ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul

sohbet banner
tavla okey sohbet forumu
sohbet, okey, tavla, chat
15 Mayıs 2024, Çarşamba 04:41   
kız arkadaş sohbet linki

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

  GoLetsGO> Forum Mesajları
    GoLetsGO'e ait Toplam 389 Forum Mesajı var
<<1234567891011 12131415161718192021...39>>


GoLetsGO

GoLetsGO resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Önemli Bilgiler >TÜRK KADINI>
  2.Nis.2006 Pzr 20:36:30
TÜrk Kadininin Yerİ....

Nasıl olup da eşsiz dilimizde yer edindiğini bilmediğim ‘her başarılı erkeğin arkasında başarılı bir kadın vardır’ sözü muhtemelen kadını ikinci planda gören Avrupalının icadı bir sözdür.Türk kadınının medeni ve siyasi birçok hakka sahip olduğu dönemlerde Avrupa’da cadı olduğu gerekçesiyle kadınlar öldürülüyor , ibadethanelere dahi alınmıyorlardı.Yani medeniyeti bize örnek gösterilmeye çalışılanlar bizden çok daha geç medenileşmişlerdir(!).



Türk töresinde kadının yeri erkeğin yanı olmuştur. Kurultaylarda söz hakkına sahip ,gerektiğinde silaha sarılıp mücadele veren , iffet ve namus timsali olan kadınlar ; Türk kadınlarıdır. Öyleyse biz bu sözü Türk milleti için özlü bir söz haline getirmek istersek ‘her başarılı erkeğin yanında başarılı bir kadın vardır’ diye kullanabiliriz.



Günümüzde Türklük üzerine oynanan oyunlardan biri de Türk kadının yeri meselesidir. Milletimize bile bile dayatılan güya modernlik , çağdaşlık adı altındaki estetik bir meta haline getirilen kadın tipi ancak şarlatanlık olabilir. Medyanın yarıçıplak resimlediği; moda budalası, düşünmekten yoksun bırakılmış kadınlar ya da Anadolu kadınının ve tüm ev hanımlarının acınacak halde olduğuna inandırma uğraşındaki ‘kadın programları’ Türk kadınına hakaretten başka bir şey değildir.



Türk’ün kendi töresinden başka hiçbir düzene ihtiyacı yoktur. Ne kapitalizmin doğurduğu zenginliğin tadını çıkaran,burjuva özentisi kadın; ne de komünizmin beklentisini karşılayan proleter kadın modelleri Türk’ün milli değerlerine uygun değildir. Türk kadını varoluş sebebini , bu sistemlerin ortaya atılışlarından yüzyıllar önce kanıtlamıştır.Büyük Türk tarihinde ismi yüreklerimize ve beyinlerimize kazınmış er kişiler gibi devlet yönetmiş, savaşmış,zorluklarda direnmiş yiğit kadınlarımız da vardır.



İşte bu yürekli Türk kadınlarından biri Süyün Bike’dir. Kazan Hanı Safa Giray 1547’de ölür. Oğlu Ödemiş Giray iki yaşında olduğundan varisi annesi Süyün Bike olur. Ruslar 13 Şubat 1550’de Kazan’a hücum eder. Süyün Bike de diğer kahramanlardan geri kalmadan savaşır. Fakat şehir düşer ve Kazan Beyleri ile birlikte o da esir alınır. Gemilere bindirildiklerinde halk gözleri yaşlı nehrin kenarında beklemektedir.



Kazan Melikesi var gücüyle bağırır:

-“Kazan..Kaygulu , kanlı şehir!..Başından tacın düştü... Sen şimdi dul kadın gibisin! Sen şimdi efendi değil , kul oldun!..Sen başsız arslan gibisin! Her devlet akıllı Han ile idare edilir , güçlü çeri ile ayakta kalır!.. Bunlar olmayınca, herkes senden Hanlığı alır! Eski günlerini, bayramlarını hatırlayıp, benim gibi ağla artık.. Nerede senin eski Hanlık bayramların? Nerede sendeki çocuklar , beğler , Töreler?... Nerede senin genç kadınların , güzel kızların; onların şen sesleri nerde?..Hepsi kayboldu değil mi? Bundan sonra sende,bunların yerine ağlamalar, inlemeler olacak!..Sende bal akan ırmaklar, pınarlar vardı.. Bundan sonra onlarda senin

evlatlarının kanları ve gözyaşları akacak!.. Rus kılıçları onları kırıp geçirecek!.. Ey Tanrım!.. Bizim en azgın düşmanımız olan İvan’a

tez cezasını ver!.. Kazan’ın başına bu belaları açan Şeyh Ali ile Türeleri cezasız bırakma! Onlar beni düşman eline düşürünceye kadar çalıştım; çekmiş olduğum eziyet ve sıkıntıları onların da , onları umursamayan ve ülkelerine sahip çıkmasını bilmeyen Kazanlıların da başına ver Tanrım!..Ver ki ,bundan sonrakilere ibret ve ders olsun ; başka Türk Yurtlarının başına böylesi gelmesin!...”



Bu esir alınıştan sonra Süyün Bike’ye ne olduğu konusunda çeşitli rivayetler var.Ama bilinen bir şey başka Türk yurtlarının başlarına da böylesi sıkıntıların geldiği ve neredeyse hepsinde Türk kadınının da mücadele verdiği gerçeğidir. Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’na kadar silahlı mücadelelerin içinde yerini alan kadınlarımız savaş sonrasında da fikir, ilim, siyaset ve sanat alanlarında milli denebilecek mücadeleler vermişlerdir.

Zaten önemli olan herkesin kendine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirmesi değil midir? Öyleyse her birimizin Türk milletine faydalı olacak hedefler belirlememiz gerekir. Reşide Sançar, vazifesini yerine getirmiş örnek almamız gereken bir Türk kadınıdır.



Türkçülüğün yol başçılarından Nejdet Sançar’ın eşi Reşide Hanım, oğlu Afşın’ın ardından eşinin de acı kaybıyla, duygularını Haziran 1975 ÖTÜKEN Dergisi’nde şu şekilde dile getirmiştir:



“...3 Eylül 1944’te , çektiğim yokluk ve acılar

içinde Afşın’ı dünyaya getirdiğim zaman da benim için hayatımda bir dönüm noktası idi.yavrumun yüzüne bakarak çektiğim ızdırapları unutuyor , hayata Afşın için bağlanıyordum. Onu, Türklüğe faydalı olacak şekilde yetiştirebilmek için, kafamda planlar tasarlıyordum. Tanrı buna yalnız on altı yıl izin verdi. 5 Kasım 1960’ta onu benden koparıp geri aldı. Ruhumu ve sevgimi onunla beraber gömdüm. Aradan geçen on beş yılda göz yaşlarım dinmedi. İçimi kavuran bu ateş yetmiyormuş gibi 22 Şubat 1975’te vefakar eşim Nejdet’i de kaybedince yuvam yıkıldı. Dünyam zindan oldu......Fakat eşimle birlikte karar verdiğimiz ve mukaddes saydığımız vazifelerim vardı. Tanrıya bu vazifelerimi bitirinceye kadar bana ömür vermesi için dualar ettim...Bütün kuvvetimi toplayarak; kanımla bağlı bulunduğum VATAN ve MİLLETİME son vazifelerimi de yapmalıydım....”



Reşide Sançar, Zeynep Kamil Hastanesi’nde eşi , oğlu ve kendi adına dört oda düzenletmiş ve tüm mal varlığını şanlı ordumuzun kara , deniz ve hava kuvvetlerine bağışlamıştır.(Ruhu şad olsun)



Bugün bize yakışan , Türklük şuur ve gururuyla özünü kaybetmeden hatta özüne dönerek yaşamaktır.Türk kadınını layık olduğu mecralara taşımak yine bizlerin elindedir.



Millet ; kadını, erkeği , genci ve yaşlısıyla bir bütün olduğu gibi milli dava da bu bütünlük içerisinde savunulur ise sağlam olacaktır. Öyleyse Türkçülük ; Türk kadını ve erkeğinin el-ele verip savunacağı bir davadır.Yanımızda daha fazla Türkçü bayan görmek ümidiyle .....

S.Ceylan MAMAT
__________________


GoLetsGO

GoLetsGO resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Şiir sevenler >ŞANLI TÜRK BAYRAĞI>
  2.Nis.2006 Pzr 20:32:18
Ey şanlı Türk Bayrağı

BAYRAKLARDA tuğ idin, uçtun kunt bileklerde, arşa ulaştın! Göklerde nazlı hilâl, nûrlu yıldızla kucaklaştın! Gözlerde, gönüllerde çiçek olup al al açtın! Uğrunda sebil olan kanlarla kaynaşıp bayraklaştın!
Yeryüzünün en ulu milletinin ey şanlı bayrağı! Türk göklerini hürriyet rüzgârlarıyla dolduran, altında yaşayanları istiklâl nûru ile aydınlatıp güldüren, yağıları kartal kanatları, kurt pençeleriyle parçalayıp şehit kanları ile boğup öldüren, anlı şanlı, eşsiz bayrak! Doğduğu günden beri nice boralara, kasırgalara, depremlere göğüs germiş, hepsini yenmesini bilmiş, Türk semalarından hiç eksilmemiş, eksilmeyecek, gönüller dileği, yürekler ereği, hürriyet çırağı, koçaklar ocağı, şehitler bucağı emsalsiz bayrak!
Duyuyor, okuyoruz. Sana “yuh” çeken sefiller, seni çiğnemeye, yakmaya kalkışan şaşkınlar çıkıyor. Böyle davranışlar, insanlık fıtratından yoksunların, erdemden yoksulların işidir. Bu yaratıklar, se nin varlığında Türklüğe “yuh” çekiyor, Türklüğü ezmek istiyor. Bu zavallı mahlûklar, Türklüğü tanımayan akılsız şaşkınlardır. Onların yaptığına cesaret değil, ancak şaşkınlık denebilir. Türk’ü tanısalardı, bu âdi küstahlığı değil yapmak, hayâllerinden bile geçiremezlerdi.
Ey, uğruna seller gibi, yeller gibi atıldığım, kanımı al’ına katmak için can attığım, namlı ve şanlı Türk bayrağı! Şaşkın yaratıkların hareketleri seni üzmesin. Bunlardan ötürü bize gücenliğini biliyorum, haklısın. Ama bir gün, sana kalkan eller kırılacak, sana uzanan diller koparılacak, sana dikilen gözler oyulacak, seni çiğnemeye yeltenen ayaklar doğranacaktır. Müsterih ol!..
Sen benim hürriyetim, istiklâlimsin. Bu göklerde sen olmazsan Türklük de olmaz. Sensiz esen rüzgârlar yakar, senin olmadığın yerde hayat olmaz. Sen Türklüğün var oluş beratı, vatanın tapu senedisin. Kanım, canım, imanım sendedir. Şerefim, gururum, tarihim sendedir...
Senin gölgende yaşamak her insanın harcı değil. Her insan, senin altında yaşamaya lâyık da değil! Senin gölgende; kanı senin al’ında, dileği senin ülkünde, inancı senin imanında soylu Türk evlâtları yaşayabilir. Sen, seni başına börk etmesini bilmeyenlere haddini bildirdin, bildirirsin. Hakarete uğramak seni küçültmez. Sefil yaratıkların alçakça davranışları, tabiatları gereği ve sana lâyık olmadıklarının belgesidir. Senin gölgende yaşayanlar, düşman bayraklarını bile yerden kaldıracak kadar yüce ruhlu insanlardır. Seni yuhlayan, seni çiğneyen şaşkınlar, ancak seviyelerini göstermişlerdir. “Biz bu gökçek, şanlı bayrağa niçin lâyık olamadık?” diyemeyenlerin çırpınışlarını çok görme...
BAYRAĞI BAYRAK YAPAN ÜSTÜNDEKİ KANDIR!
Acaba hangi millet, senin oğulların kadar bayrağı uğruna kan dökebildi? Seni albayrak yapan, sayısız şehitlerin kanı değil mi? Seni ebede kadar yaşatacak olan da tükenmez koçakların; hesapsız yiğitlerin canı, imanı değil mi? Seni biraz solgun gördüğümüz an kanımızla boyarız! Seni yükseltmek için düşer, uğruna baş koyarız! Dalgalandığın ufuklar daralmaya görsün, seni gönlümce dalgalanacağın doruklara eriştirmek ülküsü ile eritemeyeceğimiz maden, delemeyeceğimiz dağ, aşamayacağımız deniz, ulaşamayacağımız yıldız yoktur.
Bugünkü solgunluğun, yarınki taze al rengine başlangıç, bugün şurada veya orada yere düşmen, yarınki erişilmez yüceliğine işarettir. Çırpındığın göklerin, kanat gerdiğin vatanın özlemiyle yanıp tutuştuğun toprakların sevdalıları, sana kan vermek, seni hasretine kavuşturmak ve seni lâyık olduğun yüceliğe eriştirmek için and içtiler! Yeryüzünde tek Türk var oldukça bu and gerçekleşecektir.
Selâm şehidine! Selâm gazine! Selâm geleceğe! Selâm mazine! Selâm hilâline! Selâm yıldızına! Selâm bayraklaşan oğul kızına!..
(*) Bayraklı Dede, Bayrak şairi Arif Nihat Asya’dır.


