ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul

sohbet banner
tavla okey sohbet forumu
18 Haziran 2024, Salı 22:18   
kız arkadaş sohbet linki

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

  manolya41> Forum Mesajları
    manolya41'e ait Toplam 9827 Forum Mesajı var
<<1...100...200...215216217218219220221222223224225 226227228229230231232233234235...300...400...500...600...700...800...900...983>>


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >KLİMADAN DAMLAYAN SUYA MUHTAÇLAR!>
  12.Ağu.2010 Per 19:51:33

 

İzmir`de aşırı sıcaklar nedeniyle susuzluk çeken sokak köpekleri, klimalardan sokaklara damlayan suları içmek zorunda kalıyor.

Sokakta yaşayan sahipsiz hayvanlar, sıcakların yarattığı bu olumsuzluktan en fazla etkilenen canlıların başında geliyor. Hayvanseverlerin `Kapınızın önüne bir kap su koyun` çağrıları yeteri kadar karşılık bulmuyor. Bu nedenle hayvanlar susuzluk çekiyor.

Sokaklarda yaşayan bazı hayvanlar için bir damla su bulmak bile imkansız hale gelebiliyor. Susuzluktan yanıp tutuşan hayvanlar için, insanları serinleten klimalardan kaldırımlara sızan bir damla su bile kurtarıcı oluyor. Sokak hayvanları, sızan su güneşin etkisiyle tekrar buharlaşmadan susuzluklarını gidermeye çalışıyor. Hayvanların bu hali görenlerin içini sızlatıyor.

Hayvan haklarının korunmasından sorumlu olan kurumların sokakta yaşayan hayvanların susuzluk sorunlarına duyarsız kaldıkları belirtilerek bu durum eleştiriliyor. Sahipsiz hayvanların yaşadığı sokaklarda, park gibi açık alanlarda su yalakları yapılmasının bir insanlık görevi olduğunu dile getiren hayvanseverler, insanlara kapılarının önlerinde bir kap su koyma çağrılarını yineliyor. Bu sudan sadece kedi ve köpeklerin değil kuşların da yararlandığı hatırlatılıyor

İzmir`de aşırı sıcaklar nedeniyle susuzluk çeken sokak köpekleri, klimalardan sokaklara damlayan suları içmek zorunda kalıyor.

Sokakta yaşayan sahipsiz hayvanlar, sıcakların yarattığı bu olumsuzluktan en fazla etkilenen canlıların başında geliyor. Hayvanseverlerin `Kapınızın önüne bir kap su koyun` çağrıları yeteri kadar karşılık bulmuyor. Bu nedenle hayvanlar susuzluk çekiyor.

Sokaklarda yaşayan bazı hayvanlar için bir damla su bulmak bile imkansız hale gelebiliyor. Susuzluktan yanıp tutuşan hayvanlar için, insanları serinleten klimalardan kaldırımlara sızan bir damla su bile kurtarıcı oluyor. Sokak hayvanları, sızan su güneşin etkisiyle tekrar buharlaşmadan susuzluklarını gidermeye çalışıyor. Hayvanların bu hali görenlerin içini sızlatıyor.

Hayvan haklarının korunmasından sorumlu olan kurumların sokakta yaşayan hayvanların susuzluk sorunlarına duyarsız kaldıkları belirtilerek bu durum eleştiriliyor. Sahipsiz hayvanların yaşadığı sokaklarda, park gibi açık alanlarda su yalakları yapılmasının bir insanlık görevi olduğunu dile getiren hayvanseverler, insanlara kapılarının önlerinde bir kap su koyma çağrılarını yineliyor. Bu sudan sadece kedi ve köpeklerin değil kuşların da yararlandığı hatırlatılıyor


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Fıkralar >Hayvanat Bahçesi>
  12.Ağu.2010 Per 16:12:05
Aylardır iş bulamayan delikanlı artık önüne gelen her yere müracaat etmeye başlamıştı.

Hayvanat bahçesinin önünden geçerken durdu ve `neden olmasın` deyip, oraya da müracaat etti.
Olacak ya; bahçenin gözdesi goril önceki gece ölmüştü ve bunu müşterilerden bu günlük gizlemeyi başarmışlardı.
`Yeni gorilimiz gelene kadar, on...un postunu giyip goril taklidi yapabilir misin?` diye sordular.
Delikanlı önce şaka herhalde diye düşündü, ama hayır adamlar gerçekten ümitsiz görünüyorlardı.
`Parada anlaşırsak yaparım` dedi. Anlaşmaları uzun sürmedi.
Ertesi sabah geldi, hazırlanmış postu giydi, gorilin kafesine girdi ve o güne kadar seyrettiği belgesellerden aklında kaldığı kadarıyla goril gibi davranmaya başladı:

Ara sıra homurdanıyor, göğsünü yumrukluyor, dört ayak üzerinde yürüyor, bir dala sıçrıyor, sallanıyor, seyircilerin attığı meyveleri yiyordu
Birkaç gün sonra işine öyle adapte olmuştu ki, daha yüksek dallara bile tırmanıyor, daldan dala atlayabiliyordu.
Ama son atladığı dalı tutamadı, kafesini yan kafesten ayıran fensin üzerine düştü, yıpranmış fens teli yırtıldı ve kendini yan kafesin içinde buldu.

Bu aslanın kafesiydi.
Delikanlı yutkundu, kelime-i şahadet getirdi. `İmdat!` diye bağırdı ama kendi sesini kendi bile duymadı. Korkudan sesi kısılmıştı.
Tekrar bağırdı. Eh! hiç olmazsa kendi duymuştu.

