ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul


7 Mayıs 2024, Salı 17:16   

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

En İyiler  Son Eklenenler       
sohbet forum basliklari  CC-Forum> Geyik Muhabbet > Öylesine muhabbet
forum sohbet oyun basliklari
   Hükümsüz hislerimi arıyorum, oralarda mı?! :))
 <<1 2345>>
Mesaj Ekle, sohbet ve oyun icin cagir

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

NombreDor

NombreDor resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  10.Oca.2010 Pzr 13:56:48      Hükümsüz hislerimi arıyorum, oralarda mı?! :))sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

 

Yolculuğa... O uzun, o zorlu, ama bizi iyileştirecek acıya doğru yolculuğa çıkarız umuduyla gitmiştim yanlarına bugün de.. Heyecanlıydım, sabırsızdım, çocukluğun kutsallığından renkler kuşanmıştım üzerime...

Ama yanlarına vardığımda yüzlerinde sanki beni ıssız, karanlık ve balçıktan bir göle itmişler, sonra kurtarmayı çok isteseler de kurtaramamışlar gibi kirli gölgeler ve hak etmedikleri `suçlu zevklerin` çürümüşlüğü vardı...

Yine benimle ilgili gerçek düşüncelerini ben yokken konuşmuşlardı... Yanlarına geldiğimde ise benimle ilgili bütün gerçek düşüncelerini söyleyip bitirmişlerdi. Hayatına ortak oldukları, kararlarını etkiledikleri, dostluk oyunu oynadıkları birini arkasından kötüleyip, orada yokken onu balçıktan simsiyah bir göle atmak onları birbirlerine bağlayan, yakınlaştıran tek ortak şeydi neredeyse... Şimdi birlikteyken bana `umutsuz bir hasta` gibi bakmaları biraz önceki suç ortaklığının tadını biraz daha uzatmak içindi sanki...

Ne tuhaf, onlarla birlikteyken biraz önce, beni önce mahkum edip, ardından balçıktan karanlık bir göle attıklarını hissediyorum, ama böyle yapmaları sanki çok doğalmış gibi bunu onlara ya söyleyemiyorum. Neden ben çekip gitmiyorum yanlarından? Neden ihtiyaç duyuyorum onlara? Beni tekrar yok etmelerine neden katlanıyorum? Kurban olmaya alışkanlık mı bu? Yoksa onların benim celladım olduklarına mı inanmak istemiyorum bir türlü? Ya benim kaç kurbanım var? Yoksa şöyle ya da böyle ben de onlardan biri miyim?

Ben bu sorularla boğuşa durayım, onlarsa beni balçıktan, ıssız, karanlık bir göle atmış ve oradan gelmiş, ama yaptıkları bu infazı sanki biraz fazla ağır bulmuşlar gibi yüzüme bu hayata özgü çürümüş bir acıma duygusuyla bakıyorlar. Ben yanlarında yokken, karanlık bir gölde infaz edilme kararımı verirken bildikleri herşeyi (!), hayallerimi, yorumlama(!) yeteneklerini koşuşturmuş, iç dünyalarının derinliklerine dalmış, şimdiyse yorgun ve yüzeye çıkmış gibi bir halleri var.

Bana ölümümü unutturmak için basit, günlük, sıradan şeylerden bahsediyorlar. Güldürmeye ve eğlendirmeye uğraşıyorlar akılları sıra. İçlerinde gururumu okşayan, bana umut vermeye çalışanlar bile var :)) Daha biraz önce karanlık ve ıssız bir göle attıkları birine umut vermek bu hayata özgü bir şey olsa gerek...

Bütün bu olup bitenleri bildiğimi hissettikleri halde davranışları hiç değişmiyor. Korkuyorum onlardan. Garip bir ürküntü veriyorlar bana. Söyledim ya, yine de ayrılmıyorum yanlarından. Garip, hastalıklı bir duygu yanlarında tutuyor beni. Belki de aralarından biri bu korku ve ölüm oyununu bir yerden bozar diye bekliyorum. Belki de herkes o kişiyi bekliyor sanıyorum... Ama sonra bu bekleyişimin balçıktan bir göle atılmama sebep olan yanılgılarımdan biri olduğunu anlıyorum. Çünkü artık biliyorum ki, bu oyunu hatırlatacak, yani bozacak kişiler gülüp oynuyor...

Anlaşılıyor, onlar burada bu hayatta kalacaklar. Yola çıkmak istemedikleri, asıl acıyla buluşmak istemedikleri çoktan belli. Çocukluklarından gelen o uzak, o sahici, ama artık kısılmış çığlığın sesini artık birçoğu hemen hiç duymuyor. Duyanlarsa bu tedirginlikten işledikleri bir iki cinayetten sonra kurtulacaklarını tahmin ediyorlar. Kendilerine bu çığlığı hatırlatan bütün insanları, anlamları ve duyguları bu hayattan kaldırmaya ant içmişler sanki.

Kötülükleri bile öyle gizli, öyle yorgun, öyle bencil ki, içlerinde saklı kalmış ve yaşayan tüm duygularını bir başkasının itilmişliğinde ve yenilgisinde yok etmeye çalışıyorlar ve sonra ona: biz her şeyi senin iyiliğin için yaptık, :)) diyorlar. Kendi ölümlerini bile başkasına taşıtıyorlar. En yakın davrandıklarında bile son kez görüşür gibi bir halleri var. Ruhlarını bir atom savaşı sonrasındaki ölümcül ıssızlığa bile alıştırmış gibiler..

Yola çıkmak isteyenleri ise ısrarla, gidilecek yerde artık düşlenen hiçbir şey olmadığını, bu hayatın bütün hayatlardan daha güzel ve iyi olduğunu söylüyorlar. Gitmeye kalkanların dayanılmaz felaketlerle karşılaştıklarını, birçoğunun çıldırdığını anlatıyorlar..

Kim gözlerini kamaştırır, kim bu hayatın alternatifsiz olduğunu söylerse, onu `en büyük sanatçı` ilan ediyorlar. Aldırmamak gerekiyor, çoğu zaman donuk ve kayıtsız gözüktüklerine; bu hayatta kalmak için hiç bu kadar kararlı hissetmemişlerdi kendilerini.

Her gün bir başka zehirli cemiyet yasaları yapıyorlar aralıksız. Tuzaklarla dolu yeni günlük hayat haritaları çiziyorlar durup dinlenmeden.

Ve asıl olarak düşünceleri; Düşleri, bilinçleri ışık sızdıranları, kurtuluş yollarının üzerinin sürekli olarak kapatıldığını söyleyenleri, bu hayata uyum gösteremeyenleri büyük tehlike ilan edip onları en yakın çevrelerine yok ettiriyorlar... Çünkü her şey oluyorlar: arkadaş oluyor; sırdaş, komşu, akraba, okul arkadaşı, iş arkadaşı oluyorlar.... İçimizdeki kompleks, ihtiyacımız, takıntılarımız, umutlarımız, zaaflarımız, her şey, ama her şey oluyorlar...

Önce
biz hep beraberiz, biz güçlü ve yakın bir çevreyiz duygusu uyandırıp sonra sanki gizli bir yerden emir almışçasına ansızın kayboluyorlar. Onca beraberliğin, onca yakınlığın bir anlamı, bir sürekliliği olduğunu yadsımamak istercesine. Sonra yine eskisi gibi ortaya çıkıyorlar. Sistemin ta kendisiyken, sistemden zarar gören, ezileni oynuyorlar...
 
Ve bütün bu maskeler, şaşırtmacalara, asıl acıya doğru yola çıkmak isteyenleri düşlerini, çocuksu umutlarını, çabucak ayaklanan duygularına karşı mahcup durumuna düşürüyor. Birçokları bu mahcubiyeti insanda soyluluk uyandıran bir akşamüstü hüznüne dönüştüremeyip tiksinti veriyorlar. Bir kalemde düşlerinden, umutlarından, duygularından...

