ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul

sohbet banner
tavla okey sohbet forumu
sohbet, okey, tavla, chat
12 Mayıs 2024, Pazar 20:10   
kız arkadaş sohbet linki

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

  LoveStory78> Forum Mesajları
    LoveStory78'e ait Toplam 85 Forum Mesajı var
<<123 456789>>


LoveStory78

LoveStory78 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Şiir sevenler >Sendeki O Şey.>
  19.Oca.2009 Pzt 22:28:58
fiogf49gjkf0d

Aşk Adına

Kümelenmiş kara bulutlarıma rağmen,
Sakladığım seni,
Yağmur yağmur yağdıracağım,
Yüreğime.
Ak bulutlar taşıyacak damlaları,
Benliğime.
Görünmezliğine rağmen,
Elimde tuttuğum ufuk çizgime,
“Sen” diye düğüm atacağım.
Mihenk taşı olacak,
“Sen” lendiğim gün.
Göz yaşı olacak,
Mutluluğa dair en fazla.

Küme küme şiir dinletisi sunacağım,
Tatmadığım saçlarına,
Ten kokusu gibi gelecek,
Batıdan doğuya savurduğum,
Rüzgaar.
Tohum kokusu gibi çekingen,
Ve ürkek…
Ki,
İçinde sakladığı özü getirecek.

Bir buket buse konduracağım,
Hüzünlü dudaklarına,
Zamanı elbet gelecek…
Sana, gelecek,
Zaman gelecek,
Ben gelecek,
Aşk ekeceğim toprağına,
Bildiğim ve bilmediğin,
Aşk adına…



LoveStory78

LoveStory78 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Şiir sevenler >Uçurumlardan Atamadığım Kalbime>
  23.Kas.2008 Pzr 13:59:19
fiogf49gjkf0d

Tekrar Tekrar... Acıya Doyana Dek

Kaçıp kaçıp sığındığımız o yaslı evdi hep
gözyaşı loşluğunda, yarım sıcaklıkta,
kırgın perdeler, unutkan masamız,
uzak sahillerde çekilmiş fotoğraflarımızdan
hep mahçup bir sevgi taşardı.

Alıngandı şarkılarımız, alkole dayanıksız

Saatler boyu, nefes nefese planlar yapardık,
heyecanla yürürdük düşlerimizde,
bu kadarı çoktu bize, yorulurduk

Birimizin bakışı yeterdi
hayallerimizin kanatlarını yakmaya...

Sonra önüne düşerdi saçları
gün biterdi

Hep o saatlerde yaşamaktan ölürüz diye
korkardık.
Akşamın ıstıraplı eşiğini geçtikten sonra
mutfağa giderdi, çay yapmaya
çay yarım kalırdı, gider içeri
ölesiye sevişirdik...

O yaslı evden günlerce dışarı çıkmazdık
kaç gün, kaç ölüm, kaç öykü tükenip
biterdi ellerimizde.

Bir gün gelir o yaslı ev bize dar gelirdi
unutulmuş istasyonlara giderdik, ayrı ayrı
bizim gibi insanların yazdığı öyküleri
okurduk, yüreklerimiz
bir hüzün oyuncağıydı sanki,
olmadık şeylere ağlardık.

Dokunaklı bir filmin sonu gibiydi
hayatımız
tekrar, tekrar, acıya doyana dek
 

Cezmi Ersöz



LoveStory78

LoveStory78 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Müzik, Vido Klip, Playlist, Konser >Şu Anda Hangi Parçayı Dinliyorsunuz ?>
  23.Kas.2008 Pzr 13:56:20
fiogf49gjkf0d

Gözlerin


Gözlerin ipek yoludur ömrümün
Akasya yüklü kervanlar geçer
Gözlerin ipek yoludur ömrümün
Gecelerin uzar

Gözlerin ipek yoludur ömrümün
Yalnızlıktan gelir yalnızlığa itilir
Gözlerin ipek yoludur ömrümün
Yalnızlıktan gelir yalnızlığa gidilir
Gözlerin ipek yoludur ömrümün
Akasya yüklü kervanlar geçer

Onur Akın



LoveStory78

LoveStory78 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Müzik, Vido Klip, Playlist, Konser >Duygu Yüklü Şarkı Sözleri>
  23.Kas.2008 Pzr 13:50:50
fiogf49gjkf0d

Senden Başka

Gurbet elde bir başıma
Kimim var ki senden başka
Öldüm desem bir damla su
Veren mi var senden başka

Kekik kokan dağlarım yok
Bülbül öten bağlarım yok
Tutanacak dallarım yok
Neyim kaldı senden başka

Bana candan bir kez aşkım
Diyen mi var senden başka

Semaverde çayım sensin
Her çiçekte balım sensin
Ne gelirse senden gelsin
Canım mı var senden başka

Kekik kokan dağlarım yok
Bülbül öten bağlarım yok
Tutanacak dallarım yok
Neyim kaldı senden başka

Bana candan bir kez aşkım
Diyen mi var senden başka

Kıraç

 



LoveStory78

LoveStory78 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Şiir sevenler >uzak mutluluk>
  23.Kas.2008 Pzr 13:47:04
fiogf49gjkf0d
BİTME

bitme ! bak,içtim,yürüdüm,kederlendim
denize girdim,üşüdüm,sana geldim

düş bitmeden sen bitme
bitmeden sevgi gitme

bitme!bak,koştum,savruldum,hep örselendim
cıgara ziftlendim,ille de seni sevdim
uzaklarda öyle çok kederlendim

günler bitmeden bitme
bitmeden hasret gitme

bu yangın geceler,bu intihar
gidersen paramparça yüreğimde ağıtlar
bu dolunay gecenin göğsünü yarar
benim göğsümde de sana geniş bir yer var

düş bitmeden sen bitme
bitmeden sevgi gitme...