Önce neler olduğunu anlayamayan aslan yavaşça yattığı yerden kalktı, delikanlıya doğru ağır adımlarla yaklaştı.
Seyirciler çığlık çığlığa idi. Bir çocuk sanki goril anlayacakmış gibi (!) `tırman, fense tırman` diye bağırdı.
Ama korkudan gorilin sadece sesi kısılmamış, eli kolu da felç olmuştu.
Aslan affetmedi, geldi, önce pençesini gorilin göğsüne dayadı, sonra başını başına yaklaştırdı ve fısıldadı:

`Kapa çeneni aptal! Beni de işimden edeceksin`


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Fıkralar >8 Adet Vesikalık>
  12.Ağu.2010 Per 16:08:15
Dursun iş için müracaatta bulunmuş. İşe alınması için bazı evraklarla birlikte 8 adet de vesikalık fotoğraf istemişler. Ancak Dursun vesikalık fotoğrafın ne olduğunu bilmiyormuş. Hemen akıl hocası Temelin yanına koşmuş. Durumu anlatmış.
Temel: Bildiğim kadarıyla vesikalık fotoğraf belden yukarı çekilen fotoğraftır. Se...n şuraya çukur kaz içine gir. Bende fotoğraf makinesi getireyim. Fotoğrafını çeker veririz demiş.
Dursun başlamış çukur kazmaya, temel fotoğraf makinesi getirmeye gitmiş. Temel bir de gelmiş ne görsün. Dursun 8 tane çukur kazmış.
Temel: Ula Dursun niye 8 çukur kazdın demiş.
Dursun: 8 vesikalık lazım ya...
Temel: Ula salak ben zaten 8 tane fotoğraf makinesi getirmiştim


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Komik Şeyler >Zıkkımın Kökünü Merak Edenler...>
  12.Ağu.2010 Per 15:51:01


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Önemli Bilgiler >Ramazan Tatlıları-İftar Tatlıları-Muhteşem İftar Tatlıları>
  12.Ağu.2010 Per 15:34:02
Ramazan’ın baklava tulumba lokma kaymaklı ekmek kadayıfı ve ille de güllacı eski günlerdeki görkemleriyle sofraları süslemeye devam ediyor.Büyükler içeride sofra başında biz çocuklar da cumbalı pencerenin önünde heyecanla bekliyoruz. Derken heyecanla beklediğimiz o top gümbürtüsü duyuluyor. Süleymaniye Camii’nin minarelerindeki şerefelerin kandilleri bir yıldız yağmuru gibi tek tek yanıyor. Caminin gökyüzüne bir çınar gibi yükselen minareleri arasında ‘Hünkâr Kayığı’ şeklinde resmedilmiş ‘Ya Şehr-i Ramazan’ mahyası altın gibi parlıyor. Bu sırada yanık sesli müezzin de ezan okuyor. İçerdeki büyüklerin“bu defa eviç makamında okuyor dün gece de segah okumuştu hakikaten usta” diye müezzini takdir ettiklerini duyuyoruz.
Sonra hep beraber sofraya oturuyoruz. Büyüklerimizin ‘Ramazan bereketi’ dedikleri gibi sofrada yok yok. Önce dumanlı bir çorba fırın kebabı ıspanak borani pastırmalı yumurta kabaklı kol böreği safranlı pilav. Derken bitip tükenmek bilmeyen bir ‘tatlı kervanı’ başlıyor. Otuz kat yufkadan yapılmış çeşit çeşit baklavalar tulumba ayva tatlısı üzerine bolca tarçın dökülmüş lokma kaymaklı ekmek kadayıfı kristal gibi parlayan suyuna diş diş karanfiller serpiştirilmiş kabak tatlısı ve tabii Ramazan’ın vazgeçilmezi güllaç.





RAMAZAN BEREKETİ DEVAM EDİYOR
Eski zamanların Ramazanları genellikle bu şekilde anlatılır. Kandiller mahyalar patlayan toplar ve gerçekten de çok zengin olan iftar sofraları. Dini kavramların yanı sıra Ramazan aynı zamanda Türkiye’de halkın neredeyse tümünün aynı heyecan ve sevgiyle katıldığı en büyük sosyal etkinliklerden biri. Bu dönemde Türkiye’deki günlük olağan hayat akışı bir ay boyunca her yönüyle Ramazan geleneklerine uygun bir hale geliyor. Ramazan ayı boyunca tutulan oruç orucun açılması için düzenlenen zengin iftar sofraları ve yenilen sahur yemekleri nedeniyle insanların günlük beslenme alışkanlıkları da değişiyor.

Eski Ramazanların o muhteşem tatlıları bugün de bütün cazibeleriyle sofraları süslüyor. Ramazan ayındaki beslenme düzeninde tatlı ön plana çıkıyor. Böylece bütün bir gün gıdadan uzak durmanın yaratacağı yorgunluğu gidermek için şeker takviyesi yapılmış oluyor. Bunun yanında ‘Ramazan bereketi’ dediğimiz sosyal olgu da Türk mutfağının çok zengin bir tatlı koleksiyonuna sahip olmasına yol açıyor. Türk halkı Ramazan ayını 30 gün sürecek olan bir ‘bayram’ kabul ettiği için bu süre boyunca elinden gelen her mutfak zenginliğini ortaya koyuyor ve bunu sadece kendi ailesiyle değil komşularıyla da paylaşmaktan büyük bir zevk alıyor. İşte bu nedenle Ramazan sofrasının en alçakgönüllü olanı dahi küçük bir ziyafet masası haline geliveriyor. Türk mutfağının zengin tatlıları da bu iftar sofralarını taçlandırıyor.


MİSTİK BİR GÜL KOKUSU
Her biri adeta bir tabloyu andıran Ramazan tatlıları içinde güllacın ayrı bir yeri var. Bu tatlının adı ‘Güllü aş’ sözcüğünden türemiş. Bu adın verilmesinin sebebi ise yapılırken gülsuyu kullanılması ve tatlının gül kokması. Türkler tarafından keşfedilen güllaç mutfak uzmanları tarafından Ramazan’ın öteki ağır tatlılarına karşı adeta bir ‘panzehir’ olarak nitelendiriliyor. Gurmeler mistik bir gül kokusuna sahip bu tatlı için “çok hafif ve bu nedenle iftardan sahura kadar olan sürede çekinmeden yenilebilecek bir Ramazan ayı mucizesi” diyorlar. Mideyi yormayan bünyeyi ferahlatan güllü aş yapılmasındaki kolaylık ve malzemesinin oldukça ucuz olması yüzünden iftar sofralarının en çok tercih edilen tatlılarından biri.
Lafı uzatmayalım. Bakın Süleymaniye Camii’nin kandilleri yandı. Top patladı. İstanbul’a kadife laciverdi bir akşam inerken içerdeki iftar sofrasındaki baklavalar tulumba tatlıları kaymaklı ekmek kadayıfları ve güllaçlar altın gibi parlamaya başladılar.












Tarifler

Kireç kaymağında bekletilmiş kabak tatlısı
Malzemesi:
1 kg porsiyon şeklinde kesilmiş kestane kabağı
1 kg toz şeker
200 ml su
1 yemek kaşığı ceviz içi
25 g kaymak

Hazırlanışı:
Kesilmiş ve soyulmuş kabakları iki saat kadar kireç suyunda bekletip iyice yıkayın. Bir tencereye alıp üzerine toz şeker ve suyunu ilave ederek bir saat kadar pişirin. Soğuyunca ceviz içi ve kaymakla servis edin.

