ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul

sohbet banner
tavla okey sohbet forumu
sohbet, okey, tavla, chat
1 Haziran 2024, Cumartesi 04:09   
kız arkadaş sohbet linki

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

  Nefertiti585> Forum Mesajları
    Nefertiti585'e ait Toplam 5266 Forum Mesajı var
<<1...100...108109110111112113114115116117118 119120121122123124125126127128...200...300...400...500...527>>


Nefertiti585

Nefertiti585 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> ChatCity ile ilgili her şey >ChatCity nedir ne değildir? >BİR YILIN ARDINDAN...>
  30.Ara.2007 Pzr 21:40:48
fiogf49gjkf0d

   

İşte bunlar da editörümüz HurremSultaan ın o zamanlara ait resimleri...Tozlu raflardan çıkardım bu resimleri, sanırım kendisinde bile yok, olsa eklerdi..O zamanlar Hurrem harem güzeli idi,ona mevsimine uygun entariler giydirilirdi,bir de kıymetli taşlarla süslü kemeri vardı...Chatcity nin temel atma töreninde en ön saflarda yer alıyordu hatta küreği ben tutacağım diye feryat figan ettiğine şahit olmuştuk Şahika ile saçsaça başbaşa bir resimleri de olacaktı ama bulamadım sanırım Şahika imha etmiş Bu arada benim resmi değiştirsek Hurroş frikik vermişim

 



Nefertiti585

Nefertiti585 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Albatros Hikayesi :)>
  27.Ara.2007 Per 17:48:50
fiogf49gjkf0d
 

Fotoğraf : Frans Lanting

Salvin albatrosu, 2,5 metrelik kanatlarının kıvrım ve kavislerini Yeni Zelanda kıyılarında esen fırtına rüzgârlarına uydurarak süzülürken, gökyüzüyle bütünleşiyor. Önünde, çoğuna insanların neden olduğu, yaşamsal önem taşıyan yıldırıcı mücadeleler var.




Fotoğraf : Frans Lanting

Genç albatroslar Campbell Adası na inmek üzere alçalıyor. Okyanusun yukarısında yüksek hızla süzülmeye uygun yapıya sahip bir kuş için karaya konmak güç bir iş olabilir. Yeni Zelandalı çevre bilimci Peter Moore, "Kuşlar son alçalıştan önce çoğu kez havada defalarca dönerek daireler çizer," diyor. "Fırtınalı bir günde takla atarak yanımdan geçen bir kuş bile gördüm." Tek bir hata, boyun kırığı ve hatta ölüme bile yol açabilir.

 


Fotoğraf : Frans Lanting

Yeni Zelanda nın Campbell Adası ndaki genç güney kral albatrosları kur yapma telaşında. Erkeklerin cakasından sonra sırayı dişiler alıyor ve ince, uzun kanatlarını sergiliyor. Yaşam boyu birlikte olacakları eşi seçebilmeleri açısından birlikte "takılarak" geçirilecek zaman önemli.

 


Fotoğraf : Frans Lanting

Fotoğrafçı Frans Lanting, Falkland Adaları nda bulunan bir kara kaşlı albatrosun huzuruna kabul edildikten sonra, eşler arasındaki işbölümünü gösteren tek bir kare yakalayabilmek için saatlerce bekledi.

 


Fotoğraf : Frans Lanting

Fotoğrafta görülen Laysan gibi Büyük Okyanus un kuzeyinde varlık gösteren albatroslar, karada beceriksiz olmaları nedeniyle "sakar kuşlar" olarak anılır. Ama saatte 110-130 kilometre hızla uçan bu kuşları izleyen araştırmacı Scott Shaffer a göre, "havada sakarlık la ilgileri yok. İnanılmazlar..."


 


Fotoğraf : Frans Lanting

Yüz binlerce kara kaşlı albatros, yuva yapmak ve türlerinin bir sonraki neslini yetiştirmek üzere Steeple Jason Adası na geliyor. Yaklaşık 399 bin çift -yeryüzündeki kara kaşlı albatrosların üçte ikisi- burada, Falkland Adaları nda çiftleşiyor. Ama koloniler endişe verecek derecede azalmış durumda. Güney okyanuslarında parakete ve trol ağlarında çok sayıda kuşun ölmesi üzerine 2003 te Dünya Koruma Birliği (IUCN), bu türün tüm dünyada neslinin tükenmekte olduğunu ilan etti.