Bu basit, bu kaba, bu derinlikten yoksun görünen hayatın arkasında süren o korkunç, o karmaşık ve amansız savaşı gizlemek için suçlarına ortak etmedikleri kimse kalmasın istiyorlar. Ve hayat, hayat olalı hiç bu kadar güçlü olmadıklarını da biliyorlar... Hiç bu kadar egemen...

Ama ne tuhaftır ki, gördükleri düşleri hiç unutmayan ve bizleri kurtaracak olan asıl acının bu hayatın dışında bir yerde olduğunu isyan dolu bir aşkla söyleyen çocuklardan gittikçe daha çok korkuyorlar...
                                                                                                                                                      
 :) Ben yapmadım

 

Aramama bu ipucumece`den yola çıkarak başlasak mı  (Birileri beni mi anlattı, benlerim mi birini?!)

 

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

ALIVELI49ELLI

ALIVELI49ELLI resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  10.Oca.2010 Pzr 17:53:58sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

Annelik Oyunu Bitti

Otobüste sevgi yoktu. Orada herkes kendine ve birbirine düşmandı. İşte bu yüzden otobüsteki insanlar birbirlerine en kötü yüzlerini göstermekten çekinmiyorlardı. Şoför en acımasız tavrıyla yolcuları durmaksızın azarlıyor, genç öğrenci başının dibinde artık ayakta durmaktan gücünü tüketmek üzere olan yaşlı bir kadını görmezlikten geliyor; genç bir adam adeta bütün gövdesiyle, önündeki kızı habire sıkıştırıyor, açıkçası cinsel tacizde bulunuyor; üstü başı pis, üstelik kendi kendisine konuşuyor diye yaşlı bir adamın yanına kimse oturmuyor; gençten biri yanında kendisinden biraz daha kısa boylu birinin üzerine neredeyse abanıyordu. Bir sivil polis önünde oturan iki öğrencinin neler konuştuğuna kulak kesilmişti. Bir başkasının ayağına basan sonra asla özür dilemediği gibi ayağına bastığı kişiye adeta, “ayağımın altında ayağının ne işi var” der gibi bakıyor, herkes herkesi olup olmadık zamanlarda suçluyor ve aşağılıyordu... Evet, bu otobüste sevgi yoktu! ..

Bir duraktan genç bir kadınla, dokuz on yaşlarındaki oğlu bindi, otobüse... Kısa bir süre sonra avını bulmuş bir avcının heyecanıyla, “biletini at hanım” diye bağırdı bizim şoför. Genç kadınsa utanarak yolcuların arasına saklanmaya çalıştı. Şoför yine: “Biletini atmadın, bak kafam bozuluyor artık” diye öfkeyle çıkıştı. Biraz daha gittik ama çok geçmeden genç kadın ağlamaklı bir ses tonuyla: “Durun... Lütfen, burada inmek istiyorum” dedi. Otobüs durdu. Kadın, yanında çocuğuyla durak dışında, öylesine bir yerde indi aşağıya. Bu defa yüzünü örtmüş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Oğlu ise annesine sarılıp: “Anne ağlama, ne olur ağlama” diyordu habire. Otobüste ansızın bir sessizlik olmuş, herkes nefesini tutarak bu olayı izliyordu. Bu genç kadının varlığıyla kötü bir düşten uyanmış gibiydik. Oğluna sarılıp ağlayan bu genç anne yıllardır bastırdığımız duygularımızı hatırlatmıştı sanki bize.

Ve hemen sonra hiç beklemediğimiz bir şey oldu: Şoför otobüsün el frenini çekip aşağıya indi ve kadınla çocuğun yanına gitti ve onlardan özür dilemeye başladı. Duyuyorduk, şoför ağlayan kadına yaptığı işten çok bunaldığını, geçim sıkıntısı çektiğini, trafiğin ve yolcuların sinirlerini harap ettiğini, demin yaptıklarından pişman olduğunu söylüyor ve biletsiz olsa bile -ki şu an bu hiç önemli değildi- genç anneyi otobüse davet ediyordu. Genç kadınsa biraz önce çok aşağılandığını, çok utandığını, bir daha o otobüse binemeyeceğini söylüyordu.

Otobüsün durduğu yerin biraz aşağısı deniz kenarıydı ve hemen oracıkta bir çay ocağı ve gökyüzü renginde masa örtüleri bulunan masalar vardı. Güneş ve rüzgâr bu çay bahçesini soylu bir neşeyle kucaklıyordu. Genç kadın çocuğuyla beraber biraz olsun soluk almak ve dinlenmek için bu çay bahçesindeki masalardan birine oturdu. Gözyaşları dinmişti. Şoförse onu bırakmıyor, yanına diz çökmüş özür dilemeye devam ediyordu, işte ne olduysa bu andan sonra oldu. Herkesin yüzü aydınlandı ve ortak bir kararla gideceğimiz yerlerden vazgeçip otobüsten indik, adeta koşar adım gökyüzü rengindeki örtülerle örtülü masaların olduğu çay bahçesine gittik. Genç kadının yanına diz çöken şoförün omuzuna vuran güneş ışığı, genç annenin o unutulmaz masum yüzü defalarca içimize işlemişti. Sanki birbirinden çok, ama çok farklı insanların içinde ne gariptir ki aynı ortak ses: “Artık yeter, bunca kötülük, bunca duyarsızlık yeter” diyordu.

Nitekim şimdi hemen herkes genç anneyi teselli ediyor, sakinleşmesi için çaba harcıyordu. Genç kadın bu yakınlığımızdan cesaret alıp durumunu güçlükle de olsa anlattı. Kocası siyasi mahkummuş, yıllardır cezaevindeymiş, kendisi işten çıkartılmış, günlerdir iş aradığı halde bulamıyormuş, evde hiç yiyecek bir şey kalmamış, çocuğunu annesine götürüyormuş, otobüs bileti alacak parası yokmuş. Genç kadın bütün bunları anlatınca bir anda herkes garip bir duygusallığa kapıldı ve deminki dehşet otobüsünde uyanan kötü ruhları için birbirlerinden özür dilemeye başladılar. Yalnızca çok genç insanlarda görülür bu duygusallık; o kötücül mantık yoktur. İyi ki de yoktur, göğüsleri heyecanla inip kalkar...   Alıntı

                                                                                                                                                

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

NombreDor

NombreDor resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  10.Oca.2010 Pzr 20:15:41sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

 

O akşam ne çok şey konuşmuştuk onunla... Filmlerden, Polonyalı yönetmen Kieslowski’den. Yakınlarda kaybetmiştik onu. Peki Kieslowski o özellikle Mavi filminde aradığı iyiliği bulmuş muydu? Neredeydi iyilik? Arınmak? Görünmeyen, saklı bir yerde miydi? En dipte miydi iyilik, düşkünlükte miydi? Yoksa iyilik, arınma diye bir şey yok muydu, biz dünya sürgünlerinin çektiğimiz aşk özlemi gibi bir şey miydi, iyiliğe, arınmaya duyduğumuz bu dinmez özlem...

Sahi, Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı filmini de konuşmuştuk... İnsan bir fotoğrafa âşık olabilir miydi? Belki de bugüne dek yapılmış en umutsuz aşk filmiydi Sevmek Zamanı. Gerçekliğin acımasızlığından korkup suretlere sığınan kalplerimizin trajik bir özetiydi sanki...

Sonra Behçet Necatigil’i anmıştık, onun Kaçmalar şiirini: Sızlar ince içerlerde yara / Vurur yüzeylerde şeylere üzüntüsü, acısı / Elden kayar bir çatal / Ya da düşüncelerde erir boy’na sigara.../

Sonra ansızın başını örten şehirli kadınları konuşmuştuk, bir gece rüya görüp, sabah ansızın örtünen subay ve hakim eşlerini... Şehirlerin insanı yapayalnız bıraktığını, buralarda kimsenin kazanamayacağını, sürekli bir yenilgi duygusuyla yaşanacağını anlatmıştık birbirimize...