Ayva tatlısı
Malzemesi:
4 adet ayva
1 kg şeker
200 ml su
Kaymak

Hazırlanışı:
Ayvaların kabuklarını soyup ikiye bölün. İçini bıçak yardımı ile oyup çekirdeklerini bir kenara ayırın. Ayvaları suyun içinde beş dakika haşlayın; sonra fırın tepsisine dizip çekirdeklerini toz şekeri ve suyunu ilave edip 150 derece fırında iki saat pişirin. Soğuduktan sonra kaymak ile servis edin.

Güllaç
Malzemesi:
1 paket güllaç
1 litre süt
250 g toz şeker
1 yemek kaşığı gülsuyu
100 g file badem
1 adet ayıklanmış nar
1 yemek kaşığı yeşil fıstık

Hazırlanışı:
Tencerede süt şeker ve gülsuyunu beraber ısıtın. Bir güllaç yaprağını parlak tarafı üste gelecek şekilde tepsiye serin ve sütle ıslatın. Bu işlemi diğer yapraklara da uygulayın. Ortasına file badem serpin. Tekrar üzerine güllaç yapraklarını kapatıp sütü dökün. Tüm yapraklar bittikten sonra soğumaya bırakın. Üzerini nar taneleri ve çekilmiş yeşil fıstıkla süsleyip servis edin.

Kaymaklı Ekmek Kadayıfı
Malzemesi:
Hazır ekmek kadayıfı
2 kg toz şeker
2 litre su
5 adet tarçın çubuğu
1/2 limon
Kaymak

Hazırlanışı:
Ekmek kadayıfını yumuşayıp büyümesi için 6-7 bardak ılık su ile ıslatın. 15-20 dakika bekletip suyunu süzün. Diğer tarafta şurubu hazırlamak için bir tencereye suyu ve toz şekeri koyun şekeri eritin. İçine tarçın çubuklarını ve yarım limonu ilave edin. Tavada toz şekeri biraz yakıp şurubun üzerine ekleyerek renk verin. Şurup koyuca bir kıvama gelince 25-30 dakika kaynamaya bırakın. Sonra bir kaşık yardımıyla şurubu tepsinin üzerine dizdiğiniz kadayıfın üzerine dökün. Tepsiyi kısık ateşe koyun arada şurubu kenarlardan alıp üzerine dökerek ekmek kadayıfını pişirin. Soğuyunca kaymak ve frambuaz sos ile servis edin.


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Önemli Bilgiler >Günün İftar ve Sahur Menüsü>
  12.Ağu.2010 Per 15:28:07

Tarhana Çorbası



Malzemeler :


6 yemek kaşığı tarhana
1 litre (5 su bardağı) su yada et suyu
1 çorba kaşığı domates salçası
2-3 yemek kaşığı zeytinyağı
lezzeti arttırmak için varsa yarım kaşık biber salçası
Tuz
isteğe göre 1 diş sarımsak

Yapılışı :

Salça,dövülmüş 1 diş sarımsak ve yağı çorbayı pişireceğiniz tencereye alın. Kokusu çıkana kadar kavurun tarhana ve suyu ilave edin. (Et suyu bana ağır geldiği için, sade su kullanıp içine 1 adet bulyon atıyorum.) Kaynayıp istediğiniz koyuluğa gelene kadar karıştırarak pişirin.

Not: Çorba artarsa bir gecede iyice koyulaşacaktır, minimum yarım su bardağı su ekleyerek kaynatırsanız eski kıvamına dönecek ve lezzetini koruyacaktır.



Top Kabak Dolması



Malzemeler:

5 adet top kabak
1 adet orta boy kuru soğan
1 su bardağı pirinç
1 çay bardağı zeytinyağı
1 adet domates
Yarım paket dolmalık fıstık
3–4 yemek kaşığı dolusu kuru üzüm
yarım limon
kuru nane
dolma baharı
tarçın
karabiber
şeker ve tuz

Yapılışı:

Soğanı ve domatesi yemeklikten biraz daha ince kıyın (domatesi isterseniz rondodan geçirebilirsiniz). Küçük boy bir tencereye zeytinyağını koyun, doğradığınız soğanları ve tuzu ekleyerek hafif pembeleşene kadar kavurun. Pembeleşen soğanlara, domatesleri, pirinci, fıstığı, üzümü ve dilediğiniz baharatları ekleyin. Pirinç hafif şeffaflaşana kadar kavurun ve ocaktan alın.

Kabakları yıkayın sebze soyacağı ile alacalı soyun, sap kısımlarını 2-3 cm aşağısından kapa gibi kesin. İçini kabuklara çok yaklaşmadan oyun, kabakların içini çok az miktarda tuz ile ovun ve hazırladığınız dolma harcını doldurun.

Tencereye çok aralık bırakmadan dizin (artan harçla patlıcan, biberde doldurabilirsiniz). Kapakların yarısını azcık geçecek kadar su ekleyin, suya 1-2 yemek kaşığı zeytin yağı katabilirsiniz. Yaklaşık 25 dk. pişirin ama ocaktan almadan pirinçleri kontrol edin. Pişen kabakları servis tabağına alın, bol dere otu ve limon ile servis yapın.



Sebzeli Fettuchine



Malzemeler:

1 paket fettucine makarna
kırmızı etli biber (paprika)
yeşil biber
havuç
mantar
kabak
1 paket. çiğ krema
1-2 yemek zeytinyağı
2-3 dilim taze kaşar peyniri
İsteğe göre baharat
tuz

Yapılışı:

Makarna, zeytinyağı ve tuz ilave edilmiş kaynar suda haşlayın (ben 10-15 dakika kadar pişiriyorum). Sebzeleri julyen (ince,uzun) doğrayın teflon yada sac tavaya alarak zeytinyağında soteleyin.Üzerine 1 paket çiğ krema ve baharatları ekleyin, 2-3 dakika daha pişirin. Süzerek soğuk sudan geçirdiğiniz makarnaya ekleyin ve karıştırın. Makarnayı servis tabağına alın ve dilimlenmiş kaşar peyniri ekleyerek servis yapın.