Fotoğraf : Frans Lanting

Yaklaşık 399 bin çift -yeryüzündeki kara kaşlı albatrosların üçte ikisi- burada, Falkland Adaları nda çiftleşiyor.




Fotoğraf : Frans Lanting

Falkland Adaları nda dişi kara kaşlı albatros (sağdaki), boynunu eşinin hafif kemirmelerine teslim ediyor.


 

Fotoğraf : Frans Lanting

Falkland Adaları nda çiftleşme mevsimi sırasında bir dişi kara kaşlı albatros (sağdaki), eşinin ilgisine zarif bir gaga hareketiyle onu okşayarak karşılık veriyor.


 

Fotoğraf : Frans Lanting

Her şey bir reveransla başlar. Sonra bir bakış. Sonra parmak ucunda yükselircesine gaga gagaya uzanırlar. Ve dans sürüp gider... Sumru Adası nda görüntülenen bu erkek (sağdaki) ve dişi gibi kara ayaklı albatroslar, çiftleşmeden önce mevsimler boyunca, dans etmek ve yuva yapmak üzere buluşabilir. Böylece 20 yıl veya daha uzun sürebilecek olan bağlarını güçlendirirler.

 


Fotoğraf : Frans Lanting

Boralar, Atlas Okyanusu nun güneyini dev dalgalara boğup, gökyüzünü bir lunapark trenine çeviriyor. Uydu takibi, dalgalar üstünden gelen hava akımlarıyla yükselip, sonra hızla denize doğru alçalan albatrosların günde 800 kilometreden fazla yol aldığını gösteriyor.

 

Fotoğraf : Frans Lanting

Yavruları için büyük özveride bulunan deniz kuşları, onlara sunacakları yiyecekleri de önceden sindiriyor ve yavrunun boğazından aşağı akıtıyor.
 
 
Fotoğraf : Frans Lanting Yeni Zelanda da, boz başlı albatros ve sarı gözlü albatroslardan oluşan bir kolonide, yavrular yaşamlarının ilk üç-dört haftası boyunca koruyucu bir ebeveynin kanatları altında barınıyor. Daha büyük yavrular yalnız kaldıkları andan itibaren kendilerini yağmacı korsanmartılar (üstteki) ve diğer tehlikelerden koruyabiliyor.
Fotoğraf : Frans Lanting Bu Laysan albatros yavrusu sadece on günlük. Kaliforniya Üniversitesi (Santa Cruz, ABD) araştırmacılarından Michelle Antolos Kappes, bir yavruyu beslenme öncesinde ve sonrasında tartarak, ebeveynlerinin yem bulmadaki başarısını ölçebiliyor.
Fotoğraf : Frans Lanting Yalnızca 3-4 aylık olan bu albatros yavrusu, uzun bir süre boyunca ebeveynlerinin bakımına muhtaç kalacak. Eğer yetişkin olabilecek kadar yaşama şansını elde ederse, ne kadar uzağa giderse gitsin, yavrularını yetiştirmek üzere Campbell Adası na geri dönecek. Ve öncelikle uzun süreli bir ilişki için eşini belirleyecek.
Fotoğraf : Frans Lanting Koyu tüylerle kaplı başı bir punkçının saç kesimini andıran bu genç Laysan albatrosu henüz hav tüyleri olan bir yavrudan uçmaya hazır bir kuşa geçiş aşamasında.
Fotoğraf : Frans Lanting Bu genç Laysan albatrosunun başını bir barok saray bestecisinin peruğuna benzer gür ve koyu kahverengi tüyler kaplıyor. Koloni genelinde erken olgunlaşan yavruların sağ kalarak tam bağımsızlığa ulaşma şansının daha yüksek olduğu söylenebilir.
Fotoğraf : Frans Lanting Albatroslar açısından kalkış zor bir iştir, özellikle de ilk uçuş girişimini yapan bir yavru için.
Fotoğraf : Frans Lanting Midway Atolü kumsallarında, yorgun kanatları sarkmaya başlayan bir yavru daha yenilgiyi kabul etmiş (sağda); en azından şimdilik. Scott Schaffer a göre, hâlâ hav tüyleri taşıyan Laysan albatrosları, özgürlüklerini erken ilan etmiş olabilir. "Genç kuşlar yiyecek aramayı ve yön bulmayı tek başlarına öğrenmek zorunda; çoğu, açık denizde ihtiyaç duyacağı becerileri edinemeden ölüyor."
Fotoğraf : Frans Lanting Gökyüzündeki zarafet, beslenme vakti geldiğinde çılgın bir rekabete dönüşüyor: Yemler, Frans Lanting in, aralarında albatroslar ve fırtınakuşlarının da olduğu bu itişip kakışan kuş sürülerini Kaikoura Yarımadası nın (Yeni Zelanda) dalgalı kıyılarına çekmesine yardımcı oldu.
Fotoğraf : Frans Lanting Büyük Okyanus ta deniz kuşlarına yiyecek gibi görünen plastik atıklar yüzüyor. Bir Laysan albatrosu, yavrusu için ölümcül olabilecek bir kavanoz kapağını tükürüyor.
Fotoğraf : Frans Lanting İnsan kaynaklı tehlikeleri azaltacak çalışmalar da var. Kuşları korkutan oltalar üstünde dalgalanan parlak flandralar (altta), aç albatrosları dahi balıkçı gemilerinin ölümcül ağlarından uzak tutuyor. Maliyeti düşük bu tür çabalar, yılda yaklaşık 300 bine ulaştığı tahmin edilen deniz kuşu ölümlerini azaltabilir.
 