Anlamıştım. Ayrılığımız, geceye birbirimizi emanet edişimiz bu konuştuklarımızla bağdaşmayacak ölçüde yorgun ve ürkekti... Sanki bunca önemli duyguyu, sözü hakkımız olmadan konuşmuşuz gibi suçlu bir şekilde vedalaşmıştık...

Acemice kaçar gibi... Bütün bu zamansız vedalaşmaları bir gün konuşmayı düşünerek yatıştıracaktık sanki bu acemiliğin, bu birbirimizden ansızın kopmaların suçlu tedirginliğini... Eve gelince biraz kitap okudum. Bir iki satır bir şey yazdım. Eski yazılarımı gözden geçirdim. Bir türlü bitiremediğim şiirime birkaç dize ekledim... Ama ne yapsam onunla vedalaşırken yaşadığım o suçlu tedirginliğimi içimden atamadığımı hissettim... Bu tedirginlik yoruyordu beni, uyumaya çalışmalıydım...

Biraz müzik dinlersem rahatlarım diye düşündüm. Radyomu yanıma alıp yatak odama geçtim. Yatağıma uzandım, bütün gece yalnızları gibi kendime uygun bir radyo istasyonu aramaya başladım... Radyonun frekansları arasında rastgele dolaşırken bir frekanstan gelen sesle ansızın irkildim: “Benim adım Tülay. Sizin radyonuzu ilk kez dinliyorum. İnsanları birbirleriyle buluşturmanız ilgimi çekti. Bu şehirde insanlar çok yalnızlar... İnsanlar ne gariptir ki, sevgiye çok ihtiyaç duyuyorlar, ama sevgiden çok korkuyorlar, özgürlükten korktukları gibi...”

Evet, bu onun sesiydi. Birçok şeyi konuştuktan sonra suçlu bir tedirginlikle vedalaştığım insandı bu. Peki, onun ne işi vardı bu tuhaf radyoda? Bir anlam verememiştim. Tam bu sırada araya programcı girdi: “Tülay, sen bizim radyoya bir alış, bırakamazsın. Muhabbet FM tiryakilik yapar... Sen de yalnızlıktan yakınıyorsun değil mi? Benim bildiğim bir şey var, kaçan kovalanır, yani kendini ağıra satacaksın; bir de çok önemli bir kural var, kıskandıracaksın.” Programcı o bildik, o yapay, dahası alaycı ses tonuyla hızlı hızlı konuşurken, Tülay o mahcup sesiyle araya girmeye çalışıyordu: “Yo, tam böyle değil asıl söylemek istediğim benim... Biraz önce arayan bir arkadaş vardı, yalnızlıktan bahseden... Bence çok önemli şeyler söylüyordu, sözleri arada kaynadı gitti.”

Bu sırada programcı sıkılmış olmalıydı ki aynı alaycı ve küçümseyen ses tonuyla: “Bak Tülay istersen sana şöyle dertlerine uyan bir şarkı çalalım, ne dersin? Yoksa karşılıklı konuşacak birini mi istersin, karar ver, bize göre hava hoş.” Bunu duyunca can havliyle hemen yanıbaşımda duran telefonumun tuşlarına basmaya başladım. Meşgul çalıyordu. Tekrar tuşlara bastım. Bu sırada programcı Tülay’a hangi şarkıyı istediğini soruyordu bir taraftan. Tülay, Mahler’den Ölü Çocuklar Ağıdı’nı istedi... “Haydaaa, o da ne yahu? ” dedi programcı... “Gel sana Selami Şahin’den Özledim’i çalalım, ne dersin? Bak bu şarkı sana çok uyar, dinle beni...” İşte tam bu sırada radyonun telefonunu düşürmeyi başarmıştım. Telefonda karşıma çıkan kıza programa dahil olmak istediğimi söyleyince beni de hemen konuk ettiler. “Tülay, benim” dedim, “ne işin var senin bu radyoda, çok şaşırdım. Bu adam düpedüz seninle alay ediyor, buna nasıl izin verirsin? ” Önce bir sessizlik oldu. Tülay’ın sesi adeta titriyordu: “Ben... Öylesine frekansları dolaşırken rastlantı olarak yani. Şimdi sen karşıma çıkınca... Çok tuhaf oldum...” Programcı fırsatı kaçırmamıştı tabii: “Ooo, Tülay, yoksa eniştemiz mi, evet, şimdi de sizi tanıyalım. Muhabbet FM. İşte böyle buluşturur. Hadi bana dua edin yine... Siz konuşurken fona Devran Çağlar’dan Hep Seveceğim’i koyuyorum. Hadi iyisiniz, böyle hizmet hiçbir yerde yok...”

Öfkeden deliye dönmüştüm: “Ne bu rezalet? Bu adamla konuşacak ne buluyorsun” diye sordum...

Bir an bir sessizlik oldu. Sonra Tülay konuşmaya çalıştı, sesi güçlükle çıkıyordu ağzından: “İnsanları buluşturuyor o. Bence çok kötü biri değil... Sen de değilsin...” Tülay kesik sesle konuşuyordu. Sanki unutmuştu bir radyoda herkesin önünde olduğunu... Sanki kendisiyle konuşur gibiydi. Devam etti: “Sadece sen daha çok şey biliyorsun ondan... Ama o da olduğu gibi, farklı görünmeye çabalamıyor... Sen ve senin gibiler çok önemli, çok farklıymış gibi görünüyorsunuz, o görünenin altı bomboş, yüzeyin altında pek bir şey yok aslında...”

Bu sözler karşısında insan ne diyebilirdi ki susmaktan başka. Hayır görünenin altında yoğun derinlikler, büyük serüvenler, anlamlar mı var demeliydim? ..

Sadece şunu söyledim: “Bugüne dek konuştuğumuz hiçbir şeyin pek bir önemi yoktu sence öyle mi? ..” Yine bir sessizlik oldu, Tülay bugüne dek benimle hiç konuşmadığı düşünceleri anlatıyordu şimdi bana: “Bir anlamda yoktu evet, ne konuşursak konuşalım, ben yine evime aynı iç sızısı, aynı eksiklik duygularıyla dönüyordum. Aynı boşluk duygularıyla... Yetmeyen bir şeyler vardı hep. Her şey sadece sözlerdeydi sanki. Sanki: ‘Hadi hemen bir şeyler yapalım’ desem hiçbiriniz yanımda olmayacakmışsınız gibiydiniz... Hareketsizdiniz sanki hep. Bedenleriniz, elleriniz, ayaklarınız yok gibiydi... İçinizde kimse birbirine bir şey vermeye hazır değilken, herkes birbirinden bir şey alıyor, alamayınca da düşman oluyordu...”

Programcı yine araya girmişti: “Hadi yahu, bitmedi mi tartışmanız, bekleyenler var sırada, çabuk tutun elinizi...”

“Tülay, ” dedim, “deminden beri ne yaptığımızın farkında mısın? Herkes bizi dinliyor”. “Farkındayım” dedi, acı bir ses tonuyla... “Biliyor musun, benim için hiç önemi yok, ha seninle başbaşa konuşmuşum, ha bu radyoda, herkesin önünde. Biliyor musun ben geceleri belki beni anlayan bir insan, bir dost bulurum umuduyla bu radyo frekanslarını dolaşıp duruyorum... Ama pek bulduğum da söylenemez... Aslını söylemek gerekirse, herkes kendisini o kadar çok zaman gizlemiş ki, sonunda kaybolmuşlar galiba... Şimdi çok istese dahi kimse kimseyi bulamıyor... Kaybolduk! ”

Sonra sustu. Kısa bir sessizlikten sonra telefonunu kapattı. Ardından ben de...

Yarın yeniden konuşmayı denemeliydim onunla. İlk ve belki de son kez. Hem de bugüne dek bütün konuştuklarımızı unutarak... Buralardan çok uzakta, karanlık bir ormanda karşılaşan ve birbirini o ana dek hiç tanımayan kaybolmuş iki insan birbiriyle nasıl konuşmaya başlarsa öyle... Kurtulmaları, bütün deneyimlerini hiç saklamadan anlatmalarına bağlı olan iki kayıp gibi...