Zencefilli Limonata



Malzemeler:

5 adet limon
1 yarım kibrit kutusu kadar zencefil
6 yemek kaşığı bal
3 sap nane
1 litre su
her bardak için bir üzüm tanesi
her bardak için 2-3 dilim elma

Yapılışı:

Zencefili soyun ve rendeleyin. Limonun yıkayın ve kabuklarını rendenin ince kısmı ile rendeleyin. Limon suyu, zencefil su ve balı derin ve geniş bir kapta bal tamamen eriyinceye kadar karıştırın.
Dolapta 15-20 dk.kadar dilendirin. Bir tülbent yardımı ile süzün. Bardaklara bolca buz doldurun, içine 1 adet nane yaprağı, 1 adet üzüm tanesi ekleyin. Limonatayı doldurun ve elma dilimleri ile süsleyerek servis yapın.



Kremalı Yufka Çanakları



Malzemeler:

1 adet yufka
yarım paket çiğ krema
2 yemek kaşığı krem peynir
reçel
margarin
isteğe göre 1-2 yemek kaşığı pudra şekeri
badem

Yapılışı:

1 adet yufkayı orta boy kareler olacak şekilde parçalara ayırın. Her kareyi oda sıcaklığında margarin ile yağlayın. Fırının en yüksek seviyeye ayarlayın. yufkalardan 2 yada 3 parça alın köşeleri çapraz gelecek şekilde muffin kaplarına yerleştirin ve üzerilerine bastırın.

Yufkalar kızarana kadar pişirin. Derin bir kapta krema ve peyniri isteğe göre pudra şekerini iyice çırpın. Fırından aldığınız çanaklar soğuyunca kaplardan çıkarın, hazırladığınız kremayı yufka çanaklara paylaştırın. Üzerilerine badem serpin ve reçel gezdirerek servis yapın.


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Haber >Güncel haberler >11 yaşındaki kıza cami tuvaletinde taciz>
  11.Ağu.2010 Çar 21:38:53
11 yaşındaki kıza cami tuvaletinde tacizKuran kursuna giden 11 yaşındaki kızın evde annesine anlattıkları rezaleti ortaya çıkardı 

Tekirdağ’da caminin temizlik işlerini yapan 37 yaşındaki E.D., Kuran kursuna gelen 11 yaşındaki Y.G.’yi tuvalete götürerek taciz ettiği iddiasıyla gözaltına alındı.

Tekirdağ Zafer Mahallesi Kırklar Tekkesi Sokağı üzerinde bulunan Özgürlüler Camisi’nde açılan Kuran kursuna katılan Y.G., dün kurs çıkışı evine gitti. Evde kitabını unuttuğunu fark ederek, camiye geri dönen Y.G.`nin önünü kesen caminin temizlik görevlisi E.D., ‘Sana Kuran okumayı öğreteceğim’ diyerek küçük kızı cami tuvaletine götürdü. Burada iddiaya göre Y.G.`yi kucağına alıp yüzünü öperek elleri ile taciz etti.
 
Eve dönen Y.G. olayı annesine anlattı. Anne, kızı ile birlikte Çarşı Polis Merkezi’ne giderek şikayetçi oldu. Psikolog eşliğinde ifadesi alınan Y.G., E.D.’nin kendisini camii tuvaletine götürerek elleri ile vücudunu okşadığını söyledi. Bunun üzerine E.D., polis tarafından gözaltına alındı. Daha önce 2 kez evlenip boşandığı anlaşılan E.D. emniyetteki ifadesinde suçlamaları kabul etmeyerek, “Ben kimseyi taciz etmedim. Yanlış anlaşılma kurbanı oldum. Suçsuzum” dedi.
 
E.D.`nin polisteki ifadesinin ardından adliyeye sevk edileceği bildirildi.
 
DHA


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Atatürk;ün Sanata Verdiği Önem>
  11.Ağu.2010 Çar 17:02:38