 
 



Nefertiti585

Nefertiti585 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Felsefik Hikayeler, Deyişler>
  27.Ara.2007 Per 17:06:14
fiogf49gjkf0d
Bakış açısı

Arjantinli ünlü golfçü Robert Vincenzo yine bir ödül kazanmış, ödülünü
alıp kameralara poz vermiş. Ardından klubüne uğramış, eşyalarını toplayıp otoparktaki arabasının yanına doğru yürümüş.O sırada yanına bir kadın yaklaşmış.
Vincenzo yu kutladıktan sonra ona küçük bir bebeğinin olduğunu, bebeğin çok hastalandığını ve hastane masraflarını karşılayamadığını onun her
gün biraz daha ölüme yaklaştığını anlatmış, bir çırpıda.
Kadının anlattıkları Vincenzo yu çok etkilemiş.
Hemen çek defterini çıkarmış ve turnuvadan kazandığı paranın bir bölümünü yazıp imzalamış.
Çeki kadına uzatmış. O sırada kadına "umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın" demiş.
Ertesi hafta Vincenzo klupte öğle yemeğini yerken Golf derneği nin bir üyesi yanına yaklaşmış ve "otoparktaki çocuklar, geçen hafta siz turnuvayı kazandığınız gün bir kadının yanınıza yaklaştığını ve sizinle konuştuğunu söylediler" demiş.
"Evet" demiş Vincenzo, "bunun nesi garip?".
"Garip değil tabi ki" demiş adam," ama size bir haberim var o kadın bir sahtekarmış. Sizin gibi zengin kişilere yaklaşıp hasta bir bebeği olduğunu söyleyip para koparırmış. Korkarım sizden de koparmış.
" Vincenzo şaşkınlıkla " yani ölümü beklenen bir bebek yok mu?" demiş.
"Yok" demiş adam.
"İşte bu hafta duyduğum en iyi haber" demiş Vincenzo.
İşte buna bakış açısı farkı diyoruz. Kimi parasını kaybettiğine üzülür ama kimi de Vincenzo gibi ölümü bekleyen bir bebek olmamasına sevinir.
Aynı pencereden dışarı bakan iki kişiden biri sokaktaki çamuru, diğeri
gökyüzündeki yıldızları görebilir.
Seçim bizlere aittir.
 
 
 
 
Bilge ve köpek

Bir bilge bir goletin basinda oturmaktadir.
susuzluktan kirilan bir kopegin devamli olarak golete kadar gelip, tam su icecekken kacmasi dikkatini ceker. dikkatle izler olayi... kopek susamistir ama golete geldiinde sudaki yansimasini gorup korkmaktadir. bu yuzden de suyu icmeden kacmaktadir. sonunda kopek susuzluga dayanamayip kendinig golete atar ve kendi yansimasini gormedii icin suyu icer. bilge dusunur:

"benim bundan ogrendigim su oldu. bir insanin istekleri ile arasindaki engel, cogu zaman kendi icinde buyuttugu korkular ve engellerdir. İnsan bunu asarsa, istediklerini elde edebilir."

