri. Ama girerken tut elinden sevdanın. Yıllar sonra seni yeniden uzağıma düşüren, seni o geri dönüşü olmayan yollara düşüren, yüreğinden aşkımı, dudaklarından adımı, evinden gölgemi silip götüren, o adını kimselere söylemeden ölmek istediğin, o, hiç kimseyi bu kadar sevmedim ki, dediğin sevdanı al yanına ve gir içeri. İlk aşkının yüzünü yanına al. Utanma benden n´olur. Kalbindeki o sızının halinden en çok aşkınla kavrulmuş yüreğim anlar benim...

Kapat kapıyı. Kapat, içeri hayat girmesin. İçeri yalanlar girmesin.

İhanetler, ihtiraslar, oyunlar, maskeler girmesin içeri. Çünkü burada yalnızca sevdan oturuyor. Hayatın içinde soluk alamayan, kendine kalbinde bir yer bulamayan sevdan oturuyor bu evde. Bak, bu ev benim yüreğim. Ne zaman kalbinden kovulsam, ne zaman hayatın ortasında öyle hazırlıksız, öyle savunmasız, öyle yapayalnız kalakalsam gelip sığındığım bu dört duvar benim yüreğim. Burası aşkımın mabedi. Burası sensizliğimin kalesi. Burası deliliğim... Burası baştan ayağa sensin, sevgilim. Sana sevgilim diyorum hala, bağışla beni. Sen artık bir başkasının sevgilisisin. Yalnızca bu cümleyi kurmamak için bile ölmek isterdim. Seni sonsuza dek kaybettiğim bu günleri hiç yaşamadan ölmek isterdim. Adım dudaklarında yok olmadan, tenim teninde henüz solmadan, daha böylesi yabancın olmadan... Gözlerine baktığımda kendimin değil, bir başka aşkın aksini görmeden önce ölmek isterdim. Ama yapamadım. Nice kaybedişlerden, nice savruluşlardan sonra, artık bu aşkı hayatın pençesinden kurtardık, o dünyevi ihtiraslardan, oyunlardan sıyrıldık ve şimdi artık Tanrı´ya yaklaştık dediğim anda, hayatı, dünyayı ve kaderi yendik dediğim anda, kalbin kalbimin yanında atarken, çocukluğum çocukluğunun ellerinden tutarken, içinde o annemin rahmi kadar huzurlu kokunu soluyarak nefes aldığım yüreğini bırakıp gidemedim. Çünkü zaten hayattan kopmuştum ve cennetteydim. Aşkınla öylesine sarhoştum ki birgün cennetimden kovulacağıma hiç inanmak istemedim.

Evimin, şu talan olmuş yüreğimin dağınıklığını bağışla. Sensizliğe benimle beraber ağladı bu duvarlar. Rutubetleri ondan, aldırma. Otur şöyle, bir sigara yak. Konuşalım. Sözcüklerle değil, sevdamızla konuşalım. Anlatalım herşeyi. Sonra söz bitsin. Ölüme kadar yalnızca susalım. Anlatalım ki bu sevda kanatlarından kırgınlıklarla bağlı kalmasın bu çirkef hayata. Kurtulsun yüklerinden, bağışlasın hayatı ve sonsuzluğa uçabilsin huzurla. Biliyorum. Seni böylesi sonsuz bir aşkla severek çok büyük bir günah işledim ben. Hayatın girdaplarında savrulup duran ruhuna o yarım ruhumun ağırlığını yükleyerek çok büyük günah işledim. Ne yaptıysan sevdim seni, ne yaşadıysan sevdim. Aşkın o bulup bulup kaybetme oyunlarından yaptığın zırhın içine sakladığın kalbini ne yaparsan yap yıkılmayarak, vazgeçmeyerek ve hep affederek savunmasız bıraktım. Hiç solmayan bir sevda çiçeği olup bozdum ezberini. Direncini kırdım, kalbine girdim. Seni bir kalbi fethetmenin, ona her an kaybedebilme ihtimaliyle bağlanmanın, bir aşk için çırpınmanın o
karanlık hazzından mahrum bıraktım. Affet beni, seni aşkın o dünyevi oyunlarından mahrum bıraktım. Belki de bunun için gözyaşlarıyla kazandığın ve yitirmekten çok korktuğun bir sevgiliyi sever gibi değil, sesini birtürlü susturamadığın vicdanını ya da o kusursuz ve daimi sevgisinden bunaldığın ve bu yüzden incitmekten asla çekinmediğin anneni sever gibi sevdin beni. Ama hiç aşık olmadın. Bu yüzden suçlama kendini. Asıl suçlu, bu hayatta kendine yer bulamayan, nereye gitse ya eksik ya fazla kalan, hayatı bir oyun gibi görmeyi ve kurallarına göre oynamayı hep reddeden benim o isyankar, o yaralı ve yabancı ruhum... Sen değilsin sevgilim.


