``mezardakilerin pişman oldukları şeyler için dünyadakiler birbirlerini yiyorlar!..``
-GOETHE-
Bir anda uykudan kalktim
çok ilginç bir ışık gördüm ama odanın ışığı kapalıydı
bir baktım saat 3:30 gece
facir vakti
peki gördüğüm bu kadar ışık nerden
-----
birden şaşırıp kaldım baktım ki elimin yarısı duvarın içinde
hemen elimi çıkardım korku içinde oturup elime bakıyordum
tekrar elimi duvara dogru uzattım yine elim duvarın içine giriyordu!!!!!!!!
--
bir gülümseme sesi duydum
Yüzümü kardeşime dogru çevirdim, yatıyordu
korku içinde yatağımdan kalkıp kardeşimi uyandırmaya gittim
ama cevap vermedi
annemin odasına doğru gittim
babamı uyandırmaya çalıştım
birilerinin bana cevap vermesini istiyorum ama kimse cevap vermiyordu
annemi uyandırmak üzereyken, baktım ki annem uykudan uyandı
uykudan uyandı ama benimle konşmuyordu
---
bismillahirrahmanirrahim diyordu ve tekrarlıyordu
babamı uyandırdı, kalk kalk bir bakalım çocoklara dedi annem
şimdi zamanımı bırak uyuyayim yarın ola hayrola dedi babam
ama annemin ısrarı üzerine babam kalkıverdi şaşkınlık içerisinde beraber odamıza doğru geldiler
---
başladım bağırmaya, anne, baba ama hiç birisi cevap vermiyordu!!!
annemin elbisesini çekiyor beni dinlemesini istiyordum ama annem beni hissetmiyordu!!!
başladım annemin arkasından yürümeye ta bizim odaya kadar
odamıza girdi ve ışıkları açıverdi
ama benim için fark etmiyordu çünkü benim için her taraf ışıktı
tam o sırada çok ilginç bir şeyle karşılaştım
---
kendi vücüdumu gördim!!!
evet kendi vücüdumu
oturup kendi kendimi seyredıyordum, iki taneydim
kendi kendime soruyordum kimdir bu acaba? Nasılda bana benziyor!!!
başladım kendi kendimi uyandırmaya, bu kabustan kurtulayım diye
ama uyanamadım
---
babam dedi ki bak yatıyorlar işte hadi yerimize gidelim
ama annem sakin olamadı ve benim uyuduğum yatağa doğru gelerek
beni uyandırmaya başladı kalk muhammed kalk bana cevap ver
ama cevap veremiyordu!!!
bir kaç defa uğraştı ama yok. Birden baktım ki babamın gözlerinden yaşlar dökülüyor
o babam ki şimdiye kadar onun göz yaşlarını görememiştim
bağırışmalar başladı oracık yerden .. kardeşim uyandı ve sordu ne oldu?
annem ona bağırarak, abin muhammed olmüş çok acıklı bir şekilde ağlıyordu
---
bağırmalar fazlalaştı
anneme giderek, anne ağlama ben burdayım bak bana!!
ama kimse bana cevap vermiyordu, neden?
oturup bağırmaya başladım, burdayım bakın işte
ama kimse cevap vermiyordu
başladım bağırmaya ya rabbi, ya rabbi ne olur beni bu rüyadan ve olduğum durumdan kurtar
---
uzaktan bir ses duydum ve geldikçede yükseliyordu
bu ses allah`u taalenin bir ayeti idi
((andolsun sen bundan gaflette idin, derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir))
birden iki kişi beni tuttular, ama insan değillerdi
çok korktum !!
başladim bağırmaya, bırakın beni, siz kimsiniz? Ne istiyorsunuz?
kabire kadar senin gardiyanlarınız dediler
----
ben ölmedim, daha yaşıyorum dedim
neden beni kabire götürüyorsunuz? bırakın beni!! Ben hissediyorum, konuşuyorum ve görüyorum, ben ölmedim
bana gülümseyerek cevap verdiler
dediler ki, ey insanlar sizzler çok ilginç yaratıksınız, sanıyorsunuz ki ölüm hayatın sonudur ama bilmiyorsunuz ki asıl olan sizin yaşadığınız hayat bir rüyadan ibaret olup öldüğünüz zaman uyanıyorsunuz.