                                                                                                                 Valla ben yapmadım :) Ben yapmadığım gibi hiç kimse(!) içinde yazmadım!

 

Hükümsüz hislerimi aramaya devam...
(adres şaşmasın, onlar benim kayıp hislerim!!!)

 

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

N0body

N0body resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  13.Oca.2010 Çar 19:28:13sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

Ben bir tek sana inanıyorum sevgili. Ve sen de bu şehirde yaşıyorsun. Bu bana yetiyor. Benim bu şehre sonuna dek inanmam için bundan iyi bir neden yok şu an.

Dünyanın en yalnız, en karamsar, içimizdeki o büyük ve o kapanmaz boşluklarıyla yaşayan iki insanıydık biz tanıştığımızda. Birbirimiz için hem en büyük ödül, hem de en büyük cezaydık.

Kimse bizim içimizi görmüyordu. Görmedikleri için dışarıda kalıyor ve nefret edip çekip gidiyordu. Sonra bize duydukları bu nefreti bir yerde öylesine unutup başkasına gidiyorlardı. Sonra bize duydukları bu nefreti hiç olmadık bir yerde unutulmuş bir şekilde buluyor, onu içimizdeki yaraya saplıyorduk. Hiç haberleri olmuyordu. Bizi hatırladıklarında bizden nefret ettiklerini bile unutmuş oluyorlardı çoğu kez. Bizi boşluklarına çekmek istiyorlardı bu kez. Bize geriye cam kırıklarını bırakıyorlardı. Nefes aldıkça içimize batan cam kırıklarını. Oysa nefes almaya tapıyorduk biz; biz ikimiz dünyanın en karamsar yaşama sevdalısıydık. Ama nefes aldıkça, o en çok sevdiğimiz şeyi tekrarladıkça içimiz paramparça oluyordu.

En çok bu acı hatırlatıyordu bize yaşadığımızı.

Ben bu şehre tapıyorum sevgili. Ve birçokları yıkımdan ve yokoluştan bahsedip bu şehirden kaçmayı düşlerken, şimdi en çok sen benziyorsun bu şehre. Çünkü bugüne dek karşına çıkanlar senin sadece güzelliğini, o dayanılmaz çekiciliğini, o ulaşılması kolay sandıkları büyünü gördüler. Kimse içindeki kanayan yüreğini, o derin, kapanması güç boşluklarını, nefes alırken kalbine, damarlarına batan cam kırıklarını görmedi. İçine giremedikleri için senden nefret edip kaçtılar, sonra nefretlerini olmadık bir yerde unutup bir başkasına gittiler.

Sen bu unutulmuş nefretleri arayıp bulmak için kimbilir kaç kez kaybolmuştun bu şehirde.

Şimdi sen en çok bu şehre benziyorsun sevgili. Bir yanın gökyüzünde çılgınca şarkı söylüyor, bir yanın dünyanın en dokunulmaz fahişesi. Ama her nefes aldığında içine cam kırıkları batıyor. Her nefes aldığında içindeki karanlık biraz daha büyüyor. Biraz daha ulaşılmaz, biraz daha uzak oluyorsun. Çünkü insanlara yaklaştıkça hep daha uzaklara itildin sen. Sarılmak istedikçe onlara, biraz daha boşluğa savruldun.

Ama unutma, sen de benim gibi hiç büyümeyen bir çocuksun. Tapıyorsun yaşamaya, tapıyorsun nefes almaya. Onca acı çekmene rağmen AŞKA AŞIKSIN sen de bu şehir gibi… BENİM GİBİ…

c.e

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

NombreDor

NombreDor resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  14.Oca.2010 Per 13:50:51sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

Daha fazla yabancı ölmek istemiyorum sana

İyilikten, saflıktan ulaşamadım kendime burada… Burası durmadan hızlanan bir kent. Burada sonsuz arzu çarpışır. Sonsuz acı… Sonsuz hırs…
En başlarda ne istedim tam bilmiyorum. Ama öyle açık ve duruydu ki gördüğüm herşey, nereye ve kime baksam beni kendisine inandırıyordu. Henüz içimde bir başkası yoktu. İçimde benden ayrı, bana karşı bir ses yoktu. Gidemediğim yerleri mutlu özlerdim, çünkü gitmesem bile bilirdim ki oraları da benden bir parçaydı.
Çok az ve usulca konuşulurdu.
Çünkü sessizlik vardı ve ve bu sessizlikte en küçük sesler bile çabucak yayılırdı heryere. Sessizlik kutsaldı, çünkü bütün sesleri o saklardı koynunda.
Evlerin önünde küçük bahçeler vardı. Geceleri ışıl ışıl yanan küçük düş ağaçları vardı. Herşey bizim için yaratılmıştı sanki, göründüğü gibi olan ruhumuza göre. Geceler gündüzlere usulca sokulurdu. Yavaştı herşey. Çok yavaş…
Kutsal ve sonsuz bir aynaydı gökyüzü. Kendisine içtenlikle ve sabırla bakanların ismini sayıklardı…
O zaman da vardı kötülük ve şiddet… O zaman da vardı yalan ve sevgisizlik… Ama yavaş dönerdi dünya. Garip, kutsal bir sessizlik vardı heryerde. Utanırdı kötüler yaptıklarından. Pişmanlık duyulurdu her yalandan sonra. Sanki mecbur kalındığı için sevgisizdi insanlar.
Top oynardık mezarlıklarda. Ölüler dünyanın en sevecen insanlarıydılar. Hayatı onlar sevdirirdi bize. Aynı güneşin altına uzanırdık birlikte.
O zaman bir tek kalbim vardı benim. Gözlerim bana aitti nereye gitsem. İçimde kendi sesimden başka hiçbir ses yoktu.
Hayatın o dinmeyen ağrısıyla hatırlardım kendimi. Susar dinlerdim. O ağrıyı incitmemeye çalışırdım. Kaçmazdım ondan. Bilirdim ki istesem de kaçamam ondan. Güneşin doğuşu ya da batışına nasıl saygı duyuyorsam ona da öyle derin bir saygı duyardım…
Toprak, içimde sakladığım halde ulaşamadığım sevgiliydi… Kendimle değil, toprağın sırrıyla yarışırdım. Kendimden değil, toprağın sırrından ürkerdim… Bu ürküntüyle barışmak için sık sık toprağa yüz sürerdim. Koklardım onu. Çıplak bir hazla yürürdüm üzerinde. Kalbimin üzerinde yürür gibi…
Sonra sular geliyor aklıma. Aktıkça yüzün gibi aydınlanan sular. İlk orada hatırlıyorum seni. İçimde henüz başka bir ses yokken. Kalbim ve gözlerim sadece bana aitken…
O suların peşinde, hayatımın peşinde, yüzünün peşinde…
İlk orada akıp giden sularda seninle kendimi gördüm. En çok sende sevdim kendimi. Akıp giden sularda. İlk kez sende gördüm özlemlerimi… Akıp giden kalbimi… O parçalanmış ve sadece sana ait benliğimi ilk kez sende gördüm…
O yavaşça dönen dünyayı, bütün sesleri içinde saklayan o kutsal sessizliği… Kendisine sabırla ve içtenlikle bakanın adını sayıklayan o sonsuz gökyüzünü… Gökyüzünün el verdiği o küçük düş bahçelerini…
Toprakla sular arasındaydı kalbim. Bu yakınlıkta ne varsa, bu sır nereye varacaksa görmek isterdim. Çünkü öyle inanırdım ki kendime, nereye baksam seni görürdüm. Toprakla sular arasında giderek aydınlanan yüzünü.
Dalgaların aydınlığı vururdu terkedilmiş evlere. Bir kapı açılır, içeri üşümüş bir ışık girerdi. Dışarıda bir sonsuzluk kimsesiz yanardı. Bir ceset vururdu sahile, ömrüm olurdu yorgun ve ıslak saçları… Sen olurdun yüzünü saklayan herkes… Sonra… Sonra biterdi toprak… Akmaz olurdu sular. Kirlenirdi o kutsal sessizlik… Düş ağaçları kesilirdi… Seni bekleyecek yer bırakmazlardı bana… Sürüklerdi beni peşinden hızlanan dünya, bu durmadan hızlanan kent… Sürüklerdi beni kalbimden ayrılan ikinci kalp, sürüklerdi beni gözümden ayrılan ikinci göz… Ruhumdan ayrılan öbür ruh, sürüklerdi beni…
Artık bu kent o kent değil, bu kalp o kalp değil, bu gözler o gözler değil… Seni sevdiğine inandığım o insan bu insan değil…
Burada gidilecek hiçbir yer yok. İnsan en fazla o öbür, o yalancı kalbine çarpıyor… Burada insan en fazla o sahte gözünü hissediyor içi acıyarak… Ne kadar sevse de dünyanın bütün sevgisizliğini üzerine alıyor burada insan… Hep başkalarının sahte yasını tutuyor…
Burada her sabah, her akşam insan yeniden, hep yeniden başlıyor hayatına. Sanki hiç yaşanmamış gibi, hiç gidilmemiş gibi, hiç ders alınmamış gibi… Burada insanın yalan yüzü değil, o en derinde sakladığı kalbi kararıyor önce…
Artık burası herhangi bir kent: Kalabalık, doyumsuz, aceleci, konuşkan, acımasız, telaşlı unutkan, intikam dolu ve hep kaybetmiş… Burada sistem, kirletilmiş arzularla içimize, beynimize sızıyor, o “kurtarılmış beyin hücrelerimize”. İşte sevgiyi, yitirdiğimiz ve özlediğimiz aşkımızı, işte en derinde yatan insanlığımızı aradığımız yer burası…
İşte seni aradığım yer burası: Herşey satılık burada, herşey ambalajlı. Sevgi, umut, ütopya, başkaldırı, inanç, ölüm, farklı hayatlar… Herşey, herşey satılık burada.. Burada herşeyin bir fiyatı var… Burası durmadan hızlanan bir kent… Aşk bile burada serbest piyasa kurallarına bağlı… Sahte bir kalple peşinden koştuğum bu dünya seni bana anlatmaz, artık biliyorum…
Burası benim önümden koşan bir kent… Burada ikinci kalbimle, ikinci gözümle, ikinci benliğimle yarışıyorum. Burada kendimle amansız kavgalıyım…
Seni sevdiğim kadar sevmedim bu hayatı, inan… Ne olur bir tek buna inan…
Çünkü sende gökyüzüm var. sende sonsuz yağmurlarım, kutsal sessizliklerim var… Sende o küçük düş ağaçlarım var… Affet bu küçük insanlığımı… Affet peşinden geldiğim bu kenti… Affet o derin doyumsuzluğumu…
Göremedim affet, sen bu kentte denizden çıkan bir cesettin. O yorgun ve ıslak saçları ömrüm olan bir ceset… Affet beni… Gidilecek başka bir yer yokmuş bu kentte… Toprakla akan su arasındaki yüzünden başka… İşte bunu öğrettin bana… O sessiz, o kutsal yüzünle bana bunu öğrettin. Bu kentte aşk olamayacağını… Beni kendine çağırdın. Akşamın o ıstıraplı eşiğine…
Son bir umutla sana sarılıyorum sevgili.
Dünya nereye giderse gitsin, bir tek sen kaldın bu kentte, birtek sen kaldın içimdeki iyilik yüzünden utandırmayan beni…
Ben bu dünyadan kaçtım ve gidecek başka yerim yok…
Burası içimi kanatarak hızlanan bir kent…
Bir yanım ölü, bir yanım sen…
Sevgiliysen tanı beni, bil öyleyse…
Dediğin gibi sevgili, daha fazla yabancı ölmek istemiyorum sana….