Hayatında önce bir sığıntı gibi yaşamaya, sonra seni kaybetmeye, ardından seni paylaşmaya, sonunda tam da sana kavuştum sanırken aşkın değil vicdanın olmaya, senin için aklına ne gelirse ona dönüşmeye razı oldum hep, katlandım. Hiç pişman olmadım seni sevmekten. Sana hiç kırılmadım. Hep anladım seni. Hayatın içinde soluk alan ve hayat kadar acımasızlaşan o karanlık yanını, buralara ait olmayan, annenin kırgın ömrünün kıyılarında unutulmuş, o yaralı, o sevgiye hasret çocukluğunun, hayatla uzlaşamamış aşk kırgını, yitik ilk gençliğinin ve herşeyin farkında olmanın çaresizliğiyle derinleşen yüzündeki çizgilerin aşkına bağışladım.

Sevdim seni sevgili, sevdim... Seni o birtürlü kucaklayamadığım, ama başımı kaldırıp bakmasam bile hep orada, yukarda olduğunu bildiğim gökyüzüne duyduğum hasret gibi... Seni o suyundan hiç içmediğim, toprağına hiç basmadığım, insanlarını hiç tanımadığım, ama herşeyden kaçıp sığınmak istediğim o uzak ülkelerin hayali gibi... Seni aşkın için gözümü hiç kırpmadan arkamda bıraktığım, gözyaşlarını ve o yaralı ömrünü vicdanım gibi hep içimde sakladığım annemin karşılığı bu hayatta mümkün olmayan duaları gibi... Seni o rahmimden kanaya kanaya söküp atmak zorunda kaldığım, ama kalbimde aşkınla besleyerek büyüttüğüm sevdamızın o masum çekirdeğini tarifsiz bir hasretle özler gibi... Seni öylece, seni çırılçıplak, seni kadere isyan eder gibi, seni Tanrı´ya eş koşar gibi... Sevdim seni sevgili, sevdim...

Beni bir kez öldürüp sensizliğe gömdüğün o yıllarda, o yabancısı olduğum hayatın ıssızlığında soluk almadan ömrümü yalnızca Tanrı´dan gözyaşlarıyla dilediğim o mucize için bekletirken... Sonra Tanrı sesimi duyup o mucizeyi, yani seni, yani o hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerini, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunu, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarını ve ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunu yeniden bana verdiğinde... Kalbim kalbinde atarken, çocukluğum çocukluğunun ellerinden tutarken... Mutluluğa dokunarak, mutluluğumun farkında olarak, mutluluktan ağlayarak... Ama bir yanım seni her an yeniden kaybedecek gibi hep tetikte... Sensizliğin o dipsiz uçurumunun kıyılarında korkusuzca dans ederek, seni benden çalan hayatın o acımasız pençesini her an arkamda hissederek... Her gece yüzümü masumiyetinin o benzersiz yurdu olan boynuna gömüp uykuya dalmadan önce bu huzuru bana bağışlayan Tanrı´ya minnetle gülümseyerek... Ve işte tam da o anda ölmeye, sonsuzluğa karışmaya hazır olduğumu ona sessizce fısıldayarak... Sevdim seni sevgili, hep sevdim...