YILMAZ ODABAŞI


LoveStory78

LoveStory78 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >Aşk ve Sevgi üstüne >Yüreğimin Götürdüğü Yerdeyim....>
  7.Kas.2008 Cum 21:23:54
fiogf49gjkf0d

İNSANIN BİR BAŞKASINA MUHTAÇ OLDUĞU YERDEYİM

" Başkalarına muhtaç olmak, ayıp bir şeydir ! ”

Bu sözünü hiç unutamadım onun. Unutmam da... Kim tarafından ve ne zaman yaralandığını hiç bilmiyorum ama güzel ve çekici bir kadındı. Güzelliği, en çok kendisini umutsuzca özlemesinden kaynaklanıyordu. Güzelliği, yüzündeki yitik seslerden, can çekişen anılardan, yüreğindeki umutsuz kanayıştan geliyordu, en çok...

Kalbinde kirli bir kan birikmişti ve onu bir türlü dışarı atamıyordu. Birisi onu kendisinden kötü ayırmıştı. Kalbiyle arasında, mesafeler vardı. Sevgisiyle arasında, mesafeler... Kendisini ona hatırlatacak birisini arıyordu aslında. Ama karşısına kim çıksa o eski korkusu aklına geliyor, kalbindeki o kirli kan aklına geliyor, tam kendisini anlatacakken birden duvarlarını hiç olmadığı kadar kapatıyor; sonra yine kalbiyle kendisi arasındaki, o derin, o sonsuz, o ıssız boşluğa geri dönüyordu.

O boşluğa geri dönünce de herkesten nefret eden, sonsuz acımasız birine dönüyordu. O boşluğa geri dönünce, karşısına çıkan herkesi kendi güzelliğini doğrulayacak bir ayna gibi görüyordu. O aynaya büyülü güzelliğini ve çekiciliğini anlattırıyor, ona kendisinin ne denli vazgeçilmez ve unutulmaz biri olduğunu söylettiriyor, sonra en az kendisine duyduğu o derin öfkeye benzer bir öfkeyle aynayı hiç düşünmeden sonsuz bir kinle ayakları altında kırıyordu!

Karşılıksız acılarla tozlanıyordu kimsesiz kalbi. Dağılıp gitmemek için, bütün kapılarını kapatmıştı hayata. Duvarlarının gerisinde hem içindeki kötülüğü susturuyor, hem de dışarıdaki kötülüklerin içine girmesine engel oluyordu. Ama kötülüklerden saklanırken, iyi rastlantılara, aşklara, onu uzun yollara çıkartacak olan doğurgan acılara da kendisini kapatıyordu. Ve ne zamandır kalbine, ‘iyilik yağmurları’ yağdırmıyordu.

Adımı duymuş bir yerlerden. Sonra yazdıklarımı okumaya başlamış, bir yazımda da kendisini bulmuş. Günlerce, ısrarla, aradı durdu. Mektuplar yazdı, fakslar çekti... Mektubunun bir yerinde, “Durmadan dibe batıyorum, ne olur kurtarın beni, çürüyorum, çürümekten kurtarın beni!” diyordu. İçimdeki bir ses önce, “Uzak dur!” dedi. Sesindeki o kirli kanama, kalbimdeki çok eski bir korkuya gelip dokunmuştu. Ama ne kadar bekleyebilirdim ki? Ben kendimi biliyorum. Nerede kimsesiz bir aşk varsa, nerede çırpınan bir hayat varsa, kalkıp giderim. Öyle az şey yaşadım ki hayat adına, öyle az şey yaşadım ki kalbim adına, bir de baktım, telefonda, sesim onun sesinde kanıyor, sesim onun sesinde beni küçümsüyor, yargılıyor...

Karşılaştığımız anda, hayal kırıklığına uğradı. Gözlerinden anladım. Beni beklediği gibi bulmamıştı. Aslında onun hayal kırıklığı, ona, “Tamam, görüşelim,” dediğim anda başlamıştı. Benimle buluşmak için yola çıktığı anda... Çünkü yolda eski bir üşüme gibi hatırlamıştı kendisini. Bana gelirken, kendisini eski ve sonsuz bir yenilgi gibi hatırlamıştı. Her şeyi ama her şeyi ezberlemişti. Sevgiyi, aşkı, ayrılığı... Onu bu hale getiren insanın duyarsızlığını bile ezbere söylüyordu. Ve mümkün olduğu kadar etkileyici konuşuyordu. Bense, sadece ağzının kenarındaki o güzel çukura bakıyordum. O çukurda saklıydı sanki, özleyip de yaşayamadıkları. O çukurda gizliydi sanki, bütün masumiyeti...

