ChatCity Forum
Chatcity Forumlarında mesaj yazmadan önce Forum
Kurallarını mutlaka okuyunuz...
|
IIIPearLIII
Mesaj
Gönder Forum
Mesajları Forum
Başlıkları
| 12.Ara.2008 Cum 11:12:54 |
| fiogf49gjkf0d
Hüzün Adrese Gelir
Hayata ilk merhabamız bile canhıraş bir çığlıktır… Ağlayarak başlıyoruz hayata. O yüzdendir gözlerimizin sürekli nemli, bakışlarımızın mahzun oluşu…
Benzemeyiz başkasına. Biz bize benzeriz. Bir çocuk boynunu bükse, acının akkordan tezenesi gönül sazımızın bam teline dokunur; mutsuz gelinin gülümsemeyle gizlediği hüznü, hüzzam bir şarkı gibi yüzünden okunur…
Türkümüz, gönül künyemizdir. Sesimiz, hançer gibi yırtar da hançeremizi; dışımızdan görünür içimiz… Gönül gözüyle bakanlar, görürler kalbimizdeki koru, ruhumuzdaki anaforu… Biz hangi türküyü söylersek söyleyelim, türküler bizi söyler…
Anlatamayız meramımızı dosta-düşmana. “Uzun hikâye” der geçeriz. Sonra da, bir “uzun hava”yla salarız parçalı-bulutlu bir havaya gönül yangınımızı, hasretimizi, isyanımızı… Derdimizi deryaya döker, telli turnaların kanadına takarız sevgiliye göndereceğimiz selamı…
Durup dururken ağlamak isteriz… Neden mi? Nedenini bilebilsek hiç ağlar mıydık gülmek dururken? Kim bilir? Belki de geleneğimizin gereğidir ağlamak…
Yetişme ve hâlâ yetiştirme tarzımız bu… Gülmek hafifliktir bizde. Gülene iyi gözle bakılmaz. En azından “çok gülen delinin akıllanamayacağına” inanırız… Oysa ağlamak “iyi”dir. Derdini, acısını, özlemini, öfkesini ve isyanını içinde tuta biriktire, bir volkan gibi patlamak üzere olan “ezilmiş” veya “horlanmış” birine “ağla, açılırsın” demez miyiz?..
Ağzını açmasına izin vermeden, tüm soru ve istekleri içlerinde hapsedilmiş çocuklar; ileride kavuşacağını umut ettiği mutluluk uğruna sesini suskunluğa düğümleyip kaynana kahrına katlanan gelinler; “kör olası hânede evlâd ü ayal var” deyu, uğradığı haksızlığı hıçkırık gibi hançeresinde eriterek, mızrak gibi bedenini yamuk âmirin huzurunda yay gibi eğmek zorunda kalanlar ağlasalar açılırlar mı dersiniz?..
Açılmak… Ağlayarak açılmak… İki damla gözyaşı, iki kırık hıçkırıkla açılabilseydi insan; mutluluk gemileri yüzerdi gözyaşı denizinde… Ama açılmıyor, açılamıyor zulüm zindanının paslı prangaları yüreklerin bileğinden… Ondandır sabahların suskunluğu ve akşamların hüznü…
Yarını düşünür hüzünleniriz. Uğunur umudumuz benzi solmuş bir belirsizliğin şiltesinde yüzükoyun… Kara bahtın karakışında bir cemre beklenir umut takviminde belirecek. Baharın özlemi tutuşur gönüllerde. Ne yazık ki, takvimden kopan ilk yaprakta boşalır zemherinin zembereği… Etekleri çamurlu sarışın bir ikindi; “bahara ermedi mevsim, hazan olup gidiyor” ağıtıyla geçip gider. Düşürdüğü mendile düğümlediği bir topak hüzün kalır…
Bugünü yaşayamamanın hüznüyle sararır umutlar. Oysa hayat yaşanası… Yaşamak isteğiyle çarpar yürek. Oysa çarpması yetmez yüreklerin. Yaşayabilmek için taş gibi katı, kan yerine kin pompalayan yürek gerek… Bu düşünceyle ezilir gönüller, neşe alır gider başını, umut burcunda solan sapsarı bir hüzün kalır…
Düne yaslanır düşünceler. Özlemler tarar zülfünü geçmişin aynasında anıların… Sararmış resimlerden, unutulmuş isimlerden, ne olduğu belli olmayan cisimlerden özge bir şeye rastlanabilinmez…
Yarınlar, çok bilinmeyenli birer denklem. Bugünün gökyüzü, bilinmez yarınların endişe bulutlarıyla kapalı. Dün, bir daha dönülemeyecek sıladır… Çarp, böl, çıkar, topla; elde var hüzün… Bu tren, rayların bittiği yere kadar gider…
Hüzün, anlatılmaz bir tadın adıdır Anadolu’da. Biber acısı gibi… Yakan, sızlatan, terleten; sonra da özge bir lezzet, garip bir rahatlık veren…
