ChatCity sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç ve kendi radyo yayınını yap

Forum sayfaları sohbet arkadaş sitesi ile oyun tavla ve okey oyna, sohbet muhabbet ortamını keşfet. Oyun, okey tavla oyna, kulüp aç erkek kız arkadaş bul

sohbet banner
tavla okey sohbet forumu
sohbet, okey, tavla, chat
7 Mayıs 2024, Salı 21:52   
kız arkadaş sohbet linki

 

ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum Kurallarını mutlaka okuyunuz...

  manolya41> Forum Mesajları
    manolya41'e ait Toplam 9827 Forum Mesajı var
<<1...100...200...281282283284285286287288289290291 292293294295296297298299300301...400...500...600...700...800...900...983>>


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >Aşk ve Sevgi üstüne >Ateş, Küle Sözünü Sönerek Tutacak!>
  9.Eyl.2009 Çar 22:44:01
Sessizliğim ürkütür bazen. Tıpkı hiç susmayan hallerim gibi...

Bazı aşklar vardır kendine bedel ister. Ödedim!

Bazı aşklar vardır acıtır. Acıdım!

Yıllar geçer belki... Geçti!

Ömrümün en güzel yılları mı? Olsun!

Yaşanan her şey yaşandığına değer mutlaka. Değdi mi?

Bir şey öğretir o zaman değil mi en azından? Öğretti mi? Öğretti...

Büyüttü mü? Büyüttü...
Güçlüyüm ama! Tüm yarama rağmen...
Bazı aşklar vardır; yokluğa gebedir. Ne zamanı vardır, ne saati, ne günü, ne gecesi, ne uykusu, ne yemeği... Mahrumdur, azdır, zamansızdır... Kimyası budur. Olsun!

Zordur, keskindir, sivridir... Acısı da çoktur, duygusu da, ayrılığı da, hatası da...

Bazı aşklar vardır, kimsesiz bırakır insanı; dünyayla bir başına. Olsun! Acı da benden yana şimdi, aşk da benden yana... Yalnız kalmışlığım da, bırakılmışlığım da. Şimdi suçlu sayılmışlığım da bundandır ya, olsun!

Bazı aşklar varmış meğerse bir cümlelik savunmayı bile hak etmezmiş ya, olsun!
Güçlüyüm ama!
Severken yer gök benimmiş oysa. Bırakmazmış, gitmezmiş... Buna inanılır, bu bilinirmiş...

Hiç bir duygu tek taraflı yaşanmazmış ama. İki kişilik suçlarda tek kişi olmamalıymış göğüslemesi gereken sonuçları da. Tek başımayım ya, olsun! Herkes üstüme geliyor ya, gelsin. Yaşarken iki kişiden biri olan, ama şimdi tek başına bırakanın da canı sağolsun!

Diyorum ya şimdi “hiç acımıyor içim...” Diyorum ya, “unuttum...” Hani diyorum ya, “umurumda bile değil...” Diyorum ya hani “geldi geçti...” Diyorum ya "zaten önemli değildi..." Şu güçlü duruşum çok canım yandığından değil midir? Bundan değil midir savurduğum cümleler ve savrulduğum beraberinde. Bundan değil midir acımasız kelimeler seçmişliğim ve getirmişliğim yan yana... Kimse beni korumadığından mıdır kendimi korumaya çalışmam tehlikeli duruşlarda? Herkesin bir duruşu vardır ya bu hayatta, benimki de bu belki!

Olsun!

Aşk sebebiyle beni suçlayan, suçlasın. Aşka yasak koyan koysun. Arkamdan konuşan konuşsun. Hiç susmasın hatta. Ben bir daha konuşmamak üzere susuyorum şimdi, sonu çirkin biten bu hikayede, bütün korunmasızlığımla...
Çığlığım da aşktan sebep, gözyaşım da, isyanım da, suskunluğum da, bağırışım da... Aşkı yerden yere vuruşum da, böyle asi bakışım da...
Güçlüyüm ama! Tüm yarama rağmen...
Kırdıysam affet...

Ateş, küle sözünü sönerek tutacak!


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Hıdiv Kasrı>
  9.Eyl.2009 Çar 22:15:38

Hıdiv Kasrı, İstanbul`un Beykoz ilçesinde Çubuklu sırtlarında bir yapıdır. 1907 yılında Mısır`ın son hıdivi Abbas Hilmi Paşa tarafından İtalyan mimar Delfo Seminati`ye yaptırılmıştır. Dönemin mimari modasına uygun olarak art nouveau tarzındadır.

Hıdivlik makamı, Osmanlı İmparatorluğu`nun Mısır valilerine verdiği ünvandır. 19. yüzyılın sonlarında, genç yaştaki "Hıdiv Abbas Hilmi Paşa"`nın, Osmanlı Devleti`nden Mısır`daki İngiliz nüfuzunu kırabilmek için destek sağlayabilmek için uzun süreli İstanbul`da kalması gerekti. Bunun üzerine, 1903 yılında günümüzde kasrın bulunduğu yerde bulunan iki ahşap yalı satın aldı. Abbas Hilmi Paşa bir süre sonra yalılarının arkasındaki ağaçlık yamaçları ve üst düzlüğü kapsayan 270 dönümlük bahçeyi de aldı ve Delfo Seminati`ye o devrin mimari modasına uygun olarak art nouveau tarzındaki 1000 m2 alan üzerine yapılan yapıyı yaptırdı.

Uzun süre bakımsız kalan kasır, 1980`lerde Çelik Gülersoy tarafından restore edilmiş ve bir süre otel olarak da hizmet vermiştir. Şu anda lokanta ve sosyal tesis olarak kullanılmaktadır. Kasrın bir yüzündeki İstanbul `un en büyük gül bahçelerinden olan dış mekanı ve tarihi iç mekanında ayrıca düğün gibi organizasyonlar da düzenlenmektedir. Arkasındaki koruluk ve dik yürüyüş yolu ise spor ve yürüyüş yapanlarca değerlendirilir.

Kasrın mimari olarak, Osmanlı mimarisinin dışında, batılı tarzı (art nouveau) vardır. Ana girişin ortasında mermerden ihtişamlı ve anıtsal bir çeşme vardır. Tavanı çatıya varıncaya kadar yükselir ve vitrayla kaplıdır. İçinde çeşitli yerlerinde zarif çeşme ve havuzlar vardır. Bina plan olarak, salonlar arasındaki bağlantılar aracılığıyla havuzun etrafında bir daire çizmektedir. Bu daire sadece giriş holü tarafından kesilmektedir. Bu holdeki tarihi asansör dikkat çekici başka bir detaydır. Üst katta ise özel odalar bulunmaktadır.










manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Geyik Muhabbet >Komik Şeyler >Bir Kaza Bu Kadar mı Güzel Anlatılır? :))>
  9.Eyl.2009 Çar 22:06:15





























manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Farkındamısınız?Aramızda Gizli Kahramanlar Var>
  9.Eyl.2009 Çar 22:00:59
Aramızdaki Gizli Kahramanlar
Hayatımızın sıradan akışında hepimizin öyle ya da böyle başına birçok musibet gelir. Sağlıkla ilgili, ailesel, duygusal veya bazen maddi sorunlar yaşayabiliriz. Bunları yaşamamak mümkün değildir. Sorunsuz, problemsiz bir hayatın zaten anlamı olmaz. Bu sorunlarımız sırasında bize destek olan birileri vardır. Onlar fark edilmezler, anlaşılmazlar ama ne zaman sorunlarımız olsa koruyucu meleklerimiz gibi ortaya çıkarlar. Hiç tahmin etmediğiniz biri olabilir, çok samimi de olmayabilirsiniz, belki tanımıyorsunuzdur veya yeni tanışmışsınızdır. İşte bu kişiler aramızdaki gizli kahramanlardır.
Gizli kahramanlar derken Superman, Batman veya telekinetik vb. güçlere sahip insanlardan bahsetmiyorum aslında. Veya insan olmayıp insan gibi davranan paranormal varlıkları da kastetmiyorum. Onların süper güçleri yoktur. Ama mükemmel bir anlayış ve ufukları vardır. İnsanları sorgulamadan kabullenmeyi, onların dertlerine belki normalin üstünde empati yapmayı bilirler bu kişiler. Aslında onları çoğumuz fark etmeyiz. En sorunlu zamanlarımızda o kişilere anlatma ihtiyacı duyarız. Onlardan destek alır, öğüt alır onların yardımıyla ya da onların önerileriyle sorunlarımızı atlatır ya da sorunlarımızın üstüne giderek çözümler buluruz. Bazen bize öyle yardım ederler ki bunu hiç kimse fark etmez. Onlar arka planda çalışırlar genelde. Belki sizi yeni tanımışlardır veya hiç tanımıyor sadece sizin isminizi duymuşlardır. Ama her akşam dualarına sizleri de katarlar. Öyledirler ki bu dualar veya enerjileri ile kendilerini belli etmeden bazen ortamı dengeleyen, düzelten veya sizi kurtaran olurlar.
Onlar belki doğmadan belki kendi istekleri ile bu yolu seçmişlerdir. Kendilerini önemsemeden, hiçe sayarak, kendi BEN’lerinden vazgeçerek insanlara adamışlardır kendilerini. Her zaman başkalarını düşünürler, alttan alırlar, bilirler ki önemli olan kendileri değil başkalarıdır. İnsanlara destek olmaya çalışırlar, arkalarında dururlar, her insanı ne olursa olsun önemserler, insan ayırt etmemeye çalışırlar. İşte bu özellikleri onların ne kadar erdemli olduklarını gösterir.
Peki, bu gizli kahramanların hiç problemleri olmaz mı? Hep mutlu mudurlar da insanlara yardım ederler? Aslında hayır, hep mutlu değillerdir. En büyük sorunları genelde yalnızlıktır. Çünkü öyle bir yolu seçmişlerdir ki ya da bazen öyle bir seçim yapmışlardır ki yalnız kalmak zorunda kalmışlardır. Onlar bu sorunu bildikleri halde bu yolu seçmişlerdir. Sorunları, problemleri olur. Hem de bazen diğer insanlardan kat kat sorunları olur ama bunu kimseye danışmazlar genelde. Çünkü başkalarını rahatsız etmek ya da kendi sorunları ile sıkmak istemezler. Belki de kimsenin anlayamayacağını düşünürler, içlerine atarlar. Bu durum benzer kahramanı bulana kadar sürer. Ancak kendisini anlayabileceğini düşündükleri kişilerle dertleşirler, çözüm ararlar. Sevenleri olabilir ya da mutlu gözükebilirler ama içlerinde yalnız, kırık ve hüzünlüdür birçoğu. Bu sorunları, üzüntüleri bir başka insan yardım isteyene kadar devam eder. Yardım isteği geldiğinde veya ona bir şekilde ulaştığında, üzüntüsünü kenara atar ve yine o kişiye yardım için uğraşır. Vefalı insanlardır anlayacağınız…
Birçok kişi düşünüyordur “İyi de ben niye böyle birini göremiyorum etrafımda?” Dediğim gibi aslında pek fark edilmeyen kişilerdir. Etrafınızdaki en sorunsuz görünen, en destek veren, ya da en çok gülümseyip, neşeli olan veya en sessiz insan olabilir. Tam bir tanım yapılamaz tabi ki. Adı üstünde gizli kahramanlardır. Çünkü kendilerini bilinçli ya da bilinçsiz gizlerler. Ön planda destek olmayabilirler ama arka planda onlar vardır. Bazen olayların akışını değiştiren, sizi daha iyiye götüren onlardır ama bunları yapan başka birisi gibi gözükebilirler. Gülümseyip, ses çıkarmazlar bu gerçeği bile bile. Çünkü onlar önde olmayı istemezler, onların istekleri insanların mutluluğudur. Bu tür insanların bu amaçla geldiği düşünülebilir. Büyük ihtimalle insanlara yardım için gelmişler ve bu yolu seçmişlerdir.
Aslında etrafımızda bu gizli kahramanlar gibi olmasa da arada veya bir konuda gizli kahramanlık yapanlar vardır. Mesela anneler... Anneler aileleri için gizli kahramanlardır. Çok büyük sorunlar yaşarlar, dertleri vardır ama buna rağmen içlerine atıp yine aileleri için çaba sarfederler. Bazen en acılı olayları yaşarlar ama ailelerinin huzuru bozulmasın diye sineye çekerler. Anneler, bu yüzden yoğun bir şefkate sahiptir. Onları da fark edemeyiz, bazen haksız buluruz ama onların mutlaka bir bildikleri vardır. Onlar iyiliklerimizden başka bir şey düşünmedikleri gibi çekilen acıları da belli etmeden sineye çekerler. Boşu boşuna Cennet annelerin ayaklarının altında değildir. Çünkü onlar bunu fazlasıyla hak ederler.
Son olarak buradan gizli kahramanlara seslenmek istiyorum. Büyük ihtimalle bu yazıyı okurken hafifçe gülümseyen bir yığın gizli kahraman olduğunu tahmin ediyorum. Sizler bu yolu seçerken yalnızlığı da seçtiğinizi fark edebilirsiniz ya da bazen seçimleriniz genelin dışladığı, hoşnut kalmadığı ya da az kişinin anlayacağı şeyler olabilir. Siz, destek verirken gözü yaşlı kaldığınızda etrafınızda size destek veren birinin kalmadığını düşünebilirsiniz. Ya da sizin insanlara yardım etmenize rağmen size arkadan ihanet edilebilir veya yardım ettikleriniz sizin değerinizi bilmeyip sizi kırabilir. Sakın kötü ve olumsuz düşünmeyin. Bu seçimi yaparken, bu yolu seçerken bu acıları da seçtiniz. Büyük bir erdem gösterip hayatınızı buna adadanız. Fark edilmeden arka planda kalarak insanlığı iyiye götürmek için donandınız. Ne büyük erdemdir sizin yaptıklarınız. Ödülleriniz belki bu dünyada değil ama mutlaka verilecektir. Belki bu dünyada yalnız olmak veya acılarla boğuşmak zorunda kalacaksınız. Ama hiçbir zaman yalnız değilsiniz bunu unutmayın. Her zaman sizin farkınızda olan size destek veren insanlar vardır, olacaktır. Sizin seçiminiz ve yüklendiğiniz sorumluluklar yeni çağa girerken daha ağırdır ama mutlaka manevi anlamda size mutluluk ve huzur gelecektir. Ne yüce bir yoldur aslında seçtiğiniz yol. Sevgiyle kalın, huzurla kalın ve mutlulukla kalın gizli kahramanlar…
YAZAR HAKKINDA BİLGİ

Efe Elmas, 15 Mayıs 1989, İzmir doğumlu. İzmir, Bornova Anadolu lisesi mezunu. Manisa`da Celal Bayar Üniversitesi’nde Gıda Mühendisliği eğitimi görüyor. Tasavvuf, Metafizik ve gizemli konularla ilgileniyor, araştırmalar yapıyor.


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Mühim Mevzular >Politika, Tarih >Ordular ilk hedefiniz Akdeniz`dir. İleri!>
  9.Eyl.2009 Çar 21:54:32
9 EYLÜL 1922 İZMİR`İN KURTULUŞU
Birinci Dünya Savaşı sonunda, İtilâf Devletleri, Osmanlı Devleti ile 30 Ekim 1918`de Mondros Ateşkes Antlaşması`nı imzaladılar ve bu anlaşmaya dayanarak Anadolu`yu işgale başladılar. Türk milleti işgal hareketleri karşısında vatanını kurtarmak için 1919 yılında yer yer direniş hareketlerini başlattı. Bu hareketler, 19 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a ayak basmasıyla kısa sürede merkezi bir nitelik kazandı.

Bu süreçte arka arkaya kazanılan Birinci İnönü, İkinci İnönü, Aslıhanlar-Dumlupınar ve Sakarya Meydan Muharebeleri ile yurdun kurtarılması yolunda önemli adımlar atıldı. 26 Ağustos 1922 sabahı dikkat ve titizlikle hazırlanan taarruz planı uygulamaya konuldu. 26-30 Ağustos 1922’de yapılan Büyük Taarruz, Türk İstiklâl Harbi’nin son safhasıdır. 30 Ağustos “Başkomutan Meydan Muharebesi” nde bir gün içinde Yunan ordusunun en önemli bölümü etkisiz hale getirildi. Böylece kesin sonuç beş gün içinde elde edilmiş ve hazırlanan plan tam bir başarıyla uygulanmış oldu.