(benim değil yine)          

  

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

JACK4SS

JACK4SS resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  23.Oca.2010 Cmt 16:38:13sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle


Dün, beni derin duygularla sevdiğini söyleyen bir kadına karşı, kabuğuna gizlenen, korkak, hatta ruhsuz biri gibi davrandım... Hatta tedirginliğimi, korkaklığımı bana hissettirdiği için öfke bile duydum ona... Sebebi belliydi: Bu kabuğuna gizlenen, korkak, sevgi yeteneksizi birini nasıl bu denli gözü pek, bu denli koşulsuz duygularla sevdiğini söyleyebilirdi ki o... Görmüyor muydu halimi, hissetmiyor muydu beni kendimle bir türlü örtüştürmeyen etrafımdaki derin boşluğu? Her gün defalarca lanetler yağdırdığım, başkalarından utançla gizlediğim bu sevgi yeteneksizi varlığı nasıl sevebilirdi...

Beni sevmekte ısrar ederek bana verdiği acı ve sıkıntının farkında da değildi anlaşılan! ..

Üstelik bütün korku ve kaygılarıma aldırmadan, hatta bütün bunlardan sevgisine ve varlığıma ilişkin gizemli duyarlılık payları çıkarttığını ileri sürmesi beni iyiden iyiye geriletiyor; çevremdeki boşluğu biraz daha büyütüyor; kendimle buluşmamı sağlayan bütün çıkış yollarını kapatıyordu...

Aslında o beni sevgisiyle yukarıya, günlük hayata, olup biten her şeye, anında, hemen oracıkta tepki vermeye çağırıyordu. Birisine araba mı çarptı, hemen o yaralıyı kucaklayıp hastaneye götürmeye; birisi birisine bıçakla mı saldırdı, üstüne mi yürüdü, hemen ayırmaya; olayı kimin başlattığına dikkat edip, gerekirse mahkemede tanıklık yapmaya; komşularla dayanışmaya; çocuk büyütmeye; karşı apartmandaki gözleri görmeyen adama roman okumaya; yan dairedeki yatalak kadına ilaç ve moral taşımaya çağırıyordu... Oysa ben çok istesem de, bunların hiçbirini yapamam. Elimden gelmez, beceremem. Ben istesem de hiçbir şeye müdahale edemem, ben sadece önümde, çevremde olup biten her şeye maruz kalırım. Dayak yiyen adamın kendisini elleriyle, kollarıyla korumasına; bıçaklanan adamın, yandım anam, diye bağırışına; yaralılara yardıma koşan insanların ayak seslerindeki telaşlı ve abartılı sevecenliğe; yatalak kadını ziyaret edip çıkarken, kadının minnetle gülümsemesinin usul usul ve hüzünle sönüp tamamen donmasına; mahkemede verilen ifadelere değil de, ifade veren insanların sanki başka bir gezegenden düşmüşlercesine o yabancı ve ürkek ifadelerine; tam bu esnada, orada yaşanan bütün bu gerginlik ve korkulardan uzakta yalanan bir kediye; güneşin mahkeme camlarındaki tozlu kırılmalarına ve o anda bahçede top oynayan çocukların uzun yıllar öncesinden gelen ve solmuş bir sevincin içimi acıtan seslerine; kendisine roman okunan kör adamın, çevresinde kimsenin görmediği yaratıklar varmışçasına belirsiz, ama güçlü ifadelerle etrafı izlemesine maruz kalırım...

Çünkü en dalgın, en silik, en beceriksiz tanığıyımdır önümden hızla gelip geçen bu gündelik hayatın... Sadece kimsenin çekmeye gerek görmediği garip, işe yaramaz fotoğrafları art arda çekip, belleğimin gizli bölgelerine kaydeder dururum. Sonra ruhumun mağarasına çekilirim usulca... Ve orada, tarihlerinden ve yurtlarından kopan yüzlerin, seslerin, acemiliklerin, dikkate değer görülmeyen davranışların, ancak ters ışıkta bir anlam taşıyan gizemli çelişkilerin üzerine gümüş yağmurlar yağar usulca, belli belirsiz...

Susar, hareketsiz seyrederim, yeryüzünde sır vermeyen zamanın parmaklarından sızan gümüş yağmurunu... Çünkü sonunda yaralılar iyileşir, hapishaneler dolar boşalır, çocuklar büyür, yatalak kadınlar ölür, komşular taşınırlar...