“Hayat iğrenç,” diyordu, “İnsanlar acımasız... Dünya bize ne kadar uzak,” diyordu ama ben onu çoğu kez dinlemiyor, yanağının kenarındaki o çocuksu derinliğe bakıyordum. Ezbere de konuşsa, öyle güzel ve öyle önemli şeyler söylüyordu ki. Gözlerim sık sık o çocuksu derinliğinden yüzüne, yüzünden yayılan öksüz ışığa ve o savruk, yaban varlığına yöneliyordu.

Bir yerde tıkanıp kalmıştı sanki. Öylesine aynıydı ki insanlar, öylesine benzerdi ki karşılaşmalar, sonunda bir yerde kendisini anlatırken donup kalmıştı. Ayırt etmez olmuştu karşısına çıkanları. O en dipte, o en büyük yenilgisinde, o amansız korkusunda donup kalmıştı. İçinde, sonsuz gelgitler; içinde, dünyanın ilk zamanları; içinde, insanın en eski, en saçma, en tutarsız halleri varken, yaşadığı çağ, yüzüne, kalbine ve bütün özleyişlerine buzul bir dokunulmazlık hediye etmişti. Buzul bir kimsesizlik, buzul bir güvensizlik...

İçindekini yaşamaya kalktığında, hep kaybediyordu. Bu kaybediş bir süre sonra, çoğu zaman kendisinin bile inanmakta güçlük çektiği bir korkusuzluk kazandırmıştı ona. Hayatı umursamadığı, hiçbir beklentisi kalmadığı, kalbinin öldüğüne inandığı için en zor kararları hiç düşünmeden, anında veriyordu. Öylesine umutsuzdu ki öylesine çaresizdi ki hep kazanıyordu. Kazandıkları ona kalbinin biraz daha öldüğünü, duvarlarının biraz daha yükseldiğini hatırlatıyordu. Kazandıkça, kendisine, düşlerine, aşklarına olan mesafe biraz daha artıyor, kazandıkça ömrünü kaybediyordu. Ve bu açığın hiçbir zaman kapanmayacağını sanıyordu, bu büyük boşluğun... İşte bu yüzden geride kalmış, kendisinden daha çok, bu çağa uygun görünen halini küçümsüyordu.

Beni de küçümsedi. Beni de daha öncekilerden saydı. Öylesine yaralıydı ki, beni de o nefret ettiği buzul çağdan saydı. Beni gördü ve duvarlarının ardına saklandı hemen. Ve hemen güzelliğine büyülenmiş aynasını elime verdi. O yorgun güzelliğiyle ve o bitkin nefsiyle ezbere bildiği ne varsa kendisini anlattıktan sonra sustu ve yüzyıllık duvarlarının arkasından beni seyretmeye bağladı. Konuşmamı istiyordu benden, hata yapmamı. O umutsuz çekiciliğinden etkilenmemi bekliyordu. Herkes gibi olmamı, zaaflara düşmemi istiyordu. Duvarların ardındaki yaşamını benim eksik kişiliğimde bir kez daha doğrulayıp evine, odasına, yalnızlığının mağarasına dönmek istiyordu.

Bunu hissettiğim anda, çok eski bir keder kanamaya başladı içimde. Sevebileceğim bir insandı o, ama umutsuzluğunu, imkânsızlığını doğrulamak için gelmişti yanıma. Onu bu denli iyi anlayabildiğim için, son umudunu yıkmamı istiyordu benden. Onu sonsuza kadar sevebileceğimi bildiği için, son kapısını son kez benim kapatmamı istiyordu.

Bana neler yapacağını biliyordum, ama ona kapılmıştım bir kere. Çünkü içimdeki acıyı harekete geçirmişti. Bu acı, onu ve kendimi daha iyi hissetmeme yol açıyordu. Bu acı sayesinde kalbime, iyi rastlantılar, kimsesiz aşklar, başka insanların acıları, yoksulların, çaresizlerin çığlıkları doluyordu. Bu acıyla içime, insanlığın o umutsuz güzelliği doluyordu. Birkaç kez daha buluştuk. O, yine aynasını elime tutuşturup ona kendisini anlatmamı istedi. Ona kendisini anlatmaya başladığım anda, her zaman olduğu gibi aynayı kırıp gidecekti çünkü. Bu yüzden, her defasında aynasını ona geri veriyordum.