“Melâl” ve “hüzün” her dem “âşina” olduğumuz iki özel duygudur. Bir şahin pençesi gibi oyar içimizi sevgilinin mahzun bakışı. “Melâli anlamayan nesle âşina değiliz” der Ahmet Hâşim. İşte öylesine ruhumuza işlemiştir hüzün ve melâl nesiller boyu…
Bakışlarımız hüzünlü, türkülerimiz hüzünlü, öykülerimiz hüzünlüdür… Okuyan hüzünlüdür, yazan hüzünlüdür; bağlama hüzünlüdür, ozan hüzünlüdür; bahar hüzünlüdür, hazan hüzünlüdür… Ezelîdir hüzne âşinalığımız bizim…
“Bir seher vaktinde indim bağlara/ Öter şeyda bülbül gül yârelenir…” (Âşık Daimi) Dedim ki bülbül-i şeydaya; “Hazır rastlamışken sana, şöyle hüzünle bir çile ki, melâli anlayıp mahzun olalım…”
Güldü bülbül-i şeyda. Gülüşü hüzünlüydü… “Yetmez mi musâb olduğun bunca devâhi?” dedi. “Neşeyi koydunsa bul, sevinç sahrada serap… Yürü git işine bre akılsız adam! Hüzün adrese gelir…”
| |
deprave
Mesaj
Gönder Forum
Mesajları Forum
Başlıkları
| 12.Ara.2008 Cum 14:46:09 |
| fiogf49gjkf0d AKMAYAN GÖZYAŞLARIMI ANNEMİN GÖZLERİNDE SİL BABA..
Gözlerin yolda kaldı, hiç gelmeyecek sandın beni biliyorum… Ama geldim işte aç kollarını baba… Küçük ellerinle sar beni, kocaman nefesinle mis kokumu çek içine, hiç bırakma…
Ağla şimdi hadi, sevinçten aksın gözyaşların, yaralı kalbine bas beni… Dokun bana dünya gibi yalan olmayalım sev beni doyasıya… Gözlerinin içine yerleştir gözlerimi, bebek gözlerimle bak hayata… Ellerimi al, kaybolsun ellerinde, nefesimi hisset, bak yüreğim senin için atıyor baba…
Düşleme artık, hayal etme, bak geldim işte… Masmavi gökyüzünün çevrelediği ak bulutların arasından sızan güneş ışınları gibi gözlerim… Tatlı rüzgarların yarattığı dalgaların kokusunda beni çek her nefeste içine…
Akmayan gözyaşlarımı annemin gözlerinden sil baba…Tüm acılarımı o aldı kıyamadı bana… Biliyorum hep annemi bekledin sen ama ben senin canından bir parçayım, yüreğindeki sevginin özüyüm baba…
Konuşmasam da anla… Yanan yüreğine bir yudum su, her adımda kuşların söylediği şarkılar gibi duy beni… Gri olmasın, benimle bir renk cümbüşüne dönüşsün hayat… Gözlerini gözlerimden ayırma güzel sesinle bana masallar anlat baba… Gözlerini gözlerimden ayırma baba ne olur… Ellerini ellerimden ayırma, rüyalar bitti artık gerçeklere uyan ne olur…
Alevlerin ortasında değilsin sen alevler senin içinde canım babam… Herkes bilirdi beni nasıl istediğini, nasıl beklediğini… Hadi durma, hasretleri bitir özlemleri dindir benim gül kokumda…
Anlat bana özlemini, ben de seni özledim baba…
Önce düşlerinde, sonra sözlerinde… İşte şimdi minik elim ellerinde yüreğinde yaşat beni baba…
Artık bensiz sabahlara uyanmak yok babacığım… Geceleri ansızın uyanmak var benim sesimden… Tatlı gülücüklerimde dinlenmek var… Hayata tutunmak koynunda uyurken… Bir balonda özgürlüğü yaşamak…
Hayata teslim oldum işte canım hiç acımadı baba… Annem nefesini tuttu ve bir su gibi geldim yangınlarına… Hadi beni kucağına aldığında güzel sözler fısılda kulağıma, dünyayı tozpembe görmemi sağla… Geceler aydınlansın, gök delinsin… Bırak yağsın yağmurlar… sarılalım birbirimize, hayat seninle çok güzel ama ne olur annemi de çağır baba…
Benim için yaşa… Küçük ellerinle parmaklarıma dokun hadi… Şiirler yaz bana… Tıpkı doğumuma kadar annemin karnına dokunduğun gibi, sonbaharda kuru yapraklara dokunur gibi dokun yanaklarıma… Yağmur suyu içir bana annem kokuyor baba…
Tıpkı anneme yaptığın gibi yıldızlara kurduğun salıncakta beni salla… Avuçlarını öptüğün kızın şifa olsun karanlıklarına…
Tatlı dilim henüz konuşamıyor ama yüreğimle anlatıyorum babacığım seni ve annemi çok seviyorum… Seviyorum…. Sadece çok seviyorum baba…
Bir damla sevdanın adıdır gözyaşı..
