ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul

sohbet banner
tavla okey sohbet forumu
sohbet, okey, tavla, chat
10 Mayıs 2024, Cuma 06:45   
kız arkadaş sohbet linki

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

  R--O-M-E-O> Forum Mesajları
    R--O-M-E-O'e ait Toplam 1750 Forum Mesajı var
<<1...7172737475767778798081 82838485868788899091...100...175>>


R--O-M-E-O

R--O-M-E-O resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Güzel Sözler >ALTRUIST>
  12.Kas.2010 Cum 15:08:07

Önce beni sana... Sonra seni başkasına.. Erosun hangi pezevenk okunun kurbanıyız peki... "Sarhoş bir tanrının imla hatalarının anatomisi" adlı , duyguların değişimini konu alan umutsuz bir belgeseliz

UFUKYAZICI



R--O-M-E-O

R--O-M-E-O resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> ChatCity ile ilgili her şey >ChatCity Dedikoduları >Her hafta bir chatcity üyesi ile röpörtaj>
  11.Kas.2010 Per 20:48:11

Sıradaki konuğumuz hem MVCC hem gümüş ajanımız ezelll

Hoş sohbeti ve mizahıyla çok güzel renk kattı, kendisine çok teşekkür ediyorum..

Bakalım neler sorulmuş ve nasıl cevaplanmış :))



R--O-M-E-O

R--O-M-E-O resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Şükretmek..>
  11.Kas.2010 Per 19:25:13

 

Insanlar açlıktan ölüyor. Afrika ve Hindistan gibi onca büyük ve o kadar fazla insan yaşamasına rağmen bazı kesimlerinde insanlar yiyecek ekmek içicek su bulamadıkları için hergün yüzlerce belkide binlercesi hayatını kaybediyor. Bu fotograf aslında diğer vatandaşlarına göre o kadar da kötü sayılmaz dimi ? Tabi orda ki insanların durumlarından biraz haberdarsak. Bugün bir haber okudum Zimbabve’de bir fil ölüyor ama insanlar öldürmuyor yanlış anlamayın. Ecel sadece insanlara değil dimi? Ölen filin başına yüzlerce insan doluşuyor 6 ton ağırlığında ve 4 metre boyunda devasa filin iskelete dönmesi sadece 1,5 saat. Kemikleri bile ayıklanan hayvanın kemiklerinden çorba yapılıcak ve içilicek.

Şöyle bir durumda olmayı kim istek? Yada böle durumda kendinizi düşünün ve hayattan bide bu şekilde tat almaya çalışın hayata böyle tutunmaya çalışın bakalım. Şimdi zamane çocuklarına bakıyorumda, annesi babası gönlünden geçip bakkaldan alışveriş merkezinden yiyecek ve giyecek aldığı zaman. Benim istediğim bu değil deyip kenara fırlatabiliyorlar veya beyendiği birşeyse rengini beyenmeyip atılıyorlar kenara. Şurda ki insanların yerine kendimizi bir koyup düşünsek dicem de buda en fazla 2 dk sürücek değil mi? Sonra gene isyankar tavırlar serisine yenisi eklenicek.



R--O-M-E-O

R--O-M-E-O resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Güzel Sözler >Çok küçüktüm oysa ki..>
  11.Kas.2010 Per 15:44:02

 