Ve o her defasında daha öncekilere ne yapmışsa bana da aynısını yapıyordu. “Aslında sen de parçalanmış birisin,” diyordu. “Sen gerçek değilsin, oynuyorsun,” diyordu. Hiç kırılmıyordum bu sözlerinden. Anlamak istiyordum, çünkü onu. Anlamak istemek, sevmek istemenin bir başka yoluydu. Onun da beni anlamasını istiyordum. İnsanlardan bahsediyordum ona. Yoksullardan, acı çekenlerden, sesi kısılmışlardan... O ise, “Hata yapan bedelini öder, herkes kendisinden sorumlu,” diyordu. Ardından, “Başkalarına muhtaç olmak ayıp bir şeydir,” diyordu. Bu sözlerine katılmıyordum elbette. Kıyasıya tartışıyorduk. Ona, kendisini duvarlarının arkasına kapattığını, bu yüzden hayatını dondurduğunu, kalbini insanlara, onları anlamaya, iyi rastlantılara, aşklara, kimsesizlerin çığlıklarına kapattığını söylüyordum. Ama ne söylerse söylesin, sevmiştim onu. Ölüm gibi, her şeyi bırakmak gibi, umutsuzluğum gibi, umutsuzluğumun ardındaki o delice yaşamak özlemim gibi, sevmiştim...

Anladım, böyle olmayacaktı. Tamam, o duvarlarının ardından çıkmak istemiyordu ama ben de eğer bir gün oradan çıkacaksa, ilk beni sevsin istiyordum. Oysa bu da sevgimin benciliğiydi. Ona duyduğum derin sevgiyi kendimi hiç düşünmeden, zamanın o zehir zıkkım akışına hiç aldırmadan, onun duvarları kırıp parçalaması için feda edebilirdim. Sonunda aşk adına, koşulsuz sevmek adına, hayatımda bana ait kalan her şeyimi ona adamaya karar verdim. Geriye dönebilirsem, hâlâ gücüm kalmışsa, Tanrı dan onu anlamak ve bütün çıplaklığıyla, bütün savunmasızlığıyla onu anlatabilmek gücü istedim. Başka bir şey değil...

Ve tutup nefesimi, en derine battım. Küçük ihanetlere el sallayıp küçük hayatlara veda edip onun kendisinden bile gizlediği sırların en derinine daldım. Okuduğum okullara, eksik babalara, tarifelere, bana bu hayatta doğru olarak öğretilmiş her şeye, randevulara, küçük tesellilere, o avutucu, o kabullenmiş akşam saatlerine veda edip battım. O arkasını ısrarla görmek istemediğim sarılışlara ve koşullu sevgilere veda edip battım.

Bu kadarını beklemiyordu. O hep yarım itiraflara alışıktı. O hep bir başına boğulmaya alışıktı. En dipte gördüm, yalvarır gibi bakan gözlerini. “Bırak beni, benden hiç umut yok!” diyen gözlerini... Sonra dipte dolaştım bir süre, orada yıkık gençliğimi aradım. Orada boğulmuş öğretmenlerimi, orada yaşadığı her yerde izi kalacağını sanmış, o saf, o çocuk ömrümü aradım. Kimi umutsuzca ve çok sevmişsem artık yapamayacağım her şeyi, orada, o en dipte, onun gözlerinde öğrendim.

Boşluğuna benim gözlerim girmişti. Alışık değildi, boşluğunda ona koşulsuz bir sevgiyle bakan gözlere. “Seni görmek istiyorum,” dedi. Sesi, başkaydı bu sefer. İçindeki donmuş acı harekete geçmişti. Hayatı ve beni daha iyi hissettiği belliydi. “Şimdi, ben ne yapacağım!” dedi. Cevap vermedim. “Acı çekiyorum!” dedi; cevap vermedim. Peki, şimdi ben kimi seveyim?” dedi. “Her yerde seni arıyorum; bütün insanlarda, hayvanlarda, ağaçlarda seni arıyorum; beni öldür ama bunu yapma; hiç uyumadan gökyüzünde bile seni arıyorum, ama yoksun! Neredesin?” dedi, bir çok kez... Hiç duymamış gibi yaptım. Evimde, onun aşkıyla tırnaklarımla halıları parçalarken ama ona bunları asla belli etmeksizin, “Beni sevme, acı çekenleri, yoksulları, kimsesizleri, başkasına muhtaç olanları sev!” dedim.

Alışık değildi, acı çekenleri, kimsesizleri, başkasına muhtaç olanları sevmeye. Bu yüzden, ne yapsa, yetmedi ona. Ne yapsa, içindeki susuzluğu gideremedi. Bir ara başını örtmeye kalktı. Sonra birden açıldı, “Beden kutsaldır,” deyip hoşlandığı erkeklerle, sevmeden yatmaya başladı. Sonra içkiye verdi kendisini. Geceleri sessiz telefonlar açardı bana. Hiçbir şey konuşmadan, dakikalarca kırgın nefeslerimizi dinlerdik. Ruhlarımız, nefeslerimizden akıp birbirine karışırdı.

Ve bir gün oldu, bir daha hiç aramadı beni. Çünkü o da anlamıştı: Benzerler arasındaki aşk bu hayatın kurallarına çarpınca, ışığı gören filmler gibi solar...

Sonra duvarlarını yıkıp sokağa çıktı. Kalbini, iyilik yağmurlarına açtı. Kalbini iyi rastlantılara, aşklara, kimsesiz ve yoksul insanların çığlıklarına açtı. Sonra kalbini başka hayatlara açtı. Odalara sığamıyordu artık.