Büyük Taarruz Panoraması

31 Ağustos günü Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi (ÇAKMAK), Batı Cephesi Komutanı İsmet (İNÖNÜ) ordu komutanları Yakup Şevki (SUBAŞI) ve Nurettin Paşa’ları karargahını kurduğu Çalköy’ünde toplayarak, kaçabilen Yunan kuvvetlerinin hızla takip edilmesini ve İzmir ile dolaylarındaki kuvvetleriyle birleşmemesi için üç koldan Ege’ye doğru ilerlenmesini doğru bulduğunu belirtti.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa "Sakarya" İsimli Atıyla

1 Eylül’de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ordulara bir bildiri yayımlayarak şu tarihi emrini verdi: “Bütün arkadaşlarımın Anadolu`da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü, yiğitlik ve yurtseverlik kaynaklarını yarışırcasına esirgemeden vermeye devam eylemesini isterim. Ordular ilk hedefiniz Akdeniz`dir. İleri!”. Böylece düşmanın akıbeti de belirlenmiş oldu. Çalköy’de verilen bu tarihi emir üzerine İzmir’de “Akdeniz”i, Mudanya’da “Marmara” yı görmek için 8-9 günlük bir zaman kâfi gelecekti.
31 Ağustos’ta başlayan amansız takip sonunda Türk kuvvetleri 2 Eylül’de yıkıntılar haline gelmiş Uşak’a girdi. Burada Yunan Ordusu Başkomutanı General Trikopis tutsak edildi.
Takip Harekâtı insan üstü bir hızla ilerledi. Türk askeri dinlenmek ve uyumak istemiyordu. Çünkü kurtardığı her kasabanın, köyün, şehrin Yunanlılar tarafından yakıldığını, bölgedeki Türklerin de acımasızca katledildiğini görmekteydi.
9 Eylül günü 1 nci Kolordu Kemalpaşa’ya, 2 nci Kolordu Manisa’ya, 4 ncü Kolordu Turgutlu’ya ulaştı. Kuzeyde Kazancıbayırı’nda Yunan mevzilerine taarruz eden 3 ncü Kolordumuz düşmanı atarak Bursa’ya ilerledi. Türk süvarileri üç yılı aşkın süredir yas çeken İzmir halkının sevinç göz yaşları arasında İzmir’e girdi.

Türk Süvari Birliklerinin İzmir’e Girişi

Süvarilerimiz, İzmir’e girerken birkaç yerde hafif ateşle karşılaşmaktan başka bir olay olmadı, Kordonboyu’ndan geçerken bir İngiliz müfrezesi tarafından selamlandı. Türk bayrağı Hükümet Konağına ve Kadifekale’ye çekildi.


9 Eylül 1922 Günü İzmir Vilayet Konağı Balkonundaki Direğe Türk Bayrağı’nın Çekilişi

Birinci Süvari Tümeni Komutanı Mürsel Paşa bir Fransız harp gemisi telsizi vasıtasıyla, İzmir’e girildiğini Ankara’ya bildirdi. İzmir’de Türk halkının sevinci o denli büyüktü ki askerlerimiz çiçek yağmuru altında kaldı.
Başkomutan İzmir’in alınışı dolayısıyla ordulara şu tarihi mesajını yayınladı:
“İlk verdiğim Akdeniz hedefine varmakta orduların gösterdiği gayret ve fedakarlığı hürmet ve takdirle anarım. Elde edilen büyük muzafferiyetin yapıcısı olan kıymetli arkadaşlarıma en içten teşekkür ve tebriklerimi bildiririm. Orduların bundan sonra verilecek hedeflerin alınmasında da aynı fedakârlık yarışmasını göstereceklerine inancım tamdır”.
9 Eylül günü 3 ncü Kolordumuz Bursa’yı savunan Yunan birliklerini geri atarak şehri kurtardı. Türk Ordusu’nun İzmir ve Bursa’yı alması üzerine Mustafa Kemal Paşa, millete bir beyanname yayınladı. Torbalı ve Menderes Vadisi’nden çekilen Yunan birlikleri, Seydiköy civarında kısa bir çarpışmadan sonra süvarilerimiz tarafından esir alındı. 9 Eylül günü; Menemen yakılmadan kurtarıldı, Seydiköy Türk kuvvetlerinin eline geçti. Akıl almaz bir hızla ilerleyen piyade birlikleri de bir gün sonra Başkomutan ile birlikte İzmir’e gelmişti.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanında

Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Yaveri Salih Bozok ile birlikte
İzmir’e geliyor. (10 Eylül 1922)
18 Eylül 1922 tarihine kadar yapılan Takip Harekâtı ile bütün Batı Anadolu’daki Yunan askerleri sınırlarımız dışına çıkarıldı.
15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkıp, Anadolu’nun hemen yarısını istila ederek, burada Yunan Asya İmparatorluğu’nu kurmak rüyasıyla üç seneyi aşkın bir süre içinde anayurdumuza saldıran düşman orduları, nihayet 18 Eylül 1922 gününde tek bir er kalmamak suretiyle vatanımızın bu bölgesinden tamamen temizlenmiş oldu.

Mağlup Yunan kuvvetlerinden İzmir’e dönebilen 12.000 kişilik grup,

savaş gemilerine bindirilerek Yunanistan’a gönderilmiştir.
Takip harekâtının başarı ile sonuçlanması yalnız Batı Anadolu’yu Yunanlılardan temizlemekten ibaret değildir. Türk ordusunun yaptığı bu harekât ile, İzmit bölgesinden İstanbul Boğazı’na, Balıkesir bölgesinden Çanakkale Boğazı’na kadar hayati önem taşıyan diğer stratejik hedefler de büyük bir ustalıkla İtilaf Devletleri’nin işgalinden, olaysız olarak ve barış yoluyla kurtarıldı.

9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in kurtuluşu sırasında şehit düşenlerin anısına

İzmir-Konak’ta yaptırılan İstiklâl Şehitliği
Takip Harekâtı; Türk ordusunun kahramanlığı yanında askeri ve siyasi alanda gösterdiği yüksek sevk ve idare ile birlikte kudret ve kabiliyetini de ispat eden büyük bir eserdir.
Türk Ordusunun kazandığı bu zafer, Mudanya Ateşkes Antlaşması’na giden süreci başlattı. Türkiye, Mudanya Ateşkes Antlaşması’ndan sonra 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması’nı imzaladı. Böylece Türk milleti, varlığını bütün dünyaya kabul ettirmiş, Türk devleti de tam bağımsızlığını kazanmış oldu.


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Kertenkele>
  9.Eyl.2009 Çar 17:33:44
DUVARDA ÇİVİLİ KERTENKELE

Japon mimarlarından biri evini baştan aşağı yeniliyordu. Tamirat esnasında söktüğü kapılardan birinin duvarla irtibatlı bölümünde, iç kısmında, iki tahta arsında sıkışıp kalmış bir kertenkele buldu. Biraz daha dikkatle bakınca kertenkelenin canlı olduğunu fark etti.
Onu oradan kurtarmaya çalışırken bu kez kertenkelenin bir ayağından duvara çivilenmiş olduğunu gördü.
On yıl önce yapılan eve kapısı takılırken dışarıdan çakılan bir çivi, o an kapıyla duvar arasında bulunan kertenkelenin ayağına isabet etmiş olmalı diye düşündü Japon mimar.
Peki nasıl olmuştu da bu kertenkele, bir santim boyu bile kıpırdayamadığı bu karanlık duvar boşluğunda on yıldır canlı kalmayı başarmıştı?
Mimar, tamirat işlerini bir kenara bırakarak kertenkeleyi izleme ye başlı. Bu kertenkelenin sadece havayla beslenmediğine göre, bunca yıl yaşamını nasıl sürdürebildiğini merak ediyordu.
Bir süre sonra duvar boşluğunda bir hareket oldu. Japon mimar, nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkelenin geldiğini gördü. Gelen kertenkele, yerinden kıpırdayamayacak halde olana ağzında yiyecek taşıyordu.
Bu kertenkele diğerinin belki annesiydi, belki eşi, belki de arkadaşı Kim bilir? Ama bilinene bir şey var ki aralarındaki güçlü sevgi, birinin bıkıp usanmadan diğerini hayatta tutabilmek için ona yiyecek taşımsına neden olmuştu.