Çok küçüktük oysaki.. İki ayakkabımız vardı çoğumuzun, biriyle top oynardık diğeriyle okula giderdik.. Hepimiz bu kadar şanslı değildik. Bazılarımız okula giydiği ayakkabısıyla top oynardı ve bu yüzden kaleci olmak istemese de kaleci olacağım derdi.. Hepimiz anlardık kaleci olmak istemesinin sebebini ama çıtımız çıkmazdı buruklukla eğilen başlarımızı öne eğerdik.. devam ederdik.. Bazen mutluluğa çevirirdik burukluğu bir ayakkabı bulurduk onlara.. Belki sıradan arkadaşlar gibiydik bizde.. Her zaman topun sahibi de oynardı oyunda.. Belki ben hiç top sahibi olamadım, belki de sahip oldugum toplar içindeki havaya sahip değildi.. Camdan seslenirdi arkadaşlarımız bize.. Camdan seslenenin kim olduğunu sesinden tanırdık her zaman ama her defasında camdan bakardık bir saniye olsa bile.. Annemizin yanına koşardık.. Babamız çalışırdı. "anneeee noooolurr" diye başlayan cümleler kurardık mutlu olmak için başlayan serüvende sarı ışıkta durur gibi bakardık annemizin gözlerine.. Onay verilince annemizden yeşil zamanı gelmiş olurdu.. Hava karardığında "beş dakka daha nolurr" diye yalvaran çocuklardık biz.. Beş dakika daha oynamanın mutlu ettiği çocuklardık biz.. Gün boyu her oyunu oynardık, ekmeği biz alırdık. Kapıcılar yoktu o zaman şimdiki gibi.. Kahvaltı malzemelerimizi herkesin tanıdığı bakkalımızdan alırdık. Her bakkala gidişimizde filelere sarılı renk renk toplar çarpardı gözümüze, yanımızda arkadaşımız varsa ona bahsederdik "şundan alacağım" "3kat bu top"... Komşularımızda vardı bizim yaptıgı yemeklerden bir tabakta bize getiren.. O komşularımızında komşuları vardı verdiği tabağı boş göndermeyen.. Annemizin bizi "Akşama müsaitseniz size geleceğiz " dememiz için gönderdiği komşularımız.. Pek oyuncağımız yoktu belki, Bizim için herşey oyuncaktı.. Pancar mevsimi gelmesini beklerdik.. Gelsinler ki köklerinden arabalar yapalım boyayalım ve ipe takıp peşimizde gezdirelim.. Babamızın kestane getirdiği günler vardı, sobamızın üstünde çizilmiş bizle gözgöze gelen dürüst kestaneler.. Hepimizin bir yerinde soba yanık izleri vardı ve diz kapaklarımızda yaralar.. Annemiz yırtılan pantolonlarımızı şort yapardı.. Yazı da sever kışı da severdik biz.. Belki kışlarda bizi şimdiki gibi sıcak tutan giysilerimiz yoktu ama evdeki herkesin aynı odada televizyon izlediği ve bunun bize verdiği huzurun sıcaklığı vardı..

Ne çabuk unuttuk bu günleri.. Ne çabuk oldu hayatta ki tek kaygımız para.. Ne çabuk öldü babalarımız.. Ne çabuk hastalandı annelerimiz.. Ölümü hatırlar olduk.. Çocuklarımız oldu.. Biz büyüdük dünya değişti.. OYSA Kİ ÇOK KÜÇÜKTÜK...

UFUKYAZICI



R--O-M-E-O

R--O-M-E-O resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Türkçenin Matematiği>
  11.Kas.2010 Per 15:11:49

 

Türkçe üzerine bir matematik modelleme ve bunun olası sosyal yansımaları üzerine bir zihin jimnastiği

"Victor Hugo şiirlerini 40.000 kelime ile yazdı. Türkçe`yi en zengin kullananlardan Yaşar Kemal`in romanları 3.500 kelimeyi geçmez" görüşü çok yaygındır. Bu görüş haklıdır zira Türkçe`nin Fransızca’ya oranla daha az sözcük içerdiği doğrudur. İngilizce`ye, Almanca’ya, İspanyolca’ya oranla da daha az sözcük içeriyor olması gerekir. Ne var ki bu Türkçe`nin daha yetersiz bir dil olduğu anlamına gelmez! çünkü Türkçe az sözcük ile çok şey anlatabilen bir dildir! Daha fazla sözcük içerse bunun kimseye zararı dokunmaz ancak, gereği yoktur.
Başka bir dilden Türkçe`ye çeviri yapan herkes sözlüğü açtığında, aralarında minik anlam farkları olan bir çok sözcüğün Türkçe karşılığında çoğu zaman aynı kelimeyi okur. Bu, ilk bakışta bir eksiklik gibi görünebilir, oysa öyle değildir. Çünkü yukarıda adı geçen diller kelimelerin statik olan anlamlarını öğrenmeye, Türkçe ise bu anlamları bulup çıkarmaya, yani dinamik anlamlandırmaya dayalıdır. Türkçe`de anlamları sözlükteki tanımlar değil, kelimelerin cümle içindeki konumları belirler. Tam bu noktada, Türkçe`nin, referans olmak üzere sadece gerektiği kadarı sözlüklere alınmış, sonsuz sayıda kelime içerdiği bile öne sürülebilir.
İngilizce-Türkçe sözlükte "sick", "ill" ve "patient"ın karşısında hep "hasta" yazar. Bu bağlamda ingilizce’nin üç kat daha fazla sözcük içerdiği söylenirse bu doğrudur. Ancak, aradaki farkların Türkçe`de vurgulanamadığı söylenmeye kalkılırsa bu yanlış olur: "doktor falanca beyin hastası olmak", "böbrek hastası olmak", "internet hastası olmak", "filanca şarkının hastası olmak" arasındaki farkı Türkçe konuşan herkes bir çırpıda anlar.

