ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul

sohbet banner
tavla okey sohbet forumu
sohbet, okey, tavla, chat
4 Mayıs 2024, Cumartesi 18:37   
kız arkadaş sohbet linki

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

  manolya41> Forum Mesajları
    manolya41'e ait Toplam 9827 Forum Mesajı var
<<1...100...200...300...400...500...600...700...785786787788789790791792793794795 796797798799800801802803804805...900...983>>


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Ey Dünya Çekil Yolumdan!>
  25.May.2008 Pzr 19:36:11
fiogf49gjkf0d
Bütün cazibenle, haşmetinle, nefsime hoş gelen güzelliğinle karşıma geçmiş, beni kendine çağırıyorsun.
“Bana gel, bana bak, beni sev” diyorsun.
Halbuki, ben ruhlar âleminden yola çıkmış, senin bağrına inmiş, oradan da bir süre oyalandıktan sonra ebed tarafına doğru gidecek olan bir yolcuyum.
Sen ise, yolumun üzerindeki bir konaklama yerisin.
Bir misafirhanesin.
Ama insanları oyalamak için o kadar çok çeşitli ve çok güzel oyuncakların var ki, gafil kalpler bunların gerçek ve ebedi olduğunu düşünerek bütün sevgilerini seni sevmek için kullanıyorlar. Yolculuğun diğer etaplarını unutup, senin yanında ebedi kalacaklarmış gibi yaşıyorlar.
Sen de sahte bir sevgi ile onları bağrına basıyorsun...

Geçici güzelliklerinle insanlari kandırdığını bilen feraset sahibi insanlar sana “Yalan Dünya” demişler.
Geçici olduğun için de, “Fani Dünya” diyenler olmuş.
Gerçekten de sen de benim gibi fânisin.
Yaşın milyarlara varsa da, bir gün gelecek senin de ömrün tükenecek.
Seni ısıtan güneş tavanında nurlu bir kandil gibi parlayan ay ve etrafinda ışıldayan diğer yıldızlar ve güneşlerle birlikte birgün sen de yok olacaksın.
Yani de benim gibi fânisin.
Halbuki benim Üstâdim, “ faniyim, fani olani istemem” diyor.
Öyleyse, ben de seni istemiyorum.
Ben, bütün duygularımın ebediyen tatmin olacağı ebedi bir âleme yönelmişim.
Sahte sevgililerle beni oyalamaya, yolumdan eylemeye çalışma.
Ey dünya, çekil yolumdan

Ne insanlar geldi geçti üzerinden.
Firavunları bağrında barındırdın.
Senin haşmetli cazibene kapılarak kendilerini tek hâkim güç zannettiler.
Gökyüzüne merdiven dayayıp ilâhlik iddiasında bulundular.
Ama bir sineğe mağlup olarak göçüp gittiler.

Ne sultanlar geldi geçti üzerinden.
Kendilerini saltanatın cazibesine kaptırıp, misafir olduklarını unuttular.
Saltanatlarının ebediyyen devam edeceğini zannettiler.
Ama görüldü ki, ne sultanlar ölümsüz, ne de saltanatları edebî imis..

Askerlerinin çokluğuna, hazinelerinin zenginliğine, topraklarının genişliğine bakarak, “Acaba bu devlet yıkılır mı?” diye soranlar olduğu gibi “ bu dünya bir padisaha çok, iki padisaha az gelir” diyenler de oldu.
Ama onlar da sonunda bir mezarlık paylarına razı olup göçüp gittiler.
Geride türkülere ve ağıtlara yansıyan hüzünlü ezgiler bıraktılar.
Benim gibi bir âcizin ise, geride bırakacağı hiçbir şeyi bulunmuyor.
Aczimden başka sermayem yoktur.

Ey dünya, ömür sermayem, çok az, yapmam gereken lüzumlu işler ise pek çoktur.
Bana faydası olmayan, uzun yolculugumda işime yaramayacak olan ve bana ayakbağı olmaktan baska bir işe yaramayan meşguliyetlerle beni oyalama.

İşim acele, çekil yolumdan..


