ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul

sohbet banner
tavla okey sohbet forumu
sohbet, okey, tavla, chat
21 Mayıs 2024, Salı 05:30   
kız arkadaş sohbet linki

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

  manolya41> Forum Mesajları
    manolya41'e ait Toplam 9827 Forum Mesajı var
<<1...100...200...300...375376377378379380381382383384385 386387388389390391392393394395...400...500...600...700...800...900...983>>


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Dünden Bugüne Kartpostallar>
  24.Şub.2009 Sal 18:21:13
fiogf49gjkf0d
 
Geçmişin izlerini bir fotoğraf karesinde saklayan kartpostallar, anıların en canlı tanıkları olarak karşımıza çıkıyor. Önce siyah beyaz basılan, ardından olanca renkleriyle raflarda yerini alan kartpostallar, yakın tarihe ışık tutması nedeniyle belgesel bir değer de taşıyor...



19. yüzyılın ortalarında Avrupa ve Amerika’da kullanılan ilk kartvizitler, bugünkü kartpostalların atası olarak biliniyor. Çoğunlukla arkadaş ziyaretlerinde ve özel günlerde kullanılan bu kartvizitin yaratıcısı Paris’li portre sanatçısı Andre Disderi’ydi. Zamanla İmparator III. Napolyon’nun kendi kartı için Disteri’ye poz vermesinin ardından kartvizitler, doğum günlerinde, yortularda yakın çevreye verilmeye başladı. Victoria Dönemi’nde ise kartvizit albümleri ortaya çıktı. Amerikan İç Savaşı sırasında büyük bir pazara dönüşen kartvizitlerin boyutları büyüyerek kartpostala döndü. Birdenbire benimsenen kartpostallar, büyük bir çılgınlıkla tüm dünyaya yayılmaya başladı.

Bayramların vazgeçilmeziydi...



Dünyayla birlikte Türkiye’de de yaygınlaşan kartpostallar, yıllarca
bayramların vazgeçilmez tebrik mesajlarını taşıdı. Batı geleneklerinin benimsenmesiyle, yılbaşı ve doğum günleri gibi kutlamalara da aracılık etmeye başlayan bu fotoğraflı kartlar, asker ocağından postalanan özlemlerin en tipik aynası oldu. Önceleri siyah beyaz basılan kartların ön yüzlerinde çeşitli tarih ve isimlere rastlanırken, teknoloji onları da değiştirdi; boyadı, renklendirdi, parlattı...
.................................................. .........

Eski kartpostallara rağbet çok



Bugün sayıları hızla artan koleksiyoncular son yıllarda kartpostallara da merak sardı. Özellikle siyah beyaz ve eski olanlar sıkça el değiştirmeye, sergilenmeye ve arşivlenmeye başlandı. Osmanlı kartpostalları, peşinden koşulan çeşitlerin başında yer alırken, piyasayı iki haftada bir yoklayan koleksiyonerlerin, her çıkan yeni karttan ikişer adet saklaması adet oldu.

Bunlar arasında turistik ülke örneklerini de biriktirerek, oldukça zengin bir arşiv oluşturanların sayısı hiç de az değil. Yakın geçmişe ışık tutan ve belgesel özellik taşıyan kartpostallar modaya uyup, sık sık çehre değiştirse de ülkeleri ve dönemin yaşamını yansıtması açısından önemli sayılıyor. Kartpostallar için düzenlenen müzayedeler ise koleksiyonerlerin başlıca ilgi odağı. Minyatürler, çini desenleri, halı motifleri, antik parçalar, hayvanlar, karlı noel manzaraları, reprodüksiyon kartları bu grubun en gözde ürünleri.

Kartpostal modasında nereden nereye



Türkiye’de en zengin kartpostal çeşitlerinin bulunduğu Keskin Color un sahibi, kartpostal piyasasının deneyimli ismi Reşit Keskin, kartpostallara duyulan ilginin her dönem değiştini hatırlatarak, renkli dünyanın modasını şöyle aktarıyor:

"Yılbaşında yakın dostlara atılan manzaralı kartlar hep ilk sırayı alıyor. Sevdiği sanatçının kartlarını duvara asan, masasında seyredenlerle, daha sanatsal çizgiler taşıyan
estetik kartları tercih edenlerin talepleri kartpostal piyasasını da kızıştırıyor..."



Reşit Keskin’e göre, bir dönemin en ilgi çeken örnekleri arasında yer alan futbolcu, asker ve çizgi roman kartpostalları artık satmaz olmuş. Nedeni ise, Rıdvan, Metin, Tanju gibi futbolcuları resmeden kartpostallar, takım kartları formalardaki reklam antlaşmaları yüzünden problem yaratıyormuş. Asker kartları ise kıyafetleri disiplinini tam yansıtmadığı gerekçesiyle piyasadan çekilmiş. Ninja Kaplumbağaları, Rambo ya da Samanta Fox gibi film ya da çizgi film kahramanlarıyla seksi kadın yıdızların fotoğraflarına ise ilgi kalmamış.