Bunun nasıl olabildiğini görmek zor değildir. Bir kalem alıp, alt alta:
3+5=
12+5=
38+5=
yazmak, sonra da bunları toplamak yeterlidir. Hepsinde aynı "+5" yazdığı halde!
Sonuçlar farklı çıkıyorsa, Türkçe`de de hepsinde aynı "hastası olmak" ifadesi geçtiği halde sonuçlar farklı olacaktır. Türkçe`nin az araç ile çok iş yapmasının sırrı matematikte yatar. 0`dan 9`a kadar 10 tane rakam, artı, eksi, çarpı, bölü dört işlem işareti ve bir ondalık ayracı virgül, yani topu topu 15 simge ile sonsuz sayıda işlem yapılabilir. Türkçe de benzer özellikler gösterir. Türkçe matematiğe dayalı olmaktan da öte, neredeyse matematiğin kılık değiştirmiş halidir.

Türkçe`deki herhangi bir fiilin çekiminin ve kelimelerin nasıl çoğul yapılacağının öğrenilmiş olması, henüz varlığı bile bilinmeyen, 5 yıl sonra Türkçe`ye girecek fiillerin nasıl çekileceğinin ve 300 yıl önce unutulmuş kelimelerin çoğullarının ne olduğunun biliyor olması demektir. Bu tıpkı birinci dereceden 2 bilinmeyenli bir denklemin nasıl çözüleceği öğrenildiğinde, sadece "x=6", "y=23" olan denklemlerin değil, aynı dereceden bütün denklemlerin nasıl çözüleceğinin öğrenilmiş olması gibidir.

Oysa sözgelimi ingilizce’de "go", "went" olurken "do", "did" olur. Çoğul ekleri için de durum aynıdır: "foot", "feet" olurken "boot", "beet" değil "boots" olur. Bunun tutarlı bir iç mantığı yoktur, tek çare böyle olduklarının bellenmesidir.

Türkçe`de ise, statik kelimeleri ezberlemek yerine dinamik kuralları öğrenmek gerekir. Türkçe`de neredeyse istisna bile yoktur. Olanlar da ses uyumu gereği "alma" olması gereken meyve isminin "elma" biçimine dönmesi gibi birkaç minör istisnadır. Kurallar ise neredeyse, bu dili icat edenlerin Türk olduğuna inanmayı zorlaştıracak kadar güçlü ve kesindir. Bu noktadan sonra, anlatılanları matematik olarak formüle etmek, aradaki ilişkiyi somutlaştırabilmek açısından yararlı olacaktır. Bunu yapmanın en kolay yolu ikili sayı sistemini kullanmak olduğu için de yalnızca 0 ve 1`leri kullanmak yeterlidir. İzleyen örneklerde [1=var] ve [0=yok] anlamında kullanılmışlardır.


Kelime kökü çoğul eki matematik ifade:
ev ler evler
1.0 0.1 1.1

Türkçe`deki bütün kelimelerin 2 bit olduğu varsayılabilir (ileride bit sayısı artacak). Tekil olan bütün kelimeler 1.0 (kelime kökü var; çoğul eki yok), çoğul olanlar ise 1.1`dir (kelime kökü var; çoğul eki var). Bu kural hiç değişmemek bir yana, öylesine güçlüdür ki Türkçe`de başka hiç bir dilde yapılamayacak bir şey yapılıp, olmayan bir kelimenin çoğulu dahi söylenebilir (0.1). Birisi karşısındakine sadece "ler" dediğinde, alacağı tepki: "anladık ler de, neler?" türünden bir cevap olacaktır. Bir şeylerin çoğulunun söylendiği bellidir de, neyin çoğulunun kastedildiği açık değildir.

Vurgulama / sıfat kökü zayıflatma matematik ifade
kırmızı
0.1.0
kıp kırmızı
1.1.0
kırmızı msı
0.1.1
kıp kırmızı msı
1.1.1

Türkçe`deki sıfatların anlamını kuvvetlendirmeye veya zayıflatmaya yarayan bu kural da hiç değişmez. Hatta istenirse bu kurala uyan ama hiçbir sözlükte bulunmayan, hem kuvvetlendirilmiş hem de zayıflatılmış garip sıfatlar bile türetilebilir. "Güneş doğmazdan az önce ufuk kıpkırmızımsı (kıp + kırmızı +msı; [1.1.1]) bir renk aldı" dendiğinde, herkes neyin kastedildiğini anlayacaktır. Çünkü ayaküstü türetilen bu sıfat, hiçbir sözlükte yer almaz ama, Türkçe konuşan herkesin çok iyi bildiği bu kurala uygundur.