Fakat biraz daha dusununce aslinda gercek ogrendiGgi seyin bundan farkli olduunu gorur. asil ogrendigi sey, insanin bir bilge bile olsa bir kopekten ogrenebilecegi bilginin var oldugudur.
 
 
 
 
.: Gece Gündüz :.

Bir bilge kisi, çölde öğrencileriyle otururken demiş ki;

- "Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?"

Öğrencilerden biri;

- "Uzaktaki sürüye bakarım," demiş, "Koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir."

Başka bir öğrenci söz almış ve "Hocam" demiş, "İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır."

Bilge kişi, uzun süre susmuş. Öğrenciler meraklanmışlar ve "Siz ne düşünüyorsunuz hocam?" diye sormuşlar.

Bilge kişi şöyle demiş;

- "Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona "bacım" diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, milletine, ırkına, dinine aldırmadan, "kardeşim" sayabildiğimde anlarım ki; sabah olmuştur, AYDINLIK başlamıştır..."
 
 
Alıntı


Nefertiti585

Nefertiti585 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Felsefik Hikayeler, Deyişler>
  27.Ara.2007 Per 16:58:32
fiogf49gjkf0d
Hayat tersine yaşanmalıydı bence..
Önce ölümü savuşturmalıydık başımızdan.
Yirmi yılımızı huzurevinde geçirip,
Çok gençleştiğimiz için atılmalıydık.
Altın bir saatimiz olduktan sonra işe başlamalıydık
Kırk yıl çalışmalıydık, ta ki emekliliğin tadını
çıkarabilecek denli gençleştiğimiz güne kadar.
Üniversiteye gitmeliydik sonra, liseye hazır hale
gelinceye dek parti yapmalıydık.
İyice ufalmalıydık, oyun oynayıp sorumlulukları unutmalıydık...
Küçük bir kız ya da erkek bebek olunca annemize
dönmeli, son dokuz ayımızı yüzerek geçirmeli,
ve.. sevgi dolu bir bakışta son bulmalıydık.

Norman GLASS
 
 
 
Gül Yaprağı
Uzakdoğu’da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.

Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı, kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya çan, zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı. İçerideki budist rahip, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı.

Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu. Sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.

Yabancı, tapınağın bahçesine döndü. Aldığı bir gül yaprağını kabin içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı içerideki budist rahip saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.
 
 
Bir Kartal Hikayesi


Bir rivayete göre; dört tavuk bir kartal yuvasına gidip bir yumurta çaldılar.
Yumurtayı kümese getirdiklerinde, kümeste bulunan diğer tavuklar gördükleri bu yumurtanın çok büyük bir tavuğa ait olduğunu düşündüler.Zaman geçti, yumurtayı getirenler de unuttu,onlar da bu yumurtanın büyük bir tavuğa ait olduğunu inandılar...

Bir anne bulundu yetim yumurtaya, kuluçka başladı.Kısa bir zaman sonra yumurta kırıldı.İçinden simsiyah kanatlı,ilginç gagalı tuhaf bir tavuk çıktı.... Herkes mutluydu,böylesini ilk defa görmüşlerdi.Anne tavuk, dersler vermeye başladı yavrusuna: "Bak yavrum,yerden bulduğun böceği şöyle ye!Arpayı buğdayı böyle ye!."Anne tavuk her geçen gün yeni şeyler öğretiyordu yavrusuna. Büyük tavuk annesinin her söylediğini yapıyordu. Tehlikelere karşı nasıl davranılacağını da öğretti annesi: "Bak yavrum, eğer kedi buradan gelirse aksi istikamete doğru kaç,şuradan gelirse buraya kaç..."

Büyük tavuk büyüdükçe güzelleşiyordu.Oldukça uzun kanatları vardı. Ara sıra diğerleri onun kanatlarına bakmak için geliyorlardı...