Şimdi artık şarkıcılar, çocuk espirileri, romantik mesajlar, bebekler, şiirli kartlar çok modaymış. Reşit Keskin, bu kartpostalların yalnızca Türkiye’de değil, yurt dışında da büyük ilgitopladığını ve dış ülkelerden yüksek sayılarda talep geldiğini söylüyor ve şöyle devam ediyor:



"Özellikle Türk Cumhuriyetleri, Yugoslavya, Fransa, Almanya, İngiltere gibi ülkeler Türk sanatçı kartpostallarına önemli miktarda sipariş veriyorlar. Satışları etkileyen faktörlerin başında sanatçının vizyondaki filmi, yeni çıkan kaseti, hit olmuş parçası, klibi, televizyon proğramı, diziler, festivaller neden olabiliyor.."

Bütün bunlara rağmen iç piyasada kartpostal satışında belirli bir oranda düşme görüldüğünü belirten kartpostal firmaları, bunun nedenlerini de "kartpostal piyasasındaki rekabetin artması, bayram gezileri ve internet dünyası" olarak sıralıyorlar. Bayram ve yeni yıl dönemlerinde bir çok ailenin tatile gidişiyle postalama alışkanlığından vazgeçtiği, internetin getirdiği yeniliklerden olan "wall paper" mesaj kartlarının kullanılması kartpostal geleneğinin kaybolmasına neden oluyor.

Turizmde kartpostallar

Dünyanın her yanında olduğu gibi, Türkiye’ye gelen turistlerin de ilk işi, bir kartpostal seçip, arkasına "ben burdaydım, burayı gördüm" dercesine iki satır karalamak ve onu postalamak oluyor.

Ülkemize gelen yabancı turistlerin en çok tercih ettikleri kartların başında Türk Bayrağı kartpostalı, altı minaresinin de göründüğü Sultanahmet Cami fotoğrafı geliyor. Bunları; turistik deve, çok fotoğraflı kartlar, gravürler takip
ediyor.

Reşit Keskin, bir yenilik olarak kartpostallardaki
fotoğrafları küçük el çantalarının üzerlerine bastıklarını ve bunun turistler tarafından ilgi gördüğü belirtiyor. Çantaların üzerindeki resimler, kartpostal dünyasına yepyeni bir boyut kazandırırken, küçük ebat ipek halı motifleri de yabancıların en çok satın aldığı ve ilgi gösterdiği turistik anı eşyalarının başında geliyor.

Şehir planlamacılarına düşen görevler

Her kartpostalın sınırlarımızı aşıp Türkiye’yi tanımayanlara ulaştığı düşünülürse, çekilen her fotoğrafın ülkeyi tanıtmak açısından yarattığı önem bir kez daha büyüyor. Kartpostala böyle yaklaşıldığında, turistik yöre ve tarihi eserlerin bulunduğu bölgelerdeki

çevre düzenlemesi de gündeme geliyor. Öncelikle bu bölgelerdeki ilan, pano, direk, havada asılı kablolar gibi görsel kirliliğe sebep olan detaylardan bir an önce kurtulmak geliyor. Örneğin, İstanbul’un Galata Kulesi veya Laleli Otelleri’nin çatıları gibi panaromik açılar sunan noktaların gözden geçirilmesi, ayrıca turistlerin en çok fotoğraf çektikleri tarihi eserlerin çevresinde düzensiz uzayarak görüş açısını, seyir ve çekim imkanını engelleyen ağaçların peysaj mimarları gözetiminde temizlenmesi gerekiyor. Tüm bunlar kuşkusuz, yalnızca kartpostal için değil, gelen her konuk için daha özenli seyir ve fotoğraf imkanı sunacak, ülkemizin doğru ve güzel görüntülerle sunulmasını sağlayacak.



manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Topkapı Sarayı nın Eser-i İstanbul Damgalı Porselenleri>
  24.Şub.2009 Sal 18:18:32
fiogf49gjkf0d

Topkapı Sarayı Müzesinde Env. No: 34/649 Porselen çaydanlıktaki "Eser-i İstanbul" damgası


T.S.M. Env. No: 34/649 Eser-i İstanbul Porselen Çaydanlık


T.S.M. Env. No: 34/643 Eser-i İstanbul Porselen Kupalar



Türklerde çini sanatı yüzyıllarca yaşatılmıştır. Türkler Anadolu ya gelmeden önce yapmış oldukları eserlerinde çini süslemeyi dekoratif unsur olarak kullanarak görkemli eserler vücuda getirmişlerdir. Bunu daha çok cami türbe ve kervansaray gibi mimari eserlerin hac kapılarında mihraplarında pencere pervazlarında yüzyıllarca kullanarak abidevi Türk sanatını ortaya koymuşlardır. 16. ve 17. yüzyıllarda çinide zirveye varıldığını görmekteyiz. Bu dönemde yapılmış olan günlük kullanım eşyaları tabaklar vazolar kâseler günümüzde antikacılarca aranan nadide parçalardır. Hatta günümüzde dahi aynı kalitede yapılamayan İznik çini eserlerinin zamanla kalitesinin düştüğü 18. yüzyılda ise tamamen gerilemeye başladığı görülür. Bu tarihlerden itibaren yeni bir takım arayışlarla porselen imalatı gündeme gelmiştir. 18. yüzyıldan itibaren Avrupa da porselen sanatının ileri teknolojisiyle zirveye yerleştiği kaliteli örneklerle kendini gösterdiği bir gerçektir. Avrupa porselen sanatındaki bu gelişim ve kaliteyle birlikte İstanbul da yapılan bazı küçük imalathanelerde porselen üretimine geçilmiştir. Bu üretimden verilen örneklerin en az Avrupa porselenleri ayarında ve kalitesinde olduğu elimizde var olan örneklerden anlaşılır. Bu yıllarda İstanbul da yapılmakta olan üretimin kaliteli ve Türk işi olduğunu göstermek iddiasıyla porselenlerin alt kısımlarında "eser-i İstanbul" damgası kullanılmıştır. Topkapı Sarayı nda bulunan porselenlerin saraya gelişi 1924 yılında saray müze olunca Asar-ı Atika Müzesi olan Müze-i Hümayun dan Topkapı Sarayı na taşınmasıyla olmuştur.