Fiil çekimlerinde de işler farklı değildir. Burada zorunlu olarak kişi için 3, zaman için 2 bitlik gruplar kullanılacak. Çoklu bit grupları şunları ifade edecek:


011 = ben
010 = sen
000 = o
111 = biz
110 = siz
100 = onlar
00 = geniş zaman
11 = şimdiki zaman
10 = gelecek zaman
01 = geçmiş zaman






kök kişi matematik ifade

yeterlilik Oku (y)abil di m = 1.1.0.01.0.0.011
olumsuz Oku (y)a ma z mış sın = 1.1.100.0.1.010
zaman Gel me (y)ecek ti = 1.0.1.10.1.0.000
zaman Git me di k = 1.0.1.01.0.0.111
hikaye Şaşır abil ecek ti niz = 1.1.0.10.1.0.110
rivayet Bil (i)yor lar = 1.0.0.11.0.0.100

kişi

tabloda zaman ile ilgili küme 3 bit yapılıp geçmiş zaman "di`li geçmiş" ve "miş`li geçmiş" olarak ikiye ayrılabilir, soru bileşkeni için ayrı bir bit eklenebilir, emir ve şart kipleri de işin içine katılabilir ancak, sonuç değişmezdi.

Cümleleri oluşturan öğelerin (özne, nesne, yüklem, vb...) Sıralaması da rasgele değildir. Türkçe cümleler bir tür "crescendo" (şiddeti giderek artan dizi) izlerler. Bütün vurgu en sonda yer alan yüklem (fiil) üzerindedir. Diğer öğelerin önemi, yükleme olan yakınlık/uzaklık konumları ile belirlenir. Yükleme yakınlaştıkça önem artar. Gene matematiksel olarak ele almak gerekirse, cümleyi oluşturan her bir öğenin toplam öğe sayısı kadar haneden oluşan bir matematik değere sahip olduğu varsayılabilir.

"dün ahmet camı kırdı" cümlesi 4 öğeden oluşmaktadır; o halde her öğe 4 haneli bir değere sahip olacak, ilk öğe en düşük, son öğe ise en yüksek değeri taşıyacaktır.

Cümle
matematik değer
0001
matematik değer
0011
matematik değer
0111
matematik değer
1111

1 dün ahmet camı kırdı.
2 dün camı ahmet kırdı.
3 ahmet dün camı kırdı.
4 ahmet camı dün kırdı.
5 camı dün ahmet kırdı.
6 camı ahmet dün kırdı.

Şimdi tablodaki cümleler tek, tek ele alınabilir:
1. Cümle: dün ahmet bir iş yaptı ve bu camı kırmak oldu.
2. Cümle: dün kırılan camı başkası değil ahmet kırdı (suçlu ahmet!).
3. Cümle: ahmet`in dünkü işi camı kırmak oldu (belki önceki gün kitap okumuştu).
4. Cümle: ahmet camı herhangi bir zaman değil, dün kırdı (yarın kırması gerekiyor olabilirdi).
5. Cümle: cam düne kadar sağlamdı, kırılmasının suçlusu ise ahmet.
6. Cümle: camı ahmet zaten kıracaktı, bunu dün yaptı.

Cümleyi oluşturan öğeler kesinlikle aynı kalırken (cam hep `i` haliyle "camı" olarak kaldı; fiil hep 3. Tekil şahıs, di`li geçmiş zamanda çekildi, vb.) Sadece yerlerinin değişmesi cümlelerin anlamlarını da değiştirdi.

Her cümlede 0011, 0001`den daha fazla, 0111 bu ikisinden daha fazla, 1111 ise hepsinden daha fazla önem taşıdı. Anlamı belirleyen de zaten her bir öğenin matematik değeri oldu. Kelimelerin statik anlamlar taşıdıkları dillerde, zaman belirtecinin (dün) yeri değiştirilerek elde edilebilecek 2 çeşitlemenin dışında diğer anlamları vermek için kip değiştirmek (edilgen kip - passive mode kullanmak) veya araya açıklayıcı başka kelimeler eklemek gerekir. Türkçe konuşanlar ise her bir cümlenin diğerinden farkını derhal anlarlar.

Matematik ile olan alışveriş yalnızca verilen örneklerle sınırlı değildir. Türkçe`nin ne tarafı ele alınsa bu ilişki ile yüz, yüze gelinir. Türkçe`nin bu özelliğini "insanlar kendilerine ulaşan mesajları nasıl anlarlar? Bunun kullanılan dil ile bir ilgisi var mıdır? Bir Fransız, bir İngiliz, bir Türk aynı mesajı kendi ana dillerinde alsalar, birbirleri ile aynı şekilde mi, yoksa farklı mı algılarlar? Eğer dilin algılamayla ilgisi varsa, işin içine bir dil karışmadığı yani sözgelimi bir pantomim gösterisi izlenir veya üzerinde hiç yazı olmayan bir afişe bakılırken, dil ile ilgili bu alışkanlıklar nasıl etki ederler?" türünden sorulara yanıt ararken fark ettim. Bu özellik konuya ilgi ve sabırla yaklaşıp bakmayı bilen herkesin görebileceği kadar açık. O nedenle, bu güne kadar kesinlikle başkaları tarafından da görülmüş olmalı. "Türkçe çok lastikli, nereye çeksen oraya gidiyor" diyenler de aslında, hayal meyal bu özelliği fark eder gibi olup, ne olduğunu tam adlandıramayanlardır. Türkçe teknik açıdan mükemmel bir dildir.