GoLetsGO

GoLetsGO resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >ATATÜRK ÜN KARİZMASI>
  2.Nis.2006 Pzr 20:30:17
Atatürk ün karizması..

Bundan 78 yıl önce...

Masada 7 kral,45 cumhurbaşkanı var...


__________________


GoLetsGO

GoLetsGO resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Önemli Bilgiler >SANCAK>
  2.Nis.2006 Pzr 20:25:59
Unutulan Vatan Parçası: Sancak

Nüfus: 550.000
Yüzölçümü: 8.687 km²
Merkezi: Yenipazar (Novi Pazar)
Etnik dağılım: Boşnak (Müslüman) %81.1 (460 000) Diğer: % 18.9 (90 000)
Başlıca şehirleri: Tutin, Bijelo Polje (Akova), Rojaye, Senica

Sancak Hakkında Genel Bilgiler

Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin güneydoğusunda bulunan Sancak, Balkan yarımadasının merkezinde kendine özgü jeopolitik bir bölgedir.

Tutin, Rojaye, Yeni Varoş, Priyepolye, Biyelopolye (Akova), Berane, Plav, Priboy, Senica ve Plevla (Taşlıca) gibi yerleşim birimlerden oluşur. “Sancak” kelimesi, Osmanlı döneminde bu bölgedeki idari yapının adı iken daha sonra bölgenin siyasi adı olarak kullanılmış olup bütün tarihi ve diplomatik kayıtlara da bu şekilde girmiştir. Yenipazar şehri bölgenin başkenti olup kültür ve alışveriş merkezidir. Sancak’ın, Bosna-Hersek, Karadağ, Arnavutluk, Kosova ve Sırbistan’la sınırları bulunmaktadır. Toplam nüfusu 550.000 olup yüzölçümü 8.687 km’dir. Sancak’ta yaşayan 460.000 müslüman, toplam nüfusun % 80 inden fazlasını oluşturur.

Sancak, tarihte Yenipazar kentinden yönetildiği için“Yenipazar Sancağı” olarak da anılır. Ne var ki, bu çok zengin tarihi geçmişe sahip olan bölgeden, Yugoslav resmi tarihinde çok az bahsedilse de, dünya çapında bütün tarihi kayıtlarda, diplomatik sözlüklerde, tarihi ve siyasi haritalarda yer alır.

Osmanlılardan önce Bosna’ya ait alan Sancak, XV.nci yüzyılda Osmanlı hakimiyetine girerek Türkler in yerleşmesine sahne olmuştur ve 1578 yılında bu isimle Bosna’yı oluşturan 7 sancaktan biri olarak Bosna’ya bağlanmıştır. Stratejik öneme sahip olan ve Avrupa yolunun geçtiği bu bölge, Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra Avrupa içlerine yapılan akınlarda bir üs olarak kullanılmıştır.

Bölgeye, Osmanlıların ilk akınlarıyla birlikte Orta Asya’dan gelen ve bir süre Karaman, Konya gibi bölgelerde yaşayan Türk aşiretleri getirilerek yerleştirilmiş, bu akıncı aileleri bölgede, Osmanlı hakimiyeti sona erdikten sonra da uzun süre Sırplara ve diğer yabancı güçlere karşı savaşmışlardır.

Sancak Türkleri zaman içeresinde çevredeki, müslümanlığı kendi istekleriyle kabul eden diğer halklarla (Bogomillerle) kaynaştılar ve Bosnalı anlamına gelen Boşnak adıyla anılmaya başladılar.

1878 Berlin Kongresi’nden bugüne kadar olan 125 yıllık süre içerisinde bölgede büyük baskı ve katliamlar yaşanması sebebiyle Sancak’tan başta Türkiye’ye olmak üzere büyük göçler olmuştur. Ulaşabildiğimiz resmi kayıtlara göre 1912-14 yılları arasında Sırbistan ve Karadağ tarafından ablukaya alınmış olan Sancak’ın Sırbistan kesiminden 40.000, Karadağ kesiminden 16.750 kişi Türkiye’ye göçmüştür ki, bu sayıya çocuklar dahil değildir.

Cumhuriyet dönemi resmi kayıtlarına göre ise 1927-1936 yılları arasında 19.287 kişi, Yugoslavya krallığı ile 1938’de yapılan özel bir anlaşma gereğince 40.000 kişi, Komünist Yugoslavya yönetimi ile 1945’te yapılan anlaşma gereğince (Aleksandar Rankoviç terörüne maruz kalan) 16.000 kişi Türkiye’ye göç etmiştir. . Özellikle komünist yönetimi zamanında Sancaklıların önüne; Sırp kimliğini kabul etmek, Türkiye’ye göç etmek veya ölümü göze alarak yaşamak şeklinde üç seçenek bulunuyordu. Nitekim bu dönem pasaport verilenler Türkiye’ye göçü tercih etmişlerdir. Bugün Türkiye’de Sancak asıllı çok sayıda insan yaşamaktadır.


Sancak’ın Yakın Tarihine Bakış

Sancak, 2 Şubat 1877 tarihinde Osmanlı yönetimince Bosna Eyaleti’ne bağlı bir Sancak iken ayrı bir Eyalet haline getirildi. Yenilerek çıktığımız 93 Harbi’nin ardından 14 Haziran 1878’de toplanan Berlin Kongresi, Sancak’ı, Bosna Hersek, Sırbistan ve Karadağ sınırları dışında ayrı bir bölge olarak tanımlayarak, Osmanlı hakimiyeti altında bıraktı.

4 Temmuz 1878’de, 5000 mevcutlu Avusturya-Macaristan garnizonu Sancak’a girerek Plevla, Priyepolye ve Priboy şehirlerine yerleşti. Avusturya-Macaristan askerleri 1908 yılına kadar bu bölgede işgalci olarak kaldılar. Berlin Kongresi’nde, Osmanlı’ya bağlı otonom bir bölge olarak tanımlanan Sancak’ın, 21 Nisan 1879 tarihinde yapılan Yenipazar veya İstanbul ismiyle anılan anlaşma ile Osmanlı devleti’nin dışında ayrı bir hukuki statüsü olduğu uluslararası alanda tanındı.

Özerk yönetim ve toprak bütünlüğüne kavuşan Sancak, 1912 yılında Sırbistan ve Karadağ tarafından işgal edilene kadar bu statüsünü sürdürdü. Bu tarihte Sırbistan-Karadağ ittifakının saldırı ve işgali başladı. Zaten, daha 1876’da Venedik’te bir araya gelen Sırbistan ve Karadağ’lı idareciler, Sancak’ı nasıl paylaşacaklarına dair bir anlaşma bile imzalamışlardı. Sancak, Balkan Harbi yenilgisinden sonra 1913’te imzalanan Belgrad anlaşması ile Sırbistan ve Karadağ arasında paylaşılarak Osmanlı hakimiyetinden çıktı.

1917 yılında Senica’da toplanan Sancak’ın siyasi liderleri, bölgenin eski sınırları içerisinde bağımsızlığının tanınması gerektiğini bütün dünyaya duyurdular. Fakat, 1918 yılında Yugoslavya Krallığı kurulunca Sancak hukuki statüsünü kaybettiği gibi bağımsızlık çabalarında bulunan bu kişiler de tutuklunarak hapsedildiler. Daha sonraki yıllarda da Sancak’ın kaderi değişmeyerek, masum insanların baskı altında yaşadığı bir bölge oldu.

1937 de Yugoslavya Komünist Partisi, “Müslüman Boşnak”ları ayrı bir etnik grup olarak kabul etmişse de idari birimler hiç bir şekilde Müslüman Boşnak terimini kullanmamakta ve Sırp asıllı Müslümanlar dayatmasına uygun olarak sadece “Müslüman” demektedir.

20 Kasım 1943’te Plevla’da kurulan Sancak Anti Faşist Milli Meclisi’nin amacı, Yugoslavya’nın geleceğinde Sancak’ın tekrar özerk bölge statüsünü elde etmekti.

II. Dünya Savaşı yıllarında Sancak, kendi özel idari birimlerini ve askeri örgütünü oluşturdu. Ancak, 29 Mart 1945’te Sancak’ın özerkliği komünistler tarafından tamamen yok edilip, toprakları da Sırbistan ve Karadağ arasında paylaşıldı. Sancak, bugün “Sırbistan Sancak’ı ve Karadağ Sancak’ı” olarak ikiye bölünmüş durumdadır. Ancak, Sırbistan ve Karadağ’ın hiç bir hukuki temele dayanmayan bu paylaşımı, uluslararası alanda kabul edilmemiş ve bu oldu bitti tanınmamıştır.

Yugoslavya anayasasında Sancak a özerk bölge statüsü verilmemiştir. Osmanlıdan sonra kurulan üç Yugoslav Devleti (Yugoslav Krallığı, Federal Sosyalist Yugoslav Cumhuriyeti ve bugünki Yugoslavya Cumhuriyeti) de Sancak halkının etnik varlığını inkar etmiştir. Sancak’ın siyasi ve kültürel bir özerkliği de yoktur ve Boşnaklar anayasal olarak da tanınmamaktadırlar.


Yugoslavya’nın Parçalanma Sürecinde Sancak

Tito’nun ölümünden sonra başlayan kaostan bir türlü kurtulamayan Yugoslavya 1991’de parçalanma sürecine girince Yugoslav federasyonunu oluşturan cumhuriyetler birer birer bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu arada, Sancaklılar da eski (özerklik) statüsülerini elde edebilmek için çalışmaya başladılar.

1990’de Yugoslavya genelinde yapılan ilk serbest seçimlerde, Sancak’a vaadedilen özerklik seçimlerden sonra Yugoslav yöneticiler tarafından unutulunca Sancak halkı, kültürel ve tarihi kimliğine yeniden kavuşma yolundaki beklentileri gerçekleştirmek için 1990-1991 yıllarında, milli nitelikli siyasi ve kültürel kurumlarını oluşturmaya başladı, partiler kuruldu.

1991 yılında, Sancak’ta yaşayan müslüman halkın, her çeşit siyasi, ekonomik, kültürel ve insani haklarını korumak amacıyla “Sancak Müslümanları Meclisi” kuruldu. Kısa süre sonra adı “Sancak Müslüman Boşnak Milli Meclisi” olarak değiştirildi. Başkanlığını Süleyman Ugliyanin yaptığı Meclis, bölgedeki bütün siyasi partileri, meslek odalarını, insani ve kültürel amaçlı kuruluşlarını ve kadın örgütlerini bünyesinde toplamayı başardı. Meclis, BM, AGIT, Avrupa Konseyi gibi uluslararası örgütler nezdinde Sancak’ı temsil etmekte olup Sancak halkının kaderine tesir eden büyük çalışmalar yapmıştır.