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Mevlana`nın Sözleri>
  9.Eyl.2009 Çar 17:26:26


Mevlana`nın söylediği ve günümüze kadar insanlığa ışık tutan sözlerinden bazıları:

· Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi
ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
· Şu dünyada yüzlerce ahmak, etek dolusu altın verir de, şeytandan dert satın alır.
. Vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına ne mazaretin devası ne ilacın şifası deva getirmiş..
. Aşk altın değildir, saklanmaz. Aşıkın bütün sırları meydandadır..
. Yeşillerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıllardan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir..
· Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.
. Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide: Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki..
· Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı hiç?
· İsa`nın eşeğinden şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.
· Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.
· Ehil olmayanlara sabretmek ehil olanları parlatır.
· Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir,helvadır.
· Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?
· Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır.
· Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.
· Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner?
· Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar
· Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir.
· O beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile. İçindekine bakarsan padişahsın, kabına bakarsan yolu yitirdin.
· Genişlik, sabırdan doğar.
· Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.
· Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur. Kıskançlık ateşten meydana gelir.
· Dünya tuzaktır. Yemi de istek. İstek tuzaklarından kaçının.
· Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok.
· Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.
· Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi. Sonunda sana da dikişsiz elbiseyi giydirecekler.
· Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder.
· Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.
· Oruç tutmak güçtür, çetindir ama Allah`ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir.
· Ayın, geceye sabretmesi, onu apaydın eder. Gülün, dikene sabretmesi, güle güzel bir koku verir. Arslanın, sabredip pislik içinde beklemesi, onu deve yavrusu ile doyurur.
· Zahidin kıblesi, lütuf, kerem sahibi Allah`tır. Tamahkarın kıblesi ise altın torbası.
. Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur..
· Sarhoş, cinayeti yapar da sonra "özrüm vardı, kendimde değildim"der. Kendinde olmayış,kendiliğinden gelmedi sana,onu sen çağırdın.
· İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır.
· Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz. Suyu başına döksen, başı kırılmaz. Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan, toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.
· Yoldaki bir tepecik seni bunaltmış,oysa önünde yüzlerce dağ var
· Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.
· Adalet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak,başka yere koymak.
· Hiçbir kafire hor gözle bakmayın. Müslüman olarak ölmesi umulur çünkü.
· Şu deredeki su,kaç kere değişti,yıldızların akisleri hep yerinde.
· Yol kesenler olmadıkça ,lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça,sabırlılar ,gerçek erler,yoksulları doyuranlar nasıl belirir,anlaşılır?
· Oyun ,görünüşte akla uymaz ama çocuk oyunla akıllanır.
· Anlayış,edep şehirlilerdedir. Ziyafet,garip konaklamak da köylülerde.
· Resimler ister haberleri olsun,ister olmasın,hepsi de ressamın elindedir,o elden çıkar.
· Alışsan güvercin sallanan kamıştan kaçar mı hiç?O kamıştan göklere uçan yere alışmamış olan güvercin ürker,kaçar.
· Mal, sadakalar vermekle hiç eksilmez. Hayırlarda bulunmak,malı yitmekten korur.
· Çalınmış kumaş,devamlı kalmaz insanda. Hırsızı da darağacına götürür.
· Ağlayışın,feryat edişin bir sesi,sureti vardır. Zararınsa sureti yoktur. Zararda insan elini dişler ama zararın eli yoktur.
· Her korkuda binlerce eminlik vardır,göz karasında onca aydınlık mevcut.
· Verdiğini geri alan kişi, ***** gibi kusmuğunu yemiş olur.
· Şarap kadehtedir ama kadehten meydana gelmemiştir ki. Ağzını,şarabı verene aç.
· Ekme günü gizlemek toprağa tohumu saçmak günüdür. Devşirme günüyse tohumun bittiği gündür,karşılığını bulma günüdür.
· Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.
· Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?
· Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?
· Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler
· Çayırlıktan, çimenlikten esip gelen yel, külhandan gelen yelden ayırt edilir.
· Dünya malı, bedene tapanlara helaldir.
· Gerçek kokusuyla, ahmağı kandıran yalan sözün kokusu, miskle sarımsak kokusu gibi, söz söyleyenin soluğundan anlaşılır.
· Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.
· Ahlaksızların bağırışıyla, yürekli yiğitlerin naraları, tilkiyle arslanın sesi gibi meydandadır.
· Kötü nefis, yırtıcı kuştur.
· Hırsın yemdir, cehennemse tuzak.
· Doğan, avdan av getirir, fakat kendi kanadıyla uçar da avlanır. Padişah da bu yüzden onu keklikle, çil kuşuyla besler.
· Dil, tencerenin kapağına benzer. Kıpırdadı da kokusu duyuldu mu ne pişiyor anlarsın.
· Yemekle dolu karın, şeytanın pazarıdır.
· Sözle anlatılan şey, yalan bile olsa, kokusu, gerçek olduğunu da haber verir, yalan olduğunu da.
· Canım bedenimde oldukça, kulum, köleyim, seçilmiş Muhammet`in yolunun toprağıyım. Birisi sözlerimden bundan başka söz naklederse, o kişiden de bezmişim ben, o sözden de.
· Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir. Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir. Sevgiden, padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir.
· Mumundur karanlık veren sana. Anlatırdım bunu ama, gönlünün beli kırılıverir. Gönül şişesini kırarsan artık, yaşamak fayda vermez.
· Rüşvet alan para pul padişahı değiliz. Paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız biz.
· Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.
· İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir. Görememek ayıbı, göstermemek kusuru, uğursuz nefsin parmağına ait işte.
· İnsan, gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak dostu görene denir.
· A kardeş, keskin kılıcın üzerine atılmadasın, tövbe ve kulluk kalkanını almadan gitme.
· Bir gömlek derdine düşeceksin ama belki o gömlek kefen olacaktır sana.
· Dün geçti gitti. Dün gibi, dünün sözü de geçti. Bugün yepyeni bir söz söylemek gerek.
· Saman çöpü gibi her yelden titrersin. Dağ bile olsan, bir saman çöpüne değmezsin.
· O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.
· Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra
· Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor, gama binlerce defa aferin.
· Nefsin, üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça, ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?
· Ağzını kapa ve altın dolu avucunu aç. Ceset cimriliğini bırak da cömertliği seç.
· İnanmışsan, tatlı bir hale gelmişsen, ölüm de inanmıştır, tatlılaşmıştır. Kafirsen, acılaşmışsan, ölüm de kafirleşir, acılaşır sana.
· Doğruluk, Musa`nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazların sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca, bütün eğrilikleri yutar.
· Bir kötülük yaptıktan sonra pişmanlık hissetmek Allah`ın inayet ve muhabbetine mazhar olmanın delilidir.
· Sıkıntı ve huzursuzluk mutlaka bir günahın cezası, huzur ise bir ibadetin karşılığıdır.
· Üzerinde pek çok meyveler bulunan bir dalı, meyvalar aşağı doğru çeker. Meyvasız bir dalın ucu ise, servi ağacı gibi havada olur.
· Topluluk bizim yanımıza geliyor. Susacak olsak, incinirler. Bir şey söyleyecek olsak, onlara göre söylemek lazım geldiğinden o zaman da biz inciniriz
· Ümit, güvenlik yolunun başıdır.
· Kuş seslerini öğrenen kimse, kuş olmadığı gibi aynı zamanda kuşların düşmanı ve avcısıdır.
· Dert, insana yol gösterir.
· İman, namazdan daha iyidir. Çünkü namaz beş vakitte, iman ise her zaman farzdır.
· İki canlı kuşu birbirine bağlasan, dört kanatlı oldukları halde uçamazlar, çünkü ikilik mevcuttur.
· Sokak köpeğine ister altın, ister yünden tasma tak, yine sokak köpeği olmaktan kurtulamaz.
· Cübbe ve sarık ile alimlik olmaz. Alimlik, insanın zatında bulunan bir hünerdir.
· Değil mi ki gönül mutfağında yemekler tabak tabak, peki ne diye aşağılık kişilerin mutfağına kase tutacakmışım?
· Hangi tohum yere ekildi de bitmedi, ne diye insan tohumunda böyle bir şüpheye düşüyorsun?
· Testi taştan korkar ama o taş çeşme oldu mu, testiler her an ona gelmeye can atar.
· Sus artık yeter! Sır perdelerini pek o kadar yırtma. Çünkü bize, kırıkları sarıp onarmak,
sırları örtmek yaraşır.
· Altın aramıyorum, altın olmaya yeteneği olan bakır nerede?
· Varlık peteğini ören arıdır. Arıyı vücuda getiren mum ve petek değildir. Arı biziz. Şekil sadece bizim imal ettiğimiz mumdur
· Dünya köpüktür. Tanrı sıfatlarıysa denize benzer. Fakat şu cihan köpüğü, denizin arılığına, duruluğuna perdedir.
· Sözün içini elde etmek için harf kabuğunu yar. Saçlar da sevgilinin yüzünü, gözünü örter.
· Burnuna sarımsak tıkamışsın, gül kokusu arıyorsun.
· Biz, tulumla, küple, testilerle tatmin olmayız. Bizi çekip ırmağınıza götürün.
· Dünyaya demir atmış Karun`u, yer çekti, yuttu. Ulular ulusu İsa`yı gökyüzü çekti, yüceltti.