Otur karşıma hadi, bir sigara yak. Konuşalım. Anlat bana sevdanı... İlk aşkının yüzünü anlat... O, hiçkimseyi bu kadar sevmedim ki, dediğin, o adını kimselere söylemeden ölmek istediğin sevdanı anlat bana. Kalbindeki o sızının dilinden en çok aşkınla kavrulmuş bu yüreğim, sevdanın uğruna solup giden şu çocuk ömrüm anlar. Anlat hadi ne olur. Ama sakın bana hayattan söz etme. Sakın bana, hayat böyle bir yer, herşey bitip tükeniyor, her aşk hayata yenik düşüyor, deme... Hayatın içinde soluk alan ve hayat kadar acımasızlaşan o karanlık yanınla değil, buralara ait olmayan, annenin kırgın ömrünün kıyılarında unutulmuş, o yaralı, o sevgiye hasret çocukluğunla, hayatla birtürlü uzlaşamayan o aşk kırgını, yitik ilkgençliğinle ve herşeyin farkında olmanın çaresizliğiyle gün geçtikçe daha da derinleşen yüzündeki çizgilerle konuş benimle. Hayat dışarda kaldı, bak. Burada yalnızca sevdan oturuyor. Sevdanın dilinden konuş benimle. Ben hayatın dilinden anlayamam. Biz bu sevdayı hayatın içinde yaşamadık. Biz bu sevdayı hayatın diliyle
yaşamadık. Biliyorum bu şizofren aşkım hep korkuttu seni. Bu uyumsuz varlığım, gerçekliğin içinde yaşayan ve en az hayat kadar acımasız olan o yanını çok korkuttu. Benimle hayata yabancılaşmaktan korktun. Bu yüzden yalnızca öykülerinde ağladın o uyumsuz varlığıma. Yalnızca öykülerinde eğildin bu sevdanın önünde. Sen beni yalnızca öykülerinde sevdin...

Şimdi ilk aşkımın yüzü diye sarıldığın ve uğruna adımı dudaklarından, kalbimi kalbinden, gölgemi evinin duvarlarından söküp attığın o sevdanın, yaralı yüreğine rağmen hayatın ortasında dimdik ayakta duruyor olması bir tesadüf mü sence? Hayatla yaralanmış iki kırgın yürekten, onun içinde varolmayı reddederek yalnızca aşkı kendine vatan bileni ve bu yüzden çırılçıplak, savunmasız ve güçsüz kalarak yıkılmış olanı değil, hayatın tam
da ortasında ona meydan okuyarak yaşayanı, sevgiye duyduğu güvensizliği yaralı yüreğine kalkan yaparak ayakta kalmayı başarmış olanı seçmen bir tesadüf mü? Hayattan kopmuş bir roman kahramanından sıkılıp, hayatın içinde mücadele eden bir gerçeklik kahramanını tercih etmen bir tesadüf mü?

Anlat bana ne olur... Kaybedecek birşeyimiz yok artık. Birazdan şu kapıdan çıkıp gideceksin. Aramıza hayat girecek... Aramıza başka bir sevdayla anlamlanan sayısız anlar, sayısız mekanlar, geri dönüşü olmayan anılar, sözler ve koca bir yaşam girecek. Gittiğin o sonsuzluk yolculuğundan seni bir daha geri çağırmayacağım. Duvarları gözyaşlarımla rutubetlenen bu dört duvar yüreğimde geçireceğim karanlık gecelerde bana o mucizeyi yeniden göndermesi için Tanrı´ya yeniden yalvarmayacağım. O hayatın içine birtürlü
sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerinin, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunun, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarının ve ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunun özlemiyle çıldırsam bile, merhametin için yalvarıp sana bir kez daha aynı acımasızlığı yapmayacağım. Kimi geceler başka bir sevdaya sarılıp uyuduğun yatağından ansızın uyanıp doğrulduğunda, o koyu sevdasıyla boşlukta kanayan gözlerimin hayali ´nereye gidiyorsun sevgilim´ demeyecek sana...

Korkma benden artık. Aşkına rakip değilim. Ömrüne rakip değilim. Seni kadere emanet ettim. Seni ilk aşkının yüzüne emanet ettim. Kırgın değilim ne sana, ne de seni elimden alan bu acımasız hayata... Beni onca kaybedişten ve gözyaşından sonra bu dünyadaki cennetine çağıran, sonra annemin rahmi gibi huzur kokan uykularımızı sonsuza kadar yeniden elimden alan Tanrı´ya bile kırgın değilim ben...

Şimdi git artık sevgilim. Sana sevgilim diyorum hala, bağışla beni. Sen artık bir başkasının sevgilisisin. Yalnızca bu cümleyi kurmamak için bile ölmek isterdim. Seni sonsuza dek kaybettiğim bu günleri hiç yaşamadan ölmek isterdim. Adım dudaklarında yok olmadan, tenim teninde henüz solmadan, daha böylesi yabancın olmadan... Gözlerindeki o çocuksu suçluluğu giderken denize at. Ona ihtiyacın yok artık. Affet kendini... Beni affet... Affet bu yaralı sevdamı... O hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerini, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunu, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarını, ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunu yanına al giderken... Tutkunu olduğum neyin varsa hepsini alıp git... Şizofren aşkının son mektubu bu sana...