Bir gün anne tavuk yavrusuna havadan gelen tehlikelere karşı kendini nasıl savunacağını anlatırken büyük tavuğun gözü,gökyüzünden süzülerek korkunç bir ihtişamla geçiş yapan başka bir canlıya ilişti.

-Anne bu ne? Dedi büyük tavuk.
-Ha o mu? O kartal yavrum,kuşların padişahı.
-Ne de güzel uçuyor!
-Evet yavrum! Ama sen sakın ona özenme.Asla onun gibi olamazsın!Sen bir tavuksun.Senden önce baban,deden,amcan hepsi ona özendi ama hiç biri onun gibi uçamadı..SEN BİR TAVUKSUN VE BİR TAVUK GİBİ YAŞAMALISIN.

O günden sonra büyük tavuk,ömrü boyunca arka bahçede kartalın ihtişamlı geçişini izleyip iç çekti...ve her seferinde "keşke bende bir kartal olup uçabilseydim." Dedi.Yine bir gün siyah kanatlı büyük tavuk ihtişamlı kartalı izlerken ölüp gitti...O nu bir tavuk gibi defnettiler; kii hakikatte ölen bir kartaldı..

"Bir kartal gibi doğup,bir tavuk gibi yaşayan ve kartallara özenip sonunda bir tavuk gibi ölen binlerce kartal var.Yıl 2004, yer DÜNYA..Şu anda kendi gücünün farkına varamayan,milyonlarca hatta milyarlarca insan var yeryüzünde.NE BÜYÜK ACI!!

HİÇ BİR ŞEY GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİLDİR...
HİÇ BİR ŞEY ANLATILDIĞI GİBİ DEĞİL...
HER DUYDUĞUNA İNANMA....(BUNA BİLE )
GELECEĞİNİ ŞEKİLLENDİREN DÜNÜN GEYİĞİ DEĞİL, YARININ HAYALLERİDİR..
 
 
Kurbağa Masalı...


Günlerden birgün ... kurbağaların yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmış.Ve yarış başlamış. Gerçekte seyirciler arasında hiçbiri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece şu
sesler duyulabiliyormuş:
"Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!"
Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş. Seyirciler bağırıyorlarmış:
"...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!.."
Sonunda, bir tanesi hariç, diğer kurbağaların hepsinin ümitleri kırılmış ve yarışı bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş bu
işi nasıl başardın diye.O anda farkına varmışlar ki....
kuleye çıkan kurbağa sağırmış!

Olumsuz düşünen insanları duymayın... Onlar kalbinizdeki ümitleri çalarlar!

Olumsuz düşünceler ne kadar etkiler yaşamımızı, peki ya siz; çevrenizde başaramayacağınızı düşünen insanlar varken nereye kadar devam edersiniz, ümitlerinizin kırılma noktası nedir? Ümit etmek başarıyı nasıl böylesine etkiler? Ve olumsuz düşünceler hedeflerimizden nasıl uzaklaştırır bizleri?
 


Nefertiti585

Nefertiti585 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Felsefik Hikayeler, Deyişler>
  27.Ara.2007 Per 16:50:20
fiogf49gjkf0d
Yer yön yol

Yol, kendine bir yer bulamamış
kişinin özlemidir.

Kendi yerini yerleşiklikte
bulamayan kişi,
onu yolculukta arar.

Nasıl, bir yer, bir yolun başı ya da sonu;
bir yol da, bir yerden önceki ya da sonraki
bir durumsa — kişinin durumu da,
hep, öyle, ya da, böyledir...


Yerini yitiren kişi,
yola çıkmak zorundadır.

Yola çıkan kişi, yeni bir yer arıyordur
— ama yola hep bir (eski) yerden
çıkıldığını da unutmaz : her varılan yerin de
(yeniden) bir yola çıkış yeri olabileceğini...

Yabancılığını kalıcı kılmak isteyen kişinin,
yerleşikliğinden rahatsız olması gerekir;
ve tersi : yerleşikliğinden rahatsızlık duyan
kişinin, kalıcı bir yabancılık bulması...


Yerleşiklik, herbir yandan bağlandığımız,
hepsi de gergin zincirlerin verdiği bir
dinginliktir ancak — yani, bir sıkı
kölelik...