Bir daha hiç aramadı beni, ama ne zaman istesek, birbirimizi bulup hasret giderdik. Ne zaman istesek birbirimize sarılıp seviştik. Ne zaman istesek, en dibe inip orada birbirimizin gözlerine korkusuzca baktık. Bu yüzden yıllardır aramızda hiç durmadan çoğalan bir aşk, gidip gelir...

Aslında, o, beni herkesten iyi bilir. Çünkü ben, insanın bir başkasına muhtaç olduğu yerdeyim... Ben, onun aşkıyım. Yoksulları, çaresizleri, kimsesizleri sevdiği yerdeyim...

Cezmi Ersöz



LoveStory78

LoveStory78 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >Aşk ve Sevgi üstüne >Geri Ver Hayat...Bütün baharlarımı..>
  7.Kas.2008 Cum 21:13:31
fiogf49gjkf0d

Kalplerinde aşk işaretiyle doğarlar kimileri...

                         Kalplerinde aşk işaretiyle doğarlar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar, hayata ve insanlara merhamet duyarlar ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşayamazlar...

                           Aşk işaretiyle doğanlar, yaşarken dünyaya talip olamazlar... Bilirler ki ne isteseler, neyi alsalar, ne kazansalar, aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları, teselli etmez... Gönüllü sürgündür onlar... Gizliden gizliye, hissederler bunu... Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere. Kopup geldikleri ışığa olan inançları ne kadar büyükse, içlerindeki acı o kadar derindir... Bu acı, hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri... Bu acı, hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye var olduklarını...

                           Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden... Yorulur kendisini anlata-mamaktan... “Sevgilim!” der, “sevgilim!” ama sevgilim dediği yanında değildir, bilir... Bazı günler insan soluksuz kalır, içindeki sevgili olmasa bile, karşısındakine deliler gibi sarılır... O olmadığını bile bile, sonsuz bir umutsuzlukla sarılır... İnsan soluksuz kalmayagörsün, sevgili diye bütün yanlışlarına, bütün kaçışlarına, kendine yaptığı ihanetlere sarılır... İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye-görsün, her şey olmak, her yere yetişmek için bu hayata düşer... Her şey olduğunu, her yere yetiştiğini sandığı anda, ortada kendisi yoktur artık... Kaybolmuşluğa çok yakındır... Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır... Daha az acı çekiyordur artık... Ama artık daha mutsuzdur eskisinden... Daha mutsuzdur, o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...

                           Soluksuz kaldığımı kendimden bile sakladığım bir gündü... Kaybolmuşluğa yakındım... İçimdeki acı hızla eksili-yordu... Işık soluyordu; soluyordu, tıpkı sesim gibi... Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi... Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi, neyi kirlettiğimi... Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden, kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı... Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız hiç önemli değil... Gerçekten değil... Kaybolmuş insanlar birbirini çabucak buluyor... Umutsuzluk, umutsuzluğu çağırıyor... Konuşmaya susamıştık... Sanki ikimiz de dilini, kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye... Oysa böyle bir şey yoktu, hep buradaydık... Işığımızdan koptuğumuz yerde... O ışığı orada bırakıp bu dünyaya, bu hayata gönül indirdiğimiz, her şeyde, her yerde olduğumuzu sandığımız yerde... Hep o soluksuz kaldığımız yerde... Daha vakit var, o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimiz de... Belki aynı gece, belki yıllar boyunca konuştuğumuz yerden bana geldik... Susuz ve yorgun... Yaşamaya köpekler gibi aç, ama ölüme dünden razı...

                           Bana geldik... Belki içimizdeki acıyı avutur, koptuğumuz ışığı ikna eder, biraz olsun hiç yaşamamış, hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapar, içimizden bir ömür çalar, yitirdiğimiz ve anlayamadığımız ne varsa uzakta bırakır, buradan, bu hayattan yolumuza devam ederiz, sanmaya geldik... İçtik, şımardık, ağladık, hayatı özledik, çığlık attık; ardımızda bıraktığımız ve bir kez olsun sahiden dönüp bakmadığımız onca kırık kalp, onca vazgeçiş, onca erteleyiş, onca unutuluş, bir gecede bağışlanır sandık... Ama olmadı... Bunu ilk ve son kez sevişirken anladık... Birbirimizin çıplak bedenlerine dokunduğumuzda... Aynı andı, belki de peş peşe, derinden, çok derinden öksüz kalan bir çocuk gibi, kesik kesik, ağlamaya başladık... Engel olmaya çalışsak da yine de kahredici bir hoşluğu vardı, bu ağlayışın içimizde... Bu hayatta sevgili olarak birlikte gidecek bir yerimiz yoktu... Geçmişimiz bizi geri çağırıyordu... Gidecek bir yerimiz yoktu ama kaybolmamıştık... Bu yüzden, kahredici bir hoşluğu vardı gözyaşlarımızın...