beni kabire doğru çekiyorlardı hala
yoldayken baktım ki benim gibi insanlar ve yanlarında da aynı o iki yaratıktan var, kimi ağlayor kimi gülüyor ve kimi ise bağırıyordu
onlara sordum neden böyle yapıyorlar?
dediler ki, bu insanlar şaşkınlık içerisindeler, nereye gittiklerini biliyorlar, kimisi dalalettedir.. korku içinde sözlerini keserek sordum:
ateşe gidiyorlar mi yani?
evet dediler `
konuşmalarına devam ederek, o gülenler ise cennete gidiyorlar
hemen sordum onlara, peki ben nereye gidecem??
dediler ki, sen bazen iyi gidiyordun, bazende kötü
bazen tövbe edip ertesi gün günah işliyordun ve izlediğin yol tam olarak belli değildi
ve hep öyle yitik kalacaksın
sözlerini korku içerisinde keserek sordum:
yani ben ateşemi gidiyorum yoksa?
Onlarda, Allahın rahmeti geniştir ve yolculukta uzundur dediler
---
yüzümü çevirdim korku içerisinde baktım ailem, babam, amcam, kardeşlerim ve akrabalarım hepsi
Bir sandık içinde beni taşıyorlardı
Onlara kosarak gittim ve onlara dedim ki benim için dua edin lütfen
Ama kimse bana cevap vermiyordu
kimi ağlıyordu kimi ise hüzünlüydü
Kardeşime giderek, dikkatli ol dünyanın fitnesi seni kandırmasın
Beni duymasını çok isterdim
O iki melek beni kabirdeki cesedimin üzerine bağladılar
baktım ki babam toprak atıyor üzerime
Kardeşlerim topak atıyor
Ordaki insanlar hepsi üzerime toprak atıyordu
----
dedim ki, ahh keşke onların yerinde olsaydım Allaha tevbe etseydim
dün sabah namazımı kılsaydım
Keşke her gün rabbime dua etseydim
Keşke her gün tevbemi yenileseydim
Keşke kötülüklerden uzak dursaydım
Başladım bağırmaya, ey insanlar dikkatli olun dünya hayatı sizleri kandırmasın
en azından birisinin beni duymasını çok isterdim |
Olsun dediler. Onun resmi işte budur Ondan sonrada yine,sevinç,neşe buldular Yine günlerden bir gün Aydın oldu gözleri, renklendi ışık doldu, Ay Kağan`ın o günde, bir erkek oğlu oldu Gömgök, gök mavisydi, bu oğlanın yüz rengi, Kıpkızıl ağzıyla, ateş gibiydi benzi Al al idi gözleri,saçlarıda kapkara, Perilerden de güzel kaşları var ne kara! Geldi ana göysüne, aldı emdi sütünü Pişmemiş etler ister,aş yemek ister oldu. Etrafdan şarap ister,eğlenmek ister oldu! Ansızın dile geldi,söyler konuşur oldu. Kırk gün geçtikten sonra, yürür oynaşır oldu. Öküz ayağı gibi,idi sanki ayağı, Kurdun bileği gibi idi sanki bileği Benzer idi omuzu sanki samurunkine Göğsü de yakın id koca ayınınkine Bir insan idi fakat tüylerle dolu idi Vücudunun her yanı kıllarla dolu idi Güder at sürüleri tutar atlara biner Daha bu yaşta iken çıkar avlara gider! Geceler günler geçti, nice seneler doldu Oğuzda büyüyerek yahşi bir yiğit oldu. Bu çağda bu yerde, Bir büyük orman vardı.Oğuz yurdundan içre Ne nehir, ne ırmaklar, akardı bu orman içre. Ne çok av hayvanları, ormanda yaşar idi Ne çok av kuşları da üstünde uçar idi. Ormanda yaşar idi, çok büyük bir gergedan Yer