Nefes almaya başladığında,nerede sonlanacağını bilmediği bir yolculuğa çıkmıştır çoktan..
Sevdanın ilk zinciri olan Aşka endişeyle yaklaşır gözyaşı..
O kadar derine yerleşmiştir ki aşk,zincirin kopması yüreğin ölmesi demektir..
Birden ürperir..Ölüm mü,sevda mı diye?Sorar yüreğe..
Yürek son kez cesurca seslenir gözyaşına..Dünyanın adı yalan,Sevdam gerçek olmuş ne çıkar?
| |
LeCoultre
Mesaj
Gönder Forum
Mesajları Forum
Başlıkları
| 12.Ara.2008 Cum 15:20:16 |
| fiogf49gjkf0d Resimlerim çıkmamış:@ | |
LeCoultre
Mesaj
Gönder Forum
Mesajları Forum
Başlıkları
| 12.Ara.2008 Cum 15:26:45 |
| fiogf49gjkf0d
"Hüzün vakurdur, onurlu ve dürüst…
Biraz mum ışığıdır hüzün, biraz akşam alacasıdır. Biraz gazete satan çocuk elleri, biraz bebek ağlamasıdır.
Tüy gibidir hüzün. Hafif ve yumuşak, canlı ve ölü... Hayattan ve ölüme dair…
Hüzün, sâdıktır.
Hüzün deyince hüzünler kulübesi akla gelmez mi? Yakup Peygamber gönle düşmez mi? “Bana düşen sabr-ı cemildir.” diyen, ağlamaktan gözlerine gece inen baba… Demek ağlamanın bu türlüsü sabra mâni değil… Sabrın bu türlüsüne de «hüzün» diyelim biz…
“And olsun ki, sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz, derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” 9
Ve Vahşî’nin hüznü… Kolay mıdır “Gözüme görünme!..” sözüne muhatap olmak, kolay mı herkes göz göze, diz dize oturabilirken; ancak sütunların, duvarların gerisinden bakabilmek... Ne derdini açabilir ne sevincini paylaşabilir; hep kamufle, hep perde, hep aracı… Ama o kâmil bir hüzünle taşıyor Hamza’yı vuran mızrağı, bir gün yalancı peygamberi vurduğunda gülüyor hüznün bu an acınılası mülkü…
Hüzün, Allah Rasûlü’nün dostudur, takdim ederim. “Hüzün dostumdur.” buyurmuş hüzün Peygamberi -sallallahu aleyhi ve sellem-, ömrü hüzünden sağılmış yetim... Hira, hicret, İbrahim, Tâif, Uhud, ifk, ne yana baksa hüzün… Hüzne, bu hüzün yeter. “Ey yar, sen gittin bir hüzün kaldı bana
Beni benden geçiren bir sözün kaldı bana” “Kızım,” demiş kızının kulağına: “Üzülme, baban bundan sonra hiç acı çekmeyecek.” * * *
“Yüreğim parça parça efendim
Yüreğim parça parça...
Yürür üstüme acılar, efendim, yürür üstüme üstüme...
Asırlar hasretinde, efendim, duâlar dilimizde
Sabır yüreğimizde efendim,
Sabır yüreğimizde…”
* * *
Hüzün, güzeldir.....