· Ekmek, beden hapishanesinin mimarıdır.
· Gübre olup bostanın gönlüne giren pislik, yok olur gider de pislikten kurtulur, kavunun, karpuzun lezzetini arttırır.
· Avlanmak istedik mi uçup gittiğimiz yer Kafdağı`dır. Akbaba gibi leş avlamayız biz.
· Bir köpeğin önüne bir çuval şeker koysan bile, onun gönlü yine leş peşindedir. Şekerden ne anlar o?
· Allah ile birleşmek demek, senin varlığının O`nunla birleşmesi demek değildir. Senin yok olmandır.
· Küfürle iman, yumurtanın akıyla sarısına benzer. Onları ayıran bir berzah var, birbirine karışmazlar.
· Köpekler gibi kızmayı bırak, arslanların gazabına bak. Arslanların gazabını görünce de var, bir yaşına girmiş koyun gibi yavaş ol.
· Din evinde haset faresi bir delik açar ama kedinin bir miyavlaması ile ürker kaçar.
· Kadınlar, aklı olanlara, gönül sahiplerine pek üstün olurlar. Cahillere gelince, onlar, kadına üstündür. Çünkü tabiatlarında hayvanlık vardır. Sevgi ve acımak, insanlık vasıflarıdır. Hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasıfları.
· Mümin bir kopuza benzer. Madem ki inanan kişi feryat edip ağlamada kopuzdur, kopuz kendisine mızrap vuran olmadıkça feryat etmez.
· Madem ki, akıl babandır beden de anan, oğulsan babanın yüzüne bak.
· Yeryüzü ile dağda aşk olsaydı, gönüllerinde bir ot bile bitmezdi.
· Kuş, kafeste kaldıkça başkasının buyruğu altındadır. Kafes kırıldı da kuş uçtu mu, nerede ona geçecek buyruklar?
· Bal çanağının ağzı kapalı. Sen ise, üstünü, yanını yalayıp duruyorsun. Çanağı yere çal,
· İnsana bütün korku içinden gelir fakat insanın aklı daima dışarıdadır.
· Dil, anlamlara bir oluktur adeta, fakat nereden sığacak oluğa deniz?
· O kadar çok koşmayın, o kadar yorulmayın, şu yerin altında çırak ne olmuşsa usta da o olmuştur.
· Bir lağımın pis kokusunu koklamak, ruhu kokuşmuş zenginlerle sohbetten yüz misli iyidir.
· Sen, yeni bir çocuk doğurmadıkça, kan tatlı süt haline gelmez.
· Hırsızlara, kötülere, alçaklara acımak, zayıfları kırıp geçirmektir.
· Aşk, davaya benzer. Cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki.
· Tohum yerde gizlenir de, o gizlenmesi bağın, bahçenin yeşermesine sebep olur.
· Yazı yazılırken eli görmeyen kişi, yazı kalemin oynamasıyla yazılıyor sanır.
· Gül solup, gül bahçesi harap olduktan sonra gülün kokusunu nereden duyabiliriz? Gülsuyundan!
· Firavun, yüzbinlerce çocuk öldürttü, aradığıysa evinin içindeydi.
· Geminin içindeki su, gemiyi batırır. Geminin altındaki suysa, gemiye arka olur.
· Aynanın berraklığını yüzüne karşı söylersen, ayna hemen buğulanır, seni göstermez olur.
· Eşek, suyun kadrini bilseydi, ayak yerine baş koyardı ırmağa.
· Aklın deveciye benzer, sense devesin. Aklın seni ram eder, ister istemez dilediği yere çeker götürür.
· Eğer parça buçukta bütünle beraberdir, ondan ayrılmaz diyorsan, diken ye, diken de gülle beraberdir.
· Gümüşün dışı aktır, berraktır ama onun yüzünden el de kararır, elbise de.
· Ateşin kıvılcımlarıyla al al bir yüzü vardır. Ama yaptığı kötü işe bak, karanlığı seyret.
· Yoksul, cömertliğin aynasıdır.
· Peygamberler insanları Allah`a ulaştırmak için gelmişlerdir. İnsanların hepsi bir bedense, kulla Allah birleşmişse kimi kime ulaştıracaklar?
· Bir mumdan yakılan mumu gören, gerçekten de asıl mumu görmüştür. Düşünenlerin
düşündürdükleri...
· Sabır, genişliğin anahtarıdır.
· Gündüz gibi ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen varlığını yaka dur.
· Ana karnındaki çocuğa doğmak, dünyadan göçmektir
· Somuna benzer bir şey düzsen, emdin mi, şeker gelir ondan, ekmek tadı değil.
· Terazide arpa altınla yoldaş olur ama bu, arpanın da altın gibi değerli olmasından değildir.
· Koruktaki su ekşidir ama koruk üzüm olunca tatlılaşır, güzelleşir. Derken küpte yine acır, haram olur fakat sirke olunca ne güzel katıktır.
· Ay, yıldızlardan utanır ama yine de cömertliği yüzünden yıldızların arasında bulunur.
· İnanan, inananın aynasıdır.
· Sen şekillerde kalırsan puta tapıyorsun demektir. Her şeyin şeklini bırak, manasına bak
· Rengi kara bile olsa, bir kişi seninle aynı maksadı güdüyorsa, ona ak de, senin rengindedir.
· Hacca gideceksen, bir hac yoldaşı ara. İster Hint`li olsun, ister Türk, ister Arap. Şekline, rengine bakma, maksadı ne, ona bak.
· Yokluk, varlığın aynasıdır.
· Arslanın boynunda zincir bile olsa, bütün zincir yapanlara beydir arslan.
· Zıddı meydana çıkaran, onun zıddı olan şeydir. Bal, sirkeyle belirir.
· Kasırga pek çok ağaçlar yıkar fakat yeşermiş bir ota ihsanlarda bulunur.
· Dostların ziyaretine eli boş gelmek, değirmene buğdaysız gitmektir.
· Herkes güneşi görebilseydi, güneşin ışıklarına delalet eden yıldızlara ne ihtiyaç vardı?
· Hiç köpeğin havlaması, ayın kulağına değer mi?
· Huzurunda bulunmayanlara bile böyle elbiseler, böyle yiyecekler verirse, kim bilir konuğun önüne ne nimetler koyar.
· Hıristiyanların bilgisizliğine bak ki, asılmış Tanrı`dan medet umuyorlar.
· Resim, ressama, beni kusurlu yaptın diye söz mü söyleyebilir?
· İnsanoğlu, dilinin altında gizlidir. Dil, can kapısının perdesidir. Yel, perdeyi kaldırdı mı ne var, belirir bize.
· Sen de sağ eline bir sopa aldın ama senin elin nerede, Musa`nın eli nerede
· Akıllı birisinden gelen cefa, bilgisizlerin vefasından iyidir.
· Kara odun ateşe eş oldu mu, karalığı gider, tümden ışık kesilir.
· Bağış, kine merhemdir.
· Tahta içinde yaşayan kurt, o tahtanın fidan olduğu vakit ki halini bilir mi hiç?
· Madem ki hırsızsın, bari o güzelim inciyi çal, madem ki gebe kalıyorsun, bari yüce bir çocuğa gebe kal.
· Korukla üzüm birbirine zıttır ama, koruk olgunlaştı mı güzel bir dost olur.
· Tanrı yüzünü çirkin yaratmışsa, kendine gel de, hem çirkin yüzlü hem çirkin huylu olma bari.
· Aynada bir şekil görürsün hani, senin şeklindir o, aynanın değil.
· Satrançta piyon yola çıkar da, sonunda yüce vezir olur.
· Kibir kokusu, hırs kokusu, tamah kokusu, söz söylerken soğan gibi kokar.
· Sonsuzun iki yanı da yoktur, ortası nasıl olabilir?
· Dosttan, yakınlardan gelen bir cefa, düşmanın üçyüzbin cefasına bedeldir.
. Bal yiyen arısından gocunmaz..
· Güneşin ışığı pisliğe vursa bile pislenmez, ışıktır o.
· Başın ırmağın suyuna daldı mı, suyun rengini nasıl görebilirsin?
· Davud`un elinde mum oluyor, senin elindeyse mum, demire dönüyor.
· Sabır, insanı maksadına en tez ulaştıran kılavuzdur.
· Yılan yumurtası da serçe yumurtasına benzer ama aralarında ne kadar fark var.
· Bilginin, iki kanadı vardır, şüphenin tek.
· İkiyüz batman bala, bir okka sirke döksen, balın içinde erir, gider. Balı tattın mı sirkenin tadını bulamazsın fakat tartarsan bir okka fazla gelir. Demek ki sirke, hem yok olmuştur, hem vardır.
· Bir kuyudan her gün toprak çeker, her gün orayı kazar, eşersen, sonunda arı duru suya ulaşırsın.
· Denizden bile yerine su koymadan devamlı su alsan, bu işin denizleri çöle çevirir.
· Sen, yerdeki yeşillik gibisin, ayağın bağlı. Bir yel esti mi, tam inanca ulaşmadan başını sallarsın.
· Oltandaki et lokması, balık avlamak içindir. Öyle lokma ne bağıştır ne cömertlik.
· Sözün eğri olsa da, anlamı doğru bulunsa, sözdeki o eğrilik, Tanrı`ya makbuldür.
· İçen akıllıysa, aklının parlaklığı daha da artar, fakat kötü huyluysa daha beter olur. Ama halkın çoğu kötü olduğundan, beğenilmez huylara sahip bulunduğundan, içki herkese haram edilmiştir.
· Eşeğin ardını öpmekte bir tat, tuz yoktur. Faydasız yere, sakalını, bıyığını kokutur.
· Pirlik, saçın sakalın ağarması ile elde edilmez. İblisten daha ihtiyar kim var?
· Tavus kuşu gibi sadece kanadını görme, ayağını da gör.
· Pirenin ısırışından meydana gelen yanış, seni yılan soktu mu yok olur gider.
· Öküz, ansızın Bağdat`a gelir, şehri bir baştan öte gezip, dolaşır. Bütün o zevki, hoşluğu, tadı, tuzu görmez de göre göre karpuz kabuğunu görür.
· Hani bir hayvan vardır, porsuktur adı. Dayak yedikçe semirir, büyür, köteği yedikçe daha iyileşir, sopa vuruldukça semirir, insan da gerçekte porsuktur, çünkü o da dert, mihnet sopasıyla büyür, semizleşir.
· Uçan kuş, yeryüzünde kalsa tasalanır, derde düşse ağlayıp inlemeye koyulur. Fakat ev kuşu, kümes hayvanı, yeryüzünde sevinçle yürür, yem toplar, neşeyle koşar durur.
· Ölülerle savaşıp gazilik elde edilmez.
· Hoş, güzel ömür, yakınlık aleminde can beslemektir. Kuzgunun ömrü ise fışkı yemeye yarar.
· Kin, sapıklığın da aslıdır, kafirliğin de.
· Kuru duayı bırak, ağaç isteyen tohum eker.
· İnciyi sedefin içinde ara, hüneri de sanat ehlinden iste.
· İnsan bir ağaca benzer, kökü, ahdinde durmaktır.
· Susmakla canın özü, yüzlerce gelişmeye ulaşır. Ama söz, dile geldi mi, öz harcanır.
· Hiç ay, yeryüzünde ev sahibi olur mu?
· Hırs, çirkinlikleri bile güzel gösterir.
· Padişahın adamlarından biri, zindanın burcunu yıksa, zindancının gönlü bu yüzden kırılır mı hiç?
· Hiçbir şeyden haberi olmayan cansızlardan, gelişip boy atan bitkiye, bitkiden yaşayış, derde uğrayış varlığına, sonra güzelim akıl, fikir, ayırt ediş varlığına geldin.
· Yol afetleri içinde şehvetten beteri yoktur.
· Demirciliği bilmiyorsan, demirci ocağından geçerken sakalın da yanar, saçın da.
· Taş, taşlıktan çıkıp yok olmadıkça, mücevher olup yüzüğe takılır mı hiç?
· Padişah, töhmet altına alınanı Karun`a çevirir. Artık suçsuzu ne hale kor, onu sen düşün.
· Eğri ayağın gölgesi de eğridir.
· Tam inanç aynası kesilen kişi, kendini görse bile, Tanrı`yı görmüş olur.
· Bilgiye ulaştı mı ayak, kanat olur.
· Göz olgunlaştı mı, temeli, özü görür. Ama kişi şaşı oldu mu parça buçuğu görür ancak.
· Sınama, deneme yolunda bilgi, tam inançtan aşağıdır, zindansa yukarı.
· Can, doğan kuşuna benzer, beden ona bir tuzak


