ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul

sohbet banner
tavla okey sohbet forumu
6 Mayıs 2024, Pazartesi 22:05   
kız arkadaş sohbet linki

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

  wooy> Forum Mesajları
    wooy'e ait Toplam 353 Forum Mesajı var
<<123456 78910111213141516...36>>


wooy

wooy resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> ChatCity ile ilgili her şey >ChatCity Dedikoduları >Sevgili Arkadaşımız se1en in Doğum Günü..>
  26.Şub.2008 Sal 00:02:02
fiogf49gjkf0d

           Doom günün kutlu olsun selen...nice yıllara

                                                                            ExternoL



wooy

wooy resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Fıkralar >Leonardo Di Caprio ( :>
  20.Şub.2008 Çar 10:45:35
fiogf49gjkf0d
Amerikada zencinin biri pasaportunu kaybetmis, aksilik ya, o gün de Türkiye ye
uçacak.. Kara kara düsünürken yolda bi pasaport bulmasin mi... Hemen almis
yerden, bi bakmis ki Leanardo di Caprio nun pasaportu...
"Ne olursa olsun" demis ve sansini denemeye karar vermis, çikarmis Leonardo
nun fotografini, kendi fotografini yapistirmis... Uçmus Türkiye ye, Atatürk
Hava Limani nda görevli gümrük memuru Temel in karsisina geçmis. Temel almis
pasaportu, adamin ismine bakmis; "Leonardo di Caprio", fotografa bakmis, bi
zenci, adama bakmis ayni zenci... Bir kaç saskin bakistan sonra öbür masaya
seslenmis :
- Ula Cemal, bu titanik batmis miydi, yanmis miydi?..


wooy

wooy resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Turban ve Turkiye>
  17.Şub.2008 Pzr 13:07:07
fiogf49gjkf0d

LAİK Bir Devlet Nasıl Olur Gerçekten Bileniniz Varmı? ( Sanmıyorum ) LAİK Bir Devlet Diyanet İşleri Bakanlığını Bünyesinde Barındırmaz. LAİK Olan Ülkelerden Size Bir Örnek Hatırlatmak İsterim  "Almanya"  "Vatikan" Bu İkili Size Neyi Anımsatıyor? Ve Almanya Bu Şekilde Din Ve Devlet İşlerini Birbirinden Ayrı Tutmuşken Kamusal Alanda Getirdiği Bir Yasak Gösterebilirmisiniz? LAİK Kelimesi Nereden Geliyor Söyleyebilirmisiniz? LAİKLİK Kavramı Neden Sadece Bizim Ülkemizde Farklı Anlama Gelip Dünyada Daha Farklı Bir Anlam Taşıyor? Neden Siyasi Örgütlerin Yolunda İlerleyip Höşgörüden Uzaklaşmaktayız?

Ayrı Bir Noktaya Deyinmek İstiyorum. Bu Başlık Altına Eklediğim 5. Mesajım Yanılmıyorsam. Her Mesajımda Sorular Sormama Rağmen Cevap Alamadım. Foruma Dönüp Baktığımda Gördüğüm Tek Şey Şu Oldu ( Üzülerek Söylüyorum); Kişisel Tartışmaya Dönük Mesajlarınızı Gördüm, Biri Birini Savunmuş Diğeri Diğerini Savunmuş ve Yazıp Yazıp Durmuş. Yapmayın Böyle Şeyler Desem ( Sanane Lan Dallama mı Diyeceksiniz Düşüncesi İle Bişiy Demiyorum:) )

Keyifli ve Hoş Paylaşımlarınız Olsun

 

wooy ®



wooy

wooy resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Turban ve Turkiye>
  15.Şub.2008 Cum 16:56:42
fiogf49gjkf0d

Amaçların Önünü Kesmek Adınamı Yapılır Bu Tartışma Bilemiyorum Fakat Biri Bana Şu Resimdeki Tartışmanın Açıklamasını Yapabilirmi?



wooy

wooy resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Öylesine muhabbet >MUTLULAR KÖYÜ...(Bir masal)>
  13.Şub.2008 Çar 18:13:45
fiogf49gjkf0d

Tabiki Öncelikle Yaşlılar Heyetinin Kendilerini Gözden Geçirmeleri Gerek. Aralarında Ticari Amaçlı Uğraş Sarfedenler Mevcut. Bilindiği Üzere Para İle Saadet Olmaz, Olursada Saadetin Adı İyi Şekilde Anılmaz. Ön Ekler Kullanılır Adından Önce.

İsim Önemli Bir Olgudur, Ticaret İle de İsim Ön Plan"a Çıkarılabilir. Fakat En Önemli Faktör Göz Ardı Edilmemelidir. Süreklilik Ticarette Olmaz İse Olmaz Denilen Kavramlardandır.