Ama, "mutlak kölelik" dışında, her kölelik,
köleye devinimde bulunduğu izlenimini verecek
kadar gevşek tutar onun zincirlerini
— gerginlik, zincirden zincir olarak
uzaklaşma çabasıyla belirir;
böylece de kişi, çok devingen olduğu,
sürekli etkinlikte bulunduğunu sandığı
bir edilgenlik, bir sürüklenme içinde
yuvarlanıp — gitmez...

Yerleşiklikten rahatsız olan kişinin
gezginlikte aradığı, aslında,
yerleşebileceği bir yerdir: Düzenini
bozarak gezginliğe çıkan kişi, kendi
düzeninin peşine düşmüştür.


Gezginlik de, öte yandan, hiçbir bağlantı
taşımaksızın, salt gezmek için gezmek haline
gelebilir rahatlıkla, kolayca
— bu kez de tam bir boşluk...

Zincirlerin —gergin ya da gevşek—
tam yokluğu da,
boşluğa köle olmaktır.

Köleliğe tek çare, herhalde,
zincirlerini koparmak ve zincirsiz kalmak
değil,
kendi zincirlerini kendisi yapmış,
kendisi kendi ayaklarına takmış, bağlamış
olmaktır — özgürlük de budur... (Hani,
"kendi kendisinin efendisi olmak"tan
söz edilir ya...)

Düşüncenin devinimi, düşünen kişinin devinmesidir
ancak — onunla gerçekleşebilir ancak:
Yerleşik kişinin düşünceleri de durağan olur.

Çünkü, içinde yeniye yer bırakmayan
bir düzenliliği yaşayan kişi, aslında,
üst anlamda bir düzensizlik yaşıyordur
— içinde yeniye yer tanımayan bir düzen ,
eskinin düzensiz karışımlarından başka bir
yere ulaşamaz.

Her an ayrıyı, aykırıyı, yeniyi yaşayan kişi,
düzenli bir yaşam yaşıyordur.


İnsanlar ne sanıyorlar ki düzen i
— kendi dar, çarpık açılarından bakarak :
sabah-akşam, gidiş-gelişlerini düzenleyen
bir seyrüsefer nizamnamesi mi?! — Oysa,
asıl düzen, düzensizlikten çıkarak
düzene ulaşmağa çabalayan bir düzenleme
uğraşısında bulunabilir ancak.

Verilmiş , varolan düzen,
yoz bir düzensizlik biçimidir.
yer,yön ve yol


Düzenlilik gereksinmesinden
—yani, düzensizlikten— çıkmayan
düzen , beş para etmez, düzen olarak...


Kişi, yoldaş diye,
ancak kendi ulaşabildiği yerlere varabilecek,
daha ileriye yürüyemeyecek kişiler seçiyorsa,
kendisi de duruyor demektir...

Bir yerde ( bir süre için diyerek)
dinelen kişi için en büyük tehlike,
o yere yakınlık duyması; o yeri,
bütün yollarının sonu,
bütün yönlerinin ereği sayması;
yerleşebileceği bir yer saymasıdır
— En büyük tehlike, huzurlu yerdir:-
Mezardır orası...

Her bir yorgun yolcunun dineldiği yer,
dinlenmiş bir yolcunun yola çıktığı yerdir.


Kendine yeni bir yol arayan kişi, önce,
kendinden önce yürünmüş yollara bir bakar
— kendi yürümek isteyebileceği yola benzer
bir yol bulmak için; çoğunlukla da bulur —
ama, acaba, o bulduğu yol(lar),
tam da bulduğu yol(lar) olarak,
kendi aradığı yola aykırı değil mi? —
Yeni bir yol aramıyor muydu, arayan kişi
— ne işi var öyleyse, eski (yürünmüş)
yollarda?!

Belirli bir yol arayan kişi için en büyük
tehlike, o yolu bir yerde durarak, bakarak
arayabileceğini (hatta, bulabileceğini)
sanmasıdır — çünkü, yollar bulunmaz:
yürünür; yerlerde ise, olsa olsa, durulur
— onlar, bulunur; artık, yürünmez...

Yola çıkacak kişinin aşması gereken
ilk ve en önemli engel,
kendi yerleşikliğidir :
kendi yeri
— kendisidir...
 