idi, yaşatmazdı, ne hayvan nede insan Basarak sürüleri yer idi hep atları, Zahmet verir insana alırdı hayatları Vermedi hiç bir defa insan oğluna aman, Öyle bir canavar ki, işte böyle çok yaman. Oğuz Kağan derlerdi ALP bir kişi vardı. Avlarım gergedanı, diye o yere vardı. Kargı, kılıç aldı kalkan ile ok ile Dedi gergedan kendisini yok bile! Ormanda avlanarak, bir geyiği avladı Söğüt dalıyla onu bir ağaca bağladı. Döndü gitti evine, sabah olmadan önce, Tanın ağarmasıyla geyiğine dönünce, Anladı ki gergedan geyiği çoktan yuttu Geyiğn yerine yeni bir ayı tuttu, Çıkararak belinden hanlık altın kuşağı Ayıyı astı yine o ağaçtan aşağı, Yine sabah olmuştu, ağarmıştı artık tan, Geldi baktı ki ayısını almış gergedan. Artık bu durum onu can evinden vurmuştu Ağaca kendi gidip, tam altında durmuştu. Gergedan geldiğinde Oğuz`u görüp durdu Oğuz`un kalkanına gerilip bir baş vurdu! Kargıyla gergedanın başına vurdu Oğuz Öldürüp gergedanı kurtardı yurdu Oğuz Keserek kılıcı ile hemen başını aldı Döndü, gitti evine iline haber saldı. Yine bir günde gitti, gördü orada bir sungur Konmuştu gergedanın barsağını yer durur, Yayıyla bir ok attı,ok sunguru öldürdü, Kesti başını sonra, kendi kendine dedi, Gergedan hem geyiği hem de ayıyı yedi, Öldürdü kargım onu çünkü bu bir demirdi, Koskoca gergedanı bir küçük sungur yedi, Ok yay öldürdü onu, çünkü bu bir bakırdı, Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan Tanrı`ya yakarırken. Karanlık bastı birde, bir ışık düştü gökten Öyle bir ışık indi parlak aydan güneşten Oğuz Kağan yürüdü yakına ışığın Oturduğunu gördü ortasında bir kızın Bir ben vardı başında, ateş gibi ışığı Çok güzel bir kızdı bu sanki Kutup yıldızı Öyle güzel bir kız ki, gülse gök güle durur! Kız ağlamak istese, gökte ağlaya durur! Oğuz kızı görünce, aklı gitti beyninden Kıza vuruldu birden, kızı sevdi gönülden Kızla gerdeğe girdi, aldı dilediğinden Gebe kalmıştı kız, gün geceler dolunca Gözler aydın oldu, üç oğlancık doğunca Birinci oğlancığa GÜN adını koydular, İkinci oğlanaysa, AY adını buldular YILDIZ olsun üçüncü, diye memnun oldular. Ava gitmişti bir gün, ormanda Oğuz Kağan Gölün ortasında bir tek ağaç uzuyordu. Ağacın kovuğunda bir kız oturuyordu Gözü gökten daha gök, bu bir Tanrı kızıydı Irmak dalgası gibi, saçları dalgalıydı Bir inci idi dişi, ağzında hep parlayan Kim olsa şöyle derdi, yeryüzünde yaşayan ``Ah! ah! Biz ölüyoruz! Ey vah,biz ölüyoruz Der,bağırır dururdu Tıpkı tatlı süt gibi, acı kımız olurdu. Oğuz kızı görünce, aklı başından gitti Nedense yüreğine, kordan bir ateş girdi. Gönülden sevdi kızı, tutup aldı elinden Kızla gerdeğe girdi, aldı dilediğinden Birinci oğlancığa,GÖK adını koydular, İkinci oğlanaysa, DAĞ adını buldular DENİZ olsun üçüncü, diye memnun oldular. Oğuz bunu duyunca, ilinde soy soylattı Toy yaptı,şölen verdi,çok büyük bir toy toylattı Yarlık