                           Sonra, sabah oldu... Sonra, acı ve özlemin yerini, utangaç bir boşluk aldı... Bütün o eksik hazların yerini, derin bir suçluluk duygusu aldı... Sonra o gitti, yaramda hiç unutmayacağımız bir ürperti bırakarak gitti... Yaram ki kimse onun kadar beni anlayamaz; yaram ki kimse onun kadar beni sevemez... Gözlerimden çok, içimdeki yaramı sevdim... Çünkü ondan başka kimse, bana beni göstermedi. Herkese ama herkese yalan söyledim, ama bir tek o biliyor hepsini... Bir tek o gördü, beni kendimi aldatırken... Onu unutmaya çok çalıştım... Yok saymaya... Hayat diye, içine girmediğim akvaryum kalmadı... Her mevsim, mutluluk modaydı... O akvaryumların içinde mutluymuşum gibi yaptım... Yaramı unutup herkes ne yapıyorsa onu yapmaya çalıştım... Akvaryumun içinde, herkes gibi camların dışında bir yeri özledim... Bana ait olmayan bir hayatta, hiçbir ortak yanım olmayan insanlarla, akvaryumun dışını özledim... Yaramı unutup neyi özlediklerini bilmeyen insanların özleyişlerini sevdim... Bilmiyorum, belki bunu da kendi yaramı unutmak için yaptım hep... Sonunda anladım ki nereye gitsem, sonunda yarama dönüyorum... Ne yapsam, ne etsem, döndüğüm tek yer, yine o eski kalbim... Bütün o oyunlardan bana kalan o eski yadigâr... Ne kadar sevse de insan, tükenip yorulduğu bir saat var... Herkesin bencil bir ömrü var... İşte en çok o zaman hatırlarım o eski kalbimi, onca insana kendimden öç alırcasına dağıttığım kalbimi, çok sevdiğim bir yabancı gibi hatırlarım... Mahcup bir özlemle çağırırım onu dağıttığım yerlerden, hayatlardan, yorgun ve bencil sevgilerden utanarak... Sanki, kendi kalbimi geri çağırmak bir suçmuş gibi çağırırım... Güzellik ve soyluluk saklıdır o kalpte... Kalbimdeki kimsesiz kalmış güzelliğe ve soyluluğa vurgunumdur ben... Onu her arzulayışımda, karşıma Tanrı çıkar. Beni böyle eksik, böyle yarım, böyle susuz, böyle bir başına o bırakmıştır... Tanrı vardır ve benim sonsuz susuzluğum ondandır...

                           Bu susuzluğu hissettiğim andan beridir, hayattan korkmamayı öğrendim... Kime dokunsam, Tanrı ya sonsuz bir yakarış; kime dokunsam, o büyük kopuşun sancısıydı; kime dokunsam, kendimdeki ilk ağrıya dokunuş gibiydi... Kime dokunsam, eksik ve yanlış bir Tanrı’ya dokunmak gibiydi... Tanrı’yı unutmak, içimdeki aşkı unutmak gibidir bazen... Böyle zamanlarda, kalkıp giden her şeyin peşine takılırım... Bütün zamanların, bütün trenlerin, bütün vaatlerin ve hızların arkasından giderim... Farklı olmak adına, kendim olmak adına, herkes gibi olmak adına, koşarım giden her şeyin ardından... İçimdeki Tanrı’yı, içimdeki aşkı, soluksuz, kimsesiz bırakarak, koşarak giderim her şeyin ardından... Kendimi hatırlamamak için, her anımı, her dakikamı tıka basa, bu hayatla doldururum... İçimdeki aşkı, içimdeki susuzluğu unutabilmek için, bir projeye, bir yaz-boz tahtasına dönüştürürüm kendimi... Her yerde ve herkesle olmak için kendimi boşlukta bir yerde yeniden yaratmaya çalışırım... Herkesle ve her yerde olmak için, her yere bir an önce yetişmek için, kendime bana ait olmayan bir kalp, bir yüz alıp kimsenin bilmediği, uğramadığı bir boşluğa yerleşirim... Herkes ve her şey olmak için, beni çağırdıkları her yerde olmak için, bu boşlukta yaşadığım kimsesizlik, bu boşlukta yüzüme çarpan kapılar, bu boşlukta hızlandıkça geciktiğim, bu boşlukta çırpındıkça yitirdiğim her şey bana aşksız geçen yıllarımı hatırlatır... Bana Tanrı’sız ömrümü, yüzümden yoksun geçen anlarımı hatırlatır... Böyle zamanlarda defalarca çiğneyip geçerim kendimi... Verdiğim sözleri, ettiğim yeminleri... Atarım kendimi herkesin ortasına... Gözlerimi atarım hoyrat gözlerin önüne... Önce ben başlarım kendimi yağmalamaya... O güvenmediğim hayatı ve zamanı yanıma alarak gizlediğim ne varsa ortaya dökerim... Öç alırcasına kendimden... Dökerim her şeyi ortaya... Herkesin kendinden kurtulmak için, kışkırttığı yurtsuz ve kimsesiz bir gece için... Böylesi gecelerde herkes o eski yarasına haksızlık etmiştir, böylesi gecelerin sabahında herkes ezbere ve çabuk çabuk konuşur ve kimse kimsenin gözlerine korkusuzca bakamaz... Herkes bir an önce, eksik ve yanlış da olsa, bir gece önceki ömrüne dönmek ister... Herkes, susuz bıraktığı o eski kalbine dönmek ister...