------------------------------ (alıntıdır) | |
LeCoultre
Mesaj
Gönder Forum
Mesajları Forum
Başlıkları
| 12.Ara.2008 Cum 15:28:27 |
| fiogf49gjkf0d
Usulca sokulur derviş, gülün dibine… Susmak güzeldir. Uzanır yalnız elleri pınara… Susmak güzeldir. Dokunur bakışları sıdk ile -ezelî- bakışlarına… Susmak güzeldir. Kirpiklerinde süzülür gün ışığı rengârenk… Susmak güzeldir. Gözyaşı yükselir, pırıl pırıl aydınlanır gözleri acının… Susmak güzeldir. Öfkeyle kıvrılan dudaklarına bir bûse kondurur rüzgâr… Susmak güzeldir. Kervânlar, arabalar, trenler, uçaklar, bir şeyler alır götürür sevgiliyi; elleri asil, başı dimdik, ama yürek alev alev, bir kibrit çöpü gibi kıvrılır… Susmak güzeldir.
Nurlar iner her bereketli toprağa… Vahiy nasıl sularsa gönlü, ilhamlar öylece yeşertir insanın bilge yanını. Artık az önceki, bir önceki insan değildir, ama idrak edemez bunu… “Mal bulmuş mağribi…” Anlaşılmamak bir şeydir yine de; yanlış anlaşılmak ise iyi bir cezâdır emâneti heder edene… Susmak güzeldir.
Gayb bahçelerinden kokular getirir bazen nesîm-i seher, bâd-ı sabâ… Rüyalara girer altın taçlı sultanlar. Bazen kapı açılır, Hızır girer içeri… Her aşk paylaşılmak için sabırsızlanır. Paylaşılınca tükenir bereketi… Ucub ve kibir, riyâ ve varlık hissi sızar pencerelerden… Susmak güzeldir. Yahya Kemal bir prototip çizer. “Şarkın velî çehresi” diye anlatıp durduğu zâtı, câmi kürsüsünde görür bir gün… Hevesle kulak kabartır. Bozulur büyü… Susmak güzeldir. Nice câzip duruşların, konuşma başlayınca dökülüverir yaldızları… İmaj ve asıl arasındaki dev aynasıdır mükâleme… Susmak güzeldir. Öfkeyle üzerimize salınan kelimelere karşılık, hangi kelimeyi cepheye sürersen sür yenilecektir iz’an, kabaracaktır öfke… Susmak güzeldir.
Tesellî, birinin acısına söz ile ortak olmakmış Arapça’da; bir anlamı yokmuş acıyla kavrulan bir yürek için… Müvâsât imiş, o anda acısını dindirecek olan her neyse onu sunabilmek, onunla çare olabilmek, devâ bulmak… Bunun için, “Yâ Vâsî”, “Yâ Müvâsî” kıymetli yakarışlardır mavinin koyuya çaldığı anlarda… İnsanlar çok ilginç; acı çektiğinizi görürlerse anlamlı-anlamsız pek çok sözle teselliye kalkışırlar, acınızı içine gömüp ALLAH için susarsanız, canınızı acıtmak, illâ ki bir feryat duymak için kanırtırlar bağrınızdaki hançeri… Susmak güzeldir.
Susmak güzel. Susmak hayırlı. Susmak dostluk alâmeti, yakınlık ve tanıdıklık işâreti… Yabancıya hâl anlatma sıkleti yok dostların yanında, dost hâlden anlar, dostların yanında rahatça susulur. Sâmi Efendi Hazretleri benim dünyama “susmak sohbetleri” ile girmiştir. Hani o, hâl lisânıyla bazı dostlarına: “-Haydi bir saat susmak sohbeti yapalım.” dermiş de başlarını kalplerine eğip bir saat sükût ederlermiş. Susmak güzeldir. Yanında susabildiğim dostlara şükür! Yanımda susan dostlara şükür!.. Rahmân’ın sözü sözüne değmiş, Kelîmullah olmuş, Mûsâ -Aleyhisselâm-… Deniz ikiye ayrılmış işaret edince… O müthiş mûcizenin vecdi içinde konuşunca karşı yakada, biri: “-Ne güzel konuştun!..” deyivermiş. Susmak güzeldir. Sözden açılmış ilm-i ledün yolculuğunun kapısı: “-Güzel konuştun ya, güzel susmayı da öğren Kelîm’im!” Gemiye binerler, gemi delinir. Çocuk öldürülür. Duvar tamir edilir. Üç tuhaf hadise üç hırçın soru… “-Sen benimle olmaya sabredemezsin mîrim!” Susmak güzeldir… Derler ki, Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî Hazretleri, Hızır makamında, sormamayı başardığı için hâlâ sürmekteymiş yolculukları… Zaman ve mekânın ötesinde, Allâh’ın ilminde… Susmak güzeldir… Zekeriyyâ peygambere -aleyhisselâm-, bir evlâdın anne-baba için en makbul iki sıfatı ile, “cebbâr ve anîd olmamakla muttasıf” Yahya -aleyhisselâm-’ın müjdesi verildiğinde, üç gün “susmak orucu” emredilmişti. Cebr ve inada karşı susmak… Susmak güzeldir.