18. yüzyıl başlarından itibaren İstanbul un Galata Beykoz Eyüp ve Balat gibi semtlerinde küçük atölyelerde porselen imalatı yapıldığı bilinir. Bu imalatın sınırlı sayıda olduğu kalitesinin de yüksek olmadığı bu porselenlerin örneklerinden anlaşılır.

Bu imalattan tespit edilen bir tanesi arkasında "Alimzade Ömer Efendi" damgası bulunan porselen üretimidir.

Bütün bu küçük imalathaneleri bir araya getirip daha kaliteli porselen üretebilmek için Sultan Abdülmecid (1839-61) zamanında Beykoz da İncirli Köyü civarında Tophane Nazırı Fodosizade Ahmet Fethi Paşa tarafından 1845 lerde adı geçen porselen fabrikası kurulmuştur. Bu fabrika büyük boyutlu olmayıp atölye tarzındadır.



Ciddi manada ilk porselen fabrikası bu atölye olup burada üretilen porselenin hammaddesi olan kaolin Avrupa dan getirilirdi. Zaman içerisinde ithal edilen bu madenin pahalı olması nedeniyle İstanbul civarında araştırma yapıldığı bilinir. Hatta Felemenk Tarihinde de Ceneviz ve Felemenk tüccarların gizlice Eyüp civarında kalyonlarına çamur ve kil yükleyip porselen imalatında kullanılmak üzere götürdükleri yazılıdır. Zaman içerisinde de Haliç kıyılarındaki çamur ve kilin seramik ve porselen yapımında kullanıldığı bilinir.


Beykoz İncirli Köyü nde kurulan bu porselen atölyesinde üretilen porselenlerde "eser-i İstanbul" damgası yer alır. Bu damgayla birlikte İstanbul porselenleri ilk olarak yerli imalatın kaliteli örneklerini vermiştir.

Parçalarına göre eser-i İstanbul porselenleri 2 gruba ayrılır:
1- Mühür basılmış olanlar. Bunlara soğuk damga denir.
2- Boya ile yazılı olanlar. Bir kısmı altın yaldızla bir kısmı ise mavi veya kırmızı boya talik hatla yazılıdır.

Beykoz porselen fabrikasında yukarıda da belirttiğimiz gibi Avrupa Viyana ve Saksonya porselenleri örnek alınarak yapılmıştır. Bu fabrikanın yapımından önce Avrupa ya verilen siparişlerde doğu zevkine uygun örnekler verilmekle birlikte batı tarzında yapılan örnekler çoğunluktaydı.

Porselenin yanında fayans örneklerinin de verildiği elimizdeki eserlerden anlaşılır. Avrupa ayarında olan bu yerli porselenleri üzerinde damgası olmadığı takdirde Avrupa üretimi porselenden ayırt etmek imkânsızdır.

Fabrikanın küçük olmasıyla birlikte fırın ve ¤¤¤gâhlarında o nispette küçük boyutluydu. Küçük olan bu ¤¤¤gâhların Avrupa porselenlerinin tersine küçük ölçekle eserler üretilirdi.

30 yıl kadar çalışarak çok sayıda şaheser örnekler vermiş olan Beykoz porselen fabrikası o devirde Türklerin porselen sanatında ne kadar başarılı olduğunu göstermesi açısından önem taşır. Burada çalışan ustalar hakkında fazla bilgiye sahip değiliz.



T.S.M. Env. No: 34/657 Eser-i İstanbul Porselen Testi ve Kapaklı Sahan


T.S.M: Env. No: 34/645 Eser-i İstanbul Şekerlik







T.S.M. Env. No: 34/654 Eser-i İstanbul Porselen Sürahi




T.S.M. Env. No: Eser-i İstanbul Porselen Sürahiler




T.S.M. Env. No: 34/1838 Zemini Lacivert olan fayans kulplu testi.







T.S.M. Env. No: 34/648 Eser-i İstanbul Porselen Şekerlik


T.S.M. Env. No: 655 Kapaklı Sahanlar. Kapak tepelikleri incir şeklindedir.

Eserlerin bir kısmı düz beyaz renkte saç örgüsü şeklinde yapılmış bir kısmı ise çok renkli ve yaldızlı süslemelidir. Şekerlikler kupalar testiler sürahiler vazolar gibi örneklerine sahip olduğumuz Beykoz porselenlerinin kapak tutamakları Avrupa daki örneklerinde olduğu gibi çeşitli meyve (çilek incir erik) sebze (domates biber) veya çiçek (gül papatya) şeklindedir.