Beni koşulsuz ve ömrü boyunca seveceğini söyleyen sevgili bir gün yorulur ver artık bir başkasına sunduğu sevgisini ona, uzak bir şehre götürmeye karar verir. Otobüsün camına yasladığı bitkin başı hafifçe titremektedir...

Ağzının kenarından sızan belli belirsiz, masum ve ılık suda görürüm yüzümü, kendimi... Uyanmasın, dinlensin diye elimi, başıyla otobüsün camı arasına yavaşça yerleştirir, sonra da ağzından sızan ılık suyu usulca silerim. Çünkü beni mağaramda bıraktığı için ona sonsuza dek minnet borçluyumdur...

Bu yüzden artık onunla her yere gider, onunla bütün sevgileri, özlemleri, acıları ve coşkularını yaşarım... Onu kutsal ve sarsılmaz bir sevgiyle seven ve yaralıların hiç durmadan yardımına koşan, olayları anında gören, hemen tavır alan, mahkemede hakimin gözlerinden dikkatli bakışlarını hiç ayırmayan, kavgaları anında ayıran, sevildiği için, bunda öfkelenmek, içine kapanmak şöyle dursun yaşama dört elle sarılan ve kendine olan güveni ve sevgisi çoğaldıkça çoğalan sevgilisinin yerine koyarım kendimi...

Hatta zaman zaman, garip, anlaşılmaz bir boşluğa düşüp: Sevgilerde yetmeyen bir şeyler var, sanki bu bulutun arkasında gizli bir kapı, şu sisin ardında beni bana hatırlatan bir cümle, bir kelime var, ama bulamıyorum, dediği zamanlarda ona, göremediği kapıyı gösterip; hatırlayamadığı cümleyi, kelimeyi usulca kulağına fısıldayınca gözleri birdenbire sevinçle ışıldadığında, bu ruhumun mağarasından sızan gümüş yağmurları gibi içimi aydınlatırdı.

O şimdi, beni bıraktığı mağaramda geceler boyu kaybolmuş aşk yüzlerini ve yerin üstünde hep eksik kalan ya da unutulmuş duygu hallerini, gümüş bir yağmurun altında buluşturup, birleştirdiğimi de bilmiyordur...

İstediğim anda başka ruhların davetsiz konuğu olduğumu da... Mağaramdaki ruhumun yerin üstündeki ruhumla bir türlü birleşip bütünleşemediğini de bilmiyordur... İşte bu yüzden kötü olduğumu ve her tür kılığa bürünmüş kötülükleri anında hissettiğimi de...

Benim kötülüğümün başkalarına asla zarar vermeyen ve sadece bana korkunç cezalar veren bir kötülük olduğunu da bilmiyordur...

Şimdi kendisine yeni bir sevgili bulan yerin üstündeki sevecen kadın benim onu hiç sevmediğimi düşünüyordur... Elim otobüsün camıyla başı arasındayken bile onu sonsuza dek unuttuğumu sanıyordur...

Ben kendimi bir mağarada ömür boyu yaşamaya, acı veren ve “suçlu bir zevkle” mahkûm ettiğim için, onu sonsuza dek hatırlamaya ve ruhunda konuk olmaya mecbur olduğumu hiç bilmiyordur...

alıntı             

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

NombreDor

NombreDor resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  23.Oca.2010 Cmt 17:41:42sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

...
Bir tek seni sevdiğim doğruydu...
Ve bu doğru yüzünden hayatım yalana battı...

....Bir şizofrendim artık... Yalanlar söylüyordum, hem sana hem de ona... Kendimi tanıyamaz olmuştum. Hangisi bendim? İçimdeki, o güzelliğiyle dünyayı elde etmeye kışkırtılmış, karanlık ve ilgi tutsağı kadın mıydım; yoksa uğruna hayatından vazgeçmeye hazır olduğum aşkına mahkum, ezilmiş kapılarda bırakılmış, verdiği güven ve taşıdığı masumiyetle sana cazip gelmeyen o sevdalı kadın mı? İkisi de olmak istemiyordum. Ama ikisinden de vazgeçemiyordum. Sanki biri olmasa diğeri yıkılacak gibiydi. Birbirinden nefret eden ve birbirinin varlığına taammül edemeyen bu iki benlikle yanlız kaldığımda çıldıracak gibi oluyor, ağır ağır ruhumu öldürüyordum. Artık yalnız kalmak dayanılmaz olmuştu benim için... Seni göremediğim zamanlar ona gidiyor, onu göremediğim zamanlar sana sığınıyordum. İçimdeki bu birbirine aykırı iki kadın beni durmadan diplere çekiyordu...

(Benim değil)         

 

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

gurcu

gurcu resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  23.Oca.2010 Cmt 17:58:14sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

İyi Kalpli Günahkarlar

Kanaatkar ve şakacı bir gece lambası gibisin...
Yanıyorsun sevişmelerin en koyusunda,
sönüyorsun binlerce bilmeceyle.
Dışarda mağrur, gizemli, yasakçı ...
İçerde sevecen, başıboş, ahlaksız.
İyi kalpli günahkarları
aydınlatan bir gece lambası gibisin ...
Kendi yangınına aşık... 


                                                                                   - ( Benimde degil )  >>  Cezmi Ersoz`un..

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

HoKKaBaZ

HoKKaBaZ resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  23.Oca.2010 Cmt 19:08:17sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

“Hapsettim kendimi dört duvar arasına, gün ışığını yasakladım yüzüme. Pencerem rüzgar mı alıyor ne, perdesi aralanıyor gece yarıları? Düşüyor tanecikleri karın, ismin üzerlerinde yazılı… Korkutmuyor sadece geceler, süründürüyor talihsiz kaderimi. İçimdeki kararlılıkla kazanacağım bu harb-ı mücadelemi… Buğusuna kapıldığım, üzerine kalp çizip ok geçirdiğim kağıtlar uçuşuyor gözlerimin önünde. Kulaklarım tırmalanıyor bu aczin eşiğinde… İnanıyorum ki kalelerim yıkılmazdır benim,  içinde benden yürekler taşır. Fethedeceğim gözümün nurunu geri, sözüm başımın üzerine taçtır.”

 

(Ben yazdım, ben çizdim, ben başaracağım!)

sohbet forum arkadaş cagir

forum arkadaş sohbet linki

NombreDor

NombreDor resimleri ve sohbet sayfasi forum oyun tavla okey

sohbet icin online durumu
Mesaj Gönder
Forum Mesajları
Forum Başlıkları
 

 oyun sohbet linki, arkadaş tavla okey sayfasi  23.Oca.2010 Cmt 23:07:21sohbet oyun linki
Bu Mesajdan Alıntı Yaparak Mesaj EkleMesaj Ekle

 

Gittin ve her şey olduğu gibi duruyor bu hayatta... Her şey bıraktığın gibi... Seni tanımadan, bilmeden önce nasılsa yine öyle hazin, öyle buruk, öyle paramparça... Bir bilgeden okumuştum çok önceden: Siz bu hayatta iyi başlayıp kötü bitmeyen bir şey gördünüz mü? diyordu... İnanmamış, yırtıp atmıştım o kitabı. Meğer ne haklıymış.Bu hayatta iyi başlayıp kötü bitmeyen hiçbir şey yokmuş... Haklıymış, kimse düzeltemezmiş bu hayatın adaletsizliğini... Oysa her büyümemiş insan gibi inanmıştım yaşadığım bu aşkın dünyanın ilk aşkı olduğuna, bu aşkın bütün çağların aşkı olduğuna... Bu aşkın biz istersek dünyanın bütün adaletsizliklerini düzeltebileceğine inanmıştım...

Ne kadar çocukmuşum. Meğerse bu hayatın bütün adaletsizlikleri bizim aşkımızdan başlayıp yayılmış her yere...