Genç Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında ve Kurtuluş Savaşı için başlama gongunu çaldığında ne arkasında donanımlı, tam teçhizatlı bir ordu, ne bir büyük rütbe, ne bir dini sıfat, ne de tonlarca külçe altın vardı. O yalnız bu büyük manevrayı beraber örgütleyeceği halkına güveniyordu. Onlarla beraber adım adım, tırnaklarıyla toprağı kazarak, tarihin akış yatağını değiştireceği unutulmaz hamleleri hazırlayacaktı.
Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919′dan Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim 1923 tarihine kadar geçen o kısa sürede halkıyla beraber yükseldi ve onlarla birlikte tarih yarattı. Cumhuriyet’in kurulması yolunda seve seve canını veren bu isimsiz kahramanlar halkın ta kendisiydi.
Cumhuriyet’in temel harcını koyan bu insanlarla Mustafa Kemal arasında oluşan bu güven ve dayanışma paha biçilmez bir zenginlikti. Belki bu yüzden de Ulu Önder dünyada başka hiçbir devrimcinin girişemeyeceği boyutta değişimleri inanılmaz kısa sürede yaşama geçirmeyi başardı. Kıyafet Devrimi, Harf Devrimi, Medeni Kanun, Anayasa bu inanılmaz atılımın ilk akla gelen öğeleri oldu. Zaten Mustafa Kemal her kararını, her eylemini, her devrimini de kurduğu mecliste halkın temsilcileriyle tartışarak, oylayarak, demokratik olarak kabul ettirerek gerçekleştirdi. 2. Cumhuriyetçilerin iddia ettiği gibi hiçbir atılım tepeden inme ve zorlamayla olmadı.
“Fuad, eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resmin üzerinde dursaydım, Harbiye’de dört duvar arasında kapanıp kalmazdım. Mehtaplı gecede okuldan kaçıp buraya gelir ve şiir yazardım. Sabahleyin ortalık aydınlanır aydınlanmaz da resim yapmaya başlardım”
Lord Kinross’un kitabından yaptığımız bu alıntı, Mustafa Kemal’in her şeyden önce bir birey olarak sanata ne kadar yakın durduğunu bize en iyi anlatan verilerden biridir. M. Kemal içinden çıktığı Osmanlı İmparatorluğu’nun düşüş nedenleri arasında kültürel temele dayalı olanları çok iyi görmüştür. “600 yıllık Osmanlı döneminin son 300 yılı yenilgi ve çöküntülerle geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yıl boyunca egemenlik kurması hep onun büyük örgütlenme gücünde ve hukuk düzeninde görülür. Ama Osmanlı’nın o görkemli fütuhat döneminde Avrupa’nın ortaçağ düşüncesi içinde olduğu, yani Osmanlı karşısında güçsüz kaldığı düşünülmez; Rönesans’la birlikte Avrupa uyanıp bilim, sanat ve teknik alanda büyük ilerleme yaparak güçlenince, ona ayak uyduramayan Osmanlı Devleti’nde de yenilgi ve çöküntüler başladığı nedense görülmez. Avrupa’da bilimsel düşünüş daha önce başlamış olsaydı, o ‘mükemmel teşkilat’ işe yarar mıydı acaba? Avrupa’nın teokrasi içinde olması yüzünden bilimsel düşünüşü gerçekleştirememesi ve bilimin gelişmemiş olması Osmanlı fütuhatlarına karşı durmasını engelleyip geciktiriyordu. Ancak yeniden doğuşla birlikte uyanan Avrupa, bilimsel kültürel gelişmesiyle Osmanlı egemenliğini kırabilmiştir”.[1]
M. Kemal her şeyden önce büyük bir asker, devlet adamı, diplomat olmanın ötesinde, büyük bir kültür devrimcisi ve gerçek medeni bir ‘rafine sanatsever’, mükemmelliyete erişmiş bir ‘Aydınlanma Dehası’dır. Hayatının her noktası ve vücudunun her zerresiyle Atatürk ömrü boyunca her fırsatta sanata ve sanatçıya yakınlığını en açık şekilde ortaya koymuştur. 1919′da Ankara’da yerleştiği bağ köşkünün oturma odasında Molteke’nin alçıdan bir büstü ve Bonaparte’ın aynı büyüklükte yarım bir heykeli vardır. Kendisi cephede bile her fırsatta Alphonse Daudet, Rousseau ve Tevfik Fikret gibi birçok Türk ve yabancı yazarı okuyacak kadar kendini edebiyatla ve kitaplarla geliştirmeye açık tutmuştur. Ayrıca, hangi zor şartlar içinde yaşarsa yaşasın, Mustafa Kemal daima bulunduğu ortamın en şık giyinen insanı olmuştur. Adeta bir moda tasarımcısı veya bir karizmatik manken gibi iddialı ve temiz giysilerini taşır. [2]
Sürekli olarak kütüphanesi ve ansiklopedileri, dil kitapları ile kendini geliştirmesi, dansı ve güzel içkileri, sohbeti sevmesi onu bir yaşam artisti haline getirmektedir. Paris, Berlin, Viyana ve Sofia’da bulunmuş olmak, ileri uygar toplumların yaşayış stilini yakından görmek, Mustafa Kemal’de büyük bir imrenmeyle beraber, bu toplumların seviyesini Türkiye’de aşma arzusu yaratmıştır.
Dolayısıyla Alman şehirci Jantsen’i getirterek Ankara’ya çağdaş bir görünüm veren M. Kemal, ayrıca daha Cumhuriyet’in ilanından bile önce, 1 Mart 1923′de bu konuda hedeflerini ortaya koymuştur: “Vatanın önemli merkezlerinde modern kitaplıklar, konservatuvarlar, müzeler, güzel sanatlar sergileri kurmak, bütün ülkeyi basımevleri ile donatmak”.
Bu önemli karar lafta kalmadı ve uygulamaya hemen geçildi. Sonucunda da 1923′de Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi kuruldu, bunu Antalya, Bursa ve Edirne Arkeoloji müzeleri izledi. 1 Nisan 1924, Topkapı Sarayı eşyaları ile müzeye çevrildi. 24 Kasım 1934′de Ayasofya, 1925′de Eski Şark Eserleri Müzesi, 1926′da Konya Mevlana, Tokat, Amasra ve Sinop Müzeleri, 1927′de İslam Eserleri Müzesi, İzmir, Sivas, 1929′da Kayseri, 1931′de Afyon Müzesi, 1934′de Efes, Diyarbakır, 1935′de Manisa, Silifke, Isparta, 1937′de Dolmabahçe Sarayı’nın bir bölümü Resim ve Heykel Müzesi olarak düzenlendi.
Oldukça tutucu bir yapıda olan o günkü toplum yapısını çağdaşlaştırmaya gayret ettiği günlerde, ilk meclisinde bir hoca mebus “Bu asri kelimesi ne demektir?” diye sorunca, reis yerinde bulunan Mustafa Kemal “Adam olmak demektir hocam, adam olmak” der.
Birçok ressamla tanışmış, onlarla yakın dostluklar kurmuştur. “Büyük Sanatçı” olarak nitelediği İbrahim Çallı’yı defalarca sofrasına davet etmiştir. Mihri Müşfik hanım ise, en sevdiği portresini yapan ressamdır.
M. Kemal sanatçının neyi nasıl yapması veya yapmaması konusunda hiçbir baskı veya tavır koymaz. Onun kafasındaki sanatçı, tabii ki dokunulmazlığı olan ve her şeyden önce özgür olan bir yapıdadır. Bir istisna anektodu ise şudur: Bir Yunanlı’nın göğsüne süngüsünü saplayan Mehmetçik’i betimleyen bir tablonun kendisine gönderilmesi üzerine “Kapatın ve kaldırın şunu… Ne iğrenç bir manzara, gönderenin şaşarım aklı perişanına” diye tepki gösterir.
O bir sanat eserinin bile uluslararası dostluklara ve barış kavramına karşı gelmesine müsamaha gösteremeyecek kadar temiz ve tutarlı bir çizgide kalacaktır.
Cumhuriyet’in 10. Yılı’nda Anadolu’ya “Yurt Gezileri” adı altında ressamlar gönderilir. Yapılan resimler, Ulus’ta 1947 yılında yanan Eski Maarif Vekaleti binasının çatı katında “Türk İnkılap Sergisi” adı altında sergilenir. Açılışı bizzat kendi yapar. Saatlerce sergide kalır. Tüm resimleri dikkatle inceler. Sergide Çallı İbrahim de vardır. O’na “Efe hiç böyle örtü üzerine oturur mu” ya da “Nerede bu üçünün (efelerin) atları?” gibi sorular yöneltir. Aslında sanatçıların işlerine hiç karışmaz.[3] Amaç, onların şevkle çalışmasıdır. Sergilerdeki yapıtların alınması için çevresine önerilerde bulunur.
O’nun yarattığı yeni Ankara, sanatçıların uğrağı olur ve sonunda 1929′lardan bu yana bu yeni bozkır kentine yerleşmeye başlarlar.[4] Atölyelerin harıl harıl çalıştığı görülür. Yabancı heykelciler de çağrılır.[5] Yarışmalar düzenlenir. Binalara sanat yapıtları girmeye başlar. Cadde ve meydanların heykellerle donandığı görülür. Sanat sergileri başkentte birbirini izler.
Bütçesi 198 milyon iken, 1927′de 4. Ankara Sergisi’nde “Maarif Vekaleti”nin aldığı 34 tablo karşılığı 2300 TL. ödenmiştir. Bugünkü bütçeyle oranlarsak 2 trilyon eder. Ülke, savaştan çıkalı henüz 5 yıl olmuştur.[6] Bunu günümüzün sanata ve sanatçıya tek kuruşluk bir katkı yapmaktan kaçmak için olmadık kılıflara bürünen çağdaş (!) devlet anlayışı ile Büyük Önder’in tavrını kıyaslayabilir misiniz?
Atatürk’ün özel ilgi alanlarından birisi de arkeoloji olmuştur. Türk kültür varlıklarının kazılarla gün ışığına çıkarılması, korunup sergilenmesine, tarih için bir belge olarak kullanılmasına büyük önem vermiştir.[7] Alacahöyük, Eti Yokuşu gibi kazılara bizzat katılmış, tiyatro, müzik, Karagöz, halkoyunları gibi güzel sanatların bütün alanlarıyla yakından ilgilenmiştir.
Tiyatroya ve sinemaya verdiği önem de son nefesini verdiği yıla kadar hep gündeminde kalmıştır. Muhsin Ertuğrul, Bedia Muvahhit gibi isimlerin birçok oyununu takip eden Atatürk, sinemanın da parlak geleceğini keskin zekasıyla en başında tespit etmiştir:
“Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini tanımalarını, sevmelerini temin edecektir. Sinema, insanlar arasındaki görüş ve düşünüş farklarını silecek; insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz…”
Cumhuriyet’in kurulduğu yıl, 1923′de Bursa’da yaptığı bir konuşmada, kelimelerin üstüne basa basa heykelin ülkenin sanatla olan ilişkisindeki yerini vurgulamış, dinimizin canlı tasvir yapmaya ve heykel dikmeye karşı olduğunu öne sürenlerin yanılgı içinde bulunduğunu vurgulamıştır:
“Dünyada medeni, ileri ve olgun olmak isteyen herhangi bir ulus, mutlaka heykel yapacak ve heykeltraş yetiştirecektir. Anıtların şuraya buraya tarihi anılar olarak dikilmesinin dine aykırı olduğunu iddia edenler, din hükümlerini gerektiği gibi araştırıp incelememiş olanlardır. Bir ulus ki resim yapmaz, bir ulus ki heykel yapmaz, fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli o ulusun ilerleme yolunda yeri yoktur. Halbuki ulusumuz, gerçek araçlarıyla ve ileri olmaya layıktır ve olacaktır” tezini büyük bir ustalık ve ciddiyetle ortaya koyan Atatürk, fikir hareketlerini sistemleştirmiş ve sanatı başlıca görevleri arasına almıştır.
3 Mart 1924′de çıkarılan üç yasayla (Halifeliğin kaldırılması, Din işleri ve Evkaf Başkanlığı’nın kaldırılması, Eğitim ve Öğretim Birliği) ulusun önünü açan M. Kemal’in girişimleriyle, 1931′de Türk Tarih Kurumu, 1932′de Türk Dil Kurumu kuruldu. Üniversite reformu 1933′da yapıldıktan sonra 1936′da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi ve Devlet Konservatuvarı da hayata geçebildiler.
Bu 1924 tarihli üçlü yasanın en önemlisi “Tevhid-i Tedrisat” yani “öğretmi birleştirme” yasasıydı. Mustafa Kemal eğitim için “Eğitimdir ki bu ulusu ya özgür, bağımsız, ünlü ve yüce bir toplum olarak yaşatır, ya da tutsaklığa sürükler” demişti. Özellikle Hasan Âli Yücel’in bakanlığı döneminde eğitimde birçok hamle yapıldı. 17 Nisan 1940′da Köy Enstitüleri Yasası devreye girdi. Ülke, 21 eğitim bölgesine ayrıldı ve biner öğrencilik yatakhaneli, eğitim, kültür ve sporu ön plana çıkaran aydınlık siteleri kurulmuş oldu. Köy Enstitüleri ve Halkevleri genç Cumhuriyet’in yüz akı oldular. Edebiyat, resim, folklor, el işleri ve her türlü sanatsal faaliyet yurdun her noktasından başlayarak vatandaşların buluşup beraberce kendilerini geliştirebildikleri kültürel kozalar haline geldi.
Şayet Köy Enstitüleri ve Halkevleri büyüyerek varlıklarını sürdürebilselerdi bugün çağdaş sanat, jazz, klasik müzik, dünya edebiyatı gibi konular herhalde 3-5 milyonun değil, 30-40 milyonun ilgi alanı içine girerdi. Türkiye’nin yetiştirdiği dünyaca ünlü sanatçı sayısı çok daha fazla olurdu. Ve toplum bugün olduğu gibi medyanın dayattığı yoz bir kültür anlayışına esir düşmezdi.
İstememesine karşın kendi heykellerinin dikilmesine izin vermesi, heykel ve resim yapmanın günah olduğu düşüncesindeki bir toplumun yaşamına sanatı sokma amaçlarından biri olarak değerlendirilmelidir.[8] O tutucu ortamda meydanlara anıt diktirebilmenin anlamını, heykellerin kırıldığı ve kaldırıldığı, sanatın içine tükürenlerin ülkeyi idare eder duruma geçtiği bugünkü ortamda daha iyi kavrayabiliyoruz.
Ne de olsa sonuçta sanatla ilgili en meşhur sözleri, “Efendiler, herkes mebus olabilir, başvekil olabilir ve hatta reisicumhur olabilir ama sanatkar olamaz, sanatkar el öpmez, eli öpülür” “Sanatkar, cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hissedendir” ve “Sanattan uzaklaşmış bir toplumun en önemli hayat damarlarından biri kopmuştur” gibi iddialı olanlardır.
Tutuculuğu yenmek için kendi karizmatik görüntüsünü “kullanıma açmaya” izin verecekse, bu fazlasıyla değer ve “amacına hizmet eden” bir ödündür!
Umalım ki 21. yüzyıldan itibaren bu ülke, artık geçen yüzyılda başaramadıklarının acısını içinde taşıyarak sanata hizmet etmeyi gerçek anlamda içinde hissederek sorumluluk alan yeni devlet adamlarıyla tanışsın.
Yine umalım ki, sahte demokrasi yorumlarıyla Mustafa Kemal’e sinsi düşmanlıklar planlayan kimi medyatik yazarlar çizerler de bugün sanat ve yazın alanında kullandıkları tüm özgürlükleri büyük öndere borçlu olduklarını anlasınlar ve şer odaklarının küçük maşaları olmaktan vazgeçsinler.