Şimdi Gelelim Köyün Azınlıkta Olan Sakinlerine..

  Bugün Var Diyebildiğimiz Köy Sakinleri ( ki bence var diyen çift görüyor olmalı )  Yarın Olmayacaklar. Diğerleri Gibi Onlarda Göçmenlik Başvurrularını Yapmanın Hesabındalar. Söylenecek Fazla Söz Olmadığı Kanaatindeyim. Çünkü Görünen Köyün İhtiyacı Olan Klavuz Değil, Sağlıklı Göz İle Bakılmasıdır..

( Laf Kalabalığımı Mazur Görün ) 



wooy

wooy resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Komik Şeyler >Robi nin Ruhsal Ve Anatomik İkizi ((:>
  12.Şub.2008 Sal 20:39:40
fiogf49gjkf0d

Yu Zhenhuan Çinli bir adam. Yu Zhenhuan doğduğu zaman, önce anne ve babası, sonra da bütün ailesi şaşırdı. Çünkü onun çok ilginç bir hastalığı vardı. Bütün vücudu kıllı idi. Yalnızca avuç içleri ve tabanları kılsızdı. Yu Zhenhuan ve bütün ailesi, onun bu hastalığı nedeniyle uzun zamandan beri sıkıntı çekiyorlardı. Bu zavallı çocuğu bu dertten kurtarmanın çarelerini arıyorlardı. Yu Zhenhuan’ ın hastalığının adı da, çaresi de yoktu. İki yaşına gelince, kulağının üstündeki kıllar kulağının içine girmeye başlamıştı. Vücudunun yüzde 96 sı kıllı idi. Yu Zhenhuan’ın güzel de bir sesi vardı. Bütün vücudunda var olan kıllar sebebiyle, sıkıntı çekiyor olan Yu Zhenhuan’ın haberini dünyaya duyurmak isteyen gazeteciler, müzik sesini de duydular ve duyurdular.

Amatör bir müzik gurubuyla müzik yapıyor olan Yu Zhenhuan, gazeteciler vasıtasıyla bütün ülkede güzel sesiyle de tanındı ve meşhur oldu. Kafasındaki saçlar, beynine zarar veriyor olduğu için, Yu Zhenhuan geçtiğimiz günlerde Şangay Hastanesinde bir ameliyat daha oldu. Kısa zaman içinde de iyileşti.

Sesi ve fiziki ile şimdi meşhur olan Yu Zhenhuan, kıllılığıyla 2002 Guiness Rekoruna girmişti. Çin’de çok meşhur bir müzik grubunun solisti olan Yu Zhenhuan, dünya turnesi için hazırlanıyor ve repertuarını zenginleştiriyor.




wooy

wooy resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Öylesine muhabbet >Sevişmeye Hazırsanız, Buyrun :)>
  12.Şub.2008 Sal 20:32:07
fiogf49gjkf0d

Başlığı Açan Kişi Sen Olmasaydın Başlığından Ötürü Bakmazdım. Sexi İdolum O Kadar İçten Yazmışsınki İnsanın Taa İçerilerine Doğru Konuşan, Hatta Haykıran Bir Çığlık Gibiydi. İnan Herkesin Gönlü Sevgiden Yanadır. Kimimiz Grurumuzun Esiri, Kimimiz Elalem Ne Derki, Kimimiz de Sevmeyi Zaaf Olarak Gördüğünden Ötürü Bu Durumlara Gelindiği Kanaatindeyim.

Sevginin Aşılanmadığı Bir Toplum Hava Boşluğundan da Boştur..

Yüreğine ve Emeğine Sağlık, Bende Seni Seviyorum Sexi İdolüm



wooy

wooy resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Kitapkurtları >Türkiye nin Ağaçları ve Çalıları>
  12.Şub.2008 Sal 13:43:07
fiogf49gjkf0d

"ÇILGIN BİR OT GÖRDÜM ADINI ÖĞRENDİĞİMDE ONU DAHA GÜZEL ULDUM."

Doç.Dr.Yücel Çağlar, Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği Üyesi.

TÜBİTAK, biz zamanlar çok işlevsel etkinlikler de gerçekleştiriyordu ve "bilimsel bilginin" toplumsallaşmasına yaşamsal önemde katkılarda bulunuyordu bu etkinlikleriyle. "Popüler Bilim Kitapları" dizisi de bunlardan birisiydi. Değinin başlığında yer verilen dizeler Astrofizikçi Hubert Reeves in, bu dizinin 150. kitabı olarak 2001 yılında "Boşluk Bakışımın biçimini alıyor" adıyla yayımlanan kitabında geçiyor ve Reeves ekliyor; "Görülünce güzelleşti, adlandırılınca daha da güzelleşti."