Mesela Sancak halkının organize olmasını sağlayarak muhtemel Sırp katliamlarına karşı tedbirler alınmasında önemli roller üstlendi. Sırp yönetimi, cephelerin ön saflarına sürmek için çok sayıda müslüman genci askere almak istediğinde, buna engel oldu. Türkiye ile üst düzeyde irtibat kurdu. Sancak’tan göç etmek zorunda kalan, Avrupa’da ve Amerika’daki Sancaklılar ile irtibata geçerek, onları sivil kuruluşlar çatısı altında toplanmasını sağladı ve Sancak’a insani yardımların gelmesini temin etti. 25-27 Ekim 1991 tarihinde bütün Sancaklıları özerklik için referanduma çağırdı. Toplam seçmen sayısı 264.156 olan Sancak’ta bu referanduma 187.437 (%70) seçmen iştirak etti. Referanduma katılanların % 98,9’u (183.302) özerklik lehinde görüş bildirdi. Özerklik aleyhinde görüş bildiren seçmen sayısı ise sadece 1.982 (%1.1) idi. 1993’ün yazında Sancak’a özerklik tanınması ile ilgili bir memorandum yayınladı. Memorandumda “...Sancak’a kendi hükümetini, parlamentosunu, polis teşkilatını kurma hakkının verilmesi...” istedi. 8 Ağustos 1993’te BM Güvenlik Konseyi 855 sayılı bildirisi ile bütün dünyaya duyurduğu “Sancak’a, Kosova’ya ve Voyvodina’ya siyasi haklarını verinceye kadar Yugoslavya’ya ambargo uygulama” kararının çıkmasında önemli katkıları oldu.

“Sancak Müslüman Boşnak Milli Meclisi”nin bu derece etkili çalışmaları üzerine Sırbistan ve Karadağ yönetimi, Sancak’ta sistematik baskı uygulamalarına başladı. “Sancak Devleti kurmaya çalıştıkları” gerekçesiyle aydınları ve politikacıları tutukluyorlar, silah arama gerekçesiyle evleri basıyorlardı. Miloseviç döneminde başlayan, Sancak halkını korkutmak, yıldırmak, öldürmek ve göçe zorlamak amaçlı baskılar bugün de devam etmektedir.


Sancak’ta Siyasi Partiler

Sancak liderlerinden olan Süleyman Ugliyanin 26 Mayıs 1990’da Saraybosna’da İzzetbegoviç başkanlığında kurulan SDA (Demokratik Eylem Partisi)’ne katıldı. SDA, çok kısa zamanda bütün Yugoslavya’da olduğu gibi Sancak’ta da şubelerini açtı. Ama bir süre sonra SDA’da yaşanan bölünmeler Sancak’ta da tesirini gösterdi.

İlk bölünme, SDA Başkan Yardımcısı Adil Zülfikarpaşiç’in, SDA’yı totaliter, marjinal ve köktenci bir yapıya bürünmekle suçlayıp, Muhammet Filipoviç ile partiden ayrılarak Liberal Boşnak Federasyonu nu kurmasıyla oldu. Bunun üzerine Sancak taki SDA nin eski Başkan Yardımcısı Kasım Zoraniç de partiden ayrılarak 17 Ağustos 1991 de Sancak Liberal Boşnak Örgütü nü kurdu.

Sırbistan hükümeti ile Sancak SDA’sının Mayıs 1995 de Rasim Layiç ve Başbakan yardımcısı Svetozar Kristiç başkanlığında yaptıkları Sancak ın ekonomik durumu ve güvenliğini ele aldıkları ilk resmi görüşmenin ardından Sancak’ta esas büyük parçalanma oldu. SDA Sancak Başkanı Süleyman Ugliyanin ile Genel Sekreter Rasim Layiç arasında, büyük bir fikir ayrılığı çıkmıştı. Layiç, Sırplarla temas kurulmasını savunurken Ugliyanin bunu reddediyordu.

Kısa bir süre sonra Sancak’ta yeni partiler kurulmaya başladı. Ekim 1995 te, sadece SDA adı altında beş ayrı parti kurulmuştu: SDA, Sancak SDA, Yugoslavya SDA sı, Doğru SDA ve Gerçek SDA.

Sancak’taki partiler arasında bir çok konuda ciddi fikir ayrılıkları vardır. Varlık temelleri olan “Müslüman Boşnak azınlığın statüsü”ne dair görüşlerinde bile bu ayrılık görülür. Süleyman Ugliyanin liderliğindeki SDA, “sınırları geniş bir şekilde tanımlanmış özel bir statü”den yanadır. Rasim Layiç in SDP si, “Avrupa modeline dayalı, diğer partilerin de onayı ile adım adım gerçekleşecek olan bölgesel özerklik” taraftarıdır. İzudin Suseviç liderliğindeki Reformcu Demokratik Parti, “Sancak ve Sırbistan ın etnik, tarihi ve kültürel özelliklerini en iyi şekilde yansıtacak bir bölgeşelleşme modeli”ni savunur. Kasım Zoraniç in kurduğu Liberal Boşnak Örgütü’nün ise açık bir görüşü yoktur.

Bugün, Sancak’ta partiler ortak hareket edememektedir. Halkı temsil eden liderlik makamı gelişmemiştir. Aralarındaki fikir ayrılıklarını aşamamış olmaları güçsüzlüklerinin en önemli sebebidir.


Sancak’ın Geleceği

Yugoslav birliğinin parçalanması, Balkanlardaki Yugoslavya merkezli kargaşalığı bitirmemiş ve belki de hem kendi içinde, hem de kendi dışında bir çok yeni probleme kaynaklık etmiştir. Bugün, Kosova hala çatışma içerisindedir. Büyük Sırbistan İdeali için Kosova, Voyvodina ve Sancak’ın haklı taleplerinin reddedilip her türlü baskı ve zorbalığa başvurulması, tarihi haklardan, sınır ve statülerden vazgeçileceği anlamına gelmemektedir. Belki de Yugoslavya topraklarında yaşanan büyük kriz, ancak bu haklar sahiplerine verildiği takdirde aşılacaktır.








GoLetsGO

GoLetsGO resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Önemli Bilgiler >OSMANLI PADİŞAHLARININ ÖLÜM SEBEPLERİ>
  2.Nis.2006 Pzr 20:23:20
Osmanlı Padişahlarının Ölüm Sebepleri

Osman Gazi: Felç
Orhan Gazi: Depresyon
I. Murat: Şehit edildi (Savaş meydanında şehit olan tek Osmanlı Padişahı).
Yıldırım Bayezid: İntihar
Çelebi Mehmet: Dizanteri / Zehir / Felç (?)
II. Murat: Felç
Fatih Sultan Mehmet: Nikris – Şeker –Zehir (?)
II. Bayezid: İntihar
Yavuz Sultan Selim: Kanser
Kanuni Sultan Süleyman: Felç
II. Selim: Alkol – Düşme (Topkapı Sarayı’nda hamamda yıkanırken ayağı kaydı düştü).
III. Murat: Felç
III. Mehmet: Depresyon – Felç
I. Ahmet: Tifüs
I. Mustafa: (?)
Genç Osman (II) : Boğduruldu
IV. Murat: Siroz – Nikris (?)
İbrahim: Boğduruldu
IV. Mehmet: Nikris –Depresyon – Zehir (?)
II. Süleyman: İstiska’
II. Ahmet: Verem
II. Mustafa: İstiska’ – Prostat
III. Ahmet: Zehir (?)
I. Mahmut: Felç
III. Osman: Felç
III. Mustafa: Kalp yetmezliği
I. Abdülhamit: Felç
III. Selim: Boğduruldu
IV. Mustafa: Boğduruldu
II. Mahmut: Siroz – Verem
Abdülmecit: Verem
Abdülaziz: İntihar
V. Murat: Şeker
II. Abdülhamit: Kalp yetmezliği
V. Mehmet (Reşat) : Kalp yetmezliği
VI. Mehmet (Vahideddin) : Kalp yetmezliği


GoLetsGO

GoLetsGO resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Önemli Bilgiler >MİLLİ ŞAİRİMİZ MEHMET AKİF ERSOYUN SON RÖPORTAJI>
  2.Nis.2006 Pzr 20:21:29
Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy la yapılan son röportaj

İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u ölümünün 67 yılında rahmetle anarken, şair ile vefatından önce yapılan son röportaj ortaya çıktı. İşte Üstat ın Yedigün dergisinde 1936 da yayımlanan son ropörtajı:

M.Akif TBMM’nin kendisine verdiği 500 liralık büyük ödülü ret ederek kışın paltosuz bir şekilde vatanına hizmet etmiş gizli kahramanlarımızdandır. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun.

Şair Temmuz 1936 yılında Yedigün dergisi adına muhabir –yazar Kandemir bey Taksim`deki Mısır apartmanında hasta yatağında yatan M.Akif Ersoy’u ile röportaj yapmak için merdivenlerden çıkarken M.Akif ile vefatından önceki son röportajı yapacağını bilmez.

69 yıl sonra bu röportajı arşivlerden bulup sizin için tekrar gün yüzene çıkartık.

Türk Edebiyatına son devrin çok güzel şiirlerini hediye eden büyük şair Mehmet Akif vatandan on bir senelik bir ayrılıktan sonra tekrar aramıza kavuştu.Fakat İstiklal Marşı’nın milli his,milli heyecan ve milli şiir yaratan bu büyük şairi akif yurda hasta döndü.Şimdi hastanede tedavi altındadır.Yedigün muharriri Akif’le konuştu.Onun yurttan ayrı yaşadığı günlerdeki hatıralarını,intibalarını topladı.

Günün birinde sessiz sedasız yola revan olarak vatan ufuklarını aşan şair Mehmet Akif, tam on bir yıl süren bu uzun seferin sonunda,işte bembeyaz bir hastane odasının bembeyaz bir yatağında solgun,mecalsiz ve bitap yatıyor.Başucundaki sandalyeye oturdum. Ak kılların çerçevelediği bu sapsarı yüze,bu gevşemiş,şarkmış çizgilere bu yorgun ve dalgın gözlere bakıyorum, zaman denen şeyin kudretini hayat denen efsanenin sırrını bilmek istiyorum,sonra yavaşça soruyorum

-Özledin mi bizi üstat ?

dudaklarını hiç kıpırdatmasaydı hiç ses çıkarmasaydı bile,bu zehir gibi gülümseyişiyle her şeyi söylemiş olurdu.

Özlemek mi oğlum..Özlemek mi ?

Bu acının büyüklüğünü bir daha kendi içinde görmek ister gibi gözlerini yumdu, sonra kesik kesik konuştu;

Mısır’dan üç gecede geldim. Bu üç gece otuz asır kadar uzun sürdü..Orada on bir yıl kaldım ..fakat bir an oldu ki, on bir gün daha kalsaydım çıldırırdım…

-Hasret

Kupkuru dudaklarında kendi gibi solgun bir ses sızıyor;

-….Çok acı…

-Ya kavuşmanın sevinci ?

-Onu sorma oğlum…Onu ben kendi kendime bile soramıyorum..ancak yazık ki vapurdan çıkar çıkmaz yatağa düştüm.hiç bir şey göremedim.

-Ve kendi kendine söylüyor;

-Cennet gibi yurdumdayım ya..Çok şükür.

Hastalığı akla geliyor;

Karaciğerim, dalağım şişmiş..geldik, yattık burada .Müşahede altına aldılar, bakalım ne olacak?