Bu mükemmelliğin nedeni matematik ile olan iç içeliktir. Keza, ne yazık ki Türkçe`nin, bu dili konuşanlara kurduğu tuzak da buradadır. Kentli-köylü, eğitimli-eğitimsiz, doğulu-batılı, vb. kültür çatışmaları dünyanın her yerinde vardır. Gene dünyanın her yerinde iyi, kötü işleyen bir "asimilasyon" ve/veya "adaptasyon! " süreci bu çatışmayı kendi içinde bir takım sentezlere götürür. Türkiye bu açıdan dünya genelinin biraz dışındadır. Bizde "asimilasyon" ve/veya "adaptasyon" süreci ya hiç çalışmaz, ya da akıl almaz bir yavaşlıkta çalışır. Sorun, başka sebeplerin yanı sıra kullandığımız dilden de kaynaklanmaktadır. Düşünme, kendi kendine sözsüz konuşma olarak kabul edilirse (bence öyledir), anadilin kişilerin düşünce yapısı üzerinde etkili olduğunu da kabul etmek gerekir; insanlar kendi anadillerinde düşünürler. Türklerin büyük paradoksu işte buradadır. Teknik açıdan mükemmel bir dil olan Türkçe, kendi dışımızdaki dünyayı kendimizce değiştirmeden, olduğu gibi algılamaktaki en büyük engelimizi oluşturmaktadır.

Örneğin, Türkiye dışına yabancı işçi olarak giden ilk nesil gerek bulundukları ülkenin dilini öğrenme, gerekse oradaki yaşam biçimine ayak uydurma konusunda muhteşem bir direniş gösterdiler. Bu direnişin boyutları o denli büyük oldu ki, başka hiç bir diasporada gözlenmeyen gelişmeler yaşandı. Türk diasporası, gettolaşıp kendi kültürünü gene kendi içine kapanık bir çevrede yaşayacak yerde, kendi kültür kurumlarını o ülkeye ithal etti. Asimile olmaya en dirençli kültürlerden biri kabul edilen İspanyollar, gittikleri yere sadece gazetelerini ve bazen de radyolarını taşımakla yetinirken; Türklerin bunlara ek olarak (hem de birden çok) televizyon kanalları ve hatta kendi fast-food`ları (lahmacun, döner, vb.) oldu.

Bunları başaran insanların yeteneksiz olduklarına, dil öğrenmeyi de bu yeteneksizlikleri yüzünden beceremediklerine hükmetmek en azından adil ve gerçekçi olamaz. Keza, böylesine önemli bir kültür direnişi gösterenlerin, orada doğan çocuklarını eğitirlerken, bunca sahip çıktıkları kültürlerini göz ardı etmiş olmaları da düşünülemez. Ancak gözlemlenen o ki, orada doğan ikinci nesil, gene sözgelimi İspanyollar arasında hiç görülmediği kadar hızla asimile oldu. Bunun nedenini evdeki Türkçe`nin yanısıra okulda öğrenilen ve ev dışında yaşanan, o ülkenin dili faktöründe aramak çok yanıltıcı olmayacaktır.

Biz Türkler, konuşmayı öğrenirken (tıpkı sick, ill, patient örneğinde olduğu gibi) farklı durumların farklı kavramlar oluşturduğunu, bu farklı kavramların da farklı adları olması gerektiğini öğrenmeyiz. Aynı adı taşıyan farklı kavramları birbirinden ayırmaya yarayacak sezgisel (sezgisel=doğal=matematiksel) yöntemin kurallarını öğrenmeye başlarız.

Sezgiselliğe şartlanmış beyinler ise dış dünyayı hiçbir değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi algılamayı bilemediklerinden, bildikleri tek yönteme yani kendilerince anlam çıkarsamaya veya başka bir ifadeyle "sezdikleri gibi algılamaya" yönelirler.