Bu imalathanede üretilen porselenlerin günlük kullanım ürünü değil de kaliteli ve göz alıcı dekoratif malzeme olduğu görülür. Pahalı olan bu üretimin lüks malzeme olmasıyla az sayıda yapıldığı dikkati çeker. Pahalı üretim ve devletin içinde bulunduğu ekonomik buhran bakımsızlık ve sipariş borçları ödenemediğinden bu imalathane 25-30 sene sonra kapanmıştır. 1845 yılında Fethi Paşa tarafından kurulan Beykoz Porselen Fabrikası bu konuda deneyimli ustaları bir araya toplamış özel olarak önemli ve iyi bir çalışmayla Türk zevkine uygun taklitten uzak adeta yeni özellikleri olan eserler meydana getirmektir.


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Atatürk Portreli Kol Saati 22 Bin YTL>
  24.Şub.2009 Sal 18:11:01
fiogf49gjkf0d
Dünyaca ünlü İsviçreli mücevher ve saat markası Chopard, Türk müşterilerine özel Atatürk portreli 24 ayar altından saat üretti. Erkekler için sınırlı sayıda üretilen kol saati 22 bin YTL den satışa sunuluyor.

Saat ve mücevher satılan, Adana daki mağazanın müdürü Tuncay Yaltır ın yaptığı açıklamaya göre, İngiltere kraliyet ailesi için ürettiği paha biçilmez saatlerle tanınan firma, Türk müşterileri için de özel tasarımda saatler hazırladı.


Bu kapsamda erkekler için özel üretilen sınırlı sayıdaki Atatürk portreli kol saati, bu yılın en fazla ilgi gören ürünü oldu. Kayışı deri olan ve cumhuriyet altını görünümündeki iç kısmı ile akrep ve yelkovanı 24 ayar altından oluşan Atatürk portreli saat, 22 bin YTL den satışa sunuluyor.

Mağaza müdürü Tuncay Yaltır, saat firmasının bu özel saati TC Darphanesi nden izin alarak sınırlı sayıda ürettiğini belirterek, “Saat, görenleri Atatürk portresinden dolayı hayran bırakıyor. İç kısmı tamamen altından oluşan bu saat, son ayların en fazla ilgi gören ürünü oldu” dedi.


Saati ortanın üzerinde gelire sahip kişilerin satın alabildiğini ifade eden Yaltır, “Ama satın alamasalar da saati vitrinde görüp dokunmak ve yakından görmek isteyenlerin sayısı oldukça fazla. Bu da bizi mutlu ediyor” diye konuştu.