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Döner + Ayran = 2,5 YTL>
  25.May.2008 Pzr 19:34:02
fiogf49gjkf0d
Niye garsonun gösterdiği yere oturdum ki şimdi?
Bak gerilerde boş bir masa daha var.
Bu “cam kenarı” hassasiyeti de sürekli otobüsle seyahat etmemin, algılarımı çimdiklemesinden kaynaklansa gerek.
Of ne çok acıktım.
Zaten bu kadar acıkmasam, ne işim var burada değil mi?
Açım aç…
Şu an içimdeki tüm hislerin dibi tutmuş, beynim sağ ve sol lob diye yumurtaya öykünmüş, ruhumsa bir pilav gibi lapalaşmış.
İşte geliyor garson.

—Ne alırsınız efendim?

—Döner alayım, lakin iyi dönmüş olsun.

—Nasıl yani?

—Aman iyi pişmiş olsun diyecektim, af edersiniz.

—Peki efendim.

Çok acıkınca insanın dili de sürçüyor böyle.
Of şu cama da bir perde asmamışlar ki, yoldan geçen herkesle göz göze geliyor insan.
Acaba şu kaldırımdaki teyze, şu çocuk, şu delikanlı da benim gibi aç mıdır?
Yok, canım aç olsalar içeri girip bir şeyler yerlerdi değil mi?
Hem zaten şu yan masadaki genç kızlar gibi birazdan burnumu ketçapa daldırdım mı herkes hikâyemin dışında kalıverecek.
Zaten safer ayı diye sadaka vermiş, hayır hasenatta bulunmuşuz.
Cümle yoldan geçeni de doyuramayız ki kardeşim değil mi?
Açım ben aç...
Aç insan öyle çok fazla düşünmez, düşünmemeli.
Zira çoğu halkın aç bırakılma sebebi “düşünme”, “düşündükten sonra başkaldırma” dürtülerinin baltalanması için değil mi?

Döneri de camın kenarına mı koymuş bu adamlar?
Kokusu da tüm caddeye yayılmıştır şimdi.
Ah ah…
Aklıma anacığımın yemekleri geldi ve de çocukluğum.
Penceresinde küpeli çiçekleri olan beyaz badanalı bir evimiz vardı.
Annem saçlarımı tarayıp kafama kocaman bir kurdele kondurunca kendimi kremasından görünmeyen keklere benzetirdim.
Anacığım pek titizdi.
Beyaz yakalık, ütülü önlük, tertemiz mendillerle beni okula asılmaya hazır bir tabloya çevirirdi.
Lakin bu klasik tablo eve her dönüşte modern sanatın derin izlerini taşıyan Picasso resimlerine dönüşüverirdi.
Çünkü yakalığımı okulda unutur, üstüm başım leblebi tozuna bulanır, çoraplarım kirden görünmezdi.
En çok da işitme engelliler haber bültenini kaçırmayan bir çocuktum da ona gülerim.
Televizyonun sesini kapatır, kendimi duymuyor kabul eder ve spikerin hareketlerinden ne anlattığını anlamaya çalışırdım.
Milletin övdüğü “empati” yöntemini bakın ben daha çocukken yapıyormuşum.
Şimdide buraya oturmuş, dörtte biri yoksul olan halkımın gözü önünde yemek yemeye hazırlanıyorum.
Lokantanın camında bir gerdanlık gibi duran şu dönerde, göz hakkı kalmış çocuklar yokmuş gibi davranıyorum.
Yoksa kötü müyüm ben?
Yok, yozlaşmış diyelim.
Hem yoz hem de hala aç.

Oysa babamın dizinin dibinde, ödediğimiz her kuruş verginin bize yol, su, elektrik olarak dönmesini beklediğimiz yıllarda bu tür konularda ne kadar hassastık.

Gerçi o yıllarda da çoğumuz açtık, vatandaş demek bir nevi depozitolu şişe demekti ve de boş mideler birkaç tatlı söz ile takas edilirdi ama ruhları esir almaya kimsenin gücü yetmezdi.

Bay yanlış ile doğru Ahmet’i izleyip doğru yanlış ayrımı yaptığım yıllardı o yıllar. Bir de annemin doğru ve yanlışları vardı.
Misal dışarıya mandalina, salatalık gibi kokulu yiyeceklerle çıkmak yasaktı.
Yok, ille de dışarıda bir şey yenecekse bu ekmek olmalı ve mutlaka tüm arkadaşlara ısırtılmalı kalanı –ki kalırsa- öyle yenmeliydi.
Steril yaşayıp hijyenik büyümekten daha evlaydı, üzerinde “göz hakkı” olmayan bir ekmeği yemek.