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Mustafa Kemal Atatürk`ün Askeri Görevleri>
  11.Ağu.2010 Çar 16:56:05
- 11 Ocak 1905/Kurmay Stajı için 5. Ordu 30. Süvari Alayı’na.
-13 Ekim 1907/Selanik’teki 3. Ordu Karargahı’na,
- 22 Haziran 1908/Rumeli Şark Demiryolları Müfettişliği’ne getirildi
- 13 Ocak 1909/3. Ordu Redif, 17. Selanik Tümeni Kurmaylığı’na ve bu arada “Hareket Ordusu”nun 1. kademesinde Kurmay Başkanlığına,
- 5 Kasım 1909/3. Ordu Karargahı’na,
- 6 Eylül 1910/3. Ordu Subay Talimgahı Komutanlığı’na,
-1 Kasım 1910/Tekrar 3. Ordu Karargahı’na,
-15 Ocak 1911/5. Kolordu Karargahı’na, sonradan Kıdemli Yüzbaşı rütbesiyle 38. Piyade Alay Komutanlığı’na,
-13 Eylül 1911/Genel Kurmay Karargahı’na,
-1 Ocak 1912/Bingazi ve Derne Şark Gönüllüleri Komutanlığı’na,
-11 Mart 1912/Derne Komutanlığı’na getirildi.
-24 Ekim 1912/İstanbul’a döndü,
-21 Kasım 1912/Genel Karargah emrine verildi. Akdeniz Boğazı Kuvvei Mürettebe Komutanlığı Harekat Şubesi Müdürü, daha sonra da Bolayır Kolordusu Kurmay Başkanı,
-27 Ekim 1913/Sofya Askeri Ateşesi,
-11 Ocak 1914/Sofya görevine ek olarak Belgrad Ateşe militeri,
-20 Ocak 1915/19. Tümen Komutanı,
-28 Temmuz 1915/15. Kolordu Komutanı,
-8 Ağustos 1915/Anafartalar Grup Komutanı,
-19 Ağustos 1915/Anafartalar Grup Komutanlığı’na ek olarak 16. Kolordu Komutanı,
-27 Ocak 1916/Karargahı Edirne’de olan ve 25 Kasım 1916′da Diyarbakır’a nakledilen 16. Kolordu Komutanlığı,
-7 Mart 1917/2. Ordu Komutanı,
-Temmuz 1917/7. Ordu Komutanı,
-9 Ekim 1917/Becayişen 2. Ordu Komutanı,
-7 Kasım 1917/Genel Karargah emrine,
-20 Aralık 1917/Veliahtla birlikte Almanya gezisine gitti.
-7 Ağustos 1918/7. Ordu Komutanı,
-31 Ekim 1918/7. Ordu Komutanlığı ile birlikte Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’na,
- 7 Kasım 1918/Yıldırım Orduları Grubu’nun lağvedilmesi üzerine Harbiye Nezareti emrine,
-30 Nisan 1919/Askeri ve Mülki yetkilerle, 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne (15 Haziran 1919′dan sonraki adı 3.)
-8 Temmuz 1919/Erzurum Kongresi öncesi ordu müfettişliğinden ve askerlik mesleğinden istifa etti.
-5 Ağustos 1921/TBMM Orduları Başkomutanı (Bu görevi üçer aylık sürelerle uzatılarak 29 EKİM 1923′e kadar sürdürmüştür.)
-30 Haziran 1927/Askerlikten emekliye ayrıldı.