Gerçekten de, tanımak, kalıcı sevgilerin öncelikli koşulu ise eğer, Sayın Necati Güvenç Mamıkoğlu &apos;nun, NTV Yayınları arasında geçen yıl Türkiye nin Ağaçları ve Çalıları adıyla yayımlanan kitabı karşısında, pek çok nedenle "şapka çıkarmak" gerekiyor. Bir kez, Mamıkoğlu da tıpkı Ağaçlar, Doğa Sevenler İçin Rehber kitabının yazarı "muhasebeci" Sayın Tuğrul Mataracı , otsu bitkilerimizi tanıtıcı iki ciltlik kitabın yazarı ODTÜ Metalurji Bölümü eski öğretim üyelerinden Sayın Erdoğan Tekin gibi meslekten botanikçi ya da ormanbilimci değil; elektrik mühendisi.

Bu yönüyle, Mamıkoğlu nun yapıtı da ülkemizde sıkça görülemeyen bir cesaretin, özverinin ve emeğin örneği. Çünkü, ilgili bilim alanının "akademisyenleri" ve araştırmacıları dışında bu türden üretimlerle ülkemizde sıkça karşılaşamıyoruz ne yazık ki. Bu nedenle bu türden üretimleri çok sevindirici bir gelişme olarak değerlendiriyorum.

Öte yandan, Sayın Mamıkoğlu nun yapıtı, "bilimsel bilginin" toplumsallaştırılmasına yönelik çabalara da önemli bir katkı: Son yıllarda ülkemizde de hızla yaygınlaşan doğa korumacı duyarlılığın bu türden üretimlerle beslenmesi de gerekiyordu. Çünkü, "sivil" sayılabilecek kişi ve kuruluşların çabaları bu gereğin yerine getirilmesini daha da kolaylaştırıyor; duyarlı yurttaşlarımızı böylesi çabalara ve üretimlere yüreklendiriyor.

YÜZELLİBİN FOTOĞRAF

Bu bağlamda son olarak, Sayın Mamıkoğlu nun yapıtındaki emeğin ve özenin büyüklüğüne dikkat çekmek istiyorum: Dört yaşındaki bir kız çocuğunun elma ağacını çınar ağacından ayırabilmesine yardımcı olabilecek bir "albüm" hazırlamak için yol çıkan Mamıkoğlu, süreç içinde bir yandan ilgili yayınları inceler, konu uzmanlarına danışırken bir yandan da kilometrelerce yolculuklar yaparak sergilemek istediği ağaç ve ağaççık türlerinin her yönleriyle tanıtıcı resimlerini de çekmeye başlamış; yüzlerce ağaç ve ağaççığın yüzellibin, evet, yüzellibin dolayında fotoğrafını çekmiş ve yüzlerce sayfalık bilgi derlemiş.

Sonuçta, 350 ağaç ve ağaççığın çeşitli ayırtedici özelliklerinin (görünüm, yaprak, gövde, tohum, çiçek vb) hem görsel hem de sözel olarak ayrıntılı biçimde tanıtıldığı tam 727 sayfalık, büyük boy Türkiye nin Ağaçları ve Çalıları kitabı çıkmış ortaya.

Türkiye nin Ağaçları ve Çalıları nda kapsama alınan ağaç ve ağaççık türleri, doğal olarak iki kümede toplanarak sergilenmiştir. Ancak, sergileme öncesinde, önce "Ağaç Nedir?" gibi son derece zorlu bir soru yanıtlanmış; daha sonra da ağaçların nasıl sınıflandırıldıkları ve adlandırıldıkları açıklanarak yaşamsal önemde bir gerek yerine getirilmiştir. "Yaşamsal önemde", çünkü, bu bilgilerden yoksun olmak, ilgilenenlerin canlılarla, özelde olarak da ağaç ve ağaççıklarla tanışma serüveninde kaybolmalara yol açıyor.

Öte yandan Kitapta, ağaç ve ağaççık türleri tanıtılırken hem Türkçe hem Latince hem de yerel adları verilmiş, ayrıca, ülkemizde doğal olarak yetişebildikleri yerlere de açıklık getirilmiş, her ağaç ve ağaççık türünün tanınabilmesi, birbirinden ayırt edilebilmesi için gerekli her türlü bilgi de ayrıntılı sayılabilecek biçimde aktarılmıştır. Bunlarla da yetinilmemiş, Kitaba "Özel Terimler Sözlüğü" ile kapsama aldığı ağaç ve ağaççık türlerinin Türkçe ve Latince dizinlerini de eklemiştir.