verdi iline... (Sayın Bahaddin Öğel`e göre bu arada eksiklik var) Emir vedi Oğuz Kağan kendinin iç iline Toplandı halk sözleşti, koştu onun eline Oğuz kırk masa ile sıra dizdirmişti, Türlü şaraplar ile aşlar pişirtmiş idi, Halk oturdu sofraya, ne kımızlar içtiler Ne şaraplar içtiler, ne tatlılar yediler, Toy bitince Oğuz Han, verdi şu buyruğunu: ``Ey benim beylerimle, ilim ey budunu! Sizlerin başınıza ben oldum artık Kağan, Elimizden düşmesin ne yayımız ne kalkan! Damgamız olsun bize, yol gösteren bir buyan! Alp`ler olsun savaşta, Bozkurt gibi uluyan! Demir kargılar ile, olsun ilimiz orman Av yerlerimiz olsun, vahşi at ile kulan Yurdumuz ırmaklar ile denizler ile dolsun Gökteki güneş ise yurdun bayrağı olsun İlimizin çadırı yukardaki gök olsun Dünya devletim olsun, halkımızda çok olsun`` Ayrıca buyruk yazdı, dört tarafa Oğuz Han, Bidirdi elçilerle, öğrendi bunu her yan Oğuz bu bildirisinde, buduna şöyle dedi: ``Mademki Uygurların, benim büyük Kağanı, O halde sayılırım ben bir dünya Kağanı. Bana bağlıdır artık, dünyanın her dört yanı, Bana itaat etmek, sizlerden dileğimdir, Benim ağzıma bakıp, durmanız isteğimdir. Bana kim baş eğerse alırım hediyesin, Dost tutarım onu ben, her zaman bana gelsin! Kim ki ağzıma bakmaz, baş tutar olur bana Ordumu çıkarırım, o düşman olur bana Derim, bir baskın yapıp, ezeyim bastırayım, Yok edeyim ben onu, ezeyim astırayım, Yine o çağda idi; Altun Kağan adında başka bir kağan vardı, Elçisini gönderip, Oğuz Kağan`a vardı, En nadir yakutlarla, altın gümüşler sundu, Mücevherler gönderdi saygı gösterip durdu. En iyi hediyeyi, sunarak dostluk kıldı, Baş eğip Oğuz Han hem de mutluluk kıldı. Urum Kağanı derlerdi, ulu büyük bir kağan Oğuz`un komşusuydu, sol yanında oturan. Kentleri çok çok idi sayısız orduları, Dinlemezdi Oğuz`dan giden buyurtuları, Gitmez idi ardından, direnir durur idi, ``Sözünü tutmam`` Tutumam diye, söylenir durur idi. Yarlık gönderdi Oğuz, yarlığın dinlemedi, Oğuz başına koydu, yok edeyim ben dedi! Oğuz yola çıkarak bayraklarını açtı, Muz-Dağ eteklerini, kırk günden sonra aştı, Çadırları kurup, derin uykuya daldı. Tan ağarıyordu ki, çadıra ışık daldı Bir erkek kurt göründü ışıkta soluyarak, Bir kurt ki gök yeleli! Bir kurt ki gömgök tüylü! Bakıyordu Oğuz`a ışıkta uluyarak Döndü bu kurt Oğuz`a, tıpkı bir insan gibi, Ağzından sözler döktü, tıpkı bir insan gibi Dedi: ``Ey, Ey Oğuz ey! Bilirim ne dilersin! ``Urum illerinde savaş yapmak istersin! Ey Oğuz askerlerini ben kendim güdeceğim, Ordunun en önünde, bende yürüyeceğim``! Toplattı çadırını, Oğuz duyunca bunu, Ordusuna gidince, hayretle gördü şunu; Bir büyük erkek kurt, askere öncü gibi, Gök tüyü, gök yelesi, yol veren izci gibi, Yürür durur önlerden, Nihayet durdu, bir gün neçe sonra günlerden, Duruverdi, Oğuz`un ordusuda ardından, Bir nehir vardı burada, İdil-Müren