                           Bunları bilince, bunları hissederek yaşayınca, kimseye kızamıyor insan. Öfke, dönüp dolaşıp geliyor, yine içte patlıyor... İçimde patlıyor... Çünkü kime kızıp kimi lanetlesem, en sonunda onu içimde buluyorum... Suçladığım herkeste, biraz ben varım... Kimi yargılasam, elimde kanı var... Kime bağlansam, onda haksızlık ettiğim ömrüm, susuz bıraktığım Tanrım var... Kime koşup sarılsam, onda kolları bağlı erdemim var... Başkalarını yargıladıkça, kendisini tutsak eden, başkalarını küçümsedikçe küçülen sevgim var... Oysa ne yapsam, o yurtsuz gecem, susuz bıraktığım aşkım beni hiç unutmaz... Sorar hesabını... Defalarca gelip geçerek ömrümden, kimlerdi, diye sorar o kanayan yüz bana; kimdi, bütün gece onca yargıladıkların... İtildiğin ve sığındığın hüzünden tek bir yanıt çıkar, tek bir ses... O sesler, o bütün gece yargıladıkların, aslında sensindir... Bilirsin ki o ıssız gecede, bunu sana söyleyen senin sesindir... Sahibini ancak bu ıssız gecede bulmuştur... İçinde soluksuz bıraktığın Tanrı’nın sesi, içinde öyle kimsesiz, öyle kanlar içinde bıraktığın sahipsiz yüzünün sesidir... Ne olur, sus ve öfkelenme der, bu ses bana... Boyun eğ, bu sese... Kabullen onu... Bir kez olsun, kendi sesinin önünde eğil, der... Bir kez olsun, kulak ver ona... Kulak ver ona, onun neleri yitirdiğini, neleri sonsuza dek kaybettiğini, bir kez olsun onun ağzından duy... Yüzünden akan kanı olsun öp... Sadece gözyaşı değil onlar, dokun onlara, dokun kendi kanına, yitirdiğin ve özlemini çektiğin her şeyi kendi kanında bulacaksın... Orada, bütün yargıladıkların var... Orada, reddettiğin bütün ömrün var... Bu hayattan tiksinip lanetlediğin ne varsa, hepsi kanında saklı... Seni terk edip ihmal edenler, seni bir türlü anlamak istemeyenler, seni yargılayıp dışında bırakanlar, orada... Orada, seni deliler gibi sevseler de senin içine bir türlü giremeyenler... Ne olur, bir kez olsun onca insana dağıttığın kendini geriye çağır!.. Ne olur, bir kez olsun anla, ömründen daha uzağa gidemezsin!.. Onca yıl susuz bıraktığın Tanrı’ndan daha uzağa gidemezsin... Ne olur, anla, onca yıl kimsesiz bıraktığın yüzünden daha uzağa gidemezsin!.. Ne olur, bir kez olsun anla, yaranı yok sayarak hiçbir yere gidemezsin!..

                           Yaşamak ne ki hem kendini, hem sevdiklerini durmaksızın kimsesiz bırakmak değil mi?.. Yaşamak, yüzünü onca yemine rağmen ortada bırakmak değil mi?.. Yaşamak, her gittiğin yerde bıraktığın yüzlerini özlemek değil mi?.. Yaşamak, içinde o sonsuz ve tesellisiz acının tesellisini aramak değil mi?..

                           Bu hayatın ne yengisi, ne yenilgisi teselli etti beni... Ne zaman kazandım, ne zaman artık kurtuldum, desem, daha derin bir boşluk açıldı önüme... Bu hayatın kurallarıyla ne zaman çıksam yola, kazandıkça kaybettim, yükseldikçe alçaldım... Ne aklımdan kurtuldum, ne delirdim... İçimdeki erdem öylesine soluksuz kalmış ki ne zaman aşkın bir güzellik görsem, ertelediğim hayatım gelirdi aklıma... İçimdeki erdemi, suç ve günahla sınamaya geç başlamıştım çünkü...

                           Çünkü ne zaman kirli, inançsız bir gece yaşasam, anlamsızca ve kimsesiz bir ağlayış gelirdi içimden... Ne zaman beni bana hissettiren birine sarılsam, çok uzaktan, çok eski bir duygu, bana rağmen, bana inat, yanımdan geçip giderdi... Kimi sevsem, hiç olmadığı kadar yalnızlaşırdı... Kimi anlamaya çalışsam, hayatımın boşluğu çarpardı yüzüme... Kime elimi uzatsam, o unutulmuş ömrümle karşılaşırdım... Kendimi daha fazla ne kadar tüketebilirdim?.. Kime sarılsam, verip de tutmadığım sözler çıkardı karşıma...

                           İnsan, her sabah doğan güneşten utanır. İnsan, er ya da geç gelen mevsimlerden utanır...

                           İnsan onca yıl susuz bıraktığı Tanrısı’ndan utanır...

                          İnsan, bunca işarete, bunca özleme rağmen bir türlü gidemediği yerlerden utanır...

                           İnsan, yanan bir hayattan onca yıl bir kurtuluş beklediğine utanır...