Sonra komşular bahçede gözleme yaparlar, oradan geçen herkese ikram ederlerdi.
Yaşlısı genci tüm kadınlar bir açık oturumda hem fikir olmuş aydınlar gibi başlarını sallayıp “canı çeken olursa günah olur, ikram edilmezse bereketi kaçar, kimsenin gözü kalmasın, kul hakkının vebali büyüktür” mealli laflar ederlerdi.
O zamanlar pek anlamazdım.
Lakin lisedeyken ramazan ayında, yarım tostu midesine indiren Sinem’in karşısında yutkununca ve gözlerimi o tosttan ayıramayınca ve dahası içimde Sinem’i pataklama hissi doğunca anlayıvermiştim “göz hakkı”nın ne demek olduğunu.
Acaba şu karşıdan gelen lise talebesi de beni pataklamak istiyor mudur?

Of ne işim var benim burada?
Bunca hatıradan sonra şu cam kenarında dönüp duran dönerden daha pişkin ve daha dönek hissediyorum kendimi.
ALLAH bilir o dönerin üzerinde kaç çift göz takılı kalmıştır.

İştahım kaçtı.
Kaçmalı zaten.
Çocukluğumda refleks haline gelmiş bazı hasletlere bile ancak iki saat düşününce ulaşır oldum artık.
Baksana şu halime!
Nerede o okuduğum erdemler, diğerkâmlıklar.
Hatta geçenlerde okuduğum Alâeddin Bey’in koskoca beylik makamını, kendi hakkı olduğu halde kardeşi Osman Bey’e teslim etmiş olmasına nasıl da hayran kalmıştım.
Bu bey, bir kişiye sadece hak ettiğini değil kendi hakkı olanı da verebilmişti.

Her şey değişmişti sanki.
Kâbe desenli örtüler duvarlardan inmiş, ezan okuyan saatler eskiciye verilmiş, sofralar küçülüp ikramlar buharlaşmıştı.
Ve annelerimizin bir zamanlar omzumuza muska gibi tutturduğu “kul hakkı hassasiyeti” bir sokak simidinde, bir hamburgerin mayonezinde, gezinerek tüketilmiş bir çikolatada eriyip kaybolmuştu sanki…

Evet, o döneri yemeyeceğim, gitmeliyim şimdi.

—Hey abla, çok dönmüş aman çok pişmiş dönerin kalsın mı?

—Kalsın kardeş. Hakkınızı helal edin.

Oh rahatladım biraz.
Gerçi hala açsın Ayşegül ama olsun.
Açlığın hoşuna gitmediğine, nefsine ağır geldiğine bakma sen!
Aslında bütün yıkıcılığına rağmen açlıktan daha âli ve daha ahi bir muallim yoktur.
Yeter ki şuurundan nefsine intikal ettirmeyesin.

Ayşegül Genç


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Hiç , Yok tan İyi Midir?>
  25.May.2008 Pzr 19:22:41
fiogf49gjkf0d


Az Çok Yaşadı Çoğumuz Hiçliği de Yokluğu da ..

Peki Arkadaşlar Hiç , Yok tan İyimiydi ?

alıntı


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Hiç , Yok tan İyi Midir?>
  25.May.2008 Pzr 19:22:00
fiogf49gjkf0d


Ve Bana En Çok Hiç Yoktan İyidir Mi Sorusunu Sorduran ;


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Hiç , Yok tan İyi Midir?>
  25.May.2008 Pzr 19:21:34
fiogf49gjkf0d




manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Hiç , Yok tan İyi Midir?>
  25.May.2008 Pzr 19:20:59
fiogf49gjkf0d
Biraz HiçLik Biraz YokLuk ..




manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >Aşk ve Sevgi üstüne >Avuçlarımdan Umuda Uçan Kelebek>
  25.May.2008 Pzr 19:16:46
fiogf49gjkf0d
Avuçlarımdan umuda uçan kelebek..