Ne güzel; ne yaparlarsa yapsınlar, ülkemizde de insanları tüketemiyorlar. Sayın Mamıkoğlu nun kitabı, bence, bu gerçeğin sevindirici bir tanıtı. Ne yazık ki, Sayın Mamıkoğlu nu içtenlikle kutlamak ve bu türden üretimlerde bulunabilen yurttaşlarımızın başka alanlarda da çıkmasını ve çoğalmasını dilemekten; NTV Yayınları na da teşekkür etmekten başka elimden bir şey gelmiyor.

 Ecz. Arif UZER

a.uzer@eczacininsesi.com



wooy

wooy resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Turban ve Turkiye>
  12.Şub.2008 Sal 13:32:54
fiogf49gjkf0d

Satranç...

Zekâ oyunu olarak bilinir satranç .

Satranç oyunu Hintliler tarafından bulunmuştur.

Satranç, karmaşık görünen bir neden-sonuç bileşkesidir.

Elbette bir zekâ oyunu dur ama sadece bu değildir.

Satranç, eşit başlayan oyunlardandır.

Bu oyunda şansın, talihin, belirsiz etkenlerin hiçbir rolü yoktur.

Satrançta zar atma yoktur, kâğıt çekme yoktur.

Yaptığınız her hamlenin sonucunu görürsünüz.

Satranç annenin şefkatini, babanın himayesini, dayının desteğini barındırmaz.

Kişi, kendi yazgısını kendisi belirlemektedir.

İki kişi olarak oynandığı için de karşınızdakinin ne yaptığını görmeniz, ne yapacağını anlamanız gerekir.

Görmek ve anlamak.

Bu da empati yi öğretir.

Zor durumları atlatmak zorunda kalırsınız.

Olumsuz bir pozisyonu olumluya çevirme olanağınız vardır.

Oyunun başı, ortası ve sonu ayrı stratejiler gerektirir.

Satranç size çok çeşitli seçenekler sunar.

Bilginiz, beceriniz, ustalığınız ölçeğinde bunlardan yararlanırsınız.

Kumarbazların oyunu değildir satranç.

Bu oyun, zoru sevenlerin oyunudur.

İlk hamleden başlayarak sonunuzu kendiniz hazırlarsınız.

Satrancı yaşama benzetirim.

İradeniz bu oyunda kendini ortaya koyar.

Kişiliğiniz, karakteriniz, başarınız, beceriniz ortaya çıkar.

Kendinizi tanımanız için bir fırsat yaratır bu oyun.

Satrancı bir yenme-yenilme oyunu olarak görenler bu oyunu anlayamazlar.

Bu bir strateji oyunudur, taktik zenginliğiyle oynanır.

Yenilmenin etüdünü yaparsanız çok şey öğrenirsiniz.

Hep yenerek sevinmek isterseniz satrançtan çok şey öğrenemezsiniz.

Bu oyun bir ego şişirme aracı değildir.

Ara etütler, oyunun kendisi kadar zevklidir.

Satranç yarışmaları da bir ölçüt değildir.

Yaratıcı hamleler bulmak, işin en zevkli yanıdır.

Elbette benim en çok sevdiğim oyundur.

Herkesin, her çocuğun, her öğrencinin, her yetişkinin satranç oynamasını dilerim.

Eleştirel düşünce geliştirmenin çok doğru bir yoludur satranç.

Bulana, bilene, oynayana binlerce selam olsun...

ERDAL ATABEK

09/Şubat/2008 Cumhuriyet


Erdal ATABEK-Cumhuriyet

 

Dipnot: Ekleyecek Uygun Bir Başlık Bulamadım/Bulmak İstemedim.

Haydi Arkadaşlar Satranç İle Zamanımızı Değerlendirelim



wooy

wooy resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >İlaç ve Savaş£*8230;>
  12.Şub.2008 Sal 13:03:00
fiogf49gjkf0d
fiogf49gjkf0d

“Sana söylenen yalanlara inanma…

Yurdun yoksa hiçbir şeyin yoktur…

Her şeyiyle senin olmayan,

seninmiş gibi görünen yurt, “yurt” değildir…”

 

 


ABD, son derece ileri teknoloji ürünü silahlarla, bombalarla, yok etme makineleriyle Irak’ı yaktı, yıktı, işgal etti. İnsanları kitlesel olarak yok etti. Bu acımasız katliamda bilinen bir şey, bir defa daha çok somut olarak ortaya çıktı; en az o ileri teknoloji ürünü, kıyım makineleri kadar acımasız bir silah daha var. O silah; ilaç…

 

Daha doğrusu,ilaçsızlık. “İlaçsızlığı” acımasız bir silah gibi kullanan  emperyalistler, Irak halkını bir de bu şekilde öldürdüler, öldürüyorlar.

 

Yani bir anlamda, ilaç, emperyalistlerin elinde bombaya, füzeye dönüştü.