Eski hatıralarını deşiyorum.Milli Mücadele’nin ilk günlerinde Ankara istasyonunda karşılaşışımız hatırlıyorum.

Evet diyor.İstanbul’dan, mücahede aleyhine fetva çıktığı gün ayrılmıştım.Üsküdar’dan araba ile şimdi ismini hatırlayamadığım bir köye gittik, oradan’Cuma’yı tuttuk.O zaman Adapazarı’nda karışıklıklar vardı, kenarında geçtik, kah öküz arabalarıyla, kah beygirlerle lefke’ye geldik ve trenle Ankaraya ulaştık..

Ankara Yarabbi ne heyecanlı gün..Ya Sakarya günleri..fakat bir gün bile ümidimizi kaybetmedik, asla ye’se düşmedik. Zaten başka türlü çalışabilir miydi ? Ne topumuz vardı, ne tüfeğimiz..Fakat imanımız büyüktü’

Yorgun ,susuyor..

-İstiklal marşı`nı nasıl yazdınız ?

Yavaşça yatağında doğruluyor, yastıklara yaslanıyor sesi birden canlanıyor;

-Doğacaktır, sana vaat ettiği günler hakkın!...

Bu ümitle, imanla yazılır.O zamanı düşünün..İmanım olmasaydı yazabilir miydim.zaten ben,başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez.İçimde ne varsa,bütün duygularım yazılarımdadır..Şu var ki’İstiklal Marşı`nın şiir olmak üzere bir kıymeti yoktur. Ancak tarihi bir değeri vardır’

Ve gözleri, yemyeşil Şişli sırtlarında, dilinde bir dua gibi aynı nağme titriyor.

Kim bilir belki yarın,belki yarından da yakın

-Ya büyük zafer üstadım..O anda ne duydunuz ?

Kalbi durmuş gibi sarsılıyor, sonra bir anda yeniden canlanmış gibi nereden geldiği bilinmez bir ışıkla gözlerinin içi gülerek;

-Ah diyor;

Ve bir lahza bırakıyor kendini bu essiz sevincin koynuna..Dalıyor

Ve ,sesini ta içiten dudaklarına dökülüşünü seziyorum;

-Allahım ne muazzam zaferdi o’ ortalık hercümerç oldu… Beş altı saat içinde bir başka dünya doğdu. Tekrar gözlerini yumuyor.

-ve biz mest olduk !...

-O zaman bir şey yazmadınız mı ?

-Artık benim ne düşünecek,ne duyacak,ne yazacak hatta ne yaşayacak takatim kalmıştı… Bizim dilimiz tutulmuştu.Ordu, bizzat yazıyordu.

Üstadı ziyarete gelenler, görüşmemize ikide bir birde fasıla veriyorlar.Hastabakıcı hemşirenin getirdiği yemek tepsisi odayı bir parça boşaltıyor,şimdi ,o ağır ağrı çorbasını içerken bir yandan da benimle konuşmak nezaketini gösteriyor;

-Mısırda nasıl vakit geçirdiniz ?

-Kahire’nin yirmi beş kilometre cenubunda Helvan vardır. Sakin asude bi köşedir. Orada oturdum.

Zaten,tab’an münzevi bir adamım.gürültüyü sevmem.İstanbul’da iken de böyle idim. Mısır’da da darülfunun işi çıkıncaya kadar Helvan ‘da yaşadım.son zamanlarda kahireye indim.

-Sevdiniz mi mısır’ı ?

-Var güzel tarafları var.. Bilhassa kışın..hoş yazın da sıcak iklimlerde bulunduğum için muzdarip olmazdım.Orada sıcak da sürekli değişir, evler de ona göre yapılmıştır. En sıcak günlerde odaların harareti yirmi sekiz, otuzdan fazlaya çıkmaz..fakat bir yaz günü İstanbul… Bu doğup büyüdüğüm ,büyün dostlarımın yaşadıkları İstanbul, hele Boğaz gözlerimin önüne gelince…

-Mısır’da neler yazdınız ?

Geçmişten adam hisse kaparmış..Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi ?

Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi ?

Ve üstadın Helvan’sa yazdığı

‘Firavunla Yüz Yüze’s,nden şu son parçayı alıyorum;

Bileydim,ey koca Mısır’ın ilahi uryanı!

Mezara, heykele ait bütün bu velveleler

Bekan için mi hakikat ? Meramın oysa, heder;

Evet, bütün beşerin hakkıdır beka emeli

Fakat bu hakı ne taştan, ne leşten istemeli!

-Kolay mı yazarsınız ?

dudaklarına götürdüğü bardağı yana çekerek;

-hayır..diyor

Ve suyunu içtikten sonra, devam ediyor;

-Çok uğraşırım..Epeyi çalışırım..Mevzuu uzun boylu kafamda işlerim..nihayet kağıt üzerine naklederken de hayli yorulurum..

-zevklerinizi sorabilir miyim üstadım ?

Hafifçe gülümsüyor.ve ‘ zevk’ diye dünyada bir şey var mı der gibi yüzüme bakıyor;

-Zevk mi.Benim zevklerim mi ? eğer sevdiği eserleri okumak, hoşlandığı mevzuları yazmak için uğraşmak, nihayet düşünmek, yapayalnız, bir köşeye çekilerek, sessiz sedasız düşünmek bir zevkse..eh benim de zevklerim var demektir.

Çorbasından başka bir şeye el sürmeyen şaire, hastabakıcı hemşire, yalvaran bir sesle öteki yemekleri gösteriyor.;

Siz yorulmayın..ben vereyim.

-Yiyemeyeceğim..

-Bir parça sütlaç..

-Mümkün değil..Rica ederim ısrar etmeyin..

ve bana dönüyor.

Eskiden beri yemekle başım hoş değildir..Sigara da içmem..

Şimdi doktorlar zorla ye deyip duruyorlar..zorla ne olur ki, yemek yenebilsin.

Tekrar yatağına geçince, ben de vedaya hazırlanıyorum.ve ayak üstünde soruyorum:

-Neler yazacaksınız?

-biraz kendime gelirsem,yazacak şeylerim hazır..

eliyle birkaç defa başına vuruyor.

-Var kafamda hazırlanmış mevzularım

-Ya en son yazınız ?

-Mısır’da geçen sene bir resmimi çekmişlerdi. Güneşli bir hava idi gölgem de upuzun,kumlarda duruyordu.Bu resmin altına şöyle yazmıştım;

Hepsi göçmüş, hani yoldaşlarının hiç biri yok

Sen mi kaldın yalnız, kafileden böyle uzak

Postu sermekse meramın yola, serdirmezler

Hadi, gölgenle beraber silinip gitmene bak

Ve kupkuru kalın dudaklar birbirine yapışıyor…

Kaynak: Netpano.com


GoLetsGO

GoLetsGO resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >TÜRK KÜLTÜRÜ VE TEMELLERİ>
  2.Nis.2006 Pzr 20:19:45
TÜRK KÜLTÜRÜ VE TEMELLERİ



Tarihte insanlığın ilerlemesini, üç öğe sağlamıştır. Hız a sahip olma, hukuk fikri ve demirin işlenmesi. İlk iki unsur insanlığa manevi ilham kaynağı, sonuncusu da uygarlığın önde gelen malzemesi olmuştur. İnsan kültürünün bu iki önemli unsuru, varlığını Türklere borçludur. Bir bozkır kavmi olan Türkler, tabiatın çok kısır olduğu bu bölgede geçimlerini uzak mesafelerden sağlayabilmek için vahşi hayvan olan atı terbiye ederek insanlığın emrine vermişlerdir. "At sırtında geçen bir hayat, baş döndüren bir sür at, yayladan kışlağa ve kışlaktan yaylaya doğru sürüp giden bir kovalamaca, onların günlük ve olağan hayatları idi. Onlar için olağan olmayan şey, ufuktaki dağlar ile vadilerin ötelerinde, uzanan ülkeleri görememe ve çeşitli zenginlikleri elde edememe idi[1].
Kısacası "göçebe Türkler tarafından, en eski çağlardan beri yetiştirilen at, tüm kültüre yön veren, en önemli tesirdir. Atın ehilleştirilmesi olmadan eski çağ ve erken orta çağın büyük ölçüdeki kavim göçü tasvir dahi edilemez"[2].
Geniş bozkırlarda büyük ve dağınık sürüleri sevk ve otlakları koruma mücadelesi Türkleri devlet yönetiminde tecrübe sahibi yapmış ve bu durum, o bölgede bütün insanlara hükmetme duygusunun da doğmasına sebep olmuştur. Böylece, yanyana ve bir arada huzurla yaşayabilmek için fertler arasında asabiyet bağının oluşmasının zorunlu olduğu inancı ilk olarak eski Türk kavimlerinde hissedilmiştir. "Bundan dolayı yeryüzünün ilk devletleri Türkler tarafından kurulmuş, yani Türkler dünyada `amme hukukunu vaz eden ilk millet olmuştur"[3].
Bu geçmişten geleceğe bütün Türklerin sosyal hayatlarını düzenleyen, onlara kural koyan, devletin gücünü de temsil eden Türklerin töre dedikleri devlet düzenidir. Ziya Gökalp de töreyi şöyle tanımlar: "Atalardan kalan bütün kuralların toplamı". Töre yazılı yasaları kapsadığı gibi alışkıları (teamülleri) de içine alır. Töre; hukuksal töre, dinsel töre, ahlaksal töre gibi birkaç bölümden oluşmaktadır"[4].
"Türk töresini kaybetme", Türk milleti için de söz konusuydu. Devletsiz, kağansız kalmış bir millet, töresini de kaybetmiş oluyordu. Nitekim Bilge Kağan, Orhun Abideleri nde Türk töresini şöyle tarif eder; "... (Türk Milleti nin) kağan olarak oturdum. "Ölecek miyiz?" diye düşünüp üzülen Türk begleri ile Türk beyleri (bana) dönüp, sevindiler! "Bulanmış gözleri" canlandı! Beni gördüler! (yani bana bağlandılar). "Ağır töreleri", (düzenledim), yürürlüğe koydum. (Dünyanın) dört bucağındaki "milletleri" de (düzene koydum)!...[5]
Bilge Kağan Yazıtları nda da ifade edildiği üzere, "Eski Türk devlet geleneğinde Töre ilahi kaynaklı hakimiyetten (kuttan) ayrılamazdı. Özellikle devlet kuran her Kağan mutlaka bir töre koyardı. Töre, Türk örf ve geleneklerinin kesin bir hükümler birliğidir. Töresiz bir ilin ya da devletin varlığı mümkün değildir"[6].
Türk kültür yapısının en hassas ve ince dokusunu "Türk Töresi" oluşturur. "Töre, milli toplumda ferdi ve sosyal ilişkileri düzenleyen, ferdi disiplin ve otoriteye bağlayan, milli barış, dayanışma ve beraberliği sağlayan bir kültür kurumudur. Yabancı kültürler önce bu değer sistemini yıkmak isterler"[7].
Türk töresi rastgele, tesadüfen meydana gelmiş şeylerden ibaret değildir. Bunlar ayrılmaz bir şekilde milletin varlığına milletin ortak düşünce, duygu ve kanaatlerine bağlıdır. Töre, Türk milleti ile birlikte doğar, milletle gelişir ama asla milletle yok olmaz. Kısacası "İl gider, töre kalır". Türk kültürünün temelini oluşturan, sonuncu unsur ise, "demir"dir. Bu maddenin ilk defa eski Türk yurdu olan Altay Dağları nda bulunduğu ve yeryüzüne dağıldığı artık bilinen bir gerçektir.
Türkler dünyanın ilk demirci kavmi olarak bilinir. Demirin eritilip istenilen şekil verilmesiyle birlikte, insanlık aleminde uzun ve parlak bir dönem açılmış oluyordu. Demir Türk uygarlığının ilk simgesidir. "Göktürkler ile Oğuzlar ın ataları demirci idiler. Demirciye Moğollar "Darhan" derlerdi. Dokuz atası demirci olan adam şaman olurdu. Şamanların büyüklerine Tarhan adı verilirdi. Bundan anlaşılır ki demircilik eski Türklerce sanatların en saygınıydı"[8].
"Demircilik ile ilgili bir takım merasimler de eski Türkler arasında önemli bir yer tutardı. Her yıl belli bir günde İlhan, demir merasimi için bir demir parçasını akkor haline gelinceye kadar ocakta ısıtırdı. Demir, bu hale geldikten sonra, İlhan a ait "altın örsün" üzerine konulur. İlhan, altın çekici alarak, bunun üstüne vururdu. Bundan sonra, koşullar, toylar, şölenler yapılırdı. Bu merasimler hudutta da yapılır. Ülkeye dışardan girmek isteyen bir yabancı elçi, bu merasimi yapmadan giremezdi"[9].
Demircinin Türk toplumunda ne kadar önemli konumda olduğunu tarihe ışık tutan bütün Türk destanlarında görmek mümkündür. Nitekim, Türk sosyo-kültürel yapısını en iyi işleyen destanlardan biri olan Manas Destanı nda da anlatıldığı üzere; "Her akına çıkmadan önce Manas kendi demircisine gider, kılıçlarını biletir, silahlarını tamir ettirir ve öyle yola çıkardı. Nogay-Han ı Yoloy u mağlup ettikten sonra, onun iki kızını esir ederek yurduna getirmiştir. Bu Han kızlardan birini, teşekkür ifadesi ile demircisine vermiş ve diğerini de oğluna nikahlamıştı. Manas, demircisini Darkan yani Tarkan, saygı deyimi ile çağırırdı. Çünkü Tarkanlık hükümdar tarafından verilmiş çok yüksek bir üstünlük unvanı idi. Onların bu rütbesi de nesilden nesile sürüp giderdi"[10].
Bu açıklamalarda demirciliğin hem dini ve inanç sistemleriyle ilgisi bulunması hem de rütbelerin babadan oğula geçmesi, Osmanlılar ın ilk dönemlerinde kurulan lonca yani esnaf teşkilatlarının izlerini taşımaktadır. Nitekim, ahilik teşkilatı üzerine araştırma yapan bazı ilim adamlarına göre, kelimenin kökeni Orta Asya kaynaklıdır ve taşıdığı mertlik, alplik, yiğitlik, eli açıklık, konukseverlik hasletlerinin ifade ettiği sanat ve ticaret kurallarının Orta Asya Türkleri arasında çok yaygın oluşunu göstermektedir[11].
Belirtmek gerekirse, toplumları uygarlığa yöneltme yolunda en kesin tesirler yapmış olan bu üç temel unsurun Türk kültürüne özgü özellikler olduğu görüşü bütün dünyada genel kabul görmüş bir mütalaadır. "W. Koppers, O. Menghin başta olmak üzere, bir kısım batılı bilginlerce "Altaylılar" tarafından yaratıldığı ifade edilen ve dünyanın ilk yüksek kültürü olarak tanınan bu Türk (Bozkır) Kültürü, taşıdığı beşeri değerler sebebiyle süratle etrafa yayılarak kısa zamanda doğuda Moğolları ve Kuzey Çinlileri, batıda Hind-Avrupalıların bazı kollarını tesir altına almış ve bir medeniyet vasfı kazanmıştır. Böylece milattan önceki binlerden, milattan sonra XIV.-XV. yüzyıllara kadar Avrupa ve Asya nın step bölgelerinde hakim olan ve son Avrupa ilmi literatüründe "La civilisation des Steppes" tabiri ile yer almaya başlayan Bozkır Medeniyeti, adları geçen Batılı araştırmacılara göre, dünyada mevcut ilk medeniyettir. Daha da mühimi batı medeniyetinin doğuşunda birinci derecede amil oluşudur[12].