Algıladıkları kavramların tümü kendi çıkarsamaları doğrultusunda şekillenmiş olan, kendilerince tanımlanmış bir dünyada yaşayan insanlara ulaşan mesajlardaki kodlar ne kadar "herkesçe bir örnek" algılanabilir? Üzerinde emek harcanmaya değer temel sorulardan biri budur. Bu sorunun yanıtı belirginleştikçe, neden batıdaki sistemlerin bir türlü Türkiye’de oluşturulamadığı sorusunun yanıtı da belirginlik kazanabilir.

Türkçe`nin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bu özel durum kuşkusuz tüm iletişim alanları için geçerlidir. Yunus Emre’nin okuması, yazması olmayan göçebe Türkmen boyları arasında 700 yıl boyunca bir nesilden diğerine büyük bir sadakatle, sözlü kültür ürünü olarak aktarılmasının ardında Türkçe’nin sezgiselliğini sonuna kadar kullanmadaki becerisi vardır. Tanzimat aydınları ve Cumhuriyet aydınlarının bir türlü geniş kitlelere seslerini duyuramamalarının nedeni de gene aynı denklemin içinde aranmalıdır. Fransız gibi, Alman gibi düşünmeyi öğrenenler, meramlarını anlatırken bunu yeni öğrendikleri düşünce sistematiği içinde yapmaya kalkışmış ve Türk gibi anlatmayı becerememiş olduklarından başarısız kalmışlardır.

Mesajlar sadece algılanabildikleri kadar etkili olurlar. Mesajları üretenlerin kendi konularına ne kadar hakim oldukları mesajın bütünlüğü açısından önemlidir ama, hitap edilen kişilerin kendilerine yönelen mesajları nasıl algıladıkları her şeyden daha önemlidir.

Alıntıdır



R--O-M-E-O

R--O-M-E-O resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Müzik, Vido Klip, Playlist, Konser >Cem Adrian>
  11.Kas.2010 Per 14:52:44

Tanrının elleri

Rüzgar eserken yapraklar dökülür
O berrak yüzünden bir damla süzülür
Bu ayrılık, bu ayrılık kalbindeki en büyük yaradır artık

Ve güneş batarken, çocuklar uyurken
Baş uçumda bekleyen yorgun bir melektir
Ve her gece sabret diye
Saçlarımda dolaşan tanrının elleridir
Ne büyük ne derin ne siyah ne keskin
Ayrılık gibi o kırılgan gözlerin
Unutma, unutma dikecek yırtılan geceyi sabaha

Ne büyük ne beyaz ne eşsiz ne duru
Hep sarılıp sarıyor üşüyen ruhumu
Bırakma, bırakma elimi düşerim karanlığa

Bir melek işliyor ismini ince bir dantel gibi kalbime
Hissediyorum kaderimin üstünde gezinen yumuşak uçlu parmaklarını
Küçük bir kum parçası karışıyor denize uzakta bir yerde
Ve gözyaşların değiyor avuçlarıma
Ağlama..



R--O-M-E-O

R--O-M-E-O resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Felsefe, Din, İçsel meseleler >Hayvanların kurtuluşundan yana olan tüm bireylere çağrımızdır!>
  9.Kas.2010 Sal 21:19:54

Kurban bayramından "katliam günleri" diye bahsedilmesine kesinlikle katılmıyorum

Kurban bayramından dolayı satılan kurbanlık hayvanların ekonomik krize yol açmadığını aksine canlandırdığını düşünüyorum

Kurban kesilmesini Allah`ın emrettiğini düşünüyorum ve Allah`a inanıyorum

Bir çok insanın ölümüne duyarsız kalıp Allah`ın emriyle Kurban kesip fakirlere dağıtılmasını kınayan insanları anlamıyorum.

Yazıdaki gibi ŞOK etkisi yaratacağını düşünüyorum ama olumsuz bir şok etkisi yaratacağını..

Kurbanların kesim esnasındaki kanlı görüntülerin kaldırılması konusunda hemfikiriz ama

ve bir makale eklemek istiyorum..

Son yıllarda medyada çeşitli polemiklere konu olan kurban ibadetiyle ilgili derin bir "anlam kayması" olduğu gözleniyor. Önce "vacip mi, sünnet mi?" tartışması, arkasından "kurban yerine yoksullara para verilmesi", en son da "ne olsa gider, tavuk da, balık da kurban yerine geçer" türünden `postmodern fetvalar`...