Hiç ağlamadığımdan değil; çok akıttım gözyaşımı içime.
Hiç kaybetmediğimden değil birini.Çok yandım ciğerimden.Baktığım her yere, sevdiklerimin yüzünü kazıdı hasret.

Yıldızlarla doluydu gökyüzüm; kapkara bir boşluk bıraktılar kayanlar. Bir daha asla dolduramadım.

Gidene soramadığımdan, kalanın ıstırabı daha çok sandım.
Hiç ihanete uğramadığımdan da değil; yarası her zaman taze, birkaç hançerle dolaştım durdum sırtımda; hem öfkelendim, hem anlamsız geldi kızmak.

Herkesten farklı değildi başımdan gelip geçenler.
Herkes kadar ağladım, herkes kadar yandım.
Acısız olmuyordu ki hayat!
Ağlamaktaydı bereket, yağmurda ıslanmadan yeşermiyordu ki toprak!

Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne.
Mutlu bir çocuktum ben!
Kalabalık bir ailenin sevgisiyle büyümüştüm. Bir sürü arkadaş, bir sürü oyun..kuyruğuna tutunmuştum kırmızı bir uçurtmanın.
Hayat hep veriyordu, alacağı günleri hiç düşünmemiştim.

Sancılıydı ilk gençlik!
Şimdiki hüzünlerimle, o zamanları karşılaştırdığımda, çocukluk deyip geçiyorum.
Ah, nerdesiniz 17lik dertlerim!

On yedimde başlamıştı hayatla kavgam.
Artık sadece, tartışıyoruz.

Acıya alıştığımı söyleyemem hala; hele, nasır tuttuğunu kalbimin.
Unutmayı becerdiğimi de söyleyemem; asla unutamadım, kusurluydu hafızam; almayı biliyordu da silmeyi, asla!
İyi ki hatırlıyorum!

Yaşamımdan çıkanlara kızmıyorum; öğrettikleri her şey için minnettarım. Bir zamanlar, doyasıya güldüğümüz içindi uğurlarken akıttığım göz yaşlarım..Paylaştıklarımız kadar değerliydiler.
Paylaşamayacaklarımızın adıydı hasret!

İhanete de alışamadım elbette; ama, edenlere de eyvallah! Kir tutsa da kin tutmaz yüreğimiz. Az şey sayılmaz, utanmayı bilmeyenden öğrendiğim; sırf bu nedenle bile affedebilirim.
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne....
Şanslı biriyim ben!
Mükemmel bir anne-baba; harika kardeşlerimle; hem büyük, hem mutludur ailem!

Eski-yeni fark etmez; hem köklü, hem sınanmıştır dostluklarım!
Kolay yere gelmez sırtım; ne yaparsa yapsın, kolay vazgeçmem hayattan!

Kokladığım gülleri, teker teker solduracak biliyorum. Asla hazır olamayacağım acıya; ama, çekmeyi de öğrendim artık. Bütün duyularım açık, elimde suyum, yüreğimde umut, güllerimin yanındayım.

Az şey midir, biteceğini bildiğin bir hayatı son nefese kadar paylaşmaya hazır olmak.
Ve baş kaldırmak ölüme, sonsuza kadar, sevip hatırlayarak..

Zaman bir değirmen; keder girer, hüzün çıkar kapıdan..
Ben de toy girip, olgun çıktım içinden..
Bakmayın dertlenip içlenmeme; yağmur yağar, toprak kokarım; güneş açar, çiçek kokarım!

Avuçlarımdan umuda uçan kelebek..

Sadece, Güneşli günlerde kalem oynatmaz yürek!


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Küçük Şeylerden Mutlu Olmayı Öğrenelim>
  25.May.2008 Pzr 19:09:53
fiogf49gjkf0d

Küçük şeylerden mutlu olmayı Öğrenelim
Gelin yaşamımızı sadeleştirelim; küçük şeylerden mutlu olmayı öğrenelim

Hep birlikteyken de Tv’lere dönük mü oturuyorsunuz?

Birlikteyken yine de “ayrı ayrı” mısınız?

Bundan rahatsız olmuyor musunuz?

Gelin, yönümüzü “ailemize” çevirelim.