KAYNAKLAR
Gökalp, Ziya, "Türk Töresi", (Haz..: Yusuf Çotuksöken), İnkılap
Yay., İstanbul 1977.
----------, "Türk Uygarlık Tarihi", (Haz..: Yusuf Çotüksöken),
İnkılap Yay., İstanbul 1981.
Kafesoğlu, İbrahim, "Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri", Hamle Yay.,
İstanbul 1995.
Karaca, Kurt, "Milliyetçi Türkiye", Emet Matbaacılık, Ankara 1976.
Ögel, Bahaeddin, "Türk Kültürünün Gelişme Çağları", Türk Dünyası
Araştırma Vakfı Yay., İstanbul 1988.
----------, "Türk Mitolojisi I", Türk Tarih Kurumu Basımevi
Yay., Ankara 1993.
Türkdoğan, Orhan, "Türk Tarihinin Sosyolojisi", Turan Yay., İstanbul
1996.


[1] Ögel, Bahaeddin, "Türk Kültürünün Gelişme Çağları", Türk Dünyası Araştırma Vakfı Yay., İstanbul 1988, sh. 1.
[2] Türkdoğan, Orhan, "Türk Tarihinin Sosyolojisi", Turan Yay., İstanbul 1996, sh. 131.
[3] Kafesoğlu, İbrahim, "Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri", Hamle Yay., İstanbul 1995, sh. 59.
[4] Gökalp, Ziya,"Türk Töresi", (Haz..: Yusuf Çotuksöken), İnkılap Yay., İstanbul 1977, sh. 12-13.
[5] Ögel, Bahaeddin, "Türk Kültürünün Gelişme Çağları", Türk Dünyası Araştırma Vakfı Yay., İstanbul 1988, sh. 474-475.
[6] Taşdelen, H. Musa, "Siyaset Sosyolojisi", Turan Yay., İstanbul 1996, sh. 35.
[7] Karaca, Kurt, "Milliyetçi Türkiye", Emet Matbaacılık, Ankara 1976, sh. 51.
[8] Gökalp, Ziya,"Türk Uygarlık Tarihi", (Haz..: Yusuf Çotüksöken), İnkılap Yay., İstanbul 1981, sh. 9.
[9] Türkdoğan, Orhan, a.g.e., sh. 148.
[10] Ögel, Bahaeddin,"Türk Mitolojisi I", Türk Tarih Kurumu Basımevi Yay., Ankara 1993, sh. 69.
[11] Türkdoğan, Orhan, a.g.e., sh. 151.
[12] Kafesoğlu, İbrahim, a.g.e., sh. 66.


GoLetsGO

GoLetsGO resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Önemli Bilgiler >GENEL TÜRK TARİHİ>
  2.Nis.2006 Pzr 20:17:27
fiogf49gjkf0d
Genel Türk Tarihi