İlaçsızlık, Irak halkının en acımasız düşmanlarından biri oldu. Bugün; başta bebekler, çocuklar ve yaşlılar olmak üzere bir çok Irak’lı, gereğince ilaç olmadığı için ölüyor. En basit ilaçlar bile bulunamadığından, hastalıklardan korunulamıyor, hastalıklar teşhis ve tedavi edilemiyor sonuçta da insanlar can veriyor.

 

En çok da bebekler ölüyor. Dünyaya geldikten kısa bir süre sonra bakımları yapılamadığı için.Irak’da son on yılda, ambargoya bağlı ilaçsızlık nedeniyle 2 milyon bebek ve çocuk öldü. Ülkedeki hekimler tedavi şansının %80 olduğu bilinen çocukların bile tedavi edilemediğini dünyaya duyuruyorlar.

 

Savaşta kullanılan silah ve bombaların yarattığı radyoaktif etki nedeniyle, özellikle çocuklarda kanser vakaları hızla artmış. Ancak ilaç yokluğu nedeniyle teşhis ve tedavi yapılamıyor.“Kimyasal silah yapabilirler” gerekçesiyle kanserin teşhisinde ve tedavisinde kullanılan ilaçlar bölgeye sokulmuyor.

 

Kronik rahatsızlığı olan yaşlılar, kalp, tansiyon, böbrek, dolaşım sistemi hastaları, yaşamlarını sürdürmeleri ya da yaşam kalitelerini yükseltmeleri için gereken ilaçları edinemiyorlar.

Varlığında çok da farkında olmadığımız ilaç , yokluğunda, hele ki savaş şartlarında ne denli yaşamsal olduğunu , çok da kıyıcı bir biçimde gösteriyor.

 

Bugün Irak’ da, daha önce güllerle, çiçeklerle donatılmış hastane bahçelerinde, en basit ilaçların bulunamayışı yüzünden ölmüş bebek mezarları var. Hem de onlarcası bir arada gömülmüş vaziyette. Bir ad bile edinmeye zaman bulamadan ölmüşler…

 

Irak halkı ilaçta dışa bağımlılığın ve ambargonun bedelini çok ağır ödedi ve ödüyor.

 

                                                                  
Emperyalizmin Yeni Adı : Küreselleşme


Emperyalizm yeni bir şey değil, yüzyıllardır insanlığa adeta kan kusturuyor. Biçim değiştiriyor, ancak özü ve amacı hep aynı. Daha fazla bağımlılık, daha fazla sömürü, sınırsız kar... Yaklaşık son 25-30 yıldır ise “Küreselleşme” ya da “Yeni Dünya Düzeni” adı altında dünya sahnesinde...

Emperyalizm, artık, yöntem olarak askeri işgallerden çok, ekonomik işgalleri tercih ediyor. Bu işgali de ilgili ülkede ki işbirlikçilerinin yardımlarıyla gerçekleştiriyor.

 

Sermaye gelişti, büyüdü ve küreselleşti. Artık devletlere bile meydan okuyan dünya ölçekli uluslar üstü şirketlerin dönemini yaşıyoruz. Tek değerin para ve güç olduğu bu süreçte, insanoğlunun tüm değerleri ve biriktirdikleri ayaklar altına alınıyor. Bu düzen, insanlara, açlık, yoksulluk, savaşlar, eşitsizlik, adaletsizlik sunuyor. O denli adaletsiz bir düzen ki bu;  dünyanın nüfusunun %15 i, gelirinin %80 ini almakta.

 

Dev dünya şirketleri, giderek ulusal iktidarların yerini alıyor, dünya çapında para, mal ve bilgi akışını denetliyor, dünya ekonomisinin kaderini ellerinde tutuyorlar.

 

Bu şirketler, aldığı kararlar ve uygulamaları ile dünya ekonomisine yön vermekte, çıkarlarını ulusal çıkarların hatta dünya ekonomik çıkarlarının üzerinde tutmakta ve gittikçe büyümeye devam etmektedirler. Ulusal iktidarların iç ve dış politika ile ilgili uygulamaları, bu şirketlerin onayından geçmektedir. Bu şirketlerin, siyasi iktidarlar, bölgesel kurum ile kuruluşlar üzerinde yoğun baskılar uyguladıkları biliniyor. Ekonomik yönde alınan her karar ve uygulamada, bu şirketlerin nasıl etkili oldukları artık saklanmıyor bile...

 

Dünyanın en büyük 300 endüstri şirketi 20 trilyon dolarlık üretken aktif portföyün % 25 ini kontrol ediyor.


Kuşkusuz bu dev şirketlerin egemenliğinde bilişim

teknolojisinde yaşanan baş döndürücü gelişmeler de son derece etken… İletişim teknolojisinin vardığı gelişme ile tüm dünyaya hakim olabiliyorlar. Birileri bir yerlerde bir düğmeye basıyor ve bir çok ülkede ki borsa yapıları alt üst olabiliyor.