AA


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Ne Zamandan Beri Kaşık ve Çatal Kullanıyoruz?>
  24.Şub.2009 Sal 18:08:58
fiogf49gjkf0d
Avrupada Rönesans başlangıcına, diğer bir deyişle insanların titizliğin ve temizliğin farkına varmalarına kadar, bütün bir tarih boyunca yemek yerken eller kullanıldı. Tabii bunun da bir adabı vardı. Yemek yerken kullanılan parmak sayısı o kişinin statüsünü gösteriyordu. Normal insanlar beş parmaklarını kullanırlarken asiller üç parmaklarını yüzük parmağı kesinlikle kullanılmadan kullanıyorlardı. Aslında Latince çatal anlamına gelen kelime, çiftçilerin hasadı havaya atıp savurmada kullandıkları dev çatalların isminden türemiştir. Bunların çok küçükleri Türkiyede Çatal Höyükde yapılan kazılarda bulunmuş ama ne işe yaradıkları, milattan 400 yıl öncesinde sofralarda yemek yemede kullanılıp kullanılmadıkları tam anlaşılamamıştır. Çatal konusunda kesin bilinen bir şey, ilk defa 11. yüzyılda Toskanada İtalyada ortaya çıktığıdır. İki uçlu olan bu çatallara insanlar Tanrının bahşettiği yiyecek yine Tanrının verdiği parmaklarla yenilebilir diye şiddetle karşı çıktılar. İnsanların yüzyıllar boyu süren, yemek yerken çatal kullanmaya karşı direnme gibi tavırların tarihte örneği azdır. 17. Yüzyıla kadar süren bu direnmenin bir başka cephesi daha vardı. Yiyeceği bıçakla tutup, ısırarak yemeye alışmış erkekler çatal kullanmayı kadınsı bir davranış olarak görüyorlardı. Bu arada Fransız ihtilalinin biraz öncesinde Fransada yavaş yavaş dört uçlu çatallar kullanılmaya başlandı. Zamanla çatal kullanmak lüks, asalet ve statü göstergesi oldu. Çatalla birlikte sofralarda her insan için ayrı tabak ve bardak kullanmak adeti de gelişti, toplumun tüm sınıflarına ve giderek dünyanın diğer yerlerine de yayıldı. Kaşığın kullanılmaya başlanması ise tarih kadar eskidir. İnsanlar, çatala karşı gösterdikleri direnci kaşığa göstermemişlerdir. Bu, şüphesiz sıvı bir şey içmek için eli kullanmanın iyi bir alternatif olmamasından kaynaklanmıştır. En eski zamanlara ait kazılarda bile, taş, kemik, ağaç veya madenden yapılmış kaşık veya benzeri şeylere rastlanmaktadır. Kaşıktaki en önemli gelişmeler sapının şeklinde olmuştur. Yemek yerken çatal niçin sol elde tutuluyor? Resmi yemeklerdeki en sıkıcı durumlardan biri de budur. Sağ ellerini kullanan insanlar için sol elle çatala hükmetmeye çalışmak sıkıntı verir. Hele etin yanında, aynı tabakta pilav da varsa, sol eldeki çatalla pirinç tanelerini düşürmeden ağza ulaştırmak gerçekten alışkanlık ister. Bereket çorba kaşığı için böyle bir kural yok da sıcak çorbayı üstümüze başımıza dökmeden içebiliyoruz. Çatal bıçak ile yeme adabımızı, kökeni saray ve asil sınıfına dayanan Avrupa kültüründen almışızdır. Her zaman rahat hareket etmeyi seven Amerikalılar ise bu görgü kuralına pek uymazlar. Eti sağ ellerindeki bıçakla kesip, ellerindeki çatal ile bıçağı takas ettikten sonra sağ ellerine aldıkları çatalla yerler. Yemekte eti kestikten sonra bıçağı masaya bırakarak çatalı soldan sağa alıp eti ağza götürmek, sonra çatalı sola, bıçağı tekrar sağ ele almak ve bu hareketi yemek boyunca tekrarlamak yemek yeme hızını düşürür. Yemeği yavaş yemek bazı toplumlarda yemeğe saygı ifadesi olarak görülürken, bazı toplumlarda ise bu davranış yemek adabı bakımından saygısızlık olarak karşılanır. Bir görüşe göre Amerikalıların çatalı tutuş şekillerinin ardında rahatlık değil alışkanlık yatıyor. 1700lü yılların ortalarına kadar Amerika çatalsız bir toplumdu. İnsanlar yemek yerken sadece bıçak ve kaşık kullanıyorlardı. Kaşık kesilen eti tutmaya yararken bıçak hem kesmeye hem de batırıp ağza götürmeye yarıyordu. Daha sonraları sofralardaki bıçakların uçları yuvarlaklaştı. Eti kestikten sonra kaşığı sağ ele alıp eti ağza götürmek alışkanlığı başladı. Çatal kullanılmaya başlanınca da aynı alışkanlık devam etti. Avrupalılar ise aradaki bu kaşık kademesini hiç yaşamadılar. Yemeği ağza götürmek bakımından doğrudan bıçaktan çatala geçtiler. Yemeğin temposunu düşürmek gibi bir görgü kuralları yoktu. Sağ elini kullanan bir insan için bıçağı sol elle ileri geri hareket ettirip eti kesmek zordu ama sol elle çatalı ete batırıp ağza götürmeye alışılabiliyordu. Asil sınıfının her zaman zorlayıcı ve göslerişe yönelik nezaket kuralları, çatal kullanımı halka yayılınca da devam etti. Avrupada ve oradan yayılan kültürlerde, yemek süresince çatalın sol, bıçağın sağ elde tutulması gelenek haline geldi. Avrupalılar çatalı ellerinde tutarlarken çatalın uçları yere bakar. Amerikalılar ise çatalı sağ elde uçları yukarı bakacak şekilde tutarlar. Yemeklen sonra tatlı yenilirken çatalın sağ elde olması ise hiçbir kültürde görgüsüzlük anlamına gelmiyor.


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Modelleri Uyutan Fotoğrafçı>
  24.Şub.2009 Sal 18:05:54
fiogf49gjkf0d
Fotoğrafçı Elene Usdin uyuyan modellerle yaptığı çalışmayla dikkatleri üzerine çekiyor.

















 














manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Film, Sinema, Dizi, Belgesel, Program >En Etkileyici Film Makyajları>
  24.Şub.2009 Sal 17:49:05
fiogf49gjkf0d
Bir çok sanat dalını bünyesinde barındıran bir disiplin sinema. Sadece kameranın önündeki yıldızlar değil kamera arkasındaki ustalar da kelimenin tam anlamıyla mucizeler yaratıyorlar. Makyajcılar da bu inanılmaz işlere imza atan gruptan. İşte onların saatler süren uğraşlarıyla gerçek göünümlerinden uzaklaşan bambaşka kimliklere bürünen yıldızlar ve işte etkileyici film makyajları.


Jim Carrey (Christmas Carroll)


Gael Garcia Bernal (Kötü Eğitim)


Benicio Del Toro (Kurt Adam)


Michelle Pfeiffer (Yıldız Tozu)


Tom Cruise (Trophic Thunder)


Emma Thompson (Nanny McPhee)


Eric Stoltz (Maske)



manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Öylesine muhabbet >Kıtlama Çay İçmenin Öyküsü>
  24.Şub.2009 Sal 17:40:13
fiogf49gjkf0d

Teşekkür Ederim



manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Al Gülüm e Yılın Basın Fotoğrafı Ödülü>
  24.Şub.2009 Sal 16:46:20
fiogf49gjkf0d
Anadolu Ajansı Foto Muhabiri Tolga Adanalı’nın 2008 Pekin Olimpiyatları’ndaki bayrak yarışında çektiği “Al Gülüm” isimli fotoğrafı “Yılın Basın Fotoğrafı” seçildi.