Şimdi söz bitti artık.
Konuşamam artık seninle... Konuşamam, yalnızca ağlarım...
Uçurumun dibinde nasıl göründüğümü
Merak ederdim hep.
Yüzümün aynadaki boşluğuna hep bakmak isterdim.
İnançlarımın kırılıp döküldüğü yeri anlamak için
Kalabalıklar içindeki yalnızlığıma dokunmak isterdim...
Aşktı adın uçurumda, yanı başımda
Aynadaki suretimdi yüzüm,
Aykırı kanardı bana.
İnançlarımın çoğu yalanmış alay ederdi benimle.
Çok geç anladım, kalabalıklar arasındaki senmişsin dokunamadığım...
Yalnızlığım diye küçümsediğim senin sevginmiş,
Geceleri ansızın uyanıp
İncitip durduğum senin yokluğunmuş...
Onca sevişmeden sonra değişmemişsem, sihirli bir aydınlıkta,
İçimde bir yer sana sonsuz hasret kaldığı içinmiş...
İşte onca yalan geçen hayatımda buymuş tek gerçekliğim...



Cezmi Ersöz  // "Sizofren Aşka Mektup" adlı  kitabından alımtı..

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

Imhoted

Imhoted resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  31.Tem.2007 Sal 20:13:28sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d

 

Emegine saglık Jisell im insanlar bazen maskelerini düşürüyorlar

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

BohemianRhapsody

BohemianRhapsody resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  31.Tem.2007 Sal 20:19:58sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle
fiogf49gjkf0d
Bir Yabancısın Sen