En son ne zaman ailece kitap okudunuz, oyun oynadınız veya ailece yarışma yaptınız. Ya da şöyle sorayım; en son ne zaman dolu oldu sohbet ile suratınızda tebessümlerle tatlı bir gece geçirdiniz.

Bu suallerime;

“Zamanını hatırlamıyorum bile!”

“Çok seyrek de olsa yaparız.”

“Böyle geceler yaşamak mı diyorsunuz, bizim evde geceleri kimse birbirini görmez bile!”

... Diye gelen cevapları duyar gibiyim. Mutlaka istisnalar vardır, yani gecelerini ailesiyle dolu dolu geçiren aileler mutlaka vardır. Fakat ne acıdır ki toplumumuzun geneli ailece oldukları bu güzel zaman dilimlerini birbirlerinden kopuk bir biçimde geçirmektedir.

Öyleyse bir de şöyle bir soru sorayım;

En son ne zaman ailece TV karşısına geçtiniz de, bütün gecenizi sohbet etmeksizin televizyona kilitlenerek geçirdiniz.

Ve maalesef ki bu soruya da “Daha dün.” diye cevap verenlerin sayısının çok olduğunu düşünüyorum. Hatta artık evlerdeki TV fazlalığından ailenin her üyesinin ayrı bir mekânda olduğunu görüyoruz. Yani televizyon seyrederken bile aileler birbirleri ile aynı mekânı paylaşmıyorlar.

Ailelerdeki genel sahne:

Anne baba bir odada dizi seyrediyor, bir çocuk diğer odada bilgisayar başında, bir diğeri müzik dinliyor veya bir başka iş ile uğraşıyor. Ve nice günler bu şekilde diyalogsuz ve paylaşımsız geçiyor. Ve bir süre sonra tek paylaşım konusu sorunlar veya harçlıklar oluveriyor. Kısacası çocuk ebeveyni ile zaman geçirmekten zevk alamamaya başlıyor

Ne dersiniz siz de bu durumdan rahatsız değil misiniz?

Ailece birlikte olmayı özlemediniz mi?

Öyleyse bu negatif gidişe bir dur diyelim. Ve hayatımızı SADELEŞTİRELİM.

Hayatımızı nasıl sadeleştirebilir ve ailemize zaman ayırabiliriz?

Öncelikle evde en fazla sizi meşgul eden ve pasifize eden teknoloji malzemelerini belirleyin.

Sonra ailenizle birlikte olabilmeyi arzu ettiğinizi ve bunun bir zorlama olmadığını sadece hepinizin buna ihtiyacı olduğunu ve geçirilecek zamanın çok keyifli olabileceğini izah etmek üzere bir toplantı yapın.

İşe, bu teknoloji malzemeleriyle geçirilen zamanın azaltılmasıyla başlayın.

Ailenize neler yapılabileceği konusunda fikirlerini sorun. Gelen fikirleri listeleştirin ve herkesin hoşlanacağı bir şekilde listede yazanları hayatınıza geçirin. Belki bazı günler kitap okuma saatleri organize edebilir, bazı günler oyun oynayabilirsiniz. Bu süreçten ailenizin zevk almasını sağlayın.

Bilgisayar ve TV karşısında boşa geçirilen saatlerinin fazlalığını fark etmelerini sağlayın.

Bir anda bütünüyle televizyonu veya bilgisayarı kaldırmaya çalışmayın. Başlangıçta azaltmaya çalışmak en sağlıklı olandır.

İlk etapta çocuklarınızı ikna edemeseniz bile televizyonu kontrol altına alma kararınızı siz eşinizle birlikte hayata geçirin.

Kararınız, katı ve baskıcı bir üslupla ailenize kabul ettirmeye çalışmayın.

Aslında zamanımız çok!

Hayatınızı yavaş yavaş sadeleştirmeye başladığınızda aslında çok hızlı, gürültülü ve yoğun yaşadığınızı fark edeceksiniz. Bu yaşam tarzı kısmen bile uygulansa hem sizi dinlendirecek ve performansınızı arttıracak, hem de kaybolmaya yüz tutmuş aile değerlerimizi canlandıracak. Başlangıçta değilse bile zamanla çocuklarınız da sizi model alacaktır.