adında, Savaş başladı birden, nehrin kıyılarında, Ok ile, kargı ile, Kara Dağ sırtlarında, Askerler arasında çok çok vuruş oldu, Halkın gönlü bunaldı, kalplere kaygu doldu, Bu vuruşma döğüşme öyle yaman oldu ki, İdil-Müren suyu kıpkızıl kanla doldu. Oğuz Kağan başardı, Urum Kağan da kaçtı, Kağanlığını aldı, halkı iline kattı. Oğuz Kağan`ın Otağı ganimetlerle doldu, Ölü diri ne varsa onun tutsağı oldu. Uruz adlı kardeşi vardı, Urum kağan`ın, Uruz beyin oğluda kurtarı verdi canını, Uruz bey göndermişti, oğlunu bir şehire, Dağ başında kurulmuş, gizlenmiş bir şehire, Uruz beg dedi ona: ``Kenti korumak gerek`` ``Vuruş bitinceye dek, şehri saklamak gerek,`` Vuruş bittikten sonra, halkını al gel! `` dedi, Oğuz bunu duyunca ne yedi, ne de içti. Oğuz aldı ordusun, hemen bu şehre yetti, Uruz beyin oğlundan Oğuz`a elçi gitti, Çok çok altın gümüşle, hediye inci geldi Dedi: ``Ey Oğuz Kağan! Sen benim kağanımsın, Bamam bu kenti verdi dedi: Sen benin oğlanımsın! ``Sakla bu kenti bana, bunu korumak gerek, Vuruş bitinceye dek şehri saklamak gerek! Savaştan sonra kentini al emrine bana gel!`` Bu Uruz beyin oğlu sözüne devam etti: ``Düşmanı ise eğer Oğuz Kağan `ın babam, Beni hiç suçlamayın, suçluysa eğer atam, Ben seninleyim her an, emrine bağlanmışam, Emrini emir bilip, sana bel bağlamışam! Kutumuz olsun sizin, kutlu devletinizin, Soyumuzdandaır bizim, tohumu neslimizin, Tanrı buyurmuş size, yeryüzünü al diye, Başımla kutumu da, veriyorum al diye Hediyeler gönderip vergimi sunacağım, Dostluktan çıkmayacak, karşında duracağım! Bu yiğidin hoş sözü Oğuzu sevindirdi. Uruz beyin oğluna, gülerek yarlık verdi. Dedi: ``Bana çok altın, çok hediye sunmuşsun, Şehri kentide çok iyi korumuşsun. Kentini saklayarak, iyi korudun diye SAKLAP adını verdim, sana ad olsun diye,`` Dostluk kıldı Oğuz Kağan, Sonra ordusun aldı, İdil nehrine gelip kıyılarında kaldı, İdil denen bu ırmak, çok çok büyük bir suydu Oğuz baktı bir suya, birde beylere sordu; ``Bu idil suylarını nasıl geçeceğiz biz?`` Orduda bir bey vardı, Oğuz han`a çöktü diz. Uluğ ordu bey derler, çok akıllı bir erdi Bu yönde Oğuz Kağan`a yerinde akıl verdi, Baktı ki yerde bu Beg, çok ağaç var çok da dal Kesti biçti dalları, yaptı kendine bir sal, Ağaç sala yatarak, geçti İdil nehrini Çok sevindi Oğuz Kağan, buyurdu şu emrini: ``Kalıver sen burada oluver bir sancak Beg Ben dedim öyle olsun, densin sana ``KIPÇAK BEĞ`` Oğuz, orduya geldi, yol erlere göründü, Yürmeye başlarken Kurt onlara göründü. Bir Kurt ki erkek bir kurt! GÖK TÜYLÜ, GÖK YELELİ! Bu Kurt döndü Oğuz`a, bakmadan sağa sola, Dedi: ``Ey Oğuz! şimdi ordunu çıkar yola, Halkını, beylerini, atlandır çıkar yola, Baş çekip göstereyim, doğru yol nerede ola, Oğuz Kağan baktı ki erkek kurt önde gider Ordunun öncüleri Boz Kurdu gözler gider. Oğuz bunu görünce ne çok sevinmiş idi. Alaca aygırına severek