 
 
İyi ve Kötü
Leonardo da Vinci Son Akşam Yemeği isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı... İyi yi İsa nın bedeninde, Kötü yü de İsa nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı...

Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında, korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi.

Aradan 3 yıl geçti. Son Akşam Yemeği neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı... Leonardo nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı.

Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı. Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı.

Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı.

Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu...

Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü.

Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi:
Ben bu resmi daha önce gördüm...
Ne zaman? diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı.
Üç yıl önce dedi adam..
Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti...

İyi ve Kötü nün yüzü aynıdır...
Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır...

Paulo Coelho-Şeytan ve Genç Kadın dan
 
 
 
 
O müziği duydunuz mu

"18 Kasım 1995 günü keman sanatçısı Itzhak Perlman,
New York ta, Lincoln Center daki Avery Fisher
Salonunda bir konser vermek üzere sahneye çıktı.
Eğer herhangi bir Perlman konserinde bulunmuşsanız
bilirsiniz ki onun için "sahneye çıkmak"
hiç de küçümsenecek bir başarı değildir.
Çocukluk yıllarında çocuk felcine yakalanmış olan
Perlman ın her iki bacağında da destekleyici ateller
vardır ve ancak kol değneği yardımıyla yürüyebilmektedir.
Onu sahne üzerinde her defasında sadece bir adım
atabilmek suretiyle acı içinde ve yavaş yavaş
yürüken görmek unutulmayacak bir görüntüdür.
Ağrılar içinde ama ihtişamla yürümektedir,
sandalyesine erişinceye kadar.
Sonra oturur; yavaşça koltuk değneklerini yere
koyar, bacaklarındaki atellerin klipslerini açar,
bir ayağını geriye iter, ötekini öne uzatır.
Daha sonra yere eğilerek kemanını alır,
çenesinin altına koyar, orkestra şefine
başıyla işaret verir ve çalmaya başlar.

Şu zamanda değin, izleyiciler bu ritüele alışmışlardır.
O, sahnenin bir ucundan sandalyesine doğru ilerlerken
sessizce otururlar. Bacaklarındaki klipsleri açarken
inanılmaz bir sessizlikle beklemektedirler.
Çalmaya hazır olana dek beklerler.
Ancak o konserde bişiler ters gitti. Daha ilk birkaç
satırı çalmıştı ki, kemanın tellerinden bir tanesi koptu.
Telin kopma sesini duyabilmek mümkündü,
salonun bir ucuna tabancadan fırlayan kurşun
gibi gitmişti ses. O sesin ne anlama geldiği
konusunda yanılmak imkansızdı. Ve bunun
akabinde ne yapılması gerektiği konusunda da...
O gece orada olan insanlar kendi kendilerine
şöyle düşündüler: "Anlamıştık ki, yeniden
ayağa kalkması, atelleri yeniden takması,
koltuk değneklerini alması, yavaş yavaş sahne
arkasına gitmesi ve ya yeni bir keman bulması
ya da yeni bir tel takması gerekecekti"

Ama o öyle yapmadı. Bunun yerine bir dakika
kadar bekledi, gözlerini kapadı ve sonra
şefe yeniden başlaması için işaret verdi.
Orkestra başladı ve o kaldığı yerden devam etti.
Ve daha evvel hiç görülmemiş bir tutku, güç
ve saflıkla çaldı. Elbette herkes bilmektedir ki;
senfonik bir eseri sadece 3 telle çalmak imkansızdır.
Bunu ben de bilirim, sen de bilirsin, herkes bilir...
Ama o gece Itzhak Perlman bilmeyi reddetmişti.