Îsâ -aleyhisselâm- Allâh’ın “kelimesi” idi. Doğduğunda Meryem vâlidemize de üç gün “susmak orucu” emredilmişti. Ağır ithamlara karşı kundaktaki bebeği işaret ediyordu. Anne susuyordu, İsâ’sı konuşuyordu. Susmak güzeldir… Peygamber Efendimiz -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile Hazret-i Ebûbekir -Radıyallâhu anh- birlikte iken bir adamın hakâretlerine mâruz kalırlar. Peygamber Efendimiz susar. Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- bir susar, iki susar, üçüncüde dayanamaz cevap verir adama!.. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yüzü değişmiş bir hâlde oradan uzaklaşır. Sıddîk-ı Ekber koşar peşinden, bin telaş! “-Biz susarken bir melek o adama aynen cevap veriyordu. Ama sen konuşunca melek sustu.” Susmak güzeldir… “Kur’ân okunurken susun ki merhamet olunasınız!..” buyuruyor Cenâb-ı Hak. Kelime “ensitû”; susmanın en uysal, en kaliteli hâli… Susmakla merhamet arasındaki en güzel köprü Kur’ân sesi. Susmak güzeldir. Su gibi dingin ve usulca… Su gibi lâtif ve azîz… Susmak güzeldir. Sessizce gelip oturur derviş, eşiğe. Yüzü tâzîmle yönelir göğe… Sükût kıvrım kıvrım yükselir dergâh-ı hâcâta… Sevda söze dökülünce perişan… Muhabbet arz olununca yalın… Aşk ilan edilince arsız… Susmak güzel… Yunus Emre başı eşikte… Üveys, Karen’de bir vahada… Hz. Ebûbekir bi’sette, Miraç dönüşünde… Hz. Îsâ, son akşam yemeğinde… Hz. Zekeriyyâ, ağacın içinde… Hz. Ömer b. Hattab diriliş seferinde… Leyla çadırda… Hz. Âişe bekleyişte… Ve bütün “susmak güzellikleri”, şükür size!..
Uysal bir denize dönük yüzümüz, kapattığımız gözlerimizle… Fonda Itrî’nin segâh yürük semâisi… Susmak güzeldir.
alıntıdır | |
LeCoultre
Mesaj
Gönder Forum
Mesajları Forum
Başlıkları
| 12.Ara.2008 Cum 15:30:55 |
| fiogf49gjkf0d
Ve sen gidiyorsun Yaşananları yok sayarak Cami kapısına piç bırakırcasına Ardına bile bakmadan gidiyorsun
Ve sen gidiyorsun Dünümüzü silerek Bugünümüzü kırıp dökerek Yarınımızı yok ederek gidiyorsun
Ve sen gidiyorsun Sensiz olamayacağımı Yanımdayken bile seni özlediğimi Saçının bir teline dahi kıyamadığımı Bile bile gidiyorsun Ben şimdi kimin gözlerinde öleceğim Ben şimdi kimin dizlerine yatıp Kimin ellerini tutacağım Kabuslar gördüğüm Karabasanlarla sarmaş dolaş olduğum Sehpalı hazan düşlerimde Kimi uyandırıp Kimin omuzlarında ağlayacağım Senden başka kimsenin yanında Ağlayamayacağımı Bile bile gidiyorsun Ve sen gidiyorsun Kafamı duvarlara vura vura Hücre hücre parçalasam İşkencecilerin yapamadığını Yapsam kendime Kendimi içten içe yesem bitirsem Yok etsem bile Kapının önüne çıkınca gönlüm olsada yıkık Yine alnım ak yine başım dik olacağımı Sanki sen hiç gitmemişsin Sanki Hiç bir şey olmamış gibi davranacağımı Bile bile gidiyorsun
Ve sen gidiyorsun Sensizlikten çıldırsam Ecelim olacağını bilsem de Sana gitme demeyeceğimi Sana yalvarmayacağımı Bile bile gidiyorsun
Velhasılı kelâm sevdiğim Uğruna ömrümü verdiğim Uğruna Gecelerimi çarmıha gerdiğim Sensiz yapamayacağımı Sensiz yaşayamayacağımı Bile bile gidiyorsun
Ve sen gidiyorsun Git... Beni hayallerimle Beni terkedilmişliğimle Beni sensizlikle başbaşa bırakarak git Git artık git
Ve sen gittin Ve ben sensiz yokum Ben sensiz bitmişim Ben sensiz bir hiçim artık Ama giderken Bir şey unutmadın mı gülüm Sen Sen varya sen Sen artık Bensiz Hiç bile değilsin
Ahmet Yılmaz | | |
LeCoultre
Mesaj
Gönder Forum
Mesajları Forum
Başlıkları
| 12.Ara.2008 Cum 15:32:14 |
| fiogf49gjkf0d