ANKARA - Türkiye Foto Muhabirleri Derneğince düzenlenen “Yılın Basın Fotoğrafları-2008” yarışmasının sonuçları açıklandı.

Dernekten yapılan açıklamaya göre, bu yıl 24’üncüsü gerçekleştirilen yarışmada, Atila Cangır, İbrahim Demirel, Bülent Hiçyılmaz, Can Karakaş, Ömer Tekdal, Mustafa Özer ve Uğur Tenekecioğlu’ndan oluşan seçici kurul, 22 Şubat’ta bir araya gelerek, 500’ü aşkın fotoğrafı değerlendirdi.

Anadolu Ajansı Foto Muhabiri Tolga Adanalı’nın 2008 Pekin Olimpiyatları’ndaki bayrak yarışında çektiği “Al Gülüm” isimli fotoğrafı “Yılın Basın Fotoğrafı” seçildi.

Adanalı, aynı fotoğrafla “Yılın Spor Fotoğrafı” dalında birinciliğe layık görülürken, “Buyurun Komşu” isimli fotoğrafıyla da “Yılın Siyaset Fotoğrafı” dalında birinciliği elde etti.

AA foto muhabirlerinin 6 dalda toplam 9 ödül aldığı bu yılki yarışmada, fotoğrafları ödüle layık görülen foto muhabirleri ve ödül aldığı kategoriler şöyle:

Yılın Basın Fotoğrafı
“Al Gülüm”-Tolga Adanalı (Anadolu Ajansı)

Yılın Haber Fotoğrafı
1- “Provokatör”-Okan Özer (Anadolu Ajansı)



2- “Sen Şehit Oğlusun”-Arif Akdoğan (Habertürk Gazetesi)





3- “Kara Ölüme Direnmek”-İlker Uyar (Yeni Asır)





Yılın Serbest Fotoğrafı
1- “Kar Sırası”-Yılmaz Kazandıoğlu (Anadolu Ajansı)
2- “Saygıda Kusur Yok”-Hasan Tüfekçi (Hürriyet)
3- “Sonsuzluğun Eşiğinde”-Onur Çoban (Zaman Gazetesi)

Yılın Siyaset Fotoğrafı
1- “Buyurun Komşu”-Tolga Adanalı (Anadolu Ajansı)
2- “Yalnız Kurt”-Alper Yurtsever (Takvim)
3- “T.C Başbakanlık”-Hasan Tüfekçi (Hürriyet)

Yılın Spor Fotoğrafı
1- “Al Gülüm”-Tolga Adanalı (Anadolu Ajansı)
2- “Kroşe”-Evrim Aydın (Anadolu Ajansı)
3- “Yerim Dar”-Veli Gürgah (Anadolu Ajansı)

Yılın Çevre Fotoğrafı
“Yandık”-Bekir Öner Şan (Sabah)

Yılın Foto Röportajı
“Bekar Odaları”-Kürşat Bayhan (Zaman)

Yılın Portre Fotoğrafı
“Siyaset”-Volkan Yıldırım (Hürriyet)

JTI Özel Ödülü
“Pitbull Vahşeti”-Leyla Yağmurlugil (Anadolu Ajansı)
“Tüpgaz Faciası”-Durmuş Ali Başkan (Anadolu Ajansı)

Rafet Hüner Özel Ödülü
“Kadın Her Yerde Kadındır”- Murat Öztek (Akşam)

Mustafa Pekcan Özel Ödülü
“Iska”-Bülent Kılıç (AFP)


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Öylesine muhabbet >Kıtlama Çay İçmenin Öyküsü>
  24.Şub.2009 Sal 16:31:13
fiogf49gjkf0d
fiogf49gjkf0d


Doğu Anadolu’da, çay içilirken genellikle şeker çaya karıştırılmıyor, kıtlama yapılıyor. Bunun çıkışı ise çok ilginç… Eskiden İran’da çaya tatlandırıcı olarak hurma ve üzüm katılıyordu.İngilizler İran’a şeker satmaya kalktıklarında bunu başaramadılar. Sonra İranlı Mollalarla irtibat kurdular. İngilizler Mollaların vereceği fetva karşılığında kazancın % 10′nu teklif ettiler…
Nitekim bir Cuma Namazı’nda (İran’da Cuma Namazları o bölgenin en büyük camisinde ve çok kalabalık olarak kılınıyor) Cuma Hutbesi’nde Mollalar şu vaazı verdi: “Siz Allah’ın nimeti olan hurma ve üzümü nasıl olur da çaya katarsınız! Bundan böyle çaya şeker katacaksınız!” Bu vaazdan sonra İranlılar çaya şeker katmaya başladılar.İşler yoluna girince İngilizler Mollalara verdiği % 10 payı satışların iyi gitmediği gerekçesiyle vermemeye başladı. Bunun üzerine Mollalar ikinci bir fetva verdi Cuma Hutbesi’nde: “Gâvur icadı şekeri çaya katmak caiz değildir!…” Bu fetva üzerine İranlılar evlerindeki şekerleri sokaklara döktü…
İngiliz firmaları bunun üzerine baktılar olacağı yok, Mollalarla yeniden masaya oturdu. Fakat Mollalar bu sefer % 20 pay istedi. İngilizler çaresiz kabul etti. Mollalar Cuma Hutbesi’nde bu sefer şöyle fetva verdi: “Biz size çaya şeker katmayın dedik ama sokaklara dökün de demedik, şekeri sokağa dökmeyeceksiniz, şekeri çaya batıracak ve böylece gâvur icadı şekere boy abdesti aldıracak ve öyle içeceksiniz!!”