Bu tartışmaların tümü boş ve temelsizdir. Kurban Hanefilerde vacip, diğerlerinde sünnettir. Sünnet olması "olsa da olur olmasa da olur" demek olmayıp, sadece hüküm olarak `sünnet` adlandırılmıştır. Şimdi de şehir veya ülke dışında -Afrika, Asya, Kafkaslar ve Balkanlar`da- kesilip dağıtılmak üzere kurban paralarının çeşitli kuruluşlara bağışlanmasına matuf başlayan kampanyalar yeni bir zihin karışıklığına yol açma tehlikesini doğuruyor. Kurban parasını toplamaya çalışan dernek ve kuruluşlar, "yurtdışında kesilip dağıtılan kurbanların Türkiye`nin tanıtımında önemli rol oynadığını veya Türkiye`nin dünyadaki prestijini artırdığını veya Türkiye`nin uluslararası açılımına ciddi katkı sağladığını" belirtiyorlar. "Türkiye`nin tanıtımı, prestijinin artması veya uluslararası açılımı" önemlidir, kimsenin bu etkinliklere bir diyeceği yok. Ama bahse konu olan, Müslümanlara özgü kılınmış bir `mensek` hükmündeki kurban ibadeti ise durum farklılaşır. Burada kurban ibadetinin müteal/aşkın, batın ve öte/uhrevi anlamlarından boşaltılıp dünyevileştirilmesi, devletin ulusal amaçları ve çıkarları doğrultusunda bir anlam kaybına uğratılması gibi bir tehlike beliriyor. Tabii ki dernek ve kuruluşların böyle bir niyeti yok, ama zamanında niyet ve maksat tashih edilmeyecek olursa, böyle bir tehlike vuku bulur.

Anlam kaymasına yol açan sebeplerin başında kurban ibadetine ilişkin tanım ve maksatlarda ortaya çıkan ciddi zihin karışıklığıdır. Belki öncelikle "niçin veya hangi maksatla kurban kestiğimiz" meselesini vuzuha kavuşturmak lazım.

"Kurban" Allah`a yakınlaşmayı (takarrub) sağlayan bir ibadettir. Maksadı Allah`a yakınlaşmak, anlamı kişinin en sevdiği şeyi Allah`a feda edebilecek derecede yüksek takva sahibi olduğunu sembolle ifade etmesidir. Yani liaynihi/bizatihi anlamı dünyada her neyi en çok seviyorsak, her neye çok değer veriyorsak, onu Allah`a feda edebilecek durumda olduğumuzu belirtmeye çalışmamızdır. Tabii ki dünyada en çok sevdiğimiz şey bir hayvan değildir. Belki en çok çocuğumuzu severiz. İşte öylesine bir takva hedefine yöneliyoruz ki, varılacak ideal menzilde çocuğumuzu dahi Allah`a feda edebildiğimizi dile getirmiş oluyoruz. Geç yaşında kavuştuğu oğlu İsmail`i feda edebilmeyi göze alan Hz. İbrahim bunu açıkça ortaya koymuştu. İsmail`ini bıçak altına yatırıp bu zor sınavı kazanmıştı. İbrahim`i Allah`a yaklaştıracak olan fiil buydu. Kurban oğluydu, zor da olsa onu feda etmeyi göze aldı. Allah`ın kana ve ete ihtiyacı olmadığı için, İsmail`i sembolize etmek üzere İbrahim`e bir koçu kesmesini emretti. O halde maksat Allah`a yaklaşmak, anlamı kişinin en sevdiği şeyi (oğlu, malı, serveti, statüsü, kabilesi, ulusal çıkarı vs.) feda edebilme cesaretini gösterebilmesi. Liaynihi, yani bizatihi kurban ibadetinin maksadı ve anlamı budur.

Ligayrihi, yani dolaylı sonucu kurban etiyle sağlanan faydadır. Mademki hayvan kesilmiştir, bu fiille maksat ve anlam tahakkuk etmiştir, kesilen hayvanın etinden ve derisinden istifade edilecek, bir kısmı ev halkına ayrıldıktan sonra diğeri yoksullara dağıtılacaktır. Kurban vasıtasıyla elde edilen et, kurban ibadetinin maksadı ve anlamı değildir; dolaylı bir öneme sahiptir. Buna göre birisi sadece yoksullara et dağıtmak üzere hayvan kesecek olsa, kurban ibadetini yerine getirmiş olmaz, sadece hayırlı bir iş yapmış olur. İbadette temel taş niyettir.

Niyetlerimizi ve amellerimizi tashih edelim. Okurlarımın ve bütün Müslümanların Kurban Bayramı`nı tebrik eder, hayırlara vesile olmasını dilerim.

ALİ BULAÇ

 



R--O-M-E-O

R--O-M-E-O resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> ChatCity ile ilgili her şey >ChatCity Dedikoduları >Her hafta bir chatcity üyesi ile röpörtaj>
  9.Kas.2010 Sal 21:01:50

Sıradakı konuğumuz 233 numaralı Gümüş Ajanımız Hsavun

Kendisine ajanlık hakkında da bir kaç soru sorduk..