 

Bu şirketler dünyanın tüm güzelliklerini ve doğal dengeyi sürdürmek için gerekli olan öğeleri de acımasız bir biçimde yok ediyorlar.

 

Giderek, ulusal iktidarlar bu şirketlerin etkileşimlerine, baskılarına daha açık hale geliyorlar.Şirket çıkarları ulusal çıkarların önüne geçiyor.

 

Giderek, dünya barışını ve insan haklarının korunması yönünde kurulan bütün uluslar arası kuruluşlar da bu şirketlerin etkisi altına girmektedir. Ekonomide globalleşme yönünde atılan her adım, aslında bu şirketlerin büyümesine yol açmaktadır.

 

Dünya politikasına etkin yön veren bu şirketler, kendilerine en büyük düşman olarak büyük ulus devletleri görüyorlar ve onların parçalanması, küçük devletlere dönüşmesi politikalarını uygulamaya çalışıyorlar. Çünkü küçük devletler daha kolay yönetilebilir devletlerdir. Bunun da en kolay yolu, insanlar arasında dinsel, mezhepsel, etnik ayrılıkları tetiklemek, provake etmek, belirleyici hale getirmek. İç savaşlar, bölgesel savaşlar bu politikanın acımasız araçları.

 

TV ekranlarına düşen Irak devlet başkanı Saddam Hüseyin’in idam edilişini hatırlayınız. Saddam Hüseyin o şekilde, Şiilere vahşice astırılarak bir Şii-Sünni çatışması nasıl da alevlendirildi. Yaşadığımız coğrafyada bu politikanın en acımasız ve somut örneklerini görebilmek mümkün.

 

İlaç Şirketleri Dünya Ekonomisinde Söz Sahibi

 

Söz konusu şirketler arasında dünya devi ilaç şirketleri de var.

Son derecede etkinler.

 

İlaç Sanayisi, dünyada ki en büyük, en kazançlı ve en güçlü endüstri sektörlerindendir. Bu anlamda silah ve enerji sektörleri ile yan yana konulmaktadır.

 

Toplam dünya ilaç pazarı 550 milyar dolar olarak biliniyor.230 milyar dolarla ABD pazarın lideri.

Dünya ilaç pazarı büyük ölçüde 20 dev şirketin elinde.

Burada dikkatle altı çizilmesi gereken bir nokta da; bu ilaç şirketlerinin Ar-Ge ve üretim yönelimleridir. İrdelendiğinde, görülmektedir ki; yapılan tüm Ar-Ge yatırımlarında, üretim yönelimlerinde öncelenen insan sağlığı değil kardır. Hangi moleküller daha karlıysa yatırım onlara yapılmaktadır. Kar getirmeyecek moleküllere, insan sağlığı açısından ne denli önemli olursa olsun, yatırım ve üretim yapılmamaktadır.

 

Türkiye : Bir Yeni Dünya Düzeni İstasyonu

 Türkiye ekonomisi tümüyle dünyanın yeni düzeni ile bütünleştirildi.Bu bütünleştirme operasyonunun adları, “serbest piyasa ekonomisi” ve “özelleştirme”. Artık ekonomik düzenimizin patronları tümüyle Dünya Bankası ve IMF. Ülkemizin tüm ekonomik dolayısı ile siyasi yönelimlerini bu kuruluşlar belirliyor. ABD’ye ve bu kuruluşlara sormadan adım bile atamadığımızı artık sokaktaki çocuklar konuşuyor.

 

Giderek belli ellerde yoğunlaşan sermaye, her alanı özelleştirme adı ile ele geçirirken, yabancı şirketler tüm ulusal kaynaklarımıza el koyuyor. Yer altı ve yer üstü zenginliklerimiz, devasa kamu üretim işletmelerimiz, iletişimimiz, limanlarımız, ilaç sanayimiz, bankalarımız, yazılı ve görsel basınımız hatta topraklarımız yabancıların eline geçti, geçiyor.

 

Adeta modern görünüşlü vahşi bir “ortaçağ” istilası yaşıyoruz.

Türkiye İlaç Pazarı Yabancıların Eline Geçti


Son yıllarda ülkemizde ilaç alanında da son derece kaygı verici bir yabancı sermaye hakimiyeti yaşanıyor. Oysa, ülkemiz, 15-20 yıl önce, dünyada ilaç üretimi yapan sayılı ülkelerden biriydi. Şu anda Türkiye, dünyada ki pazarda büyüklük açısından 13. sırada. Bir süre sonra 10. sıraya yerleşmesi hedefleniyor.