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Bursa Ulucami`deki Sır>
  9.Eyl.2009 Çar 17:21:17


Bursa Ulucami Minberindeki Sırları Bilen Varmı !
602 yıllk bir minber…. Tarihi minber üzerinde güneş ve galaksi sistemleri var. Hem de gezegenlerin büyüklük oranları ve yörüngeleri gerçek oranlarla örtüşüyor….
1402 tarihinde (Hicri 804) inşa edilen Bursa’nın tarihi sembollerinden Ulu Caminin minberinin Doğu yakasında (mihraba bakan yüz) Güneş sistemi, Batı yakasında ise Galaksi Sistemi yer alırken evrenin kül olarak tasvir edildiği ileri sürüldü. 602 yıllık tarihi minberdeki şekiller bu tespiti doğrular nitelikte. Hem de minberin her iki yüzünde şaşırtıcı şekilde evrenin haritalarının adeta bir krokisi var. Bu kadar büyük bir tesadüf olabilir mi, yoksa bu minberin banisi gerçekten bir astronomi hayranımıydı?




İlginç şekillerin sırrını çözen kişi Araştırmacı Fevzi Ülgü Alsancak. 1980 yılından bu yana minber üzerinde yaptığı çalışmalarla tarihin derinliklerinde kalan gerçeklere ışık tuttuğunu söyleyen Alsancak, “Alan süsleme motiflerinde simetri yoksa mutlaka bir mesaj vardır” ilkesinden yola çıkarak, minberdeki şekiller üzerine yapılan yorumların tutarsız olduğunu söylüyor. Bilim teknoloji ve uzay bilimleri araştırma tekniklerine kafa yoran bir öğretmen olduğunu belirten Ülgü, motifleri dikkatlice incelediğinde minberin mihraba bakan yüzünde güneş sistemini keşfettiğini söylüyor.







Mihrapta yer alan Güneş Sisteminde 9 gezegen var. Bunun da ötesinde gezegenlerin güneşe göre konumlarının ve büyüklükleri gerçek ölçülerle örtüşür oranlarda. Güneş ve gezegenler arasındaki mesafe büyük olduğu için yıldız gezegenlerden farklı olarak 9 damlacıklı kurs olarak işaretlenmiş.
Ülgü, yine Kündekari sanatının bir özelliği olan parçaların birleşmesiyle oluşan çukur kanal çizgilerinin de gezegenlerin yörüngesini temsil ettiğini söylüyor. Bu yüzeyde yer alan bir başka gizem ise serpiştirilmiş halde yıldız motifleri yer alması ve bunların içinda kuyruklu yıldızların da bulunması. Ülgü’nün dikkat çektiği en önemli detaylardan bir de Plüton gezegenin tek başına ayrı bir platformda ve bir açı farkı ile gösterilmiş olması. Bilindiği üzre güneş siteminin aynı düzlem üzerinde olan ilk 8 gezegeninin aksine Plütao ayrı düzlemde dolanmaktadır.
Minberin Batı Cephesinde ise 7 adet Galaksi formatı tespit ettiğini söyleyen Ülgü, galaksi platformlarının 5 ayrı renkte sedef kakma ile gösterildiğini söylüyor. Ancak ne yazık ki bugün hatalı boyama teknikleri ile bu önemli detay büyük ölçüde yok edilmiş durumda. Ama kayıtlardan bunu doğrulamak mümkün…
Ülgü’nin bir diğer iddiası ise minberin her iki yüzünde yer alan 3’lü ve 12’li dolap kapaklarının Türk boylarını temsil ettiği yönünde.