Bakalım neler demiş :))

 

 

 

 



R--O-M-E-O

R--O-M-E-O resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Güzel Sözler >ALTRUIST>
  9.Kas.2010 Sal 18:57:19

 Yalnız kaldığımda yaptığım her eylemi yargılayacak iki kişi oldu kafamda her zaman... İki kardeş olmalarına rağmen her zaman zıt düşüncelere sahiptiler.. Sağcılık solculuk oynadılar bir dönem... Birinin "evet" dediğine biri her zaman "hayır" dedi..

UFUKYAZICI



R--O-M-E-O

R--O-M-E-O resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> ChatCity ile ilgili her şey >Merak Edilenler >Özel İleti ve Oda Daveti Hakkında..>
  9.Kas.2010 Sal 18:39:08

İyi günler herkese

Çok sık karşılaştığımız bir durum bu. Eminim hepiniz duymuştursunuz. " XXX özel yazmasana ya sapık mısın, XXX Nie özel oda daveti gönderiyorsun?, XXX özel yok lütfen, XXX Sakın özel yazma oda daveti gönderme"  ve buna benzer bir çok ağır hakaretler içeren cümleleri. Bu yazıyı bir erkek olarak yazmıyorum bayan arkadaşlar tepki gösterecektir eminim,(hatta erkek olarak yazmıyorum cümlemle de dalga geçeceklerdir.)  bu yazıyı her iki tarafın görüşlerini alarak ve empati yaparak yazıyorum. Tabi bayan arkadaş özel oda davetini kabul etmek zorunda değil, hatta özel konuşmak zorunda da değil. Ne yapmalı peki?.. Size özel yazan kişi özel yazdığında tekrar yazmasını engellemek için "engelle"  butonu bulunmaktadır. Buna bastığınızda size özel yazan kişinin ekraına "Karşı taraf sizinle görüşmek istemiyor" diye bir cümle çıkacaktır. Fakat özel yazan kişi oda değiştiği zaman eğer sizi listesine eklediyse sizin engellemenize rağmen tekrar özel yazabilmektedir. Tekrar engellerseniz tekrar oda değişmesi gerekir. Başka bir çözüm ise; size özel yazan kişinin penceresini gözükmeyecek bir yere taşımanızdır, Bildiğiniz üzere özel pencereleri taşınabiliyor.

Eğer size özel yazan kişinin penceresini üstdeki resimdeki olduğu gibi gizlerseniz o kişinin size ne yazdığını dahi görmezsiniz. İçinizden diyor olabilirsiniz neden ben o kadar zahmete katlanıyım, bu bir zahmet değil zahmet olarak düşünmeyin sadece 2 saniyenizi alır. Eğer sorun devam ederse eminim site içerisindeki ajanlar size yardımcı olacaktır.

Bunu yapmamızdaki asıl amaç nedir peki? Mesela örnek veriyim, XXX nickli kişi odaya giriyor ve kendisi  üye Ayrıca özel oda sahibi olsun.. Odaya girdiği zaman konuşmak istediklerine özel mesaj bırakacak hatta belkide odasına davet edecektir. Eğer siz o özel durumu özellikten çıkarıp genele yansıtırsanız. O kişi rencide olduğunu düşünecektir ve hakaret edecektir bu insanın doğasında  var ve böyle olaylarla çok karşılaştığım için biliyorum. Olaya her zaman kendi pencerenizden bakmanız olayları anlamamanızı sağlar biraz empati yapın şimdi XXX`in gözünden olaya bakın, Kişi bir şekilde Chatcity ile tanışmış bakmış özel konuşmak için  üyelik alması gerektiğini anlamış ve almış yani para vermiş,  özel oda almış bunun içinde ücret ödemiş. Verdiği ücret karşılığında hizmet almış bunu kullanması sizcede doğal değil mi hatta en doğal hakkı değil mi sizce de? Özel oda konusu daha açıklayıcı olabilir.. Ekranınıza gelen pencerede XXX Sizi özel odasına davet ediyor" yazıyor. Adı üstünde "DAVET".. Bence gayet uygar bir davranış birini odana davet etmek, tabi odada size uygun muhabbetler geçmeyebilir odayı terketmeniz çok basit. Ama çok karşılaştım sanki oda sahibi o kişiyi zorla odaya götürüyormuş gibi tepki verenleri çok gördüm..

Herkesten biraz anlayış bekliyorum. Umarım anlatabilmişimdir kendimi, Bu yazıyı bu sorunlarla kendim karşılaştığım için yazmadım sadece insanları gereksiz yere rencide edilmemeli, aslında normal olan eylemlere bu kadar büyük tepkiler verilmemeli, özel olan özelde kalmalı diye yazdım.

UFUKYAZICI

 

<<1...7172737475767778798081 82838485868788899091...100...175>>