2005 yılında 6 milyar dolar olan toplam ilaç pazarımızın, SSK ve Yeşil Kart hak sahiplerinin serbest eczanelerden ilaç alabilmesiyle birlikte, 2007 yılında 11 milyar dolara yükseldiği bildiriliyor. Diğer kimi ülkelerin ilaç pazarlarına bakıldığında, bu artış oranının çok yüksek olduğu görülüyor. Üstelik, bu rakamın kısa bir süre sonra 30 milyar dolar olması öngörülüyor.

 

Bugün ilaç pazarımızın yaklaşık % 80 i (doğrudan ithal edilen ürünlerle beraber) yabancı ilaç tekellerinin hakimiyetinde. Bu oranın daha 4 yıl önce % 50 civarlarında olduğu hatırlandığında, ele geçirme operasyonunun ne denli hızla gerçekleştirilmekte olduğu görülür.
Kaldı ki; yerli ilaçların içindeki girdinin tamamına yakını da ithal girdi.

Zaten ilaç girdileri açısından dışarıya bağımlı olan Yerli İlaç Sanayimiz bütünüyle çökmüş durumda.

 

Son 3-4 yılda Türkiye’de lider 20 yerli ilaç firmasının 14 ü el değiştirerek yabancılara geçti.İlsan İltaş, Bio Farma, Münir Şahin, İbrahim Etem, Fako, Deva İlaç gibi yerleşik, köklü ilaç firmalarımızın ardından son olarak Eczacıbaşı hisselerinin %75 ini Çek Zentivaya sattı.

 

Kuşkusuz bu satışlardan en dramatik olanlarından biri Eczacıbaşı’nın satılmasıdır. Yerli İlaç Sanayi’mizin en köklü kuruluşlarından Eczacıbaşı, on yıllardır ülkenin ve Sosyal Güvenlik Kurumlarının kaynaklarından kazandıklarını, biriktirdiklerini, bir gecede, hiç ardına bile bakmadan yabancılara satmıştır.

 

Yerli İlaç Firmalarımızın satışlarının bedelleri de ayrı bir tartışma konusudur. Açıklanan rakamlar ne derece sağlıklı bilinmez. Ancak yaygın kanı ve duyumlar, bu ilaç firmalarının yabancılar tarafından, ederlerinin çok üzerinde fiyatlarla alındığıdır. O zaman sormak gerekiyor : Neden ?...

 

Ülkemizde ki Yabancı İlaç Sermayesi’nin iki türlü ilaç sunumu var. Kimileri hiç ilaç üretmeden doğrudan yalnızca pazara ithal ilaç getiriyor. İlaç pazarımızda, bu oran toplamın içinde %40 ı aşmış durumda. Bu oran son derece tehlikeli bir orandır. Bir de hem üretim hem de ithalat yapanlar var.

Sürekli aşırı bir hızla büyümekte olan Türkiye İlaç Pazarı’nın yabancı ilaç tekellerinin iştahını kabarttığını görebiliyoruz.


Siyasi iktidarlara yaptırılan ısmarlama İlaç Fiyat Kararnameleri, İlaçta Patent ve Veri Koruma Uygulaması ile edindikleri avantajları daha da ileriye taşımak istedikleri çok açık.

 

Şimdi önlerine İlaçta Reklam ve OTC uygulamasının hayata geçmesi ve giderek de ilacın perakendeciliğini yani Zincir Eczaneleri koydular.



Çarpıcı Bir Örnek : SSK İlaç Fabrikası


2005 yılında kapatılan SSK İlaç Fabrikası, 30 milyon hak sahibi SSK’ lı nın, ilaç ihtiyacının % 25’ ini (kutu bazında) karşılayabiliyordu. Zaman içersinde hiçbir yatırım yapılmayan, bilerek kötü yönetilen SSK İlaç Fabrikası bilinçli bir politika ile halkın gözünde, önce kapatılmayı hak edecek konuma getirildi ve sonrasında da kapatıldı. Böylece yabancı ilaç tekellerine bir alan da buradan açıldı.

Oysa, gerekli teknolojik yatırımlar ve şartlara uygun yenilenmeler yapılsa idi, SSK ilaç fabrikası, örneğin, kimi en temel antibiyotik, analjezik ve serumları üretmeye devam edebilirdi.

 

Sonuç

Şu anda ülkemiz neredeyse tümüyle yabancı ilaç firmalarının insafına bırakılmış, insanlarımızın sağlığı tehdit altındadır. İlaç fiyatlarına ilişkin yaşanan ucuzlamalar geçici bir dönemdir. Yeni ve pahalı ilaçlar Türkiye İlaç Pazarı için planlanmaktadır. İlaç tüketiminin hızla büyümesi ve bu ilaçların pazara girmesiyle birlikte, zaten ödemelerinde zorlanan Sosyal Güvenlik Kurumları giderek ilaç parası ödeyemez hale gelecektir.