binmiş idi, Apalaca aygırını Oğuz severdi özden. Ama at dağa kaçtı, kayboldu birden gözden, Bu dağ buzlarla kaplı, çok büyük bir dağ idi. Soğuğun şiddetinden başı da ap ağ idi. Çok cesur, çok Alp bir beğ ordu içinde vardı Ne Tanrı, ne şeytandan, korku içinde vardı, Ne yorgunluk, ne soğuk, erişmez idi ona, O beg dağlara girdi, dokuz gün erdi sona, Aygırı yakaladı, memnun etti Oğuz`u Atamadı üstünden dağlardaki soğuğu Olmuştu kardan adam, kar ile sarılmıştı, Oğuz onu görünce, gülerek katılmıştı, Dedi: ``Baş ol Beğlere, sende artık burada kal, Sana `Karluk` diyelim, ölmeyen adını al!`` Çok mücevher ile hediye verdi ona, Soyurgadı Karluk`u, devam etti yoluna Oğuz yolda giderken ağzında kaldı eli, Çok büyük bir ev gördü, gümüşten pencereli, Duvarları altından, demirdendi çatısı, Anahtarı da yoktu, kapalı idi kapısı, Tömürdü Kagul adlı bir er arana durdu, Becerikli bir er idi, Oğuz ona buyurdu, ``Sen burada kalacaksın, kapıyı açacaksın, Eve girdikten sonra orduma varacaksın,`` Bu ere de Oğuz Kağan, dediği için ``Kal aç!`` Böyle uygun gördü, adına dedi ``KALAÇ`` Yine günlerden bir gün; Gök tüylü, gök yeleli, Bozkurt kaybolmuş idi, Oğuz bunu görünce o yerde durmuş idi, Anladı ki, bu yerde otağı kurmak gerek Tarlasız çorak yerde, düşmanı vurmak gerek. Çürcet adlı bu ilin, çok büyük otlakları, Çok malı, çok sığırı, vardı pek çok atları, Çok altın, çok gümüşler, vardı Çürcet Kağan`da, Sayısız mücevherler, bulunurdu hep onda, Çürcet Kağan`ı aldı, halkıyla ordusunu, Geldi karşılamağa, Oğuz Kağan ulusunu (Eksik) Ok ile kılıç ile, döktü düşman kanını Baş geldi Oğuz Kağan, bastı Çürcet Hanı`nı, Oğuz öldürdü onu, kesti hemen başını, Böldü ganimetlerini,tabi kıldı halkını Oğuz`un askerleri, halkıyle mahiyeti Aldılar, topladılar, sayısız ganimeti. Az geldi atlar ile, öküz katırları Yüklemeye taşımaya savaşda alınmışları, Oğuz`da bir er vardı, akıllı tecrübeli, Barmaklığ Çoşun Billiğ, yatkındı işe eli, Yapıp koydu içine, bir kağnı arabası, Savaşta ne alınmışsa, Oğuz`un bu ustası. Kağnıyı çekmek için canlı öne koşuldu, Cansız ganimetler de üzerine konuldu, Oğuz`un begleri ile halkı şaşırdı buna, Onlarda kağnı yaptı benzeterekten ona, Kağnılar yürür iken, derlerdi ``Kanga, Kanga!`` Bunun içinde dendi bu halka artık KANGA Oğuz bunu görünce, güldü kahkaha ile, Dedi:``Cansızı çeksin, canlılar kanga ile! Adın Kangalug (Kanglı) olsun, belgenizde araba (Kağnı)`` Bıraktı onları da gitti başka tarafa, Gök tüylü, gök yeleli göründü kutsal Bozkurt, Hin,(Sindu), Tangut, illeri de oldu Oğuz`a bir yurt Oğuz yürüyüp gitti, Suriye (Şagam) nın yoluna, Baş kesti savaş yaptı, kattı kendi yurduna. Söz dışında kalmasın, bilsin bunu da herkes Güneyde, Barkan adlı, bir il vardı bu kez, Oğuz`da bir er vardı, akıllı tecrübeli, Vahşi hayvan yurduydu, havası sıcak idi, Mücevher gümüşü çok altını da paradır, Halkın