İslâmiyetten Önce Türkler
Türkler, dünyanın en eski, asil, büyük devletler kurup, pek çok ünlü şahsiyetler yetiştiren medenî milletlerinden biridir. Türkler, Nuh peygamberin oğullarından Yâfes in Türk adlı oğlunun neslindendir. Tarihî şahıs, boy ve millet adlarının oluşumuna göre, Türk kelimesinin aslı "türümek" fiilinden gelmektedir. Bu fiilden türetilmiş, kişi ve insan anlamında "türük" ve nihayet hece düşmesiyle "Türk" kelimesi ortaya çıkmıştır. Nitekim Anadolu da bir kısım göçebeler de yürümekten "yürük" adını almışlardır. Türk kelimesi, ayrıca, çeşitli kaynaklarda; "töreli, töre sahibi, olgun kimse, güçlü, terk edilmiş, usta demirci ve deniz kıyısında oturan adam" manâlarında kullanılmaktadır.
Coğrafî ad olarak Turkhia (Türkiye) tabiri ise altıncı yüzyıldaki Bizans kaynaklarında, Orta Asya için kullanılmıştır. Dokuzuncu ve onuncu asırlarda, Volga dan Orta Asya ya kadar olan sahaya denilirdi. Bu da Doğu ve Batı Türkiye olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Doğu Türkiye, Hazarlar ın; Batı Türkiye ise Türk asıllı Macarların ülkesiydi. Memluklar ın ilk zamanlarında, Mısır a da Türkiye deniliyordu. Selçuklular zamanında, onikinci yüzyıldan itibaren Anadolu ya Türkiye denilmeye başlandı. Türk kelimesini, Türk devletinin resmî adı olarak ilk defa kullanan, yedi ve sekizinci yüzyıllarda hüküm süren (681-745) Göktürk Devleti ydi.
Bilinen en eski Türk kavmi, Çinlilerin Hiung-nu dedikleri, M.Ö. 3. asrın başından itibaren tarih sahnesinde görülen Hunlardır. Bu kavmin anayurdu, Tienşan ın kuzey kesimiyle batıdaki Altay Dağları, Orta Urallar ve Hazar Denizi nin kuzey hudutları içinde kalan vadideydi. Şenyu denilen hükümdarlarının ordugâhı, Orhun Irmağı kıyısında bulunuyordu. Nüfus çoğalması ve fetih isteği gibi iki büyük sebeple yayılmaya başladılar ve Çin hudutlarına kadar olan bölgeyi ele geçirdiler.
İslamiyetten Önce Türk Devletleri:
Türklerin kurduğu en eski devlet olan Hun İmparatorluğu, aynı zamanda, Türk askerî teşkilat ve idareciliğinin de ilk örneğidir. Osmanlılar zamanı dahil olmak üzere, bütün tarih boyunca Türk teşkilatının baş kaidesi olan, sağ ve sol ikili nizam, Hunlar tarafından kurulmuştur. Hun ordusu, on bin, bin, yüz ve on kişilik gruplar halinde, onlu sisteme göre oluşturulmuştu. Keçe çadırları içinde oturuyor ve besledikleri koyun, at ve sığır sürülerinden elde ettikleri ile geçiniyorlardı.
Hunlar, M.Ö. 3. yüzyılın sonlarında, Sarı Irmağın kıvrım yaptığı alana gelerek, Çin içlerine doğru akınlara başladılar. Çinliler, bu Türk kavminin süvarileri karşısında tutunamayıp, ağır yenilgilere uğradılar. Böylece Çin hakimi olan Ti-şin hanedanı, Çin Seddi ni tamamlamaya çalıştı.
Türk kavimlerini toplayıp, imparatorluk halinde birleştiren ilk büyük Hun hükümdarı, Teoman Yabgu dur (M.Ö. 220). Teoman Yabgu dan sonra, Hun tahtına oğlu Mete Yabgu geçti. Mete Han zamanında yapılan fetihlerle, Hun İmparatorluğunun toprakları, Hazar Denizinden Japon Denizine kadar uzandı. Bu topraklarda, çeşitli Türk kavimlerinin yanısıra, diğer Altaylı kavimler de yaşıyordu. Mete devri, Hun İmparatorluğunun en parlak devri oldu (M.Ö. 209-174).
Mete Han dan sonra gelen yabgular zamanında, Çinlilerle ilişkiler arttı. Özellikle evlenme yoluyla, Türk ve Çin hükümdar aileleri arasında yakınlıklar doğdu. Bu yakınlıklar, Hunların iç işleri bakımından bir çok karışıklıklara yol açtı. Buna rağmen Hun İmparatorluğu, M.Ö. 1. yüzyıla kadar üstünlüğünü devam ettirdi. Bu yüzyılda ise, Türk beyleri arasında taht kavgaları gittikçe arttı. Çinliler de bu kavgalardan faydalanarak, Türkleri zayıflatmayı bildiler. Neticede Hunlar, Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldı. Bunlara, Güney ve Kuzey Hunları da denir. M.S. 3. yüzyılın başlarında, başka bir Türk kavmi olan Siyenpiler, Hunlarla iktidar mücadelesine giriştiler. Sonunda Moğolların ve bazı Türk boylarının da yardımıyla, Hunların hakimiyetine son verdiler. Büyük Hun İmparatorluğu, tarihte bilinen eski imparatorlukların en büyüğüydü.
Siyenpiler le yaptıları savaşları kaybettikten ve Asya daki Büyük Hun İmparatorluğu dağıldıktan sonra, Hunların bir kısmı, Dinyeper nehriyle Aral Gölünün doğusu arasındaki bölgeye yerleştiler ve 4. yüzyılın ortalarına kadar orada yaşadılar. Çin den gelen Hun kitleleriyle çoğalan ve uzunca bir süre sakin bir hayat yaşamak suretiyle güçlenen bu Hunlar, iklim değişikliği ve geçim şartlarının bozulması sebebiyle, bu tarihten itibaren Batı ya göç etmeye başladılar. O tarihlerde, Karadeniz kuzeyindeki düzlükler, bir Cermen kavmi olan Gotların işgali altındaydı. Don-Dinyeper nehirleri arasında Doğu Gotları (Ostrogotlar), batısında ise Batı Gotları (Vizigotlar) bulunuyordu. Daha batıda Transilvanya ve Galiçya da Gipidler, bugünkü Macaristan da Tisa Nehri havalisinde Vandallar vardı. Hun başbuğu Balamir in idaresinde, hayret edilecek bir hareket kabiliyeti ve gelişmiş bir süvari taktiğiyle hareket eden Hunlar, Önce Doğu, sonra da Batı Gotlarla karşılaştı. Yerlerinden kopan bu kavimler, batıya doğru hızla akarak, Roma İmparatorluğu topraklarını, Kuzey Karadeniz den İspanya ya kadar her tarafı alt üst ettiler. Böylece, Avrupa nın etnik manzarasını değiştiren ve tarihte Kavimler Göçü denilen hadise meydana geldi. Âni ve şiddetli Hun darbelerinin, beklenmedik şekilde ortaya çıkan Hun akıncı birliklerinin, Doğu Avrupa kavimleri arasında uyandırdığı dehşet, Batı dünyasında büyük yankılar yaptı. Hunlar aleyhine, Latin ve Grek kaynaklarından inanılmaz rivayet ve hikâyelerin çıkmasına ve yayılmasına sebep oldu.
Hunlar (Bkz. Avrupa Hun İmparatorluğu), 378 yılı baharında Tuna yı geçtiler ve Romalılardan direniş görmaksizin Trakya ya kadar ilerlediler. Bu arada daha büyük bir Hun kütlesi, Kafkaslar üzerinden Anadolu ya yöneldi. Bu ikinci akıncı kolu, Güney Anadolu dan Suriye nin Akdeniz kıyılarına ve Kudüs e kadar yıldırım hızıyla ilerledi. Sonbahar da aynı yoldan Azerbaycan a döndü. Batı da ise Balamir in oğlu Ildız ın komutasındaki Hun süvari birlikleri, Bizans İmparatorluğunu barışa zorladı. Ildız dan sonra hun tahtına geçen Karaton ve Rua zamanlarında da Bizanslılar, Hunlara vergi ödedi. Rua nın 434 te ölmesi üzerine devletin başına Attila geçti. Attila zamanında Hunların hakimiyeti, Volga Nehrinin doğusundan bugünkü Fransa ya kadar uzandı. Yönetimleri altında, çeşitli Türk boyları da dahil olmak üzere kırkbeş kavim yaşıyordu. Bunların çoğu, şimdiki Avrupa milletlerinin dedeleridir. Bizans, Hunlara verdiği vergiyi üç katına çıkardı. Attila, 451 de Hristiyan dünyasının merkezini zaptetmek üzere, yüz bin kişilik ordusuyla Roma önüne geldi. Ancak, Attila nın önünde diz çöken ve Roma nın kendisine boyun eğdiğini bildiren papa, kentin kurtarılmasını sağladı.
Attila nın ölümünden sonra tahta çıkan oğulları İlek, Dengizik ve İrnek dönemlerinde, Hun birliği parçalandı. Ayaklanan Cermen kavimleriyle yapılan savaşlar, Hunları yordu. Sonuçta Orta Avrupa da tutunmanın zorluğunu gören İrnek, Hunların büyük kısmı ile, Bizans tan geçiş izni alarak Karadeniz in batı kıyılarına döndü. İrnek idaresindeki Hunların, önce Güney Rusya düzlüklerinde görülen, sonra Balkanlarda ve Orta Avrupa da birer devlet kuran Bulgarlarla Macarların oluşumunda büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır. Geleneklere göre, Bulgar Türk Devletinin kurucusu Dulo sülalesiyle Macar kabilelerini Tuna boyuna getirerek orada yerleştiren Arpad Hanedanı, İrnek i ata tanımaktadırlar.
Hunların büyük kısmı, Volga dan batıya geçerken, onlardan bir kısmı olduğu ileri sürülen Ak Hunlar, 4. yüzyılda Batı Türkistan a göçerek, burada Ak Hun devletini kurmuşlardı. Ak Hunlar, 441 senesinde Semerkand, Buhara ve Belh çevresini ele geçirerek, İran Sâsânî Devletiyle komşu oldular. Bir süre sonra Horasan a sefer düzenleyen Türkler, Sâsânî hükümdarı Şehinşah Firûz u mağlup ettiler. Ak Hunlar, bu parlak zaferden sonra tam bir asır Türkistan ve Afganistan ın kudretli hakimi olarak hüküm sürdüler. 6. Asrın başlarında Ak Hunlar, ülkelerini Göktürklere bırakmak zorunda kalarak, onların tâbiiyeti altına girdiler.
M.S. 3. yüzyıl başlarında, Türklerin Tabgaç Hanedanı, Kuzey Çin de güçlü bir siyasî teşekkül meydana getirerek, Asya Hunlarının yerini aldı. Tabgaç hakimiyeti, hükümdar Kuei zamanında (385-409) Pekin e kadar uzandı. Bu durum, Tabgaçların Çin le çok fazla yakınlık kurmalarına ve onların hayatlarına alışmalarına yol açtı. O kadar ki, bazı Tabgaç yabguları, Çinlilere hayranlıkları yüzünden kendi halklarını ve kültürlerini hor gördüler. Bu durum, Tabgaçların, Çin kültürü ve Çin kalabalığı içinde eriyip gitmelerine sebep oldu. Onların yerine 4. asrın sonunda, iktidar, Avar hanedanının eline geçti.
Avar Türkleri, önceleri Hun ve Tabgaç hanedanlarının hakimiyeti altında yaşıyorlardı. Tabgaç iktidarının zayıflamasıyla Orta Asya hakimiyetini ele geçiren Avar Hanedanı, 4. yüzyıl sonundan 6. yüzyıl ortasına kadar devam etti. Avar kağanları hem doğuda, hem batıda fetihler yapmışlar, esas olarak Çin le uğraşmışlardır. Avar Devleti, Onabay Kağan zamanında Göktürklerin isyanı üzerine yıkıldı (552). Göktürkler karşısında uğranılan başarısızlık üzerine, Avar kitleleri batıya doğru çekildiler.
558 yılında, Sabarlar ın hakimiyetini yıkıp, Kafkaslara doğru ilerlediler. Buradaki İranlı Alanları egemenlikleri altına aldıktan sonra, Bizans a elçi gönderek yıllık vergi ve kendilerinin yerleşebilecekleri arazi istediler. Bu arada Dalmaçya da ve Balkanlar da geniş çaplı bir fetih hareketine giriştiler. Bizans İmparatoru, Avar akınını durdurmak maksadıyla, Aşağı Tuna havzasında, başta Antlar olmak üzere, bazı Slav ülkelerinde bir set kurmaya çalıştı. Fakat 562 de bu engeli rahatlıkla aşan Avarlar, Bizans la sınırdaş oldular. Avrupa içlerine büyük akınlarda bulundular. Bizans İmparatorunun vergi ödememesi üzerine Orta Karpatlara girdiler. 568 de, bugünkü Macaristan ı tamamen hakimiyetleri altına aldılar. Böylece Orta Avrupa da büyük Avar İmparatorluğu kuruldu. Devletin sınırları, Elbe Vadisi ve Alp Dağlarından Don Nehrine kadar uzanıyordu.