 

Kaldı ki, bu durumu yönetenler de görmektedirler. Kamunun geri ödemesinde bulunan ilaç listesi sürekli daraltılmakta, hastanın ödemesi gereken ilaç katkı paylarının artırılması gündemdedir. İnsanlarımız giderek daha fazla “cebinden” ilaç parası ödeyecektir.

 

Ülkemiz coğrafi ve stratejik konum olarak tam bir ateş çemberinin ortasında…Uluslararası bir anlaşmazlık, ambargo ya da savaş durumunda ilaçsız kalacağımız ve Irak’ın durumuna düşeceğimiz çok açıktır.

Ne Yapmalı ?...

Bu tablo karşısında hiç kuşkusuz yurtsever bir duruş sergilemeli.

 

Yerli ilaç sanayicilerinin ülkemizi, halkımızı, Sosyal Güvenlik Kurumları’nın kaynaklarını yıllarca nasıl acımasızca sömürdükleri biliniyor.. Bir de üzerine devletten teşvikler ve korumalar aldılar. Denetimsiz, keyfi, diledikleri gibi, insan sağlığı üzerinden, ilaç üzerinden haksız kazançlar sağladılar.

 

Geçmişte ve bugün,kendilerini ve ülkenin kaynaklarını savunmak adına hiçbir şey yapmadıkları gibi, savunan örgütleri de sürekli yalnız bıraktılar. 

 

Ancak her şeye rağmen ülkemizi, kaynaklarını, çıkarlarını savunmak görevimizdir. Planlı, denetlenen, Yerli İlaç Sanayi’ni  savunmak, yerli sermayeyi ve çıkarlarını savunmak değildir.

 

Tabi ki; kamusal üretimi de savunmalıyız.

 

İlaç gibi bir konuda ulusal bir duruş sergilemek öz kaynaklarımızı ve geliştirilmesini savunmak, çaba harcamak gerekir.

 

Bir an önce, en azından;

 

1)  Koruyucu halk sağlığı hizmetinde kullanılması zorunlu olan temel aşı ve ilaçları,

 

2)  Hastalıkların teşhis ve tedavisinde kullanılması zorunlu olan temel ilaçları,

 

 

3)  Acil bakımda kullanılması zorunlu olan temel ilaçları, girdileriyle birlikte yurt içinde üretilebilmesi için gerekli adımlar atılmalıdır.

 

Türkiye’nin bunu yapabilecek bilgi, kaynak, deneyim ve birikimi vardır. İhtiyaç olan şey doğru yönetimler, hedefler ve politikalardır.

 

Bu konuda toplumun örgütlerine, özellikle de Sağlık Meslek Örgütleri’ne önemli görevler düşmektedir. Konuyu sürekli gündemde tutarak, sivil, demokratik baskı eksik edilmemelidir.

 

İlaç, insan yaşamı için "olmazsa olmaz" özelliği ile temel ulusal güvenlik unsurlarından biridir.

 

Bilinmelidir ki; eğer, bir “Ulusal İlaç Politikamız” ve en azından tüm girdileriyle beraber temel ilaçları üretebilecek “Yerli İlaç Sanayimiz” olmazsa;

 

 

 

IRAK, ÇOK UZAK DEĞİLDİR,

 

HEMEN YANIBAŞIMIZDADIR…

 

       

 

Bu önerilerin sahibi nerede yaşadığının farkındadır…

 

Bu çözüm önerilerinin, ülkemizin yaşadığı siyasal, ekonomik durum ve kuşatılmışlık ortadayken “uçuk öneriler” gibi göründüğünün de…

 

Ama, böyle bir dönemde, bize düşen görev, olmazları olur kılmak, her şeye rağmen, canla, başla ülkemizi, kaynaklarını, insanlarımızı doğru bir biçimde savunmak değil midir?...

 

www.eczacininsesi.com

 

 

Kaynaklar :

 

Bu yazının hazırlanmasında ;

 

Eczacının Sesi e-gazete arşivi,

Cumhuriyet Gazetesi değişik sayıları,

Radikal Gazetesi değişik sayıları,

Türk Eczacıları Birliği Yayınları,

İstanbul Eczacı Odası Yayınları,

Küresel Düşler, İmparator Şirketler ve Yeni Dünya Düzeni / Richard J.Barnet/John Cavanagh,

 

yayınlarından yararlanılmıştır.

 

 

Dikkatlerinizi Bir Nebzede Olsa Diğer Konular Üzerinden Bu yöne Çekebildiysem Ne Mutlu Bana. Birde SAĞLIK Adı altında Başlık Açılmaması Ne Kadar Üzücü

<<123456 78910111213141516...36>>