“Neyi arıyorsan sen, O’sundur” der Mevlana.. Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık.... Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sürükleyip, kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır. Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslında, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü... Her aşkta kendimizi ararız, o yüzden bulduklarımız benzerimizdir. Resimlerini yan yana koyun sevdiklerinizin ve dikkatle bakın yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size... Aşk denilen kaleydoskobun buzlu camına gözünüzü dayadığınızda, binbir cam rengarenk ışıklar saçarak döndüğünde, her seferinde bambaşka şekiller ördüğünü görürsünüz. Her camda, farklı bir renginiz vardır; her şekilde sizden bir parça... Aşklarınız hülasanızdır. Sevdiginiz her adam, beğendiğiniz her kadın farklı ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskobu, cam paralar yer değiştirip yeni şekiller alır; hepsi siz... Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizdeki ışığın yansımasıdır aslında; dilindeki sizin ilhamınız, tenindeki sizin yansımanızdır. Yoksa halâ bir sevdiğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır... Aşk, narsizmdir. Sevda, çevrildikçe içinizin farklı ışıklarını yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor. Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz. Narcissusu’u bilirsiniz; Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya dayanazmazmış kendine... Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran... Bir gün ırmak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü. Uzanıp, iyice bakmak istemiş. Tam gördüğünde kendisini, dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya... Yeryüzünün en güzel insanının öldüğünü duyan Tanrı, unutulmaması için O’nu her bahar açan gözel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş, Narcissus, nergis olmuş. Kıssadan hisse, benden size tavsiye, taze bir nergis verin bugün sevgilinize... Sonra da, nerede baharsa mevsim, rotasını oraya çevirip içinizdeki eski baharlara koşan bir gezgin gibi “Bahar getirdim sana” deyin. Baharın elinizde olduğunu unutmadan.. Gözlerindeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düşmeyin... Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin... Can DÜNDAR | | |
LeCoultre
Mesaj
Gönder Forum
Mesajları Forum
Başlıkları
| 12.Ara.2008 Cum 15:33:46 |
| fiogf49gjkf0d
Şaşıyorum..;
Aşk koymuşlar adını,zehirli bir bal karşındakine bağlanmak oysa.. Kutsal saymışlar aşk bu diye bulmuşlar bahaneyi..! Yağmur damlaları,gün batımı hepsi o aşklara mekan olmuş, Öyle bir değişime uğramış ki;mecazi olan o aşk,olmazsa olmaz olmuş..
| |
LeCoultre
Mesaj
Gönder Forum
Mesajları Forum
Başlıkları
| 12.Ara.2008 Cum 15:35:30 |
| fiogf49gjkf0d
Değil mi ki, bir aşk yarası taşımayan yürek, ya deliye aittir, ya ölüye.. .
"Aşk yolu, ehl i hevâya kapalıdır. Bu yol ancak ciğeri yanık sâdıklara açıktır."
Unutma ki Hak, hidâyetini ancak kendisine muhabbet edene verir! .."
Aşk hâline, arzularını azaltıp, şükrünü artırarak erişebilirsin."
Sevgili!...Kapına geldik; aşkı öğret bize; ve aşkını ver yüreklerimize...
Bir yağmur sonrasında; AŞK ımı O na duyurmaya geldim... Açtım gönlümü duaya,yöneldim beni yaradana; Bekledim yağmur sonrasını Dinledim rahmetin o büsbütün temaşasını...
AŞK TIR Kİ GERİSİ VESAİREDİR................... | |
LeCoultre
Mesaj
Gönder Forum
Mesajları Forum
Başlıkları
| 12.Ara.2008 Cum 15:39:00 |
| fiogf49gjkf0d | |
| |