Bu proje benzeri yaşam kararları daha önce yabancı ülkelerde uygulanmış ve çok istifade edilmiştir. Unutmayın, sade yaşamın en büyük katkılarından biri de küçük şeylerin artık aile üyelerini mutlu etmeye yetecek olmasıdır.

Şimdi sıra sizde. Ne kadar çok zamanınızın olduğunu fark edecek ve zamanla bu zamanların hem aile huzuru için ve hem de kişisel gelişimleriniz için kullanılabildiğini göreceksiniz. Aslında bunlar sadece ev içi programları için değil, ev dışında yapacağınız bir paylaşım süreci için de geçerlidir. Yani kimi zaman hafta sonu gezilerinizi gürültüden hareketten uzak, sohbete ve sadeliğe dönük geçirmenizi, ailece birbirinizi fark etmenizi sağlayacaktır. Her defasında bir alışveriş merkezine gitmek yerine zaman programınızı sadeleştirip belki sadece sakin bir koya ve kıra gitmek ve burada sade bir sandviç yemek gibi… Veya birbirinize aldığınız hediyeleri sadeleştirin. Minik hediyeler sizi mutlu etmeye yetsin.

HAYDİ HAYATINIZI BİRAZ SADELEŞTİRİN!


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Seneler Neler Öğretti>
  25.May.2008 Pzr 19:06:54
fiogf49gjkf0d
YAS 5
Anne ve babamin birbirlerine bagirmalarinin beni ne kadar korkuttugunu ögrendim.


YAS 7

Mesrubat icerken gulersem ictigimin burnumdan gelecegini ogrendim



YAS 12

Bir seyin degerini anlamanin en iyi yolunun bir sure ondan yoksun kalmak oldugunu ogrendim.


YAS 13

Annemle babamin elele tutusmalarinin ve opusmelerinin beni daima mutlu ettigini ogrendim.


YAS 15

Bazan hayvanlarin kalbimi insanlardan daha fazla isittigini ogrendim.


YAS 18

Ilk genclik yillarimin keder, saskinlik, istirap ve asktan ibaret oldugunu ogrendim


YAS 24

Askin kalbimi kirabilecegini ama buna deger oldugunu Ogrendim.


YAS 33

Bir arkadasi kaybetmenin en kestirme yolunun ona odunc para vermek oldugunu ogrendim.


YAS 36

Onemli olanin baskalarinin benim icin ne dusundukleri degil, benim kendi hakkimda ne dusundugum oldugunu ogrendim.


YAS 38

Esimin beni hala sevdigini, tabakta iki elma kaldiginda kucugunu almasindan anlayabilecegimi ogrendim.


YAS 41

Bir insanin kendine olan guveninin, basarisini buyuk oranda belirledigini ogrendim.


YAS 44

Annemin beni gormekten her seferinde sonsuz mutluluk duydugunu ogrendim..


YAS 46

Yalnizca minik bir kart gondererek bile birinin gonlunu aydinlatabilecegimi ogrendim.


YAS 49

Herhangi bir isi yaptigimdan daha iyi yapmaya calistigimda, o isin mükemmelliğe donustugunu ogrendim.


YAS 50

Sevgi, evde uretilmemisse, baska yerde ogrenmenin cok guc olabilecegini ogrendim.


YAS 53

Insanlarin bana, izin verdigim bicimde davrandiklarini ogrendim.


YAS 55

Kucuk kararlari aklimla, buyuk kararlari ise kalbimle almam gerektigini ogrendim.


YAS 64

Mutlulugun parfum gibi oldugunu, kendime bulastirmadan baskalarina veremeyecegimi ogrendim.



YAS70

Iyi kalpli ve sevecen olmanin, mukemmel olmaktan daha iyi oldugunu ogrendim.



YAS 82

Sancilar icinde kivransam bile baskalariina basagrisi Olmamam gerektigini ogrendim.


YAS 90

Kiminle evlenecegin kararinin hayatta verilen en onemli karar oldugunu ogrendim.



YAS 95

Ogrenmem gereken daha pek cok seyler oldugunu ogrendim...



manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >Aşk ve Sevgi üstüne >Hayata Dair Her Şey>
  25.May.2008 Pzr 19:03:18
fiogf49gjkf0d
<<1...100...200...300...400...500...600...700...785786787788789790791792793794795 796797798799800801802803804805...900...983>>