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Film, Sinema, Dizi, Belgesel, Program >Çocuk Yıldızlar Neydi Ne Oldular?>
  24.Şub.2009 Sal 15:51:38
fiogf49gjkf0d


ÖMERCİK
Siyah- beyaz Yeşilçam filmlerinde kimi zaman sokaklarda yankesicilik yaptı, kimi zaman Filiz Akın ablasına elinde darbukasıyla eşlik eden bir çingene oldu. Bazen de Ediz Hun a "size baba diyebilir miyim amca" deyip mavi gözlerinden boncuk gibi yaşlar akıttı.




ÇOCUK YILDIZ YARIŞMASINDA İKİNCİ OLMUŞTU
Filmlerdeki değişmez rol arkadaşı ve gerçek hayattaki kuzeni Zeynep Değirmencioğlu nun (Ayşecik) babası senarist Hamdi Değirmencioğlu onu Ses dergisinin çocuk yıldız yarışmasına sokmasaydı belki de hayatı çok farklı bir şekilde ilerleyecekti. Yarışmada birinci değil ikinci oldu ama yine de Yeşilçam kapıları onun için ardına kadar açıldı.




YENİDEN DENEDİ AMA OLMADI
1959 doğumlu Ömercik ya da gerçek adıyla Ömer Dönmez, 4 yaşında kamera karşısına geçti. 60 lı ve 70 li yıllarda 40 a yakın filmde oynadı. Ama pek çok çocuk yıldızın kaderinden farklı olmadı onunki de. Büyüdükçe popülerliğini kaybetti. 17 yaşındayken geçirdiği talihsiz bir kaza nedeniyle de sol gözünü. Kısacası onun için "film bitti". Sonra bir süre büfecilik, taksicilik yaptı. Zeynep Değirmencioğlu nun emlak ofisinde çalıştı. Şimdi 50 li yaşlarına merdiven dayayan Ömercik, İkinci Bahar dizisinde bir kuruyemişçiyi canlandırdı. Artık, eski parlak günlerinin çok uzağında bir yaşam sürdürüyor.




SEZERCİK
Sezercik Aslan Parçası, Sezercik Yavrum Benim, Sezercik Küçük Mücahit gibi filmlerin kocaman gözlü, dağınık perçemli sevimli oyuncusu Sezer İnanoğlu babası yapımcı Berker İnanoğlu sayesinde sinemaya adım attı. Genellikle Kemaletin Tuğcu nun kahramanlarını anımsatan anne- baba sevgisinden uzak çocukları canlandırarak seyirciyi bal telinden vurdu.




KÜÇÜK MÜCAHİT İN DÖNÜM NOKTASI
Ama dönemin sinemaseverlerinin gönlünde 1974 Kıbrıs çıkarmasını konu alan Sezercik Küçük Mücahit filmindeki rolüyle taht kuran Sezercik in hayatı yetişkinliği döneminde çok farklı bir yola girdi. Bir kaç filmin yapımcılığını üstlendiyse de sinemada eski parlak günlerine bir türlü dönemedi.Eşinin intiharı ise onun hayatında farklı bir dönüm noktası oldu.




MASUM ÇOCUK KÖTÜ ADAMA DÖNÜŞTÜ
Sezer İnanoğlu ya da pek çok kişinin hafızalarındaki adıyla Sezercik daha sonra polisiye olaylarla gündeme geldi. Önce evinde uyuşturucu bulundu. Ardından polisle çatışmaya girdi. Evinde ve ofisinde aüeşli silahlar bulundu.Eski Türk filmlerinin o masum yüzlü çocuğu Hollywood aksiyonlarındaki kötü adama dönüştü.




YUMURCAK
Yeşilçam ın efsane yapımcılarından Türker İnanoğlu ile Türk sinemasının en zarif yıldızı Filiz AKın ın oğlu İlker İnanoğlu nun sinemadan uzak durması elbette beklenemezdi. O beyazperdede YUmurcak adıyla ünlendi. Tıpkı kuzeni Sezer İnanoğlu gibi masum yüzüyle 70 li yıllarda Türk sinemasının aranan çocuk yıldızlarında biri oldu.




SİNEMANIN DEĞİL MAGAZİNİN GÜNDEMİNDE
Bir dönem ABD ye gitti, orada evlendi.Türkiye ye döndükten sonra ise filmleriyle ya da sinemayla ilgili çalışmalarıyla değil Güzide Duran la ilişkisi ve Yeşim Salkım la evliliği gibi magazinel konularla gündemen geldi.




YEŞİLÇAM IN POLLYANNA SI
Ömercik in değişmez rol arkadaşı ve kuzeni. Babası senarist Hamdi Değirmencioğlu sayesinde henüz 2 yaşındayken Papatya adlı filmle sinemaya adım attı ve 20 yaşına gelinceye kadar da çok sayıda filmde rol aldı.