Onu, parçayı kafasında molüde ederken,
değiştirirken ve yeniden bestelerken görebilirdiniz.
Bir noktada, telleri nerdeyse yeniden tonlamışçasına
sesler çıkarmaktaydı kemandan, daha evvel hiç
vermedikleri sesleri vermelerini sağlamak için...
Bitirdiğinde salonu olağanüstü bir sessizlik kapladı.
Ve akabinde seyirciler ayağa kalktı ve tezahürata başladılar.
Oditoryumun her yanından inanılmaz bir alkış patladı.
Hepimiz ayaktaydık... Bağırıyor, ıslık çalıyor,
alkışlıyor, yaptığını ne kadar takdir ettiğimizi,
beğendiğimizi anlatacak her türlü hareketi yapıyorduk.
Gülümsedi, yüzünden akan terleri sildi, yayını
kaldırarak bizi susturdu ve böbürlenerek değil
ama sessiz, güçlü, dingin bir tonla şöyle dedi :

"Bilirsiniz, bazen de sanatçının görevidir,
elinde kalanlarla ne kadar daha
müzik yapabileceğini bulmak..."
Bu ne güçlü bir cümledir. Duyduğumdan
beri aklımdan çıkmıyor. Ve kim bilir?
Belki de bu bir yaşam tarzıdır,
sadece sanatçılar için değil hepimiz için.
Burada, tüm yaşamını bir kemanın 4 teli ile
müzik yapmak üstüne kuran ve birden bire,
bir konserin ortasında kendini sadece 3 tel ile
bulan bir adam vardır. O da 3 tel ile müzik
yapmayı seçer... Ve o gece yaptığı; sadece
3 telle yaptığı müzik, daha evvel yaptığı,
4 teli varken yaptığı herşeyden daha güzel,
daha kutsal, daha unutulmazdı...

"O zaman belki de bizim görevimiz,
yaşadığımız bu sallantılı, hızla değişen,
ürkütücü dünyada kendi müziğimizi yapmaktır;
önce elimizde olan herşeyle ve daha sonra bu artık
imkansız olduğunda, sadece elimizde kalanlarla..."



Jack Riemer
 
 



Nefertiti585

Nefertiti585 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Komik Videolar, Klipler, Resimler, Karikatürler >Mühendisler Olmasaydı :)))>
  27.Ara.2007 Per 02:10:30
fiogf49gjkf0d
fiogf49gjkf0d

Uçak mühendisleri olmasaydı




İnşaat mühendisleri olmasaydı



İletişim mühendisleri olmasaydı



Bilgisayar mühendisleri olmasaydı



Makine mühendisleri olmasaydı



Elektronik mühendisleri olmasaydı


 



Nefertiti585

Nefertiti585 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Komik Şeyler >HURREM İN ÇIĞLIĞI 1>
  26.Ara.2007 Çar 16:59:42
fiogf49gjkf0d

eViLf0x :
ben o odaya bi daha girmem

Korktun mu canım sen oy oy kıyamam...Oda temiz girebilirsin illa korkacaksan Hurrem cadısından kork

 



Nefertiti585

Nefertiti585 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Öylesine muhabbet >Haydi Kızlar Elektrik-Elektronik Mühendisliğine!>
  25.Ara.2007 Sal 16:52:35
fiogf49gjkf0d
fiogf49gjkf0d
·LadyTron· :

Ben de çok güldüm ya.

Makina Mühendisliğinde bir erkeğe 250 gram kız düşmekteymiş.

Teşekkürler.

 

 

Durumları çok daha vahim aslında bi düzine erkeğe 250 gram kız düşmekte..

 



Nefertiti585

Nefertiti585 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Türkçe miz Turkche leşmesin>
  24.Ara.2007 Pzt 03:29:47
fiogf49gjkf0d



















 
















 
 
 



Nefertiti585

Nefertiti585 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Komik Şeyler >CHAT CITY CADISI...>
  23.Ara.2007 Pzr 21:17:27
fiogf49gjkf0d

 

Nefertiti585 :

Beyaz atlı prens olmak iyi bişey değil.Bir kere atın yemlenmesi, sulanması,kaşağılanması var.Bunlar günün yarısını alır.Ayrıca her gün pelerini ütülemek ve kıyafetleri yıkamak da lazım...Masrafları çıkarmak için atı hafta sonları turistlere kiralamanız gerekir.Her gece bir saman balyasının üzerinde otururken at kokusu ile taç parlatırken,eyerin altından keçe ile keşke kara şövalye olsaydım diye dövünürsünüz..

 

 

Al işte beyaz atlı prensini  Tehditlerime dayanamadı istifa etti senaryodan Kara şövalyem gelsin sen görürsün iftiracı cadolos

 

<<1...100...108109110111112113114115116117118 119120121122123124125126127128...200...300...400...500...527>>