- 11 Ocak 1905/Kurmay Stajı için 5. Ordu 30. Süvari Alayı’na.
-13 Ekim 1907/Selanik’teki 3. Ordu Karargahı’na,
- 22 Haziran 1908/Rumeli Şark Demiryolları Müfettişliği’ne getirildi
- 13 Ocak 1909/3. Ordu Redif, 17. Selanik Tümeni Kurmaylığı’na ve bu arada “Hareket Ordusu”nun 1. kademesinde Kurmay Başkanlığına,
- 5 Kasım 1909/3. Ordu Karargahı’na,
- 6 Eylül 1910/3. Ordu Subay Talimgahı Komutanlığı’na,
-1 Kasım 1910/Tekrar 3. Ordu Karargahı’na,
-15 Ocak 1911/5. Kolordu Karargahı’na, sonradan Kıdemli Yüzbaşı rütbesiyle 38. Piyade Alay Komutanlığı’na,
-13 Eylül 1911/Genel Kurmay Karargahı’na,
-1 Ocak 1912/Bingazi ve Derne Şark Gönüllüleri Komutanlığı’na,
-11 Mart 1912/Derne Komutanlığı’na getirildi.
-24 Ekim 1912/İstanbul’a döndü,
-21 Kasım 1912/Genel Karargah emrine verildi. Akdeniz Boğazı Kuvvei Mürettebe Komutanlığı Harekat Şubesi Müdürü, daha sonra da Bolayır Kolordusu Kurmay Başkanı,
-27 Ekim 1913/Sofya Askeri Ateşesi,
-11 Ocak 1914/Sofya görevine ek olarak Belgrad Ateşe militeri,
-20 Ocak 1915/19. Tümen Komutanı,
-28 Temmuz 1915/15. Kolordu Komutanı,
-8 Ağustos 1915/Anafartalar Grup Komutanı,
-19 Ağustos 1915/Anafartalar Grup Komutanlığı’na ek olarak 16. Kolordu Komutanı,
-27 Ocak 1916/Karargahı Edirne’de olan ve 25 Kasım 1916′da Diyarbakır’a nakledilen 16. Kolordu Komutanlığı,
-7 Mart 1917/2. Ordu Komutanı,
-Temmuz 1917/7. Ordu Komutanı,
-9 Ekim 1917/Becayişen 2. Ordu Komutanı,
-7 Kasım 1917/Genel Karargah emrine,
-20 Aralık 1917/Veliahtla birlikte Almanya gezisine gitti.
-7 Ağustos 1918/7. Ordu Komutanı,
-31 Ekim 1918/7. Ordu Komutanlığı ile birlikte Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’na,
- 7 Kasım 1918/Yıldırım Orduları Grubu’nun lağvedilmesi üzerine Harbiye Nezareti emrine,
-30 Nisan 1919/Askeri ve Mülki yetkilerle, 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne (15 Haziran 1919′dan sonraki adı 3.)
-8 Temmuz 1919/Erzurum Kongresi öncesi ordu müfettişliğinden ve askerlik mesleğinden istifa etti.
-5 Ağustos 1921/TBMM Orduları Başkomutanı (Bu görevi üçer aylık sürelerle uzatılarak 29 EKİM 1923′e kadar sürdürmüştür.)
-30 Haziran 1927/Askerlikten emekliye ayrıldı.