EMLAKÇI OLDU
Dönemin ünlü futbolcularında Serkan Acar ile evlenince sinemaya da veda etti. O pek çok çocuk yıldızdan daha şanslıydı. İyi bir evlilik yaptı sonra da bir emlak bürosu açtı. Yıldız olduğu günler ise artık çok gerilerde kaldı.




90 LARIN ÇOCUK YILDIZI

90 ların çocuk yıldızlarından biri. Ömer Kavur un Amansız Yol filmiyle sinemaya adım attı. Osman Seden in yönettiği Çalıkuşu dizisinde Aydan Şener ve Kenan Kalav ile birlikte kamera karşısına geçti. 1980 lerin sonunda Bulgaristan da Türklere yönelik baskıları konu alan Yeniden Doğmak taki rolü şöhretini pekiştirdi.




İYİ YÖNETMENLERLE ÇALIŞTI AMA...
Atıf Yılmaz ın Berdel filmindeki yorumuyla da dikkat çekti. Türk sinemasının kalbürüstü yönetmenleriyme çalışması da onun kariyerinde beklediği etkiyi yapmadı. Bir ara şarkıcılığı denedi ama albümü ilgi görmedi. Son olarak Mustafa Altıoklar ın yönettiği Beyza nın Kadınları nda bir ******yi canlandırdı. .




13 YAŞINDA VE FİLM BAŞINA 8 MİLYON DOLAR
1980li yılların en ünlü çocuk yıldızı Macaulay Culkin, Evde Tek Başına serisi ile şöhret oldu. Henüz 13 yayındayken film başına 8 milyon dolar alıyordu. Yani döneminin en ünlü oyuncularıyla yarışıyordu bu konuda.




ARTIK ADINI HATIRLAYAN YOK

1980 doğumlu Culkin, 17 yaşına geldiğinde kendisiyle yaşıt olan Rachel Miner ile evlendi. Ama bu evlilik sadece iki yıl sürdü. Hollywood da şimdi Culkin in adı pek duyulmuyor.




MİLYONLARI AĞLATTI

Ricky Schroeder henüz 9 Yaşındayken usta yönetmen Franco Zeffirelli nin imzasını taşıyan The Champ (Şampiyon) filmimde John Voight ın oğlu rolünü oynadı ve milyonlarca kişiyi gözyaşlarına boğdu. Daha sonra bir çok filmde ve TV dizisinde rol aldı ama o tek fimlik şöhretinin yanına bile yaklaşamadı. Şimdilerde 24 dizisinin yeni sezon bölümlerinde oynamaya hazırlanıyor.




ŞİMDİ BÖYLE OLDU
Ricky Schroeder bugünh 37 yaşında bir orta yaşlı.




ONU AŞK KURTARDI
Edward Furlong henüz 14 yaşındayken Terminatör 2 de Genç Connor rolüyle ünlendi. Herkes onun bu parlak çıkışı yine aynı şekilde sürdüreceğini düşünürken o uyuşturucu tutkusu yüzünden neredeyse her şeyini kaybedecek hale geldi. Neyse ki bu alışkanlığından kısa sürede kurtuldu. Şimdi Rachael Bella ile evi ve bir çocuğu var.




HENÜZ 30 YAŞINDA
Edward Furlong henüz 30 yaşında ve kariyerini toparlamak için hala şansı var.




E.T. ONU ŞÖHRETE ULAŞTIRDI
1975 doğumlu Drew Barrymore beyazperdenin harika çocuğu Steven Spielberg in E.T. adlı filminde oynadığında henüz 7 yaşındaydı. Sinemacı bir aileden gelen Barymore, bu filmle kimsenin beklemediği kadar büyük bir başarı elde etti.




13 YAŞINDA UYUŞTURUCU BAĞIMLISI OLDU
Ama bu ona pek de yaramadı 10 yaşında sigarala başladı, 13 yaşında da kokaine. Uzun tedavilerin gördü. Şimdilerde biraz daha toparlanmış gibi görünse de yine de E.T filmindeki başarısını tekrarlayacak bir mesleki başarı elde edemedi.




MAGAZİN GÜNDEMİNİN İLK SIRASINDA
Sinemacı bir annenin kızı olan Lindsay Lohan henüz 3 yaşındayken mankenlik yaparak kariyerine başladı. Daha 10 yaşına gelmeden 60 dan fazla reklam filminde oynadı. 1961 tarihli The Parent Trap ın yeniden çevrimi onun kariyeri için bir dönüm noktası oldu.




UYUŞTURUCUYLA MÜCADELE
Kızıl saçları, çilli yüzü ve kocaman mavi gözleriyle daha kısa bir süre önce çocuk filmlerinin vazgeçilmez yıldızı olan Lohan bugün 21 yaşında ve yarattığı skandallar ile gündemde. Çok iddialı olduğu I Know Who Killed Me adlı film de eleştirmenler tarafından yerden yere vuruldu. Yani o artık sinema dergilerinin değil magazin basınının gözdesi.

Kaynak: Hürriyet
<<1...100...200...300...375376377378379380381382383384385 386387388389390391392393394395...400...500...600...700...800...900...983>>