Hiç bir hedefin olmadı senin...
İçindeki canlılığın gözüne girmeye uğraşırdın en çok. Öyleki çok inanırdın kendine, hayata aldanmak kutsal bir şölendi senin için.
Yaşanmış her şeyi unutarak yani bütün hedeflerini yakarak gözünün içindeki melekle bakardın insanların o kederli gözüne.
Kuşkulandığın her şeyin üzerine bir sevgi yağmuru gibi yağarak... Kuşkuna lanet okuyan ve bu dünyanın diliyle, ahmak bir sevgi yağmuru gibi yağarak bakardın insanların kederli göğüne.
Tarifsiz biriydin yakından bakıldığında çünkü bir işine yaramıyordun kimsenin. Öyle iyiydin ki bütün oyunlar bozuluyordu sende. Senin saflığın bütün tarifleri bozuyordu. Hayattan bir sonuç almak isteyenlerin ezberini bozuyordun. Oysa sende tutarsızdın. Hayatın dokusundaki o silinmez laneti görüpte sustuğun için. Bütün felaketlerden kendini sorumlu tutup varlığını siper ettiğin için o başı ve sonu belli olmayan kötülüğe... Üstelik alabildiğine bencildin, içindeki inanışın aydınlattığı sevgi yağmurunu yaşarken kimse bu laneti ve sonsuz kötülüğü görüp taşlamasın diye canını vermek isteyecek kadar bencildin...
Ve ihanet gündelik yaşam biçimindi senin. Çünkü sevgiyi planlamıyordun sen. Sevgiye karar veremiyordun bir türlü. Gözünde kameran, yanında cetvelin, açı ölçerinle dolaşmıyordun. Elinde değildi hep sevgiye maruz kalıyordun sen.
Sevgi hiç beklemediğin bir yerde, hiç düşünmediğin bir zaman gelip seni bulurdu.
Ve maruz kaldığın her sevgi içindeki her sevgiyi tek tek yeniden özlenen bir sabaha uyandırıyordu.
Beklenen, gururlu ve aslında kimsesiz sabaha böyle sabahalara, doğurgan bir sevgi anası olmana rağmen şaşıp kalıyordun sevgiler arasındaki bu büyülü kardeşliğe. Teslim alıyordu seni sevgiler arasındaki zulmün olgunlaştırdığı ve cesur kıldığı kutsal fısıldaşmalar...
Meydan okuyan karşılaşmalar içinde taşıdığın ve yollarını hazırladığın her şey seni büyülüyordu. Kimi kez elinde olmadan kendi derinliğine vuruyordun.Bunu düşünmek bile tepeden tırnağa mahcup kılıyordu seni. Oysa mahcup olmaktan çok çekinirdin. Çünkü bilirdin ki mahcubiyet bir yorgunluktur...
Sevgiler değil asla değil ama enerjinin neredeyse tamamı içindeki ümitsizliğe gidiyordu.Ona yardıma, susturmaya belki biraz olsun dinginleştirmeye... Böyle böyle bir soytarıya çevirdin ümitsizliğini. Ona gülümseyen, umutlu bir maske taktın, ona sevecen sözler öğrettin. Kimsenin kalbi kırımasın diye bu dünyada o kabına sığmayan ümitsizliğe vakitsiz bahar giysileri giydirdin. Eksik yaşanmış ve hep eksik yaşanacak bahar giysileri.
Kendin için değil aşkların için değil sana güvenen insanların için gizledin ümitsizliğini... Sanki yazgı değişecekmiş gibi hiç durmadan seviştin bu ümitsizlikle... Zehirlenmesin diye incelik, küçük düşmesin diye şiir hep acıyla seviştin...
Kimseye bulaşmasın diye gördüğün ve yaşadığın cinnet. Kimseyi onulmaz bir kötü yapmasın diye bu dünyanın dokusuna kazınmış lanet. Oysa masken ve bir hedefin olmadığı için asıl bütün dengeleri bozan sendin. Herkese ait gibi görünüyordun ama hiç bir yere ait değildin. Yürüyüşlere katılıyordun, isyanını haykırıyordun, ama sonra birden kayboluyordun. Her şey kendiliğinden olsun diyordun, aşk gibi, isyan gibi, hüznün o güzel yüzlü perisi gibi ... İçinden geldiği gibi hareket ettiğin için istikrarı bozuyordun. Kimse seni elde var bir diye düşünemiyordu.
Sayıları sayan kafaları karıştırıyordun.
Aileler, gelinler, damatlar, evin büyükleri, idealleri olanlar, hayattan hep bir sonuç bekleyenler, yararlı olmak isteyenler hep bir birlerine düşüyordu senin yüzünden...
Oysa sen cesur bile bulamazdın kendini, yaşamın kıyısında yolculuk eden bir kimsenin cesareti acımaktır çünkü en çok. Kendi gibi olan ruh kardeşlerine acımak.
İçindeki derin merhamet, seni gövdene düşman kılan öfkeyi bile durmaksızın küçük düşürüyordu. Acının da ötesi vardı çünkü... Hayatta kalan içindi intahar. Bu derin acıyı yüklenecek olan birisi içindi.Sana hep bu acının ötesinde ve intiharlardan sonra bu acıyı yüklenecek birisi olmak kaldı. Omuzlarında bunca yük varken unutulmak istedin. Unutturulmak...
Zaten doğuştan kanayan içini bir kez daha kanattın ...bir kez daha
Yakışmak için lanetli dünyanın lanetli insanlarına ve göze batmamak için acıyı talihsiz bir hastalık gibi yaşayanlara... Ne kadar içini kanatsanda ne kadar yüklensen de başkalarının talihsizliğini sen bir yabancıydın dünyaya... Çekici idi yüzündeki ışık ama ancak uzaktayken özlenirdin. Yakınlaştıkca tutuşurdu maskeler, karışırdı hesaplar...
Ruhlardaki mezarlıkta kargaşa başlardı...
Kemikleşmiş korkular ayaklanırdı.
Kıyamazdın yine de geçip giden zamana, aldanırdın içindeki inanışa. Ne olursa olsun deyip girerdin insanların içine...
Girerdin olduğun gibi, öyle korkusuz, maskesiz, içindeki inanışın o saf karmaşası ve akıl dışı telaşıyla. Sonra , sonra öyle bir an gelirdi ki ne kadar istesende kendine bile geri dönemezdin...
Gün gelirdi lekesiz bir inanışla kaderini birleştirmek istediklerin, seni lanetlemekten yorulup sıkılırlardı...
Yorulup sıkılırlardı...
Yorulup sıkılırlardı...


Cezmi Ersöz
CC sohbet icin buraya
  Mesaj Ekle, arkadaş oyun sohbet icin cagir