PKK dışarıda kendisi için çemberin giderek daraldığını görüyor. Artık bölgesel ve uluslararası düzeyde kendisine destekçi bulamayacağının farkında.
İçeride kendisine rağmen ve muhatap alınmadan yapılmak istenen “demokratik açılım”ın kendisini bitireceğini pekala biliyor.
PKK’yı besleyen zemin kurutulduğunda dağa giden yollar kesilmiş olacak. Dağın cazibe merkezi olmaktan çıkması, PKK’nın toplumsal lojistiğinin de kesilmesi demek.
Kürt meselesini çözmüş ve PKK’nın beslendiği bataklığı kurutmuş bir Türkiye’de, sorarım size, PKK hangi argumanlar üzerinden siyaset yapabilecektir?
PKK’nın siyasallaşmasını her seferinde bir tehdit unsuru olarak değerlendirenler, aslında Türkiye’nin kendi Kürt meselesini çözdüğünde PKK’yı da değiştirip dönüştüreceğini çok iyi biliyorlar.
Düşmansız kalmaktan korktukları için böyle konuşuyorlar.
PKK ve terör konusunda duyarlı ve mağdur Türk kesimini bir başka düzeyde tahrik ederek sokağa dökmek istemelerinin sebebi de bu.
Çünkü onlar da PKK olmazsa siyaseten varlık nedenlerini yitireceklerini pekala biliyorlar.
***
PKK’nın oyun planı belli:
Çözüme karşıymış gibi görünmeden çözümsüzlükten beslenen çevrelerin değirmenine su taşımak.
Habur’daki karşılama töreni, ulusalcı-milliyetçi-statükocu cephenin elini güçlendirmekten öte bir işe yaramamışsa oturup düşünmek gerek.
PKK uluslararası düzeyde kendisine yönelik kuşatmayı yarmak için, “Bakınız biz silahlarımızı bırakarak gelmek istiyoruz, ama devlet dağdan inmemize müsaade etmiyor!” görüntüsü oluşturmak istedi.
Hükümet bu oyun planını gördü.
Sürecin ve yasaların ruhunu bilen değerli yargıçlarımız büyük bir basiret örneği sergileyerek bu planı bozdu.
Mahmur’dan gelenler için bir sorun yoktu, ama şayet Kandil’den gelenler tutuklanmış olsaydı, PKK’nın hem dışarıda hem de içeride eli güçlendirilmiş olurdu.
Kürt yurttaşların Hükümetin samimiyetine inanmaya başlayan yöneliminden rahatsızlık duyan PKK, yeni bir sorun alanı oluşturarak “demokratik açılım süreci”ne çomak sokmak istedi.
Şimdi birileri PKK karşıtlığı üzerinden Habur ve sonrasındaki görüntüleri gerekçe gösterip sürece yönelik sabotaj girişimlerini bir başka tahrik siyasetiyle toplumsallaştırmak istiyorlar.
Ateşin üzerine benzinle gidiyorlar.
Gerilim ve çatışma ortamı oluşturarak süreci başlamadan bitirmek istiyorlar.
Çok yazık!
***
PKK böyle yapmakla Kürtlere kaybettiriyor.
Kürtlerin bu ülkede birinci sınıf vatandaş olarak daha özgür ve müreffeh yaşayabilecekleri demokratik bir cumhuriyetin inşa sürecini geciktiriyor.
PKK’yı gerekçe göstererek kendi siyasi iktidarlarını sürdürmek isteyen milliyetçi-ulusalcı çevreler de Türklere kaybettiriyor.
Makul Kürtlerin ve Türklerin asıl görmesi gereken gerçeklik, işte bu tuzak siyasetidir.
Kendi örgütsel ve siyasal geleceklerini Kürt ve Türk halkının üstünde gören siyaset ve savaş baronlarına karşı bu ülkenin makul çoğunluğunu oluşturan Türkler ve Kürtler yüreklerini birbirine katarak “yeter artık!” demelidirler.
Şimdi bunu demenin tam vaktidir.
Aksi takdirde birliğimizi ve kardeşliğimizi bozacak provokasyonların Kürtlük ve Türklük adına birer basit figüranı haline dönüşeceğimizi unutmamalıyız diyorum.
***
Öcalan’ın silahlı güçleri sınır dışına çekme çağrısından önce, “eve dönüş yasası”nda yapılacak düzenlemeleri beklemeden böyle bir çağrıda bulunması kadar, dönen grupların Türkiye toplumunu ikna edecek barışın ve çözümün diline uygun bir duruş sergilememiş olmaları da elbette düşündürücü.
***
“Nefes” filminde PKK’ya savaşırken şehit olan komutanın şu sözleri çarpıcı:
“Bu bir savaştır. Hangi savaş vardır ki bitmemiş olsun. Bu savaş da bitecek.”
Evet, bu savaş da bitecek.
Bitmeli.
Savaştan beslenen siyaset baronlarına rağmen bu aile içi kavga da bitecek bir gün.
Bitmeli.
Bu savaşın galibi de mağlubu yoktur.
O günü erteleyerek ülkeye ve hepimize kaybettirmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
Gün; her iki tarafın şahinlerine, savaş baronlarına ve tahrikçi-provokatif siyasetçilerine “yeter artık!”, “edi bese!” deme günüdür!
Mehmet METİNER Kanal a haber