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Atatürk;ün İnsan Hak ve Hürriyetine Verdiği Önem>
  11.Ağu.2010 Çar 16:52:48
"Madem ki; devlet bir idareye, bir hakimiyete maliktir, onu ifade ve infaz için bir takım vasıtalara muhtaçtır. Bu vasıtaları ihtiva eden devlet teşkilatında millet meclisi ve hükümet teşkilatı esastır. Demokrasi prensibi hakimiyeti milliye prensibi şekline inkılap etmiştir. Bir vatandaş kendi hürriyet ve hakkını kendi maddi kuvvetine dayanarak temine kalkışamaz. Bu hususlar fertlerin kuvvet ve teşebbüsleri ile değil, milletin iradesini haiz olan devletin kudret ve nüfuzu ile temin olunabilir.
Türk, istibdat ve esaret zincirlerini parçalayabilmek için dahili ve harici düşmanlar karşısında hayatını ortaya attı, çok kanlı ve tehlikeli mücadelelere girdi, sayısız fedakarlıklara katlandı ancak ondan sonra hürriyetine sahip oldu. Bu sebeple hürriyet Türk`ün hayatıdır. Artık Türkiye`de her Türk hür doğar, hür yaşar. Türkler demokrat, hür ve mesul vatandaşlardır. Türk ferdi hürriyetinden ve menfaatlerinden teşkilatı esasiye kanununda tayin olunduğu kadarını Cumhuriyete bırakmıştır. Cumhuriyet ferdin, ona bıraktığı bir kısım hürriyeti, ferdin ve Türk milletinin, dahilde hürriyetini ve harice karşı istiklalini temin için kullanır."
Yine Atatürk temel hak ve hürriyetler konusunda şunları ifade etmektedir. "Hürriyetler başlıca ferdin maddi menfaatlerine tekabül eder; dar anlamda kişisel hürriyettir. Bunlardan en önemlileri seyahat ve yerleşme hak ve hürriyetidir. Bununla birlikte keyfi tutuklamaları, hapis cezasını yok etmek gerekmektedir. Ferdi mülkiyet çok önemlidir. Bir insanın emeğinin ürünü olan her şeye sahip olması, devletin müdahale edemeyeceği, ferdin yüksek haklarındandır. Yine temel haklardan ticaret çalışma ve sanat hürriyeti önemlidir. Bunlardan başka, devletin, siyasi veya kamunun menfaat ve emniyeti amacıyla tekeli altında bulundurduğu işleri başkaları yapamaz. İkinci grup hürriyetler ferdin fikir hayatındaki hürriyet haklarıdır. Bunlardan vicdan hürriyeti ferdin istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendisine ait siyasi bir fikre sahip olmak, mensup olduğu bir dini gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz".
Atatürk`ün temel hürriyetler konusundaki düşünceleri şöyle devam eder. "İçtima hürriyeti ve matbuat hürriyeti aynı prensipten çıkar. O prensip insanların, fikirlerini serbest söylemek ve neşretmek hakkıdır. Vatandaşlar, kendi talim ve terbiyeleri için ve umumun menfaatleri noktasından fikirlerini teati etmedirler. En büyük hakikatler ve terakkiler, fikirlerin serbest ortaya konması ve teati edilmesi ile meydana çıkar ve yükselir. Hürriyet, ihtimal ki zorla tesis olunur, fakat, herkese karşı taassüpsüzlük (tölerans) göstermekle ve aldırmamazlıkla muhafaza edilir. Türkiye Cumhuriyetinde, herkes Allaha istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz. Türkiye Cumhuriyetinin resmi dini yoktur. Türkiye`de bir kimsenin fikirlerini, zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilmez. "Kişilerin özgürlüğü, devletin egemenliğine ve isteklerinin saklı bulundurulmasına bağlıdır. Devletin istekleri felce uğratılmış olursa kişilerin özgürlüklerini koruyacak hiçbir güç ve araç kalmaz. Vatandaş olan kişiler kendi özgürlüklerinin bir bölümünü seve seve, gerekli görerek devlete aslında vere gelmişlerdir. Devlet kendine özgü olan istekle kişisel özgürlüklerin bir bölümüne gene o özgürlükleri sağlamak için sahip olur. Yeter ki devletin buyrukluğu ulusun genel mutluluğu ve refahına ve vatandaşa özgürlüklerinin sağlanmasına harcanmış olsun."(Atatürk`ün, 17 Şubat 1931 günü Adana Türk Ocağında yaptığı konuşmadan)
Bunların dışında; Atatürk`ün 1 Mart 1924 tarihinde, TBMM II. Dönem açış konuşması, 30 Ağustos 1924 Dumlupınar`da yaptığı konuşma, Ankara Hukuk mektebine yazdığı telgraf, 9 Ekim 1925 yılında Cumhuriyet savcılarına seslenişi, 5 Kasım 1925 tarihinde Ankara Hukuk Fakültesini açarken yaptığı konuşma, 1 Kasım 1928 tarihinde TBMM III. Dönem Yasama Yıllını açış konuşması, Ankara İstiklal Mahkemesi kararı ve Mahkeme başkanlığına yazdığı telgraf, Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkının verilmesine dair kanun üzerine açıklamaları, 1 Kasım 1937 tarihinde TBMM V. Dönem 3 ncü Yasama Yılı ve 1Kasım 1938 tarihlerinde TBMM V. Dönem 4 ncü Yasama Yılı açış konuşmaları, kitapta yer alan hukuk üzerine düşüncelerini yansıtan metinlerden bazılarıdır.
Eser, Kurtuluş Savaşı ve öncesi ile Cumhuriyet Döneminde Atatürk`ün yapmış olduğu konuşma, demeç, anı, sohbet ve görüşlerden derlenmiş, modern Türkiye Cumhuriyetinin felsefesi, genel anlamda demokrasi, insan hakları ve kısmen de kamu ve özel hukuk, özellikle haklar ve çeşitleri üzerinde Atatürk`ün görüşlerini farklı bir bakış açısıyla değerlendirebilmek için, herkes tarafından okunması gerekli bir başvuru kaynağıdır
<<1...100...200...215216217218219220221222223224225 226227228229230231232233234235...300...400...500...600...700...800...900...983>>