Avar Hakanlığının ikiyüz yıl kadar süren hakimiyeti devrinde en mühüm askerî teşebbüsleri, İstanbul u kuşatmalarıdır. 619 ve 626 yıllarında iki defa olmak üzere, Sâsânîlerle ortak yapılan bu kuşatmalar çok şiddetli geçti. Surlar önünde çarpışmalar günlerce sürdü. Ancak Avar ordusu kuşatmadan, donanması olmadığı için bir sonuç alamadı. Güç şartlar altında çekilmek zorunda kaldı. Avarların, Bizans başşehrinde büyük heyecan uyandıran özellikle ikinci harekâtı, tarihî birtakım hatıralar da bıraktı. Avarların çekildiği gün, Bizans ta bayram ilan edildi ve kiliselerde âyinler asırlarca devam etti. Diğer taraftan İstanbul kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması, Avar Hakanlığının itibarını sarstı. Tâbi kavimler başkaldırmaya ve dağılmaya başladılar. Uzun mücadeleler neticesinde, Balkanlar Bulgaralara, Tuna-Sava bölgesi Hırvat-Sloven gibi Slav kabilelerine, Bohemya sahası da Çeklerin atalarına terkedildi. Zayıflayıp küçülmesine rağmen Avar Hakanlığı, yaklaşık 170 yıl daha varlığını korudu. Fakat, 791 den itibaren Frank İmparatorluğunun amansız hücumları sonunda tamamen ortadan kalktı(805). Parçalanan Avar grupları, Doğu Macaristan ve Balkanlara dağılıp kısa zamanda Hıristiyanlaşarak ve dillerini unutarak, yerli halk içinde eridi.
Türk sözünü ilk defa resmî devlet adı olarak kullanan ve onu bütün bir millete ad olarak vermek şerefini kazanan Göktürk Kağanlığı, Doğu Sibirya daki Yakut Türkleriyle batıdaki Ogur (Bulgar) Türklerinin bir bölümü dışındaki Türk asıllı bütün kütleleri, kendi idarelerinde birleştirdiler.
Göktürklerin tarih sahnesine çıktıkları sıralarda, Altay Dağlarının doğu eteklerinde, toplu bir halde, geleneksel sanatları olan demircilikle uğraştıkları ve Juan-Juan Devletine silah imal ettikleri bilinmektedir. 552 de Juan-Juan Devletinin çökmesi üzerine Göktürklerin boy beyi Uluç Yabgu nun oğulları Bumin ve İstemi Kağanlar, Ötüken merkez olmak üzere devleti kurdular. Avar Kağanlığını yıktılar. Bumin Kağan, devletin doğu bölgesine, İstemi Kağan da batı bölgesine hükümdar oldu.
Doğu Göktürkler, siyasî bakımdan hep Çin le karşı karşıya geldiler. Çin le sık sık savaşlar yapılıyor, arada uzun sürmeyen barış dönemleri geliyordu. Doğu Göktürk Devletinin başına Bumin Kağan dan sonra sırasıyla, İstemi Kağan, Kara Kağan, Mukan Kağan, Tapo Kağan, İşbara Kağan, Çur Bağa Kağan, Tulan Kağan, Bilge Tardu Kağan, Türe Kağan, Şipi Kağan, Çuluk Kağan ve Kara Kağan geçti. Bu Göktürk kağanları da önceki Türk hükümdarları gibi, Çinli prenseslerle evleniyorlardı. Çinliler ise zaman zaman gönderdikleri elçilerle, zaman zaman da bu Çinli hatunlar sayesinde Göktürk ülkesinde siyasî karışıklıklar ve parçalanmalar meydana getirebiliyordu. Nitekim Çinli İçing Hatunla evlenen Kara Kağan, onun etkisinde kalarak Çin e savaş açtı (630). Yapılan savaşlardan birinde Kara Kağan esir düştü ve Türkler, Çin hakimiyetini tanımak zorunda kaldılar.
Göktürklerin en buhranlı zamanında açılan bu savaş, Kara kağan ve onbinlerce Türkün esareti ve devletin yıkılmasıyla sonuçlandı.
582 de Doğu Göktürk Hakanlığı ndan kesin olarak ayrılan; Ötüken, Batı Moğolistan, Aral Gölü havalisi, Kaşgar, Mâverâünnehir ve Merv e kadar Horasan sahaları üzerinde hakim bulunan Batı Göktürk Hakanlığı nın hakimiyeti de uzun sürmedi. Tardu Kağan dan sonra ülke, şehzadeler arasında taht kavgalarına sahne oldu. Nihayet 630 yılı, Doğu Göktürklerinin olduğu gibi Batı Göktürklerinin de Çin hakimiyeti altına girdiği bir devir oldu.
630-680 yılları arasındaki 50 yıllık zaman, Göktürklerin bağımsızlıklarını kaybettikleri bir mâtem devresi oldu. Her ne kadar Orta Asya da Türkler varlıklarını, dil, inanç ve geleneklerini korumuşlarsa da, müstakil bir devletten mahrumiyet, Göktürkler için haysiyet kırıcı bir ıstırap kaynağıydı. Kitabelerden anlaşıldığına göre, Göktürkleri bu felâkete düşüren sebepler, üç noktada toplanmaktadır:
1. Sonra gelen devlet adamlarının kötü idaresi. "Kağan bilge imiş, cesur imiş; buyrukları bilge imiş, cesur imiş. Beyleri de kavmi de iyi imiş, böylece ülkeyi tutup töreye göre tanzim etmişler. Sonra kardeşler, oğullar kağan olmuş, küçük kardeş büyük kardeş gibi olmadığı, oğul babası gibi olmadığı için, bilgisiz kağanlar tahta oturmuşlar, buyrukları da bilgisiz, fena imiş... Türk beyler, Türk adını atmışlar, Çin beylerinin adını almışlar. Çin hakanına boyun eğmişler, elli yıl işlerini güçlerini ona vermişler."
2. Türk kavminin yanlış tutum ve davranışı. "Türk budunu... Sen aç olduğun zaman tokluğunu düşünemezsin, tok olduğun zaman açlık nedir bilmezsin. Bu sebeple hakanın iyi sözlerine kulak vermedin, yurdundan ayrıldın, harap, bitkin düştün. Müstakil hanlığına karşı kendin yanıldın. Doğuya gittin, batıya gittin, kutlu yurt Ötüken i terk ederek gittiğin yerlerde ne yaptın? Su gibi kan akıttın. Kemiklerin dağlar gibi yığıldı. Türk budunu, kendi hakanını bıraktı, hüküm altına girdi. Hüküm altına giren Türk budunu öldü, mahvoldu."
3. Çinlilerin bölücü ve yıkıcı propagandası. "Çin kavminin sözü tatlı, hediyesi güzel imiş. Tatlı sözü, güzel hediyesi, uzak kavimleri yaklaştırır imiş. Sonra da fesat bilgisini orada yayarmış. İyi, bilge kişiyi yürütmez imiş. Onun tatlı sözüne, güzel hediyesine kapılan çok Türk kavmi öldü."
Millet, kendisine de şöyle sesleniyordu: "Ülkeli bir kavim idim, şimdi ülkem nerede? Hakanlı bir kavim idim, hakanım nerede?" Bu düşünceler içindeki Türk prensleri, zaman zaman ihtilâl girişimlerinde bulundularsa da, hepsi kanlı bir biçimde bastırıldı. Bu hareketler arasında en hayret verici olanı, 639 yılında Kürşad ın ihtilâl teşebbüsüdür. T ang imparatorunun saray muhafız kıtası subaylarından olan Göktürk prensi Kürşad, Türk devletini diriltmek için, 39 arkadaşı ile gizlice anlaştı. Bazı geceler şehirde dolaşmaya çıkan imparator, yakalanarak kaçırılacaktı. Fakat plânın tatbik edileceği gece ansızın patlayan fırtına yüzünden, İmparator saraydan çıkmadı. Kararın geciktirilmesini mahzurlu gören Kürşad ve arkadaşları bu defa doğruca saraya yürüdüler. 40 Türk, sarayı ele geçirip, başkente hakim olmayı düşünüyorlardı. Yüzlerce muhafız telef edildiyse de, dışarıdan sevkedilen orduyla başa çıkılamadı. Bunun üzerine saray ahırlarından seçme atları alarak Vey Irmağına doğru çekildiler. Ancak, fırtına ve sel, köprüleri de yıkıp götürmüştü. Irmak kenarında Çin ordusuyla savaşa tutuşan Kürşad ve arkadaşları, birer birer ecel şerbetini içerek bu dünyadan göçtüler.
Kürşad liderliğindeki kırk yiğit, başarısız kaldılarsa da, Türk milletinin kalbindeki sönmez istiklâl ateşini tutuşturdular. Onlardan sonra bu ateşle yanan Türkler, her fırsatta baş kaldırdılar. Birkaç kez daha başarısız ihtilâl girişiminden sonra, nihayet 682 yılında Kutlug Şad, etrafına topladığı Türklerle bağımsızlığını ilân etti. Dağılmış boyları bir araya topladı. Bu sebeple İlteriş unvanını aldı. Çinli bir prensesle değil, bir Türk kızıyla evlendi. Bilge Han ve Kültigin adında iki oğlu oldu. Kutlug ölünce yerine kardeşi Kapagan Han kağan oldu. Yirmiiki yıl saltanat süren Kapagan Kağan ın ölümünden sonra ülke karışıklıklar içinde kaldı. Bunun üzerine İlteriş Kutlug Kağan ın oğulları Bilge Han ve Kültigin birleşerek idareyi ele aldılar. Bilge Han kağan, Kültigin ise ordu kumandanı oldu. Böylece Türk tarihinde ilk defa iki kardeş, devlet idaresinde birlikte hareket etmiş ve hiçbir kıskançlık duymadan birbirlerine yardım etmiş oluyorlardı. Bilge Kağan ile Kültigin, iç ve dış bütün tehlike ve tehditleri ortadan kaldırdılar. Başkaldıran herkese boyun eğdirdiler. Ülkenin, milletin ve devletin birliği sağlandı.
Göktürkler devrinin en önemli eseri, Orhun Âbideleri dir. Göktürk yazısı ile yazılan üç âbide, 725-735 yılları arasında diktirilmiştir. Burada Bilge Kağan ile kardeşi başkumandan Kültigin in ve Bilge Kağan ın kayınpederi olan Vezir Bilge Tonyukuk un, bir ara Çin esaretine düşen Türk devletini yeniden kalkındırmak için gösterdikleri gayretler anlatılır ve gelecek Türk nesillerinin bu tecrübelerden faydalanmaları istenir. Ayrıca istiklâl fikri verilir. 745 te Göktürklerin yıkılması üzerine, Uygur hanedanı, büyük Türk Hakanlığı tahtına geçti. Uygurlar devrinde, Türkistan tamamen Türkleşti ve İranlı unsurlar, dillerini bırakarak eridi. Bir kısmı da batıya çekildi. 840 ta kuzeyden gelen Kırgızlar, Uygurları bugünkü Moğolistan dan sürünce, Doğu Türkistan a yerleştiler. İlk Uygur hakanı olan Kutluk Bilge Kül Kağan, atalarının inancındaydı.
Uygurlar devrinde Türklük, bir din arayışına girdi. Aralarında Manihaizm, Budizm, hattâ Hıristiyanlık yayıldı. Bu devirde Türkler, yerleşik medeniyete geçerek, Doğu Türkistan da pek çok şehir kurdular ve kurulu şehirleri genişlettiler. Uygur alfabesiyle binlerce eser tercüme edildi. Kâğıt ve matbaa kullandıkları için, bazı kitapları günümüze kadar ulaşan Uygurlar, bugünkü Moğolistan ı kaybettikten sonra, imparatorluk olmaktan çıktılar. Türkistan ve Kansu da yaşayan bir Türk hânedanıyken, 840 ta Karahanlı hakimiyetine girdiler.
468 den 965 e kadar, diğer bir Türk kavmi olan Hazarlar, Kuzey Karadeniz ve Kafkasya da, kudretli, yüksek kültrülü bir hakanlık kurdular. Bir kısmı Müslüman olan Hazarların kağan denilen hakanları, daha çok Musevî dinine girdiler ve bu dine giren yegâne Türk kitlesini teşkil ettiler.
Diğer taraftan, Avarlar dan sonra 10. asırda Peçenekler, Balkanlar ve Karadeniz in kuzeyinde güçlü bir devlet kurdular. Peçenekleri takiben, Uzlar ve Kıpçaklar Avrupa ya yerleşerek, Balkanlar da bir müddet hakimiyet sürdükten sonra, Hıristiyan olup Slavlaşarak, Türklüklerini kaybettiler.
8. asırla 13. asır arasında yaşayan en tanınmış Türk kavimleri; Uygurlar, Kırgızlar, Kıpçaklar, Karluklar, Peçenekler ve Oğuzlardı. Uygurlar, Göktürkler zamanında Altay Dağlarının kuzeydoğusunda yaşıyorlardı. 745 te Göktürk hânedanına son vererek, kendi hânedanlıklarını kurdular. Göktürkler zamanında Baykal Gölü ile Yenisey arasındaki Sayan Dağları havalisinde yaşayan Kırgızlar, daha ziyade mavi gözlü ve sarışın idiler. 9. ve 10. asırda, Müslüman tüccarlar vasıtasıyla İslam ı kabul ettiler. Kıpçaklar, Büyük Kimek kavminin en önemli koluydu. 11. asrın ikinci yarısında Sirüderya (Seyhun) Irmağının kuzeyindeki bozkırın önemli bölümüne hakim oldular. Moğol istilâsı sırasında esir alınan genç Kıpçak Türkleri, İslâm ülkelerine satılmıştır. Bunlar; Bağdat Abbasî halifeleri, Türkiye Selçukluları ve Eyyubîler in hâssa ordularında hizmet etmişler ve 1250 yılında, Mısır da asırlarca devam edecek olan Memlûk Devletini kurmuşlardır.
Karluklar, Göktürk İmparatorluğuna dahil en önemli Türk kavimlerinden birisiydi. Göktürkler zamanında, Balkaş Gölü nün doğu kıyıları ile Kara İrtiş Irmağı kıyılarında oturuyorlardı. 9. asrın ortalarından 13. asra kadar Ceyhun ve Tarım Irmağı ve Balkaş Gölü arasındaki Türk ülkelerini idare eden Karahanlı Hânedanı, Karluk kavmindendir.
Oğuzlar, Türk camiasının belkemiğini teşkil eden en mühim ve en büyük koldur. Tarihteki en büyük ve en muhteşem devletleri onlar kurdular. Göktürkler, Selçuklular ve Osmanlılar, Oğuzlar ın birer koluydu.