           Cezmi Ersöz



LoveStory78

LoveStory78 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >Aşk ve Sevgi üstüne >**TUT ELLERİMDEN**>
  7.Kas.2008 Cum 19:53:03
fiogf49gjkf0d
İSTİYORUM

Bir çiçek istiyorum, ben bakmadan solacak;
Bir kanat istiyorum, beni yerden alacak;
Bir güneş istiyorum, gece bende kalacak...

Bir mermer istiyorum, arzumca oymak için;
Bir kadın istiyorum, ruhunu soymak için;
Bir çift diz istiyorum, başımı koymak için...

Bir zincir istiyorum, hırsımı bağlayacak;
Bir yangın istiyorum, ruhumu dağlayacak;
Bir ana istiyorum, başımda ağlayacak...

Bir bilinmez kaleyi fethetmek tek başına,
Vurulup düşmek birden son burcun son taşına;
Uzanan bir çift dudak gözlerimin yaşına...

Bir ilham istiyorum, bir gün vahye erecek,
Bir çift göz istiyorum, can evimi görecek;
Bir sevgi istiyorum, ömürlerce sürecek...

Bir mihrap istiyorum, önünde diz çökmeğe;
Biraz yer istiyorum yoldan, fidan dikmeğe;
Ve tohum istiyorum, boş tarlamı ekmeğe...

Bir yapı, temeline elimle taş koyacak;
Bir sevgili, her derdin gözüne yaş koyacak;
Bir iman istiyorum uğruna baş koyacak.

Behçet Kemal ÇAĞLAR


LoveStory78

LoveStory78 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >Aşk ve Sevgi üstüne >Sen Bu Şiiri Okurken.....>
  7.Kas.2008 Cum 19:48:40
fiogf49gjkf0d

DENİZİN BEKLEDİĞİ


Seni sevmek mor denizlerdi biraz
Ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen
Umutlar ve yıkılmalar ardında direnilen
Seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz

Seni sevmek yaşamın aşılmaz büyüklüğü
Seni sevmek kan dolu yüzyılları korkutan
Ve sığınıp ılık kıyı kentlerinde biraz akşam
Seni sevmek çocukların düşlerinde gördüğü

Varılırdı daha saydam günlere isteseler
İsteseler yalnızlık giremezdi evlere
Seni sevmek bir kırlangıç olacak bekleseler
Ve uçacak durmadan adasız denizlere

Kim bulacak cam kırığı gözlerinde sevgimi
Sonra yalnız kalmak gibi yoksulca uğuldayan
Bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan
Sana verdim geç diye bütün denizlerimi

AFŞAR TİMUÇİN



LoveStory78

LoveStory78 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >Aşk ve Sevgi üstüne >GERÇEK SEVDA>
  1.Kas.2008 Cmt 22:22:52
fiogf49gjkf0d
fiogf49gjkf0d

ARAMAK

Ömür boyunca aramak.. Yalnız seni aramak. Paslı teneke kutularda, küf kokan dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, sonra vapurlarda, trenlerde hep seni aramak. Belki bu şehirde değilsin. Ne çıkar? Seni arıyorum ya. Belki de aynı sokakta evlerimiz, sabahları beni görüyorsun işime giderken. Sonra akşamı bekliyorsun, alacakaranlığı… Beni bekliyorsun ya da bir başkasını, bir başkasını.

Hiç gel demeyeceğim sana. Aramak neredeyse ben oradayım. Ayaklarım ne güne duruyor? Yok yok birden karşıma çıkma. Kaç, saklan. Seni aramak istiyorum.

Git bu şehirden haydi git. Dağlara çık, o uzak dağlara. Rüzgârların krallığında hüküm sür. Baktın ki oraya da geldim yine kaç. Başını al, açıl denizlere. Gemilerin en güzeli, en büyüğü dilediğin limana götürmeli seni, dilediğin yerde demir atmalı. Ben küçük bir balıkçı kayığı ile peşinden gelsem yeter. Seni arıyorum ya!

Bir yıl, beş yıl, on yıl değil; beşikten mezara kadar aramalı insan, ama ne aradığını bilmeli. Yaklaşıp uzaklaşmalı aradığından. Okyanus dalgaları üstünden bir küçük tekne gibi alçalıp yükselmeli. Yalınayak koşmalı yollarda, ayaklarını sivri taşlar kesip kanatmalı. Çöllerden geçmeli yolu, yanmalı, kavrulmalı. Sonra gözün alabildiğine ak, soğuk ülkelere düşmeli. Buzlar kırılmalı ayaklarının altında, üstüne kar yağmalı.

Bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni. Ayaklarını Afrika’dan getirip bir kâğıt üzerine yapıştırmalıyım, saçların Sibirya’da olmalı, dudakların Çin’de. Gözlerin Hindistan’da bir mabudun gözleri olmalı, ellerin İtalya’da bir heykelin elleri. Bulsam da seni parça parça bulmalıyım.

 Yine de bir yerin eksik kalmalı.

 Yeniden yollara düşmeliyim, onu aramalıyım.

 Ve tam seni tamamladığım anda ölmeliyim.



ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

<<123 456789>>