Sırlarla dolu minberin giriş kapısı üzerinde Murat Han oğlu Yıldırım Beyazıt Hanın emriyle Hicri 804 yılında minberin yapıldığı bilgisi yer alıyor. Ülgü, kayıtlarda minberin ustası ile ilgili çelişkili bilgiler bulunduğuna dikkat çekiyor. Ülgü’ye göre minberi yapan kişi adını tırabzan süsleme motifine göre tırabzanın sağ ikinci sülüsle yazan Devaklı Abdülaziz oğlu Mehmet. Devak Tebriz yakınlarında bir Türk köyü. O tarihte Mülki amir olan Kadızade Rumi efendi, beceri ve bilgi alış verişi için 300 kadar sanat erbabını Tebriz’e göndermiş ve bir o kadar ustayı da oradan Bursa’ya getirmiştir. Oradan gelen Kündekari sanatçılarının başı Abdülaziz oğlu Mehmet’tir. Bu minber de onun ve ustalarının camiye bir hediyesidir.
Kündekari sanat açısından eşsiz bir değere sahip olan minberin ilginç bir özelliği de 6666 adet abanoz ağacı parçasından vücuda gelmesi. Bu rakamda halk arasında yaygın inaçla Kuran’ı Kerimdeki ayet sayısına tekabül etmektedir….
O dönemdeki İslam ve Türk alimlerinin matematik ve gök bilimlerine yönelik ilminin Batıya nazaran hayli ilerde olduğu da göz önüne alınırsa Ülgü’nün tezleri pek de tutarsız değil. Ne dersiniz bütün bu benzerlikler sadece bir tesadüf olabilir mi?
BURSA ULUCAMİİ TÜRK TARİHİNİN EN BÜYÜK CAMİSİ

Evet başlıkta doğru yazıyor. Ulucami kapalı namaz kılma alanı bakımından Türk Tarihinde yapılan en büyük camidir. Hemen aklınıza Süleymaniye, Sultan Ahmet gelebilir. Fakat o camilerin büyüklüğü duvarlarla çevrili avlu alanlarıyla birliktedir. Ayrıca o camiler tek ve çok yüksek bir kubbe ile örtülü olduğundan çok geniş bir alanı varmış izlenimi verir. Bursa Ulucami ise çok kubbeli ve alçak tavanlıdır. İçinde bulunan çok sayıdaki sütun yüzünden de daha ufakmış gibi hissetmemize neden olabilse de TÜRK TARİHİNİN EN BÜYÜK CAMİSİ halen Bursa Ulucami’dir.



Minber bütünüyle kainatı sembolize ediyor. Minberin giriş kapısının üzerindeki kitabede altın yaldızla Osmanlıca olarak, ‘Yıldırım Beyazıt Han tarafından hicri 804 (miladı 1402) yılında yaptırılmıştır’ ibaresi yer alıyor. Sarmaşık motifleriyle süslü olan tırabzanların sağ çıkış ikinci kolonu üzerinde süsleme motifine uygun sülüs tarzda yazılmış, Devaklı Abdülaziz oğlu Mehmet işi ibaresi dikkat çekiyor. Sanatkarın bu imzası son yıllarda fark edildi.
Minberin doğu cephesinde, biri dar dikdörtgen, diğeri alanı daha geniş üçgen biçiminde, bir diğeri en altta şerit halinde uzanan taşıyıcı dolap serisi banko olmak üzere birbirine bitişik üç kompozisyon alanı bulunuyor. Üçgen ve dikdörtgen yüze ikisi birlikte Güneş Sistemi’nin kabartma formlarla işlendiği bir alan var. Gezegenlerin her biri yörünge hareketleriyle birlikte küresel kabartma motifler halinde Güneş’e olan uzaklık ve aralarındaki büyüklük karşılaştırmaları da verilerek olması gereken yerlerde.
Gezegenler, Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Pluto şeklinde olan Güneş’e uzaklık sıralaması da doğru. Büyüklük mukayesesi de baz alındığında Dünya’dan elli bin defa daha büyük olan Güneş, büyük bir ustalıkla mükemmel şekilde işlenmiş durumda.
Anlaşılacağı üzere dünyanın yuvarlak olup olmadığının bile tartışıldığı bir devirde bir ahşap işçisi bile o dönemde bilinen tüm gezegenleri rasgele bir yıldız olarak değil, güneş sistemimizdeki birer gezegen olarak işlemiş..
Peki o çağda bu bilginin sırrı nedir?
kündekâri nedir?
(Süsleme) Camilerde kapı, pencere gibi ağaçtan bölümlerin zamanla çalışarak bozulmaması için, bu bölümlerin küçük tahta parçalarını geometrik bezemeler meydana getirecek biçimde yan yana yapıştırarak yapılması tekniği; bu teknikle yapılmış iş.
Bu teknikte tahtalar çivi vs kullanılmadan birbirine bağlanmaktadır.


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Kültür Sanat Hobiler >Sanat ve Felsefe >Mavi Pelerin-Pieter Brueghel>
  9.Eyl.2009 Çar 17:14:30
Flemenk Atasözleri -Flamanca Nederlandse Spreekwoorden, diğer adları Mavi Pelerin ya da Alt Üst Dünya


Hollandalı ressam Pieter Brueghel tarafından 1559`da meşe pano üzerine yağlıboya ile çizilmiş olan, dönemin Flemenkçe atasözlerini tasvir eden görüntülerden meydan gelen tablodur. Resim, birçok atasözüne yapılmış olan atıflarla doludur. Bunların büyük bölümü halen kullanılmakta olan ya da o dönemde kullanıldığı bilinen atasözleridir. Bir kısmı ise unutulmuştur.
Brueghel`in zamanında atasözleri oldukça popülerdi. Erasmus`un ünlü bir eseri de dahil olmak üzere birçok atasözü derlemesi yayınlanmıştı. Frans Hogenberg 1558`de, 40 atasözünü resimleyen bir gravür üretmişti. Brueghel de aynı yıl farklı panolar üzerine çizdiği On İki Felemenk Atasözü serisini, 1556`da ise Büyük Balık Küçük Balığı Yer isimli tabloyu çizmişti. Ancak Flemenk Atasözleri, bu temayı içeren büyük boyutlu ilk tabloydu. 1564`te ise Rabelais, Gargantua ve Pantagruel isimli romanında bir atasözleri diyarını tasvir etti.
Brueghel`in tablolarındaki genel temalar insanlığın absürdlüğü, günahkârlığı ve ahmaklığıdır. Bunlar Flemenk Atasözleri`nde de görülür. Tablonun ilk adı Mavi Pelerin ya da Dünyanın Ahmaklığı`dır. Buna göre ressam, sadece atasözlerini bir araya getirmeyi amaçlamamış, aynı zamanda insanların akılsızlığını da vurgulamıştır. Resimdeki pek çok insan figürü, Brueghel`in tablolarında akılsızlığı ifade etmek için karakteristik şekilde kullandığı bir özellik olan boş yüz ifadesine sahiptir.
Ressamın, babasının eserlerinin kopyalarını yapmak konusunda uzmanlaşan oğlu Pieter Brueghel, bu tablonun yirmi kadar kopyasını yaptı. Ancak, babanın ya da oğulun yaptığı kopyalar birbirlerinin tamamen aynısı değildi. Tablolar arasında bazı atasözleri ve başka bazı ayrıntılar farklıydı.


Flemenk Atasözleri
Nederlandse Spreekwoorden
Pieter Brueghel, 1559
Ahşap pano üzerine yağlıboya , 117 × 163 cm
Berlin Şehir Müzeleri, Berlin

Tabloda yaklaşık yüz atasözü tespit edilebilmektedir; ancak Brueghel daha fazlasını dahil etmiş olabilir. Bugün halen kullanılmakta olan "dalgaya karşı yüzmek", "büyük balık küçük balığı yer", "kafasını tuğla duvara vurmak", "dişine kadar silahlanmak" gibi atasözleri bulunur. "Çatısını turtalarla kaplatmak" gibi bazı deyimler ise günlük kullanımdan çıkmıştır. Her şeyde aşırıya kaçmak anlamındaki bu deyimi Brueghel, daha sonra çizdiği Luilekkerland (Tembellik Diyarı) isimli tabloda da kullanmıştır.



Tablonun özgün ismi olan Mavi Pelerin, tablonun ortasında karısı tarafından mavi bir pelerin giydirilen adamdan kaynaklanır. Burada, eşini aldatan kadınlar için kullanılan kocasına mavi pelerin giydirmek deyimi betimlenmektedir. Tablodaki diğer atasözleri ve deyimlerde ise insanlığın ahmaklığı gösterilir: Bir adam danasının içine düşüp öldüğü çukuru, iş işten geçtikten sonra doldurmaya çalışır; mavi pelerinli adamın hemen üstündeki bir başkası günlerini sepette taşır (zamanını boşuna harcar). Bazı figürler iki farklı deyimi çağrıştırır. Örneğin tablonun alt sol kısmında yan yana oturan iki adamdan biri koyun, diğeri domuz kırkar. Bu figür, bir kişinin diğerine göre daha avantajlı durumda olduğunu anlatan "biri koyun kırkar, diğeri domuz" deyimini betimlediği gibi, "elindeki imkânları gereğinden fazla zorlama" anlamındaki "hayvanları kırkın ama derilerini yüzmeyin" deyimini de anlatıyor olabilir.


manolya41

manolya41 resimleri


Mesaj Gönder
Forum Başlıkları

 
  CC-Forum> Yaşamdan Kesitler >İlginç Videolar, Fotoğraflar, Grafikler, Sunumlar >Ramazan Gecelerini Aydınlatan Gelenek>
  9.Eyl.2009 Çar 17:01:32


Ramazan ayının en güzel süslerindendir mahyalar. Adeta gökyüzünde parlayan yıldızlar gibi, bir yandan Ramazan gecelerini renklendirirken, bir yandan da insanlara unuttuklarını hatırlatır, nasihatler verir.