Gittin ve her şey olduğu gibi duruyor bu hayatta... Kırgın ve gücenik anneler yine çocuklarını özlüyor. Yine onların arkalarından boşluğa el sallıyorlar.Yine mahkumlar üşüyor... Yoksullar eskisinden daha çok acı çekiyor yine... İnsanlar ilerliyor sansın, herşey başladığı yere geri dönüyor... Mevsimler senin o durmadan üşüdüğün kış mevsimine doğru dönüyor... Yaza, yaz mutluluklarına kanmıştın, işte kış yine geldi...

Peki, kim ısıtacak şimdi seni... Ben ki seni ısıtırken, senin üşümenden hiç bitmeyecek, hep sürecek bir yaz hayal ederdim. İçinin ürpermesinden hiç lekelenmeyecek bir mutluluk yaratmayı düşlerdim...
Seni ısıtırken gülümserdin bana... O gülümseyişinde derin sulara gömülmüş bütün aşklarımın yüzleri belirirdi usulca. O yüzlerin hepsini birden senin yüzünde görmek isterdim. Bu yüzden yorulmadan, bıkmadan, usanmadan ısıtırdım seni. Sen, tamam, yorulma, geçti üşümem, desen de, duymazdım seni. Çünkü sadece seni ısıtmak değildi isteğim... Aşklarımın sulara batmış bütün o yüzlerini senin yüzünde birer birer ortaya çıkartmaktı... Hepsini, hepsini belki de son ve ilk kez senin yüzünde yaşarken görmekti... Senin de sulara batmış aşklarının yüzlerini ortaya çıkartmak için yapardım bunu en çok...
Ölüm saplantımı bilirdin, ama seni ısıtırken bu saplantıdan bile kurtulmuştum... Yaşadığımız bütün aşklarımızı senin yüzünde görebilmek, onları senin yüzünde öpüp koklayabilmek, onlardan senin yüzüne sarılarak özür dilemek istiyordum. Bu yüzden yaşamalıydım... Onca acıdan, onca yıkımdan sonra bu yaşama isteğim bana göre bir mucizeydi ve mucizenin sırrı sendeydi... Yüzünün ardında gizlediğin esrardaydı... O esrarın bütün bilinmezliğini üstlenmek ve bu bilinmezliğin bütün sonuçlarını ödemeye hazır hissediyordum kendimi... Bu aşktan kurtulmak istediğinde, zamanın kurallarına kapılmaya başladığında, en çok yokluğunda fark ediyordum o esrarı...
Sana söylemiştim, ben bu dünya zamanının efendisi değilim, diye. Görünenlerle, güvencelerle, kendimi sağlama almakla ilgili beklentilerim yok, diye... Söylemiştim sana, ben sadece aşkla mümkünüm, diye... Söylemiştim sana, aşk yoksa benim için hayat bir yanılsamadan ibarettir, diye..
Söylemiştim sana, benim iki kapım var, diye. Biri doğum, biri ölümdür, diye... Doğarsın, aşkın içinden geçersin ve ölürsün...

Buraya, bu dünyaya beni kimin gönderdiğini bilmiyorum. Böyle kırılgan, böyle savrulmaya hazır, böyle açık yaralar içinde... Kim, neden gönderir benim gibileri bu dünyaya bilmiyorum, ama oluyor işte... Birilerinin bu dünyanın haksızlıklarını, adaletsizliklerini tek başına yüklenmesi gerekiyor sanıyorum. Hayat normal yolunda aksın, binalar yükselsin, dükkanlar açılsın, alışverişler yapılsın, şehirler büyüsün, insanlar bir yerden bir yere gidip dönebilsin diye, benim gibilerin bu görevi üstlenmesi gerekiyor belki de...
Neden ben, diye sormuyorum ne zamandır.Yazgıma asla lanet okumuyorum. Böyle olması gerekiyormuş... Bu yazgıyı değiştiremeyeceğimi biliyorum artık...

Peki seni nasıl kabul etmeliyim, benimleyken mi, yoksa, gidişindeki o her şeyi kabullenmiş, bu hayata razı olmuş halinle mi...
Seni böyle kabul etmek, senden ayrılırken çektiğim acıdan daha büyük inan. Senin sandığım insan olmadığını bilmek, senin o diğerleri gibi olduğunu bilmek ölümünü yaşamaktan daha büyük bir ıstırap. Senin benim için hiç doğmadığını, beni hiç hissetmediğini, sadece bana yazdığın o çok bilindik, o çok klişe senaryonda basit bir rol verdiğine inanmak ve onu istediğin gibi oynayamadığımda başkasına dönmen sanki hayatımı ve onca aşkı boşuna yaşamışım gibi derin bir hayal kırıklığı şimdi bana...

Sen bu hayata sımsıkı sarılırken sadece aşkı özledin. Ama küçük, kısa bir soluklanmaya çıkıp tekrar dönecek kadar özledin... Bu hayatın can sıkıcılığından, her şeyin o çok önceden bilinip ona göre yaşanmasından, çok önceden çizilmiş çizgilerin o adaletsiz sınırlarından biraz olsun çıkıp, saçının birkaç telini yakıp yeniden kendini toparlayıp, bu kadar yeter, artık kendimi korumalıyım, diyene kadar özledin...
Sen doğdun ve orada hayatı gördün ve ona sımsıkı sarıldın. Ölüm, diye bir kapın yok senin.. Hep bu hayatın içinde sonsuza dek yaşayacağına inanıyorsun. Bu yüzden senin iyi ve korunaklı yaşaman gerekli. Yıpranmaman ve huzur içinde olman, seni hep koruyacak, geriye döndüğünde koşulsuz kabul edecek güçlü ve sağlam kapıların olmalı... Bu yüzden sen sırtını o güçlü ve sağlam kapılara dayayıp, bir gün geri döneceğine bilerek uzaktaki aşklara kibarca el sallamalı, onlar için zarifçe gözyaşı dökmelisin... Aşk diye yaşadıklarından geriye, o sağlam, o korunaklı evlerinden birine, sanki çok renkli bir panayırdan, oldukça heyecanlı gösterilerin yaşandığı bir sirkten geri döner gibi dönmelisin...
Oysa aşk doğum ve ölüm kapısının ortasında yaşanan en hakiki geçittir. Bu geçitten geçilirken asla arkaya bakılmaz. Asla ileriye bakılmaz. Bu geçitte bütün zamanların hükmü biter. Aşkın kendi zamanı başlar. Ve bu zaman ileriye, geleceğe doğru değil, içerlere, derinlere doğru işlemeye başlar. Orada artık bu zamanın kuralları yoktur, orada bu hayatın korkuları biter, orada insan kendi yokluğundan yeni anlamlar çıkarır, hiç gitmediği yollar çıkarır... Aşkın o geçidinde bir an yüzlerce yıla bedeldir...
Bu geçitte geçmişin ne ağır kanlı korkuları, ne de basit, çıkarcı saplantıları vardır. Bu geçitten geçerken kimse kimseye bir gelecek vaat edemez. Bu geçitte aşkın kendi zamanı, kendi büyüsü, kendi gerçekliği vardır. Çünkü aşkın bir anın da yüzlerce yıl yaşayan bir insan ne geçmişten ne de gelecekten bir şeyler ummayı aklına getirebilir... Hiç bilinmedik, hiç tadılmadık bir ateşle yanarsın orada; bütün bildiklerini, bütün öğrendiklerini unuta unuta yanarsın, içindeki o hazin ıssızlıkla birlikte, bu hayatın sana dayattığı umutlarla, bütün yanılsamalarınla birlikte, yanarsın... Nafile yanarsın...

Ve oradan bu hayatın kurallarıyla yaşarken arayıp bulamadığın her şeyi bambaşka bir yüz ve bambaşka bir kalple bulup çıkarsın...

Aşk yaşarken ölümü göze almaktır. Aşk bu ölümü göze alanlara gülümseyebilir ancak. Hayatında bir kez olsun bile bu ölümü göze almamış bir insan yaşamaya hiç başlamamış demektir.
Sense bana gelirken, ölümü hiçbir zaman göze alamadan çıktın yola... Bana gelirken bir gözün hep arkada, o güçlü, o sağlam kapıdaydı... Hiç düşünmediğin, hiç beklemediğin şeylerle karşılaştığında yeniden geri dönebilmek için bir gözün hep arkandaydı... Bana gelirken gözünün birinde kamera vardı... Sen hayatını sağlama alırken, aynı anda aşkın büyüsünü yaşamak istedin...