GoLetsGO

GoLetsGO resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Haber >Güncel haberler >TÜRKLER HAKKINDA SÖYLENENLER>
  2.Nis.2006 Pzr 20:10:20
fiogf49gjkf0d
Türk ler için söylenenler.

TÜRKLER HAKKINDA SÖYLENENLER

İnsanlari yücelten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur kadının namuslu olması. Bu iki meziyetin yanında hem erkeği, hem kadını şereflendiren bir meziyet vardır. İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak. İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır. Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir, lakin mağlup edilemezler"
Napoleon Bonaparte - Fransız İmparatoru

"Türklerden bahsediyorum... Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk; dost yanında ve silahsız düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür. Gönül açan bu yeli yıldırma, göz kamaştıran bu gölü coşkun bir denize çevirmek tabiatı
da inciten bir gaflet olur."
Tasso - İtalyan Şair


"Bütün milletler arasında en namuslu ve dostluk kurmada tereddüt edilmeyecek olan yalnızca Türklerdir. Henüz yabancı tesiri altında kalmamış olan bir köye gidecek olursanız; gerçek misafirperverliğin ne demek olduğunu orada görüp öğrenirsiniz."
William Martin

"Irk ve millet olarak Türkler, bence geniş
imparatorluklar içinde yaşayan kavimlerin en asili ve başta gelenedir. Dini, sosyal ve örfi faziletleri,tarafsız kimseler için birer takdir ve hayranlık kaynağıdır."
Lamartine-Fransız Yazar, şair ve Devlet adamı.


"Poltava da esir oluyordum. Bu benim için bir ölümdü, kurtuldum. Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi; önümde su, ardımda düşman, tepemde cehennemler püsküren güneş... Su beni boğmak, düşman beni parçalamak, güneş beni eritmek istiyordu; yine kurtuldum. Fakat bugün esirim, Türklerin esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar bana yaptılar, esir ettiler. Yalnız ayağımda zincir yok, zindanda da değilim; istediğimi yapıyorum. Fakat bu defa da şefkatin, asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar. Bu kadar alicenap, bu kadar asil, bu kadar nazik bir milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak, bilsen ne kadar tatlı."
Demirbaş Şarl -İsveç Kralı (Ruslardan kaçıp Osmanlıya sığınmıştır)


"Türkler ölmeyi biliyorlar, hem de iyi biliyorlar. Ben de ölmeyi bilen bir milletin yenilmeyeceğini bilecek kadar tecrübeliyim. Burada hiç yoktan ordular kurmak ve bu orduları ölüme sürüklemek mümkün. Bu imkanlardan bol bol faydalanıyorum. Fakat, meydana getirdiğim orduları sendeleten bir engel var: Türklerin yaşayan hatıraları!
Üç-dört yüzyıl önce her kudreti ve her milleti yenen Türkler, şimdi de silinmez hatıralarıyla her teşebbüsü sendeletiyorlar. Hemen her yürekte bu korkuyu seziyorum. Demek ki yalnız Türkleri değil, onların tarihini de yenmek lazım. Bu durumda ben, Türklerin düzinelerle milleti idare etmelerindeki sırrı da anlıyorum. Onlar milletleri bir kere yeniyor fakat kazandıkları zaferleri ruhlara ve nesillere nakşedebiliyorlar."
M. Montecuccoli (Avusturyalı Komutan)






"Seceat ve cesaret bakımından Türklerden üstün; büyük hedeflere ulaşmak bakımından da onlardan dirayetli hiç bir kavim yoktur.
Cenab-ı Hak onları aslan sıfatında yaratmıştır."
İbn-i Hassul


Türk, asillerin asilidir. yapma olmayan, gösterişi bulunmayan bu pek yüce asalet ona tabiatın hediyesidir.
Pierre Loti




Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekası vardır. İşte Türk, bu zekasıyla zafer kazanır, uygarlıklar yaratır ve insanlık dünyasında en şerefli hizmeti başarır. Zaten Avrupa nın yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak başka türlü mümkün olamazdı.
Çarnayev(Rus Komutan)


Silahlı milletin en canlı örneği Türklerdir. Bu diyar köylüsünün orak, katibinin kalem ve hatta kadınlarının etek tutuşunda silaha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. Türk ata biner gibi oturur, keşfe yollanan asker gibi uyanık yürür.
Moltke


Türkler bir ırk ve bir millet olarak yeryüzünün en şerefli insanlarıdır.
La Martine


Savaşın zevkini almak isteyen herkes Türklerle savaşmalıdır.
Towsend (İngiliz Komutan)


Doğulu önderler, milletlerinin başından ayrılmayarak her hükümetin temeli olan şu iki kanunu hakkıyla yapıyorlar: iyi yola götürmek ve kötülüklerden korumak. Bu asil hareket Ruslardan fazla özellikle Türklerde göze çarpıyor.
Auguste Comte


Türk kadınlarının en büyük süsü Türk oluşlarıdır. Onlar süslenmek için elmas veya zümrüt takınmıyorlar, belki üzerlerinde taşıdıkları o taşları süslemiş ve kıymetlendirmiş oluyorlar. Çünkü her Türk
kadını canlı bir inci ve paha biçilmez bir pırlantadır.
Lady Mary Wortley Montagu


Türk ün güzel yüzünü, kuvvetli endamını, pırıltılı kostümünü, zarif tavırlarını, kibar gülüşünü, aslanca kükreyişini fırçayla göstermek mümkündür. Fakat pek güç olan, Türk ün özünü göstermektir. Bu öz, ayışığı gibi görülür fakat gösterilemez.
Decamps (fransız ressam)


Türkler yaman binicidirler. Türkler hücumunda düşmanı bir yaprak gibi çevirip bozarlar.
Câhiz (Arap Bilgini)

Türklerin yürekleri temizdir. Onlarda batıl fikirler, basit düşünceler yoktur.
Semame İbn-i Eşreş (Arap Bilgini)


Türkler kahramandırlar. Dostlarına zarar vermezler. Fakat kazanç getirirler.
Comenius (Çek Bilgini)


Türklerin biricik sevdikleri şey hak ve hakikattir. Ve hiçbir haksızlık yapmadıkları halde haksızlığa uğramışlardır.
William Pitt (İngiliz Devlet Adamı)


Türk, Heredot tan, Tevrat tan çok eski yüzyılların tanıdığı bir ulustur.
Sadelik içinde görkemi, sükunet içinde ihtişamı, tahakküm kabul etmeyen bir
yüreklilik, alabildiğine geniş bir fetih aşkı, sonsuz bir teşebbüs kabiliyeti, bölgelere uymaktan çok bölgeleri kendine uydurma zevki ve alışkanlığı Türk milletinin asırlar dolduran tarihinde açıkça görülür.
(Ünlü Tarihçi) Hammer


Türkler kahramadırlar, dostlarına zarar vermezler. Yüce Türk milleti tuttuğu eli bırakmaz, sözünden dönmez, iyi ve kötü günlerde dostundan ayrılmaz. Böyle bir ulusla el ele vermek yeryüzünde her zorluğu yenmek için sonsuz bir güç ve yetenek kazanmak demektir.
Comenius (Çek Bilgini)


Türkler muhakkak ki Avrupa tarihinin ve yakın Asya tarihinin bildiği en halis efendi millettir.
Kayzerling

Her Türk ün bakışında silahın ruha verdiği güveni görmek mümkündür. O hayata ve olaylara güvenle bakmayı öğrenmiştir.
Moltke


Kılıcı insafsız bir beceriyle kullanan Türk ün eli, yendiği insanların yarasını sarmakta da ustadır.
Lord Byron


Türk korkmaz, korkutur. Bir şey isterse onu yapmadıkça vazgeçmez. Hangi işe el atarsa başarır.
Semame İbn-i Eşreş


Türkçeyi öğrenmek benim için büyük bir mutluluk oldu. Çünkü Türk ü anlamak için kendisiyle mutlaka tercümansız konuşmalıdır. Tercüman, ışığı örten zevksiz bir perde oluyor.
Gelland (Fransız Bilgini)


Türk askeri cesurdur. Anavatanını sever ve onun için gerekirse çekinmeden canını feda eder.
Albert Einstein


Artık Türklerle savaşmam. Onlar çok cesur ve iyi insanlar.
Andreas Phitiades


Dünyada iki bilinmeyen vardır. Biri kutuplar, diğeri Türkler.
Albert Sorel




Türk toplumunda kişisel nitelik ve değer dışında hiçbir şeye önem verilmez.
Baron Busbek


On ulusun, on yiğit adamının gücü tek bir kimsede toplansa yine bir Türk e bedel olmaz. Türklerin en çok konuştuğu şey savaştır, zaferdir. Eğlenceleri ise attır, silahtır. Türklerin doğrulukları ve namuslulukları ne kadar övülse yeridir.
Charles McFarlene


Türk milleti ikibin yıldır profesyonel askerdir. Bütün Türklerin mesleği askerliktir.
Donaldson


Dünyanın hangi ordusuna sorarsanız sorun, Türk askerinin karşısında düşünmenin hiç de kolay olmadığını veya olamayacağını size söyler.
Donaldson


Türklerle dost ol ama düşman olma.
Gianni de Michelis


Dünyada, Türklerden başka hiçbir ordu bu kadar süre ayakta duramaz.
Hamilton


Türklerden başka dini ve vatanı uğruna canını vermeye hazır asker yoktur.
Hamilton


Türkler devlet yıkmakta ve devlet kurmakta birinci sınıf ustadır. Ülkeleri değil kıtaları altüst etmişler ve korkunç saldırışlar arasında sarsılması hiç de kolay olmayan egemenliklerini yaratmışlardır.
Tarih Türklerden çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler vardır ki uygarlık için birer süs olmaktadır.
Hammer


Çanakkale de başarılı olamadık. Nasıl başarılı olurduk ki? Zira Türkler yuvasına girilmiş aslanların hiddetiyle, cüret ve cesaret kahramanlığı ile savaşıyorlardı. Böyle bir millet görmedim.
Sir Julien Corbet


Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir ulusta bulamazsınız.
Yalnız ona iyi bir komutan gerektir.
Mulman


Toplumsal düzenin Türkler arasında kurmuş olduğu ilişkilerin hepsinde temiz yüreklilik ve iyi niyet hakimdir. Vatandaşların birbirlerine karşı borçlu oldukları işlemleri yapma ve yerine getirmeleri için başka ülkelerde olduğu gibi senetleşmeye yani yazılı belgeye ihtiyaçları yoktur. Çünkü onların övülmeye değer hallerinden biri de verdikleri söze genellikle sadık kalmaları ve karşılarındakini aldatmaktan, güveni suistimal etmekten çekinmeleridir.
Monradgea D ohsson


Kendi ulusuna karşı bu kadar dürüst ve cömert olan müslüman Türkler hangi mezhebe bağlı olursa olsun aynı dürüstlüğü yabancılara karşı da yapar ve yerine getirirler. Bu noktada müslümanla müslüman olmayan arasında hiçbir fark gözetmezler.
Monradgea D ohsson


Türk ü anlamamak için tarihe göz yummak gerekir. Haksız saldırılar ve adi iftiralar önünde Türk ün vakur kalışı, kuşku yok ki, körlerin gerçeği, eşyayı anlamadıklarını düşündüklerinden ve körlere acıdıklarındandır. Bu soylu davranış o adi iftiralara ne açık bir cevap oluyor.
Pierre Loti


Türk ün ahlaki seciyesi çocukluğunda aldığı iyilik telkinleriyle değil çevrelerinde fenalık görmemek suretiyle oluşur.
Thomas Thorsten


"Türklerin ruhu yeniden parlayacak ve silah kullanmak için doğan bu kahraman milletin tarihi eski ışığını bulacaktır."
Feldmareşal von Moltke -Alman Genelkurmay Başkanı


GoLetsGO

GoLetsGO resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Haber >Güncel haberler >ORTA ASYADAN BALKANLARA TÜRK DÜNYASI FOTOĞRAFLARI>
  2.Nis.2006 Pzr 20:03:19
fiogf49gjkf0d
Orta Asya dan Balkanlara Türk Dünyası fotoğraflarda

Türk ün geniş coğrafyasından manzaralar tam 260 adet fotoğraf hepsini tek tek buraya yapıştırmak zahmetli olduğu için rapidshare e yükledim ilgilenen arkadaşlar için linki veriyorum buyrun
https://rapidshare.de/files/8864656/a...ralar.rar.html



(TÜRK ATLILARI)





(TÜRKMEN KIZLARI)
<<1234567891011 12131415161718192021...39>>