Hazırlayan: Gülay Gümüş





1600’lü yıllarda İstanbul`da başlayan mahya geleneği, günümüzde farklı tekniklerle de olsa hala yaşatılıyor. Ramazan ayında ve mübarek gecelerde hala minareler arasına gerilen iplerden güzel mesajlar veriliyor halka.

Mahyanın geçmişi yaklaşık 400 yıl öncesine dayanıyor. 1614’te, Fatih Camii müezzinlerinden hattat Hafız Ahmet, iki minare arasında sanatkarane bir yazı hazırlayarak, genç padişah I. Sultan Ahmet’e hediye eder. Padişah çok beğendiği bu uygulamayı bir gelenek haline getirmeye karar verir ve böylece ilk mahya 1617 Ramazanı’nda Sultan Ahmet Camii’nde kurulur.



Zamanla İstanbul`daki selâtin ( birden fazla minaresi olan) camilere yayılan mahya kurma geleneği, halk tarafından da büyük ilgiyle karşılanır. Öyle ki artık her semtin halkı kendi camilerinde de mahya kurulması için padişaha arz-ı halde bulunmaya başlar. Tüm selâtin camilere mahya kurulması için ferman çıkarıldığında Eyüp Camii`nin minareleri henüz mahya kurulacak kadar yüksek değildir. Mahya kurulması için camiye daha sonra iki şerefeli yüksek minareler inşa edilir.




Üsküdar`daki Mihrimah Camii de ilk zamanlar tek minareli olduğu için buraya mahya kurulamaz. Üsküdar halkının semtlerinde mahya olmamasından şikayet etmeleri üzerine Mihrimah Camii`ne de sonradan bir minare daha eklenir ve Üsküdarlılar mahyalarına kavuşur.
Sadece ayet hadis değil resimler de süslerdi mahyaları
Osmanlı döneminde mahya olarak Ramazanın ilk gecesi ‘Besmele, bárekállah’ yazılır, on beş gün boyunca minareler arasında Arapça hadisler ve ayetler görülürdü. Son on beş günde ise yazıların yerini resimler alırdı. Buna çocukluğunda tanık olan Fikret Adil şöyle anlatıyor: ‘Ramazanlarda biz çocuklar, ayın ikinci yarısını beklerdik. Son on beş günde mahyalar resimli olurdu. Çiçek, kayık, köşk gibi! İlk on beş günde ise yazılar yazılırdı.’
Fikret Adil, ‘canlı’ mahya gördüğünü hatırlar ve şöyle anlatır: ‘Çocukluğumda Süleymaniye’de ‘canlı’ mahya görmüştüm. Minareler arasına köprü resmi yapılmıştı, üzerinden araba geçiyordu. O tarihte ışıklı, yanar söner reklamlar yoktu, bu mahya dillere destan olmuştu ve büyük bir başarı idi.’




Aslında bunlara ‘canlı’ değil, ‘gezdirme mahya’ dendiğini Süheyl Ünver’den öğreniyoruz. Bu işin ustası da 1877’de 82 yaşında ölen mahyacılığın en büyük ismi Abdüllatif Efendi imiş. Süheyl Ünver, Abdullatif Efendi için: ‘Bu mahya için üç halat çeker. Ortadaki esastır. Buna Unkapanı köprüsünü ve Azaplar Camii’ni kandillerle resmeder. Üst halata da bir araba koyar. Dip şerefeye gerilen üçüncü ipe de balıklar ve kayıklar yapar. Mahya tamam olunca arabayı ip üzerinde hareket ettirir ve yavaş yavaş sağ minareye götürür. Sonra tekrar geri alır. Yalnız köprü ve cami sabittir, diğerleri yürür. Bu mahyanın ramazanın on beşinden sonra kurulması mutad imiş. O zaman İstanbul’da bu bir hadise olur ve günlerce beklenirmiş’
Bütün bu işler eskiden bir sır, bir rekabet ve bir yarışma havasını da taşırdı. Her gece yeni bir mahya kuranlar olduğu gibi, teravih namazından önceki mahyasını, teravihten sonra yeni bir mahya ile değiştirme ustalığına sahip, mesleğinin aşığı, sanat rekabetine gönül vermiş ünlü mahyacılar da vardı. Usta mahyacılar, namazdan önce gerdikleri mahyayı, herkes teravihte iken, birkaç saat içerisinde yenisiyle değiştirirdi. Diğer camilerin mahyacılarına bir bakıma tatlı bir meydan okuyuş anlamına gelen bu gösteriyle, unutulmaz ramazan gecelerine renk ve heyecan katarlardı.




O dönemlerde halkın sabırsızlıkla beklediği bir mahya şöleni de minarelere kaftan giydirilmesiydi. Minarelere kaftan giydirme uygulamasında ise ipler arasına gerilen kandiller iki minare arasına asılmaz, minarelerin alemlerinden aşağıya dikey olarak sarkıtılırdı. Şerefelerden yanlara doğru açılan iplerdeki kandillerden minarelerin renkli kaftanları gökyüzünü ve şehri aydınlatır; büyük küçük herkesi başka âlemlere taşıyan mahya seyirleri saatler sürerdi. Dünden bugüne mahyacılık sanatında bir estetik aşınmanın olduğu söylenebilir belki.
Cumhuriyetle birlikte değişen mahyalar
Cumhuriyetle birlikte, mahyalar da değişir. Sloganları modern Türk devletinin görüşlerini yansıtır olur. Fikret Adil, Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra ilk Ramazanda; ‘Yaşasın İstiklál/ Hakimiyet Milletindir’ cümlelerinin gökyüzünü süslediğini söyler. Daha sonraki yıllarda çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanan fotoğraflar sayesinde görüyoruz ki, bu tür sosyal mesaj taşıyan mahyalar arasında: ‘Ey Türk genci, Gazi Cumhuriyeti sana emanet etti.’/ ‘İçki kötüdür.’/ ‘İçkiden kaç.’, ‘Yerli malı kullan’, ‘Vergini öde.’, ’Vergi namustur.’, ‘Yüce Fatih ruhun şad olsun’ (İstanbul’un fethinin 500. Yılı dolayısıyla), ‘Kırkpınar er meydanı’ (Kırkpınar Şenlikleri 1958) gibi yazılar da yer almış.
Günümüzde ise daha çok eğitim, sağlık, orucun önemi, yoksullara ve yetimlere yardım, temizlik konularında nasihat edici ve mesaj verici sözler, ayetler, hadisler yer alıyor. Ramazan’ın gelmesiyle camilere genellikle ‘Hoş Geldin Ramazan’, ‘Ya Şehri Ramazan’, ayın ortasında ‘Allah’ın Emrini Tut’, ‘On Bir Ayın Sultanı’, ‘Oruç Tut Sıhhat Bul’, ayın sonunda ise ‘Elveda Ramazan’ yazıları asılıyor.
Mahya nasıl yapılır?
Mahya ustası, yazı veya şekli önce kareli kâğıt üzerinde planlar, her bir kareye isabet eden çizgiye göre yapılacak düğümleri hesaplar. Sonra ayrı ayrı iplere kandiller (lambalar) dizilir. Böylece harf ve çizgiler sırasıyla minareler arasındaki yerini alır. İşte o zaman mahya ustaları bir ömür boyu kazandığı hünerle, aylardan beri büyük bir titizlik ve gizlilik içerisinde hazırladığı tasarılarını uygulama alanına koyarak, sema ekranında sergiler.
Türklere özgü bu gelenek, bugün elektrikli lambalarla, bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az kişinin elinde hayat buluyor. Sabır ve sevda isteyen bu işi öğretecek kimse bulamıyor mahya ustaları. Böylece bir güzel gelenek daha kaybolmaya yüz tutuyor...
<<1...100...200...281282283284285286287288289290291 292293294295296297298299300301...400...500...600...700...800...900...983>>