yüzünün rengi, Tanrı`dan kapkaradır, Bu yerin kağanının adına derler Masar, Oraya giden Oğuz, yaman vuruşur basar, Savaşı kazanınca, Masar kağan da kaçar. Alıp onun yurdunu kendi yurduna katar. Sayısız at mal alır, dostları hep sevinir, Döner evine gider düşmanları yerinir, Söz dışında kalmasın, bilsin herkes bu işi, Oğuz Kağan`ın yanında vardı bir koca kişi Sakalı ak saçı boz, çok uzun tecrübeli Asil bir insan idi akıllı düşünceli, Ünvanı, Tüşümel idi, yani kağan veziri, Uluğ Türük (Türk) Oğuz! un seçme eri, Altundan bir yay gördü uyur iken uykuda Yayın bulunuyordu üç gümüşten oku da Ta doğudan batıya; altın yay uzamıştı, Üç gümüş ok kuzeye sanki kanatlanmıştı. Anlatdı Oğuz Kağan`a uyanınca uykudan, Rüyayı tabir etti içindeki duygudan Dedi: ``Bu düşüm sana, dirlik, düzenlik versin Kağanıma inşallah, birlik güvenlik versin! Rüyada ne gördüysem, Gök Tanrının sözüyle, Seni de öyle yapsın , Tanrı kutsal özüyle Yer yüzünün ki hepsi, dolup taşar boyuna Tanrım bağışlayıver Oğuz Kağan soyuna!`` Oğuz Kağan çok beğendi, Uluğ Türük`ün (Türk) sözünü, Öğüt ver dedi bana, tuttu onun öğüdün. Sabah olunca gördü kendinden büyükleri Çağırtarak getirdi kendinden küçükleri Dedi: ``Hey! gönlüm benim, avlansana haydi der, Başa geldi ihtiyarlık, cesaret, in hani? der, Gün, Ay ve Yıldız sizler, gidin gün doğusuna Gök, Dağ ve Deniz siz de gidin gün batısına`` Oğuz Kağan oğulları, bunu hemen duyunca, Gitti üçü doğuya, üçü de batı boyunca. Av avlayıp, kuşlanan, Gün, ile Yıldız ve Ay, Buldular yolda birden, som altından tam bir yay. Sundular Oğuz Kağan`a, Kağan sevindi hem güldü, Aldı ve altın yayı kırarak üç böldü. Dedi: ``Ey! Oğullarım kullanın bir yay gibi, Oklarınız erişsin, göğe değin bu yay gibi!`` Av avlanıp, kuşlanan, Dağ ile Deniz ve Gök, Buldular yolda birden, gümüşten tam üç ok, Sundular Oğuz Kağan`a, Han sevindi, hem güldü Aldı üç gümüş oku kırarak üçe böldü, Dedi: ``Ey! Oğullarım, sizlerin olsun bu ok, Yay atmıştı onları, olun sizde birer ok, Bunu diyen Oğuz Kağan, çağırdı kurultayı, Bey geldi, halkı geldi, selam verdi otağa Herkes geldi oturdu, Oğuz Kağan büyük otağa (Eksik) Oğuz Kağan, kendi büyük otağına (Eksik) Kırk kulaçlık bir direk, sağa dikip sağladı, Direğin üzerine altın bir tavuk koyup, Direğin altına da bir ak koyun bağladı, Kırk kulaç, bir direk de, sola dikip solladı, Direğin üzerine, gümüş bir tavuk koyup Direğin altınada bir kara koyun bağladı. Sağ yanında Bozoklar, Sol yanında Üçoklar, Oturup eğlendiler kırk gün kırk geceden çok, Yediler hem içtiler, erip muratlarına, Oğuz böldü yurdunu, verdi evlatlarına Dedi: ``Ey! Oğullarım, Ne vuruşmalar gördüm, ne çok sınırlar aştım, Ben ne kargılar ile, ne okları fırlattım, Ne çok atla yürüdüm, ne düşmanlar ağlattım, Nice dostlar güldürdüm, Ben ödedim çok şükür, Borcumu gök Tanrıya Veriyorum artık ben, sizin olsun bu yurdum.``
|