Çokları öyle yapıyor. Ne bu hayattan vazgeçiyorlar, ne de aşkın heyecanından. Kısa, küçük, basit ve heyecanlı yolculuklar yapıp yine evlerine, korunaklı dünyalarına dönüyorlar... Hiç aç kalmamak ve hep geleceklerini garanti altına almak için...
Oysa aç kalabilmeyi bile göze almaktır aşk...
Bu bedeli göze alamadıkları için bir çoğu zavallı, sefil bir oyuna çevirirler aşk diye yaşadıklarını... Bu yüzden hep sığ kalır gönül dünyaları, hep fakir... Gönül dünyaları sığ kalanlar bu yüzden hayata ve paraya sımsıkı sarılırlar... Güneşten ve yıldızlardan çok paraya taparlar... Her şeyin fiyatını bilirler, ama anlamlı hiçbir şeyin değerini bilmezler..

Artık kalplerindeki esin ve ışık değildir onlara bir gün aşık olacakları umudunu veren... Ne kadar çok para biriktirirlerse; ne kadar çok mala ve mülke sahip olurlarsa o kadar çok güvenirler kalplerine... O rüyasız, ışıksız, o ziyan olmuş kalplerine...

İşte ben yıllardır senin o rüyasız, ışıksız, o ziyan olmuş kalbini sevmişim meğer... Nasıl kendi yazgımı değiştiremiyorsam, bu yazgıyı da değiştiremem artık... Nasıl kendi yazgımı sonuna kadar yaşayacaksam, bu yanılgının yazgısını da sonuna kadar yaşayacağım...
Bu aşkın bittiği yerden hiç ayrılmayacağım... Çünkü artık gidebilecek hiçbir yerim yok.
Bu dünyaya niye gönderildiğini bilmeyen ben, hem nereye gidebilirim ki...
Aslında bilmediğim yerlere çekip gitmeyi çok isterdim. Beklentisiz ve özgür olmayı...
Ama buradan gidemem hiçbir yere... Burada senin o rüyasız, ışıksız kalmış, o ziyan olmuş kalbinin yasını tutacağım... Aşkımızın yasını... Bu mahvoluşta kendi suçlarımı düşünerek tutacağım bu yası... Tutkuları yüzünden kabilesinin yok oluşuna neden olmuş, asi ve gururlu bir kızıl derili savaşçısı gibi, kanlar içinde kalmış topraklarımızda hep seni bekleyeceğim...
Döndüğün hayattan hiçbir nasibim yok artık benim. Orada bir şeyleri umut etmek tarifsiz yaralanmaktan başka bir şey değil. Orada mutlu olduğunu sanmak ve bu oyunu sürdürmek öylesine acı vermişti ki bana, dönsem şu anda olduğundan daha büyük acı çekeceğim, inan...
Artık mutluluğu olmadığı yerde aramaktan çoktan vazgeçtim... Burada, bu kanlar içindeki topraklarda beni görmek istediğin gibi görmeyi yasak ettim kendime. Artık senin aynanda görmüyorum kendimi... Beni benden koparan zayıflıklarımı yaralı bir kol gibi kesip attım... Burada kimseye haksızlık etmiyorum, bu yüzden bu kederli halim... Çünkü döndüğün yerde insanlar birilerine haksızlık ettikçe hep kazandıklarını ve ölümsüz olduklarını sanıyor... Bir tek onlar arkalarına bakmadan çekip gidebiliyor istedikleri yere... Ne yaşarlarsa yaşasınlar hiç bir şey onlarda iz bırakmıyor, bir tek onlar özgür...
Hiç umma, hiç ürkme, asla ardından gelmem. Döndüğün yerleri çok iyi biliyorum... O kasveti, o köleliği, o can sıkıntısını...
Hiç merak etme, sevginin büyüsünü hiç olmadığı yerlerde aramayacağım artık... Döndüğün yerlerde onun olmadığını iyi biliyorum...
Sen hep yaptığın gibi bir kez daha dön oralara... Açgözlülükle sarıl o korunaklı mutluluğuna... Ama şunu iyi bil ki ona hiç doyamayacaksın..
. Kalbin rüyasız, kalbin ziyan oldukça, kalbin ışıksız kaldıkça o sahte mutluluklara daha bir aç gözlülükle saldıracaksın... Onu hiç olmadığı yerlerde arayacaksın ..

Ama ne yaparsan yap hiç yalnız kalmayacaksın... O ışıksız kalbinin içinde küçük bir ışık, o rüyasız kalmış, o ziyan olmuş kalbinin içinde seni sana hatırlatacak can çekişen bir rüya, kanayan bir soru hep acı verecek sana...

Arkadaşlarınla düzenlediğiniz o sahte mutluluk partilerinden çok sıkıldığın bir gece; kim bunlar, ben burada ne arıyorum, dediğin anlarda, parfüm, alkol ve sigara dumanı kokularından sıyrılıp balkona çıkacaksın. Serin ve arınmış bir acı vuracak yüzüne... Yıllardır susuz kalmış gibi uzaklara, ormanlara, uzaktaki dağların doruklarına bakacaksın... Bağırmak isteyeceksin, bağıramayacaksın... Ağlamak isteyeceksin, ağlayamayacaksın... İşte o zaman daha iyi anlayacaksın bu hayatın kurallarına göre yaşandığında iyi başlayıp kötü bitmeyen hiç bir şey olamayacağını... İşte o zaman anlayacaksın mutluluğu hiç olmadığı yerlerde aramanın içini nasıl daha da acıttığını... Bu dünyada içinden sadece aşkın geçtiği iki kapı olduğunu, bunun doğum ve ölüm kapısı olduğunu anlayacaksın...
İşte o zaman anlayacaksın sadece haksızlık edenlerin bu hayatta kazandığını ve ne yaşarlarsa yaşasınlar arkalarına bakmadan istediklerini yere çekip gidebileceklerini... İşte o zaman anlayacaksın sadece kötülerin özgür olduğunu...

İşte o zaman kalbin sığındığın bu hayatın hücrelerine çarpıp geri dönecek... Uzaklarda yakılmış bir titrek alev göreceksin, ben diye bakacaksın o titrek aleve... O alevi görünce yıllardır içinin ne kadar üşüdüğünü hatırlayacaksın... O alevi görünce mevsimlerin hiç ilerlemediğini, nereye gidersen git, başladığın yere geri döndüğünü anlayacaksın... Mevsimlerin hep üşüyen kalbine geri döndüğünü anlayacaksın...

O titrek alevi gördüğünde o ziyan olmuş kalbini sonsuza dek benimle, bu uzaktaki dağ başında bıraktığını anlayacaksın...

Oysa ne çok isterdin kalbinin yanında olmasını, sana sarılıp seni ısıtmasını... Oysa çok isterdin ne denli kirletmiş olsan da yalnızlığının seninle birlikte olmasını...

Ama artık yalnızlığının yerinde koca bir boşluk olacak... Nereye gidersen git, yanında o boşluğu götüreceksin... Eğlenirken, sevişirken, bir şeyler hayal ederken, bakkaldan sigara isterken bile yalnız olmadığını hissedeceksin, dönüp ona sarılmak isteyeceksin, ama onun yerine koca bir boşluğa sarılacaksın....

Çünkü ben bir yere gitmedim. Burada aşkımızın bittiği yerde o rüyasız, ışıksız, o ziyan olmuş kalbini bekliyorum... Kendi kalbimi bekler gibi... Ben seni özledikçe, ben senin kalbini bekledikçe sen de hiç özgür olamayacaksın...
Çünkü `sadece kötüler özgürdür...

(benim olmadığı kesin)

 

CC sohbet icin buraya
 <<1 2345>>
Mesaj Ekle, arkadaş oyun sohbet icin cagir